KAPIYI AÇMAK NE ZORDUR NE DE KOLAY
On sekizinci yüzyıl İngiltere’sinin ünlü ressamlarından William Holman Hunt’ ın bir tablosu Londra Kraliyet Akademisinde sergileniyordu. Bir bahçeyi tasvir eden bu tablosuna, Hunt “Kâinatın Işığı” adını vermişti. Tablo geceleyin bir bahçede duran bilge görünümlü bir adamı resmediyordu. Adam serbest kalan eliyle bir kapıya vuruyor ve içeriden bir cevap bekler halde duruyordu. Tabloyu inceleyen sanat eleştirmenlerinden biri: “Güzel bir tablo doğrusu” demişti Hunt’ a. “Ama anlamını bir türlü kavrayamadım. Adamın vurduğu kapı hiç açılmayacak mı? Kapıya tokmak takmayı unutmuşsunuz da…”
Ressam Hunt bilge bir edayla adama gülümsedi. Tam da bu soruyu bekler gibiydi:
“Adam alelâde bir kapıya vurmuyor” dedi. “Bahçedeki bu kapı, insanın kalbini temsil ediyor. Ancak içeriden açılabildiği için de kalbin dışarıdan tokmağa ihtiyacı yoktur.”
İnsan öyle eşsiz bir deryadır ki, bu deryayı çözümleyebilmek, analiz edebilmek ve tüm gerçekliğiyle anlayabilmek çok kolay bir iş değildir. Bunun için bitmek tükenmek bilmeyen bir çaba, bir emek gereklidir. Her zaman söylediğimi yinelemek istiyorum. ‘Önce kendimiz! İlk adım kendimizi bilmek, tanımak, anlamak. Çaba gösterilecekse önce kendimiz için, emek harcanacaksa önce kendimiz için! Kendimizi bulmakta başarılı olursa yolun yarısını tamamlamış sayılırız. Ardından diğer adımlar gelir ulaşmak istediklerimize, ulaşabilir, dokunmak istediğimiz yüreklere dokunabiliriz.
Kendimize yabancı isek, içimizde açılmasın diye üzerlerine kilitler vurduğumuz çokça kapı varsa o zaman işler biraz zor demektir. Kendimize dahi açmadığımız kapılarımız varsa nasıl bir başkasının kapısına gidip, ‘hadi aç kapılarını bana diyebiliriz?’ Bir başkasına ait olan kapının sana doğru açılmasını bekliyorsun peki sen kendi kalbinin kapısının açılması için ne yapıyorsun? Burada bahsi geçen kapı sadece simgesel bir ifadeden öte değildir. Konu olan şey kişinin hissettikleri, duyguları, iç dünyasıdır. Kapı bir simgedir ama hislere dokunuşlar gerçektir. Şayet kendimizle olan, kendimizi tanıma mücadelemizi mutlu sona eriştirebildiysek işte o zaman kapılar açılmış aydınlık yüreğimize ulaşmış demektir.
Tıpkı hikâyedeki gibi; ‘kapının önüne gelen kişinin kalp kapısı ne kadar açık ki başka bir kapının kendisine açılmasını bekleyebilir, hele bir de o kapının dışarıdan açılmayı sağlayan tokmağı yoksa?’ Aslında insan ruhunun, kalbinin kapıları hiçbir zaman dışarıdan açılmaz. Açılmaya izin veren içerideki güçtür. Yanılgı burada başlamaktadır. Çoğu zaman karşımızda kişinin gönlüne girmek onun kalbini fethetmek, onun sevdiği kişi olmak için çabalar dururuz. Oysa o, kendini-kapılarını- size açmaya izin vermedikçe hiçbir sonuca varamazsınız. Hatta kendinizin karşınızdaki kişi nezdinde ne anlama geldiğinizi bilmenin belirsizliği içinde kalakalırsınız. Burada bahsettiğim ilişki türü sevgililik ya eş olma şeklinde değil. Karşılıklı iki kişinin var olduğu her türlü ilişki, iletişim için aynı durum söz konusudur. Aile içinde, sosyal ilişkilerde, arkadaşlıklarda, dostluklarda… Hatta iş ilişkilerinizde, patronunuzla ya da üssünüzle dahi olabilecek her çeşit ilişkilerde bu durum geçerlidir.
Hadi biraz örneklendirelim. İş ortamınızda patronunuzla ya da üssünüzle herhangi bir sebepten ötürü karşı karşıya geldiğinizi yani aranızda itilaf çıktığını düşünelim. Siz kendinizi, içinde bulunduğunuz durumu ne kadar izah etmeye çalışsanız da karşınızdaki kişi sizden gelen düşüncelere yani size kapattıysa kendini ona ulaşmak hakikatten çok zordur. Onun kapılarının tokmağı da olsa, tokmak sadece o kapının sahibi tarafından çevrilip açılmaya izin verilebilir… Eğer siz kendinizi kendi kapılarını açık tutuyorsanız olumlu enerjinizle karşınızdakinin kendini aralamasını sağlayabilirsiniz, bunun için hemen pes etmemekte fayda vardır. O kapıda küçücük bir aralanma varsa eğer umut var demektir Kimi zamanda siz ne yaparsanız yapın olmuyorsa olmuyor. Aynı durum arkadaşlık ilişkilerinizde karşınıza çıkabilir, çıkmıştır da. O arkadaşınız için her şeyi yaparsınız, onu mutlu etmek, her koşulda onun yanında olmak için emek harcarsınız. Ama o öyle kilitler vurmuştur ki ruhunun, kalbinin kapısına, o kapıları açmak mümkün olmaz. İsterseniz dünyaları o insanın ayakları altına serin, ona ipekten kanatlar takın, güzelliklerin en yücesini verin ama yine de o kapılar bir türlü açılmaz… Ne yaparsanız yapın onun dünyasında yer alamazsınız, hatta kanınızı emercesine sizi sömürür, emeklerinizi görmezden gelir, ama sonuç nafile… Yazıktır ki; o kişi de aslında bilmemektedir kendisindeki karanlığı. Açmamıştır ki ruhunun kapılarını aydınlıklar içeri girebilsin.
İkili ilişkilerde kapalı kapılara rastlarız. Bazen o yüreğimize almak istediğimiz bir kişi olur, yüreğimiz sever onu ve ona güzel yeri ayırır kendinde. Fakat istenilen olmaz bir türlü, yürekler bütünleşmez. Belki bir yürekte yer edinmeye hazır değildir belki de girmek istemez gönül kapınızdan, çünkü o, sevginizi, aşkınızı görmez, sizde ki derinliği bilmez, anlamaz hissettiklerinizi. Bir yerlerde rastladığım bir söz vardı, orada kişi karşısındakine sesleniyordu ve diyordu ki: ‘İzin versen bir beton çivisi gibi yüreğinin duvarları delip oraya yerleşirim.’ Şimdi düşünüyorum da siz ne yaparsanız yapın karşınızdaki size açmazsa gönlünü onda yer bulamazsınız. Bir de şu var: Ya yanlış kapının önünde bekliyorsanız?
Kalbinizin kapılarını açık tutun. Hiç endişelenmeyin o kapının yolunu hak edenler bulabilir. Kapı açık olsa dahi onun açıklığını görebilmek her yüreğin harcı değildir. Daima aydınlıkta, aydınlıkla kalın…