GÜNÜN MESAJI

Terazi başkasını tartmak yerine önce kendini tarttığı zaman gerçekleri gösterir. Toplumun çoğunluğu kendini tartmayıp başkalarını tartar. Kaç kişi teraziye önce kendini koyuyor? Toplumlar çıktıkları terazi ile tartılır. Ağırlık neyi gösterirse toplumlar onu yaşar. 

Önce kendini düzelti ki başkasını da doğru tartasın.

Farkındalık, uyanış ve aydınlanma…

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

 

AİLENİN DEĞERLERİ

Sevgili okuyucularım, bir ay aradan sonra anılarımı yazmaya kaldığım yerde devam ediyorum. Ortaokul üçüncü sınıfa giden öğrenci sandıktan bir anıyı daha serbest bırakıyor. Bakalım bu sefer bizi ne bekliyor?

Ablam, işe girdiği için çok mutluydu. Hafta içi eve geliş saatleri belli olmuştu. İş ortamını sevdiğini ve çalışanlar arasında uyum olduğunu anlatıyordu. Bu arada en çok sevindiği şey maddi olarak kendini özgür hissetmesiydi. Artık babamdan para almayacaktı. Ablam, kendi ihtiyaçlarını kendi maaşı ile karşılamak istiyordu.

Aslında ablama bu yönden çok imrenmiştim. Ben de bir an önce okulları bitirip çalışma hayatına atılmak, maddi olarak özgür hissetmek istiyordum. Çünkü birisine herhangi bir konuda bağımlı olmak istemiyordum. Tabii henüz öğrenci olduğum için babamdan harçlık almak durumda kalıyordum. Babam bu konuda herhangi bir sorun çıkamazdı ama insanın kendi kazandığını harcamasının çok önemli olduğunu ablam işe girdiğinde daha iyi anlamıştım. İnsan kendi kazancını sağladığında özgüveni daha yüksek oluyor.

Ailemin, özellikle ortanca amcamın bize aşıladığı en önemli şey, hep kendi ayaklarımızın üzerinde durmamızdı. Bunu babamdan görmüştük. Babam, ailesinden hiçbir destek almadan kendi işini kurup ilerlemişti. Aslında bu, başta tabii ki bazı zorluklar getiriyor ama kendi ayaklarınızın üzerinde durduğunuzda inanın ki çok daha özgür ve daha farklı hissettiriyor.

Bu arada ablamın her akşam işten dönüşünde ortamı anlatması, onu dinlemek çok zevkliydi. Ablam, babamdan önce geliyordu ve akşam yemeklerini ailece yediğimiz için babamı bekleyip sofraya oturuyorduk. Sofrada ablam gün içinde çalıştığı ortamı anlatıyordu. Kendisine verilen projelerden söz edip onları belirli tarihte yetişmesi gerektiği için bazen mesaiye kalacağını söylüyordu.

Ablam öğrenciyken hafta içi okul dönüşlerinde evde anneme yardım ederdi şimdi artık hafta içi çalıştığı için bunu yapamıyordu. Ben anneme derslerden kalan zamanda yardım ediyordum. Erkek kardeşim ise marketten alınacakları alıp getiriyordu. Babam pek alışverişi sevmezdi. Evin ihtiyaçları için alışverişi annem yapardı.

Annem genellikle pazardan alışveriş yapmayı severdi. Perşembe günleri bazen benimle bazen yalnız trene binip Erenköy pazarına gider o arada anneannemleri de ziyaret ederdi. Ben anneme marketten alışveriş yapmasını önerdiğimde “Yok,” derdi, “pazar daha iyi. Fiyatlar da daha uygun. Hem de istediğim gibi seçebiliyorum.”

Annem tutumludur; imkânlar elverişli olsa da her zaman tutumludur. Gereksiz harcama yapmaz. Aynı zamanda hiçbir eşyayı hor kullanmaz, son derece titiz kullanıp değerini bilir; zor alındığını bilir. O zamanlar da öyleydi şimdi de öyledir. Alışkanlığı bu, kendi açısından tabii ki haklı olabilir. Bir de devamlı alışveriş yaptığı pazarcılar vardı. Her gidişinde sohbet ediyordu. Annem ve babam hiçbir insanı ayırt etmez konuşurlardı. Aileden böyle görünce biz de böyle yetiştirilmiş olduk.

Bu, insana verilen değer ve sevgidendir. Kimseyi küçümsemeden, kibirli davranışta bulunmadan, o insanı olduğu gibi görmektir. Annem ve babamda ayrıca en çok dikkatimi çeken, biz çocuklarını başkalarına karşı övmemeleriydi. Ablamın işe başladığı firma Türkiye’de tanımış şirketlerden biriydi üstelik bir görüşme ile hemen işe almışlardı. Annem bunu akrabalara ve tanıdıklarına, komşulara hiç anlatmazdı. Bazı akrabalar ve komşular, çocuklarının en ufak başarısını öve öve anlatır bazıları olmadığı hâlde olmuş gibi söylerdi ama annem sesini çıkarmazdı. “Anne, neden o kişi yalan söylediği hâlde gerçeği yüzüne söylemiyorsun?” diye sorardım ve annem hep şunu söylerdi: “Allah, kulun yüzüne vurmaz!” Bize bunu öğretmişti.

Aileden öğrendikleriniz sizde kalıyor. Ne zaman ki bazı şeylerin daha farkına varıyorsunuz, o zaman dürüst davranmayan birini gördüğünüzde artık açık olarak söylüyorsunuz. Ama tabii bunu da kırmadan yapıyorsunuz.

Bazı olaylar olunca insanların gerçek kişiliğini tanırsınız. Ablamın okul biter bitmez üstelik iyi bir firmada işe girmesiyle bazı tanıdıklarda kıskançlık ortaya çıktığını gördük. Tebrik etmek ve başarı dilemek yerine “Bakalım o firmada başarılı olacak mı?”, “Şanslıymış,” gibi sözler söylediler. Böyle insanlarla karşılaşınca o yaşta sessiz kalıyorsunuz fakat yaş ilerledikçe görüşmek istemiyorsunuz.

Oysa ailem her zaman tanıdıkların ve akrabaların iyi olması için iyi dileklerde bulunurdu. İyi bir şey yaşamışlarsa duyar duymaz ya tebrik için giderler veya hemen annem telefon açıp tebrik ederdi. Annem ve babam bize, kim olursa olsun yapılan iyilikleri asla es geçmemeyi ve vefa duygusunu öğretmişlerdi. Benim o yaşta dikkatimi çeken ise annem ve babamın vefalı davranışlarına kimsenin aynı şekilde karşılık vermemesiydi; özellikle akrabaların… Herkes kendi menfaati doğrultusunda davranırdı. Bunları zamanı geldiğinde paylaşırım sizinle.

Annem ve babam kendilerine yapılanın farkındaydılar ama hiç sesleri çıkmıyordu. Kendi özleri ne ise yine aynı şekilde devam ediyorlardı. Eğer insanda bu duygular yoksa çocuklarına öğretmiyor, bu değerleri vermiyor. Belki o yaşlarda vefayı anlamıyorsunuz ama ileri yaşlarda; yaşadıkça anlıyorsunuz.

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

BARIŞ BENİM İLE BAŞLAR – 19

 

Sevgili okuyucularım, bu ay ki “ho’oponopono” adı verilen bir arınma çalışmasını paylaşıyorum. Bu ay da farklı konular için aynı şekilde yapmanız gereken bu arınma çalışmasını dört madde hâlinde paylaşıyorum. Düzenli olarak yaptığınızda gerçekten kendinizde inanılmaz bir olumlu değişiklik göreceksiniz. Özellikle zihniniz, ne kadar berraklaşırsa o kadar huzurlu olur. En önemlisi berrak bir zihin her zaman doğru karar almanızı sağlar. Çünkü zihin olumsuzluklarla dolu olduğu zaman doğru karar bile alamıyorsunuz. Disiplin ve azimle yapılan çalışmalardan her zaman olumlu karşılık alınır. Çalışmaya geçmeden önce bununla ilgili kısa bir bilgi vermek istiyorum. Geçen ay bu bilgiyi paylaşmıştım fakat belki ilk defa okuyacak olanlar vardır. Onlar için yinelemekte fayda görüyorum.

Ho’oponopono yöntemi; karşımızdaki insanın yaşadığı bir sorunu duyduğumuz, öğrendiğimiz anda bizim sorunumuz olarak algılayıp kendi içimizde bundan arınarak karşımızdakini de arındırma yolunu öğretiyor. Sadece insanları değil her şeyi arındırıp temizlemenin yoludur bu. Olumsuz durumlardan kurtulmanın bir yöntemidir.

Ho’oponopono, Havai halkının kullandığı bir kendini arındırma yöntemidir. Bu yöntemi Joe Vitale’in kitabı “Zero Limit” aracılığı ile batı dünyasına tanıtan ve meşhur eden kişi Dr. Ihaleakala Hew Len oldu. Doktorasını Iowa Üniversitesi’nde yapmış olan Dr. Ihaleakala Hew Len, uzun yıllar Havai Devlet Hastanesi’nin suç işleyen akıl hastaları ile ilgilenen adli biriminde uzman psikolog olarak çalışmış. Hastalarıyla elde ettiği mucizevi sonuçlar çok ilgi çekmiş. Kullandığı yöntemler öyle etkiliymiş ki zamanla yatan hastaların tümü taburcu edilmiş, sonunda dört yıl içinde birim kapatılmış. Dr. Len’in kullandığı bu yöntem, 1982 Kasım’ından beri güncelleştirilmiş Ho’oponopono uygulaması yapan Hawaiili şaman Morrnah Nalamaku Simeona sayesinde ortaya çıkmış. Tüm dünyada bu yönteme ün kazandıran, öğrencisi Dr. Ihaleakala Hew Len ve Joe Vitale oldu.

Şimdi çalışmaya geçelim:

1) Kendimi engellenmiş ve sınırlanmış hissetmeme yol açan içimde bana aileme atalarıma ait her ne varsa her ne oluyorsa hepsi bütün zamanlarda, bütün boyutlarda, bütün evrenlerde temizlenip arınıp şifalanıp sıfır noktasına ulaşana kadar andan ana ho’oponopono “

Seni seviyorum

Özür dilerim

Lütfen beni affet

Teşekkür ederim.

Niyeti bir kere 4 cümleyi istediğiniz kadar kendinizi rahatlamış hissedene kadar tekrar edebilirsiniz.

2) Kalbimdeki gerçek isteklerimi ve beni nelerin mutlu edeceğini fark etmemi, algılamamı engelleyen içimde bana aileme atalarıma ait her ne varsa her ne oluyorsa hepsi bütün zamanlarda, bütün boyutlarda, bütün evrenlerde temizlenip arınıp şifalanıp sıfır noktasına ulaşana kadar andan ana ho’oponopono”

Seni Seviyorum

Özür Dilerim

Lütfen Beni Affet

Teşekkür Ederim

Niyeti bir kere 4 cümleyi istediğiniz kadar kendinizi rahatlamış hissedene kadar tekrar edebilirsiniz.

3) Bırakmam gereken, geçmişe ait olan ve gelecekte benim iyiliğime hizmet etmeyecek bütün eski düşünce kalıplarımla sevgiyle vedalaşmayı seçiyorum. Bu düşünce kalıplarıma içimde hala tutunan, ihtiyaç duyan ve bırakmak istemeyen bana aileme atalarıma ait herşey bütün zamanlarda, bütün boyutlarda, bütün evrenlerde temizlenip arınıp şifalanıp sıfır noktasına ulaşana kadar andan ana ho’oponopono”

Seni Seviyorum

Özür Dilerim

Lütfen Beni Affet

Teşekkür Ederim

Niyeti bir kere 4 cümleyi istediğiniz kadar kendinizi rahatlamış hissedene kadar tekrar edebilirsiniz.

4) Erteleme alışkanlığımı yaratan, sürdüren, onay veren ve kabul eden içimde bana aileme atalarıma ait her ne varsa her ne oluyorsa bütün zamanlarda bütün boyutlarda bütün evrenlerde temizlenip arınıp şifalanıp sıfır noktasına ulaşana kadar andan ana ho’oponopono

Seni Seviyorum

Özür Dilerim

Lütfen Beni Affet

Teşekkür Ederim.

Niyeti bir kere 4 cümleyi istediğiniz kadar kendinizi rahatlamış hissedene kadar tekrar edebilirsiniz.

Kaynak: Dr.Ihaleakala Hew Len ve Berna Özcan

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

GÜNÜN MESAJI

Bazı insanlar etrafında çok insan olmasını ister. Onunla mutlu olur sevildiğini sanır. İşte burada kendine sorması gerekir, “Ben sevilmek ve beğenilmek mi istiyorum, bağımlı mıyım?”

 

Bazı insanlar sevilme ihtiyacı ve kendi menfaati için karşısındakinin yanlış davranışlarına göz yumar, hatalarını söylemez. Aram bozulursa arkadaşsız kalırım veya yaptığım işi devam ettiremem, diye gerçekleri söylemekten kaçınır. Bu maskeli tutumla kendi özsaygısını kaybedip özünden uzaklaşır. Hâlbuki insan öz saygısını kaybettiğinde etrafında binlerce arkadaş olsa neye faydası olur ki?

 

Oysa hayattaki asıl başarı, insanın kendiyle barışması, kendiyle yetinerek mutlu ve huzurlu olmasıdır.

 

Kendinizle barışık iseniz maskelere ihtiyacınız yoktur, hele kendi menfaatiniz için başkaların yanlışlarını örtbas etmeye hiç.

 

Çünkü insan tam olarak kendiyle barıştığında etrafında da her şeyin gerçeğini ister; menfaat üzerine kurulmamış gerçek sevgi, menfaatçi olmayan insanlar…

 

Siz manolya olarak doğmuşsanız lale olmaya çalışmayın. Sadece manolyanın en iyisi olmaya çalışın. Lale olmak isterseniz kendi özünüzü kaybettim, maskeleri takmak zorunda kalırsınız. 

Farkındalık, uyanış ve aydınlanma…

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

RUHSAL HAYVAN REHBERLERİ

İnsanın, hayvanlarla günlük yaşamdaki iletişiminin yanı sıra ruhsal iletişimi de vardır. İnsan dünyaya geldiği andan itibaren birçok hayvanla iletişim hâlinde olur, bazıları bunu bilinçli olarak bazıları ise bilinçdışı olarak yapar. Bu iletişim, insanın dünyadaki ruhsal yolculuğu esnasında erk (ruhsal) hayvanların rehberlik yapmasıdır. Tabii bu rehberliği bilmeye ilişkin en önemli nokta, onu fark etmektir. Erk (ruh) hayvanları bir yol gösterici olarak hep yanımızdadır ve mesajlar verir.

Erk hayvanlardan rehberlik almak Şamanizm öğretisinde yer alan bir uygulamadır. Özellikle şifalandırmada erk hayvanlardan rehberlik alınır. Şaman öğretisine göre, her insanın hayatı boyunca sürekli rehberlik alabileceği birden fazla erk hayvanı vardır.

Geçen sene Şamanizmin merkezi sayılan güney ve orta Sibirya’ya seyahatimde şamanların en az 1 erk hayvanı ile şifalandırmak için rehberlik aldıklarını gördüm. Onlarla çalışma yaptım. Şamanların bu ruhsal hayvanlardan aldığı rehberlik, gerçek bir bilgeliktir.

Bir şaman iseniz bir veya daha fazla erk hayvanınız vardır. Bu erk hayvanlarınız meditasyon sırasında size gösterilir, onlarla bağlantı kurabilirsiniz. Benim kendi erk hayvanlarımla tanışmam 2014 yılında gerçekleşti. Meditasyonda kendilerini gösterip rehberlik etmeye başladılar. 

Erk hayvanları, hem kendinizi hem de diğer canlıları şifalandırmakta nasıl bir yol izleyeceğinize rehberlik eder. Kişisel hayvan rehberiniz sizi korur, size güç verir, zor durumlarda size çıkışı gösterir ve bilgeliğini size aktarır.

2015 ve 2016 yılında Güney Afrikalıdan şaman eğitimleri aldığım sırada, hayvan rehberlerimde yanımdadırlar. Bu erk hayvan rehberlerim her zaman rehberlik yaparlar.  

Şaman olduğunuzda bu erk hayvanlarla çok kuvvetli bir bağlantı kurup onlardan sürekli mesaj alırsınız. Hem kendiniz hem de başkaları için onlardan rehberlik alırsınız. Yapacağınız şifa çalışmalarında bu hayvanlardan yararlanabilirsiniz. Sürekli iletişim hâlinde olursunuz. Nasıl ki bir gazete veya televizyon vasıtasıyla iletişim kurup haber alıyorsanız bu erk hayvanlarla da her gün iletişim kurup haberleri alırsınız.

Rehberiniz olan kendi erk hayvanınızı tespit etmenin çeşitli yöntemleri vardır: Şamanik rehberlik alma, yüksek benlik bağlantısı, rüyalarınızda görme, sık sık karşınıza çıktığına şahit olma gibi çeşitli deneyimlerle şaman hayvan rehberinizle tanışabilirsiniz. Özellikle meditasyon yaptığınız zaman gerçekten tanışmak istediğinizde görürsünüz. Derin bir odaklanma ve sabır gerektiren bu yöntem, içsel benliğinizle bağlantı kurmanıza ve daha iyi bir anlayışla yola çıkmanıza yardımcı olabilir.

Şaman iseniz ister istemez kendilerini gösterirler.

Gerçek olarak size gün içinde hep görünürler ve duru görü ile siz bunları görürsünüz, duru biliş ve duru işitti almanız gereken mesajları alırsınız.

Aşağıda bu hayvanlardan bazılarının özellikleri ve size verdiği dersler incelenecektir. Ancak sizin rehber hayvanınız başka bir hayvan olarak karşınıza çıkarsa bu hayvanın özellikleri ile ilgili araştırma yapmanız, neyi sembolize ettiğini, yaşam şeklini öğrenmeniz ve onunla bağlantıya geçmeniz gerekecektir.

Ayrıca dönemsel olarak size rehberlik yapan hayvanlar da vardır. Burada rehber hayvan o dönem için size mesajlar verecektir.

Eğer tam olarak öğrenmek isterseniz Maya Astrolojisi ile ruhsal hayvanlarınızı öğrenebilirsiniz.

Bu arada bu ruhsal hayvanlarınızla kuracağınız bağlantı esnasında herhangi bir korkunuzun olmaması gerekir. Çünkü o anda karşınızda simsiyah bir jaguar görünebilir, bir yılan görünebilir. Önemli olan sizin hazır olmanızdır. Bir diğer önemli konu da meselelere mantık ile bakarsanız o zaman ruhsal hayvan rehberlerinizden o mesajları alamazsınız; görünmezler.

Şimdi bu ruhsal hayvan rehberlerin tek tek hangi konuda rehberlik ettiğini sizinle paylaşacağım.

Birkaç kaynaktan yararlanarak (ilgili kaynakların linkini aşağıda bulabilirsiniz) paylaşacağım erk (ruhsal) hayvan rehberlerin ilki jaguar.

JAGUAR

Jaguar, liderliği, bilgeliği ve doğuştan gelen becerilerin akıllıca kullanımını temsil eden Aztek ve Maya sembolizminin ayrılmaz bir parçasıydı. Şamanlar, kötülüğe karşı bir koruyucu olarak Jaguar güvendiler. Jaguar’ın anaç, zarif ve besleyici yönleri ve söndürülemez bir iç ateşi vardı. Kabileler, Jaguar’ın istediğini elde etmek için plan yapmasına ve niyetini kullanmasına saygı duyuyorlardı. Burada, Jaguar dört element ile insan bağlantısını korur ve sağlam bir temel sağlar. Verimli, dengelidir ve yaratılışın her köşesini doyurur. Jaguar’ı rehber olarak kullandığımızda, bu enerji kişisel ve ruhsal gelişimimizi hızla hızlandırır. Siyah Jaguar güçlü ve pozitif bir enerjiye sahiptir. Karanlık hissettiğimizde veya hayat özellikle karanlık göründüğünde ortaya çıksa bile, bize tünelin sonunda her zaman ışık olduğunu hatırlatmak için gelir. Onun rolü, aynı yönde ilerlemeye devam etmemizi ve içgüdülerimize güvenmemizi teşvik etmektir. Esasen, korkularımızla yüzleştiğimizde, bilinçli yaratıma giden yolu temizlemiş oluruz, karanlığımızın farkında oluruz ve arzularımızı bilinçli olarak yeniden yönlendirebiliriz. Yani, yargılanma korkusu olmadan arzularımızı serbest bırakabiliriz. Daha da güçlüsü, enerjimizi serbest bırakırız, şimdiki anda harekete geçeriz ve geleceğin kendi kendine bakmasına izin vermeyi öğreniriz! Jaguar dürüst, açık sözlü ve otantiktir. Mesajda hiçbir yumuşama yoktur. Jaguar, sade, gerçekçi tavsiyeler ve iç görülerle doğrudan vurur. Jaguar Fırsatları görmenize ve akıllıca davranmanıza yardımcı olmasını isteyin. Bazen fırsatlar seni geçer ama sen bu fırsatı kaçırmazsın. Jaguar, size yardımcı olur ve alçalan güçlü enerjilere farkında olmanızı öğretir. Jaguar’ın Ruhu size söz veriyor; eğer günlük yaşamınızda dürüst davranırsanız, Jaguar, size Beşinci Boyutun değerlerini öğretmek için hayatınıza girer. Dünyada gizli şeyleri gösterir. Yalnız dolaşan, avını izleyip pusuya düşüren bir avcıdır ve avını seçerken fırsatçı davranır. Güç ve gizemin sembolüdür. Ayrıca cesareti ve içsel gücü temsil eder. Şamanlar, içsel güçlerini keşfetme ve kendi karanlık yönleriyle yüzleşme yolculuğunda kullanırlar. Kendini saklamayı seven Jaguar genellikle insanlara uzak olmayı sever.

Bu uzaklık sayesinde Jaguar aurasındaki manevi alanı korur.

Kendi içindeki çatışmaları çözen bir Jaguar, ilahi planın bir saat gibi çalışmasını sağlar ve başarısının yanı sıra mütevazılığını da korur.

Jaguar gece görüşü son derece yüksek bir hayvandır.

Geceyi bilinmeyen olarak nitelendirirsek Jaguar gününde doğan biri de diğer insanların görmediklerini görebilme yeteneğine sahiptir.

Kişilik: Ağzı sıkı, hassas ve zekidir. Maneviyatla ilgilidir. Saldırgan olmakla birlikte doğrudan cephe almaktan kaçınır.

Jaguar Sembolik Anlamları Anahtar

Farkındalık, İçgüdüler, Çeviklik, Kuvvet, Kaçınma, Denge, Güzellik, Anlaşmazlık, Karanlığı Kucaklamak, Lütuf, Topraklama, Bilgi ve İç Bilgelik, Güç ve Hız, Özgüven, Gölge Benlik, Yetenek, Kuvvet, Cesaret, Gençleşme, Bağımsızlık ve Bireysellik, Şifacı

Aksiyon Planı: Başarının tevazu ile dengelenmesi.

Anahtar anlam: Maneviyatı, derin sezgileri ve kamufle olmayı sever.

Kutup yönü: Kuzey

Kaynaklar

https://whatismyspiritanimal.com

https://mayaburcum.com/ (maya astrolojisi)

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

 

İNSANIN KENDİNİ YENMESİ EN BÜYÜK ZAFERDİR

Sevgili okuyucularım, bu ayki kitap paylaşımım ismi “İnsanın Kendini Yenmesi En Büyük Zaferdir”

Bu kitabın yazarı olan; Platon, Antik Yunan filozoflarından biridir. M.Ö. 427-347 yılları arasında yaşamıştır. Aristoteles’in hocası olan Platon, felsefe tarihine derin izler bırakmıştır. Platon’un felsefesi, Batı dünyasının felsefi ve bilimsel düşüncesini derinden etkilemiştir. “İdealar Kuramı” olarak bilinen düşünce yapısı, gerçeklik anlayışını ve bilgiyi şekillendirmiştir. Matematik, astronomi ve bilim tarihi alanlarında da etkileri bulunmaktadır. Platon’un en ünlü görüşlerinden biri, “idealar kuramı”dır. Gerçekliğin ardında var olan ideal formların olduğunu ve bunların duyularla algılanan dünyadaki somut şeylerden daha gerçek olduğunu savunmuştur. Örneğin, güzellik, iyilik gibi kavramların asıl varoluşunun “idealar” dünyasında olduğuna inanmıştır.

Şimdi kitaptan bir bölümü sizlerle paylaşıyorum.

“…

Önce kendini sev, sonra başkalarını

Karşı tarafı sevmemizin gerçek nedeni nedir? Onu, sadece olduğu kişi olmasından dolayı mı seviyoruz yoksa olmasının istediğimiz kişi olacağına duyduğumuz güçlü bir umut mu bu sahte sevgimizin kaynağı? Peki, insan bir başkasını sadece kendisi olduğu için sevebilir mi?

Daha kendini tanıyıp kim olduğunu ne olduğunu, ne için bu dünyada var olduğunu anlayamamış olan birinin aşkı da, yapacağı evliliği ve yürüteceği işi de zayıf temeller üzerine kurulmuş olur.

İçinde bulunduğumuz toplumun ne düzeyde ve neye eğilimli olduğu, eksikliğini duyduğu şeye göre şekillenir. Eğer insanlar sahte ahlaki duygularla ahlaklı olduklarına, yalan olan doğrularıyla iyi olduklarına ikna olurlarsa bunların doğrusunun peşine düşmez, zaten ahlaklı ve iyi olduklarını zannederler.

Göz sadece güzeli görür. Kimisi onu gördüğünde hazza teslim olup ona sahip olmaya çalışırken, kimisi de onu gördüğünde hakikatin bilgisini hatırlayıp ürperir”

Peki, güzel olanı gördüğünde kimisinin hakikat olanı hatırlaması kimisinin de hazza teslim olup ona sahip olmaya çalışması neye göre belirlenir? İşte burada da yine kendini tanıma ölçütü devreye girer. Kendimizi tanıdığımız oranda hakikate yaklaşır, kendimize yabancı olduğumuz kadarıyla hakikatten uzaklaşırız. Dünyada ki herkes kendini gerçekten tanısaydı, herkes ve her şey gibi kendisinin de bu doğanın bir parçası ve misafiri olduğunu idrak etseydi, sevdiği kişi ondan ayrılmak istediğinde onu eve hapsetmek ya da çok daha kötüsü onun hayatına son vermek istemedi. O kişinin de doğanın bir parçası olduğunu, istese de hiçbir şeyden ayrı olamayacağını, ezelden ebediyete kadar aynı kabın içinde harmanlanacaklarını bilseydi herhangi birinden uzak kalmaktan endişe duyup kıskançlık krizleri yaşamazdı. Ya da bu dünyada zaten hiçbir şeye sahip olunamayacağını gerçekten anlasaydı, eşine, işine ve evine sahip olmaya, onlardan ayrı düştüğü için hem kendini hem de sevdim dediği insanı perişan etmeye kalkışmazdı.

Platon’a göre insan kendinde olmayanı sevmeye eğilimlidir. Kimde ne eksikse hayatının merkezine koyduğu şey de odur.

Platon’a göre gerçek aşk ancak gerçek olanla açığa çıkabilirdi. Ona göre gerçek olanı sevmeli ve ona aşık olunmalıydı. Gerçek olan ise hakikatin bilgisiydi. Zaten gerçek olmayan ve aslında birer yanılsamadan ibaret olan duygularımızla ne gerçekten sevebilir ne de aşık olabiliriz. Çünkü ona göre aşkın önkoşulu kendini bilmek, tanımak ve sevmekten geçiyordu.

Önce kendimizi sevelim ki başkalarını sevebilme için bizi yanıltacak olan tutkularımıza kanmayalım.

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

YARGILAMAK İLE YANLIŞI SÖYLEMEK ARASINDAKİ İNCE ÇİZGİ

Sevgili okuyucularım, 24 Eylül 2024 tarihinde “Yargılama Yerine Farkındalık Vermek” başlıklı yazımı paylaşmıştım.

Bugün ise pek çok insanın zaman zaman fark etmeden düştüğü bir hatadan; bir davranışın yanlışlığını dile getirirken yargılayıcı ve eleştirel tutum takınmaktan söz edeceğim. O yazımda da değinmiştim; yargılama, “kibir” de içerir. Çünkü yargılama insanın her zaman kendini üstün görerek karşısındakini küçümsemesinin sonucudur. Kibir sevgisizliği gösterir. Kibirli insan ne kendini sevdirebilir ne de başkasını sevebilir. Sadece anlık menfaatleri için seviyormuş gibi görünür. Düşünün, sizi sürekli yargılayan bir insanı nasıl sevebilirsiniz? Çünkü o etrafına pozitif enerji vermez, hep negatif enerji yayar. İnsan çok yargılıyorsa aslında kendindeki eksikliklerdendir.

Sevgili okuyucularım, bu yazıyı okurken önce kendinize şu soruyu sormalısınız: Birisinin yanlışını dile getirirken hangi sözcükleri kullanıyorum, sözlerim amacını aşıp karşımdakini yargılamaya mı dönüşüyor? Bunlarla yüzleştiğiniz zaman bir yükünüzden kurtulmuş olursunuz. En büyük yükünüz, yargılamak ve kibirdir.

Çoğu insan, bir başkasının yanlışını söylemek istediğinde aslında onu yargıladığının farkında olmaz. Bazıları, “Yargılamıyorum, sadece gerçekleri söylüyorum,” dese de kullandığı sözcükler bunun tam aksini anlatır. Önemli olan karşınızdakini rencide etmeden, küçümsemeden, alay etmeden, kırmadan yanlış yaptığını dile getirmenizdir. Bu aranızdaki sevgiyi ve güveni sağlamlaştırır.

Bu konuya daha derin bakmak için birkaç örnek ile anlatmak istiyorum.

Bir ülkeyi yönetenlerin, ülke yönetiminde yaptıkları yanlışları dile getirirken doğdukları yer, büyüdükleri semt, yetiştikleri aile ve aldıkları eğitimi işin içine katarak olumsuz konuştuğunuzda onları doğrudan yargılamış olursunuz. Bir liderin ülkesini yönetirken yaptığı yanlışları söylemek başka, özel yaşamıyla ilgili yorum yapmak başkadır. Yanlışı söylemek nasıl olur? Yönetenler, ülkenin ekonomisi ve diğer konularda yanlış bir politika izliyorsa sadece bu yanlışları dile getirerek olur, doğru politikalar üretilmesine katkı sağlayacak fikirler ortaya koyarak olur.

Günlük yaşantıdaki iletişimlerden de örnek vereyim. Diyelim ki bir arkadaşınız düzenli beslenmiyor ve buna üzülüyorsunuz. Arkadaşınıza, “Sağlıklı beslenme hakkında hiçbir şey bilmiyorsun, kendini eğitmemişsin,” dediğinizde bu, yargılama oluyor. Siz, ondan üstün olduğunuzu söylüyorsunuz. Bunun yerine, “Kendine bir iyilik yap ve beslenmene dikkat et. Vücudunun sağlıklı gıdalara ihtiyacı olduğunu sen de biliyorsun. Benim için önemlisin,” dediğinizde yaptığının yanlışlığını anlatmış oluyorsunuz.

Hiç kitap okumayan, sürekli bilgisayarda oyun oynayarak zamanını boşa geçiren ya da bir konuda bilgisi olmayan bir insanı hiç kitap okumadığı için aylak veya cahil diye etiketlemeniz onu yargılamaktan başka bir şey değildir. Ona, davranışının yanlışlığını göstermek istiyorsanız seçeceğiniz sözler bunlar olmamalı. Aksine o kişiye bilgisayarda oyun oynamanın kendisine bir şey kazandırmayacağını ama kitap okuyarak kendi hayatında bazı şeyleri değiştirebileceğini anlatabilirsiniz.

Diğer taraftan bazı insanlar, yaptığı yanlışı söylediğinizde kendisini yargıladığınızı düşünebilir. İşte burada ince bir çizgi vardır. Bu onların dünyayı algılayış biçimiyle ilgilidir, değiştirmeniz zordur. Örneğin, içinde bulunduğunuz aracın sürücüsünü, trafik kurallarına uymadığı için uyardığınızda “Çok biliyorsan sen kullan,” diyorsa sözlerinizi yargılama olarak algılamıştır. Buna karşın siz sürücüyü uyarırken “Ehliyetini nereden aldın, trafik kurallarından haberin yok, eğitimin nedir?” demeyi seçmişseniz, bu sözler direkt yargıya girer.

Herhangi bir konu hakkında; diyelim ki bir sanat eseri, bir ülkenin kültürü ya da bilimsel bir gelişme ile ilgili konuşan birinin konuya hâkim olmadığını ya da yanlış bilgi verdiğini fark ettiğinizde “Sen de hiçbir şey bilmeden konuşuyorsun”, “Gidip gördün mü ki?” ya da “Araştırmadan anlatıyorsun,” gibi cümleler kurarsanız yargılamış, küçümsemiş olursunuz. Bunun yerine, “Bu konuda şöyle de bir bilgi var”, “Şu ülke kültürü hakkında bu da söylenebilir” veya “Bunları da araştırmak gerek,” diyerek yanlışına dikkat çekebilirsiniz. Niyetiniz gerçekten karşınızdakinin yanlış davranışı söylemekse kibri devreye sokmazsınız.

İnsanların yanlışlarını söylerken ırkı, dini, dili, ülkesi, ailesi, eğitimleri, fiziksel özellikleri, yetenekleri ve alışkanlıkları üzerinden bir değerlendirme ile konuşursanız kibre kapılıp yargılamış olursunuz. Oysa insan bunların hiçbirini seçemiyor. Ne dilini ne yaşadığı ülkeyi ne de ailesini.

Yaşadığım bir örnekten bahsedeyim. Bir arkadaşım internet üzerinden Kars’tan alışveriş yapmış fakat aldığı ürün istediği gibi çıkmamış. Hemen başladı satıcıyı yargılamaya. İşte, “Kars’tan insan mı çıkar?”,” Ne olacak, kendini eğitmemiş” ve daha neler neler. Burada yaptığı şey, doğrudan yargılamak! Bir ürüne bakıp bütün bir şehri, orada doğanları, yaşayanları yargılamak, küçümsemek, kötü görmek… Hâlbuki yapması gereken belli; bunu kendisine de söyledim. “Yanlış ürün geldi ise telefonla arayıp satıcıya yanlış yaptığını söylersin. Ürünü iade eder ve yenisini göndermesini rica edersin,” dedim.

Yargılamak ile yanlış olanı söylemek arasında ince ama bir o kadar da kalın bir çizgi var.

İş yerinde veya apartmanınızda yüzünüze kapı kapatan insana “Görgüsüz,” derseniz yargılamış “Lütfen suratıma kapıyı kapatma,” derseniz yanlışını söylemiş olursunuz.

Birine borç olarak verdiğiniz parayı geri alamadığınızda o kişiye “Ahlaksız,” derseniz yargılamış “Zor anında destek oldum ama geri ödemeyerek beni zora soktun. Bu nedenle bir daha sana borç vermem,” dediğinizde yanlışını söylemiş olursunuz.

Dedikodu yapan bir arkadaşınız hakkında “Kendini geliştirmemiş, penceresi dar,” dediğinizde yargılamış “Dedikodu kimseye bir şey kazandırmaz, karma yaratır, yapana zarar verir” dediğinizde yanlışı söylemiş olursunuz. Bu arada sizin arkanızdan konuşan birine de yine yargılamadan “Lütfen arkamdan konuşma, hatam varsa yüzüm söyle,” diyebilirsiniz.

Yaşamın her alanında insanlarla iletişim kurmak zorundayız. İster ailemizle, arkadaşlarımızla, iş arkadaşlarımızla ister yabancılarla olsun, iletişim kurduğumuz insanlarla anlaşmak, uyum sağlamak ve iş birliği yapmak isteriz ancak bazen iletişim kurduğumuz insanlarla aramızda sorunlar çıkar. Bu sorunların birçoğunun kaynağı ise dinlemeden yargılamaktır.

Yaptığı bir işte fatura vermeyen insanı hırsız olarak yargılamak yerine önce neden fatura vermediğini sormak gerekir. Makul bir yanıtı yoksa ve vermek istemiyorsa o zaman bir daha kendisinden alışveriş yapmasınız hatta ilgili yerlere şikâyet de edebilirsiniz ama hırsızlıkla suçlamak yanlış olur.

İş yerinde bir arkadaşınız size yanlış yaptığında gerekçesi hakkında onu tam dinlemeden küçümseyecek sözler söylemek sadece size zarar verir.

İnsanları yargılamak sadece bireysel ilişkileri değil, toplumsal ilişkileri de etkiler. Farklı kültürlerden, inançlardan, görüşlerden veya yaşam tarzlarından olan insanları dışlamaya, ayrımcılık yapmaya veya nefrete neden olabilir ve toplumda kutuplaşma gibi sorunların ortaya çıkmasına yol açabilir.
Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

ÖKÜZÜN SUÇU NE

 

Sevgili okuyucularım, bu ayki bilge hikâyemiz ile beraberiz.

Bir zamanlar, ülkenin birinde arpa, mısır, saman alışverişi yapan zengin bir tüccar varmış. Zenginmiş ama har vurup harman savurmayı da sevmezmiş. Tutumlu bir kişiymiş. Karısı, bir gün demiş ki,

– Çocuğun ayakkabısı eskidi. Yeni ayakkabı almak gerek…

Adam, karısına kızmış:

– Bu nasıl iştir? Annem bana iki üç yılda bir ayakkabı alırdı da babam yine kızardı. Bizim zamanımızda bir ayakkabı beş on yıl giderdi. İnsanlarda namus kalmamış, her şeyi çürük çarık yapıyorlar derdi. Şimdi bizim oğlumuz iki ayda bir ayakkabı paralıyor. Sende hiç mi insaf kalmadı?

Kadın, Suç benim değil, demiş, ayakkabıyı eskiten ben değilim. Kadın bu kızgınlıkla oğluna çıkışmış:

– Sen ne biçim çocuksun… Baban da, ben de bir ayakkabıyı iki yıl giyerdik. Şimdiki zamanın çocuklarında hiç insaf kalmamış. İki ayda bir ayakkabı eskitilir mi?

Oğlan;

– Suç benim değil, siz de biliyorsunuz, ben eskiden bir ayakkabıyı bir yıl giyerdim. Sonra ancak altı ay giyebildim. Şimdi her şey bozuldu yeryüzünde… Bir ayakkabı iki ayda paramparça oluyorsa ben ne yapayım? Satıcılarda ahlak kalmamış. Çürük ayakkabı satıyorlar.

Anne ile oğul, her zaman ayakkabı aldıkları satıcıya gitmişler. Neden çürük ayakkabı yaptığını sormuşlar. Satıcı,

– Bunun suçu benim değil, demiş. Ayakkabıların çürüklüğünden şikâyetçi olan bir siz değilsiniz. Herkes de sizin gibi. Ben de bu çürük ayakkabıları beğenmiyorum. Ama ne yapayım ki, şimdi zaman değişti. İnsanlarda ahlak kalmadı. Kunduracılar, hep böyle çürük kundura yapıyorlar.

Kunduraların çürüklüğünden o denli çok yakınmış ki, satıcı da, kunduracıya gidip, neden sağlam kundura yapmadığını sormuş. Kunduracı,

– Bunda benim suçum yok, demiş. Ben kundura yapmak için aldığım gereçlere, eskisinden daha çok para veriyorum. Ama ne kadar çok para versem işe yaramıyor. Eski insanlar daha namusluydu. Sağlam gereç satarlardı. Şimdiki köseleler, deriler çürük dayanıksız. Bunda benim hiç suçum yok.

Kunduracı sinir içinde, deri kösele aldığı tüccara gitmiş. Neden dayanıksız, çürük deriler, köseleler sattığını sormuş. Derici,

– Benim hiç suçum yok, demiş. Ben dayanıksız deri, kösele satıp da, alıcılarımı kaçırmak ister miyim? Ama zaman değişti kardeşim. Şimdi insanlarda ahlak, namus kalmadı. Kaç deri fabrikası değiştirdim. Hepsi de kötü, dayanıksız deri yapıyor.

Derici, işi bu kadarla bırakmamış. Alışveriş ettiği fabrikanın sahibine gitmiş.

– Sizin çürük derileriniz, köseleleriniz yüzünden ben utanılacak duruma düşüyorum…

Fabrikanın sahibi de,

– Ne desen doğru, kardeşim, demiş. Ama benim hiç suçum yok… Eski zamanlarda fabrikamızda işlemek için aldığımız ham deriler sağlam çıkardı. Şimdi insanlarda hiç ahlak kalmamış. Hem eskisinden pahalı, hem de çürük deri satıyorlar…

Fabrikanın sahibi, kendisine ham deri satan tüccara, gelen şikâyetleri anlatmış. Deri tüccarı,

– Çok doğru, demiş, şimdiki deriler eski deriler gibi sağlam çıkmıyor. Ama derilerin sağlam olmaması benim yüzümden değil. Biz bu derileri mezbahaya kasaplık hayvan getiren sürü sahiplerinden alıyoruz. Eskiden, insanların ahlakı gibi, aldığımız deriler de sağlamdı.

Deri tüccarı da, kendisine öküz derileri satan sürü sahibine çıkmış. Sürü sahibi,

– Bunda benim suçum yok, demiş. Şimdi zaman değişti. Yalnız insanların ahlakı değil, öküzlerin derisi de bozuldu. Ben size kendi derimi satsam, neden çürük deri satıyorsun diye bana kızmaya hakkınız var. Ama ben size kendi derimi değil, öküzün derisini satıyorum. İnanır mısınız, öküzlerde bile namus kalmadı. Suç benim değil, öküzün.

Sürü sahibi, sürekli şikâyetler karşısında, mezbahaya götüreceği öküzlerden birini yakalamış. Ona şöyle söylemiş:

– Beni tüccara karşı utandırmaktan hiç sıkılmıyor musun? Senin yüzünden bana çıkışıyorlar. Siz öküz milletinin derileri eskiden daha sağlam olurdu. Şimdi deriniz bile bozuldu.

Öküz, boynunu bükmüş, şöyle söylemiş:

– Bunda biz öküzlerin en küçük suçumuz yok. İşte, beni ele alın. Ben, bütün gücümle, etimle, boynuzumla, gübremle, derimle sahibime yararlı olmaya çalışıyorum. Nasıl olsa insanlar beni kesip derimi yüzecekler. Hiç insanlara daha sağlam, daha kalın deri vermek istemez miyim? Ama ne yapayım ki zaman değişti şimdi. Bizim derilerimiz, babalarımızın derileri gibi sağlam, dayanıklı olmuyor. Ama buna ben ne yapabilirim? Derimi kalınlaştırmak, sağlamlaştırmak elimde değil… Önüme arpa diye koydukları şeyin yarısı toprak, kum… Saman diye çürümüş ot veriyorlar. Hem de eskiden verdiklerinin yarısı kadar bile değil… Bu kadar yemle işte bu kadar deri olur.

Öküz, derisinin aşağılanmasından çok üzülmüş. O üzüntüyle, sahibine gitmiş:

– Neden bana iyi bakmıyorsun? Demiş, hem az, hem de karışık, bozuk yem veriyorsun. Kemiklerim irileşmiyor, derim kalınlaşmıyor. Senin yüzünden suçu öküzlere yüklüyorlar.

Öküzün sahibi şöyle demiş:

– Doğru söylüyorsun ama suç benim değil. Biliyorsun, benim küçük tarlamdan çıkan arpayla saman hayvanlarıma yetmiyor. Ben de gidip, arpa, saman tüccarından sizin için saman, arpa alıyorum. Bay Öküz, şimdi dünya değişti. Namuslu kişi kalmadı. Arpa tüccarı, hem fiyatları artırdı, hem de karışık, katkılı mal satıyor. Ben de sana eskisi kadar bol ve iyi yem veremiyorum.

Adam, Öküzün sözlerine öylesine alınmıştı ki, hemen arpa tüccarına gitmiş. Neden hayvan yemlerini karışık, bozuk, pahalı sattığını sormuş.

Tüccar;

– Çok doğru söylüyorsun, demiş. Ama benim bunda hiç suçum yok. İnsanlarda ahlak kalmadı. Zamanlar çok değişti. Eskiden oğluma aldığım bir ayakkabı bir yıl giderdi. Şimdikiler iki ay zor dayanıyor. Hem daha pahalı, hem de çürük…

Yalnız ayakkabı mı?.. Elbise de, giyecek de, yiyecek de, her şey buna göre… Çoluk çocuğumun geçimini sağlayabilmek için, başkaları bana ne yapıyorsa, ben de onlara öyle yapmak zorunda kalıyorum. Ama bunu istemeden yaptığıma inan…

Benim hiçbir suçum yok.

Arpa Tüccarı, o kızgınlıkla kunduracıya gitmiş. Kunduracı, fabrikaya, fabrikanın sahibi ham dericiye, ham derici sürü sahibine, sürü sahibi Öküze, Öküz kendi sahibine, Öküzün sahibi arpa tüccarına gitmiş. Herkes diğerinde suçu aramış.

Şimdi zamanlar değişti. İnsanlarda namus, ahlak diye bir şey kalmadı…
Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

GÜNÜN MESAJI

Bir insan tek başına oturuyormuş. Hüzne gark olmuş. Bütün hayvanlar ona yaklaşıp şöyle demişler, “Seni böyle hüzünlü görmek, hoşumuza gitmiyor. Ne istiyorsan onu (sana) getireceğiz.” İnsan, “İyi görebilmek istiyorum.” demiş. Akbaba, “Benim yeteneğimi alabilirsin.” demiş. İnsan, “Güçlü olmak istiyorum” demiş, “Güçlü olmak istiyorum…”. Jaguar şöyle cevap vermiş, “Benim gibi güçlü olacaksın.”. Daha sonra insan, “Dünya’nın gizemlerini öğrenmek istiyorum.” demiş. Yılan, “Sana onları göstereceğim.” demiş. Öbür hayvanlarla da bu böyle devam etmiş. İnsan, onların verebileceği bütün hediyelere sahip olduktan sonra oradan uzaklaşmış. Ondan sonra, Baykuş öbür hayvanlara şunu söylemiş, “İnsan artık bir çok şeyi biliyor ve bir çok şeyi yapabilecek kabiliyette…”.

Geyik şöyle konuşmuş, “İnsan, ihtiyaç duyduğu her şeye sahip. Şimdi hüznü son bulacaktır.”. Baykuş, “hayır” demiş. “İnsanın içinde bir delik gördüm, asla doyuramayacağı bir açlık kadar derin… Bu onu hüzne ve istemeye yöneltmektedir. Almaya ve toplamaya devam edecektir. Günün birinde Dünya, şunu söyleyene kadar, “Tükendim, sana verecek hiç bir şeyim kalmadı!…”

Kızılderili-Siyu Kabilesi

Bencilik insanın sonunu hazırlar.
Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com