AŞKIN HİKAYESİ

 

Sevgili okuyucularım, bu ayki bilge hikâyemiz ile beraberiz.

Bir Adada Bir zamanlar, bütün duyguların üzerinde yaşadığı bir ada varmış: Mutluluk, Üzüntü, Bilgi ve tüm diğerleri, Aşk dahil.

Bir gün, adanın batmakta olduğu, duygulara haber verilmiş. Bunun üzerine hepsi, adayı terk etmek için sandallarını hazırlamışlar. Aşk, adada en sona kalan duygu olmuş. Çünkü, mümkün olan en son ana kadar beklemek istemiş.

Ada neredeyse battığı zaman, Aşk, yardım istemeye karar vermiş. Zenginlik, çok büyük bir teknenin içinde geçmekteymiş.

Aşk, “Zenginlik, beni de yanına alır mısın?” diye sormuş.

Zenginlik, “Hayır, alamam. Teknemde çok fazla altın ve gümüş var, senin için yer yok.” demiş. Aşk, çok güzel bir yelkenlinin içindeki kibir den yardım istemiş

“Kibir, lütfen bana yardım et!” kibir cevap olarak “Sana yardım edemem Aşk. Sırılsıklamsın ve yelkenlimi mahvedebilirsin.” diye cevap vermiş.

Üzüntü yakınlardaymış ve Aşk, yardım istemiş: “Üzüntü, seninle geleyim…”

Off, Aşk, o kadar üzgünüm ki, yalnız kalmaya ihtiyacım var.” Demiş.

Mutluluk da Aşk’ın yanından geçmiş ama o kadar mutluymuş ki, Aşk’ın çağrısını duymamış. Aşk, birden bir ses duymuş:

“Gel Aşk! Seni yanıma alacağım…”

Bu Aşk’tan daha yaşlıca birisiymiş.

Aşk o kadar şanslı ve mutlu hissetmiş ki kendini onu yanına alanın kim olduğunu öğrenmeyi akıl edememiş.

Yeni bir kara parçasına vardıklarında, Aşk’a yardım eden, yoluna devam etmiş. Ona ne kadar borçlu olduğunu fark eden Aşk, Bilge’ye sormuş: “Bana yardım eden kimdi?”

“O, Zaman’dı” diye cevap vermiş Bilge.

 “Zaman mı? Neden bana yardım etti ki?” diye sormuş Aşk.

Bilge gülümsemiş:

“Çünkü sadece zaman Aşk’ın ne kadar büyük olduğunu anlayabilir…”

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN

KENDİNİ DEĞİŞTİRMEK, DÜNYAYI DEĞİŞTİRMEK

Sevgili okuyucularım, bu ayki kitap paylaşımım ismi “Kendini değiştirmek, dünyayı değiştirmek”

Bu kitabın yazarı olan; Jiddu Krishnamurti (12 Mayıs 1895 – 17 Şubat 1986), Hindistan doğumlu bir filozof, konuşmacı ve yazardır. Krishnamurti’nin eğitim felsefesi, bireyin korkudan arınması ve önyargılardan sıyrılması için eğitimin önemini vurgular. Eğitimin, bireyin kendi içsel özgürlüğünü ve farkındalığını keşfetmesine yardımcı olması gerektiğini savunur. Krishnamurti, dünya çapındaki konuşmalarında zihin, korku, sevgi ve özgürlük gibi evrensel insani konuları ele aldı.

Şimdi kitaptan bir bölümü sizlerle paylaşıyorum.

“… Dünyayı değiştirmek! Şu büyük ülkü. Farklı amaçlar, güdüler ama hep aynı son, aynı hüsran. Peki ya değişime nereden başlamalı. Krishnamurti’nin yanıtı belli. Gerçek devrim insanın kendi içinde başlar. Dünyayı değiştirmek istiyorsa önce kendisini değiştirmeli insan. Zihinsel ve duygusal koşullanmalarından kurtulmalı. Korkularının, yalnızlığının ve bağımlılıklarının dünyayı algılama biçimini nasıl şekillendirdiğini anlamlı. Sevginin ve özgürlüğün özünü keşfetmeli.

Krishnamurti’nin 1950’li yıllarda yaptığı bu konuşmaların can alıcı noktası değişim meselesidir. Çoğumuz evrende değişmeyen tek şeyin değişim olduğu yönündeki bilimsel varsayıma, dolayısıyla kendi türümüz dahil bütün türlerin hayatta kalmasının genetik değişimlere dayandığı ve sürekli değişen çevreye en iyi uyum sağlayan canlıların hayatta kaldığı yönündeki evrimci biyolojinin varsayımına da katılırız. Bedenimizde meydan gelen değişimler de sorgulamadan kabul ettiğimiz gerçeklerdir.

Nitekim maddede cereyan eden değişimleri kabullenmekte de zorluk çekmeyiz Peki ya zihnin doğasında ve insan davranışlarındaki değişime ne demeli? Çoğu kişi politikacıların değişmesi gerektiğini düşünüyor ama sonuçta yaptığımız şey bir politikacıyı alıp yerine başka bir politikacıyı koymak oluyor. Yine de değişim sözcüğü öylesine güçlüdür ki demokratik sürecin baskın olmadığı veya itibar görmediği yerlerde, bütün bir toplum değişim sözcüğünün mantra gibi tekrarlayan devrimciler tarafından al aşağı edilebilir. Bu durum, bildiğimiz gibi, yirminci yüzyılda felaketlerle sonuçlanmıştır. Toplumu oluşturan bireyler değişmeden toplumu değiştirmeye çalışmanın çok tehlikeli bir hata olduğunu şimdi görebiliyoruz.

İnsanın kendini yüzeysel olarak değil de gerçekten anlaması, karmaşa içinde olduğunu bilmesi en zor işlerden biridir. İnsan içindeki karmaşayı asla kabullenmez. Bizler her zaman bir açıklık, içinden anlayışın sızacağı bir gedik olmasını bekleriz., bu nedenle aslında kafamızın karışık olduğunu kabul asla kabullenmeyiz. Sahiplenmeci olduğumuzu, öfkeli olduğumuzu, falanca veya filanca asla kabullenmeyiz, her zaman bahaneler, açıklamalar buluruz.


Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN

GÜNÜN FARKINDALIĞI

Düşünce ve fikirleriyle simleri binlerce yıl öteye, yani günümüze ulaşan düşünürlerden birisi de Epiktetos’tur.

İ.S 55- 135 yılları arasında yaşamış olan Yunan stoacı filozof Epiktetos’un, kesin olmamakla birlikte Hieropolis’te bir köle olarak dünyaya geldiği belirtilmektedir.

Nicopolis’e sürgün edilene kadar yaşamını Roma’da sürdüren Epiktetos, hayatının geri kalan kısmını sürgün edildiği Nicopolis’te geçirmiş sonradan azat edilmiş ve orada ölmüştür.     

Epiktetos felsefesinin temel taşı ahlak düşüncesinden oluşuyordu. Epitetos’un felsefesi son derece sade ama keskindir. Epiktetos’un yaşamında lüks, şöhret, güç yoktu. Sadece içsel özgürlüğü vardır.

“İnsan, arzusuna, korkusuna, öfkesine hükmettiğinde zincirlerinden kurtulur.

Gerçek özgürlük, dışarda değil içimizdeki zincirleri fark etmekle başlar. Çoğu insan, özgürlüğü dış koşullarda arar; parayla, statüyle, makamla…

Oysa bunlar sadece yeni bağımlılıklar yaratır. Epiktetos’un anlatmak istediği şu: insan, kendi arzularının kölesiyse; en lüks sarayda bile zincirlenmiştir.

Arzu, ölçüsüz olduğunda insanı yakar. Ne kadar çok elde edersen, o kadar istersin. Korku ise seni geçmişe bağlar, öfke de anı yakar.

Bu üçü arzu, korku ve öfke insanın ruhunu yönettiğinde, akıl artık hükümranlığını kaybeder.

Ama bir insan, arzularını dizginleyebiliyorsa; korkularının üzerine yürüyebiliyorsa, öfkesini yutmak yerine dönüştürebiliyorsa o artık kendi kaderinin efendisidir.

Epiktetos’un çağrısı şudur: dış dünyayı kontrol etmeye çalışmak yerine, tepkilerini yönet. Çünkü olayları seçemezsin, ama onlara verdiğin tepkiyi seçebilirsin.

Bu seçimi yapan insan, zincirlerini kırar. Çünkü artık ne arzusunun kölesidir, ne korkusunun tutsakıdır, ne de öfkesinin esiridir.

İşte o anda, insan gerçekten özgür olur sessiz, sade ama sarsılmaz bir güçle”

Kaynak: Epiktetos -El Kitabı

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN

SEVGİ ÖNCE DÜRÜSTLÜK İSTER

Sevgili okuyucularım, sevgi üzerine çok yazılarım oldu; birçok konu başlığı altında hep sevgiden söz ettim. Her birinde yaşanmışlıkların örneğini verdim. Bu yazımda yine sevgiden söz edip sevginin, temel taşı dürüstlüğün üstüne inşa edildiğini anlatacağım. 

Şimdi, doğal afetlere karşı dayanıklı olması için nasıl bir binayı inşa ederken temelinin, kolonlarının, kullanılan malzemelerin sağlam olmasına bakılıyorsa ilişkilerin de sağlam, istikrarlı ve derinlikli olması için önce seni seviyorum, demek yerine dürüstlük olması gerekiyor. Çünkü sevgi sözleri söylemek çok kolaydır ama dürüst kalabilmek zordur.

Ben de sevgili okuyucularım, hepinize ayrı ayrı “seni seviyorum” sözünü sürekli söylerim ama dürüstlük yoksa bu sizlere sahte gelir, gerçek sevgi olmaz; ancak kendimi kandırmış olurum.

Bir insan, kendisine en büyük zararı yine kendine dürüst olmayarak ve kandırarak verir. İnsan kendine dürüst değilse zaten kendisini sevmiyor demektir. Kendini sevmeyen insan ise başkasını gerçek anlamda hiç sevemez. Söylediği sevgi dolu sözler de sadece o anda kendi menfaati ve çıkarları üzerine yaptığı hesaplara dayanan, göstermelik sözlerdir. Çünkü sevgiyi göstermek istiyorsanız önce dürüstlük göstermelisiniz. Dürüstlük, güveni oluşturur. Zaten güven olmayan bir ilişki sevgi ile devam etmez, sağlam olmayan bir bina gibi çöker. Sevgi olmayan bir ilişki devam ederse bilin ki orada menfaat vardır ve yüzeyseldir. İçinde dürüstlük olmayan göstermelik sevginin temel nedenleri, bir şeye lazım olur düşüncesiyle elinin altında tutma isteği, birine hayır diyememek, birine bağımlılık geliştirmek, yalnız kalamamak, etrafında hep birileri olsun istemektir ve daha pek neden sayılabilir.

Birçok insan ilişiklerini veya evliliğini bağımlılık, yalnız kalmamak, menfaat üzerine sürdürüyor. İşte burada, Carl Jung’un söylediği gibi, kişi kendi gölgesi ile sevgi konusunda yüzleşmiyor. Eğer o gölgesi ile yüzleşmiş olsa dürüst davranıp davranmadığını görür, bu ilişki neye dayanarak yürüyor, diye bakar. Bir bağımlılıktan dolayı mı? Menfaat için mi? Arkadaşsız kalmamak için mi? Yalnızlık korkusu mu? Topluma ne kadar sosyal ve geniş arkadaş çevresi olduğunu göstermek için mi? Bu sorulara vereceği yanıtlarla içindeki gölgelerin hepsiyle tek tek yüzleşmiş olur. Tabii ki Carl Jung’un söylediği gibi bu yüzleşmeler cesaret ister. 

Dürüstlük güveni, güven de sevgiyi oluşturur. Güven duymadığınız bir insan her dakika sizi sevdiğini ya da hoşunuza gidecek sözleri söylerse ne yaparsınız? Güven duymadığınız hâlde o kelimeler hoşunuza gidiyor ve ilişkiyi sürdürüyorsanız bilin ki sevgi açlığı çekiyorsunuz, bağımlısınız veya korkularınız var. Bu durumda kendinize öz saygınız da olmaz. Onun için insanın kendisine dürüstlüğü çok çok önemlidir.

Birçok insandan şunu duyuyorum: “Güvenmiyorum o kişiye.” Böyle bir yorum karşısında ben de diyorum ki “Peki, güvenmiyorsan neden ilişkini sürdürüyorsun? Bu konuda önce kendinle yüzleş.” 

İş yerinizde bir arkadaşınız hata yapmış; hatasını kabul etmeyip inkâr ediyorsa ona nasıl güven duyacaksınız? Hatırlayın ne demiştik: Güven duyduğunuz kişiye sevgi duyarsınız. Şimdi bu hatasını inkâr eden arkadaşınıza tavrınız nasıl olur? Sadece iş gereği ve saygıdan dolayı belli bir mesafede kalırsınız ama dışarıda görüşmek istemesiniz. 

Bağımlılıktan, yalnız veya arkadaşsız kalmamak için, sosyal çevresi olsun diye sevgi sandıkları o ilişkiye tutunan insanları başka bir yazımda ayrıntılı örneklerle anlatacağım.

Yalan söyleyen bir insana nasıl duygusal sevgi ile bakabilirsiniz ki? Nasıl onu hayatınıza alabilirsiniz ki? Gerçek sevgi istiyorsanız yapabileceğiniz en iyi şey, böyle insanları hayatınıza almamaktır, tabii böyle kişilere karşı içinizde olumsuzluk düşünmeden.

Size ihtiyacı olan birisi, dürüstçe ihtiyacı olduğu için geldiğini açıklamadan siz çok özlediği, çok sevdiği için geldiğini söylüyorsa burada dürüstlük yoktur. İşte burada güven olmadığı gibi siz de o kişiden gerçek sevgi hissetmesiniz.  

Ebeveynlerine yalan söyleyen çocuklar veya çocuklarına yalan söyleyen ebeveynlerin bulunduğu ailelerde nasıl güven oluşur, nasıl derin bir sevgi oluşabilir? Güven olmadığı için bu tür ailelerdeki ilişkilerde hep bir huzursuzluk, mutsuzluk olur. 

Genel olarak insanların aralarında sürekli bir iletişimsizlik ve yıkıcılık, huzursuzluk var. Bunlar altında yatan temel neden karşılıklı güvenin olmayışı. Komşunuz size dürüst davranmıyorsa siz ona sevgi ile bakabilir misiniz?

İnsanlar sosyal medya hesaplarından arkadaşlarını çıkarıyor sonra da bunun yanlışlıkla olduğunu söylüyor veya kendilerine özel yazılan mesajlara gördüğü hâlde cevap vermiyor, bir pembe/beyaz yalana başvuruyor fakat kendisi ile ilgili bir konu olunca hemen cevap yazıyor. Bu tür davranışlar güveni ortadan kaldırıyor. Açık ve dürüstçe söyleseler durum farklı olur ama güven bir kez kayboldu mu bu insanların mesajlarına yanıt verirken sevgi sembolleri bile koymak istemiyorsunuz, sadece evrensel sevgi ile bakıyorsunuz ve daha yakın bir ilişki sürdürmek istemiyorsunuz. İnsan kendine dürüst olursa zaten etrafına da dürüst olur.

Benim için bu tür mesajlarda sevgi sözleri ve semboller önemli değildir. Sevgi gerçek mi ve arkasında dürüstlük var mı diye bakarım. Bununla ilgili bir örnek vereyim. Beni çok sevdiğini söyleyen, dostum diyen bir arkadaşa, insanlara düzenlediği tur için neden fatura vermediğini sorduğumda bir anda başka davranmaya başladı. Dürüst davranışta bulunmadığını sorguladığım için o sevgi sözleri yerini sevgiden uzak, başka bir üsluba bıraktı. Böylece sevgisinin gerçek değil menfaat için olduğunu da anladım. Bu sorgulamayı yapmayıp çok güzel tur yapıyorsun, deseydim o sevgi sözlerini ve sembolleri göndermeye devam ederdi. Fakat insan önce ne istediğini bilmelidir. Eğer gerçek istiyorsa önce gerçeğini hayatında tutar.

Bir tanıdık sosyal medyaya fotoğraflarını koymuş, bana da özelden mesaj yazıp beğendin mi diye sordu. Ben de fotoğrafların üzerinde oynandığı için doğallığını kaybettiğini bu yüzden beğeni işareti koymadığımı ve yorum yapmadığımı söyledim. “Çünkü doğal olmayan resimler olsun, yazılar olsun beğenmiyorum,” dedim. Şimdi, o kişiye açık olarak söylemeyip “Harika görünüyorsun, çok güzel çıkmışsın,” diye yazıp 5 tane öpücük koysam ne olacaktı ki? Sadece o anda çok mutlu olacaktı beğenildiği için ama bu beğenilme sahte olacaktı.

Yıllar önce iş yerimde bir arkadaş bana poğaça alıp getiriyordu. Sonunda ona teşekkür edip “Lütfen bana bir daha alma çünkü hem yüzüme söylemeyip arkamdan konuşuyor, dedikodumu yapıyorsun hem de poğaça alıp sevgini gösteriyorsun. Bu bana ters gelir. Böyle sevgi olmaz,” demiştim. Yine iş yerinde “Buradan ayrılırsak dışarda görüşürüz” dediler. Ben onlara dürüst olarak “Sizinle dışarıda görüşmem çünkü insanların dedikodusunu yapıyorsunuz,” dedim. Açık sözlülük ve dürüstlük her zaman güveni oluşturur. O arkadaşlara görüşmeyeceğim hâlde görüşeceğimi söylesem, duygusal sevgimi göstersem o zaman kendime dürüst davranmamış olurdum, kendime öz saygım kalmazdı. 

Bir insana yardım edersiniz, o insanın gerçekten sizi sevmediğini görürsünüz fakat sırf vicdanız ve merhametinizden dolayı o yardımı yaparsınız. Çünkü insanın vicdanı önemlidir. Ve o kişiye de neden yardım yaptığınızı söylersiniz. Çünkü insanlar yanlışlarına rağmen kendilerine o yardımın sevgiden yapıldığını sanıyorlar. Oysa burada vicdan ve merhametten dolayı yapılıyor ve onların da bunu bilmeleri gerekiyor.

Güven olunca paylaşımlarınız yüzeysel kalmaz derinliğe iner. Rahatlıkla o kişiye her şeyinizi anlatırsınız. Bilirsiniz ki anlattıklarınızı başka yerden duymayacaksınız. O kişinin yanında güven duyarsınız. Güven duyduğunuz kişiye başka gözle, sevgi ile bakarsınız.

Ama sevgi duyduğunuz bir insan da sizi hayal kırıklığına uğratırsa bir daha ona sevgi duymanız, güvenmeniz zorlaşır. Bu yaşamınızda hangi konuda olursa olsun böyledir. 

Yalanın küçüğü büyüğü yoktur. Nasıl hırsızlık yapan kişinin küçük mü büyük mü olduğuna bakılmaksızın cezalandırılıyorsa yalan da yalandır. Siyaset de öyledir. İnsan seçtiği siyasetçinin dürüstlüğüne bakar, sözlerine değil. Dürüst ise toplumda güven oluşturur. Güven oluşursa toplum da ülkesini yöneten lidere sevgisini verir.

Eğer içten sevmiyorsanız kendi menfaatleriniz için seviyorsanız lütfen dürüst olarak karşı tarafa söyleyin. Çünkü her zaman gerçekler ortaya çıkar. Yalan söyleyen insan kendine düşmanlık yapar. 

Dürüstlük her daim çok büyük bir kazançtır.

“Benim en büyük servetim dürüstlüğümdür” ATATÜRK

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN

GÜNÜN FARKINDALIĞI

Arthur Schopenhauer Alman filozof, yazar ve eğitmendir. Schopenhauer, Alman felsefe dünyasındaki ilklerdendir. Dünyanın anlaşılmaz, akılsız prensipler üzerine kurulu nedenselliklerinin olduğunu söyleyerek dikkat çekmiştir. Ayrıca Nietzsche’nin ilk akıl hocasıdır.

Schopenhauer felsefesi; Mutluluk, kalabalıktan uzak durmayı gerektirir. Schopenhauer, insanın en derin yaralarının çoğunun başkalarıyla zorunlu ilişkilerden geldiğini söyler.

Toplumun vaat ettiği güven, aslında karşılıklı çıkar ilişkilerinin maskesidir.

İnsanlar, çıkarlarının korumak için sözlerini ölçer, düşüncelerini saklar, içtenlikle uzaklaşır.

Onun betimlemesiyle, toplum “yalanlara sarılmış bir beden” gibidir.

Kalabalık, insanı kendi sesinden uzaklaştırır.

İnsan ancak yalnızken kendi gerçek sesini duyar.

Schopenhauer bu noktada zeka ile yalnızlık arasında doğrudan bir bağ kurar.

Zeki insan, kalabalığın yüzeyselliğine daha az tahammül eder; sıradan olanla zaman geçirmek, onun için enerjisini boşa harcamak gibidir.

Yalnızlığın Aristokratik Niteliği

Schopenhauer’a göre yalnızlık, burada bir mahrumiyet değil; tersine, yüksek nitelikli bir hayatın doğal ortamıdır.

İnsan, kalabalık içinde sürekli olarak zihinsel seviyesini bastırmak zorunda kalıyorsa, gerçek anlamda özgür ve yaratıcı olamaz.

Bu nedenle yalnızlık, onun gözünde sadece bir seçenek değil, bir onur göstergesidir.

Yalnızlığın küçük dezavantajı

Yalıtılmış bir yaşam, kişiyi toplumsal etkileşimlere karşı hassaslaştırabilir. Bu yüzden Schopenhauer, gençlere şu öğüdü verir:

            . Toplum içindeyken bile içsel yalnızlığını korur.

            . Her düşünceni dile getirme; başkalarının sözlerinden gereğinden fazla anlam çıkarma.

            . İnsanlardan çok şey bekleme.

Bu sayede, kalabalığın ortasında bile ruhunu koruyabilirsin.

Schopenhauer’ın felsefesinde mutluluk, “kendine yetebilen bir zihnin” demektir.

Toplumun parlak ama sahte vaatlerinden sıyrılıp, kendi iç dünyasında zenginleşebilen kişi, gerçek özgürlüğe ulaşır.

Bu yol kolay değildir; bedeli yalnızlıktır. Ama onun gözünde bu, insan ruhunu korumanın ve yüceltebilmek tek yoludur.

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN

 

HER ÇİÇEK KENDİ KOKUSUNU VERİR. HER RUH DA KENDİ GÜZELLİĞİNİ VERİR

Sevgili okuyucularım, her insanın ortak isteği etrafında iyi insanların olması, hayat yolculuğunda karşısına iyi insanların çıkmasıdır. “İyi insan”dan kasıt nedir? Tabii ki ruhun güzelliğidir. Ruhu güzel olmayan etrafına zarar verir. İşte bu yüzden insanlar hep güzel ruhlu insan ister.

Einstein’ın çok güzel bir sözü var: “Yeryüzündeki şartların düzelmesi, bilimsel buluşlardan çok, ahlaklı olan bir yaşama düzeninin gerçekleşmesine bağlıdır.”

Ahlakı başkasında ararken yapmamız gereken çok önemli bir şey var. Biz ne kadar ahlaklıyız? İşe önce kendimizden başlayarak bunu sorgulamalıyız. 

Bazı insanlar kendi ön yargıları ile insanları hangi ruh aydınlanmış veya hangi ruh karanlık diye ırkına göre, desteklediği siyasetçiye göre, aldığı eğitime göre sınıflandırıp, yaşadığı yere göre ayırıp ahlaklı olup olmadıklarına karar veriyor.

Oysa ahlak bir zümrenin, bir ırkın veya belli bir eğitim düzeyinin tekelinde değildir. Ahlak, ruh aydınlandıkça ortaya çıkar ve tek temel koşulu dürüstlüktür.

İnsan hangi koşullar içinde bulunursa bulunsun dürüst olması çok önemlidir. Sözünü ettiğim sadece maddiyat anlamında dürüstlük değil. Dürüstlük bir bütündür; hayatın her anında ve her alanında doğru olmak, doğrudan yana tavır sergilemektir.

Anı kurtarmak ya da menfaat için doğruluktan en ufak bir sapma göstermek, yapılan bir davranışın arkasında durmamak, hatayı kabullenmemek dürüstlük değildir.

Bir insan herhangi bir durumda kendi hatasını kabullenmiyor hatta suçu bir başkasının üstüne yıkıyorsa tek sebebi onun dürüst olmayışıdır. Hayatımızın her alanında olsun. (aile, iş, arkadaşlık, komşuluk, akraba vb..)

Dürüstlük olmayınca güven hiç olmaz. Şimdi, böyle bir insanın ruhu nasıl olur? Bu insan istediği kadar diplomalara sahip olsun, isterse en iyi makama ve mevkiye sahip olsun, kendini aydın görüşlü tanımlasın, bilimde başarı sağlasın ama ahlak olmadıktan sonra hiçbir şeyin anlamı olmaz. 

Beraber olduğunuz insan; bu eşiniz, arkadaşınız, komşunuz, iş arkadaşınız olsun; sosyal çevrenizde kim varsa; çok iyi eğitimler almış, yaşadığı yer gerçekten çok iyi bir yer, iyi yerlere gidip geliyor, iyi giyiniyor, iyi restoranlarda yemek yiyor fakat size dürüst davranmıyor. Tüm bu “iyi”ler içinde ruhunda güzellik görmediğiniz bu insan hakkında neye karar verirsiniz?

Siyaset konusunda da benzer ön yargılar vardır. Baktığınızda takım tutar gibi parti destekleyenleri görürsünüz. Bu insanlar öyle fanatikleşmiştir ki “Bu partiyi destekleyenler cahil, eğitim almamış, ruhu karanlık” veya “Şu partiyi veya kişiyi destekleyenler aydın görüşlü, bilgili” diye ön yargılı değerlendirme yaparlar.

Bazen de insanları eğitim durumlarına, inançlarına ve dış görünüşlerine göre değerlendirip bir kötülük yaşanınca hemen “O insan cahil, eğitim almamış her şey beklenir” veya “Bu insan kapalı bu kötülüğü yapmıştır” ya da “Şu insan çok açık giyiniyor kim bilir ne kötülükler yapar” gibi sözlerle peşin hüküm verirler.

Bir de böyle insanlar sabit fikirli oldukları için siz hiçbir şekilde fikir alışverişi ve düşüncenizi söyleyemezsiniz. Farkındalık vermeniz mümkün olmaz. Sadece enerjinizi çekerler ve ruhunuzu yorarlar.

Bana yalan söyleyen, maddi ve manevi hakkıma giren, kendi menfaati için beni sevmiş gibi davranan, bencil,  verdiği sözü tutmayan insanların hepsi benim için birdir. Hangi mevki ve makamda, hangi meslekten, inançtan, ırktan, ülkeden, siyasi görüşten olursa olsun, ne kadar iyi eğitim alırsa alsın hatta isterse yurt dışında okusun hiç fark etmez. Ruh güzel olmadıktan sonra bunların hepsi boş!

Ruh güzel olunca zaten insan hiçbir canlıyı ayırt etmez, hiçbir bir canlıya ve hiçbir eşyaya zarar vermez. Dünyayı bir bütün olarak görür ve ona hizmet eder. Örneğin bazı insanlar sadece kendi ülkesi için dua eder ve iyi olmasını, iyi yaşamasını ister. Hâlbuki dünya bir bütündür. Vücudun bir organı eksik olduğunda nasıl diğer organları etkiliyorsa tam olarak çalışmıyorsa işte dünyada da bir ülkenin kötü olması her ülkeyi zincirleme olarak etkiler. Evrensel sevgiyi gören insan dünya için iyilik ister. Ahlakın yolu da dürüstlük gibi sevgiden geçer. 

İçinde sevgi olan insan davranışlarını sevgiyle sergiler, zarar vermek aklının ucundan bile geçmez. 

Ruhu sevgiye aç bir insan ne kadar akıllı ve bilgili olursa olsun her şeyi göze alabilir. Önce insan ruhunu doyurmalıdır çünkü ruh güzelleştikçe güzel şeyler yapmaya başlar ve bu yaptığı güzel şeyler kalıcı olur. 

Sevgili okuyucularım, insan ruhunu ve enerjisini asla saklayamaz. Bu yüzden bir insanın ruhunu ve enerjisi okudukça söylenen kelimelerin maskelerinin indiğini görürsünüz. 

Hepsi geçicidir. Gün gelir her şey geçer fakat tek kalıcı olan ruhtur; ruhun güzelliği veya çirkinliği (aydınlığı ve karanlığı.)

Ahlak olmadıktan sonra (ruh güzel değilse) diğerleri var olsa bile hiçbir kıymeti olmaz.

Her insanın ruhunun derinliğine bakarım. Gerisi benim için boştur! Derin ruh evrensel sevgi ve evrensel insanlığın ışığı ile bütünleşmesidir. İnsan iç dünyasını tanımaya başladığı zaman dış dünya ile ilgilenmiyor kendi iç dünyasını güzelleştirip o iç dünyasının güzelliği dış dünyaya yansıyacağını biliyor. 

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN