ÇOCUĞUN GÖZLEMLERİ
Çocuk sandığın başına yeniden geçti, bu sefer elinde anahtar yoktu. Neredeydi anahtar? Kayıp mı etmişti yoksa sandığın içinden çıkacaklara dair kaygısı olduğundan bile isteye mi anahtarın yerini unutmuştu? Gözlerini kapatıp, sessizce bir süre sandığın başında oturdu, ardından dudağının kenarında bir gülümseme belirdi. Yavaşça montunun sağ cebini yokladı, anahtar oradaydı. Oysa sandığın başına gelirken tüm ceplerini kontrol etmiş, bulamamıştı. Nasıl olduysa şimdi oradaydı. Anladı ki sandığı yeniden açma anı tam da o andı. Elini cebine usulca soktu, büyük bir öz güvenle anahtarı çıkardı, kilide yerleştirdi ve sandık açıldı…
Sınava, atletizm seçmelerine, müfettiştin gelişine hazırlıktı derken günler hızla geçiyordu. Artık kışın ortasına gelmiştik. Bütün çocuklar dört gözle kar yağmasını bekliyor, kar topu oynamak için sabırsızlanıyordu. Benim de en sevdiğim şeydi bu. Çok kar yağdığında apartmanın kocaman bahçesinde arkadaşlarımla kardan adam yapmaya, kızakla yokuş aşağı kaymaya bayılıyordum. Karlı günlerde servise binmeden önce kardeşim mutlaka kar topu yapıp atardı.
Bu arada okul servisi ilk bizi aldığı için genellikle beş dakika kadar erken geliyordu. Bunu bildiğim için servis gelir gelmez hemen inmek istiyordum. Bazen kardeşime, “Bekletmeyelim! Kahvaltını daha hızlı yap, biraz daha erken kalkabilirsin.” diyordum. Hâlbuki servis vaktinden önce geliyordu, bizim onu bekletmemiz söz konusu değildi ama ben rahatsız oluyordum. Çünkü bekletmemeyi ailemden öğrenmiştim. Babam, hiçbir zaman hiç kimseyi bekletmemeyi çok küçük yaşlarımızdan itibaren aşılamıştı bize. Yolculukta olsun birisi ile buluşacağımızda olsun babam hep “Erken gidin,” derdi. En önemlisi onun bize örnek olmasıydı; özellikle seyahat ederken hareket saatinden çok önce giderdi, biriyle görüşecekse erkenden hazırlanır, vaktinden önce gider, bekleyecekse de kendisi beklerdi, başkalarını bekletmezdi. İnsanlara o denli saygısı vardı; kim olurlarsa olsunlar. İşte biz bunu görüp de farklı davranamazdık. Bu yüzden ne bekletmeyi severim ne de beklemeyi.
Servis bizden sonra sırayla diğer arkadaşlarımızı alıyordu. Bazıları uykuda kalıp servisi bekletiyordu. Servis şoförü Sabri amca her defasında, “Sizi bir daha beklemeyeceğim, geç kalırsanız kendiniz gidersiniz okula,” diyordu ama arkadaşların umurunda olmuyordu. Daha servise biner binmez birbirleriyle oynamaya, şakalaşmaya başladıkları için duymuyorlardı bile onun söylediklerini. Özellikle karlı günlerde dışarıdan getirdikleri karları servisin içinde birbirlerine atıyorlardı. Bunu gören Sabri amca o kadar çok kızıyordu ki “Hepinizi indireceğim şimdi, her tarafı suda bıraktınız, nasıl o ıslak koltukta oturacaksınız?” diyordu. Bu arada ne kadar uslu da olsa kardeşim bile onlara katılmaya başlamıştı. “Okulda teneffüste oynarsın, öğleden sonra eve dönünce bahçede oynarız,” diyerek ona engel olmaya çalışıyordum fakat yine de arkadaşlarına uyuyordu. Tabii bunu yapan erkek öğrencilerdi. İş öyle bir hâle geldi ki Sabri amca karlı günlerde her servise binişte elleri kontrol etmeye başladı, ‘kar var mı yok mu?’ diye.
Kar bütün çocukların beklediğine değecek kadar çok yağdı o yıl. Yürürken neredeyse dize kadar kara gömülüyorduk. Ama hiç şikâyetçi değildim aksine çok hoşuma gidiyordu. Öğlen okul çıkışında servise binmeyip kardeşimle birlikte eve karda yürüyerek gitmek istiyordum. Bir sabah servisten inerken, bu isteğimi Sabri amcaya söyleyip “Çıkışta bizi bekleme,” dedim. Kabul etmedi, “Hayır. Ancak annen söylerse bunu yapabilirim. Çıkışta serviste olun,” dedi. Eve dönünce anneme söyledim bu isteğimi. Kabul etmedi. “Olmaz çünkü iki ana cadde geçeceksiniz,” dedi. Ben tabii ki ailemden izinsiz bir şey yapmazdım. Çünkü zor durumda bırakmak istemezdim. O yüzden ısrar etmedim.
Bu arada bizim evde futbol fazla konuşulmazdı. Babam düşkün değildi. İki amcam çok düşkündü. Bir araya toplanıldığı zaman futbol konusunu konuşur üstelik de tartışırlardı. Çünkü ikisi de farklı takımı tutuyordu. Ortanca amcam Fenerbahçeli, küçük amcam Galatasaraylıydı. Bizim ailede de ablam Galatasaraylı, ağabeyim ve kardeşim Fenerbahçelidir. Babam ve annem ise takım tutmuş olmak için Fenerbahçelidir. Bense futbolu daha küçük yaştan beri severdim. Zaten sporu seviyordum. Ama ailemin tuttuğu takımlardan farklı takım tutmaya başlamıştım. Beşiktaşlıydım. Kardeşim, “Neden bunu tutuyorsun?” dediğinde “Bana farklı geldi,” demiştim. O anda içimden Beşiktaş’ı tutmak gelmişti ve bir neden olmadan tutuyordum. Okuldaki ve mahalledeki arkadaşlarımın çoğu da ya Fenerbahçeliydi ya da Galatasaraylı. Beni de sürekli bu iki takımdan birini tutmaya ikna etmek için uğraşıyorlardı. Ben anı fikirde değildim, hiçbirinin etkisinde kalmadan bir takımın taraftarı olmak istediğim için Beşiktaş takımını tutup “Vazgeçmem!” dedim.
Ağabeyim maça gitmeyi çok severdi. Bir gün ortanca amcamla maça gittiler. Ağabeyimin tuttuğu takım galip gelmiş. Eve döndüğünde nasıl sevinçliydi anlatamam; bağırmaktan sesi çıkmıyordu, tamamen kısılmıştı. Onu öyle görünce ben de istedim maça gitmeyi. Televizyonda sürekli futbol maçı seyrediyordum fakat maça gitmenin başka bir keyif olduğunu o gün ağabeyimde gördüm. “Bir daha gidersen beni de götür,” dedim ağabeyime. “Tabii ki” dedi.
Bu arada babam bazı pazar günleri eve iş getirirdi. Özellikle de otomotiv parçalarının sayımı yapılacaksa. Tatil gününde çalışırdı ve ağabeyim de ona yardım ederdi. Sonraları babam bana da öğretmeye başladı. Ben televizyon seyrederken özellikle futbol maçlarını, hemen gelip iş gösterir seyretmemi istemezdi. Benim artık büyüdüğümü, ilkokul beşinci sınıfta olduğuma göre öğrenecek kapasitem olduğunu görüyordu, hesaplamaların nasıl yapıldığını gösteriyordu. Aslında babamın bana güvenmesi, bir şeyler öğretmesi hoşuma gidiyordu ama futbol maçı varsa televizyonda, işte o zaman pek hoşuma gitmiyordu.
O dönemde bir şey dikkatimi çekmeye başladı. Sadece babam eve iş getiriyordu, üçü birlikte çalıştıkları hâlde amcalarım hiç iş getirmiyordu. Onlar pazar günleri çalışmıyorlardı. Çocuk aklımla dikkatimi çeken yalnızca buydu sonra fark ettim iş sorumluğunu tamamen babamın aldığını. Tatil gününde kendisinden ve ailesinden fedakârlık yaptığını gördüm. Amcalarımın dinlenmelerini ve gezmelerini istemişti. Belki haklıydı kendi açısından çünkü işin bitmesi gerekiyordu ve ağabeyleri olarak bunu kendisinin üstlenmesi gerektiğini düşünüyordu. Tek başına o kadar iş sorumluluğu yüklenince bazen yorulduğu da oluyordu. Amcalarım bunu gördükleri hâlde “Biz de yardım ederiz,” bile demiyorlardı. Oysa yapılması gereken paylaşımdı. Sadece maddi değil manevi paylaşım yapılmalıydı. En önemlisi buydu ama yapmıyorlardı. Tabii bunları ileri yaşlarda çok net olarak fark edebildim. Aynı işte çalışıp şirkete ortak oldukları hâlde kendilerini düşünmüşler, kısacası bencil davranmışlardı.
Çocukken aileden gördüğümüz alışkanlıklar hayatımız boyunca devam eder. Bende kalan alışkanlıklardan biri de bekletmemek ve bekletilmemek. Çünkü zorunlu durumlar dışında bekletmek alışkanlığa dönüşürse karşı tarafa saygısızlık olarak görülür.
Çocukken kazanılan iyi alışkanlıklar devam ettiğinde güzeldir.