DEĞİŞİM OLUMLAMASI

Yeni bir olumlamada yeniden birlikteyiz. Sevgili R. Şanal’ın ‘Değişim’ konusu hakkındaki olumlamasına geçmeden evvel kısacık da olsa söylemek istediklerim var.

Olumlamalara dair tecrübelerimden edindiğim en önemli nokta: ‘Olumlama yaparak hayata karşı büyük bir motivasyon gücü kazandığınızdır.’ Bu motivasyonla birlikte negatif kelimeler yerini pozitif kelimelere bırakır. Bu bırakış size yeni yaklaşımların ve yeni olasılıkların kapısını açar. Daha önce fark etmediğiniz bu kapılar düşünce şeklinize yenilikler ve tabii ki güzellikler katar. Bilinçaltınız negatifliklerden temizlenir ve böylece arınma başlar.  Arınmayla birlikte ruhunuzdaki olumsuzluklar, kalıplar, alışkanlıklar silkelenmeye başlar. Böylelikle çoğu insanın konfor alanın dışına çıkmamak için kendinde yapamadığı değişimler sizde başlar ve  tam hız da devam etmek için şaha kalkmış bir şekilde yoluna devam eder. Hal böyle olunca da farkındalığa erişmiş ve daha huzurlu bir hayata merhaba demiş olursunuz. Olumlamamıza geçmeden önce ‘Değişim ve Dönüşüm’ konusuna dair özel yazımı yakında sizlere sunacağımı bildirmek. Evet, sıra geldi sizleri olumlamamızla baş başa bırakmaya! Keyifli okumalar ve güzel kazanımlar diliyorum…

★★★★★

“İlerlemem gerektiğinde değişmem de gerekiyordu. Her değişim bir tür ölümdür ve hiç kimse değişmeden duramaz.

Bütün evren her an yok olur ve sonra yeniden değişerek var olur.

Ben de değişirim. Her an, her soluk alışımda. Hiçbir zaman bir önceki solukta olduğumda kişi olmam.

Hayatın akışına uyum sağlayıp onunla akarken, hep yenilendiğimi ve olgunlaştığımı bilirim.

Hem hep aynı kalırım hem de hiçbir zaman bir önceki gibi olmam. Her şey beni değiştirmek için vardır. Ciğerlerime dolan hava, attığım adım, okuduğum kitap beni değiştirir. Eşim beni değiştirir, çocuğum, arkadaşım ve yabancı sandığım kişiler beni değiştirirler.

Ay beni değiştirir, güneş beni değiştirir. Onlar beni değiştirirken, ben de onların değişimine katkıda bulunan milyonlarca etkiden birini yapmış olurum.

Hepimiz birbirimizi değiştirir ve değişiriz. Bu ne güzel bir danstır. Ve ne güzel bir armoni!

Değişerek aynı kalmanın sırrını hissettikçe, boşluğun ve belirsizliğin rüzgarına kendimi bıraktıkça, hayatın beni götürdüğü her anda yeni şeyler bulurum.

Her köşede bir sürpriz, bir hediye ve bir heyecan beni bekler. Bu değişim içimi ürperttiğinde ve karanlık boşluğa gözlerimi dikip öylece baktığımda yine de bilirim ki, yolumu aydınlatacak bir ışık çıkacaktır bir yerlerden.

Zamanın akışı beni kendi gerçeğime, zamanın içinde gizli duran gerçeğe götürür.

Değişimi severim ve değişerek olurum her an. Önümü göremediğimde, bastığım yeri bilemediğimde yürürüm yine de gözlerim karanlığa alışıncaya kadar ilerlerim.

Bilirim ki ortalık aydınlandığında ve karanlık dağıldığında, yepyeni bir görüntü bütün berraklığıyla ortaya çıkacaktır.

Değişirken sınırlarımı zorlamak ve kendimi esnetmek zorunda olduğumu bilirim. Konfor alanlarımdan dışarı çıkmak beni zorlayabilir.

Ama sürecin sonunda alacağım ödülün, değişim sırasında çekeceğim sıkıntılara değeceğini bilirim.”

★★★★★

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

ANILARIN İZLERİ YOK OLMAZ

Gecenin karanlığında başım gökyüzüne çevrilmiş öylece duruyordum, yüzlerce hatta binlerce yıldız onları seyrettiğimi fark etmişçesine kendi ışıklarıyla aydınlattıkları evlerinden manalı bir şekilde bana göz kırpıyordu. Orada öylece durup ne mi yapıyordum o gecenin uçsuz bucaksız karanlığında? Yıldızların kaymasını bekliyordum elbette ki, bundan daha özel ne olabilirdi ki? İşte tam o anda bir yıldız daha kaymış ve ben yeni bir dilek daha tutmuştum. Çocukluğumda öğretmişlerdi bana bir yıldız kaydığında dilek tutulması gerektiğini ve o dileğin mutlaka bir gün yerine geleceğini. Okulda öğrendiklerimden bildiğim şuydu ki; yıldız kayması olarak bilinen bu durum aslında bir gök taşının atmosferden içeri girmesi, hızlıca yanması ve gözden kaybolmasıydı. Ama bilimsel gerçeklik yerine bir yıldızın kaydığını düşünmek ve o anda bir dilek tutmak, hele ki o dileğin gerçekleşeceğine inanmak bana daha doğru ve mistik geliyordu. Anıları kayan yıldızlara benzetirim kimi zaman. Bir yıldız kayar, geçer gider geride tutulan dileklerin gerçekleşmesini beklemek kalır. Anılarda öyle değil midir? Anlar yaşanır, geçer gider geride ise bıraktıkları izler yani anılar kalır. Haksız mıyım bu benzetmede?  Şimdi, geçip giden ve ardında elbette izler bırakmış olan anılara yolculuk yapmanın tam zamanı. Sandık açılır ve yeniden geçmişten anları günümüze taşır. Bakalım nelere şahitlik edeceksiniz benim dünyamda.

Milli bayramlarımızın benim için ne denli önemli mana yüklü olduğunu anlatmıştım sizlere. 23 Nisan gibi coşkulu ve özel olan bayramımıza dair anım geçen paylaşımımda sizlerleydi. Şimdi sıra geldi dini bayramlarımızın coşkularına, hissettirdiği güzel duygulara.  

  • “23 Nisan Ulusal Egemenlik Çocuk Bayramı kutlamaları muhteşem geçmişti. Biz çocukların bu bayramından yaklaşık bir hafta sonra da üç gün sürecek olan Ramazan Bayramımız vardı. Hemen her evde yaşanan hummalı hazırlıklar bizde de başlamıştı. Bayrama hazırlık için annem evimizi tabiri caizi yerinde ise dip bucak temizlemeye başlamıştı. Evin dokunulmamış hiçbir köşesi kalmamalıydı, her bir taraf bal dök yala misali pırıl pırıl olmalıydı. Bilirsiniz bahar ve kış temizlikleri de oldukça detaylı yapılır evlerimizde ama iş bayram temizliğine gelince bu temizlik diğer temizliklerden çok daha farklı olurdu. Tabii ki coşkusu da cabası! Elbette bayramın o eşsiz duygusu hissettirirdi bu coşkuyu. İş sadece temizlikle bitmezdi. Temizlik tamam olmalıydı ki ardından bayram sofrasının ve misafirlere yapılacak ikramların hazırlıklarına bir an evvel başlanabilsin. Börekler yapılır, baklavalar açılır, sarmalar sarılır, türlü yemekler hazırlanırdı. Evin içi adeta bir pastane, bir restoran gibi kokardı ve biz çocuklar o kokuların peşinden adeta sürüklenirdik. O kokular halen burnumdadır ve bir taraftan bu kokuları halen hissediyor olmak içimde hüzünlü dolu bir his yaratıyor. Temizlik, yemekler… Hazırlıklar elbette sadece bunlarla bitemezdi. Yaşasın bayram kıyafeti alışverişi! Evin çocukları bizler, annemle bayram kıyafeti alışverişine çıkardık. O güzel elbiselerimizi dikmek için annem evin kızlarına süslü, rengarenk kumaşlar alırdı ve tabii ki kumaşlara uygun ayakkabılar. Annem, ağabeyim ve kardeşime de pantolon, üzerine gömlek ve ayakkabı alırdı. Alışveriş bitip de eve gelince pantolonlar onların boylarına göre ayarlanır, kesilir, biçilir, dikilir ve anneciğimin becerikli elleriyle bayram sabahına hazır hale getirilirdi. Diğer taraftan bizim elbiselerimiz için provalar yapılır, dikiş makinesinin başında itinalı ve bol emekli saatler geçirilirdi. Bayram sabahına uyanacağımız gece bir türlü bitmez, sabahın aydınlığı bir türlü gelmeyi bilmezdi. Gece boyunca kıyafetlerimizde o heyecanlı bekleyişi sanki bizimle hisseder ve başucumuzda sabahın bir an evvel gelmesini dua edercesine beklerdi. Eminim birçok evde bizim bekleyişimizi yaşayan çocuklar vardı ve o evlerdeki her bir heyecan birleşir bayram sabahı kucaklamak için büyük bir enerji oluştururdu. Sabah olup da o muhteşem kıyafetleri giydiğimde kendimi bir şatoda yaşayan prenses gibi güzel ve özel hissederdim. Ablamda o yeni giysileriyle prenses gibi olurdu ve evin küçük erkekleri de birer prens…  Bayram şölenine katılmaya hepimiz hazır olurduk.
  • Bayram sabahı kurulan sofra o bildik kahvaltı sofralarına hiç benzemezdi, sanki akşam yemeği sofrası gibi yemeklerle donatılırdı. Börekler, sarmalar, baklavalar, türlü atıştırmalıklar… Birbirimizle bayramlaştıktan sonra o büyülü masaya bütün aile eksiksiz oturur, keyifle, güle oynaya yemeklerimizi yerdik. Yemeğin ardından babamla evimize on dakikada uzaklıkta olan pastaneye gider tatlı ve çikolata alırdık. Bu alışverişi özellikle babam yapardı, öncesinde çok çalıştığı için vakti olmadığından bayramın ilk gününe kalırdı bu alışveriş. Babamla birlikte o pastaneye gitmeyi çok severdim çünkü yol boyu bayramın sevincini yaşayan, ellerinde tatlı, çikolata, şeker paketleri taşıyan, yakınlarıyla bayramlaşmaya giden insanların, ailelerin görüntüsü benim için en güzel manzara olurdu. Bilirdim ki herkes çok mutlu… Pastane alışverişi bitip eve döndükten sonra iki amcamla bayramlaşmak için ablam, ağabeyim ve kardeşim yolla koyulurduk. Babam ailenin büyüğü olduğundan annemle birlikte evde kalır onların kendilerini ziyaret etmelerini beklerlerdi. İlk durağımız ortanca amcamın evi olurdu. Yengem her bayram istisnasız yaptığı ve tadına doyulmaz o meşhur revani tatlısını bize ikram ederdi. Ah o tatlının mis kokusu! Amcam da bizlere bayram harçlıklarımızı verirdi. Bayram harçlığı hakikatten farklı bir şeydir biz çocuklar için. O harçlık bir paradan öte hediyedir ve hediye almak kimi mutlu etmezdi ki? Revaniyi yer, harçlıkları alır, sohbet eder ve sonra küçük amcama gitmek üzere ayaklanırdık. Küçük amcam, ortanca amcamın yan dairesinde oturduğundan hemencecik kendimizi onun evinde ve koltuklara yerleşmiş olarak bulurduk. Küçük amcam diğer amcama göre daha yumuşak mizaçlı olduğundan onlardaki sohbetimiz daha farklı olurdu galiba daha esnek ve daha rahat olurdu. Çünkü diğer amcamın yanında hatalı davranıp, yanlış bir şey yapıp sonunda da azar işitmeyi göze alamadığımızdan hep daha dikkatli ve kontrollü davranırdık. Küçük amcam da bizlere bayram harçlıklarımızı takdim ederdi. İşte bu ziyaretlerin en keyifli anıydı! Evde büyük bir sofradan kalkıp karnımızı iyice doyurduğumuzdan, üstüne bir de yengemin leziz revanisini yediğimizden sebep yeni ikramlara zerre yer kalmazdı midemde. Ama bayram işte, gidilen her yerde ikramların ardı arkası kesilmezdi ah bir de o ısrar etmeler olmasa… İlla yiyeceksin ikram edileni, yoksa ayıp olur. Küçük yengem tabi ki yaptığı güzel yiyecekleri benim de tatmamı istiyordu, ama ne mümkün, midemde bir damla suya dahi yer yoktu. Zaten çok iştahlı bir çocukta değildim, işte bunun için böylesine tokken bir de ısrarları duyunca çok rahatsız olurdum. Bana ısrarlı bir tavırla yaklaşılmamalıydı, böyle olunca kendimi savunmasız, huzursuz ve mutsuz hissediyordum. Amca ziyaretlerinin ardından evimize dönerdik ve ardından bizim evimize yapılan ziyaretler başlardı. Amcamlar tek tek bayramlaşmaya gelirlerdi ve tabii ki diğer ziyaretçilerimiz, komşularımız, akrabalarımız… Ziyaretçilerimiz gittikten sonra sıra bizim ziyaretlerimize gelirdi. Gidilen ziyaretleri babam kısa tutardı, sadece bayramlarda birkaç gün evde olabildiğinden bizi İstanbul’ da gezdirirdi. İstanbul’ a yakın yerlere de günü birliğine gezilerimiz olurdu. İki güzel bayramı ardı ardına yaşamıştık 23 Nisan Ulusal Egemenlik çocuk Bayramı ve ardından Ramazan Bayramımız. Her biri ruhumda ne hoş dokunuşlar bıraktı ve yüzümde keyifli bir gülümseme…”

Bayramlar eskiden yani bizim çocukluk günlerimizde şimdiye kıyasla çok daha keyifli olurdu. Belki de ben o günleri çok özel ve güzel bir şekilde yaşadığım için böyle hissediyorum. Şimdilerde görüyorum ki, bırakın insanların birbirlerine bayram ziyaretinde bulunmalarını hane içinde dahi bayramlaşmanın coşkusu yaşanmıyor, yaşatılmıyor. Anı dünyamdan bayram günlerimi çıkartıp hatırladığımda o anları aynı coşkuyla yeniden ve yeniden yaşıyorum adeta. O hazırlıklar, alışverişler, yapılan yemekler, harçlıklar, mutlu aile tabloları… Maalesef şu ısrarlı davranışları da hatırlamadan edemiyorum. Israrcılık her zaman kaçındığın bir durum olmuştur. Herhangi bir şey için ne ısrar etmekten yanayım ne de bana ısrar edilmesinden. Hele ki çocuklar, bu ısrar konusunda hakikatten mutsuz olabiliyorlar. Unutulmamalı ki çocuklar bir nebze de olsa serbest bırakılmayı, bazı şeyler için kendileri karar vermeyi isterler. Hatta kendileri için bazı şeylerin daha iyi ve doğru olabileceğine kimi zaman yetişkinlerden daha iyi karar verebilirler. En basitinden yemek yeme konusunu örnek olarak verebiliriz. Onların tercih etmeyi, seçim yapmayı öğrenmelerine yardımcı olun, aksi bir duruma değil!

Bayramları yaşayın, yaşatın. İmkânı olmayan ailelerin çocuklarını bayramlarda mutlu edin, onların da bayram kıyafetlerinin keyfini tatmalarına yardımcı olun. Aileleri olmayan çocuklara en azından bayramlarda aile olmanın nasıl bir duygu olduğunu hissettirin. Bayram sofralarınızda onlara da yer açın. Bayramlar hepimizin ama en çok da çocukların mutluluğudur. Mutlu ettikçe mutlu olursunuz ve mutlu oldukça mutlu edersiniz.

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

BİR KURŞUN KALEMİN ANLATTIKLARI

Yeni bir bilgelik hikayesiyle birlikteyiz. Her ne kadar bu hikayeler duyguları, alınması gereken dersleri çok güzel anlatsa da ben de duygularımı ifade eden birkaç kelime etmekten kendimi alamıyorum. İstiyorum ki bu hikayelerin bende uyandırdığı duyguları siz sevgili dostlarımla paylaşayım. Hikayeye ithafen; ‘Tek tek bakıldığında birbirinden bağımsız gibi görünen ancak bütüne baktığınızda birbirini tamamlayan ve hikaye okunduğunda daha net anlaşılacak olan küçük paragraflarla duygularımı yüreklerinize bırakıyorum.’ 

*Birçoğumuz hayatlarımıza dair her şeyi sadece kendimizin planladığını ve yine bu planları sadece kendi öz irademizle gerçekleşebildiğimizi sanırız. Ne var ki asıl gerçeklik tam da bu şekilde değildir. Bizden öte, her şeyden öte kontrolün ve gücün asıl sahibi vardır… O sahip ki, elbette Yüce Yaradandır…

*Mutluluklar kadar acılarında var olduğu şu evrende her bir duygu ve en çok da acılar büyütür, olgunlaştırır insanı. Zorluklar, üzüntüler irili ufaklı dalgalar gibi değer insanın yüreğine ve her bir dokunuş bizi biraz daha şekillendirir. Şekillendikçe kendimizle birlikte etrafımızı daha iyi fark eder, daha iyi anlar ve daha iyi anlamlandırırız. Sonuç itibariyle de insanlarla bütünleşir, onların hissettiklerini daha iyi hisseder ve anlarız. Bir anlamda empati kurmayı öğreniriz. Gerçek ve iyi bir insan olma yolunda doğru şekilde ilerleriz.

*Hatalardır en büyük dersleri kazandığımız yer. Mühim olan hatalarımızın ne kendi hayatımızı ne de başkalarının hayatını yerle yeksan etmeyecek, telafisi mümkün olacak nitelikte olmasıdır. Bunun içindir ki her bir adımımızdan evvel düşünceli, öngörülü olmaya dikkat etmeliyiz. Hatalarımız beraberinde her zaman telafisini de taşımalıdır.

*Dışta olan içtedir, içte olan dıştadır. Esas olan da içi dışa taşımaktır. Çünkü tüm gerçeklik içtedir. İçi zenginleştirdiğin sürece dış ve iç birbirini tamamlar.

*İz bırakmak… Her bir eylem, her bir duygu iyi ya da kötü, bir şekilde bu dünyada mutlaka bir iz bırakır. Elbette istenilen o ki; bırakılan izlerin iyi olması… Kumsala vuran bir dalga düşünün. O dalga kuma değdiğinde küçük de olsa mutlaka bir iz bırakır ve her ne kadar ardından gelen dalga onun bıraktığı izi silse de o bırakmıştır bir kere izini ve evren o ize şahitlik etmiştir. İşte bunun için bilinmelidir ki her bir hareket mutlaka ardında iz bırakır…

Bilgelik hikayemiz sizlerle…

KURŞUN KALEMİN

Çocuk, büyükbabasının mektup yazışını izliyordu. Birden sordu: 

“Bizim başımızdan geçen bir olayı mı yazıyorsun? Benimle ilgili bir hikâye olma ihtimali var mı?” 

Büyükbaba yazmayı kesti, gülümsedi ve torununa şöyle dedi: 

“Doğru, senin hakkında yazıyorum. Ama kullandığım kurşun kalem yazdığım kelimelerden daha önemli. Umarım büyüdüğünde bu kalemi sen de seversin.” 

Çocuk kaleme merakla baktı ama özel bir şey göremedi. 

“İyi ama bu kalem benim hayatımda gördüğüm diğer kalemlerden hiç de farklı değil ki!” 

“Bu tamamen nesnelere nasıl baktığınla ilgili. Bu kalemin beş önemli özelliği var ve sen de bu özellikleri kendinde benimseyebilirsen hep dünyayla barışık bir insan olursun. 

“Birinci özellik: Harika şeyler yapabilirsin ama attığın adımları yönlendiren bir el olduğunu asla unutma. Bizim için bu el Tanrı’dır ve her zaman kendi kudretiyle bizi o yönlendirir.” 

“İkinci özellik: Zaman zaman her ne yazıyorsam durmam ve kalemimin ucunu açmam gerekir. Bu kaleme biraz acı çektirse de sonuçta daha sivri olmasını sağlar. Bu yüzden bazı acılara göğüs germeyi öğrenmelisin. Bu acılar seni daha iyi bir insan yapar.” 

“Üçüncü özellik: Kurşun kalem, yanlış bir şey yazdığında bunu bir silgiyle silmene her zaman olanak tanır. Yaptığınız bir şeyi sonradan düzeltmenin kötü bir şey olmadığını anlamalısın. Aksine bu bizi adalet yolunda tutmaya yarayan en önemli şeylerden birisidir.” 

“Dördüncü özellik: Kurşun kalemin en önemli kısmı, kalemin yapıldığı ahşabı ya da dışarı yansıyan şekli değil, içerisinde yer alan kurşunudur. O yüzden her zaman kendi içine bakmalı, en çok onu korumalısın.” 

“Beşinci ve son özelliği ise: Her zaman bir iz bırakmasıdır. Aynı şekilde sen de hayatta yaptığın her şeyin bir iz bırakacağını bilmeli ve her hareketinin farkında olmalısın.”

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

KONTROL MEKANİZMANIZA DUR DEYİN! (2)

Yeniden birlikteyiz ve konumuza kaldığımız yerden devam ediyoruz. Yaşamımızda karşımıza defalarca çıkan kontrolcülük örnekleriyle başlayalım. Ardından daha açık ifadelerle nasıl kontrolcü olunduğuna bakalım ve devamında da kontrolcülükten nasıl aranabileceğimize dair fikirler geliştirelim. 

Sohbet ettiğim birçok insan aslında kontrolcü olmak istemediğini ama mesleği gereği kontrolcü olduğunu söyler. ‘Ne yapayım bu da benim meslek hastalığım’ der. Yaptığı işten emin olmaz, hazırladığı bir evrakı olması gerektiği bir veya iki kere gözden geçirip kontrol etmekle kalmaz, çok defa kontrol eder, tereddüt halindedir. Hal böyle olunca da aslında hatalı olmayan şeyleri, hata aramaya eğilimli bir bakışa sahip olduğundan hatalıymış gibi görür ve değiştirir.  Bu sefer de hatalı olmayan işini hatalı hale dönüştürür.  Ama onun meslek hastalığı var! Bu duruma benzer bir örneği bir öğrencinin sınav esnasında yapmasına rastlamak da mümkündür. Hatta emin olun çoğumuz bu hataya düşmüşüzdür. Öğrenci sorularını cevaplar, ancak şüpheci bir kontrolcülükle cevaplarını kontrol ederken doğru olanı siler ve yanlışı işaretler çünkü şüpheci tavrı ve yanlış kontrol eğilimi onu en büyük yanlışa iter.

Kişi seyahate çıkar ya da sıradan bir alışveriş günüdür caddelerde mağazaları dolaşıyordur. Sürekli çantasına bakar: ‘Acaba cüzdanı yerinde duruyor mu?’ Tamam, bir kere kontrol ettin, hadi ikincisi de kabulümüz ama üçüncüsü dördüncüsü niye?

Aile üyelerinin nasıl sağlıklı besleneceği, neleri yiyip neleri yiyemeyeceği konularında sürekli dersler vermek. Tavsiye demiyorum, dersler vermek diyorum! Gidilen bir restoran da seçimlerini önemsemeden onların yerine yemek siparişini vermek.  Arkadaş gruplarında nereye gidileceğine, neler yapılacağına hep karar o kişinin karar vermesi. Çocuğun kendi yapabileceği bir şeyi daha az ortalık karışsın diye onun yerine yapmak. Birine ilacını alması gerektiğini defaatle hatırlatmak. Sizin gibi yapmayacağınızı düşündüğünüzden meslektaşınızın görevlerini devralmak. Yetişkin biri için kendi alabileceği kararları onun adına almak. Daha önce istenmemiş tavsiyelerinizi yerine getirsin onlara uysun diye insanları rahatsız edip, zor durumda bırakmak. Kendi düşüncenizin doğru olduğu konusunda başkalarını ikna etmek için zorlayıcı bir çaba içine girmek. Çocuğunuzu başarısızlıkla sonuçlanabileceğini düşündüğünüz deneyimlerden uzaklaştırmak. Eşinizin belli bir saatte kalkmasından, yatmasından emin olmaya çalışmak. Eşiniz nerede, ne yapıyor, şimdi ne konuşuyor, acaba o mesajı kim gönderdi düşünceleriyle eşinizi sürekli gözlem altında tutmak. Etrafınızdaki insanları belki onlara hissettirmeden, göz ucuyla sürekli takip etmek. Aman benim onaylamadığım bir durum oluşmasın düşüncesiyle onların boynuna görünmez tasmaları geçirmek.

Başka aklınıza neler geliyor? Aslında siz herkesin iyiliğini düşünüyorsunuz, yaptığınız tüm davranışlar ne kadar iyi niyetli ve masumane değil mi? Hayır ne yazık ki hiç de öyle değil. Halbuki, hayatı ve hayatın akışını yönetmek kişinin kendisi tarafından belirlenmelidir. Sevdiklerinizin daha yetenekli insanlar haline gelmelerini ve kendi kapasitelerini kullanmalarını kontrolcülüğünüzle engelliyorsunuz. Siz onların kendilerine ait bir hayatı olduğunu, kendi seçimlerinin ve isteklerinin olduğunu unutuyorsunuz, daha da fazlası, görmezden gelip, umursamıyorsunuz. İnsanları özgür bırakın ama en çok da kendinizi. Siz onları bir kafese sokup orada yaşamalarını istiyorsunuz. Hem de o veya bu sebeple içinde yaşadığınız kendi kafesinize onları da sokmaya çalışıyorsunuz. Görün artık, o kafesin demirleri kontrolcülükten yapılmış ve kırılması sandığınızdan da kolay. Kafesin dışına bakın ve oradaki özgürlüğe sizin çok ihtiyacınız var.

Bir de sezgileri kuvvetli, duru görüşü açık insanlardan çeşitli konularda destek ve öğreti aldıktan sonra onların sizi bir şekilde gözlem altında tutmasını sakın kontrolcülükle karıştırmayın. Bilin ki o kişilerin tek arzusu sizin için en iyi olanın gerçekleşmesidir.

Siz nasıl mı böyle bir insan oldunuz, o kafese nasıl mı girdiniz? Kontrolcülüğün en önemli nedeni; bunun aslında bir savunma mekanizması olmasıdır. Yani hayatla mücadele edebilmek için yanlış bir yolun seçimi. Bunu çok erken yaşlardan itibaren öğrenmeye başlarsın. Çocukken hata yapmamaya, kusurlu görünmemeye çalıştıysan ve senden hep bu konuda adım atman beklendiyse ya da öyle zannettiysen kontrolcülüğe giden kapıyı işte o zaman aralamışsındır. Bu durum zamanla içselleşmeye başlamıştır. Belki onaylanmak, belki sevgi ihtiyacı, değerli ve yeterli hissetmek, güçlü ya da güvende hissetmek gibi birçok ihtiyacına hizmet etmiş olabilir bu davranış şekli. Dışarıdan bakıldığında kontrolcü olmak bir problem gibi görünüyor ama sen aslında bu şekilde davranarak doğal ihtiyaçlarını karşılamaya çalışıyorsun. Bunu geçmişten öğrendin. Büyükçe, olgunlaştıkça, yaşamının diğer aşamalarına da yaymaya başladın. Ama sen bu şekilde hareket etmeye alışık olduğun için daha farklı düşünmek ve davranmak sana zor gelir, tuhaf gelir. Bir şeyleri esnetiyor olmak, daha rahat olmaya izin vermek sana çok korkutucu gelir çünkü sana zarar verse bile, dezavantaj olsa, kronik stres yaşasan bile bu yol bildiğin yol ve bu bildiğin yol sana güven veriyor. Aslına bakarsanız, kontrolcülükte etrafa, insanlara en çok da kendinize karşı büyük bir güvensizlik vardır. Bu güvensizlik duygusu sizi içten içe kontrolcülüğe iter. Her şeye siz hakim olduğunuzda her türlü durumu kontrol edebileceğinizi düşünürsünüz, bunun için amansız bir çaba içine girersiniz.

Bir de şöyle düşünebilsen ve yapabilsen! Hatalar yapabilirim, insan hata yapabilir ama bu hatalarımdan öğreneceklerim var. Hata yapsam bile ben yeterliyim, kendime güvenebilirim. Önceki yaşam felsefelerini, bakış açılarını gündemde tutup, kendini gözlemleyip bu yeni düşünceler için kendine bir alan yaratmak; yeni alışkanlıklar edinmek gerekiyor. Ama burada önemli olan diğer bir nokta gerektiğinde esnetmeyi kabul etmek gerekir. Kusursuz olmak, her alanda en iyi olmak anlamına gelmiyor. Diğer insanlarında tıpkı senin gibi bir hayatı var onlar birer birey ve kendileri için en iyi hayatı onlar belirleyecektir. Sen sadece destekçi olabilirsin kontrolcü değil.

Mühim detayı daha dile getirip konumuzu sonlandıracağım. Bazıları kontrol bağımlılığı ile bir insanla ilişki kurarken yaşanılan paylaşımı birbirine karıştırmaktadırlar. Şöyle ki bir dostunuz ya da arkadaşınız yaşadığı rahatsızlığı ya da üzüntüsünü sizinle paylaştığında durumun seyrine göre onu aramanız, ona yanında olduğunuzu hissettirmeniz bir paylaşımdır, kontrolcülük değildir. Bu ince çizgiye aman dikkat!

Kontrol bağımlısı kişi kendi mutlu olamadığı gibi çevresini de mutlu edemez ve ilişkilerinde sorunlar yaşar. Kontrolcü insan sürekli plan yapar hayatını kendi kontrolünde devamı etmesini ister oysa gökyüzü bunu söylemez. Kontrol mekanizmanıza dur deyin ve yolunuza her zaman olduğu gibi sevgiyi ve huzur alarak devam etmeye çalışın.

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

KONTROL MEKANİZMANIZA DUR DEYİN! (1)

09.02.21 tarihinde sizlerle paylaştığım ‘Değerimi ve Değerini Biliyorum’ isimli yazımda ilerleyen zamanlarda kontrolcülük konusunu detaylı bir şekilde anlatacağımı ifade etmiştim. Aradan beş aydan fazla bir zaman geçti ve bu zaman zarfında farklı birçok konuya değindik hatta yeri geldi birçok konu da dertleştik. Kontrolcülük konusunu gündeme getirmek için doğru gün bu günmüş… Her şeyin bir vakti vardır, işte bu konunun da vakti geldi! Uzunca bir mevzu kontrolcülük, bunun için iki günlük bir paylaşım yapacağım. Aslına bakarsanız kendimi dizginlemesem belki de günlerce yazabilirim bu konunun üzerine. Hadi başlayalım o zaman!

Kontrolcü, her şeyi en iyi kendisinin bildiğine ve karşısındakine de bu birikimini aktarması gerektiğine inanan kişidir. Kontrolcünün hedef aldığı kişi onun için tamamen, kendi duygu ve düşüncelerinin bir yansıması olur. Kontrolcü doğulmaz, olunur. İnsanı böyle yapan herhangi bir gen, biyolojik ya da fizyolojik bir etken yoktur. Bu eğilim veya başkalarını kontrol etmeye duyulan ihtiyaç kültürle geçer. Bu öncelikle genel çevreden sonra da aileden geçen bir şeydir. Kontrolcülük yaşamın ilk yıllarından beri süregelen hayat deneyimlerinden ötürü ortaya çıkar. Özellikle güvensiz bir aile yaşantısı olan çocuklar daha küçük yaşlarda bu durum hissedilmeye başlanır. Belirsiz olanı sürekli kontrol etmeye çalışarak hayatını sürdürenler yetişkinlik yaşamlarında kontrol bağımlısı adını alır.

Kontrol bağımlılığı nedir? Kontrol bağımlılığı, kişinin kendini güvende hissetme ihtiyacını yoğun olarak hissetmesinin sonucu olarak olayları, durumları, en önemlisi de kendisini sürekli kontrolü altında tutma gayreti göstermesidir. Aslında içinde bulunulan zamanı ve mekânı kestirebilme, çevresini ve kendisini anlamlandırabilme ihtiyacı tüm insanlar için geçerli bir ihtiyaç ancak sağlıklı insanlar kontrol edebildikleri ve edemedikleri şeyleri birbirinden ayırt etme, kontrol edemedikleri ile uğraşmama eğilimi içindedir. Dolayısıyla; kontrol ihtiyacı, kişinin erişebileceği alanın dışına taştığında artık ruhsal mekanizmada yolunda gitmeyen şeyler olduğunu söylemek mümkün oluyor.

Değiştiremeyeceğiniz hiçbir şey için endişelenmeyin ve stres yapmayın…

Kontrol bağımlılığının kaygı ile doğrudan bir ilişkisi olduğunu söylemek mümkün. Gelecek kaygısı ise bunun sadece küçük bir parçası. Kaygılı insanlar geleceğin belirsizliğinden, bugünün değişkenliğinden, geçmişin ulaşılamazlığından rahatsızlık duyuyor.  Çünkü her insanın belirli ölçülerde zamanı, mekânı ve kendini kestirebilmeye ihtiyacı vardır. Tüm bunlar kaygı düzeyini yükselten etkenler arasında yer alıyor. Çünkü insanlarda güvende olduğu duygusunu sekteye uğratıyor. Kendisini güvende hissetmeyen insanlar, eksik olan bu duyguyu tamamlayabilmek için kontrol alanını sürekli olarak genişletmeye çalışıyor.

Neden bir insanın kontrolcülük gibi bir özelliğe sahip olduğunu düşünecek olursak nedenlerden birincisi değer sistemi diğeri ise kişilik özellikleridir. Bu insanlar bir sorunu olduğunu düşünmez. Hatta aksine, davranışlarının takdir görmesi gerektiğine inanırlar. Hatta psikolojik çatışmalarını bile kendi fikirlerini onaylamakta kullanırlar. İnsanları zorlayıp kontrol etmeye çalışmak her zaman aynı düzeyde olmaz. Bazı insanlar daha çok ve bazıları daha az. Her ne kadar seviyeleri farklı olsa da aynı özellikler görülür. Bu özellikler nelerdir? Şimdi bunlardan bazılarına bir göz atalım: “*Güvende hissetme ihtiyacı oldukça yoğundur. Sadece olan problemleri değil, sorun çıkma ihtimali olan durumlar üzerinden de kendini güvene almak çabasına girerler. *Gelecek kaygısını çok derin yaşarlar. “İlişkisi nasıl gidecektir? İşinin geleceği nasıl olacaktır?” gibi gelecekle ilgili bu tarz düşüncelerle zihni meşguldür. * Agresiftirler. *Dogmatiktirler. (Hiçbir koşulda fikirlerini değiştirmeye yönelmezler.) *Çevrelerindeki insanları yönetmeyi severler. Her şey için kurallar koyar ve itaat etmeyen insanlar için cezalar koyarlar. *Onları zorlar veya sorgularsanız güçlü tepkiler verirler. *Başka insanların ihtiyaç veya duyguları için duyarlı değildirler.  *Olayları kendi yararına düzenleme çabası vardır ve bunun sonucunda ilişkilerde sorunlar yaşarlar. *Sevgi gibi güzel duygularını açıklamaya asla taraftar değildirler.” İşte böyle insanlar hiyerarşi sever ve gücü arzularlar. Başka insanların davranışlarını yönetmeyi severler.

Belki sizde farkında olmadığınız bir kontrolcülükle hayatınızı devam ettiriyorsunuz! Gün içinde ya da uzun vadede, neleri kontrol etmeye çalıştığınızı düşünerek başlayalım. Düşünün; gün içerisinde neleri kontrol etmeye çalışıyorsunuz? Kendi düşüncelerinizi, belki de etrafınızdakilerin düşüncelerini, işinizi, çocuklarınızı, iş arkadaşlarınızı, çevrenizdekilerin hareketlerini, yiyip içtiklerinizi, banka hesaplarınızı… Yaptığınız ve düşündüğünüz en ufak şeylerde bile kontrol mekanizmanızdan bir parça nasiplendiğine emin olabilirsiniz. Bunların çoğunu farkında olmadan otomatik bir şekilde kontrol edip hayatınıza devam ediyorsunuz. Zaman zaman farkına varamıyorsunuz bile. Etrafınızdakilere sarf ettiğiniz “Onu böyle yap, şunu şöyle söyle, bunu öyle yapmalısın… “gibi cümleleri ne kadar sık kullandığınız, sizin de kontrol mekanizmanızla ilgili bir şeylerin yolunda gitmediğini gösteriyor olabilir. Kontrol etmek her koşulda kötü değil tabii ki. Kontrol etmek elbette ki önemlidir ancak aşırıya kaçtığınız zaman çevrenizden aldığınız tepkiler değişecektir. Kontrolcülükte aşırıya kaçabilme ihtimaliyle karşı karşıya kalırsanız neler olabileceğini tahmin edebiliyor musunuz?  Zihin ve bedeni başkalaştırarak birbirini alt edebilecek güce sahip olan kontrol bağımlılığı hayatınıza ciddi zararlar verebilir. Hatta kontrolcülük hayatınızın kontrolünü eline alabilir!

Yazımın birinci bölümünde, kontrolcülüğün hatta kontrol bağımlılığının ne olduğunu anlattım.  Sizin bu konuların ne kadar içinde ya da dışında olduğunuzu anlayabilmeniz için de sizlere birtakım sorular yönelttim. ‘Siz neleri kontrol etmeye çalışıyorsunuz?’ diye sordum. Yazımın ikinci bölümünü paylaşacağım güne kadar bu soruyu kendinize sorup en samimi cevaplara ulaşmanızı arzu ederim. İkinci bölümde konuyu örnekleriyle irdeleyip belki de bugüne kadar fark edemediğiniz kontrolcülüğünüzü beraber keşfedebilir ve onu iyileştirmek için yola çıkabiliriz. Sevgiyle kalın, unutmayın: ‘Olması gereken daima olur…’

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

ÇAKRA- ‘KÖK ÇAKRASI’

Kıymetli dostlarım bugün ‘Çakra’ konusuyla sizlerleyim. Belirli periyotlarla yedi çakrayı anlatacağım, konuyu anlaşılır kılabilmek için yaptığım araştırmalarda bulduğum en doğru ve en yalın bilgileri sizlere sunacağım.

Öncelikle kendi deneyim ve bilgilerimden yola çıkarak çakranın ne anlama geldiğini, hayatlarımızda nasıl bir öneme sahip olduğuna değineceğim ardından yedi çakranın birincisi olan Kök Çakra’ ya doğru yolculuğumuz başlayacak.

Sanskritçe çakra kelimesi ‘tekerlek’, ‘çark’, ‘girdap’ anlamına gelir. Bedenimizde bulunan hormon bezlerine tekabül eden çakralar enerjiyi içten dışa, dıştan içe aktaran güç merkezleridir. Her çakra farklı tür enerjinin giriş kapısıdır. Bedeni besleyen bu kapılar tıkandığında belirli organları güçsüz düşürerek çeşitli hastalıklara zemin hazırlamaktadır. Yeri gelmişken hemen belirtmeliyim ki bilinenin aksine çakraların kapalı olması şeklindeki bir ifade yanlıştır. Çakralar ancak tıkalı olabilir, çakraların kapalı olması yaşamın son bulduğu anlamına gelir. Prana olarak adlandırılan evrensel yaşam enerjisi, çakralar üzerinde dönüştürülerek organizmanın kullanması için çeşitli düzeylere dağıtılır. Bu enerjisel yapılar belirli bir titreşim hızında dairesel şekilde hareket ederek kişinin enerji dolaşımını kontrol eder. 

Bilimsel araştırmalara göre çakra merkezlerinin hem fiziksel hem de psikolojik boyutu vardır. Her bir çakranın belirli organların yanı sıra fiziksel, duygusal, psikolojik ve ruhsal varoluş durumlarına karşılık geldiği ve hayatın tüm alanlarını etkilediği bir gerçektir. Çakra noktaları ışık ve renk saçarken bilinçaltında bulunan duygu ve tecrübelerimizle de bağlantı halindedir. Tüm canlılar Aura adı verilen enerji alanıyla kaplıdır. Çakralar aura üzerinde yer alır. Sağlam ve güçlü bir aura dışarıdan gelecek negatif enerjilere karşı korunmayı sağlar. Aura, eterik, duygusal, zihinsel ve ruhsal olmak üzere 4 farklı katmandan oluşur.

İnsan bedeninde, çakra olarak bilinen ve omurga sistemi boyunca sıralanan; yedi temel enerji merkezi bulunuyor. Bu yedi ana enerji merkezinin hepsi vücudun hormonal salgı bezleri üzerinde yer alıyor. Enerji merkezleri, metafiziksel enerjinin bağlantı noktaları olarak kabul ediliyor. Çakraların dengesizliği ya da tıkalı olması durumunda ise ruh ve beden birbiriyle çatışmaya başlıyor. Çakra olarak ifade edilen merkezlere enerji akışı sağlanmadığında fiziksel ve ruhsal hastalıklar ortaya çıkabiliyor. Hastalıkların tedavi edilmesi enerji akışının tekrar sağlanmasıyla mümkün olabiliyor. Aslında Sanskritçe yazılmış metinlerden, bedendeki enerji akımını gerçekleştiren binlerce çakra olduğunu öğreniyoruz. Fakat omurilik üzerinde bulunan çakralar zihin, beden ve ruh uyumunun sağlandığı en önemli merkezler olarak kabul ediliyor. Enerjimiz bu merkezlerde saat yönünde yani adeta bir çark şeklinde dönmektedir. Çakrada bir uyumsuzluk söz konusu olduğunda enerji akışında sorunlar meydana gelmektedir.

Çakranın manasını tam kavranmadığından bir diğer ifadeyle insanlar şuurlu olarak çakraların nasıl açılacağını bilemediğinden çeşitli sıkıntılar yaşanmaktadır. Doğru şekilde erişilemeyen ve tıkanıklığına müdahale edilemeyen çakralar açılamıyor ve sonuç olarak kişi erişmek istediği ışığa, rahatlığa ulaşamıyor. Başlangıç şudur ki; kişide olan negatif duygular çakraların aktif hale gelmesinde ki en büyük engeldir. Öncelikle negatif duygu ve düşüncelerden arınmak çok mühimdir. Bu arınmanın ardından çakraların açılması için belirli bir emek, süreç ve süreklilik gereklidir. Paylaşımlarımın detaylarında bunu nasıl gerçekleştirebileceğinizi rahatlıkla kavrayabileceksiniz. Bu yedi çakrayı bir odayı aydınlatmak için bir arada olup ve aynı anda yanması gereken yedi ampulle bağdaştıralım. Ampuller ancak aynı anda yanarsa oda aydınlanabilecek, bir tanesi dahi yanmazsa diğerleri de yanmayacak ve oda karanlığa mahkum olacaktır. Olmazsa olmazımız o yedi ampulünde yanmasıdır. İşte tıpkı bir tanesi eksik olunca diğerlerinin de işlevini yerine getiremediği ampuller gibi bu yedi çarka da aynı ayna açık ve aktif olmalıdır. Ancak o zaman ışığın hem sizin için hem de etrafınızda ki kişiler için yanması mümkün olacaktır.

*******

KÖK ÇAKRA

Kök çakra 7 tane ana çakranın ilkidir. Yer itibariyle de omurganın alt bölümünde bulunmaktadır. Kök çakra aynı zamanda root çakra ve Muladhara olarak da isimlendirilmektedir. Çakralarımızın dengeli olması hayattan daha fazla keyif almamızı sağlar; bu nedenle her çakranın düzenli ve sağlıklı çalışması insan vücudundaki enerji akışı bakımından önem taşır. Bu noktalarda tıkanıklıklar olursa enerjinin akışı da bozulacaktır; birçok rahatsızlık bu nedenle meydana gelmektedir.

Kök Çakra Nedir?

Kök çakra dünyaya temelde güven duymakla ve var oluşumuzdan aldığımız mutlulukla ilişkilendirilir. En temel olarak evrenle uyum içinde olmak ve güvende hissetmek için bu çakradaki enerji akışının dengeli olması gerekmektedir.

Kök çakra denildiğinde daha çok insanın temel ihtiyaçları ile ilişkili olan enerji noktası akla gelmektedir.

Kök Çakra Neyi İfade Eder?

Kök çakra özellikleri arasında birçok madde sıralayabiliriz. Ana noktada şu unsurları ifade eden bir çakradır:

Güvenlik

İçgüdü

Hayatta kalma

Temel ihtiyaçlar

Fiziksel olarak kök çakra cinselliği ifade eder. Bu çakra düzenli çalıştığında dağınık olmayan bir zihin söz konusudur. Daha dengeli ve stabil bir zihin gücüne kavuşabilirsiniz. Duygusal olarak empati kurabilir, hoş görülü olursunuz. Güvenli bir ruh hali mevcuttur.

İyi çalışan bir kök çakra temelde insanların güven duygusunu geliştirdiği ve kendi hayattaki varlıklarını sevmelerini sağladığı için yaşamaktan memnuniyet söz konusudur.

Kök Çakra Nerede Bulunur?

Kök çakra nerede sorusuna yanıt olarak bu enerji noktasının omurganın en alt bölümünde olduğunu belirtebiliriz. Makat ve cinsel organ arasında, kuyruk sokumunda yer almaktadır. Omurga tabanı olarak da isimlendirilen bir bölgedir.

Kök çakra 7 çakranın birincisidir ve çakralar insan vücudunda en alttan en tepeye doğru dizilmektedirler.

Kök Çakra Neyi Yönetir?

Kök çakra neyi yönetir ile ilgili olarak öncelikle fiziksel dünyayla bağlantıyı yönettiğini söyleyebiliriz. Fiziksel ağrılar, zevkler de bu çakra ile ilgilidir. Kalıtım, güç, güvenlik, tutku, fiziksel farkındalık bu enerji noktasından meydana gelir.

Kundalini enerjisi yaşam enerjisidir. Kundalini enerjisinin çıkış noktası olan kök çakra, hayattan ve kendinizden aldığınız keyfin başlangıç noktasıdır. Hayatta olma ve kendini olduğu gibi kabul etme kök çakra ile ilişkilendirilir.

Kök Çakra Elementi Nedir?

Tüm çakraların bir elementi bulunmaktadır. Toprak elementi güvenlik ve sağlamlıkla, var olmayla ilişkilendirilen elementtir. Toprakta mahsul yetişir ve kök çakrada kişinin enerji akışının başladığı temel noktadır. Bu çakranın düzensiz olması enerjiyi en alt bölümünde tıkalı bırakır. Tüm vücut bundan etkilenir.

Kök Çakra Rengi Nedir?

Renklerin duygular ve enerjiler üzerinde büyük etkileri bulunmaktadır. Renklerle ilgili yapılan araştırmalarda da bu durum sıkça analiz edilmektedir. Canlı renkler insanlarda heyecan ve tutku uyandırırken, mat ve soğuk renkler daha çok sakinliği-huzuru yansıtmaktadır.

Her çakranın bir rengi vardır; kök çakra kırmızı ile ifade edilir. Hayat enerjisi, hayata bağlılık, tutku ile kırmızı birebir ilişkilidir. Rahat bir ruh hali içindeyken kök çakra rengi olan kırmızıyı enerji bölgesinde hayal edebilirsiniz.  Bu kırmızı ışığı yoğun biçimde hissedip, kuyruk sokumunuzdan yere doğru indiğini düşünün. Enerji açmak için iyi bir çalışmadır.

Kök Çakra Hangi Organlar ile İlişkilidir?

Kök çakra organları arasında bacaklar, bağırsaklar, kollar, prostat, sinir sistemi, idrar sistemi, kemikler, omurga, tırnaklar, dişler vb. bulunmaktadır. Bu organlarınızla ilgili sorunlar kök çakradaki dengesiz enerji akışları ve blokajlarla ilgili olabilir.

Her çakranın belirli organlarla ilgisi vardır; kök çakra daha çok vücudun yoğun katı bölümleri ile ilgilidir.

Kök Çakra ve Gezegenler

Kök çakranın ilişkili olduğu gezegenler, burçlar ve elementler vardır. Satürn, Mars, Akrep, Boğa ve Oğlak kök çakrayı yönetmektedirler. Akrep haricindeki burçlar toprak grubundadır. Akrep burcu ise tutkuyu, güvence ihtiyacını yoğun olarak yansıtan burçlardandır.

Kök Çakra ve Yağlar

Kök çakra yağları bu bölgeyi aktive etmek, canlılığı arttırmak ve enerji akışını düzenlemek için önemlidir. Toprak ve ağaç kokulu yağlar öncelikli olarak etkilidirler. Bu çakranın belirttiğimiz gibi toprakla ve sağlamlıkla derin bir bağı vardır.

Sandal ağacı, huş ağacı, gül ağacı, karanfil, mercanköşk, mür, fesleğen, selvi, sedirdir. Güven ve berraklık duygusu veren yağlardır.

Kök Çakra Mantası Nedir?

Kök çakra mantası enerji çalışmaları yapılırken kullanılmaktadır. Kök çakra enerji seansları esnasında manta olarak “Lam” kullanılmaktadır. Okunuşu ise “Lahm” şeklindedir. Kök çakra için sesli harf “o” ‘dur.

Kök Çakra için Müzikler

Kök çakra müzikleri ile kök çakra enerjinizin daha iyi çalışmasını sağlayabilirsiniz. Bu müzikler ile kök çakranızdaki enerji akışını canlandırıp, aktive etmeniz mümkündür. Davul en iyi kök çakra enstrümanlarından biridir. Hint müziği ve toprak tonları da bunlar arasında yer almaktadır. Kök çakra notası “Do”dur.

Kök Çakra Kristalleri Nelerdir?

Kök çakra taşları ile enerji çalışmaları yapabilirsiniz. Dumanlı kuartz, yakut, doğal cam, doğal mıknatıs, hematis, kantaşı, lal taşı, kırmızı yeşim taşı ve agate kök çakra enerjisini canlandırmak için uygun olan kristallerdir.

Kök Çakra Sembolü Nedir?

Her enerji noktasının temsil edildiği bir sembol vardır. Bu semboller çakraların özellikleriyle bağlantılı olarak seçilmişlerdir. Kuyruk sokumunda bulunan kök çakranın sembolü ise 4 taç yapraklı lotustur.

Kök Çakra için En İyi Besinler Hangileridir?

Enerji noktalarındaki akışın iyi biçimde sağlanması, dengesizliklerin ve tıkanıklıkların giderilmesi için besinlere dikkat edilmelidir. Bazı besinler çakra enerjisini açmak için güzel bir etki yaratırken, bir kısım besinler ise olumsuz bir etki yapmaktadırlar.

Kök çakra besinleri ise ağırlıklı olarak toprak besinleridir. Protein ve etler bunlar arasında yer alır. Kahverengi pirinç, fasulye, mısır, peynir, buğday ve çerezler de kök çakrayı canlandırıcı bir etki yaparlar.

Kök Çakra Diğer Özellikler

Kök çakra blokajları için birçok şeyden yararlanmak mümkündür. Kök çakranın hissi ise kokudur. Kokular kök çakra için olumlu etkiler yaparlar. Kök çakra enerjisinin gerçekliği ise “Sahip Olmaktır”. Sahip olmak özellikle toprak elementi ve burçları ile yakından ilişkilidir.

Kök çakra enerjisinin en temelde ifade ettiği durum hayatta kalmaktadır. Temel güvence ve insani ihtiyaçlar bu çakranın konusudur. Fiziksel olarak var olma bu çakranın temel prensibidir.

Kök Çakra Dengeli ise Ne Olur?

Kök çakradaki enerji akışının dengede olması birçok pozitif etkiye yol açmaktadır. Kök çakranın dengede olduğunun göstergeleri şunlardır:

Doğa ile bütün olarak hissetmek

Doğaya ve evrene güvenmek

Hayattaki iniş çıkışları kabullenebilmek

Kök çakra ile ilgili organların güçlü ve sağlıklı olmaları

Hayata karşı güven, yapabilmeye karşı inanç

Sorun ve çatışmalarla baş edebilme gücü

Sabit ve sakin bir şekilde düşünüp, karar alabilme

İstikrarlı olmak

Yaşamsal ihtiyaçlar konusunda güvende olma hissi

Kök çakradaki enerji dengeli ve sağlıklıysa yukarıdaki olumlu etkiler dikkat çekmektedir.

Kök Çakra Dengesiz Olduğunda Ne Olur?

Kök çakra kapalıysa ne olur sorusu birçok kişi tarafından yöneltilmektedir. Kök çakra enerjinizde bir düzensizlik, tıkanıklık varsa şu belirtiler ortaya çıkmaktadır:

Fazlasıyla materyal dünyaya ilgi göstermek, maddi eşyalar ve değerler elde etme hırsı

Doğaya güvenmemek

Evrenin akışına kendini bırakamamak

Olanları kabul etmekte zorlanmak

Bencil ve başkalarının ihtiyaçlarını göz ardı eden bir davranış

Kabızlık, şişmanlık

İştahsızlık, hayata karşı isteksizlik

Kök çakra ile ilgili organlarda sorunlar

Sık sık hastalanmak

Sakinleşememe, odaklanamama ve dağınık bir zihin

Depresyon, enerji eksikliği, endişe kaygı, öfke, panik atak, cinsel çekingenlik gibi psikolojik sorunlar oluşabilir. Ayrıca ölüm, terk edilme, küçük düşürülme, incitilme, değersizlik, kaybetme korkusu, yetersizlik, başarısızlık, gibi temel korkular içerisinde yaşar.

Bu belirtilerin ortaya çıkması kök çakranızda bir sorun olduğuna işaret etmektedir. Çakrayı şifalandırmak için çalışma yapılmalıdır.

Kök Çakrayı Şifalandırmak

Kök çakra şifalandırma bu bölgede tıkanan enerjiyi açmaya yarayacaktır. İfade ettiğimiz belirtiler sizde de bulunuyorsa kök çakranızın enerji dengesinin bozuk olduğunu anlayabilirsiniz.

Kök çakra şifalandırmak için dikkate alınması gereken bazı unsurlar aşağıda sunulmaktadır:

Çakra açma meditasyonu, olumlamalar, yoga gibi teknikler enerjinizin doğru bir şekilde akmasına çok yardımcı olacaktır.

Kırmızı Rengi Kullanmak: Kırmızı renk kök çakra rengidir. Kırmızı giymek veya belirttiğimiz gibi yoğun kırmızı rengin kuyruk sokumundan ayaklarınıza doğru indiğini hayal etmek kök çakranızı canlandıracaktır.

Banyo Yapmak: Suyun temizleyici bir enerjisi vardır. Banyo yaparken kendinize güzel sözler söyleyebilir ve kendinize sevginizi hissedebilirsiniz. Düşünce olarak da suyun sizi birçok olumsuzluktan arındırdığını hayal edebilirsiniz.

Dans Etmek: Dans etmek enerji açmak için harika bir yöntemdir. Kaygı ve endişe gidermek için en etkili yollardan biri bedeninizi özgürce ve coşkuyla hareket ettirmektir. Dans etmek ve müzik dinlemek sizin kendinizi iyi biçimde ifade etmenize de yardımcı olacaktır.

Ağaca Sarılmak: Kök çakrayı canlandıran ve blokajları açacak en iyi yöntemlerden biridir. Kök çakra doğa ve toprakla yakından ilgilidir. Doğa ortamları her zaman için enerjiyi açan bir etkiye sahiptir.

Toprağa Basmak: Toprağa çıplak ayakla basmak topraklanmak için oldukça iyi bir yöntemdir. Olumsuz enerjiyi toprağa akıttığınızı hayal ederek enerji temizliği yapmanız mümkündür.

Yürüyüş Yapmak: Özellikle doğa ortamlarında yapılan yürüyüşlerin blokaj açmada büyük etkileri vardır. Adım attığınızda kök çakranızın dengelendiğini ve enerji akışının olduğunu hayal edebilirsiniz.

Kök Çakra için Şifa Enerjileri

Kök çakra için şifa enerjileri ile çalışma yapmanız mümkündür. Şifalandırma esnasında doğal ve kırmızı renkli taşlardan faydalanabilirsiniz. Jasper, yakut ve lal taşları ideal enerji açma taşlarıdır.

Ellerinizi kuyruk sokumunuza yakın bir noktanın üzerine koyun. Bu bölgedeki tıkalı enerjinin açılacağına dair niyet edilmelidir

Sırt üstü olarak rahat biçimde uzanın

Uzandığınızda kollar ve bacaklar düz olmalıdır

Hara çakrası altına iki elinizi de koyun. İki elinizi birbirinin üstüne koyabilirsiniz. Yan yana da durabilirler.

Dokunma istemeyenler için eller her iki yanda vücuda paralel durmalıdır

Enerjiyi davet edin

5-10 dakikalık şifalandırma çalışmaları yeterli olacaktır. Niyetinizi gerçekleştirdikten sonra gözünüzün önünde kırmızı rengini canlandırın. Bunun kök çakranızı doldurduğunu hayal edin.

Enerji çalışması yaparken rahatlayıp kendinizi bırakmanız gerekmektedir. Bazı durumlarda kendi kendinize çalışmanız yeterli olmayabilir. Köklü blokajları çözmek daha uzun bir süre gerektirir ve çalışmalara düzenli biçimde devam etmek gerekir. Uzman birinden destek alabilirsiniz.

Kök Çakra için Fiziksel Egzersizler

Kök çakra için egzersizler yaparak enerji blokajınızı çözebilir, enerji dengenizi sağlayarak daha mutlu ve huzurlu bir hayata kavuşabilirsiniz.

Doğa Yürüyüşleri

Yere sabitlenip öne eğilerek yapabileceğiniz Yoga hareketleri

Egzersiz yapmak bedendeki enerji akışını canlandırmak; zihinsel, fiziksel ve ruhsal dengenizi sağlamak için çok etkili bir yöntemdir. Yoga bu açıdan en iyi çakra açma ve dengeleme egzersizidir. Aynı zamanda pilates ve yürüyüş de oldukça yararlıdır. Bisiklet sürmek ise kök çakra enerjisi açısından pek tavsiye edilmemektedir.

Kök Çakra Aromaterapi

Masaj yaptırmak kök çakra ve diğer tüm enerji noktaları için faydalıdır. Düzenli yapılan masajlardan sonra enerji akışı çok daha berrak biçimde sağlanmaktadır. Her çakra için kokular önemlidir. Farklı yağlar ve kokular değişik çakralar için etkili olmaktadır.

Masaj yaptırırken kök çakra blokajlarını açmak ve enerji noktasını aktive etmek için zencefil, tarçın, silhat ve sakız kullanılabilir. Bitki özleri ile yapılan masajlar enerjiyi kuyruk sokumunda canlandıracaktır.

Kök çakra için bazı meditasyon sözleri ve yönlendirmeleri de kullanılabilir:

Ben iyi bir şekilde dünyaya kök saldım

Dünyada güvendeyim

Yeterli kaynaklarım var

Kendim için en doğru seçimleri yapıyorum

Dünya çok güzel, güvenli ve sevgi dolu bir yer

Evren beni destekliyor

Zorluklar beni güçlendirir ve geliştirir

Bedenim sağlıklı ve yaşam enerjim yüksek

Tüm ihtiyaçlarımı karşılıyorum

Kaya gibi sağlamım

Kendimi olduğum gibi seviyorum

Başkalarını oldukları gibi seviyorum

Hayatta mutlu anlar kadar zorlu zamanlar da var

Maddi olarak güvendeyim

Düzenli olarak bu olumlamaları tekrar ederseniz bir süre sonra bilinçaltınız etkilenmeye başlayacaktır. Kök çakra olumlamalar daha çok blokaj çalışmalarından sonra faydalıdır. Tıkalı enerjiler bu sözlerin bilinçaltına etkili şekilde geçmesini engelleyebilir. Enerji çalışmaları yapıldıktan sonra güzel kokular, tütsüler eşliğinde olumlamalara geçebilirsiniz.

Kök Çakrası Niçin Tıkanır?

Kök çakra neden tıkanır sorusu birçok kişi tarafından yöneltilmektedir. Kök çakra tıkanmasının en büyük nedeni doğum anında yaşanılan olumsuz durumlardır. Kök çakra belirttiğimiz gibi hayatta kalma ile ilgili olan enerji merkeziydi. Buradaki dengesizlik ifade ettiği konularda bir sorun oluştuğunu göstermektedir.

Bebeklik ve çocukluk dönemindeki travmalar kök çakrayı büyük oranda etkiler. Travmalar yaşanmış ve çözülememişse kök çakrada katı blokajlar var demektir. Bir kişinin anne baba tarafından terk edilmesi de büyük bir travmadır.

Anne ve baba ile olan ilişkiler hayattaki temel güven duygusuyla yakından ilişkilidir. Herkes küçükken anne ve babasına bağımlıdır; savunmasız oldukları için karşılaştıkları sorunlar bilinçaltlarını yoğun şekilde etkileyerek enerji tıkanmalarına yol açarlar.

Anne babanın yeterli ilgiyi ve sevgiyi göstermemesi yetişkinlik hayatını da olumsuz etkiler. Güven duygusu kolayca gelişemeyebilir. Çocukken yaşanılan ilgisizlik, sevgisizlik ve güvensizlik direkt olarak kök çakradaki enerji akışını bozar.

Her şey gönlünüzce olsun.
Sevgi ve ışıkla kalın…
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

RENGARENK DUYGULAR

Ateş böcekleri, o muazzam ışıklarını gecenin karanlığına gönderen ateş böcekleri… Küçücük ışıklarıyla geceyi aydınlatırlar ve her biri diğerden daha fazla ışık yaymak için adeta birbirleriyle yarışan o muhteşem ışık melekleri… Anıları ateş böcekleriyle özdeşleştiririm. Çünkü anılar da tıpkı ateş böcekleri gibi hayatlarımıza ışık saçar ve ömrümüzü aydınlatırlar. Ateş böceklerinin ışıkları karanlıkta yol bulmamıza, önümüzü görmemize yardım eder, anılarda bu günümüzü hatta yarınımızı görmemize, anlamamıza yardım eder. İnsan ömründeki her bir anı belki küçücük bir dönemi yansıtır ama o anıların dokunuşları insan ömrünün tamamına yayılır. Anılarımı sizlerle paylaşırken sizlerin de kendi anı dünyanıza doğru yolculuk yapmanızı arzu ediyorum. Yaşanmışlığını unuttuğunuz, ancak siz unutsanız bile yaptığı etkiyle hayatlarınıza kocaman dokunuşlar yapan anılarınızı gün yüzüne çıkartmanız, onlara sahip çıkmanız, olumlu etkilerini devam ettirmeniz, olumsuz etkileriyle yüzleşip, kabullenip ve sonunda da hayatlarınıza mutlu bireyler olarak devam edebilmenizi diliyorum.

Yol uzun, yolcu keyifli. İyisiyle, kötüsüyle yaşanmış her şey bir tecrübedir. Bizi biz yapan da işte bu yaşanmışlıkların dokunuşlarıdır. Sandık yeni bir anıyı dışarıya çıkartmaya sabırsızlanmış gibi görünüyor. Sandıktan gelen seslere kulak verelim, seremoni başlasın ve yeni bir anı demeti daha beni sizlerle buluştursun.

  • “Hızlı adımlarla ilerleyen zaman, bizi ilkbaharın o güzel günlerine ulaştırmıştı. İlkbahar, yeni bir uyanışın, yeni umutların habercisi gibidir. Ağaçlar rengarenk çiçeklerle bezenmiş giysilerini giyer, çimenler de papatyalı giysilerini… Peki ya bizler? Elbette bizlerde doğaya eşlik ederiz, üzerimizdeki ağır giysileri yerlerine, dolaplara kaldırırız ve incecik, rengarenk giysilerimizi ilkbahara eşlik etmek istercesine giymeye başlarız. İlkbahar mevsimiyle birlikte bende ikinci sınıfın sonlarına gelmiştim, üçüncü sınıfla aramda birkaç aylık ikinci sınıf günleri ve yaz tatili kalmıştı. Nisan ayındaydık ve elbette Nisan ayının en güzel günü olan 23 Nisan’ a çok az zaman vardı. Okulumuzda 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı hazırlıkları hummalı bir şekilde ve keyifle başlamıştı. Şiirler okunacak, piyesler oynanacaktı ve bir de belirlenen bir güzergâhta özel bir yürüyüş yapılacaktı. Yürüyüşe okulumuzu temsilen bende katılacaktım. Heyecanım doruktaydı. Milli bayramlarımızın coşkusu her zaman bir başka güzeldir. Kürsüde okunan şiirlerin tadı, oynanan piyeslerin özel anlamlar yüklü olması, hep bir ağızdan söylenen İstiklal Marşı’ nın coşkusu bir başka güzel olur o günlerde. Bu coşkuya hep hayran olmuşumdur bunun için de törenler her zaman özel olmuştur benim için. Haftanın ilk günü okulda yapılan açılış töreninde de şiir okurduk. Ah o şiirlerim… İstiklal Marşı’ nın ehemmiyetini hem ailemden hem de öğretmenimden öğrenmiştim, evdeyken televizyonda duysam marşımızın çalındığını hemen ayağa kalkar saygı duruşuna geçerdim. Şanlı tarihimizi, özgürlük mücadelemizi anlatan televizyon programlarını seyretmeyi de ayrıca çok severdim.

Gün gelmişti, yürüyüş alayına katılmak için hazırlıklarımı annem günler öncesinden tamamlamıştı. Annemle okulumun belirlediği kıyafeti almak için alışverişe gitmiştik. Kesinlikle bu alışverişin keyfi diğer alışverişlerimizden çok daha özeldi. Yürüyüş esnasında elimizde bayraklar olacaktı, marşlar eşliğinde yürüyecektik, yollarda bizi seyreden insanları bayraklarımızla selamlayacaktık. Ne güzel bir duyguydu bu, kendimi çok özel ve şanslı hissediyordum çünkü ben bir çocuktum ve bu bayram bizlere armağan edilmişti. O gün öncelikle okulumuzda tören yapıldı, şiirler okundu, şarkılar söylendi. Ardından stadyumda okulların gösterileri oldu. Törene ağabeyim kendi sınıfıyla katılmıştı ve maalesef kardeşim rahatsızlığından dolaya okulda olamadığından törene de katılamamıştı, sadece izleyiciydi. Annemler onu gelecek yıl mutlaka törene katılacağını söyleyerek teskin etmişlerdi. Babam çalıştığı için törende yanımızda olamamıştı. Sadece annem ve kardeşim bizi izlemeye, günümüze eşlik etmeye gelebilmişti. Oysa bu anlamlı günümüzde babamın da bizimle olmasını çok istemiştim. Özel günlerde bir arada olmanın en kadar önemli ve kıymetli olduğunu babam bizlere her daim aşılamıştır. Ama bazen şartlar buna izin vermeyebiliyor. Zamanlar uyuşmasa da her anı bir arada geçiremesek de biz ailemizin kıymetini ve önemini biliyorduk. İyi günde ve kötü günde, biz her koşulda bir bütündük.

Unutur muyum hiç atletizm seçmelerini… Okullar arası müsabakaların günü gelip çatmıştı. Kazanma arzusunun çılgınca tutkusu içime işlemişti ve heyecandan yerimde duramaz haldeydim. Antrenmanlarda çok çalışmıştım bununla birlikte Beden Eğitimi Öğretmenim de bana çok güveniyor başarılı olacağıma tıpkı benim gibi yürekten inanıyordu. Öğretmenimin bu inancı ister istemez üzerimde bir baskı oluşturuyor kazanmak için beni adeta kamçılıyordu. Onun yüzünü kara çıkartmamam gerekiyordu, bana güveniyordu ve ben de o güvene layık olmalıydım. Başarılı olmaya kilitlenmiştim, ‘başarılı olma arzusu’. Bu duyguyla tanışmam aslında çok da yeni sayılmazdı. Bu duyguyla en çok amcamın davranışlarıyla tanışmıştım. O bizim her zaman, her koşulda başarılı olmamızı isterdi ve bu isteğini bize fazlasıyla aşılamıştı. Yarışı kazanamazsam kendimi suçlu hissedecektim, hata yapmış olacaktım. Çünkü bana inanan, güvenen insanlar vardı ve bu beklentilerini asla hüsrana uğratamazdım. Hassas ruhuma biraz fazla geliyordu bu telaş, ama iş başa düşmüştü ve kazanmam gerekiyordu. Yarışma günü ailemde benimle birlikteydi, heyecanıma ortak oluyorlardı. Seçmeleri geçen diğer öğrenciler, aileleri, herkes oradaydı, kalabalık coşkuluydu. Her öğrenci gibi bende kendi yaş gurubum içinde yarışıyordum. Yarış kocaman bir heyecan içinde başlamıştı. Kazanmıştım! Kendi yaş grubum içinde birinci olmuştu. Mutluluk, mutluluk, mutluluk… Çok çalışmıştım ve çalışmalarımın sonucunu galibiyetle göğüslemiştim. Kimsenin yüzünü kara çıkartmamış, kimseyi yarı yolda bırakmamıştım. Layığıyla bir görevi daha yerine getirmiştim. O günden sonra her türlü spor müsabakası benim için özel bir yer edinmişti. Televizyonda yayınlanan hiçbir spor müsabakasını kaçırmaz olmuştum ve bu seyirlerime ağabeyimde eşlik ederdi. Ağabeyimle en büyük ortak noktamız spor olmuştu. Onunla takımlardan, maçlardan bahsetmek ayrı bir zevk haline dönüşmüştü benim için. Futbol maçlarını sadece televizyondan seyretmekle kalmaz elbette ki beraber maçta yapardık. Üçümüz; ağabeyim, kardeşim ve ben, ablam hariç… Yarışmayı kazandığım gün benim günüm olmuştu, o gün günlerden ‘Nurgül’ dü.’ Artık derslerimin arasında başı Beden Eğitimi Dersim çekiyordu, artık favori dersim o olmuştu, tabii ki diğer derslerimi de çok seviyordum ama Beden Eğitimi Dersimin olacağı günü iple çeker olmuştum.”

Spor aşkım bugünkü anımda da karşımıza çıktı ve ilerleyen anılarda bu konuya çokça rastlayacağız. Çünkü hayatımda vazgeçilemez bir yere sahip olmuştur spor. Bu güzel disiplinin faydasını hayatımın birçok evresinde gördüm ve bana çok kıymetli katkıları oldu. Özellikle belirtmek istiyorum ki; sadece sporda değil hayatın her bir aşamasında türlü türlü müsabakalarla ya da durumlarla karşılaşırız. Mühim olan hayatın aşamalarındaki başarılı olmak arzusunu kontrol altında tutabilmektir. Kazanmak kadar kaybetmenin de hayatın bir gerçeği olduğunu ve her zaman kazanmanın mümkün olamayacağını tüm gerçekliğiyle kavramak gerekiyor. Şayet bu gerçeklik kabul edilebilirse kişide kaybetmeye dair korkular oluşmayacaktır, her durumu olduğu gibi kabul edebilme yaklaşımı oluşacaktır. Kaybetme korkusu insanda henüz gerçekleşmemiş durumlara dair büyük kaygılar oluşturan bir duygudur. Bu korku sadece bir yarışı kazanmak adına değil, maddi kayıplar ya da sevdiklerinizin kaybı şeklinde de karşımıza çıkacaktır. Hal böyle olunca da kaygı dolu bir hayatın esaretine girilecektir. Bu esaret de mutsuzluğu ve öfkeyi yaşatacaktır size. Diğer taraftan herhangi bir şeyi kaybetme düşüncesi sizi başarısızlık duygusuyla iç içe geçirir. Başarılı olmak içinde kazanmak arzusu umarsızca kamçılanır. Bu kamçının bıraktığı izlerse sizi hırsa sürükler. Oysa kazanmak kadar kaybetmenin de doğal olduğunu ve her iki sonucunda bizler için gerçek ve olası olduğunu anlamak, akışta kalarak durumu kabullenmek en doğru davranıştır. Çocuklara hırsla yol almayı değil azimle yol almayı, kaybetmenin kazanmak kadar doğal olduğunu, kayıpların hiçbir şey için bir son olmadığını öğretmek çok önemli. O savunmasız yüreklerine, korkuyla yola çıkılırsa o yolda başarısızlığın kendilerini bekleyeceğini ancak motivasyonla ve doğru şekilde ilerleyerek en iyi sonuca ulaşabileceklerini anlatmalıyız. Kaybetmenin başarısızlık değil olası bir durum olduğunu, mühim olanın kendilerindeki artı ve eksikleri kavrayabilmek olduğunu aşılamalıyız.  Her şeyde başarılı olmanın kişiyi mükemmeliyetçi olmaya ittiğini bununda kendilerine faydadan ziyade zarar getireceğini en güzel şekilde en tatlı dille çocuklara anlatmalıyız. Aslında bunları sadece çocuklara değil kendimize ve çevremizde bu bilgilere ihtiyaç duyan herkese anlatmalıyız. Anlatmalıyız ki, onlarda bir farkındalık oluşmasını sağlayabilelim ve şifalanmaları için onlara yol gösterebilelim.

Ulusal bayramlarımıza dair anılar hafızımda sanki dünmüşçesine saklı durur. Çocukluğumuzda vatan sevgisi bize çok güzel işlendi. Bunu hem ailemiz hem de öğretmenlerimiz gerçekleştirdi. Çocuklukta sağlamca edinilen bu düşünce şekli vatansever bir insan olmanızın en büyük temelini oluşturuyor. Vatansever bir birey hem ülkesini hem de ülkesinin insanlarını sever, geçmişine saygı duyar ve sahip çıkar. Milli bayramlar her zaman layığıyla kutlanmalı, o dönemlerde yaşananlar yine layığıyla başta çocuklar olmak üzere herkese anlatılmalı ki, varlığımıza, ülkemize canımızla sahip çıkalım. Ne demiş atalarımız: ‘Ağaç yaşken eğilir.’ Biz geleceğe bir çınar olacak ağaçlarımızı yani evlatlarımızı vatan sevgisiyle, merhametle, güvenle yetiştirelim ki, onlarda gelecek nesilleri öyle yetiştirebilsin.  

Her şey gönlünüzce olsun.
Sevgi ve ışıkla kalın…
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

SABRIN MEYVESİ EN TATLI OLANDIR

Bugünkü konumuz hepimizin sahip olmayı çok istediği ama sahip olunması biraz zor olan duygu; ‘Sabır’. Sabır; insanoğlunun ağırlık merkezidir. Nedir mi bu ağırlık merkezi? Bir insan ana rahmine düştüğü andan itibaren, ta ki ölene kadar birçok evreden geçer ve bununla birlikte birçok şey de yaşar? Hiçbir şey birdenbire oluşmaz. Her zaman bir bekleme süresi vardır ve bu süre çoğu zaman bizim kontrolümüzde ilerlemez. İşte bu bekleme sürelerinde gösterilen metanet ‘sabır’ demektir. Bunun için sabrı tanımlarken insanoğlunun ağırlık merkezi demek yerinde bir ifade olacaktır. Her bir durum bu merkeze etki eder ve mühim olan bu merkezi doğru idrak edip onu dengede tutabilmektir.

Her insan dünyaya ayak basmadan evvel (normal şartlarda) anne bedeninde dokuz aylık bir bekleme süresine tabi tutulur. Anne bedenindeki bu bekleyiş hem bebek hem de onun yolunu bekleyen ailesi için aslında sabır dolu bir süreçtir. Belki de sabrın en büyük örneği bu dokuz aylık dönemde yaşanır.

Varoluş gerçekleşti, yaşam yolculuğu anne bedeninden sonra dünyaya ayak basarak başladı… Hayatın döngüsü içinde nice durumlar yaşanacak, nice hadiselerle karşı karşıya kalınacak. Tüm bu süreçlerde, farkında olmaksızın, dokuz ay boyunca annemizin o güzel bedenindeki bekleyişin duygusuna yani ‘sabra’ çok ihtiyaç olacak.

Şimdi girelim yaşamın içine ve bakalım şu sabır dediğimiz zorlu metanet duygusu nerelerde karşımıza çıkacak.

İçimizde kıpır kıpır duygular olur, istediğimiz her şeyin hemencecik gerçekleşmesini arzuladığımız içindir bu kıpırdanmalar. Ama işin gerçeği, istenilen her şeyin çoğu zaman öyle bir çırpıda olmadığıdır. Zaman gerekir, emek gerekir, beklemek gerekir ve beklerken huzursuz, tedirgin, hırçın, kaygılı, öfkeli olmamak gerekir.   En çok da ne gerekir biliyor musunuz?  ‘Sabır’ gerekir.

Bilgisayarınızda çalışıyorsunuz ve çok önemli bir dosyayı indiriyorsunuz. Zamanınız dar, işleri hızlıca halletmelisiniz için dosyaya da acil olarak ihtiyacınız var. Siz gerildikçe, huzursuzca o ekrana baktıkça ve işi hızlandırmak adına yersiz yere bir sürü tuşa bastıkça o dosyanın ineceği varsa da inmeyecektir. Sonuç ne mi? Hızlı olayım ve işi yetiştireyim derken bir sürü gereksiz karmaşa yaşayacaksınız ve sakince halledebileceğiniz işi bitmesi gereken süreden çok daha uzun sürede bitireceksiniz. Sonra olanlar için kendinize, bilgisayara hatta teslim edeceğiniz o işe kızacaksınız. İçinizde öfke kırıntıları birikmeye başlayacak. Negatif duygular yolunuzu kirletecek. Ne mi yapmalısınız? Elbette sakin olmalı ve tabii ki sabırlı davranmalısınız.

Yeni bir iş görüşmesi yaptınız, hemen size dönüş yapılmasını, sonuçlanmasını istiyorsunuz. Sonucu beklediğiniz o günler size yıllar gibi gelecektir çünkü sabır metanetine kendinizi teslim etmediniz. İşe girdiniz, sonra maaşınızın bir an önce artmasını istersiniz, ardından hızla yükselmeyi. Ama bunlar hemen olmaz, beklemek, emek vermek gerekir. İşte yine sabırlı olmak çıkıyor karşınıza. Sanki her şey bize sabrı öğretmek için var.  Markette, minibüs durağında ya da sinema salonunda beklenen sıra, işte bunların hepsi bize sabrı öğretir. Aynı zamanda da sabra sahip olup olmadığımızı… Trafikte önümüzdeki arabayı geçme çabası ya da trafik ışıklarında yeşil yanar yanmaz hareket etme isteği, bunun için gereksizce öndeki arabaya korna çalma eylemi. Bunların hepsi sabırsızlıktan başka bir şey değil de nedir? İnanın bu sabırsızlık önce size ve sonra da çevrenize zarar verecektir. Hatta bazen bu zararlar telafi edilmesi mümkün olmayan sonuçları da doğurabilir.

Sabırsız olunduğunda zihinde telaş başlıyor bu sefer de ardından hatalar geliyor. Bu durum beraberinde öfkeyi getiriyor. Sabır, zor koşullar altında cesaretinizi ve metanetinizi yitirmenize sebep olur. Sabırlı insan uzun süreli gecikmelere ve tahriklere rağmen moralini bozmadan yoluna devam eder veya beklemesini sürdürür. Sabırlı olmak, gereksiz düşünceleri ve duyguları ardında bırakmaktır.

Size saatlerce derdini anlatan bir insanın derdine dava olamıyorsanız bile onu sabırla dinlemeniz onu mutlu edecektir. Çünkü onun içini boşaltmasını, konuşarak kendisini rahatlatmasını sağlamış olacaksınız. Başka hiçbir şey yapamasanız bile sabırla onu dinlemeniz sıkıntısını azaltabilir hatta derdine deva bile olabilir. Sabır, başka insanların yüreklerine dokunabilmek için de mühimdir.

Hafta sonu bir seyahat planınız var, fakat o anda bir aksilik çıkıyor ve seyahat iptal oluyor. Bu durumda hemen üzülüp neden gidemedim o seyahate diye hayıflanıyorsunuz. Ardından madem oraya gidemiyorsunuz başka bir yere gitmek için plan yapıyorsunuz ama o da olmuyor, gidemiyorsunuz.  Neden art arda yaptığınız seyahat planları iptal oldu? Belki de sizin o hafta sonu hiçbir yere gitmemeniz gerekiyordur, hayırlı olan budur. Metanetle ve teslimiyetle sabırlı davranıp, dingin bir şekilde durumu kabullenmek sizin için daha iyi olmaz mı? Boş yere kızıp durdunuz, kendinizi negatif enerjilerin içine soktunuz ve elbette ki bu duygularla kendinize zarar verdiniz.

İlerlersiniz, ilerlersiniz yolun bitimine ramak kalmıştır, ama yeterince sabırlı olmadığınız ya da olamadığınız için yolu tamamlayamazsınız. Oysa kontrollü, metanetli bir sabrınız olsa onu sona ulaşmadan tüketmezdiniz. Demek ki buradan şu sonuca da ulaşabiliriz. Sabır anlık ya da süreli olmamalıdır. Sizin için daimî yol arkadaşı olmalıdır.

Sabır, erdemin cesaretidir. (Bernard de Saint Pierre)

Hayatımızda neşe ve mutluluk kadar acı ve üzüntü de vardır. Yaşadığımız olumsuzluklara isyan etmeyip, sabırla yaklaşmamız çok önemlidir. Sabır bir imtihandır ve sabırsızlığımız ne kadar çoksa, sabırla imtihanımız da o kadar çok olur. İnsanın kendi değişimi ve dönüşümü için gerekli en önemli erdemdir sabırdır. Sabırlı olduğunuzda hayat yolculuğunuz daha olumlu ve pozitif ilerler. Sabırlı insan şikâyet etmez. Sabırlı olduğu takdirde her ne olursa olsun, eninde sonunda amaçlarına ulaşacağını bilir. Ola ki, amacına ulaşamazsa da Allah’ın hayırlı kıldığı sonucun bu olduğunu idrak eder ve sonuca isyan etmez.

Sabır en yüce ağaçtır. O ağacın meyvesi de en tatlı olandır.

Her şey gönlünüzce olsun.
Sevgi ve ışıkla kalın…
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com