KÖTÜ HİSSETTİĞİMİZDE SÖYLEYECEĞİMİZ OLUMLAMALAR

Bu ayki olumlama yazısına geldi sıra. Sevgili okuyucularım, ayda bir kere cuma günleri paylaştığım olumlamaları faydalı bulduğunuz inancıyla her ay farklı bir konuya yönelik olarak yazmaya devam ediyorum.

Bu ayki konumuz kötü bir gün geçirdiğimizde yapacağımız olumlama ile ilgili. Hayat hep aynı biçimde gitmez. Bazen olumsuzluklarla karşılaşırız, motivasyonumuz düşer, karamsarlığa kapılırız ve o anda kendimizi çaresiz hissederiz. Güçlü olmadığımızı düşünürüz ve negatif enerji içinde günümüzü geçiririz. Yalnızca kendimizle sınırlı kalmaz, başkalarına da bu negatif enerjiyi yaymış oluruz.

İşte böyle günlerde kendimizi iyi hissetmemizi sağlayacak olan ve https://www.bilgierdemdir.com web sayfasından alıntıladığım olumlamaları aşağıda paylaşıyorum.

Her zaman söylediğim gibi olumlamalar düzenli yapıldığı zaman bilinçaltımızda olan negatif düşünceler pozitif düşüncelere dönüşür. Bu pozitif düşünce günlük hayatımıza etki eder. İsteklerimizi daha rahat kendimize çekeriz. Bazılarınız “Bu on beş maddelik olumlamanın ne faydasını göreceğim,” diye düşünebilir. Fakat önce inanmalısınız. Çünkü inanmadan yapılan olumlamalar, daha önce de belirttiğim gibi sadece sözde kalır ve fayda göremezsiniz. Hemen eklemek isterim ki olumlamayı yaptınız, beş dakika sonra sonuç almayı da beklemeyin. Israrla söylediğim gibi burada dikkat etmeniz gereken iki temel nokta var. Birincisi olumlamaları yürekten inanarak yapmalısınız. İkincisi düzenli olarak yapmalısınız. Sevgili okuyucularım, her yaptığınız olumlamaya inanın ve sabah akşam yapın. Çünkü zaman ister emeğinizin karşılığını almak… Olumlamanız şimdiden şifa olsun.

1- Her şey yolunda ve iyi durumdayım.

2- Her şeyi akışına bırakıyorum ve beni en güzel yere doğru götürüyor.

3- Güçlü ve cesurum. İçimde her şeyin iyi olacağına dair güçlü inancım var.

4- Gülümsüyorum ve mutluyum. Ben harika bir insanım

5- Yaşadıklarım beni güçlendiriyor ve güzel bir hayata yönlendiriyor.

6- Ben negatifin içindeki pozitif güce inanıyorum.

7- Yaşadıklarım bana yeni ve güzel kapılar açıyor.

8- En azıyla en çok mutluluğa ulaşıyorum.

9- Yaşadıklarımı kabul ediyor ve affediyorum.

10- Ben içimdeki güce ve yaşamın dengesine inanan bir insanım.

11- Zihnim tamamen özgür ve bağımsız.

12- Huzurlu ve sağlıklıyım.

13- Kimsenin üzerimde negatif bir gücü yok.

14- Beni bugün üzen her şey şu anda pozitife dönüyor.

15- Ben enerji dolu ve güzel ruhlu bir insanım.

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

RUH BASKIYA GELMEZ

Zaman hızlı akıp gidiyor, nasıl geçtiğini anlamadan. Son anı yazımın üzerinden on beş gün geçmiş ve sevgili okuyucularımla yeni bir anı yazısında buluşma vakti gelmiş bile. Oysa daha dün yazmış gibiyim. Çocukluk anılarım da öyle, daha dün yaşanmış gibi. Bakalım dokuz yaşındaki o çocuk şimdi neler anlatacak? Yine sandığın başında ve anılardan bir tanesini çıkarıverip yazmaya başladı.

İlkbahar mevsimi gelmiş, kış geride kalmıştı. Bahar geldi mi her çocuk gibi ben de dışarıda daha çok oyun oynamak, evimizin yakınındaki çocuk parkına gidip salıncaklarda sallanmak, arkadaşlarla yakan top oynayıp ip atlamak için can atardım.

Bir de okulda hafta sonları düzenlenen okul piyeslerinde görev alırdım. Tabii o piyeslerde bana verilecek görevi heyecanla beklerken bir de rolümü başarılı şekilde oynayacak mıyım, diye tedirgin olurdum. Çünkü başarılı olamazsam komik duruma düşerim, bizi izlemeye gelen velilerin karşısında kendimi suçlu hissederim, diye düşünürdüm. Bu yüzden sahnelenecek piyeste görev verilince son derece disiplinli olarak çalışıyordum. Metni unutmamak için sürekli ezberliyor, anneme ve ablama ezberden okuyordum. Tabii bir de sahnede insanların karşısına çıkacağım için heyecanlanıyordum, sakin bir çocuk olmama rağmen topluluk önünde konuşmamı gerektiren böyle durumlarda ister istemez heyecanlanıyordum. Çünkü dediğim gibi başarılı olmak zorunda hissediyordum kendimi, bu da özellikle velimiz olan amcama karşı hissettiğim bir zorunluluktu. O her konuda çok başarılı olmamızı istiyordu. Hata yaptığımız da ya da derslerde biraz düşük not aldığımızda veya oyunlar oynuyorsak amcam derslerimizi çalışmadığımızı sanıyordu.

Hâlbuki bir çocuğun belli bir kapasitesi vardır, herkes aynı derece başarılı olacak diye bir şey yoktur. Çünkü her çocuk kendi yetenek ve ilgi alanına göre farklı dallarda başarılı olur, kimi sporda kimi resimde kimi müzikte kimi derslerde vb. Her şeyde başarılı olacak diye bir kural yoktur. Eğer çocuk bu şekilde şartlandırılırsa ister istemez baskı hisseder, sevmediği bir alanda başarılı olmak için kendini zorlar, bu sefer de daha çok hata yaparak başarısız olur. Ailelerin bu konuda hiçbir çocuğa baskı yapmaması gerekiyor.

Benim o yıllardaki durumuma geri dönersek, piyes sahnesinde yer almaktan tabii ki mutlu oluyordum fakat başarılı olmak baskısı bilincimi ister istemez hata yapmamaya itiyordu. Neticede hafta sonu düzenlenen piyeslerde üstlendiğim rolü gayret düzgün şekilde oynamıştım. Piyeslere evde tek başıma hazırlanıyordum çünkü arkadaşlarım olmasına rağmen tek başıma da oyun oynamayı seviyordum. Yanımda kimse olmayınca aramazdım, hâlâ da öyleyim, yalnız kalmamak için bir arayış içinde olmam, kendi kendime yetinmeyi bilirim. Ayrıca bir başka insanın, kim olursa olsun, beni yönetmesine ve ruhuma baskı yapmasına gelemem. Çocuklukta amcamın yönetmesi gibi… Söyleyip yol göstermesi başka ama kişinin ruhuna baskı yapması başka.

Bu arada benim bir de halam var, daha önceki anılarımda bahsetmiştim halamdan. O Almanya’da yaşıyordu. Kuzenlerimin okulu tatil olunca gelirlerdi ve geldiklerinde bizde kalırlardı. Halam bize burada olmayan yiyecek ve giyecekler getirirdi. Biz o hediyeleri görünce o kadar mutlu oluyordu ki. İçeriği ne olursa olsun hediyeler çocuklar için bambaşka bir sevinç ve mutluluk kaynağıdır. Hele bir de çok istediği ama yaşadığı yerde bulunmayan bir şeyse o hediye, hem onu getiren hem de getirdiği bir başka değerli oluyor. Halam da bize çikolata, şokola, muz ve tüylü kar botları getiriyordu. Sabahları şokolayı ekmeğe sürmek için sabırsızlanıyorduk. Kar botlarımızı düzgün şekilde kullanıyorduk. Çünkü hem halamın hem de getirdiği hediyelerin kıymetini biliyorduk. Kıymet bilmek aslında gene çocukluk döneminde başlıyor. Babam ve annem bize, kim ne hediye verirse versin önce teşekkür etmeyi ve sonra onları güzel kullanmamızı ayrıca da kıymet bilmeyi öğrettiler.

İnsan çocuklukta istediği her şeyi elde ettiği zaman değer bilmeyi öğrenemiyor. “Nasıl olsa istediğim her şeyi ailem alıyor, önüme getiriyor,” diyor çoğu çocuk. Böyle yetişen bir çocuk da büyünce istediği olmadığı zaman mutsuz oluyor, başkasının maddi ve manevi olarak yaptıklarının da değerini bilmiyor. Böyle insanlara ne hediye alırsanız alın mutlu edemezsiniz. O yüzden aslında burada denge kurmak çok önemli, çocuğa ne hep istediğini almak ne de onu mağdur durumda bırakmak gerekiyor.

Diğer yandan bazı aileler, çocuklarının maddi ve manevi ihtiyaçlarını karşılamakta güçlük çekebilir. Bu çocuklar için diğer imkânı elverişli insanların bir şeyler yapması gerekiyor diye düşünürüm. Çünkü hayatta en güzel şeylerden bir tanesi çocuk sevindirmektir. O çocukları sevindirmek, onların mutluluğunu görmek, onların gözlerinde sevinci görmek muhteşem bir şeydir. Çocukken yaşananlar hep hatırlanır, çocukları sevindirelim, mutlu edelim.

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

DÜŞÜNCE GÜCÜYLE TEDAVİ

Bu ayki kitap önerim, insanların düşünce gücü ile neler yapabileceğine dair olacak. Birçok hastalığın sebebinin psikolojik olduğunu anlatan, belki birçoğunuzun okuduğu veya kitabı bildiği hâlde okumaya fırsat bulamadığı Louise Lay’in “Düşünce Gücüyle Tedavi” adlı kitabından söz edeceğim size. Kitapta, düşüncelerin hayatı nasıl etkilediği, olumsuz düşüncelerin nasıl hastalanmaya yol açtığı ayrıntılı olarak ele alınmış.

Aslında insan olumlu düşünce yapısına sahipse başaramayacağı hiçbir şey yoktur. Tabii ki olumlu düşünce yapısının altında sevgi yatıyor. Her şeyden önce kendimizi sevmemiz ve hayata da sevgi ile bakmamız, meselelere sevgi ile yaklaşmamız çok şeyi değiştirebilir, yeter ki buna yürekten inanalım.

Yaşadığımız olumsuzluklar karşısında genellikle başkalarını suçlar, kader, şans deyip kendi dışımızda sebep ararız. Oysa ilk yapmamız gereken kendi düşüncelerimize bakmaktır. Nasıl bir düşünce biçimimiz var, bu düşüncelerin altında neler yatıyor ve düşünce şeklimiz nelere neden oluyor çok iyi bilmek gerekiyor. Bu tespitleri yaptıktan sonra olumsuz düşünce yapımız varsa bunu dönüştürmek için kendi üzerimizde nasıl bir çalışma yapabileceğimizi öğrenmeliyiz. Olumsuz düşüncelere sahip insan hayal bile kuramazken, hayal kuran insanları da engeller. Hayaller umudun, hayata bağlılığın işaretidir. Hayaliniz yoksa umudunuz ve hayata dair iyi beklentileriniz de yoktur ve bu durum sizi gerçekten hasta edebilir.

İşte Lay’in “Düşünce Gücüyle Tedavi” adlı kitabı tam da bunu, birçok hastalığın temelinde olumsuz düşüncelerin yattığını, hangi hastalık için hangi olumlu öneriyi düşüncelerinizin besini olarak kullanacağınızı söylüyor. Çok faydalı olacağına inandığım bu kitabın birkaç satırı ile sizi baş başa bırakıyorum. Şifa olsun.

Değişmeye Karar Vermek

Bu noktada çoğu insan şöyle tepki gösterir: Yaşamlarındaki bir dolu sorun karşısında, kollarını çaresizlik içinde açarlar. Bazıları da hayata ya da kendilerine kızarlar ve vazgeçerler.

Vazgeçmekten kastettiğim şöyle bir karar vermektir. ” Her şey çok umutsuz. Değişim yapmak imkansız. Öyleyse niye uğraşayım?” Devamı da şöyle gelir: Sadece olduğun gibi kal. Nasılsa acıyla nasıl baş edebileceğini biliyorsun. Hoşlanmıyorsun ama bildiğin bir şey ve daha da kötüleşmemesi için dua et.”

Bana göre, sürekli kızgınlık, ahmaklık şapkasını kafaya geçirip bir köşede oturmaya benziyor. Bu, size tanıdık gelmiyor mu? Bir şey oluyor ve kızıyorsunuz. Başka bir şey oluyor, yine kızıyorsunuz. Başka bir şey daha oluyor, yine kızıyorsunuz. Bir başka şey daha oluyor ve yine kızgınsınız. Ama kızgınlığın ötesine bir türlü geçemiyorsunuz.

Bu, size ne yarar sağlıyor? Sadece kızgın olmak için zamanınızı harcamak, aptalca bir tepki. Aynı zamanda hayatı yeni ve farklı bir şekilde görmeyi reddediş oluyor.

Kendinize sizi kızdıran böylesine çok durumu nasıl olup da yarattığınızı sormak çok daha yararlı olacaktır.

Tüm bu öfkenize nelerin yol açtığına inanıyorsunuz?

Başkalarında sizi sinirlendirme isteğini uyandıracak ne yapıyorsunuz? Neden istediğinizi elde etmek için kızgın olmaya gereksinim duyduğunuza inanıyorsunuz?

Ne verirseniz, onu alırsınız. Ne kadar çok kızgın tepkiler verirseniz, sizi kızdıracak o kadar daha çok kolay yaratıyorsunuz demektir. Ahmaklık şapkasını giyip bir köşede oturarak yerinde saymak gibi. 

Bu satırlar sizi kızdırıyor mu? İyi! On ikiden vuruyoruz öyleyse. Bu, sizin değiştirmeye istekli olabileceğiniz şeydir.

Gerçekten ne kadar inatçı olduğunuzu bilmek istiyorsanız, değişmeye hazır olup olmadığınızı düşünün. Hepimiz hayatımızın değişmesini, daha kolay ve iyiye doğru gitmesini istiyoruz, ama yeter ki biz değişmek zorunda olmayalım. Onların değişmesini tercih ederiz. Bunun olması için, biz içimizde değişmeliyiz. Düşünme biçimimizi, konuşma biçimimizi, kendimizi ifade etme biçimimizi değiştirmeliyiz. Tüm bunlardan sonra ancak dış dünyamızdaki değişimler oluşacaktır.

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

İYİLİĞİN GİZLİLİĞİ NE KADAR?

Yaşam döngüsü içinde bütün canlılar birbirlerinin yardımına ihtiyaç duyarlar. Bu zincirleme olarak devam eder. Günün birinde herkesin, birisinin kişisel iyiliğine veya toplumsal bir desteğe ihtiyacı olabilir. Hep duyarız, okuruz, “Dünyayı iyilik kurtaracak!” diye.

 Peki, iyilik deyince ne anlıyoruz? Dünyada yaşayan bütün canlılara, ihtiyaçlarını veya sorunlarını gidermeleri için karşılıksız yardım etmektir iyilik. İyilikte ırk, din, dil, sınıf ayrımı olmaz. Karşılık beklemeden iyilik yapmak insani bir davranıştır. Şimdi bazılarınız şunu diyecek: “Karşılık beklemeden o kadar çok iyilik yapıyorum ama çok suiistimal ediliyor, acaba yanlış kişilere mi iyilik yaptım ya da yapıyorum?” Bu konuyla ilgili yazımı zamanı gelince yazacağımı belirterek kaldığım yerden devam edeyim.

İki yıl önce internette bir konuyu araştırırken karşıma çok güzel bir söz çıktı, böyle sözleri bir kenara yazar zamanı gelince kullanırım, “İyiliğinize inanılmasını istiyorsanız ondan hiç söz etmeyin.” Evet, iyilik anlatılmaya başlayınca artık iyilik olmaktan çıkar ve kendini anlatmaya dönüşür, bir yandan da karşılık bekleme amacı içerir.

Meseleyi yukarıda bahsettiğim gibi toplumsal ve bireysel iyilikler olarak ele almak daha açıklayıcı olacak. Çünkü yapılan iyiliğin duyurulması açısından ikisi arasında çok ince bir çizgi var. Toplumsal iyilikleri sözlü, yazılı ya da görsel olarak çevremize anlatmak, her türlü iletişim kanalıyla duyurmak çok doğaldır. Çünkü burada amaç diğer insanlara örnek olmak ve iyiliği genişletmek, büyütmektir. Bir kar topu gibi düşünün, çoğalması için birlikte çabalamak gerekir. Genellikle sivil toplum kuruluşları veya kendi çabamızla kurduğumuz sosyal yardım toplulukları aracılığıyla yapılan yardımların büyüklüğü toplumdan destek alınmasına bağlıdır. Örneğin bir ülkenin halkına yiyecek, bir okuldaki öğrencilere kitap, kıyafet, hastanede yatan hastalara ilaç veya hastaneye bir cihaz alınması söz konusu olduğunda yapılan iyiliği duyurmak bir gereklilik hâlini alır. Bunu yapmanın hiçbir sakıncası yoktur. Aksine doğru ve sorumlu bir davranış biçimidir.

Bir de bireysel olarak yapılan iyilikler var. Bu tür iyilikleri sosyal medyada çarşaf çarşaf duyurmak şimdilerde moda oldu. Bana göre bu, iyiliğin amacının dışına çıkmaktır, gösteriş sevdasıdır. Oysa yapılan iyiliğin, yapana ün ve sevap kazandırması gibi çıkara dayalı bir amaç yerine iyilik görenin mutluluğunu hedeflemesi gerekir. Çünkü iyi bir insan olmanın yolu iyilik yapmaktır ki o da kimseye haber vermeden, duyurulmadan olur. Eskilerin söylediği bir söz vardır, sağ elin verdiği sol el bilmez, diye. Düşünün kendi sol eliniz bile bilmeyecek, nerede kaldı başka biri… Dolayısıyla doğru davranış biçimi, yapılan iyilik ve yardımların sadece Allah ile kul arasında kalmasıdır. Böylece iyiliğin amacını sadece onu yapanın kendisi ve Allah bilir.

Yalnız bir ince çizgiye daha dikkatinizi çekmek isterim. Örneğin birisinin maddi ve manevi yönden bir ihtiyacı var fakat sizin şartlarınız o ihtiyacı karşılamaya yeterli değil. Bu durumda gücü yeten kişilere anlatıp onların destek olmasını sağlayabilirsiniz. Yine benzer şekilde maddi ihtiyaç sahibi birine manevi katkınız olabilir; fikir vererek, yol göstererek gerekli kaynağa ulaşmasını sağlayabilirsiniz. Bu da bir iyilik biçimidir. Maddi veya manevi fark etmeksizin eğer hiçbir beklentiniz olmadan temiz bir kalp ve iyi niyetle iyilik yapmak amacı ile yola çıkmışsanız ihtiyaç sahiplerini Allah karşınıza çıkarıyor.

Yaptığınız iyiliğin büyüklüğü veya küçüklüğü de önemli değildir. Herkes kendi şartlarına göre iyilik yapabilir. Bugün evinizde çorba yapıp aç olan bir insana verirsiniz, yarın derdi olan bir insanı dinleyip ona yol gösterirsiniz, öbür gün bir kimsesiniz gönlünü alır şefkatinizle yüzünü güldürürsünüz, bir başka gün yaralı bir kediyi iyileştirir, kurumaya yüz tutmuş bir çiçeğe su verir canlandırırsınız. Yeter ki niyetiniz iyi olsun, yürekten gelsin.

Bir arkadaşım, iyilik yapmanın insanın kendi mutluluğu için de gerekli olduğunu söylemişti. Ben bu düşünceye hiç katılmam. Çünkü iyiliğinin karşısında dua almayı veya günün birinde kendisine gerekli olacağını düşünen kişinin niyetinin saflığından söz etmek mümkün değildir. Orada yalnızca ego ve menfaat vardır.

Şahit olduğum bir olayı sizinle paylaşmak istiyorum. Bir gün bir kafede otururken, yan masadaki iki kişinin konuşmalarına istemeden kulak misafiri oldum. Bir köy okulundan bahsediyorlardı. Çocukların tablete ihtiyaçları varmış. İkisinden biri, iyilik yapmış ve çocuklara tablet göndermiş. Diğeri arkadaşına diyor ki “Tablet göndermişsin fakat inşallah senin değerini bilirler.” Burada önemli olan çocukların eğitimi için gerekli ihtiyacın giderilip giderilmediğidir. Değerbilirlik veya teşekkür beklemek değildir. Hatta kimin gönderdiği de değildir. Sanırım yardımı yapan da böyle düşünüyor ki göndermiş tableti.

Yaptığınız iyilikleri kimseye kanıtlamaya ihtiyacınız yok. Ne yaptığınız ve ne niyetle yaptığınız sizin ile Allah arasındadır. Kimsenin bilmesine gerek yok. Ne kimsenin iyiliklerini sorgulayın ne de kimsenin sizin yaptıklarınızı sorgulamasına, yargılamasına izin verin. Herkesin söylediği gibi dünyada iyiliklerin çoğalması dileğiyle…

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

AFFEDEREK ÖZGÜRLEŞMEK

Yeni senenin ilk bilge hikâyesi ile baş başayız. Hikâyeye geçmeden önce kendi düşüncelerimi yazmak istedim.

Hayatımız boyunca en çok zorlandığımız konular arasında önce kendimizi, sonra da bize karşı yapılan haksızlıkları affetmek yer alır. Affetmemek kadar insanın üzerine tonlarca yük yükleyen başka şey yoktur sanırım.

Çoğu insanın çelişkiye düştüğü tek konu haksızlığa uğradığı zaman zarar gördüğü kişiyi nasıl affedeceğidir? Affettiğinde o kişinin hayatının çok güzel olacağını, yanına kâr kalacağını, ona iyilik yapmış olacağını düşünür. Hâlbuki affetmek insanın kendisine yaptığı en büyük iyiliktir. Eğer sizi üzen, haksızlık yapan kişiden söz edildiğinde hiçbir tepki göstermiyorsanız ya da kendinizle baş başayken ne aklınıza ne kalbinize geliyorsa, sanki o insan hayatınıza hiç girmemiş, onu hiç tanımamış gibi davranıyorsanız o zaman affetmiş oluyorsunuz.

Affetmek de öyle sözle, affettim demekle olmuyor, yürekten bağışlamanız gerekiyor. Çünkü o kişinin nasıl yaşayacağı, nelerle karşılaşacağı sizin affetmenize bağlı değildir. Onun için de kimsenin yükünü taşımayın. Sadece alacağınız dersi alın ve sonra o kişiyi sevgi ile yoluna bırakın. Zaten o kişi iyi ya da kötü ne yapmışsa hayat önüne onu çıkaracaktır.

Affetmemek kin beslemektir, nefret etmektir, intikam almaktır. Bunlar da negatif duygular olup insanın kendini hasta etmesine neden olur. İçinde bu duyguları taşıyan kişi ne sevgiyi ne de ışığı seçebilir. Birçoğunuz diyeceksiniz ki öyle söylemekle olmuyor. Tabii ki olmuyor, herkes kendi yaşadığı haksızlıkları bilir. Şu bir gerçek ki bu negatif duygularla kendinize zarar veriyorsunuz. Belki birazdan okuyacağınız hikâye sizin için bir dönüm noktası olur ve affetmeye başlarsınız. Ruhunuzu özgür hissedersiniz.

Sevgili okuyucularım, sizleri aşağıdaki hikâye ile baş başa bırakıyorum.

Affetmenin Hafifliği

Bir lise öğretmeni derste öğrencilerine şöyle der:

“Yarın hepiniz birer plastik torba ve beşer kilo patates getireceksiniz!”

Ertesi sabah hepsinin sıralarının üzerinde patatesler ve torbalar hazırdır.

Öğretmen:

“Şimdi, bugüne kadar affetmeyi reddettiğiniz her kişi için bir patates alın, o kişinin adını o patatesin üzerine yazıp torbanın içine koyun!”

Bazı öğrenciler torbalarına üçer beşer tane patates koyarken, bazılarını torbası neredeyse ağzına kadar dolmuştur.

Öğretmen:

“Bir hafta boyunca nereye giderseniz gidin, bu torbaları yanınızda taşıyacaksınız. Yattığınız yatakta, bindiğiniz otobüste, okulda hep yanınızda olacaklar.”

Aradan bir hafta geçer. Öğretmen sınıfa girer girmez öğrenciler şikâyete başlarlar:

“Hocam, bu ağır torbayı her yere taşımak çok zor. Hocam, patatesler kokmaya başladı. İnsanlar tuhaf bakıyorlar, hem sıkıldık hem yorulduk…”Öğretmen:

“Görüyorsunuz ki affetmeyerek asıl kendimizi cezalandırıyoruz. Kendimizi, ruhumuzda ağır yükler taşımaya mahkûm ediyoruz. Affetmeyi karşımızdakine bir iyilik olarak düşünüyoruz. Aslında affetmek en başta kendimize yaptığımız bir iyiliktir.”

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

İÇİNİZDEKİ ÇOCUK MUTLUYSA HAYAT YOLUNDADIR

Hayat akıp giderken yüreğimizde, aklımızda tortular, izler bırakıyor, biriktiriyor ve hepsi iyi ya da kötü, birer anıya dönüşüyor. Yaşanmışlıklar arttıkça geriye dönüp bakmalarımız da daha sıklaşıyor. Bir koku, bir ses, bir isim, bir şarkı, bir eşya hatta bazen bir dokunuş yıllar öncesine götürüyor bizi. İçimizden duygular taşıyor ve biz kimi zaman onu kendimize saklamayı tercih ediyoruz kimi zaman da eşimizle dostumuzla paylaşmak istiyoruz.

Ben de çocukluğumdan bugüne yaşadığım iyi ve kötü anıları web sayfamda yazmaya karar verdim. Geçen yıldan beri de bu kararıma sadık kalmaya çalışıyorum. Çünkü bazen söylemek istediklerimizi söyleyemeyiz, bunun için ya şartlar elverişli olmaz ya da fırsat bulamayız. En güzeli insanın bütün duygularını ve düşüncelerini yazıya dökmesidir. Nasıl yazarım, diye de düşünmemek gerek. İnsan, kalemi eline bir kez aldı mı yazacak o kadar çok şey buluyor ki bu defa da hangisini yazsam, diyor.

İlkokul üçüncü sınıftaki anılarımı anlatmaya kaldığım yerden devam edeyim. O, dokuz yaşındaki çocuk, çoktan sandığın başına geçti bile. Elinde sıkıca tutuğu anahtarla sandığın kapağını bir an önce açmak için sabırsızlanıyor. Bakalım bugün neler çıkaracak içinden?

Mevsim yavaş yavaş kıştan ilkbahara doğru yol alıyordu fakat kar yerden kalkmamıştı. O karlı havalarda en büyük keyfimiz bahçemize koşup kardan adam yapmaktı. Kardeşim, ağabeyim ve ben, mahalledeki ve apartmandaki arkadaşlarımızla, bahçede karların üzerinde yuvarlanır hatta birbirimizi karın içine gömer, kartopu oynardık. O kadar mutlu olurduk ki soğuğu, zamanın nasıl geçtiğini fark etmezdik. Ta ki annem pencereden seslenip, “Haydi, akşam oldu, çok soğuk, hasta olacaksınız, yeter,” diye eve çağırıncaya kadar. Yine de şartları zorlar, oynamaya devam ederdik. Ancak babam işten döndüğünde yukarı çıkardık. Bu bizim için beraber sofraya oturup yemek yeme zamanı demekti. Çünkü babamın birinci prensibi yemek yerken bütün ailenin sofrada olması gerektiğiydi. O sofraya birlikte oturulup birlikte kalkılacaktır. İyi ki de öyleymiş… Aynı masa etrafında ailece yenilen yemeklerin lezzeti hiçbir şeyde yoktur.

Biz yine oyunlara dönelim. Bazen çok yağmur yağdığında ve çok soğuk olduğunda dışarıya çıkıp oynayamazdık. O zaman da evin içinde oynardık. Ben dokuz, kardeşim sekiz yaşında olmamıza rağmen bizi oyunlardan kimse vazgeçiremiyordu. Ağabeyim de bize top ile ya da bilgi oyunlarında katılıyordu. En çok da neyi seviyordum biliyor musunuz? Tabii ki spor. Hele de top ile yapılan bütün sporları. Daha üç dört yaşımdayken ağabeyimin arkadaşları ile yaptığı futbol maçında kalede durduğumu anımsarım, ayrıca kardeşimle sürekli maç yapardık ve bunlar dokuz yaşımda da aynen devam ediyordu. O zamanlar bir banka top şeklinde kumbara veriyordu. Okul dönüşü bankadan o kumbaraları alıp eve getirmiştik. Soğuktan dışarı çıkamadığımızda o kumbarayla maç yapardık ağabeyim ve kardeşimle.  

Annem evde maç yapmamızdan hiç hoşlanmazdı çünkü yanımızdaki ve alt kattaki komşuları rahatsız ettiğimizi düşünürdü. Bu yüzden evde olmadığı zamanlarda gürültü yapmayalım diye topları saklardı. Bir defasında gürültü yapmadan oynayacağımıza söz vererek topumuzu istedim annemden. Annem, hayır cevabını verdi. Daha o yaşlarda bile, bir kez hayır cevabı aldım mı bir daha üstelemezdim ama çözüm bulmaktan da hiç vazgeçmezdim. Annem yokken nasıl top oynayacağımız konusunda da bir çözüm ürettim. Ağabeyime ve kardeşime, “Merak etmeyin bize gene top ile oynayacağız,” dedim. İnanamadılar ve “Nasıl olacakmış o?” dediler. Ben de “Annemin kullanmadığı temizlik bezleri ve dikişte kullandığı kumaşlardan artan parçalarla top yapacağım. Üstünü iple bağlayacağım ve oynayacağız. Ses de çıkarmaz. Sadece biraz ev tozlu olursa annem o zaman anlayabilir,” dedim. Topu saklayacağımız yeri de gösterdim. Kabul ettiler. Çünkü paramızla dışarıdan top alıp saklasak bile annem gene anlayacak. Ben aynen söylediğim gibi kumaşlarla ve temizlik bezleriyle top yaptım. Annem gezmeye gidince bezden topumuzu çıkarıp salonda maç yapıyorduk. Salonumuz çok büyüktü, maç yapmak için çok uygundu. Annem gelmeden yerin tozunu da alıyordum. Bir de pazar günleri sabah yatakta birbirimize top atıyorduk. Ablamın odası ayrı olduğu için bizim böyle bir oyun oynadığımızdan onun da haberi yoktu. Tabii bazen hem güldüğümüz hem de topu birbirimize atıp yakalayamadığımızda gürültü de oluyordu. Annem veya babam odamıza gelince hemen yatağın altına koyuyordum topu ve gürültünün nedenini sorduklarında da “Aramızda şakalar yapıyoruz,” diyorduk. Bir de televizyonda çok komik skeçler ve diziler oluyordu, ağabeyimin onları anlattığını söylüyorduk anneme ve babama. 

Bu tabii ki böyle devam edince bir gün annem anladı. O gün annem gezmeye gitmişti, ablam da üniversiteye gittiği için o saatlerde evde olmuyordu. Yine maç yaptık. Annem döndüğünde odayı tozlu hâlde gördü. Çünkü oyuna öyle dalmıştık ki odayı temizlemeye vakit kalmamıştı, üstelik kardeşim de ter içindeydi. Annem kardeşime, “Siz top mu oynuyorsunuz?” diye sordu. Babam bize çocukluğumuzdan beri “Ne olursa olsun hep dürüst olacaksınız, hiç yalan söylemeyeceksiniz,” diye nasihat ederdi. O yüzden kardeşim gerçekleri olduğu gibi anlattı ve topları sakladığım yeri gösterdi. Annem topları aldı ve “Bundan sonra top oynayacaksanız dışarıya gideceksiniz. Hava soğuk da olsa kimseyi rahatsız etmeyeceksiniz” dedi. Biz tabii ki kabul ettik.

Hayatım boyunca istediğim bir şey olmadığında tekrar nasıl isterim, demek yerine ben bunu nasıl elde ederim, diye kendi yaratıcılığımla sonuca ulaşmaya çalıştım. Bir kere hayır yanıtı aldığımda ikinci kez kendim için bir şey istemedim, çözüme odaklandım. Hedefim top ile oynamak ve mutlu olmaktı, bu yüzden annemin yasaklaması beni mutsuz etmemişti, elimdekilerle yetinmeyi tercih etmiş, kendimce bulduğum çözümle karamsarlık yerine mutluluğu seçmiştim. Daha o yaşımda küsmek yerine kendimi bir şekilde mutlu etmeye çalışıyordum. Ağabeyim ve kardeşime kalsa “Tamam,” diyeceklerdi, “Topumuz yok oynamayalım ya da hava güzel olunca dışarıda oynarız.” Onlar kabullenmeyi seçiyordu bense çözüm üretmeyi.

Okul dönüşünde kırtasiye dükkânına gittiğimizde annem istediğim bebekleri almazdı ama ben gene sesimi çıkarmaz, mutsuz olmazdım. Evde topu yaptığım gibi annemin bize kıyafet diktiği kumaşlardan veya kazak, hırka ve yelek ördüğü iplerden artanlarla bezden bebekler yapar, onlarla oynayıp mutlu olurdum. Babamın ve annemin bana alacak bebek parası tabii ki vardı ama onlar bir tane bebeği yeterli görüyor, fazlasına ne gerek var, diyorlardı. Fakat bu beni mutsuz etmiyordu ben elimdekilerle yaratıcılığımı kullanıp bebekler yapıyordum. Bebeklerimi apartmandaki arkadaşlarım geldiğinde onlarla paylaşıyordum, birlikte oynuyorduk. Hâlâ da bebekleri çok severim. İnsan hangi yaşında olursa olsun sevdiği bazı şeylerden vazgeçemez. Benim de çocukluğumdan beri vazgeçemediğim bir bebek sevgim vardır.

Çocukluk zamanında her çocuğun kendini içinde mutlak bir yaratıcılığı vardır. Bu yaratıcılığı kullanabilmesi için aileler çocuklarını iyi tanımalı ve yaratıcılığını öne çıkarmalıdır. Aileler çocuklarına istediklerini her zaman vermenin mümkün olamayacağını ama kendilerini başka şekilde mutlu etmeleri gerektiğini de öğretmelidir. Sürekli sorun yaratan, negatif duygular taşıyan, kendine ve etrafına huzursuzluk veren çocuklar büyüdüklerinde kendileri gibi etraflarındaki insanları da mutsuz ederler. Negatif enerjiye sahip bir insan mutlu olmayı hiçbir zaman bilmez. Çocuk önce ne istediğini bilmelidir. Aile de çocuğu istediği hedeften uzaklaştırmamalıdır. Aileler kendileri hoşlanmıyor diye çocukların yapmak istediklerine engel olmamalıdır. Anne babalar, çocuğun istediği oyuncağı gereksiz bulabilirler ama hemen hayır demek yerine neden alamayacaklarını gerekçesiyle açıklamalıdırlar.

Her çocuk kendi içinde o mutluluğu bulamayabilir ya da başka şekilde mutlu olmanın yolunu bilmiyor olabilir. Çözüme gitmeyip kendisi için yapılmayan şeyler nedeniyle huzursuzluk çıkarıp aileye karşı aksi, hırçın olabilir. Bu durumda yapılacak en doğru şey ceza vermek ya da kızmak yerine sevgi ile konuşmaktır. Bir büyük ile nasıl konuşuluyorsa çocuklarla iletişim de her zaman o şekilde kurulmalıdır ve bu iletişimin de devamlılığı sağlanmalıdır.

Çocuk küçüklüğünde mutlu ise büyüdüğü zaman da mutlu olarak hayatını sürdürür. İnsanın iç mutluluğu çocukluğuna dayanır.

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

BİLGELİĞE AÇILAN KAPI: TAÇ ÇAKRA

Çakra konusuna bu ay da devam ediyoruz. Sıra geldi vücudumuzda bulunan yedinci çakramız olan taç çakrasını (tepe) anlatmaya. Bu çakra hakkında kendi deneyimlerimin yanı sıra www.tutsucesitleri.com’dan alıntıladığım bilgileri sizlerle paylaşıyorum.

Vücudumuzda bulunan her çakra önemlidir çünkü onlar bizim enerji akışımızı dengeler. Taç çakrası bilincimizin en duru ve en saf hâlde olmasını sağlar. Bizi yüksek farkındalık ve yüksek bilinç seviyesine taşır. Bu çakra ne kadar açık olursa o kadar ruhsal olarak bağlantı ve bilgeliğe ulaşılır. Büyük resmi görüp kendimizi huzurlu hissederiz. İnsan, ilahi sevgi içinde olup kendi ile barışık yaşar. Ben olmaktan çıkıp birliğe yani kolektif bilince ulaşır. Egosal davranışlarda bulunmaktan vazgeçer.

Taç çakranız açıksa ruhunuzu özgür hissedersiniz. Dünyevi hırslardan uzaklaşırsınız. Neşe, coşku içinde yaşar ve içsel rehberliğinizi dinlersiniz. Bu çarka sağlıklı işliyorsa zihin susmuş olur. Zihin susunca mantık devre dışı kalır ve hayatınızla ilgili kararları sadece kendi içsel rehberliğinizle, ilahi rehberlik ile alırsınız.

Tepe çakrası sizin teslimiyeti bulmanızı sağlar. İlham verici bir çakra olup inançlar bu çakra altında gelir. Gördüğünüz rüyalar, sezgilerinizin gücü ve vizyonunuz taç çakranın etkisiyle ortaya çıkar.

Aşağıdaki satırlarda www.tutsucesitleri.com’dan alıntıladığım tepe çakrası ile ilgili detaylı bilgileri hiçbir değişiklik yapmadan sizinle paylaşıyorum. Şifa olsun.

Taç Çakra Nedir?

En önemli enerji merkezlerinden bir tanesi olan taç çakra, ruhu ifade eder. Daha çok ruhsal olgunluk ya da yüksek benlik faktörleriyle ilişkilendirilir. Ruhsal açıdan bunalım yaşıyor ya da kendinizi çıkmazda hissediyorsanız eğer mutlaka ana odaklanmanız ve meditasyon yapmanız gerekir.

Taç çakranız dengeli çalıştığında, hayatın amacını bulmanıza ve keyifli bir yaşam sürmenize destek verilir.

Aynı zamanda hayattan beklentilerinizi net olarak belirlemenize de katkı sağlar.

Yüksek benliğin ruhumuzda iletişim kurduğu noktalarda enerji akışı tam olarak sağlanır.

Taç Çakra Rengi Var Mı?

Diğer enerji merkezlerinde ya da noktalarında olduğu gibi taç çakranın da rengi mor olarak ifade edilir. Altın sarısı ya da beyaz olduğunu söyleyen uzmanların sayısı da fazladır. Menekşe rengi olması nedeniyle son derece dikkat çekici enerjilerden birine sahip olduğu söylenir.

Kafanızın tepesinde mor bir ışık hayal edin: Taç çakrayı anlamak ve enerji akışı sağlayabilmek adına kafanızın tepesinde mor bir ışık hayal etmeniz faydalı olacaktır. Sorun yaşadığınızda baştan aşağı olarak tüm enerjinizi temizlemeniz, daha hızlı akışa geçebilmesi açısından faydalıdır.

Taç Çakra Belirsizlikleri Nelerdir?

Taç çakranızda belirsizlikler yaşanması durumunda ruhsal bazı sorunlar yaşama riskiniz vardır. Çakra bozulduğunda ya da enerji akışı kırıldığında maneviyata olan hassasiyet azalır.

Ruhsal anlamda sorunlar yaşamanıza ve içsel olarak kendinizi yorgun hissetmenize neden olur.

Belirtilen çakra az çalıştığında maddiyata düşkünlükte artmaya başlar.

Dünyevi işlere olan düşkünlük artar ve iç huzuru bozulur.

Katı ve eleştirilemez inançlarınız yüzünden bir çıkmaza sürüklenebilirsiniz.

Bağlı olduğunuz gerçeklikten sıyrılarak farklı bir ruh haline bürünmenize neden olur.

Taç Çakramız Nerede Yer Alır?

En önemli enerji merkezlerinden bir tanesi olan taç çakra, tam kafamızın üstünde yer alır. Beyin bıngıldağımızın olduğu noktada konumlanmış durumdadır. Mor renkli olmasının yanı sıra aynı zamanda bir hare olarak da nitelendirilir.

Vücudumuzun farklı yerlerine göre taç çakra önemli bir konumdadır.

Enerji için önemli bir konumda olduğundan dolayı belirli aralıklarla meditasyon yapmak önemlidir.

Kafamızın üst noktasında yer alan çakramız, tüm vücudumuzun ve enerjimizin yönetilmesine yardımcı olur.

Taç Çakra Bozukluğu Hangi Hastalıklara Sebep Olur?

Taç çakra bozukluğu ya da dengesizliği olması durumunda sinir sistemi rahatsızlıkları ortaya çıkar. En belirginleri arasında ise anksiyete, şizofreni, ruhsal bunalım gibi problemler gösterilir.

Vücut enerjisi bozulduğunda benlik kaybolur ve tüm inançlarınız sorgulanır.

Önemli enerji noktalarından biri olduğundan dolayı kontrol edilmemesi halinde sinir rahatsızlıkları artış gösterir.

Bu gibi durumlarda her zaman kendinizi dinlemeniz ya da ruhsal anlamda rahat edebileceğiniz ortamlarda bulunmanız faydalıdır.

Böylelikle kısa sürede kendinizi toparlamanıza ve daha mutlu olmanıza zemin hazırlanır.

Taç Çakra Zekayı Nasıl Etkiler?

Vücudun tamamında hakimiyet kurduğu gibi aynı zamanda zekâ üzerinde de etkilidir. Yaşam içerisinde kullandığımız zekayla ilişkisi olan taç çakra, analitik düşünme yeteneğimizin gelişmesine katkı sağlar.

Sayısal anlamda kendinizi geliştirmek istiyorsanız eğer, çakranızı kullanmanız faydalı olacaktır.

Yaşamsal bilincin yüksek olması, kariyer noktasındaki netlik ve uzun vadede düşünme kapasitesi de belirtilen çakrayla alakalıdır.

Taç çakra dengesizleştiğinde öğrenme güçlükleri ortaya çıkar.

Bilişsel sorulara ya da problemlere olan ilginiz zamanla azalır.

Öğrenme güçlüğü yaşanmaması adına her zaman taç çakranızı kontrol altında tutmanız faydalı olacaktır.

Taç Çakra Kişiliği Yönetir Mi?

Her ne kadar inanmayanlar için komik gibi görünse de çakralar kişiliği yönetir. Günlük hareketlerimiz ya da ruhsal durumumuzla ilgili son derece etkilidir. Bu nedenle vücudumuzun her bir noktasındaki çakraları kullanırken dikkatli olmak faydalıdır.

Kişiliği yöneten taç çakrayı doğru bir şekilde kullanmanız durumunda ruhunuzu ya da bedeninizi anlamanız kolaylaşır.

Dengede olduğunda daha çok sorumluluk almaya meyilli bireyler haline geliriz.

Yaşam içerisinde yüksek enerjili bireylere dönüşmeniz mümkündür.

Çakranız yüksek olduğunda yaşamdan daha çok keyif alır hale gelirsiniz.

Enerjinizin bozulması durumunda ise maddiyata olan düşkünlüğünüz artar ve manevi anlamda sorunlar yaşamaya başlarsınız.

Meditasyon Neden Önemli?

Çakraların en iyi şekilde işlemesi, vücut enerjisinin akışa geçmesi ve herhangi bir sorun yaşanmaması açısından meditasyon önemlidir. Bu noktada ise en iyi sonucu alabilmek adına öncelikle kendinizi sevmeniz gerekir.

Kendinizi iyi ve mutlu hissetmeniz durumunda tüm problemleriniz en kısa sürede çözümlenir. Meditasyonlarınızdan daha iyi sonuç almaya başlarsınız. Bağlı olduğunuz dine ait ritüeller geliştirmeniz faydalı olacaktır. Anın içerisinde olmak, sevdiğiniz aktiviteleri yapmak ve kendinizi dinlemek en güzel meditasyon yöntemleri arasındadır.

Dua Etmek Çakrayı Etkiler Mi?

Dua etmek çakranızın açılması ve daha iyi bir şekilde kontrol edilebilmesi açısından son derece önemlidir. Hangi dine aitseniz eğer, dua ederek iç huzurunuzu sağlayabilirsiniz.

Taç çakranın dengeye sokulması ve en güzel şekilde işlemesi açısından dua son derece önemlidir.

Bu nedenle her zaman maneviyatınıza önem vermeniz gerekir.

Kendi dini inançlarınız dahilinde ritüellerinizi gerçekleştirmeniz faydalı olacaktır.

Böylelikle ruhsal enerjinizi kontrol altında tutmanız daha da kolay hale gelir.

Taç Çakra Meditasyonuna Yardımcı Doğal Taşlar Hangileri?

Meditasyon yaparken en iyi sonuçları alabilmek adına doğal taşları kullanabilirsiniz. Bu sayede enerjinizi temizlemenize ve kendinizi rahat hissetmenize zemin hazırlanır. Taç çakra söz konusu olduğunda ise en etkili taşlar ya da kristaller, akik, berrak kuvars, topaz, safir olarak karşımıza çıkar.

Sugilit, aleksandrik ve ametist kristalleri de kendinize yöneldiğiniz sırada yardımcı olan elementlerden bazılarıdır.

Çakralara ve enerjilere önem veriyorsanız eğer her zaman bu tür materyalleri kullanmanız faydalıdır.

Özellikle kendinizi rahatlandığınız ya da enerjinizi temizlediğiniz ortamda bu tür taşları kullanmanız yararlı olacaktır.

Taç Çakranın Az Çalışması Nelere Sebep Olur?

Taç çakra, diğer alternatiflere göre en önemli enerji merkezlerinden bir tanesidir. Az çalışması ya da yavaşlaması ise ruhsal bozukluklar dışında bedeni de daha yorgun hale getirir. Aynı zamanda sinir sistemi rahatsızlıklarının da yaşanmasına neden olur.

Endişeli ve korkulu ruh hali çakranız az çalışmaya başladığında daha çok artar.

Bu gibi durumlarda kendinizi sakinleştirmeniz ve her zaman kontrollü hareket etmek yararlıdır.

Aynı zamanda doyum konusunda da problemleriniz ortaya çıkar.

Para harcamaya olan düşkünlük, daha çok alışveriş yapma isteği ve memnuniyetsizlik halleri de çoğalır.

Ruhsal anlamda kendinizi toparlayabilmeniz adına sıklıkla meditasyon yapmanız önerilir.

Kalabalıklardan uzaklaşarak kendinizi de dinlemeniz faydalı olacaktır.

Çakranız yavaşladığında ya da bozulduğunda ırkçılık ya da farklı dinlere olan düşmanlıkta zaman içerisinde artmaya başlar.

Taç Çakra İnsanın Kendini Fark Etmesine Etki Sağlar Mı?

Taç çakra insanın kendisini fark etmesine yardımcı olur. Ruhsal anlamda problemlerinizi aşamıyorsanız eğer mutlaka çakralarınızı ve enerji merkezlerini öğrenmeniz faydalı olacaktır. Bu sayede kendinizi daha iyi hissetmeye başlayabilirsiniz.

Her ne kadar basit bir yöntem gibi görünse de meditasyon kendinizi dinlemeniz faydalı olacaktır. Çakraların kontrol altında tutulması ve enerji akışının sağlanabilmesi adına vücudumuzun tüm noktalarındaki merkezlere özen göstermeniz faydalı olacaktır.

Benlik olarak bir doygunluk yaşamak istiyorsanız ve tüm stresinizden arınmayı hedefliyorsanız eğer çakralar hayatınızda farklı bir kapı açılmasına yardımcı olur. Son dönemde bunun bilincine varan insanların sayısı artmaya başlamış durumdadır.

Taç Çakrayı Nasıl Kullanmak Gerek?

Çakraların ve her zaman enerji noktalarının bilincinde olmak, en iyi şekilde kullanabilmek açısından faydalıdır. Daha öncesinde bu tür konularda bilgi sahibi değilseniz ve birikiminizi arttırmak istiyorsanız eğer, uzmanlardan yardım alabilirsiniz.

Taç çakrayı belirli meditasyonlar ve özel aktiviteler sayesinde kontrol altında tutabilmek mümkündür.

Ruhsal benliğinizin tamamlanması ve kendinizi daha rahat hissetmeniz açısından faydalı olacaktır.

Böylelikle hayattan beklentilerinizi de tam olarak belirlenme şansınız vardır.

Beynin üst noktasında yer alan enerji merkezi iyi dengelendiğinde hayattan beklentileriniz de hızlı bir şekilde netleşir.

Doğru enerji vererek gün içerisinde tüm negatifliğinizi de üzerinizden atma fırsatınız oluşur.

Taç Çakra Meditasyonu Etkili Mi?

Yakın zaman içerisinde bedenini ve enerjisin yönetmek isteyenler açısından meditasyon seçenekleri çok fazla tercih edilmeye başlamış durumdadır. Grup halinde ya da tek olarak yapılan çalışmalar sonrasında kendinizi daha iyi hissedebilirsiniz.

Tüm çakralarınızı kontrol etmeniz ve daha iyi sonuçlar alabilmeniz açısından doğru uzmanlarla görüşmeniz yararlı olacaktır.

En etkili sonuçlar veren seçeneklerden biri ise kendinizi dinlemek olarak ifade edilir.

Ruhunuzu ve enerjinizi toparlayabilmeniz açısından benliğinize zaman ayırmanız ve sessiz ortamlarda bir süre kalmanız yararlı olacaktır.

Her şeyden önce başarılı olabilmek adına bu tür enerji sirkülasyonlarına inanmak son derece önemlidir.

Taç Çakra Hangi Gezegenler Tarafından Yönetilir?

Alternatif tıp konusunda bilgi sahibi olmak isteyenlerin öncelikle çakralarını kontrol edebilmeleri adına hangi gezegenler tarafından yönetildiğini de öğrenmeleri yararlı olacaktır.

Satürn, Neptün, oğlak ve balık tarafından yönetilen taç çakranın aynı zamanda duygu merkezimiz üzerindeki etkileri de fazladır.

Duygusal anlamda da kendimizi iyi ve daha sakin hissetmemize yardımcı olur.

Gezegenlerin yörüngesi değiştiğinde ise enerji akışımızda da bazı aksaklıklar yaşanabilir.

Detaylı bilgi sahibi olabilmek adına her zaman araştırma yapmak ve detaylı bilgi edinmek faydalı olacaktır.

Gezegenler tarafından kontrol altında tutulan çakralarımızın ışıkları, görünmek noktalar halinde yanar.

Her birinin ayrı bir anlam ve özellikleri vardır.

Deneyim kazanmanız halinde ise ruhsal durumlarınızı yorumlayabilmeniz daha da kolaylaşır.

Taç Çakra Nasıl Bir His Verir?

Diğer elementler ya da enerji merkezlerine göre taç çakramız duyusal yönümüzün ön plana çıkmasına zemin hazırlar. Bu nedenle her zaman hislerimizi kontrol altında tutabilmeniz mümkündür. Dengesi bozulduğunda ise ruhsal bunalımlar hızlı bir şekilde artmaya başlar.

Vücudumuzdaki her bir çakranın farklı noktalara etkisi vardır. Belirtilen süreçte ise taç çakra yalnızca sinir sistemimize ve duygusal yapımıza hitap eder. Sorunlar yaşanmaması adına içsel sorgulamalarımızı her zaman yapmamız ve kendimizle baş başa kalmamız faydalı olacaktır.

Taç Çakra Fiziksel Hangi Noktalarımıza Etki Eder?

Daha çok sinir sistemi, beyin, düşünsel yapımız üzerinde etkilidir. Baş kısmında yer aldığından dolayı her zaman duygu ve ruh halimizin değişiklik göstermesine neden olabilir. Bu sebeple en iyi şekilde dengelemek ve egzersizleri aksatmamak önemlidir.

Çakralar ya da enerji merkezleri konusundaki çalışmalar artmaya başlamış durumdadır.

Doğu kültürüne ait olsa da ülkemizde profesyonel eğitimler veren isimlerin sayısı son derece fazladır.

Kendimizi geliştirmemiz ve benliğimizin farkına varabilmemiz adına her zaman yeni gelişmeleri takip etmemiz önem taşır.

Tüm özelliklerini, vücudumuzun hangi noktasında olduğunu ve ne işe yaradığını öğrenmemiz durumunda ise ilerlemek daha kolaydır.

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

AÇIK VE NET KONUŞMAK DÜRÜSTLÜKTÜR

2022 yılının ilk yazısı ile sizlerle buluşuyorum. 7 Aralık 2021 tarihinde yazdığım “Dürüstlük Önce Bireyin Kendisinden Başlar” başlıklı yazıda birkaç bölüm hâlinde ve farklı örneklerle dürüstlük konusunu anlatmaya devam edeceğimi belirtmiştim.

İnsanlar ilişkilerinde ne kadar açık ve net konuşurlarsa o kadar dürüst davranmış olurlar. Böylece karşılarındaki kişide sorgulamaya gerek duyulmayacak biçimde direkt güven duygusu oluştururlar. Tabii insan önce kendisine açık olacak ki karşı tarafa da açık olabilsin. Kendine dürüst olmayan başkasına da olamaz. Ahlaklı ve erdemli olmanın en temel özelliklerinden biri dürüstlüktür ve bu dürüstlüğün her konuda olması gerekir. Yok işimde dürüstüm, yok ilişkilerde dürüstüm, yok para da dürüstüm vb. sözleri sıkça duyarız. Bence ayrım yapmadan her bakımdan dürüst olmak gerekiyor.

Tabii ki düşüncelerimizi özgür biçimde söyleyeceğiz fakat unutmamamız gereken bunu dürüstlük ve sevgi ile yapmaktır. Kendi yaşadığım örneklerle bu konuda biraz da olsa farkındalık oluşturmak istedim.

2019 yılında Güney Amerika’da birkaç ülkeyi kapsayan bir tura katıldım. Turda tanıştığım insanlarla birlikte seyahatim çok güzel geçti. Turdaki arkadaşlarımdan sevgili Nurşen bana net ve açık olarak şunu söyledi, “Seni pozitif olduğun için sevdik.” İşte arkadaşım bu sözleriyle net olarak düşünce ve duygusunu belirtmişti.

Yine seyahatlerimden örnek vereyim. 2016 yılında Konya seyahatinde tanıştığım bir arkadaşım var. Arkadaşlığımız zamanla dostluğa dönüştü. Çünkü daha tanıştığımız o anda birbirimizi yakın bulduk. Konuştukça düşüncelerimizin aynı olduğunu ve hayata aynı pencereden baktığımızı gördük, karakterimiz ve kişiliğimiz de uyumluydu. Böylelikle dostluğumuz bugünlere geldi. Şimdi o dostumla birbirimize “Seninle ruhum anlaştığı için konuşuyorum ve seviyorum,” diyebiliyoruz açık olarak. Birbirimize duygularımızı ve düşüncelerimizi hiçbir beklenti olmadan net biçimde söyleyebiliyoruz. Aramızda bir menfaat söz konusu değil. Bu da bizi dost kılıyor, güven veriyor.

Tanıdığımız bazı insanlarla yıllarca görüşmeyiz. Sonra bir gün görüştüğümüzde bir bakarız ki kaldığımız yerden arkadaşlığımız devam ediyor, sohbette en ufak bir yabancılık yoktur. Bunun nedeni arkadaşlığımızın temelinin sağlam olması, birbirimize karşı ilk günden dürüst ve açık olmamızdır. Benzer şekilde küsmüş olduğumuz bir arkadaşımızla yeniden görüştüğümüzde küskünlüğümüzün nedenini açık olarak dürüstlükle ifade edebiliyorsak, bu arkadaşlığımızın açıklık ve doğruluk üzerine kurulu olduğunu gösterir.

Bu örneklerin aksine tanıdığınız bazı insanlar da vardır ki yıllarca sizi arayıp sormaz fakat ona bir faydanız dokunduğunda övgüler sıralamaya başlar, seni çok seviyordum da, şöyle de böyle de, diye. Hani, ağzı laf yapıyor, dedikleri türden. O zaman siz kendinize sorarsınız, “Peki beni seviyorsa şimdiye kadar neredeydi? Faydalı olunca mı beni çok sevdiği aklına geldi?” İşte burada insanın kendine dürüstlüğü öne çıkıyor. Eğer kişi her şeyden önce kendisine dürüstse şunu söyleyebilir, “Bana faydan dokunduğu için seninle konuşuyorum, yoksa aynı bakış açısında ve aynı düşüncede değiliz, hayat tarzımız farklı.” Bunu söylediği zaman size hem güven vermiş olur hem de asıl kendi yükünden ve maskesinden kurtulmuş olur. Zaten kişi dürüst değilse ne kadar iyi saklarsa saklasın kendini mutlaka ele veriyor, gerçekler mutlaka ortaya çıkıyor.

Hele de sevmediğiniz bir insana kendi menfaatiniz için seviyormuş gibi davranmayın çünkü gerçekler eninde sonunda ortaya çıkar ve üzülen taraf yine olursunuz.

Tabii ki her insanın ruhu farklıdır, hayatta bakış açısı, düşüncesi, hayat felsefesi farklıdır. Aynı olmak zorunda değil zaten. Kardeş kardeşe benzemezken bunlar normal tabii ki. Fakat bu farklılıklar insanın kendisini ve başkalarını kandırması için gerekçe değildir.

Bazı insanlar kendi işini gördürmek için karşı tarafı yere göğe sığdıramaz, ağzı çok laf yapar. Diyeceksiniz ki takdir etmek ya da güzel söz söylemek ağzı laf yapmak mı oluyor? Söylese bir türlü söylemese bir türlü, diyeceksiniz. O anda duygularını dile getirmiş, diyeceksiniz. Haklısınız fakat burada çok ince bir çizgi var. Benim sözünü ettiğim durum, duygu ve düşüncelerin dile getirilişindeki dürüstlük ve samimiyettir, net olmaktır. Yapmacıklı davranış yerine, “Sana şu işim için geldim, konuşuyorum, yazışıyorum,” dese en çok kendi rahatlayacak inanın ki.

Ben bunu spritüel olarak çok yaşadım. Benden doğrudan şifa ve enerji konularında rehberlik isteğiyle aramak yerine “Sen benim dostumsun, arkadaşımsın” diyenler oluyor veya yalnızca bir konu üzerinde şifa rehberlik çalışması yaptığım kişilerden beni tanımadıkları hâlde “Sen benim gerçek arkadaşımsın,” diyenler oluyor. Oysa bunlara gerek yok. Daha en başından dürüstçe isteklerini söyleseler, net olsalar, yine çalışmamızı yaparız. Sonra birbirimizi tanıdıkça karakterimiz ve kişiliğimiz uyumlu olursa zaten arkadaşlık ve dostluk kendiliğinden oluşur.

Geçenlerde gene alışveriş yaparken bir dükkâna girdim. Dükkân sahibi ile hayat pahalılığı hakkında sohbet ederken maliyetlerinin yükseldiğini, zam yapmak zorunda kaldıklarını ve bu nedenle işlerinin durgun olduğunu söyledi. “Peki,” dedim, “Ürünler size fiyatları ucuzken gelmiş ise siz o fiyattan değil de şimdiki fiyattan satıyorsanız insanlar o anda size inanır, alır. Hiç eski fiyatla aldığınız ürün yok mu?” Dükkân sahibi, “Hayır, bize gelen ürünler taze ve bir hafta içinde hemen bitiyor,” dedi. Ben de “O zaman müşteri sıkıntınız yoktur, getirdiğiniz ürünler hemen satılıyor, elinizde kalmıyorsa,” dedim. Herhâlde bunu söyleyeceğimi beklemiyordu, adamın suratının rengi bir anda değişti. Çünkü daha konuşmamızın başında işlerinin kötü gittiğinden yakınıyordu. Buradaki esnaf kendisine zarar verdiğinin farkında değil. Çünkü farkında olsa etiketleri bu şekilde değiştirmenin uzun vadede güven ve müşteri kaybettireceğini bilir. Unutmayalım, dürüst olmayan davranışlarla önce kendimize zarar veririz.

Herkes birbirine sevgi gözü ile baktığında yol dürüstlüğe gider. O zaman maske takmaya gerek kalmaz. Tabii ki bu konuda gene yazılacak çok şey var. Örneğin çocukluk yıllarında ebeveynlerden duyulan yalanların bilinçaltında yarattığı tahribat gibi… Neden bazı zamanlarda kendimize dürüst olmadığımızı, bilinçaltındaki korkuların etkilerini ilerleyen günlerde yazacağım.

Dürüstlük, sevgi ve güven verir.

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com