ORTAÖĞRETİME HAZIRLIK GÜNLERİ
Sevgili okuyucularım sizlerle anılarımı paylaşmaya kaldığım yerden devam ediyorum. Ortaöğretime başlamak üzere olan ve yavaş yavaş gençliğe adım atan çocuk, bakalım sandıktaki anılardan hangisini serbest bırakıyor?
İlkokul mezuniyetinin ardından üç aylık yaz dönemi arkadaşlarla vakit geçirmek, evde kitap okumak, anneme yardım etmekle geçip gitmiş, ortaöğretime başlama vakti gelmişti. Okuyacağım okula ailem tarafından karar verilmişti. Ablamın öğretim gördüğü okula gidecektim. Ablam bana ortaokuldaki eğitim biçimini anlatmıştı. Her derse başka öğretmenin girdiğini söylediğinde çok heyecanlanmıştım. Ben matematik dersini seviyordum, bir de beden eğitimini. Acaba en çok hangi dersin öğretmenini sevecektim? Çünkü ilkokulda bunun sıkıntısını yaşamıştım, sınıf öğretmenime bir türlü ısınamamıştım.
O yıl ablam üniversite son sınıfa devam edecekti. Ağabeyim, liseye başlayacaktı. Okuyacağı liseye kendisi karar vermek istediğini söyledi. Evimize on beş dakikalık yürüme mesafesindeki ticaret lisesini seçti. Matematik ve ticaret alanında öğretim görmek istiyordu. Bunda biraz hafta sonları babamın yanında çalışmasının da etkisi vardı. Kardeşim ise o yıl dördüncü sınıfa başlayacaktı.
Okuyacağım ortaokulun istediği formayı almak için annemle Kadıköy’deki Türkmen Mağazasına gittik. Orası bütün okulların kıyafetini satan bir mağazaydı. Tabii gideceğim okulun istediği kıyafet daha farklı olduğu için çok hoşuma gitmişti: Lacivert etek, beyaz gömlek, kışın beyaz boğazlı kazak, lacivert hırka, süveter ve V yakalı kazak. Çoraplar ve ayakkabı ise siyah veya lacivert olmak zorundaydı.
Annemle bunları alıp eve dönerken o kadar mutlu ve sevinçliydim ki. Yeni bir okula başlayıp yeni arkadaşlarımla tanışacaktım. Bu arada ablamın okuluna gideceğim için de. Hazırlıklar sürerken ablam okuldaki öğretmenleri anlatmaya başlamıştı. Hangi dersin öğretmeninin nasıl bir kişiliği olduğunu, derste nasıl davrandıklarını ve nasıl not verdiklerini anlatıyordu. Böylece bu öğretmenler gelirse diye önden bir bilgi sahibi olmuş oluyordum. Heyecanım giderek artıyordu. Derslere daha çok vakit ayırmam gerekecekti. Boş zamanımda okuyacağım kitapların türü de değişmeye başlayacaktı.
İlkokulda aynı sınıfta okuduğum Derya adında bir arkadaşım vardı. Onun da aynı okula başlayacağını öğrenince çok sevindim. Derya, bize çok yakın oturuyordu. Aynı zamanda çok sessiz, sakindi ve iyi anlaşıyorduk. Beraber gidip gelecektik, yol arkadaşım olacaktı. Artık servis de olmayacaktı okula trenle gidip gelecektik. Annemden, kayıt yaptırırken Derya ile aynı sınıfa olmamız için okul müdürü ile konuşmasını istedim. Çünkü hem birkaç sınıf vardı hem de sabahçı ve öğlenci olarak ayrılıyordu. Kayıt yaptıracağımız gününü öğrenip Derya’ya söyledim. Kayıt günü biz iki arkadaş ve annelerimiz, okula birlikte gittik fakat aynı sınıfa düşmedik. O başka sınıfa verildi. Tabii çok üzüldüm. Çünkü hem sevdiğim arkadaşımdı hem de sınıfta yeni olacağım için tanıdık bir arkadaşım olsun istiyordum. Neyse ki ikimiz de sabahçı olmuştuk, birlikte gidip gelebilecektik.
O gün okulun her yerini gezdik. Bahçesi çok büyüktü. Bahçede iki bina vardı. Ortaokula başlayanlar daha sonra yapılan yeni bina da öğretim görüyordu. Orta son sınıf ile lise öğrencilerinin öğretim gördüğü eski bina ise daha güzeldi bana göre, tarihi bir havası vardı. Üç katlı bu eski binanın içi de çok farklıydı. Üstteki iki katında derslikler vardı. Ayrıca okulun bütün öğretmenlerinin toplandığı toplantı odası vardı, çok ilgimi çekmişti. İlk katta beden derslerinin görüldüğü spor salonu vardı. Sınıfları büyüktü ve eski bina olduğu için tavanları yüksekti. Bu arada iki tane katin olması, özellikle okulun voleybol ve basketbol takımı olması çok hoşuma gitmişti. Çünkü bunlar benim için önemliydi, bir spor dalında okul takımına katılmak istiyordum. Benim arzum basket takımda oynamaktı.
Okulun benim için en şaşırtıcı yanı burada sadece kızların okumasıydı. Buna alışık değildim, ilkokulda benim çok iyi anlaştığım erkek arkadaşlarım vardır. Burada erkek öğrenci olmaması içimi burktu. Çünkü çocukluğumdan beri erkeklerle daha iyi anlaştığımı gördüm. Mahallede onlarla futbol maçı yapmak ve konuşmak farklıydı.
Okulun diğer bir özelliği yatılı olmasıydı. Yatakhane binasını gezdiğimde beni en fazla bahçesi etkiledi, çok büyüktü. Okul yatılı öğrenciler için ücretli ve ücretsiz olarak iki kısma ayrılıyordu. İstanbul dışından gelenler ve karşı tarafta evleri uzak olanlar yatılı kalıyormuş. Aslına bakarsanız yatılı okumak önce çok ilgimi çekti. Fakat sonra insanın kendi evinde kalmasının daha rahat olduğunu düşündüm. Özellikle ders çalışmak açısından. Ayrıca eve arkadaşların gelmesi, aile ile birlikte olmak çok değerliydi. İsteyen yatılı öğrenciler hafta sonu evlerine çıkıyorlarmış. Yatılı öğrenciler bazı prensiplere uymak zorundaymış. Ben disiplini severim ama özgürlüğüme karışacak disiplinden hoşlanmıyorum.
Bu okula yazılmamı en çok isteyen tabii ki velim olan amcamdı. Ama ablamın burada iyi bir öğretim görmesi, okulun köklü olması, öğretmenlerin gerçekten iyi öğretim vermesi, iyi yetiştirmesi de çok etkili oldu.
Bana sormuş olsalardı, kız lisesinde okumayı tercih etmezdim. İlkokuldaki gibi karma bir okula devam ederdim. İlkokulda kızlardan çok erkeklerle daha iyi anlaşıyordum. Çünkü sezgilerim bana kızların hep bilmişlik yaptığını söylüyordu. Bir de bazı kızlar, arkadaş ayrımı yapıyordu. İnsanların ayırt edilmesinden hoşlanmıyordum. Kullandığınız kalem kutusuna bakıp ona göre konuşanlar bile vardı. Durumu iyi olan ve durumu iyi olmayan arkadaşlara göre gruplaşma olduğunu ilkokulda görmüştüm. Bunlar benim hoşuma gitmiyordu. Çünkü ben aileden bunu görmemiştim. Ailemin bize öğrettiği, ne olursa olsun hiçbir zaman ayırt etmeden arkadaşlık yapmaktı. Maddi imkân veya annesinin babasının mesleğine göre arkadaş seçilmeyeceğini öğretmişlerdi. Bu konuda babam bize hep şunu söylüyordu: “Bazılarının maddi durumu iyi olmayabilir, alamayabilir. Siz elinizdekileri onlarla paylaşın.” İşte bu öğretiden gelen bir çocuk olarak bu ayrımcılığı kızlarda gördüğüm için kız lisesine gitmeye ilk anda çekindim.
Bu üzücü duruma ilkokuldan mezun olurken diploma töreninde de rastlamıştım. Bazı ailelerin maddi durumu elverişli olmadığı için çocuklarına ona göre kıyafet almışlardı. Tabii ki bu fark ediliyordu. Ama kimse üzerinde durmazken bazı arkadaşlar onlarla ilgili alaycı konuşmalar bile yapmışlardı. Babam, bize hiçbir zaman kimseyi rencide etmemeyi ve mütevazı olmayı öğretiyordu. En çok da paylaşmayı. Başkaları alamıyorsa onlar için de alıp paylaşmamızı öğütlüyordu her zaman.
Amcalarım babam gibi değildi. Özellikle küçük amcam. İster iş olsun ister diğer konular, sürekli kendini ön plana çıkarırdı. Babam içinse bunlar önemli değildi. Çünkü babam ne yaptığını bildiği için kimseye bir şey kanıtlamaya çaba sarf etmezdi. O işini yapardı. Küçük amcam ise iş yerine gelen bütün müşterilerin kendisinin sayesinde geldiğini söylerdi. Ayrıca çocuklarını özel okullarda okutacağını söylüyordu, “Devlet okullarına vermem.” diyordu. Babam bu durum karşısında sesini çıkarmazdı. Babam onlar gibi düşünmüyordu. Okulların öğretim kalitesinin iyi olmasına bakıyordu. Bu yüzden de bizim öğretimi iyi olan devlet okullarında okumamıza karar vermişti. Ağabeyim ise okulunu kendisi tercih etmişti. Çünkü ileride babamın işini yapıp ticaret yönünde kendini geliştirmek istiyordu.
Çocukken ailede öğretilenler gerçekten çok önemlidir. Çünkü önce oradan alıyor insan: Paylaşmayı, sevmeyi, değer vermeyi, saygı göstermeyi, hak yememeyi, adaletli olmayı.