GERÇEKLİKLER
Bilim, Latince scientia (BİLGİ) sözcüğünden türemiştir; gözlemlenebilir fiziksel kanıtlarla doğanın ve doğal olayların işleyişini anlamak ve anlaşılır kılmak için yapılan düzenlenmiş insani çabayı ifade eder. Bilim var olanı yani var olmuş olanı araştırır, var etmez, edemez. Aradaki bu ince ve keskin çizgi çoğu insan tarafından kimi zaman görmezden gelinir, kimi zamansa kabul edilmez. Oysa benim gibi birçoklarının kabul ettiği şekliyle bilim; bütün canlıların hayatına hizmet eden, yapılan ve yapılacak çalışmalarla bilinmez birçok şeyin bilinmesini sağlayan bir disiplin ve yöntemler bütünüdür.
Gerek bilim adamları gerekse birçok felsefeci bilim ve yaratılış konuları üzerine çokça teoriler üretmiştir. Üretilen teoriler üzerine yapılan değerlendirmeler ve tartışmaların sonucunda kimileri bilim ve yaratılışı birbiriyle bütünleştirmiş kimileri birbirinden ayırmış kimileri ise bilimi esas kabul edip yaratılışı yok saymıştır. Yaratılış derken anlaşılacağı üzere, Yaradan ve inançtan bahsetmekteyim. Anlatmak istediklerime doğru bir giriş yapabilmek adına bu detaya değindim. Bugün asıl anlatacaklarım; ‘bilimi tek gerçek kabul eden, bir Yaradan’ın varlığını yok sayan ama başı sıkışınca da Yaradan’a sarılan yani düşüncesinin, inancının ardında dimdik duramayan insanların halleri’.
Başlangıcımız her zaman olduğu gibi bizden farklı bir düşünceye, inanca sahip olana saygı duymaktır. Saygıyı yanımıza alarak konuyu yaşanmışlıklarda gezinerek irdeleyeceğiz. Bilimin hayatımızın hemen her noktasında ne denli önemli olduğunu yok saymak yapılacak en büyük hatadır. Bilimin ardındaki etkiye gelince, o da insanların bilimsel keşifleri gerçekleştirmesini sağlayan, onlara bu aklı, bu kudreti veren Yaradandır. Her insan inanma ihtiyacı duyar, dünya var olduğundan yana bu böyledir ve böyle olmaya da devam edecektir. Doğaya, cisme, Yaradan’a …
Yapılan araştırmalara göre dua bir çeşit ‘sistemli yaratma enerjisi’ dir. Evrenin yaradılış sistemi için, modern bilimin araştırma ve bulguları gösteriyor ki, dua bizler tarafından sistemin işleyişine etki edebilecek bir potansiyel taşır. Dua neredeyse her insan için yüksek enerji yüklü bir sığınaktır. Tıpkı Prof. Tarhan’ın dediği gibi; “Duada vücut ısısı yükselir, ürperti hissi ile uyarılma yaşanır, algı gücü keskinleşir, bilinç düzeyi ve farkındalık artar. Harvard’lı Dr. Herbert Benson, ‘Handbook of Religion and Health’ isimli kitabında, inanmanın ve duanın hastalıklar üzerinde yüzde 60-90 iyileştirici etkisi olduğunu aktarmıştır.
İnsanlar inanışları doğrultusunda çeşitli şekillerde ve çeşitli yerlerde dua ederler. Camide, kilisede, tapınakta, yolda, evde ya da herhangi bir nesnenin önünde… Kişi huzuru nerede buluyor, nerede mutlu oluyorsa duasını da orada yapar. Bu ne eleştirilebilir ne ayıplanabilir ne de hiçe sayılabilir. İnsanlar inançlarını istedikleri gibi, istedikleri şekilde yaşarlar. Bu konuda dayatma hakkına hiç kimse sahip değildir. Mühim olan kişinin içsel kazanımıdır, bu konuda kimsenin yaptırımı olamaz.
Bir tanıdığım Allah’a inanmadığını kendi aklının ve bilimin gösterdikleriyle her şeyi yapacağını söylemişti. Bense onun bu düşüncesinin bana göre yanlış olduğuna dair hiçbir şey söylememiştim. Bazen, bazı sözler bize yanlış gelse de hemen net cevaplar vermemek önemlidir. Ona, onu yargılamadan kendimi düşüncemi açıklayacak örnekler vermiştim. Demiştim ki: “Bilim çok önemli, onun gücüne, etkisine senin gibi bende inanıyorum. Ama ben hasta olduğumda şifa bulmak için doktora gideceğim zaman, öncesinde Allah’ a dua ederim. Karşıma derdime derman olacak, işinin ehli doktor çıkması, tedavimin başarılı geçmesi için Allah’a dua ederim, bilimin ötesindeki o gücü yanıma alırım’. Susmuştu ne karşıt bir söylem ne de başka bir şey…
Bir yolculuk öncesi, duamız hep hayırlı yolculuklarımız olsun şeklinde değil midir? Sınava girecek bir çocuğa Allah zihin açıklığı versin demez miyiz? Bir iş görüşmesine gideceğimiz zaman hayırlı ise işe kabul edileyim demez miyiz?
Bir arkadaşımın bizzat tanıklık ettiği ve bana aktardığı yaşanmışlıktan bahsedeceğim. Arkadaşım ve bu yaşanmışlığa konu olan onun arkadaşı uçakla yaptıkları bir yolculukta korkulu anlar yaşamışlar. Türbülansa giren uçak nerdeyse düşme noktasına gelmiş. Büyük panik, yolcular çığlık çığlığa, uçuş personeli dahi ne yapacağını bilmez bir haldeymiş. Allah’a inancı olmayan, bilimden öte hiçbir gerçekliği kabul etmeyen bu malum kişi başlamış dualar etmeye. ‘Allah’ a yakarış!’. İşte bu noktada çelişki başlıyor. İnanmıyordun, şimdi ne oldu, o dualar niye? İşte birçok mecliste inanmadığını dile getiren birçok insan neden an gelip Yaradan’a sığınır? Düşündüğünün arkasında duramayacaksan…
Hayatlarımızda her şey yolunda iken çoğu zaman esas olan hep maddesel değerlerdir. Ne zaman başımız sıkışsa maneviyata yöneliriz. Halbuki neden her şeyi bir potada eritip hayatımızın bütününe yaysak, bu daha huzur verici ve mutluluğa ulaştırıcı olmaz mı? Bilim yaşamımızın olmazsa olmazıdır. Bunu iyice anlayıp, özümsemek gerekiyor. Bununla birlikte inançlarımız da dualarımız da bizim gerçekliğimizdir. Hayat bir derya ise bilim de o deryayı anlayabilmemize, o derya da varlığımızı en iyi şekilde sürdürmemize yardımcı olan büyük bir unsurdur. İnancımız ve dualarımız da hayatın içindeki bizdir. Bilimin ötesine, oradaki güce bakabilmeliyiz.
Tabiatta öylesine yüksek bir akıl kendini gösteriyor ki, insanın en ince düşünceleri ve buluşları bu aklın yanında sönük bir gölge gibi kalır. (Albert Einstein)