SEVGİ NEREDEYSE, TANRI ORADADIR
Sevgili okuyucularım,
Sıra, bu ayki kitabımıza geldi. Yazar Lev N.Tolstoy’un kitaplarını okumuş olabilirsiniz. İçlerinde beni etkileyenlerden biri, “Sevgi Neredeyse, Tanrı Oradadır” adlı kitabıdır. Bu ince kitabı mutlaka okumanızı öneririm. Sevgiyi o kadar güzel anlatmış ki…
Hep sevgiden bahsederiz… Bu sözcük, dilimizden bir türlü düşmez. Herkes birbirine, “Seni Seviyorum.” Cümlesini kolaylıkla söylüyor ama acaba neye dayanarak söylüyor? Kendi menfaati için mi? Yoksa o insanı gerçekten olduğu gibi mi seviyor? Sevgi, sergilenen davranışlara bağlıdır.
Bir kere önce bunu kendimize sormalıyız; bir başkasına “Seni Seviyorum.” cümlesini söylerken gerçekten kendimizle de o sevgiyi yaşıyor muyuz? İçinizdeki o sevgiyi buldukça hayatınızı da nasıl da anlamlı yaşadığınızı fark edeceksiniz. Önceden oluşmuş tüm olumsuz duygu ve düşüncelerin, aslında ne kadar yük olduklarının farkına varacaksınız. Gerçekten sevginin olduğu yerde her zaman Allah yardım eder.
Şimdi bir kitabın sayfasını paylaşıyorum. Şifa olsun.
..” Bir işe başlamanın doğru zamanı nedir?
En önemli olan kişi hangi kişidir?
Yapılması gereken en önemli iş nedir?
Bir zamanlar bir Kral vardır ve bu Kral bir gün şunu fark etti: eğer her işe başlamanın en doğru zamanının bilseydi; eğer kimin sözüne kulak vermesi ve kimden uzak durması gerektiğini bilseydi ve her şeyin ötesinde, yapılacak en önemli işin ne olduğunu her zaman bilseydi, yapacağı hiçbir şeyde başarısız olmazdı.
Aklına bu sorular takılan Kral, her kim ona yapacağı bir işe başlaması için en doğru zamanın, dinlemesi gereken en önemli kişilerin ve yapılacak en önemli işin ne olduğunu öğretirse ona büyük bir ödül vereceğini tüm krallığına duyurdu.
Bunu duyan pek çok bilgin hemen saraya geldi ama hepsinin de bu sorulara verdiği yanıtlar farklı farklıydı.
İlk soruya olarak, bazıları bir işe başlamanın en doğru zamanını bilmek için, insanın daha önceden günlük, aylık, yıllık çizelgeler bağlı kalarak yaşaması gerektiğini söyledi. Ancak böylelikle her şey doğru zamanında yapılabilirdi.
Diğerleri bir işe başlamanın en doğru zamanına önceden karar vermenin mümkün olmadığını; ama bunu bilmemenin zamanının boş geçirmek anlamına gelmediğini, insanın her zaman ne olup bittiğinin dikkatle izlemesi ve sonra da en elzem olanı yapması gerektiğini söyledi.
Bir diğerleri de, Kral ne kadar dikkatli olursa olsun tek başına bir kişinin bir işe başlamada en doğru zamana karar veremeyeceğini, Kral’ın akıllı adamlardan bir Danışma Kurulu’nu oluşturması ve bu kurulun ona bir işe başlamanın en doğru zamanının belirlemekte yardım etmesi gerektiğini söylediler.
Ama başkaları da yapılmasına da ya da yapılmamasına hemen karar verilmesi gerektiği için Danışma Kurulu’nun kararının öğrenmek için bekletilemeyecek şeyler de olduğunu ileri sürdü. Bu durumda bir karara varabilmek için gelecekte neler olacağı bilinmeliydi. Bunu da sadece kahinler bilebilirdi; bu nedenle bir işe başlanacak en doğru zamanı belirlemek için insanın kahinlere başvurması gerekirdi.
Kral’ın ikinci sorusuna verilen cevaplar da aynı şekilde çeşit çeşitti. Bazıları Kral’ın en çok ihtiyaç duyduğu kişilerin danışmanları olduğunu söylerken, diğerleri ise rahipler, bir başkaları da doktorlar olduğunu iler sürdü. Bazıları da Kral’ın en çok ihtiyaç duyduğu kişilerin askerler olduğunu söylediler.
Üçüncü soruya, yani yapılacak en önemli işin ne olduğuna gelince: Bazıları bu soruyu dünyada yapılacak en önemli işin bilimle uğraşmak olduğunu söyleyerek yanıtladı. Bazıları ise en önemli işin savaş tekniklerinde beceri edinmek ve diğerleri de Tanrı’ya ibadet olduğunu ileri sürdüler.
Hepsi de birbirinden farklı olan bu cevapların hiçbiri aklına yatmadığı için, Kral kimseye ödül vermedi. Ama hala bu soruların doğru cevabını bulmak istiyordu. Bu nedenle bilgeliği her yöreye nam salmış olan bir keşişe danışmaya karar verdi.
Keşiş, bir ormanda yaşıyor, burayı hiçbir zaman terk etmiyor ve sıradan köylüler dışında kimseyle görüşmüyordu. Bu nedenle Kral üzerine sade, basit bir şeyler geçirdi ve keşişin kulübesine gelmeden önce atından inip, muhafızlarını geride bırakarak oraya tek başına yürüdü.
Kral yaklaştığında keşiş kulübesinin önündeki toprağı kazıyordu. Kral’ı gören keşişi onu selamladı ve sonra yeniden toprağı kazmaya devam etti. Keşişi çelimsiz ve zayıf bir adamdı; ucu sivri küreğini yere her sapladığında pek az toprak kaldırabiliyor ve soluk soluğa kalıyordu.
Kral keşişin yanına gitti ve ona şöyle dedi:” Bilge keşiş, sana şu üç sorunun cevabını sormaya geldim: Doğru işi, doğru zamanda yapmayı nasıl öğrenebilirim? En çok ihtiyaç duyduğum kişiler kimlerdir ve dolayısıyla kimlere diğerlerinden fazla kulak vermeliyim? En önemli olan ve öncelikle yapmam gereken iş nedir?”
Keşiş, Kral’ı dinledi, ama hiçbir yanıt vermedi. Sadece avuçlarının içine tükürüp küreği tekrar kavradı ve kazmaya devam etti.
“Yorulmuşsun,” dedi Kral, “küreğini bana ver de, biraz sana yardım edeyim.”
“Eksik olma!” dedi keşişi ve küreği Kral’a vererek yere oturdu.
Kral iki çukur açtıktan sonra durdu ve sorduğu soruları tekrarladı. Keşişi yine cevap vermedi ama kalktı, elini küreğe doğru uzattı ve:
“Şimdi sen biraz dinlen, biraz da ben çalışayım” dedi.
Ama Kral küreği ona vermedi ve toprağı kazmaya devam etti. Bir saat, sonra bir saat daha geçti. Güneş ağaçların arkasında kaybolurken Kral nihayet küreği toprağa sapladı ve:
“Bilge adam, sorularıma cevap almak için sana geldim. Eğer bana hiçbir cevap veremiyorsan, söyle de evime döneyim,” dedi.
“Buraya doğru koşarak gelen biri var,” dedi keşiş, “gelen kimmiş, bir görelim.”
Kral döndü ve ağaçların arasından çıkan sakallı bir adamın koşarak onlara doğru geldiğini gördü. Adamın karnına bastırdığı ellerinin altından kanlar akıyordu. Kral’ın yanına gelince zayıf bir sesle inleyerek bayıldı ve yere yığıldı.
Kral ve keşiş adamın giysilerini gevşetip açtılar. Adamın karnında kocaman bir yara vardı. Kral yarayı elinden geldiğince yıkayıp temizledi; kendi mendili ve keşişin havlusuyla sardı. Ama kanın akışı durmadı ve Kral tekrar tekrar kana bulanmış sargıyı açıp, yarayı temizleyip yeniden sardı.
Sonunda kanama durdu, adam kendine geldi ve içecek bir şey istedi. Kral gidip içecek su aldı ve getirip ona verdi.
Bu arada güneş batmış ve hava soğumaya başlamıştı. Kral da, keşişin yardımıyla yaralı adamı kulübenin içine taşıyıp yatağa yatırdı. Adam yatağa uzanınca gözlerini kapadı ve sessizce uyudu. Kral yaptığı yürüyüşten ve gün boyu çalışmaktan çok yorgun düşmüştü; o da kapının eşiğine çömelip uykuya daldı ve o kısa yaz gecesinde deliksiz bir uyku çekti.
Kral sabah uyandığında, nerede olduğunu, yatakta yatan ve ışıldayan gözlerini açmış dikkatle ona bakan tuhaf sakallı adamın kim olduğunu hatırlaması uzun sürdü.
Kral’ın uyandığını ve ona baktığını gören sakallı adam zayıf bir sesle, “Beni affet!” dedi.
“Senin kim olduğunu bilmiyorum ve ortada affedilecek bir şey de yok,” dedi Kral.
“Sen benim kim olduğumu bilmiyorsun, ama ben seni tanıyorum. Ben, kardeşimi öldürttüğün ve malını mülkünü ele geçirdiğin için senden intikam almak isteyen düşmanınım. Tek başına keşişi ziyarete gitmiş olduğunu öğrendim ve seni geri dönerken öldürmeye karar verdim. Ama gün bitti ve geri dönmedin. Ben de seni bulmak için, pusuya yattığım yerden çıktım. O sırada muhafızların karşıma çıktı. Onlar beni tanıdılar ve saldırıp yaraladılar. Onların elinden kurtulup kaçtım, ama eğer sen yaralarımı sarmasaydın kan kaybından ölecektim. Ben seni öldürmek istedim, ama sen benim hayatımı kurtardın. Eğer yaşarsam ve sen istersen en sadık kölen olarak sana hizmet ederim ve oğullarıma da aynı şeyi yapmalarının buyururum. Affet beni!”
Bu kadar kolay bir şekilde düşmanıyla barışan ve kendine bir dost kazana Kral, bundan büyük bir sevinç duydu ve adamı sadece bağışlamakla kalmadı, ayrıca onu tedavi etmek için kendi uşaklarıyla doktorunu göndereceğini söyledi ve malını mülkünün iade etmeye söz verdi.
Kral, yaralı adamın yanından ayrıldıktan sonra, kapının önündeki sundurmaya çıktı ve çevresine bakınarak keşişi görmeye çalıştı. Kral cevabını alamadığı üç soruyu oradan gitmeden önce keşişe bir kez daha sormak istiyordu. Keşişi dışardaydı, dizlerinin üzerine çökmüş, bir önceki gün kazılan çukurlara tohum serpiyordu.
Kral, keşişe yanaştı:
“Bilge adam, sana son defa sorularımı yanıtlaman için rica ediyorum,” dedi.
Keşiş, gelip yanında durmuş olan Kral’a, incecik bacaklarıyla çömeldiği yerden başını kaldırıp baktı. ” Sorularının cevabını aldın ya!” dedi.
“Nasıl aldım? Ne demek istiyorsun?” dedi Kral.
“Farkında değil misin,” diyerek onu yanıtladı keşişi, “eğer dün dermansızlığıma acımayıp benim için o çukurları açmasaydın, buradan ayrılıp gidecektin ve bu adam sana saldırınca, benimle kalmadığına pişman olacaktın. Yani en önemli zaman toprağı kazmaya başladığın zamandı ve ben o an dinlemen gereken en önemli kişiydim; yapacağın en önemli iş de bana yardım etmekti.
“Daha sonra, bu adam bize doğru koşup geldiğinde en önemli zaman senin onu iyileştirmeye çalışırken geçirdiğin zamandı, eğer yaralarını sarmamış olsaydın, adam seninle barışmadan ölecekti. O an en önemli adam, yardım edilmesi gereken bu adamdı ve onun için senin yaptıkların, yapman gereken en önemli işti.
“Şunu aklından çıkarma: önemli olan tek bir zaman vardır – o zaman da Şimdi’dir! Şimdi, en önemli olan zamandır, çünkü bir şeyler yapmak için hala şansımız olan tek zamandır.
“En önemli kişi o an beraber olduğun kişidir, çünkü hiç kimse ondan sonra bir başkasıyla daha görüşebileceğini bilemez.
“Ve en önemli iş de o kişiye iyilik yapmaktır. Çünkü insan dünyaya sadece iyilik yapmak için gönderilmiştir.
..”