KOŞUL YOK! SADECE SEVGİ

 
“Kalbinle yaptığın her şey sana geri dönecektir.” Mevlana. Bu sözü her okuduğumda yüreğimde farklı kıpırtılar oluşur, yeniden, yeniden ve yeniden… Her yaptığımız, her hissettiğimiz, her düşündüğümüz, kayıtsız şartsız bizim bir parçamızdır ve bu parçalar bizden hiç bir zaman uzak olmayacaktır. Gerçeğimiz şu ki; yolumuz nereye giderse gitsin kalbimizin emeği her daim bizimle birlikte olacaktır. 
 
Yüreğime dokunan ve ömrümün son demine kadar bende yaşayacak koşulsuz sevgi hikâyemi paylaşacağım sizlerle. Onu varlığını bilmezden önce böylesine sıcak bir dostluğun aslında çok yakınımda olduğunu düşünmemiştim bile. Çiçekleri her zaman çok sevmişimdir. Her bir çiçek bir birinden farklı hissiyatları, anlamları içinde taşır. Onlarında tıpkı insanlar gibi kendilerine özgü dilleri vardır. Kimi çiçek efsanelere konu olmuştur ve ne acıları, sevinçleri, aşkları, dostlukları, kardeşlikleri taşımıştır günden güne, asırdan asıra, nesilden nesile… 
İşte bu birbirinden güzel manalara sahip çiçekleri tezgâhında misafir eden dostumun koşulsuz sevgisini anlatacağım size. Daha önce ki bir paylaşımımda (Ruhun Aydınlanma Çizgisi) kendilerinden bahsetmiştim size. Şükretmeyi kendine kılavuz edinerek nasıl bir değişim ve dönüşüm yaşadığına sizleri de ortak etmiştim. Şimdide bu dostumun tertemiz, koşulsuz sevgi dolu yüreğini anlatacağım. 
 
Altı güzel yılı birlikte geçirdik ve inanıyorum ki daha birçok paylaşımda bulunacağımız yıllarımız olacak. Birkaç gün evvel yanına uğradım çiçekçiler kraliçesi dostumun. Yine her zaman ki küçük bir selamlaşma muhabbetinin ardından derin mevzuların içinde buluverdik kendimizi. Menfaatlerin içinde kaybolan sevgilerden bahsettik. Kırgınlıklarımızı, zaman zaman hissettiğimiz çıkmazlarımızı konuştuk. Öyle sözler söyledi ki bana yüreğimin derinliklerinde yankılandı her biri. “İster bana gel, ister gelme, ister benden çiçek al, ister alma, Allah’ın sana sunduğu şifayı ister benimle paylaş, ister paylaşma… Her ne olursa olsun, ben ve ailem ömürlerimiz yettikçe sana her gün sağlıklı olman ve hep iyiliklerle karşılaşman için dua edeceğiz. Seni yüreklerimizde sevgi ve muhabbetle her an taşıyacağız. Sana olan sevgimizde hiçbir zorlama yok, hiçbir koşul yok. Biz sadece seni yürekten seviyoruz.” Bu sözleri duymak beni hem çok mutlu etti hem de biraz sarstı. Bir taraftan böylesine koşulsuz, çıkarsız sevilebilmenin tatlı ferahlığını hissettik bir taraftan böyle bir sevgiyi ömrüm boyunca layığıyla taşımam ve sahiplenmem gerektiğinin verdiği sorumluluğunu hissettim. Beni dinlerken hiçbir zaman yargılamayan ailemin sevgisinden sonra gerçek sevgiyi hiçbir menfaat görmeksizin bulduğum, benden duasını asla esirgemeyen böylesine güzel bir insanın dostluğuna sahip olduğum için çok mutluyum. Dostlukların ne zaman, nerede ve ne şekilde kapımızı çalacağını hiçbir zaman bilemeyiz… Bende bilemezdim. 
Koşulsuz sevgiye sahip olabilmek en büyük zenginliktir aslında. Hele ki sana yürekten bağlı dostların varsa senden zengini yoktur bu dünyada. Çünkü o dost sevgisi senin en temiz kapındır ve o kapı senin için hep açıktır. Güvendiğin, dinlendiğin, huzur bulduğun, muhabbeti, sadakati, vefayı sonuna kadar sınırsızca yaşayabildiğin yer o koşulsuz sevgisini sana açan yürektir. 
 
Çok değil ömrünüz boyunca bir kere dahi olsa sizi koşulsuz seven insanlarla karşılamanızı dilerim. Bu çok kıymetli bir hazinedir. O hazineye sahip olanın dünyası öylesine değişir ki, aydınlık onun için artık hayatının her anına nakşedilmiştir. Unutmayalım önce biz kayıtsız şartsız, hiçbir menfaata dayanmadan sevmeyi öğrenelim. Açalım yüreklerimizin pencerelerini, her yanımız ışıkla dolsun, aydınlansın, nefes alsın yürekler… Ne yaşatırsak, onu yaşatır ne hissettirirsek onu hissederiz… Hiçbir koşul yok! Sadece sınırsız, koşuluz sevgi var… Yüreklerinizin koşulsuz sevgiye yelken açmasına izin verin…
 
Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

BENCİLLİK MUTLAKA YOK OLACAK

En Büyük Düşman adını verdiğim ve Bencillik konusunu değindiğim bu yazımın devamının geleceğini söylemiştim. Bugün “Bencilliğe” yeni örneklerle ve psikolojinin gözünden bakacağız.

Bencilliği daha önce tanımlamıştık. Şimdi o tanımlamayı biraz daha açacağız. Bencillik, başkasını (ya da karşısındakini) dikkate almadan ya da önemsemeden yalnız kendi istek ve gereksinimlerini dikkate alarak hareket etme olarak tanımlanabilir. Bencil insanlar sürekli olarak yalnız kendi çıkarlarını düşünür, kendi çıkarlarını herkesinkinden üstün ve önemli tutar, o çerçevede davranırlar. Başka bir deyişle menfaatçi ve çıkarcıdırlar

Bencillikle ilgili doğru ve aydınlatıcı akademik bilgileri sizlerle paylaşmak için birçok yazı okudum. Çok sayıda bilim adamı ve felsefecinin kimi zaman birbiriyle çelişen kimi zaman birbirlerinin düşüncelerini çürüten ve kim zamansa onları ortak noktada buluşturan ifadeleriyle karşılaştım. Kimileri bencilliği psikolojik bir durum olarak açıklarken, kimileri genlerimizde olduğunu açıklamıştır, kimileri ruhumuzda olduğunu söylerken kimiyse yaşam içinde öğrenilen doğal bir tavır olduğunu ifade etmiştir. Tüm bu farklı yaklaşımlar her ne olursa olsun nihayetinde ortak bir noktada buluşuyor.

Bencillik, ben sevgisidir, kişinin sadece kendisinin öne çıkarılmasıdır, yani genel anlamıyla bireyin kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmesidir. Net tanımıyla bencillik ki günümüzde ki kullanımıyla egoizm, bireyin kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmesi ile ilgilidir.

Bencillikte kibir vardır ve bu, bitmek tükenmek bilmeyen öz beğenidir. Yazıktır ki, bencil insanlar bu yüzden mutlu olamıyor. Çünkü insanın psikolojik doğası yalnız yaşamaya göre odaklanmamıştır. İnsan ancak sosyal yapının bir parçası olursa mutlu olabilir. Bu özellikleri nedeniyle insan muhakkak yalnızlığım giderme arayışındadır. Ve kendisine bağlanacak nesneler arar. İnsanın mutlu olabilmesi için kişinin kendisini tanıması gerekiyor. Öz beğeni de şu vardır; kişi kendi kusurlarını görmez. Sadece iyi taraflarını görür ve kendisini çok önemser. Bencil bir insan için, başkalarının yaptığı katkılar ve başkalarının ihtiyaçları, kendilerininkinden daha az önemli ya da daha az değerlidir. Bencil insanlar kendilerini direk ya da dolaylı olarak etkileyen her şeyi kontrol etme ihtiyacı hissederler. Bu kontrol etme kaygısı onları başkalarına karşı aşırı eleştirel hale getirir ve sorumluluk paylaşmaları gereken ya da kontrolü biraz kaybetmelerine neden olan her şey onları zihinsel olarak durdurur. Bu durum onu insanlarla gerçek ve doğru iletişim kurmasını imkansız hale getirir. Dünyada öyle çok insan var ki bu duyguların pençesinde. O duygu ki tabi ki, şüphesiz Bencillik.

Birçok örnekte bencilliğin sonradan öğrenilen, edinilen bir davranış olduğunu da rastlıyoruz.  Küçücük bir çocuktan, yaşını almış bir yetişkine kadar birçok yaş gurubunda karşılıyoruz bencillikle. O zaman kaynak gözlerimizi açtığımız evimiz, ailemiz olabilir mi diye sorabilir miyiz? Ben bu soruya “evet, mutlaka büyük oranda etkilidir” cevabını vermekten kendimi alamıyorum.

Varlığımızın ilk oluştuğu yer evimizdir, ailemizdir. Orada bize neyi yaşatırlarsa onu yaşatırız, neyi duyururlarsa onu duyururuz, neyi hissettirirlerse onu hissettirir. Ağacın yetiştiği toprak ne denli temiz ve arınmışsa, büyürken ve olgunlaşırken de heybeti ve dünyaya vereceği nefes de o denli saf olur. Güzel insanlar yetiştirelim, evlatlarımızı sevelim, sayalım, onlara değer verelim, mutluluğu yaşatalım ki onlarda sevmeyi, saymayı, değer vermeyi, mutlu etmeyi öğrensinler ve gelecek her bir nesle bu silsile ulaşsın. Yüreklerde sevgi varsa, bencillik hastalığı asla yoktur.

Bir danışanım; “bencil insanlardan kaçmalıyım yoksa onları bu hastalıktan kurtarmak için uğraşmalı mıyım” diye sormuştu. Aslında zor bir soruydu bu. Çünkü bunun cevabı ne bende ne de bir başkasındaydı. Bu soruya cevap verebilecek tek kişi aslında benciliğin tutsaklığını yaşan kişidir. Siz ne kadar o kişinin yanında olmaya çalışırsanız çalışın o kişi bencil olduğunun bilincine varmadıkça, bunu kabullenmedikçe hiçbir desteğe yeşil ışık yakmayacaktır.  Maalesef insan bencil olduğu sürece ateş sadece düştüğü yeri yakmaya devam edecek şüphesiz. Ta ki bu o ateş bizi yakana kadar.

Umut ediyor ve inanıyorum ki, saf sevgi var oldukça ve yayıldıkça bencilliğin yok olmaktan başka çaresi kalmayacaktır.

Her şey gönlünce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

YARGILAMAK NİYE

 

 

       “Benim hayatımı yargılamadan önce benim ayakkabılarımı giy ve benim geçtiğim yollardan, sokaklardan, dağ ve ovalardan geç. Hüznü, acıyı ve neşeyi tat. Benim geçtiğim senelerden geç, benim takıldığım taşlara takıl. Yeniden ayağa kalk ve aynı yolu tekrar git, benim gittiğim gibi. Tüm bunları sende, benmişçesine yaşarsan o zaman bana dair söyleyeceklerin olabilir, belki ancak o zaman beni yargılayabilirsin.”
    Din, ırk ve dil ayrımı gözetmeksizin herkese eşit davranmalı sözü herkesin diline pelesenk olsa da gerçekte bu sözün ne kadar arkasındayız? Bu sözü ne kadar yaşamlarımıza işleyebiliyoruz?
 
   Başkalarını anlamanın en iyi yolunun, kendinizi onun yerine koymak olduğunu her zaman söyleriz. Ancak iş yargılamaya gelince, hiçbirimiz böyle yapmayız. Bu düşüncemizi tamamen unutur, her şeyin en iyisi, en doğrusu bizim tekelimizdeycesine bir tavır takınır, yargıç olmaya soyunuveririz. Giyilen kıyafetleri, alınan ya da alınamayan eğitimleri, oturulan muhitleri, meslekleri, saçını, boyunu, gözünü, kaşını, aklını, zekasını her şeyi ama her şeyi yargılayabiliyoruz. Düşünmüyoruz o insan o hayatın içinde doğdu, imkanları ne ise öyle yaşadı ve öyle de yaşamaya devam ediyor. Oysa insanların ruhlarının tanımaya çalışmak onlara sadece insan oldukları için değer vermek en doğru en güzel olandır. Gerçek insan olmaya yakışan böyle bakmayı bilmektir. Her bir insan eşsiz ve farklıdır. İnsan böylesine özel yaratılmışken biz hangi hakkı kendimizde görüp de aşağılıyor ya da yargılıyoruz onları. (Tek mükemmel Allah’tır ve sadece ona mahsustur yargılamak)
 
  Başkasının gözündeki çapağa dikkat eden kendi gözündeki çöpü, merteği göremez. Başkalarını bırakın, siz kendi eksikliklerinize odaklanın. Kendi eksikliklerini görüp, düzelten insanlar kaliteli yaşamın basamaklarını hızla tırmanırlar. Bırak bir başkası senin partine oy vermesin, senin dinine, mezhebine inanmasın, senin takımı tutmasın. Senin gibi düşünmesin. Bırak başkaları farklı olsun. Bir çiçek bahçesinde binlerce çiçeğin olmasına izin ver. Sadece o bahçede gülün olması bir güzellik değildir. Herkesin farklı düşünme, giyinme, yaşama hakkı var. Lütfen saygı duyalım ki, saygı duyulan olalım. Eğer ki faydalı olmak istiyorsak insanlara yermeyelim, yapıcı eleştirelim. Ancak o zaman faydamız dokunur insanlığa. 
 
  Hayatı, insanları en çok da kendimizi okumayı bilmediğimiz sürece ve insanları, olayları, durumları dikkatli değerlendiremediğimiz sürece anlamsız yargılamaları yapmaya köle oluruz tıpkı tarih sayfalarında anılan Cengiz Han’ın komutanı gibi…  “Cengiz Han’ ın bir komutanı varmış. Bu komutan bir gün askerlerine  “Askerlerim, içinizden beş kişinin çok tehlikeli bir göreve gitmesi gerekiyor. Bunun için bu riski göze alan beş kişinin bir adım öne çıkmasını istiyorum” demiş. Komutan konuşurken bir atlı onlara doğru geliyormuş. Komutanın dikkati o atlıya kaymış. Atlı komutana bir haber getirmiş. Komutan o haberi okumuş. Sonra kafasını kaldırıp askeri birliğe bakmış. Kimsenin öne çıkmadığını görünce küplere binmiş. Gözlerinden alevler çıkarcasına bağırmaya başlamış. “Sizi korkarlar, sizi işe yaramazlar! İçinizde öne çıkma cesareti gösterecek kimse yok mu? Bir yığın laf söylemiş askerlerine. Onları cezalandırmakla tehdit etmiş. Nice sonra bölüğün durduğu yere dikkat edince gerçeği anlamış ve biraz evvel söylediği sözlerden pişmanlık duymuş. Meğer komutan o atlı ile meşgul iken bütün bölük bir adım öne çıkmış.”
 
 Eğer birilerini yargılıyorsanız sorun onlarda değil sizdedir. Sizin kendini düzeltmeniz gerekiyor.
 
 Bilen için en zor şey, bilmeyen için en kolay şey yargılamaktır. Gerçek olan şu ki, başkalarını yargılayan biri, aslında yargıladığı kişiden daha çok kendisi hakkında bir şeyler söyler. “Kendini beğenmiş  çığlık, kendi dolabında gizli iskeletlerin seslerini saklamak için başkalarını yargılar”. (John Mark Green) Kayıtsız şartsız bilinmelidir ki; Herkesin her yargılama, bir gün kendi sınavı olacak.
 
 Üzülerek görüyorum ki; çoğalan bir merhametsizlik var ve bir ayaz sürüp gidiyor vicdanlarda. O vicdanlar ki insanları buruşturup kenara atılacak bir kağıttan da işlevsiz, değersiz görüyor. Ki o kağıt bile ne kıymetlidir. Bu kişiler için; diğerleri oluveriyor kendince, kendine eş değer bulmadığı o insanlar. Osmanlıca da “ayn-ür rıza” diye bir kavram vardır. “Kusuru görmeden bakan muhabbet gözü” demektir. Bunu hiç denediniz mi?
 
Her şey gönlünce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com
 

RUHUN AYDINLANMA ÇİZGİSİ

Bizim değineceğimiz konu kişinin aydınlanması olsa da aydınlanma ifadesini birçok farklı konuda duymuşsunuzdur. Öyle ki aydınlanma; her mevzuda bir şekilde birbiriyle benzerlik sağlar.

Dünyanın kendi ekseni etrafındaki dönüşü ve güneş etrafındaki yörüngesindeki seyahati esnasında bir yarısı güneş ışıklarıyla aydınlanırken, diğer yarısı karanlıkta kalır.  Dünyanın karanlık yarısı ile aydınlık yarısını birbirinden ayıran çember şeklindeki hat aydınlanma çemberidir. Aydınlanma çemberi gece ile  gündüz arasındaki sınırı oluşturur. Dünya dönüşü esnasında bir tarafı aydınlıkta kalıp diğer tarafı karanlıkta kalsa da döngü devam ettikçe aydınlık karanlığa, karanlıkta aydınlığa yerini bırakmaya devam etmektedir.  İnsan ruhunda da tıpkı dünya da olduğu gibi karanlık ve aydınlık tarafların olduğu aşikardır. Mevzu insan ruhunda ki bu iki taraf arasında ki aydınlanma çemberini büyütmek, karanlık tarafı da aydınlığa kavuşturmaktır. Unutulmamalıdır ki, insan ruhu yaşadığı devinimlerden dolayı kimi zaman umutlarının yerine umutsuzluk, mutluluğunun yerine mutsuzluk, anlayışın yerine öfke yerleştirebilir. Ancak bu geçişleri kalıcı kılmamak, olumsuzlukları olumlu şeylerin yerine sürekli olarak koymamaktır. Bu da kişinin yenilemesinden ve mutlak aydınlanmayı yaşamasından geçer. 

Konunun ruhani arınmayla özdeş olduğunun anlaşılması için yine yaşanmışlara değinmenin vakti geldi.

Dostluğuna değer verdiğim çiçekçi tezgâhı olan bir arkadaşım çoğu zaman şikâyet ederdi kazancının az olduğundan istediklerini yapamadığından. Bu şikayetleri bir şekilde dinmek yerine sürekli artış eğilimindeydi. Onu bu sıkıntılı duygularından arındırmam, ruhuna belki de daha önce hiç bilmediği hissiyatları, güzellikleri tanıtmam gerekiyor diye düşünmeye başlamıştım. Bir sohbet esnasında ona şükrediyor musun diye sordum. Aldığım cevap beklediğim şekilde oldu “Hayır”. Bu cevabın ardından ona usul usul, onu sıkmadan şükretmenin insan ruhuna nasıl iyi geldiğini, nasıl huzurlu hissettirdiğini ve şükrettikçe bolluğun bereketin nasıl artacağını anlattım. Dinledi beni, hak verdi ve şükretmeyi kendine kılavuz seçmeyi kabul etti. Günler geçti, benim çiçekçi dostum, daha bereketli kazanç elde etti, tezgahını büyüttü, çiçek satmadan gününü sonlandırdığında bile şükürler olsun bu günüme, bugün olmazsa yarın olur demeyi öğrendi. Artık o da şükretmeyi evlatlarına, torunlarına, dostlarına öğretir oldu. İşte onun aydınlanması böyle başladı. Birçoklarımızın düşündüğü gibi aydınlanma eğitimli, varlıklı insanların dünyasında olmuyor, benim dostum gibi okuma yazma dahi bilmeyen hiç okul yüzü görmemiş insanlarda en güzel aydınlanmayı yaşayabiliyor. Yeter ki insanlarda o farkındalık oluşabilsin, değişimi ve dönüşümü yaşamayı istesin.  Böyle güzel gönüllü insanlar eninde sonunda iyi olana ulaşır.

Bu hikayesi güzel biten bir dostumdu, bir de maalesef halen yüreklerine aydınlanmayı yaşatamayan tanıdıklarım var. Onlara da değinelim biraz. Bu kişi ya da kişiler her şeyin okulda alınan öğrenimden ve varlıktan ibaret olduğunu sanırlar ve öz benliklerinden habersiz yaşamaya devam etmektedirler. Sosyal statüye takılıp kalmışlar, kendilerinde ki azlıkları, şuursuzlukları görmezler. Ne var ki bunları esas kabul ettiklerinden sebep, o kişiden yana hayal kırıklığına uğradıklarında da sadece söyledikleri “ne yapayım karakterinde sorun varmış” nahoş ve yetersiz bir ifadeden öteye gidemiyor. Sıradan bir sohbette herhangi birinden bahsedildiğinde dahi bahsi geçen kişiye dair sordukları şeyler diploması ve varlık durumudur.

Kişinin diploması ya da parası o kişinin ruhunu aydınlık yapmaz, kişiyi mükemmel nitelikli biri haline dönüştürmez. Kişiyi iyi yapan, doğru yapan temiz ruhudur, işte asıl anlaşılması gereken şey bu denli basit ve apaçık tüm saflığıyla ortada duruyor. Çoğu zaman bu insanlara en doğru dille yaklaşmaya çalışıyorum, onlara asıl olanı anlatmaya çalışıyorum. Ancak onlar değişimi ve dönüşümü istemedikçe benim ya da benim gibilerin yapacağı pek bir şey olmadığını üzülerek görüyorum. Böyle durumlarda onlar için dua etmekten başka yol yok.

Onlar da ruhlarında ki paslı katmanların farkına varmalılar, bu, aydınlığa ulaşmaları için ilk farkındalık hareketi olacaktır.  Ardından adım adım ilerleyiş devam edecek, paslı katmanlar bir bir temizlenecek tam uyanış gerçekleşecektir. Uyanışın verdiği rahatlıkla yeniden yapılanma başlayacak ve tam aydınlanmaya erişilecektir.

Ruhlarımızın geceleri gündüz olsun, gündüzleri de daim olsun… 

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

EVRENSEL SEVGİNİN ÇEKİM YASASI

 

Konu Evrensel Sevgisi ise gönlüme ilk düşen her daim Muhammed Celâleddîn-i Rumi olmuştur. Yazımın birçok noktasında üstattan yapacağım alıntılarla derinlere doğru yolculuk yapacağız.

“Mevlana’ya göre sevgi ve muhabbet evrenin yaradılış sebebidir.”  Ne doğru bir anlam içerir bu sözler. Yürekler kayıtsız şartsız iyilik ve sevgiyle doluysa ve bu hisler ayrım gözetmeksizin herkese sunulabiliyorsa elbette tüm güzellikler evrenin tamamını kaplayacaktır.

Son dönemlerde hem ülkemizde hem de dünyanın birçok noktasında acılı, sıkıntılı günler yaşanmaktadır.  Doğal afetler, hastalıklar, savaş… Mutlaka bu olumsuzlar karşısında umutları kaybetmeden ayakta durmaya çalışmalıyız. Her zamankinden daha çok birlik ve beraberliğe kenetlenmeli insanları sebep her ne olursa olsun birbirinden ayırt etmeksizin desteklemeliyiz. Bir doğal afette, göçük altında ki bir canı daha önce hiç tanımsa da canla başla çıkarmaya çalışan ve onun kurtuluşlarına yardım eden o insanların gözlerinde ki müthiş mutluluk ve merhamet;  karşılıksız emek, yardım, sevgi değildir de nedir? Hepimiz bu anlara çok yakın zamanda şahit olduk.  İşte öyle bir anda o canın kim olduğunun, hangi dil, din ya da ırka sahip olduğunun hiçbir önemi kalmıyor. Sadece o bir canlı ve onun hayatta kalması için mücadele veriliyor, dualar ediliyor.  Gönlüm der ki biz bu kucak açmayı her zaman yapalım, illaki kötü bir an beklemeyelim sevgimizi sunmak için. Söyleyin ne kaybederiz iyi olursak, seversek ne kaybederiz, dualarımız sadece kendimize değil de tüm insanlığa olsa ne kaybederiz? Peki ne kazanırız? Mutluluğu, sevgiyi, dostluğu, evrensel barışı kazanırız tabi ki.

Öyle ki; gün geliyor kişi için her şeyin yolunda sıradan bir vakitte belki burun kıvırdığı, yüzüne dahi bakmadığı, görmezden geldiği bir insanın hayatını kurtarmasına muhtaç olabiliyor. Oysa hiç bu kötü hissiyatlar içinde olmasa yani başkalarını hor gören, onlarla barışık olmayan böyle bir insan olmasa dünya daha güzel olmaz mı? Ben de yazılarımda bu iç acıtıcı olumsuz insanları örnek vermek yerine sadece güzel insanlardan bahsederim. Gün gelecek bu da olacak. Benim inancım bu konuda tam, dualarım hep bu yönde herkes için iyilik ve sevgi…

Bir gün yolda yanımdan geçen bir hanımefendi olanca nezaketiyle bana bakıp kocaman gülümseyerek “sevgiler” dedi. Onun bu iyi dileği elbette karşılıksız bırakamazdım, bende aynı şekilde kendisine karşılık verdim.  Durdu ve ekledi : “İkimiz aynıyız birbirimizi tanımak zorunda değiliz. Evrene sevgiyi gönderdik .” Daha önce birbirimizi hiç görmemiştik, birbirimizin varlığından haberdar dahi değildik İşte bütün sır burada gizli, böyle küçük aydınlık zamanlarda…

“Mevlana der ki; Eriyen kar gibi ol, kendini kendinle yıka!” Bende dünyanın sevgiyle yıkanacağından eminim, çünkü dünya zaten sevgiden yaratılmıştır.

Çekim Yasası, hayatında gerçekleşen tüm olumlu veya olumsuz olayları senin kendine çektiğini söyler. Çekim yasasını uygulayarak evrene gönderdiğin olumlu düşüncelerin ve eylemlerin karşılığını alabilirsin.

Sevgi dünyada ki en büyük çekim alanına sahip güçtür ve çekim yasasının kaynağını oluşturur. Sevgi yerçekiminin ruhani halidir, çünkü bu duyguyu yaşan hiçbir insan boşlukta salınmaz, güçlüdür, sağlam zeminlere basar ve her daim diğer canlıları büyük bir güçle en güvenli yere çeker. O yer neresi mi? Tertemiz, sıcacık bir yürek…

Sevgi, onu alanı ve vereni aydınlatan Işıktır.
Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

 

KALBİMDE NE VAR?

    

Herkes kalbine bakmalı ve durumunu kontrol etmelidir. Başkaları ve kendim için hislerim nasıl? Kalbimde dünya için ne hissediyorum?

Mutluluk yürekle bağlantılıdır ve yürek, beyin ve bakış arasında derin bir bağlantı vardır. Yüreğimde ne varsa aynı zamanda beynimde de olacak ve gözlerimden görünecektir. Yüreğim mutlulukla dolduğunda bu bakışımda görünür hale gelecektir. Sanki gözler bu mutluluğu paylaşıyor gibidir.

Mümkün olabileceğini hiçbir zaman rüyalarımızda bile göremediğimiz kadar çok yenilik ve mutluluk olmalı.

Bunun için ilk olarak kalbimiz temiz olmalı. İçine batmış herhangi bir diken, geçmişten gelen bir acı varsa, bitmeli. Eğer birine üzüntü vermişsem öylesine bir şekilde özür dilemeliyim ki benden aldıkları üzüntüyü unutabilmeliler.

Eğer bağışlayamıyorsam ne yapabilirim? Hislerimi kontrol etmeliyim. Gerçekten o kişinin beni bağışlamasını istediğini hissediyor muyum? Onlar için sevgi hissediyor muyum?

Kalp o kadar temiz ve dürüst olmalı ki… Yoksa benim af dileyişim başka bir tür alma şekli olacaktır. Hislerim şefkat, dürüstlük ve sevgiyle dolmalı. Kalbimizde bu üç niteliğin bulunması gerektiğini idrak edin. Herhangi bir çeşit sabırsızlık olmamalı. O zaman diğer kişi bu niteliklerin ona ulaştığını hissedecek, aynı bir bağışta olduğu gibi yaptığınızdan pişmanlık duymanız ve değişiklik yapma isteminizdeki samimiyeti görerek kabul edecektir.

O zaman sır şudur. İçimde herhangi bir bencil his var mı diye kontrol etmeli ve varsa onu yok etmeliyim. Bencillik benim en yüksek mizacımı deneyimlememin ve Allah ile bağlantımın önünü tıkar.

Kalbin gerçek cömert için bencillikten uzak ve dürüst olmaya ihtiyacımız var. Tezat olan şudur. Benliğimiz için mümkün olabilecek en iyi armağan bencillikten uzak olmaktır! Hislerim ve içgüdülerimde bencillikten uzaksam endişelenecek ne vardır ki? Kaybedecek bir şeyim yoktur.

Saf düşünce ve hislerle dolu bu tür bir ilişki hiçbir zaman korkulu hislerine yol açmaz. Ne korku duymama gerek vardır, ne de herhangi bir kimsenin benden korkmasına…

Bazen insanlar öylesine hassas bir kalbe sahiptirler ki en küçücük bir iğne dokunuşu bile onlar için çarmıha gerilmek gibidir.

Bazıları da o kadar katı kalplidir ki başkaları için küçücük bir merhamet damlası bile hissetmezler. Etraflarına taşlar fırlatırlar ve öfkenin o kadar etkisi altındadırlar ki verdikleri zararın farkında değillerdir. Hemen değil, fakat daha sonra mutlaka üzüntü hissederler.

Kalp, dürüstse ruh çok güçlüdür. Saf niyetle ve karşılık beklemeyen bir tutumla Allah’dan doğrudan yardım alır. Onlar Allah’dan sürekli rehberlik ve güç alırlar ve sürekli başkalarına verebilirler.

Temiz ve dürüst bir kalp aynı zamanda doğal olarak cömert ve iş birliği vericidir. Sonuç olarak ilişkiler de güçlü ve sağlıklı bir hale gelir.

(Dadi Janki-İçten Dışa Kitabından Bir Bölüm)

 

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

SEVGİYİ BAĞIMLILIKTAN UZAK TUT

Zaman zaman hepimizin aklından sevgiye dair sorular geçmektedir. Sevgi nedir? Sevgisiz yaşam mümkün mü? Sevgi bağımlılık mı? Sevgi verilir mi alınır mı? Sevgide net bir ayrım var mıdır?…

Sevmek sevilmek her insanın yaradılışında, doğasında var olan en güzel hissiyattır. Elbette çok çeşitli sevgiler vardır. Aileye duyulan, arkadaşlara duyulan, evlada, eşe, sevgiliye, doğaya, eşyaya, işe duyulan şeklinde art arda bir sürü sevgi çeşidi sayılabilir. Benim özellikle değinmek istediğim mevzu ise Sevgide Yaşanan Bağımlılık.

Grigory Petrov’un der ki; “Her çeşit bağımlılık, ruhsal kölelik getirir”. Buradan yola çıkarak sevgideki bağımlılığın aslında bizi öz benliğimizden nasıl kopardığına bakacağız. 

Sevgi bağımlılığında kişi ihtiyaçlarını karşılamak, acıdan korunmak, güçlü olmak, sorunlarını çözebilmek için başkalarına güvenir kendine değil. Bu durumda pasif tarafta yer almayı seçer ve aktif tarafa karşısındaki kişiyi koyar.  Kendiyle ilgilenilsin, sorunları çözülsün, kontrol edilsin, hayatına yön verilsin, mutlu edilsin ister. Tüm bunları o değil, karşındaki yapsın ister.

Düşünün bir birlikteliğiniz var, ancak gün gelip bir şeyler ters gidiyor ve bitiyor. Çoğu insan bitişin ardından zaman kaybetmeksizin yeni bir birliktelik arayışına başlıyor. Nedir kişileri bu ani harekete sürükleyen? Bağımlılık olabilir mi? Bir bağımlılıktan bir diğerine geçmek için amansız bir acelecilik niye?

İşte bu hikâyenin içindeki kişi teklik duygusunu asla yaşamak istememektedir.  Her daim birisi onun için etrafta olsun, sesine karşılık hep bir ses alabilsin, giydiklerine, yediklerine içtiklerine yorumlar yapılsın, telefonun bir ucunda hep o birisi olsun… Aslında tekliği yaşamaktan korkan kişi farkında değildir nasıl bir bağımlılık kıskacına kapıldığının. Bu duyguya sahip kişi gerçekte kendi öz benliğinden uzaklaşmış, başkalaşmış hatta beraberlik yaşadığı o kişiye dönüşüvermiştir. Eğer bu kişi doyumlu bir ruh haline sahip olabilseydi ilişki boyunca gerçek bir birey olabilir ve gidişin ardından teklik duygusunu hazmedip ilişkideki olan biteni doğru değerlendirebilirdi.

Üzülmek mi? Elbette gidenin ardından üzüleceğiz. Emek var ortada, yaşanmışlıklar var. Mevzu bu değil ki. Taştan değil yürekler. Mevzu bitişlerin ardından yenilenmeden yeni yanlışlara yol alacak kadar kör, sağır, dilsiz olmak.  Acı yaşanacak, hatta sonuna kadar yaşanacak. Yanacaksın kül olacaksın ve yeniden bir başlangıç için ayağa kalkacaksın. Ayakta kalabilmek için, kendini gerçekleştirme noktasına yaklaşmış kişilerden olunmalıdır. Her durumda hayattan tek başına mutlulukları bulup çıkartabilmek asıl olandır.  Tek başına izlenen bir film de, yenilen yemek de, içilen kahve de zevk vermeli insana. Yalnızlığın da tadı çıkarılmalı, dost ellerin, yakınınızdaki sıcak nefeslerin tadının çıkarıldığı gibi.

Gözler kapanınca yollar görünmez olur, ışık mı var karanlık mı bilinmez. Açın gözlerinizi ama en çok da kendinize bakmak için açın. Yüzleşin kendinizle, inanın kendinize ve sevin kendinizi. Bilin ki ruhlarımız korkuyla, kaybetme korkusuyla kaplıysa eğer bağımlılık kaçınılmaz bir süreçtir.  Her insan var olmanın mutlak gücünü kendi varlığından almalıdır. Şayet bunu kavrayıp hayata bu pencereden bakarsak sevginin bağımlılıktan öte yaşamlarımıza enerji katan en güzel duygu olduğunun keyfine varabilir.

Önce kendimizi sevelim ki, en güzel sevgiyi kendimiz, öz benliğimiz için yaşalım ve yaşatalım ki sevdiklerimizin gözlerinde kendi sevgimizi bulalım…Hiçbir sevgi çeşidi bize kölelik hissiyatına sürüklememeli, kendimize asla bu kötülüğü yapmamalıyız. Güzel sevelim, güzel sevilelim. Gün gelir tek başımıza kalırız, gün gelir sevdiklerimizle oluruz. Unutmayacağımız tek şey sadece bir omuzsa aradığımız en yakınımızda kendi omzumuz var.

Söylenecek çok söz değinilecek çokça nüans var. Bu yazımla bu konuya dair gelecekteki paylaşımlarım için kapıyı araladım. Anlatacaklarım için vakit yakındır…

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com