BARIŞ BENİM İLE BAŞLAR – 10

Sevgili okuyucularım, geçen ay bilinçli ve bilinçdışı anıların, olumsuzlukların temizlenmesi için yapılan ve “ho’oponopono” adı verilen bir arınma çalışmasını paylaşmıştım. Bu ay da farklı konular için aynı şekilde yapmanız gereken bu arınma çalışmasını dört madde hâlinde paylaşıyorum. Düzenli olarak yaptığınızda gerçekten kendinizde inanılmaz bir olumlu değişiklik göreceksiniz. Özellikle zihniniz, ne kadar berraklaşırsa o kadar huzurlu olur. En önemlisi berrak bir zihin her zaman doğru karar almanızı sağlar. Çünkü zihin olumsuzluklarla dolu olduğu zaman doğru karar bile alamıyorsunuz. Disiplin ve azimle yapılan çalışmalardan her zaman olumlu karşılık alınır. Çalışmaya geçmeden önce bununla ilgili kısa bir bilgi vermek istiyorum. Geçen ay bu bilgiyi paylaşmıştım fakat belki ilk defa okuyacak olanlar vardır. Onlar için yinelemekte fayda görüyorum.

Ho’oponopono yöntemi; karşımızdaki insanın yaşadığı bir sorunu duyduğumuz, öğrendiğimiz anda bizim sorunumuz olarak algılayıp kendi içimizde bundan arınarak karşımızdakini de arındırma yolunu öğretiyor. Sadece insanları değil her şeyi arındırıp temizlemenin yoludur bu. Olumsuz durumlardan kurtulmanın bir yöntemidir.

Ho’oponopono, Havai halkının kullandığı bir kendini arındırma yöntemidir. Bu yöntemi Joe Vitale’in kitabı “Zero Limit” aracılığı ile batı dünyasına tanıtan ve meşhur eden kişi Dr. Ihaleakala Hew Len oldu. Doktorasını Iowa Üniversitesi’nde yapmış olan Dr. Ihaleakala Hew Len, uzun yıllar Havai Devlet Hastanesi’nin suç işleyen akıl hastaları ile ilgilenen adli biriminde uzman psikolog olarak çalışmış. Hastalarıyla elde ettiği mucizevi sonuçlar çok ilgi çekmiş. Kullandığı yöntemler öyle etkiliymiş ki zamanla yatan hastaların tümü taburcu edilmiş, sonunda dört yıl içinde birim kapatılmış. Dr. Len’in kullandığı bu yöntem, 1982 Kasım’ından beri güncelleştirilmiş Ho’oponopono uygulaması yapan Hawaiili şaman Morrnah Nalamaku Simeona sayesinde ortaya çıkmış. Tüm dünyada bu yönteme ün kazandıran, öğrencisi Dr. Ihaleakala Hew Len ve Joe Vitale oldu.

Şimdi çalışmaya geçelim:

1)İnsanların enerjimi emmesine, beni yormasına, tüketmesine yol açan, bu duruma izin veren, katkı sunan, bundan fayda elde eden içimde her ne varsa her ne oluyorsa hepsi bütün zamanlarda, bütün boyutlarda, bütün evrenlerde temizlenip arınıp şifalanıp sıfır noktasına ulaşana kadar andan ana ho’oponopono dedikten sonra

Seni seviyorum

Özür dilerim

Lütfen beni affet

Teşekkür ederim.

Niyeti bir kere 4 cümleyi istediğiniz kadar kendinizi rahatlamış hissedene kadar tekrar edebilirsiniz.

2)Bugün gün içinde herhangi bir kaza, kavga, zorluk veya gerginlik yaşamama yol açabilecek içimde her ne varsa her ne oluyorsa hepsi bütün zamanlarda, bütün boyutlarda, bütün evrenlerde temizlenip arınıp şifalanıp sıfır noktasına ulaşana kadar andan ana ho’oponopono,

Seni seviyorum

Özür dilerim

Lütfen beni affet

Teşekkür ederim.

Niyeti bir kere 4 cümleyi istediğiniz kadar kendinizi rahatlamış hissedene kadar tekrar edebilirsiniz.

3) Başka insanlardan bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde negatif, zararlı, beni olumsuz etkileyen enerjiler almama yol açan içimde bana, aileme, atalarıma ait içimde her ne varsa her ne oluyorsa hepsi bütün zamanlarda, bütün boyutlarda, bütün evrenlerde temizlenip arınıp şifalanıp sıfır noktasına ulaşana kadar andan ana ho’oponopono

Seni seviyorum

Özür dilerim

Lütfen beni affet

Teşekkür ederim.

Niyeti bir kere 4 cümleyi istediğiniz kadar kendinizi rahatlamış hissedene kadar tekrar edebilirsiniz.

4) Tüm ilişkilerimde huzurlu, dengeli ve rahat olmamı engelleyen içimde bana, aileme, atalarıma ait içimde her ne varsa her ne oluyorsa hepsi bütün zamanlarda, bütün boyutlarda, bütün evrenlerde temizlenip arınıp şifalanıp sıfır noktasına ulaşana kadar andan ana ho’oponopono

Seni seviyorum

Özür dilerim

Lütfen beni affet

Teşekkür ederim.

Niyeti bir kere 4 cümleyi istediğiniz kadar kendinizi rahatlamış hissedene kadar tekrar edebilirsiniz.

Kaynak: Dr.Ihaleakala Hew Len ve Berna Özcan

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

BAŞKALARININ ÖN YARGILARI SİZİ MUTSUZ ETMESİN

“Eski ve Yeni Yok” başlığıyla on beş gün önce yazdığım ön yargılar konusuna bugün de devam ediyorum.

Başkaları hakkında ön yargılı olmanın, kendi içsel dönüşümü gerçekleştirmemekten, kalbin sesini dinlememekten kaynaklandığından geçen yazımda söz etmiştim. Ön yargının insan ruhuna yüklediği yükten de. Gerçekten de öyledir. İnsan ön yargı ile kendine karma oluşturur. İşin kötüsü bazı insanlar o ön yargının kendilerine yüklediği karmadan habersiz olarak yaşar. Eskiden ön yargılı davrananlara “Günahımı aldın.” derlerdi, şimdi ise modern terim ile “Karma” deniliyor.

Olaylar ve davranışlar karşısında ön yargılara başvurmak yerine, olay veya davranışın muhatabına sorarak gerçeği öğrenmek daha doğru bir yaklaşım olacaktır. Çünkü insanların niyetlerinin ne olduğunu bilemezsiniz.

Yanındaki eşi kendinden yaşça büyük veya küçük olan insanlar hakkında “Şunun için evlenmiş.” diye ön yargıda bulunulur. Aynı şekilde evlenmemiş bir insan hakkında ön yargıyla, olmayan şeyler söylenir. Belki sizin de başınıza gelmiştir; beraber olduğunuz insan hakkında tanımadan bilmeden ön yargıda bulunup size yakışmadığını söylerler. Hâlbuki sizin onunla mutlu olduğunuzu, onun sizi mutlu ettiğini bilmezler, dış görüntüye bakarak karar verirler. Bazen de bir iş yapacaksınız; peşin hükümle bu işi başaramayacağınızı söylerler. O konuda yeteneğinizin olduğunu bilmezler bile. Daha önce de yazmıştım; alınan eğitimlere bakıp kültür, ilişkilerde denklik gibi kriterlerle insanlar birbirini yargılar.
Bu ön yargılarla karşılaşmak sizi mutsuz etmesin. Kendinizde emin olduktan sonra yanlış da yapsanız kendinize doğru da yapsanız kendinize… Bunu bilirseniz ön yargılı insanların ne dediğini duymazsınız.

Kimi zaman da siz kendi ön yargınızla kendi mutsuzluğunuza yol açabilirsiniz. Örneğin yanınızda çalışan bir insan ayrıldığında “Onun gibisini bulamam.” dersiniz telaşla. Neden bulamayacaksınız? Sizinki anlık bir ön yargıdır ve sadece mutsuz eder.

Ön yargılardan biri de size anlatılan olayları ve kişileri bilmeden yorum yapmanızdır. Yine kendimle ilgili bir örnek vereyim. Bir arkadaşıma bundan yedi sene önce alacağım bir eğitimden bahsettim. Bu eğitimi ne amaçla alacağımı da söyledim. Fakat arkadaşım, bir başka arkadaşıma eğitimi ne amaçla aldığımı nasıl anlatmışsa o diğer arkadaşım bana hiç beklemediğim bir mesaj gönderdi. Mesajında beni yargılıyor, negatif kelimelerle direkt suçluyordu. Diğer arkadaşımın anlattıklarından ise hiç söz etmedi. O anda sesimi çıkarmadım. Sabır ile bekledim. Zamanı gelince kendisini bana sarf ettiği negatif sözleriyle yüzleştirdiğimde gerçeği anlattı. Aldığım eğitimin amacına dair duydukları yüzünden bunları yazmıştı. İşte bu da bir ön yargı. Başkasından duyduklarıyla beni suçlamak yerine arayıp sorsa gerçeği öğrenecekti. Dahası beni tanıyorsa güveniyorsa zaten başkasının sözlerine itibar etmez ve o sözler üzerine bana karşı negatif kelimeler kullanmazdı. Burada, ilk kişi benim eğitimi alış amacıma inanmayıp kendi ön yargısı ile farklı algıladığı gibi başka birine yanlış anlatıyor. Hem bir karma oluşturuyor hem de diğer arkadaşın ön yargılı davranmasına yol açarak bir karma daha oluşturmuş oluyor.

Bir insanı neşeli görürsünüz; hemen ön yargı ile yaklaşıp “Bak hep gülüyor, neşeli. Hiç derdi yok, hiç sorunu yok.” dersiniz. Hâlbuki içinde ne acılar yaşıyordur da bilmiyorsunuzdur. Bazen de tam tersi neşeli olmayan insanı görüp “Yüzü gülmüyor, ne sorunları var acaba?” diye düşünürsünüz. Aslında sorunu yoktur, sadece yüz ifadesi öyledir.

Geçenlerde televizyonda izlediğim bir filmde bu ön yargı konusu o kadar güzel anlatılmıştı ki. Kadın çok uzun boylu fakat sevgilisi bayağı kısa boylu. Ailesi ve çevresindekiler sürekli bu boy farkı ile nasıl yaşayacaklarını söyleyip duruyorlar. Oysa filmin kahramanlarının o kadar çok ortak yanı var ve öyle mutlular ki hiçbir şekilde o boy farkını görmüyorlar. Çünkü birbirlerine ruh olarak iyi geliyorlar.

Yine kendimden örnek vereyim. Hiç enstrüman çalmamış bir arkadaşım, enstrüman çalma eğitimi alacağını söyledi, ben de ona “Çok iyi olur, istiyorsan tabii ki git.” dedim. Başka bir arkadaşı ise “Hiç çalmamışsın nasıl yapacaksın? Öyle kabiliyetinde yokmuş.” demiş. İşte bir ön yargı! Nereden biliyorsun çalamayacağını? Karşısındakinin moralini bozmaktan başka işe yaramayacak sözler bunlar.

İş yerinde, evde bir eşya kaybolduğunda hemen çalışanları suçlayanlar ön yargılı davranmış olur. Sizin arabanız yoktur veya kirada oturuyorsunuzdur; maddi imkânlarınızın iyi olmadığı zannıyla yorum yaparlar. Sizin yaşam felsefenizi veya yatırım tercihinizi bilmezler. Ayrıldığınız partnerinizin arkadaşına yardım etmenizi veya sohbetinizi, eski partnerinizle iletişime geçmek isteği olarak yorumlarlar ön yargıyla veya eski partnerinizle yaşadığınız bir olayı anlattığınızda “Unutmamış, onun için hayatına başkasını almıyor.” diye yargıda bulunurlar.

Baktığınızda bunların altında hiçbir şekilde sevgi olmadığını görürsünüz. Hakkında fikir sahibi olmadığınız kişi ve olayları herkesin kendine göre anlatmasıyla değerlendirirseniz hem ön yargı ile yaklaşmış hem de karma yaratmış olursunuz. Bu nedenle tanıdığınız biri ise direkt ona sorabilirsiniz. Tanımıyorsanız anlatan kişinin size ne kadar güven vermiş ona bakabilirsiniz. Çünkü gerçekten dürüst ve güvenilir insanlar yalan söylemez.

Bununla ilgili bir örnek vermek isterim. Bir komşunuz gelip az görüştüğünüz komşu hakkında olumsuz konuşuyor. Siz o komşu ile fazla irtibat hâlinde olmadığınız için yorum yapıyorsunuz. Bir gün o komşu size gelmek istiyor fakat hakkındaki olumsuzluğu duyduğunuz için görüşmek istemiyorsunuz. Sonra başka bir komşu görüşmek istemediğiniz o komşu hakkında olumlu sözler söylüyor. Kime inanacaksınız? Burada yapacağınız şey, iki komşunuzdan hangisi ile daha çok iletişimde olduğunuza, size güven verdiğine bakıp sözüne itibar etmektir. Aslında çok daha iyisi anlatılanlara kulak asmadan size gelmek isteyen komşunuzu kabul edip kendiniz tanımanızdır.

Şirket servisinde beş kişi taşıyan servis şoförünün aracı hatalı kullanmasından bir kişi rahatsız olup söylüyorsa idari amir şoförü suçlamadan önce, servisteki diğer yolcuları da dinlemelidir. Aksi hâlde ön yargılı davranmış olur. Eğer rahatsızlık duyan kişi çok güvenilir ise idari amir diğerlerine sormadan ona inanır. İnsanlara bırakacağız; güvenerek aslında farkında olmadan ön yargıyı parçalamış oluyoruz.

Başka insanların kendi ön yargıları mutluluğunuzu engellemesin. Önemli olan sizin kendinizi tanıyıp ahlaklı ve erdemli davranarak kimsenin ön yargısına kendinizi kurban etmemenizdir.

Her şey yolundadır!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

ŞAMAN, ŞİFACI, BİLGE

Sevgili okuyucularım, bu ayki kitap paylaşımım ismi “Şaman, Şifacı, Bilge”

Bu kitabın yazarı olan; Dr.Alberto Villoldo, Amazon ve İnka şamanlarının şifa uygulamalarını 25 yıldan fazla bir süredir uygulamaktadır. Ayrıca, San Fransisco State University’de, zihnin psikosomatik olarak ne şekilde sağlık ve hastalık yarattığını inceleyen Biyolojik Öz Düzenleme Laboratuvarının da kurucusudur. Tabii ki her okuduğumuzu içselleştirmek gerekiyor sadece okumak ile olmuyor.

Şimdi kitaptan bir bölümü sizlerle paylaşıyorum.

“…

Uzun  ve ışıldayarak yaşamak

Işıltılı enerji alanı, çevresel ve duygusal kirliliğin bir sonucu olarak zehirli hale geldiği zaman çakralar tıkanır. Bu, pistonlarına kirli motor yağı bulaşmış bir makineye benzer.

Çakralar bu kalıntıları biriktirir ve ağır dönmeye başlar, böylece enerjimiz olmaz, çabuk bunalır ve sinirleniriz. Çakralar eninde sonunda durur ve bağışıklık sistemimiz bozulur. Işıltılı enerji alanı’nın içindeki yakıt rezervlerinin kalitesinin de uzun ömür üzerinde etkisi vardır. Enerji rezervlerinin zehirli hale gelince çakralar bu zehirleri merkez sinir sistemine taşır ve hastalığa yenik düşeriz veya ölüm tehlikesiyle karşı karşıya kalırız. Enerji depolarımızı ne kadar etkin bir şekilde yenilediğimiz ne kadar sağlıklı ve aktif kalacağımızı belirleyebilir. Işıltılı enerji depolarımızın kalitesi nasıl yaşlandığımızı bile etkileyebilir.

Amerikan yerlisi şamanlar beş bin yıldan uzun süredir enerji tıbbıyla uğraşmaktadır. Bazı şifacılar, şamanların spiritüel kökenlerinin daha da eski zamanlara uzandığına inanır. Onlar, büyükannelerden torunlarına aktarılan, dünyanın genç olduğu zamanları anlatan hikayeleri hatırlıyorlar. Amerikan kıtasının ilk sakinleri ileri seviyede matematiksel, gelişmiş mimari ve karmaşık bir astronomi bilgisine sahip olsalar da bu kıtada yazı, hiçbir zaman diğer yerlerde olduğunu gibi gelişmemiştir. Bilim insanları, geride yazılı kayıtlar bırakan Musevilik’in, Hıristiyanlık’ın ve Budizm’in üstüne eğilirken Amerikan yerlilerinin spiritüel geleneklerini göz ardı ettiler. Batılı ilahiyatçılar Budizm’i iki yüz yıldan uzun bir süredir inceliyorlar ancak Amerikan yerlilerinin spiritüelliğini son kırk yıldır ciddi bir şekilde incelemeye başladılar.

Şamanın yolunun bir güç yolu, Büyük Ruh’un güçleriyle doğrudan bir bağ kurma yolu olduğunu keşfettim. Büyük Ruh’un kendi alanında, sonsuzluk içinde doğrudan deneyimlenmesini gerektirir. Işık dünyasının güçlü enerjileriyle iletişim kurduğumuzda müthiş bir şifalanma gerçekleşir.

Kızılderili rehberimden öğrendiğim ve süzgeçten geçirerek arıttığım bu şifa çalışmaları, içinde mucizelerin gerçekleşebildiği kutsal alanlar yaratan kadim bilgi ve yöntemlerdir. Bunlar, kişinin sonsuzluğa adım atmasını ve zamansız anın içinde aydınlanmayı deneyimlemesini sağlar. Kitapta anlatılan, şamanların temel şifa çalışması olan aydınlanma yöntemi budur. Sonsuzluğa girdiğimizde geçmiş ve gelecekten sıyrılırız ve orada sadece şimdi ve burada vardır. Artık ne geçmişten gelen acı dolu hikayelere bağlıyızdır ne de geleceğimizin senaryosunu yazan kişisel tarihimizdir. Geçmiş sihirli bir şekilde silinmez. Yaşadığımız kayıplar, acılar ve üzüntüler sadece bir anı olarak kalır; artık kim olduğumuzu belirlemezler. Ve biz, hikayelerimizden ibaret olmadığımızın farkına varırız. Sadece psikolojik veya spiritüel bir süreç değildir bu; bedenimizdeki her hücre onunla can bulur ve yenilenir. Bağışıklık sistemimiz şahlanır, fiziksel ve duygusal şifalanma çok hızlı bir şekilde gerçekleşir. Ruhsal bir özgürleşme ya da aydınlanma gerçekleşir. “…

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

ÇOCUK OLAYLARA EMPATİYLE BAKIYOR

On beş gün aradan sonra tekrar sandığı açma zamanı gelmişti. Ortaokul birinci sınıfa giden öğrenci yine açtı kapağı ve sandıktan bir anı daha çıkardı.

Hızla zaman akıyor; dersler, arkadaşlar, öğretmenler, hafta sonu gezmeleri derken geçip gidiyordu.

Okula birlikte gidip geldiğim üç arkadaşımdan Gizem’in sessizliği ilgili çekmişti. Birlikte gider gelirdik ama o fazla konuşmazdı. Babaannesinde kalıyordu. Ailesinden pek söz etmiyor sadece babaannesini anlatıyordu. Bu durum bana Gizem’in hayatında bir şeylerin yolunda gitmediğini hissettirmişti.

Okulda veli toplantısı olacaktı. Aramızda bu konuyu konuşurken Gizem, “Benim ailemden babaannem toplantıya gidecek.” dedi. Ben de “Benim amcam gidecek.” dedim. “Peki, ailenden kimse yok mu?” diye sordu Gizem. Babamın var olduğunu ancak amcamın çocuğu olmadığı ve bizimle de yakından ilgilendiği için babamın ondan velimiz olmasını istediğini anlattım.

Gerçekten de öyleydi, amcam ilgilenince babam okul işlerimizi tamamen ona bırakmıştı. Hatta bir gün bir öğretmenim anneme “Babası geldi, konuştuk.” deyince annem, “O, babası değil amcası.” demiş. Çünkü babam hiçbir zaman okula gelmedi.

Ben bunları anlatınca Gizem de annesini küçükken kaybettiğini, babasının evlendiğini ve kendisini babaannesine bıraktığını söyledi. Bunun böyle olması gerektiğine babası ve babaannesi birlikte karar vermiş, o günden sonra da babaannesi kendisine annelik etmiş. Çok üzüldüm. Ben de ona yedi yaşımdayken sevdiğim babaannemi ve dedemi, ilkokul üçüncü sınıftayken de çok sevdiğim arkadaşımı kaybettiğimi anlattım. Acısını az çok anladığımı söylemeye çalıştım. İnsan sevdiklerini kaybedince üzülüyor.

Çocukken tabii ki büyükler gibi bakamıyorsunuz. Daha farklı düşünüp farklı duygularda oluyorsunuz. Babaannem öldüğünde üzülmüştüm. Onu seviyordum. Üç yaşımdayken babaannem bana, “Beni seviyor musun?” diye sormuştu. Sevdiğimi söylediğimde de nedenini sormuştu. “Sen temiz bir kadınsın.” dediğimi hatırlıyorum. Annem ve yengemin ise düşünceleri farklıydı. Çünkü onların babaannem ile diyalogları, yaşanmışlıkları farklıydı. Bu yüzden de onların konuşmaları bana ters geliyordu. İnsan yaşamadığı sürece başkalarının yaşanmışlıklarını pek anlayıp empati yapamıyor.

Ama Gizem’i anlamıştım. Üzülmesini istemediğim için de aramızda konuşurken evde olanlardan daha doğrusu annem ve babamdan pek söz etmiyordum. Genellikle dersler, öğretmenler ve arkadaşlardan konuşuyordum.

Gizem’in babaannesinin evi Feneryolu’nda, istasyona üç dakika yürüme mesafesinde, bahçe içinde, iki katlı bir evdi. Babaannesinin bahçeye istediği sebzeleri ektiğini ve bunu kendisine de öğrettiğini anlattı bir gün. Ben de ona, “Bak ne güzel ki böyle yerde oturuyorsun.” diyerek apartmanda oturmanın dezavantajlarını anlattım. Bunlardan konuşurken mutlu oluyordu. Ben de oluyordum. Bazen çok mutsuz ve dalgın görüyordum onu. Zaten öyle günlerde kendisi de “Bugün hiçbir şey yapmak istemiyorum, hazırlanıp okula gelmek bile zor geldi.” diyordu. Bu hâlde olunca ders çalışma konusunda da isteksiz davrandığı oluyordu. Bazı öğretmenler veli toplantısında bunu babaannesine söylemişler.

Gizem’in durumunu anneme anlattım, “Çok üzücü.” dedi. Ben de babaannemi söyleyince annem “Babaannen Gizem’in annesine göre daha yaşlıydı. O, genç yaşta ölmüş.” dedi. “Ama babaannem de gençti.” diye itiraz ettim. İnsan sevdikleriyle ilgili her şeyi çocukken farklı görüyor. Sonra tabii büyüdükçe anlıyor gerçekleri. Bir de o anda farkında olmadan insanın bilinçaltına korku yerleşiyor. Bu sefer diyorsun ki ‘Benim anneme bir şey olmuş olsa ne oluruz?’ Çünkü o yaşlarda insan hep sanki belli yaşın üstündekilerin öleceğini sanıyor. O güne kadar sadece ilkokul arkadaşımı kaybetmiştim ve bu beni çok etkilemişti ama yakın çevremde genç yaşta ölüm olmamıştı. Bu yüzden arkadaşımın annesini kaybetmiş olması bilinçaltımda korkulara yol açmıştı.

Gizem’e babaannesinin bize gelebileceğini, annemle arkadaşlık yapabileceğini söyledim. Anneme de arkadaşıma yaptığım teklifi anlattım, olumlu karşıladı, “Tabii babaannesi de isterse buyursun gelsin.” dedi. Annem kendisine sormadan yaptığımız böyle tekliflere kızmazdı çünkü misafiri seviyordu. Bazı akrabalar bize gelirken kendi arkadaşlarını getirdiklerinde annem tanımıyor olsa bile olumlu karşılıyordu.

Oysa bazı insanlar karşı çıkar. Mesela ortanca amcamla evli olan yengem öyleydi; tanımadığı birisi gelince “Belki ona göre hazırlık yapacağım.” diyordu. O da kendi yönünden haklıydı. İnsan büyünce daha iyi anlıyor. Bir arkadaşınıza gittiğinizde hiç tanımadığınız birini de çağırmış ise siz rahatsız olabiliyorsunuz. Çünkü o arkadaşınızla o gün paylaşmak isteyeceğiniz özel şeyler vardır ya da size gelen arkadaşınız hiç tanımadığınız birini yanında getirir ama siz o arkadaşınız yabancı olmadığı için evinizde ona göre hazırlık yapmışsınızdır. Yengem de bu konuda titizdi, bu yüzden amcam öyle habersiz misafir getirmezdi. Babam ise iş yerine birisi gelmişse eve getirirdi. O anda anneme ‘hazırlığın var mı, durumun nasıl?’ diye sormazdı. Annem zaten sessiz olduğu için kabul ederdi, sonra da evde hazırlığı olmadığı için koşturup yorulurdu. Babama göre evde ne varsa misafir de onu yerdi ama annem aynı fikirde değildi, ‘Misafir için bir şeyler yapmak veya dışarıdan bir şey almak gerekir’ diye düşünüyordu.

Annem habersiz gelen misafir olduğunda ev temizliğini de dert ediniyordu. Gerçi evin temizliğini sürekli yapıyordu ama yine de bu konuya dikkat ediyordu. Ablam üniversite bitirme telaşında olduğu için anneme yeteri kadar yardım edemiyordu, ben de boş zamanlarımda yardım ediyorum.

Babam amcam gibi davranmış olsaydı annem yorulmazdı. Gerçi annem de birisi geleceği zaman işi olduğu hâlde kabul ederdi. Babamın ve annemin “hayır” kelimesini kullanmadıklarının sonradan farkına vardım. Oysa iki amcam ve ortanca yengem “hayır” kelimesini çok kolaylıkla kullanıyorlardı. Aslında insan biraz olsun kendini düşünmek zorunda. Zaten karşısındaki insan anlayışlı ve empati kurabilen biriyse alınganlık yapmaması gerektiğini bilmelidir. Onun için her daim şunu söylerim:

İnsan karşıdakine ayıp olmasın diye kendi hakkını koruyamadığı zaman başkası o hakkı hiç vermiyor. Ben bunu çocukluk dönemimde ailemde gördüm. Babam ve annem kendilerini hiç düşünmedikleri için karşı tarafın istekleri hep öncelikleri oldu.

Tabii insan sonra üzülüyor.

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

ESKİ VE YENİ YOK

Sevgili okuyucularım, 9 ve 12 Mayıs 2023 tarihlerinde iki bölüm hâlinde “Ön Yargı Sevgiden Uzaklaştırır” başlıklı bir yazı yazmıştım. Bugünkü yazımda da ön yargılara değineceğim. Fakat bu sefer bilinçaltına yerleşen kalıplar veya yaşanan olumsuzluklar yüzünden ortaya çıkan ön yargıların başkalarına karşı davranışlarımızı nasıl şekillendirdiğinden söz edeceğim.

İnsan ancak kendi içsel yolculuğunu yaptığı zaman ön yargılara sebep olan duyguları ve düşünceleri bulur. Bu sırada beklentilerinin hepsinden özgürleşir. Çünkü her beklenti insana bir yüktür ve özgür hissetmesini engeller.

Hepimiz ilişiklerimizde mutlaka olumsuzluklar yaşamış ve üzülmüşüzdür. Bizi üzen kişilere kızgınlık, öfke duymuşuzdur. Bazılarında bu, kin ve nefrete kadar gitmiştir. Bazıları o kişileri affetmemiş ve olayları içinde saklamıştır. Ama böyle davranarak kendini de şifalandırmamayı seçmiştir. Bazıları ise o kişileri hayatından çıkarmış, kesin bir karar alarak “Asla görüşmem.” deyip hemen çizgiyi çekmiştir. Tabii kendine göre haklı yanları vardır çünkü zarar görmüştür.

Aile içi ilişkilerde, özel ve sosyal arkadaşlıklarda veya iş ortamında; yaşanan her ne olursa olsun asıl önemli olan nokta şudur: Bazı şeyler için katı olmamak, daha esnek bakış açısı ile bakmak gerekiyor. Bazı ilişkiler yaşandığı anda çok iyi gelir ama bir süre sonra iyi gelmez. Kimi zaman da tam tersi olur yaşandığı anda çok kötü olan ve sonuçlanan ilişkiler birkaç yıl sonra yeniden başladığında iyi gelebilir. Burada önemli olan geçen sürede sizin kendinize yapacağız iç yolculuktur. O yolculuğun sizde yarattığı dönüşümdür.

Diyelim siz bir insanla beş veya on yıl hatta birkaç ay önce bir olumsuzluk yaşayıp aranıza mesafe koydunuz. O insan size tekrar geldiğinde etrafınızdakiler hemen “Tekrar aynı şeyleri yaşayacaksın.” derler veya siz “Yine aynı şeyleri yaşacağım.” dersiniz. İşte bu bir ön yargıdır, altında yatan duygu korkudur. Neden? Çünkü tekrar üzülmek ve zarara uğramak kaygısı yaratmıştır.

Bazen de tam tersi olur. Size iyi gelen ve sudan sebeplerle yollarınız ayırdığınız biri, bir süre sonra yeniden hayatınıza girdiğinde eskisi gibi size iyi gelecek diye bir kural yok. İyi geleceğini düşünmek sadece ön yargıdan ibarettir. Kısacası, kendinizi tanıyıp kendinizdeki bütün olumsuzlukları değiştirip dönüşümünüzü yaptığınızda zaten olması gerekenler olur.

Geçmişte sizinle aynı frekansta, aynı enerjide, aynı duygu ve düşüncede olmayan, beklentilerinizi karşılamayan insanlar tekrar hayatınıza girdiğinde çevrenizdekilerden ön yargı ile “Eski eskide kaldı, yeniye bak”, “Gelse bile eskisi gibi olmaz”, “O kişinin enerjisinden çık ki yenisi gelsin” gibi sözler duyarsınız. Hatta bazen siz kendinize bunları söylersiniz. Bunu bana sorsanız tekrar aynı şeyleri yaşayacağınızı söylemem. Çünkü görüşülmeyen süre içinde o insanın kendi hatalarının veya olumsuzluklarının farkına varıp değişim yapıp yapmadığına dair bir fikrimiz yoktur. Kendi ruhunda tekâmül yapmadığını nereden biliyoruz? İşte bunu bilmek için insan önce kendi değişimini yapmalıdır.

Değişim kendinden başlar. Kendi ile yüzleşip egolarından arınan, kalp sesini daha doğrusu içsel sesini dinleyen, diğer bir deyişle zihnini susturan, mantığıyla değil kalple yol alan insan için değişim başlamıştır. Zaten bir insanda endişe ve korku varsa içsel sesini dinleyemez, kalp sesini duyamaz. Bununla ilgili bir yazıyı daha sonra kaleme alacağım.

Kendi yaşantımdan bir örnek vereyim. Sekiz ay önce bir insan bana olumsuzluk yaşattı. Farkındalık oluşması için yaptığı hatayı söylediğimde kabul etmedi. Kendini haklı gördü. Kendi menfaatlerini düşünüp öyle davranmıştı. Sekiz ay sonra hiç beklemediğim anda telefonla aradı. Açmamazlık yapmadım. Önce hatırımı sordu sonra yaptığı davranışın yanlış olduğunu söyledi. Ziyarete geleceğini söyledi, kabul ettim. Geldi ve açıkladı hatalı olduğunu, sonra da farkına vardığını söyledi. Şimdi, bu insan bu konuda değişimini yapmış, anlamış. Eğer telefonu açmayıp, ziyaretini kabul etmeyip, ‘Pek samimi gelmiyor, tekrar aynı davranışta bulunacak ve üzüleceğim’ diye ön yargıda bulunup, kestirip atsaydım mantığımı devreye sokmuş ve kalp sesimi (içsel ses) duymamış ve korkularımla karar almış olacaktım. Kendimi şifalandırmamış olacaktım.

Başka örneklerle devam edelim. Diyelim ki çok iyi anlaştığınız arkadaşınız başka ülkeye taşınıyor, pek görüşme imkânınız olmuyor. Yıllar sonra geri dönüyor. Görüştüğünüzde o çok iyi anlaştığınız arkadaşınızla bu sefer anlaşamıyorsunuz; şaşırıyorsunuz, kendi kendinize ‘Eskiden anlaşıyorduk şimdi neden?’ diye soruyorsunuz. Aslında ya o kişi çok değişmiştir ya da siz değişmişsinizdir. İnsan sürekli değişim içinde olur ve tekâmülünü tamamlarsa ‘Eskisi iyi gelmez. Artık o konu kapandı’ ya da ‘Yenisi geldi o tam bana göre’ diye ön yargılarda bulunmaz. Hiç kimseyi dinlemeden kalbin sesi ile hareket eder ve zaten olması gerekenler olur.

Hiçbir zaman insanları geçmişteki yaptıkları hatalarla yargılamayın. Eskiden size olumsuzluk yaşatan insanlar tekrar geldiğinde onlara karşı önceden oluşturduğunuz ön yargıları oluşturmayın. Zaman içinde o insanın kendisi için yaptığı yolculuğu bilemezsiniz. Kendi ruhunun tekâmülünü asla bilemezsiniz. Aynı şeyi yaşayacaksınız diye bir kural yoktur.

Bu iş yeri için de geçerlidir. Patron çalışana yanlış davranışta bulunur ya da çalışan patrona yanlış davranışta bulunur. Bu insan istifa eder veya işten çıkarılır. Zaman içinde patron hatasını anlayıp konuşmak için tekrar çağırdığında çalışan, kendine göre haklı sebeplerle tekrar üzülmekten korkarak gitmek istemeyebilir. O zaman ön yargıyla hareket etmiş olur. Bunun tam tersi patronuyla konuşup görevine tekrar başlamak isteyen insanı patron hiç görüşmeden kabul etmediğinde bu da bir ön yargıdır.

Ön yargılar güveni azaltır. İnsan sürekli bir sorgulama ve suçlama içinde olur. Ama burada asıl olan yaşadığınız olumsuzlukların kendi içinizdeki nedenini bilip bunları dönüştürmektir. Çünkü siz kendinizi sevgiye ne kadar açarsanız olumsuzlukları da o kadar kolaylıkla dönüştürebilirsiniz. Kendinizde olumlu yönde ne kadar çok değişim ve dönüşüm yaparsanız hayatınızda olması gerekenler o kadar kolaylıkla olur.

Kendinizde değişim yapmadan insanların değişmesini istemek kolayına kaçmaktır. İçinizde öfke enerjisine sahip iseniz size zamanında olumsuzluk yaşatmış insanlar tekrar hayatınıza geldiğinde ön yargılı davranıp “Ben istemem.” dediğinizde yanlış karar vermiş olabilirsiniz. Belki o sizi istemeyecek çünkü o kişi kendi olumsuzluklarını değiştirmiş, ruhunu olgunlaştırmış, tekâmül yapmıştır. Siz değişmemişsinizdir. Bu her türlü ilişkide geçerlidir. Asıl olan kimin kendi üzerinde olumsuzlukları şifalandırdığı ve aydınlığa çıktığıdır.

Onun için “Şu gelse bana iyi gelir, bu gelirse bana kötü gelir.” demek yerine kendi sorumluluğunuzu alıp kendi üzerinizde çalışma yaptığınızda zaten olması gereken olur.

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

ZARİF İYİLİKLER DAHA GÜÇLÜDÜR!

Sevgili okuyucularım, bu ayki bilge hikâyemiz ile beraberiz.

Yalnız iyilik yapmak yetmez, iyiliği zarafetle yapmak da lazımdır” Denis Diderot. Sinema tarihinin en ünlü komedyeni Charlie Chaplin bir röportajında şöyle der:

“Küçük bir çocukken babamla bir sirk şovunu izlemeye gittik. Bilet sırasında uzun bir kuyruk vardı ve önümüzde anne-baba ve 6 çocuktan oluşan bir aile vardı. Fakirlik hallerinden belliydi, elbiseleri eski ama temizdi.

Çocuklar sirkten bahsederken çok mutlu görünüyordu. Onların sırası gelince, babaları gişeye geçti ve bilet fiyatını sordu. Gişe çalışanı ona bilet fiyatını söyleyince adam kekelemeye başladı ve dönüp karısının kulağına bir şeyler fısıldadı.

Mahcubiyet, yüzünden kolayca okunuyordu. Birden babam cebinden 20 dolar çıkardı ve yere attı.

Sonra da eğilip yerden aldı ve adamın omzuna dokunarak şöyle dedi: ‘Paranız düştü beyefendi.’ Adam babama baktı ve gözleri dolarak ‘Teşekkür ederim efendim’ dedi.

Onlar içeri girdikten sonra babam beni elimden çekti ve kuyruktan çıktı. Çünkü babamın adama verdiği 20 dolardan başka parası yoktu.

O günden beri babamla gurur duyuyorum ve o iki dakika benim hayatımda izlediğim en güzel şovdu.

O gün izleyemediğim sirk şovundan eminim daha güzeldi.”

Tatlı Kaçık oyununun yönetmeni Naşit Özcan, Opal adlı karakteri şöyle anlatıyor: “İnsanların birbirinden hızla uzaklaştığı, kazanmak uğruna her şeyin yapıldığı, kıran kırana bir rekabetin gözleri kör ettiği ve tüm insani değerlerin ayaklar altına alındığı günümüz dünyasına yani iyilik tek başına meydan okur.

O tıpkı adını aldığı değerli taş gibi eşsiz ve kıymetlidir. Korunup kollanması, üzerine titremesi gerekir çünkü hırsın, paranın ve kötülüğün egemen olduğu bir dünyada bizi ancak iyilik kurtaracaktır.”

Teknolojinin, dijital çağın baş döndürücü gelişimi karşısında ideolojilerin taraftarlarının da sessiz travmalar yaşadığına şahit oluyoruz.

Artık İnsanın kendi bireysel ve toplumsal kişiliği ile hesaplaşması ve ruhsal manevi bir restorasyona olan ihtiyacının tartışılması kaçınılmaz bir hal almıştır.

Modern insanın çıkmazı iki şekilde tezahür ediyor. Modernizmin anaforuna kapılmış çaresiz insan, bir diğeri de modernizmin deforme ettiği hasta haline getirdiği insan.

Lokman Hekim, oğluna tavsiyesinde diyor ki: “Oğlum, hayatında üç şeyden taviz verme;

Bir: En iyi yemeği yemekten, İki: En konforlu yatakta uyumaktan, Üç: En lüks evde oturmaktan…

Oğlu, “Babacığım, biz fakiriz, peki ben bunu nasıl gerçekleştireceğim?” deyince, Hekim şöyle cevapladı:- Sadece acıktığında yemek yersen, en iyi yemeği yemiş olursun, – Çok çalışıp yorgun vaziyette uyursan, en konforlu yatakta yatmış olursun,

– İnsanlara iyi muamele yaparsan, onların kalbinde yer edersin, böylece de en lüks evde oturmuş olursun.”

İyi düşünmek, iyilik yapmak tüm dinlerin ve ideolojilerin temel öğretisidir. Günümüzde psikologlar İyilik yapma düşüncesinin insan ruhu ve metabolizması üzerinde olumlu etkileri olduğunu insanlara anlatmaya çalışıyor.

İyilik eylemi, modern bireyin inanç ve değerler dünyasındaki karmaşasını dengeleyen önemli bir unsurdur.

Tüm iyilikler antidepresan özellik içerir. Sadece iyilik eyleminin tarzı ve dozajını dikkatli ayarlamak gerekiyor.

Paracelsus’un zehiri tanımlarken kullandığı “Her madde zehirdir. Zehir olmayan madde yoktur; zehir ile ilacı ayıran dozdur” sözünü hatırlamakta fayda vardır.

Sosyal medya ağlarında iyilikleri sunarken; tüketim malzemesi haline dönüştürülmemelidir.

Teknoloji aletlerinden sunulan insani yardım paylaşımlarının yardım paketinden daha çok insanın mağdurluğunun öne çıkarılması iyilik kavramını da tahrip ediyor.

Bilim insanı, filozof İbn-i Sina der ki;- İyiliğin şartı beştir: Tez olmalı, gizli olmalı, gözde büyütülmemeli, sürekli olmalı ve yerini bulmalı.

İyilik eylemleri endüstriyel çağın barkodlanmış şov paket programlarına dönüştürülmemeli…Zarif, sessiz ve sakin iyilikler hem kişiliği hem de toplumsal dayanışmayı güçlü kılar…

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com