NEREYE GİDERSENİZ GİDİN AMA TÜM KALBİNİZLE GİDİN

Sevgili okuyucularım, bu ayki kitap paylaşımımda eski bir Çinli öğretmen, politikacı ve filozof olan Konfüçyüs’un ”Nereye Giderseniz Gidin Ama Tüm Kalbinizle Gidin” kitabına yer verecem. Konfüçyüs engin bilgisi, özlü sözleri ve ahlak felsefesi yüzünden peygamber gibi görülse de yaşadığı dönemde dinle ilgili hiçbir atıfta bulunmamış ve peygamber olmadığını açıkça belirtmiştir. Felsefenin esası insandır. İyi bir eğitmen olduğunu da kabul etmemiştir. Kendi tanımına göre; sadece öğrenmeye aç birisi. Oluşturduğu eğitim sistemi günümüz dünyasında kabul görürken, özlü sözleri ve yaşam biçimiyle binlerce yıl sonra bile insanlığa ışık tutmaya devam etmektedir.

Kitabından bir bölüm paylaşıyorum.

Konfüçyüs ve Mutluluk

“Konfüçyüs’ün asıl felsefesi ahlak ve siyaset üzerine olsa da, genel öğretilerinin ortak noktasında insan ve insanın amacı vardır. Evreni örnek alıp ona benzemeye çalışmaktan söz eder. Mükemmel kavramının yanıtı, evredeki mükemmel dengedir. Evet, doğa kendi içinde sarsılmaz bir dengeye sahiptir. Güneşin yaydığı sıcaklık yüzünden buharlaşan su, buluta dönüşüp yeniden toprağa kavuşur. Bitkileri tüketen bir hayvanın dışkısı, böcekler tarafından işlenir ve topraktaki minerallerle   bütünleşen dışkıdan yeni bitkiler oluşur. Kayıp diye bir şey yoktur. Bir şey hep başka bir şeye dönüşe kendi döngünü tamamlar. Mükemmellik de bu denge halinde gizlidir. Sorumsuzca tüm kaynaklarını kullanarak yok ettiğimiz dünyada biriken insan yapımı atıkların doğaya ger dönüştürülme çabalarının hayati önem taşıdığı birer yüzyılda yaşıyoruz.  Doğanın döngüsüne aykıı olan her hareket canlılık kavramıyla ters düşer. 

İnsan , kendi içdünyasına indiğinde de örnek alması gereken, parçası olduğu doğadan başka bir şey değildir. Açgözlülük, hırs ve ahlaka aykırı pek çok kavram da bu noktada ortaya çıkar Dengenin yol olduğu yerde kendi içinde mutluluğu yakalayamayan insan doğayı katletmeye başlar. Besin zincirlerine müdahale edip kendine faydalı olanın yaşamasına diğerlerinin ölmesine hükmeder. Oysa var olan her şey bir amaca hizmet etmektir.”

Konfüçyüs yaşamak ve değişim hakkında şöyle söylüyor;

“Yaşamak kendi güvenli alanında sayılı günlerini geçirmek değil, akışa dahil olarak hayatın döngüsüyle birlikte hareket edebilme yetisidir.

Değişim konusunda sınırsız olduğunuz tek yer, kendinizle olan münasebetlerinizdir. Yüksek bir dağın eteğinde yıllarını geçiren insana dair bilgelik tanımı yoktur.

Bilgelik insanlarla temasta iken kendini tanıma erdemidir.

Yalnızlığını sevme, ilişkilerini yönetme ve mutluluğa dokunan tarafını keşfetme halidir”

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

GÖZ ÇUKURU

Sevgili okuyucularım, bu ayki bilge hikâyemiz ile beraberiz.

Genç Padişahın gözleri dışarıda esen buz gibi poyraza rağmen iri dalgaların arasında balık tutmaya çalışan genç balıkçıya takıldı. Aşağı yukarı aynı yaşlardaydılar. Genç padişah yıllar boyu sıcak odasında otururken, dışarıda balıkçının tabiatın çetin şartlarına rağmen azimle mücadele ederek oltası ile denizden ekmeğini çıkarışını seyrederdi. Balıkçıya için için gizli bir hürmet besliyordu.
Yıllar silinmez izler bırakarak hızla geçmişti. Artık ne kendisi ne de balıkçı genç değillerdi. Şimdi geriye çekilme, gölgede oturma vaktiydi. Padişah tahtını oğluna devretmeye karar verdi.

O esnada gözü dışarıya, eski sandalında halâ olta sallayan ihtiyar balıkçıya takıldı. Gözünden geçmiş yıllar bir film şeridi gibi geçti.

Duygulanmıştı. Vezirini çağırtarak, İlk tahta çıktığında görüp tanıdığı İhtiyar balıkçının da artık köşesine çekilip dinlenmesi gerektiğini, bunun için yarın bütün gün tuttuğu balıkların tartılarak kaç kilo geldiyse o kadar altının kendisine verilmesini emretti. Veziri balıkçıya durumu anlattı. Balıkçı çok sevinmişti. Ne de olsa yılların tecrübesi ile sanatını konuşturup, orta halli bir servetin sahibi olabilir, kalan günlerini de zahmetsizce sıcak odasında, geleceği düşünmeden geçirebilirdi.

O gece bütün takımlarını yeniledi ve itina ile hazırladı. En avcı oltaları hazırlayıp parlattı. Sabah gün doğmadan eski sandalına binip, açıldı. En bereketli bildiği yerine gelince dua edip oltasını yemleyip indirdi.

Beklemeye başladı. Ne de olsa balıkçılık sabır işiydi. Zaman geçiyor, güneş neredeyse tepeye çıkıyordu fakat tek bir balık bile vurmuyordu. Artık hava kararmaya başlamıştı. İhtiyar balıkçı dokunsalar hüngür hüngür ağlayacak durumdaydı. Bomboş livara bakarak kaderine lanet okuyordu. Hava artık iyice kararmış, gün bitiyor martılar çığlık çığlığa yuvalarına dönüyorlardı. Az sonra son kuşlar da süzülerek gittiler. İhtiyar balıkçı yavaş yavaş oltasını mantara sarmaya başladı. Bir iki kulaç kadar sardıktan sonra birden heyecanla irkildi. O an oltanın boş olmadığını anlamıştı. Heyecanla oltasını topladı. Oltanın ucunda ortası delik bir kemik vardı. Sadece ortası delik bir kemik. Balıkçı düşündü, bir de kemiğe baktı. Etse etse iki, bilemedin üç altın ederdi. Gözleri buğulandı. Sandalı bağlayıp rıhtıma çıktığında padişah ve saray erkânından bazı kişiler kendisini bekliyordu.

Gözlerini padişahın gözlerinden kaçırarak mahcup bir eda ile kemiği kantarcıya uzattı. Kantarcı bıyık altından gülerek küçümser bir ifade ile kemiği kantarın kefesine bırakırken, öbür kefeye de iki altın koydu. Kemiğin bulunduğu kefe yerinden bile oynamadı. İki altın daha koydu, kefede gene bir hareket yok. On altın, yirmi altın ,yüz altın ,bin altın, bir çuval altın, kefede halâ bir hareket yok. Padişah ve saray erkânı hayret içinde duruma bir izah, tatmin edici bir cevap bekliyorlardı. Fizik alimleri başta olmak üzere günlerce çok kişi geldi, kendilerince birtakım açıklamalarda bulundular ama padişahı tatmin edemiyorlardı.

Bir gün kalabalık arasından pejmürde kılıklı bir kişi çıktı. Durumu izah edeceğini söyleyerek kantara yaklaştı. Kantarcı bu densiz adamı tam kovacakken, durumu ilginç bulan padişah kantarcıya mâni oldu. Adamdan durumu açıklamasını istedi.

Adam yanda duran hamallara altın çuvalını indirmelerini söyleyerek yerden bir avuç toprak aldı ve boşalan kefeye koydu. Bir çuval altınla yerinden kıpırdamayan kemik, birdenbire havalandı. Pejmürde kılıklı adam padişaha dönerek bu kemik, haris ve aç gözlü birisinin elmacık kemiğidir. Görülen boşluk da göz boşluğudur.
Terazinin diğer kefesine bütün dünyayı koysanız bile bu göz doymaz, bunu ancak bir avuç toprak doyurur dedikten sonra uzaklaşıp gitti…

Gerçekten öyle aç gözlü insanın gözünü, bir avuç topraktan başka, hiç bir şey doyurmaz.

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com