YENİ ARKADAŞLIKLARIN BAŞLANGICI
İki hafta aradan sonra anılarımı yazmaya kaldığım yerden devam ediyorum. Her geçen gün çocukluktan çıkıp ergenlik dönemine yaklaşan çocuk bakalım şimdi sandıktan hangi anıyı çıkaracak?
Günler geçtikçe okula ve öğretmenlerime hızla alışıyordum. Yeni arkadaşlar edinmek benim için farklı bir heyecandı. Fakat ilkokuldaki gibi herkesle arkadaşlık yapmamaya başladım. Kalbimin sesini dinleyerek bana yakın gelen arkadaşlar seçiyordum.
Okula gidip gelirken üç yol arkadaşım olmuştu artık. Derya ile ikimize yeni sınıf arkadaşım Almila dâhil oldu önce. Sonra da istasyonda tren beklerken yine aynı okuldan fakat farklı sınıftan Gizem diye bir arkadaşımız eklendi. Hepimizin evleri birbirine çok yakındı. Dördümüz Feneryolu Tren İstasyonunda banliyö trenine binip Göztepe’de iniyor ve 15-20 dakikalık yolu birlikte yürüyerek, konuşarak gidip geliyorduk. O yıllarda cep telefonu olmadığı için çıkışta birbirimizi beklerdik. Trenle gidip gelmek için aylık paso çıkarmıştım, böylece her gün bilet almaya gerek kalmıyordu.
Almila’nın annesi bizim okulda kimya öğretmeniydi. Bizimle aynı saatte okuldan çıktığı günlerde bizi araba ile götürüyordu. Ben pek binmek istemiyor, çekingen davranıyordum. Tren ile gidebileceğimi söylüyordum. Almila’nın annesi “Neden?” diye sorduğunda “Benim için yolunuzu değiştirmeyin.” diyordum. Çünkü Gizem’in evi Almila’nın evinin birkaç apartman ötesindeydi ama Derya ile benimki farklı yerlerdeydi. Annesi benim istediğimi kabul etmiyordu, “Zaten sizin yoldan gideceğiz.” diyordu. O zaman içim daha rahat oluyordu. Yine de sanki yollarını değiştirip rahatsız edecekmişim gibi geliyordu. Onlar “Gel.” demeden arabaya binmezdim. “Sizinle gelmek istiyorum.” demezdim. Kendi şartlarıma göre okula gidip gelmeyi tercih ederdim.
Çocukluğumdan beri öyleydim; mecbur olmadıkça kimseden hiçbir şekilde bir şey talep etmez kimseye de rahatsızlık vermek istemezdim. Hayat boyu bu alışkanlığım devam etti.
Bir de ailem bize kimseyi rahatsız etmemeyi öğütlerdi her zaman. Mesela babam misafirliğe gittiği zaman sadece birkaç saat oturuyordu. Akraba bile olsa kalmayı sevmiyordu. Kimseye rahatsızlık vermek istemiyordu. Bu annem için de geçerliydi. Çok ısrar ederlerse yemeğe kalıyorlardı. Tabii insan aileden bunları görerek büyümüşse bir de kendi içinde varsa kimseden bir şey istemiyor ve kendi imkânlarıyla yapabileceklerini yapıyor.
Bu yüzden arkadaşımın annesi arabası ile götürdüğü zaman ben aslında pek de mutlu olmuyordum. Her ne kadar araba ile gitmenin eve erken ulaşmak ve yağışlı havada korunmak gibi iyi yanları olsa da beni mutlu etmiyordu. Çünkü kendi istediğimi yapamamış oluyordum. Benim isteğim eve trenle gitmekti. Trene binmek, tren beklerken ve yolda yürürken arkadaşlarımla konuşmak beni mutlu ediyordu. Paylaşım vardı.
Arabayla giderken ise sadece Almila annesine okulda yaptıklarını anlatıyor, kendi aralarında konuşuyorlardı. Biz sohbete katılmadan gidiyorduk. Almila başkalarının konuşmasına fırsat vermeden konuşmayı severdi. Derya zaten ilkokuldan beri hep sessizdi, az konuşurdu. Yeni tanıştığım Gizem de öyle; sessizdi. Ben sürekli kendini anlatan, konuşan insanlardan hoşlanmaz kendimi çekerdim. Çünkü benim küçük amcam da öyleydi, bir araya toplandığımızda hep kendini ve yaptıklarını anlatırdı.
Okula giderken evden birkaç dakika erken çıkıp istasyonun yanındaki Yelken Pastanesine uğruyordum. Aynı pastanenin bir şubesi de okuduğum ilkokulun oradaydı. Yaptıkları her pasta çok güzeldi ama ben en çok ay çöreği ve elmalı ponçik yemeyi seviyor bunlardan birini alıyordum. Pastalar hemen yandaki dükkânda pişirildiği için kokusu dışarıya kadar gelirdi ve bu koku çok hoşuma giderdi. Pastane sahibinin çocuğu erkek kardeşimin sınıf arkadaşıydı, eşi de annemle görüşüyordu. Bu yüzden kasada eşi oturduğu zaman benden para almıyor, ısrar edince de “Ben senin bir teyzenim.” diyordu. Onun bu samimi sözlerine rağmen para almamasından çok rahatsızlık duyuyordum. Bunun iki nedeni vardı.
Birincisi, aileden öğrendiğimiz şuydu: Eğer paran varsa alırsın, paran yoksa almazsın, istemezsin. İkincisi babamın veresiye iş yapmasına amcamın gösterdiği tepkiydi. Araba parçası alan bazı müşteriler veya arabalarını tamire getiren bazı tanıdıklar o anda para vermez sonra da getirmezdi. Babam da pek istemezdi. Küçük amcam bu konuda hep babama kızardı. Babam sesini çıkarmazdı ama üzüldüğünü yüzünden anlardım.
Onun için ben de bir şey verip para alınmadığında rahatsız oluyordum. “Ona da eşi kızar.” diye düşünüyordum. Pastaneye girmeden önce camdan bakıyor eğer kasada teyze oturuyorsa almaktan vazgeçiyordum. Çalışan ya da kocası oturuyorsa içeri giriyordum. Bu arada her pazar bu pastaneden baton pasta alırdık; özellikle muzlu olanlarından. Ağabeyim çok severdi baton pastayı. Aslında genellikle annem evde pasta yaptığı için onun yaptıklarını dışarıdan almazdık. Ama annemin evde yapamayacaklarını pastaneden alırdık.
Ben o yaşlarda babamın ve annemin karşı taraf üzülmesin, ayıp olmasın diye hep sustuklarına ve üzülenin hep kendileri olduğuna çok şahit oldum.
İnsan çocukluğunda kendini tanımaya başlarsa kendisi için ne mutluluk veriyor ne vermiyor, onu bilir. Karşı tarafa ayıp olacak diye söylememek insanı mutsuz ediyor. Kendisi mutsuz olan ise başkalarına mutluluk veremiyor.
Çocuğun diğer insanlara davranışlarını aileden aldığı terbiye şekillendiriyor. Tabii ki ailesi olmayıp kendini çok güzel yetiştiren veya ailesinde yanlışlıkları görüp o farkındalıkla kendisini geliştiren çok insan var. Onlar istisna.
İnsan kendisine ve etrafına zarar veren bazı alışkanlıklarını farkındalıkla değiştirebilir.