BİR KIZILDERİLİ DUASI

Her topluluğun kendine özgü öğretileri, duaları ve felsefeleri vardır.

İnsanın olduğu her yerde hemen hemen aynı duyguyu, isteği paylaşmak mümkündür.

Ama bazı topluluklar özeldir. Tıpkı Kızılderililer gibi.

Şef Yellow Lark’tan Lakota Kabilesi’nin Kızılderili öğretisi ve duası ile Nez Perce Kabilesi’nin Şefi Joseph’in beyaz adama yanıtını sizler için paylaşıyorum sevgili okuyucularım.

Öğreti

  • Yaşarken ölüm korkusunun kalbine girmesine asla izin verme.
  • İnancının karşısında, keder bir hiçtir.
  • Başkalarının görüşlerine saygı göster ki onların da sana saygı göstermesini isteyebilesin.
  • Yaşamı sev; eksiksiz yaşa, yaşamındaki tüm şeyler güzel olsun.
  • Yaşamını uzun yaşamak için gerekeni yap ve başkalarına da aynı amaç için yardımcı ol.
  • Büyük ayrılış günü bir gün geldiğinde, soylu bir ölüm şarkısı hazırla.
  • Bir dostla karşılaştığında veya uzaktan gördüğünde hatta yalnız bir yerde bir yabancı önüne çıktığında bir söz söyle veya muhakkak selam ver.
  • Tüm insanlara saygı duy ama asla yaltaklanma.
  • Sabah güneş doğduğunda, ışık için, yaşamın ve sağlığın için, şükret.
  • Bulduğun besinler ve yaşam sevincin için şükret.
  • Şükredecek bir neden bulamıyorsan içindeki kusuru ara.
  • Asla zehirli ateş suyuna (içki) dokunma, o seni bilgelikten aptala çevirir ve görüşünün ruhunu çalar.
  • Ölüm zamanı geldiğinde, kalbin ölüm korkusuyla dolmasın; böyle olanlar, zamanları geldiğinde birazcık daha yaşamak için ağlayıp dua ettiler ve bu yüzden farklı bir yaşamı yaşadılar.
  • Kendi ölüm şarkını söyle ve bir kahramanın eve dönüşü gibi öl.
  • Dünyaya bağlan ve orada saygıyla yaşa.
  • Daima Büyük Ruh’a yakın ol.
  • Seni izleyenlere daima saygılı davran.
  • Daima tüm insanlığın hayrına çalış.
  • Gereken her yerde yardımcı ve şefkatli ol.
  • Doğru olmak için ne yapacağını bil.
  • Düşüncelerine ve bedenine iyi bak.
  • Emeğini en iyi amaca yönelt.
  • Daima inançlı ve dürüst ol.
  • Yaptıklarının tümünden sorumlu ol.

Dua

  • Oh, Büyük Ruh!
  • Rüzgârlarla kimin sesini işitiyorum ve kim tüm dünyaya yaşam soluğunu veriyor? Beni işit. Ben, küçük ve zayıfım, senin gücüne, bilgeliğine ihtiyacım var.
  • İzin ver güzelliklerde yürüyeyim, gözlerim kızıl ve mor gün batımını görsün.
  • Bana el ver ki senin yarattıklarını tutup saygı duyayım, kulaklarımı keskin kıl ki sesini işiteyim.
  • Beni bilge kıl ki halkım için ne düşündüğünü anlayabileyim.
  • Her yaprak ve kayada saklı olanı öğrenmem için gerekli dersleri öğret.
  • Güce ihtiyacım var ama bir kardeşimden fazla değil; güç bana en büyük düşmanım olan kendimle savaşmak için gerekli.
  • Sana temiz ellerle ve dürüst gözlerle gelmem için beni daima hazır kıl.
  • Yaşam bir gün batımı gibi solarken ruhum sana utançsız gelsin.

Şef Yellow Lark, Lakota Kabilesi

Beyaz Adama Yanıt!

Belki seni Yaratıcı’nın seni buraya bizi düzenlemek için gönderdiğini sanıyorsun. Eğer ben senin Yaratıcı tarafından düşündüğünü düşünseydim seni teşvik ederdim. Ancak o zaman beni düzenlemeye hakkın olurdu. Beni anlamıyorsun fakat iş bu ülkedeki etkime gelince kendince beni anlıyorsun. Ben asla bu ülkenin benim olduğunu ve bunun için seçildiğimi söylemedim. Bizi yönlendirmeye hakkı olan birisi yaptı ve bunu yapan, bizi yaratan güç olmalı. Benim iddiam benim toprağımda yaşama hakkımdır ve sana göre bu bir ayrıcalıktır. Kardeşim, senin Washington’daki babadan getirdiğin konuşmanı dinledik şimdi benim halkım sana cevap vermek için beni çağıracak. Rüzgârlar bu yaşlı çamlardan geçerlerken terk edilmiş ruhların iniltilerini işiteceğiz. Eğer halkımın sesi işitilirse bu anlaşma asla yapılmayacak. Ama ne yazık ki onlar çevremizdeler, görülmezler ve işitilmezler, gözyaşları yağmurun damlalarına benzer. Ormanın derinliklerine sesleniyorum ama bana cevap gelmiyor. Çevremdeki her şey sessiz; artık sözcüklerim çok azalmalı ve artık bir şey söylememeliyim. Sessiz olan kişi güneş batarken söyleyecek şeyi olmayandır…

Şef Joseph, Nez Perce Kabilesi

Bir Kızılderili Deyişi

“Bir insanı yargılamadan önce gökte üç ay eskiyinceye dek onun makosenleriyle (ayakkabısıyla) yürü…”

Dışarıdan bakınca pek çok hayat yanlış, mantıksız, delice görünebilir… Dışarıda kaldığın sürece insanları ve ilişkileri yanlış yargılayabilirsin… Yalnızca içinden, yalnızca gökte üç ay değişene dek onun makosenleri içinde yürüyerek dürtüler, duygular, insanı farklı davranmaya yönelten nedenler anlaşılabilir…

Anlayış, bilgiçliğin kibriyle değil alçak gönüllülükle doğar…

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

DÖRT ANLAŞMA

Her okuduğumuz bilgi çok önemlidir. Bazı kitapları açıp açıp tekrar okuruz. Bu ay paylaşacağım Don Miguel Ruiz’in “Dört Anlaşma Toltek Bilgelik Kitabı” adlı kitabı da aynen öyle. Her okuyuşunuzda içsel yolculuğunuza yeni bakış açıları katacak bir baş ucu kitabı. Kitaptan birkaç bölümü sizlere paylaşıyorum sevgili okuyucularım.

1-Kullandığınız Sözcükleri Özenle Seçin

En temel ve en zor anlaşma budur. Kullandığınız sözcüklerde kusursuz olabilmek. Sözlerimiz arı, kusursuz, eksiksiz olmalıdır.

Sözler, sizin yaratma gücünüzdür. Sözleriniz, size doğrudan Tanrı’dan gelen armağanlardır.

Bir tek söz ile savaşlar çıkabilir, gönüller kırılabilir veya kalpler fethedilebilir. İnsan zihni sürekli tohumların ekildiği verimli topraklar gibidir. Tohumlar düşünceler, fikirler ve kavramlardır. Söz tohum gibidir. Bu verimli topraklara korku tohumları ekmeyin ve ekilmesine izin vermeyin!

Günah, kendi doğana karşı yaptığın her şeydir. Kendi varlığına karşı hissettiğin, inandığın ya da söylediğin her şey günahtır. Herhangi bir şey için kendini yargıladığında veya suçladığında kendine karşı olmuş olursun.

Günahsız olmak, bunun tam karşıtıdır. Saflık, arılık, kendine düşmanca davranmamaktır. Günahsız olmak, davranışlarının sorumluluğunu üstlenmek ama kendini yargılamamak ve suçlamamak anlamına gelir. Bu bakış açısıyla günah kavramı ahlaki ve dinsel bir şey olmaktan çıkar, sağduyunun sesine dönüşür. Günah kavramı kendini reddediş ile ortaya çıkar. Bu, insanı ölüme götürür ve günahsız olmak ise yaşama yöneliktir. Kendimizi sevmek, yaptığımız her şeyi kendimiz adına onaylamak, kendimiz hakkında yargılarda bulunmamak günahsızlığı ve saflığı getirir.

Başkalarına karşı onların kendilerini yargılamalarına neden olmayacak sözleri kullanmak, kendimiz için günahsız sözler kullanmak demektir. Onların da bana karşı sözleri aynı şekilde olacaktır. Enerjinizi sevgi dolu ve günahsız sözlerden yana kullanırsanız çoğalır ve büyürsünüz. Özgürleşirsiniz. Kendinizi yargılayacağınız sözler size gelmemeye başlar; bu, günahsızlaşmaktır. Bu sözler sizi arındırır ve özgürleştirir.

Oysa bizler tam tersi bir davranışı alışkanlık edinmiş durumdayız. Sürekli kendimizi yargılarız, kendimize bile yalan söyleriz, duygularımızı reddederiz, toplumun bizi yargılamasından korkar, önce kendimiz kendimizi yargılarız. Duygularımız saf sevgi içerikli bile olsalar bazen bizi korkutur ve biz onları yalanlamayı, reddetmeyi seçeriz. Oysa kızgınlıklarımızı, kıskançlıklarımızı, çekememezliğimizi ve nefretimizi ifade etmekten çok çekinmeyiz. Toplum bunlar nedeni ile bizi çok yargılamaz nasılsa, diye ifadelerimizdeki yönelişlerimiz daha çok bu yoldadır. Oysa bu tip ifadelerimiz ne büyük etkilere ve günahlara sahiptir, fark etmeyiz.

Çocuklarımıza bile farkında olmadan olumsuz ifadeler kullanır ve genellikle, bu yaptığımızla onların hayatları boyunca etki altında kalacakları, neredeyse bir kara büyüye yol açtığımızın farkında bile olmayız. Örneğin çocuğumuz bir şarkıyı söylerken şaka yollu, ne çirkin sesin var ya da aman hiç beceremiyorsun, tipli takılmalarımız onun hayatı boyunca kendi sesine olan güvensizliğine, toplum önünde konuşmaktan çekinmesine, kendine güvenmemesine neden olacak bir anlaşmayı kendiyle yapmasına neden olur. Bu anlaşmayı çocuklarına aktaracak, toplum içinde pek çok kişinin konuşmalarını, şarkılarını beğenmeyerek hayatı da zevk alınır bir şekilde yaşamaktan uzaklaşacaktır.

Siz etrafınıza bu tip olumsuz ifadeleri yaydığınızda, etrafınızın da yaratımları hep bu şekilde olumsuz olacağından, dönüp size ulaşan gene sizin yaydığınız benzerleridir. Yıllar boyu hem başkalarının sözleri aracılığı ile dedikodu ve kara büyünün etkisine gireriz hem de kendimizle ilgili kendimizin söylediği sözlerle aynı olumsuz etkiyi yaratırız. Kendi sözlerimizle kendimizi esir eder, kendimizi yargılar, mutsuzluğumuzu yarattığımız gibi günahkârlığımızı ilan eder ve kendi cehennemimizi yaratırız.

Birinci anlaşmaya uyar ve sözlerimizi özenle seçersek bir süre sonra zihnimiz ve bireysel ilişkilerimizdeki iletişimimiz duygusal zehirden arınacaktır. Mutluluk, özgürlük, başarı ve bolluk bilincine doğru ilerleyiş sadece sözlerimizi özenle seçmeyle bize gelir.

2-Hiçbir Şeyi Kişisel Algılamayın

Etrafınızda olan biten hiçbir şeyi kişisel algılamayın. Örneğin, biri size aptal demiş olsa bile bu sizi değil karşınızdakini ilgilendirir. Çünkü herhangi biri sizin aptal olduğunuz yargısını ortaya koyacak bir güce ve yetkiye sahip değildir. Bu ancak kendi karşılaştırmaları, kendi hayat algılayışı, kendi bilgi, duygu, düşünce düzeyi ile yaptığı bir yargılamadır. Genel olarak da kendi yetersizliğini görerek sizi yargılamıştır. Bu nedenle size söylenen bu sözü bile kişisel algılamayın! Size söylenen şeye katılırsanız, kişisel olarak algılamış olursunuz ve bu sözle anlaşma yapmış olursunuz. Zaten bugüne kadar hep böyle olumsuz anlaşmalar yapmıştınız! Bundan sonra yapmayın! Hiçbir şeyi kişisel algılamayın!

Oysa bizler, tüm eğitim sürecimiz boyunca her şeyin merkezine kendimizi koyarak (Bencilliği öğrendik, egomuzu yükselttik daima.) etrafımızda olan her şeyi de kişisel algılamayı öğrendik. Oysa diğer insanlar merkeze sizi koyarak hiçbir şey yapmaz (Sizin başkasını merkezinize koyarak bir şey yapmadığınız gibi).

Yaptıkları her şey kendileriyle ilgilidir. Yani herkes kendi rüyasını yaşar. O zaman etrafınızda olan biteni, size doğru bile olsa söylenenleri nasıl kişisel algılayabiliyorsunuz ki? Bunun kadar büyük bir çelişki daha var mı?

Durumun son derece kişiselmiş gibi göründüğü anlarda bile, başkaları size direkt olarak hakaret ediyor olsa bile yine de sizinle ilgisi yoktur. Söyledikleri ve yaptıkları şeyler, dile getirdikleri fikirler kendi zihinlerinde yaptıkları anlaşmalar doğrultusundadır. Kişilerin bakış açıları, ehlileştirme sürecindeki programlamalarından oluşur.

Aynı şekilde, sizin hissettikleriniz ve yaptıklarınız da kendi bireysel rüyanızın, kendi anlaşmalarınızın bir yansımasıdır. Sizin söyledikleriniz, yaptıklarınız ve fikirleriniz sizin anlaşmalarınız doğrultusundadır. Fikirlerinizin başkalarıyla ilgisi yoktur.

Sizin, kim ve ne olduğunuzu bilmeniz yeterlidir. Kabul görmek, onaylanmak gibi bir ihtiyacınız yoktur. Başkalarının size kim olduğunuzu söylemesi imkânsızdır. Siz ancak kendiniz kendinizi bilebilirsiniz.

Filminizi, yaşamla yaptığınız anlaşmalara uygun olarak yaratırsınız. Sizin bakış açınız sizin için kişiseldir, sizin gerçeğinizdir, başka hiç kimsenin değil. Bu yüzden birisine kızarsanız aslında kendinizle uğraşıyorsunuz demektir. Kendi korkularınız var demektir. Karşınızdaki kişi bu kızgınlığın oluşması için sadece bir mazeret yaratmıştır. Korkularınız yoksa kızmanız da mümkün değildir. Sevgiyle yaşadığınızda, sevgi olduğunuzda, korkularınız silinir ve asla kızmazsınız! Sevgi olduğunuzda mutlu ve huzurlu da olursunuz. Bu, yaşamla yaptığınız anlaşmalardan mutlu olduğunuz anlamına gelir!

Biri size harika olduğunuzu söylerse kişisel algılamayın, bu o kişinin harika olduğu ya da o anda harika hissettiği anlamına gelir! Sizin kendinizi harika hissetmeniz için başkasının yapacağı onaylamalara ihtiyacınız yok ki… Siz kendinizle konuşun, zihninizle konuşun ve kendinizin harika olduğunu kendiniz görün! Zihnimiz, Tanrı boyutunda varlığını sürdürür. Bu realiteyi yaşar ve bu realiteyi algılar. Zihin uyanık realiteyi de gözlerle görür ve algılar. Aynı zamanda gözle görünmeyeni de görür ve algılar. Mantık, bu ikinci algılamanın pek farkında olmaz.

Zihnin programlanmasında yapılan her bir anlaşma ayrı bir varlık gibidir. Çoğu kez de bu anlaşmalar birbiri ile uyum içinde olmaz. Her bir varlığın kendi sesi vardır. Birbiri ile çelişenler çoğaldıkça zihnin içinde büyük bir savaşa dönüşür. Her bir varlık bir ağızdan konuşmaya başlar ve büyük bir problem yaşanır (Mitote). İnsanın ne istediğini, nasıl istediğini ve ne zaman istediğini bilmekte zorlanmasının nedeni budur. Zihnin çelişkilerinin üstesinden gelebilmenin tek yolu, tüm anlaşmalarımızın dökümünü yapmak ve çelişkileri bulup ortaya çıkarmaktan geçer.

Hiçbir şeyi kişisel algılamayın. Alay edilme ve reddedilme korkusu olmadan istediğiniz kişiye seni seviyorum, diyebilirsiniz. İhtiyacınız olan şeyi rahatlıkla isteyebilirsiniz. Suçluluk duygusu ya da öz yargılama olmaksızın evet ya da hayır, diyebilirsiniz. Daima yüreğinizin götürdüğü yere gitmeyi seçebilirsiniz.

3-Varsayımda Bulunmayın

Varsayımlarda bulunmanın problemi, varsayımlarımızın gerçek olduğuna inanmamızdır. Varsayımda bulunursunuz ve kişisel algılarsınız. Ve sonuçta kocaman bir dram yaşamaya başlarsınız. Çünkü doğrunun ne olduğunu bilmemekten, karşımızdaki kişiyi açıklığa davet etmekten korkuyoruz. Gerçeği duymaya cesaret edemediğimizde ya da açıklama istemekten korktuğumuzda varsayımlarda bulunuyoruz. Sonra da varsayımlarımızın doğru olduğuna inanıyoruz. Bu inançlarımızla varsayımlarımızı savunarak başkalarını yanlış ya da haksız kılmaya çalışıyoruz. Ama zihnimizin içindeki, çelişen anlaşmalarımızdan doğan kaos, her şeyi yanlış yorumlamamıza ve yanlış anlamamıza yol açar. Konuşarak sormak ve gerçeği öğrenmek, varsayımda bulunmaktan çok daha iyidir. Böylelikle gerçeğin yakınından teğet bile geçmeyen rüyalar görmekten kurtuluruz.

İlişkide varsayımlar kavgalarımızın, zorluklarımızın, sevdiğimizi iddia ettiğimiz kişileri yanlış anlamamızın nedenidir.

Çocukluğumuzda yaptığımız anlaşmalar genel olarak şöyle der: “Soru sormak güvenli değildir”, “Eğer birisi beni seviyorsa ne istediğimi, neler düşündüğümü ve hissettiğimi bilmelidir.” Bu anlaşmaları kabul etmişizdir ama yanlış anlaşmalardır.

Herkes hayatı bizim algıladığımız gibi algılamaz. Herkesin rüyası ve gerçeği farklıdır. Sizin onun gerçeğini görebilmek için sormaya, başkalarının sizin gerçeğinizi görmelerini sağlamak için ise anlatmaya ihtiyacınız vardır.

4-Daima Yapabildiğinin En İyisini Yap

Bu anlaşma, diğer üç anlaşmanın kalıcı alışkanlığa dönüşmesini sağlar. Her koşul altında daima yapabileceğinizin en iyisini yapın. Şunu da daima hatırlayın: An, her an değiştiği için asla “en iyiniz” olmayacaktır. Hep daha iyisi olacaktır

Yapabildiğinizin en iyisini yaptığınızda, harekete geçersiniz. Her eylemi, her hareketi, her çabayı zevk aldığınız için yaparsınız, bir ödül beklediğiniz için değil.

“Seni seviyorum Tanrım,” demenin en iyi yolu, yaşamınızı en iyisini yaparak yaşamanızdır.

“Teşekkür ederim Tanrım,” demenin en iyi yolu, geçmişi özgür bırakarak anda yaşayabilmek, şimdi ve burada olabilmektir.

Sonuç:

Yaşam sizden neyi alıyorsa, bırakın gitsin. Aktif bir teslimiyet duygusu içinde geçmişi bıraktığınızda, anda dolu dolu, canlı olmanıza izin verirsiniz. Geçmişi bırakmak demek, şu anki rüyanızdan haz alabilmeniz demektir.

Siz bu dünyaya mutlu olmak için geldiniz. Sevmek için, haz almak için, sevginizi paylaşmak için geldiniz. Bunlar sizin yaşam hakkınız. Şu anda yaşıyorsunuz. Bu haklarınızı kullanın ve yaşamdan zevk alın. İçinizden akıp geçen yaşama tepki duymayın. Çünkü içinizden akıp geçen yaşam Tanrı’dır. Sizin varlığınız, Tanrı’nın varlığının kanıtıdır. Sizin varlığınız, yaşamın ve enerjinin kanıtıdır.

Yaşamınızdaki canlılık, üretkenlik, sevecenlik Tanrı’nın size “Hey, seni seviyorum,” demesidir.

Ayağa kalkın ve insan olun. Kadın ya da erkek olmanın onurunu hissedin ve cinsiyetinize saygı duyun.

Bedeninize saygı duyun, bedeninizden haz alın, bedeninizi sevin, besleyin, temizleyin ve iyileştirin. Egzersiz yapın ve bedeninizin kendisini iyi hissetmesini sağlayın. Bu siz ve Tanrı arasında bir iletişimdir.

Bedeninizin her parçasına sevgi gösterdiğinizde, zihninize sevgi tohumları ektiğinizde, bu tohumlar büyüdüğünde tüm varlığınıza sevgi ve saygı duyacak, yoğun bir onurluluk duygusunu ruhunuz, bedeniniz ve zihninizde hissedeceksiniz.

Her an sevecen olabilirsiniz. Bu bir seçimdir. Sevmek için bir neden olması gerekmiyor. Sevmek sizi mutlu kılar. İfade edilen sevgi mutluluk verir. Size dinginlik ve iç barış getirir. Her şeyi sevginin gözleriyle görebilirsiniz. Sevgiyle yaşadığınızda zihninizdeki sis, kaos yok olur.

“Evrenin yaratıcısı. Bana yaşam dediğin armağanı verdiğin için teşekkür ediyorum. Gerçekten ihtiyacım olan her şeyi bana verdiğin için teşekkür ederim. Bu güzel bedeni ve zihni deneyimleme imkânı verdiğin için teşekkür ederim. Tüm sevgin, saf ve sınırsız ruhunla, sıcak ve parlak ışığınla içimde yaşadığın için teşekkür ederim. Gittiğim her yerde sevgini paylaşmak için sözlerimi, gözlerimi, yüreğimi kullandığın için teşekkür ederim. Seni olduğum gibi seviyorum çünkü ben senin yarattığınım. Kendimi olduğum gibi seviyorum. Yüreğimdeki sevgiyi ve huzuru korumama hep yardım et. Bu sevgiyle yeni bir yaşam yaratmaya ve hayatımın geri kalan döneminde sevgiyle yaşamama yardım et.”

– Kullandığınız sözcükleri özenle seçin,

– Hiçbir şeyi kişisel algılamayın,

– Varsayımda bulunmayın,

– Daima yapabildiğinizin en iyisini YAPIN…

Ve Beşinci Anlaşma ile “KUŞKU DUYARAK DİNLEMEYİ” öğrenin, size başkalarının hakikatleri ile anlatılanları bir kenara koyup kendi “HAKİKAT”inizi yaratmaya hazır olun…

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

GİZLENMİŞ DÜRÜST OLMAYAN DAVRANIŞLAR-1

Dürüstlükle ilgili ilk yazımı 7 Aralık 2021 tarihinde paylaşmıştım. O yazımda dürüstlüğün çok geniş bir kavram olduğunu ve bunu zamanı gelince yaşadıklarımdan örneklerle detaylandıracağımı anlatmıştım. 4 Ocak 2022 tarihinde “Açık Ve Net Konuşmak Dürüstlüktür” ve 12 Nisan 2022 tarihinde ise “Gizlenmiş Dürüst Olmayan Davranışlar” başlığı ile yine bu konuyla ilgili iki yazı kaleme almıştım. Bugün de sıcağı sıcağına yaşadığım örnekleri, yine aynı konu başlığı altında sizlerle paylaşmayı sürdürüyorum sevgili okuyucularım.

İnternette rastladığım bir söz var: “Dürüstlük, söylediğiniz sözlerle yaptığınız davranışların aynı olmasıdır.” Dürüstlük dediğimizde olması gerekeni özetleyen bir cümle bu. Ağzından çıkan sözler sevgi dolu olan, dürüstlükten bahseden ama davranışları dürüstlükten uzak olan insanlarla karşılaşmışsınızdır. İlk başta tabii ki inanırsınız böyle insanlara fakat zaman içinde bir olay yaşarsınız ve gerçek yüzlerini görürsünüz. İnanırsınız, çünkü insanlar kendilerini anlatırken söze, dürüst olduklarını söyleyerek başlarlar hep.

Önceki yazımda belirtmiştim; dürüst olmayan davranış deyince akla yalnızca bir insanın cüzdanından para çalmak veya evinden eşya çalmak gelmemeli. Ya da çaresizlik içinde yalan söylemek, o insanın haklı olduğu anlamına gelmiyor. En ufak bir yalan bile güveni bitiyor. Zaten dürüst olmayan bir insana nasıl güven duyabilirsiniz ki?

Bu konuyla ilgili olarak on beş gün önce yaşadığım bir olaydan bahsedeyim. Tadilat için bazı kıyafetlerimi terziye vermiştim. Onları almak için gittim. Ayaküstü sohbet ettik, hayattan, günlük olaylardan. O sırada konu dürüstlüğe geldi. Terzi, başından geçen bir olayı anlattı. Bir müşterisi gömleklerini tadilat için getirmiş. Terzi tadilatı yapmış. Müşteri ürünlerini almaya geldiğinde ödeme için, “Hesabına havale olarak göndereceğim,” demiş ve gitmiş. Tabii ki gidiş o gidiş. Aradan üç ay geçmesine rağmen beklenen havale yapılmamış. Terzi, acaba bir şey mi oldu, diye düşünürken o kişiye birkaç kez terzihanenin civarında rastlamış. En sonunda yanına gidip ödemeyi ne zaman yapacağını sormuş. Müşteri yine, ödeyeceğini söylemiş. Terzi ne yapsın; “Peki,” demiş çaresiz. Fakat ortada yine ödeme yok. Bakın, bu müşteri gidip de terzinin kasasından bu parayı çalmıyor ya da dükkânından iplik, makas vb. çalmıyor. Dolaylı olarak cüzdanındaki parayı çalıyor. İşte bu daha kötüsü! Bu insana nasıl güvenebilirsiniz? Böyle davranan bir insanın diğer insanlara karşı davranışının dürüstlüğünden emin olabilir misiniz? Çalışıyorsa iş yerinde güven verebilir mi? Bu insana çantanızı ve eşyanızı emanet edebilir misiniz? İşte kendini saklayan dürüst olmayan insanlardan bir tanesi!

İkinci yaşadığım olay da şöyle: Her şeyiyle aynı olan bir ürünün iki farklı dükkânda farklı fiyatlarla satıldığına tanıklık ettim. Söz ettiğim öyle az bir fiyat farkı da değil. Belki diyeceksiniz ki o ürünü satan iki esnaftan birinin dükkân kirası yoktur. Diğeri esnafın dükkân kirası var ya da ötekine göre daha fazla kira ödüyor, giderleri daha fazla da diyebilirsiniz. Tamam, kabul ederim. Ama biraz fark olur, öyle dikkat çekecek kadar olmaz. Artık ben o esnaftan bir ürün almaya gider miyim veya gittiğimde ne kadar güvenebilirim? O güvensizlikle de her defasında gerçekten ürünün değeri kadar mı ödedim yoksa fazlasını mı diye düşünürüm. Böyle bir iki olay yaşadığınızda bunları ister istemez sormak zorunda kalıyorsunuz. Bu esnaf müşterinin parasını belki direkt cüzdanından çalmıyor ama dolaylı olarak çalmış oluyor.

Benzer şekilde bir mağazada satılan kıyafetin üzerine gerçek etiketinin dışında daha kaliteli göstermek için farklı etiket iliştiriliyor. İnsanlar bu kıyafeti kaliteli diye alıyor, üstelik fiyatı da değerinden fazla. Araştırıyorsunuz, kumaşın kalitesinin etiketteki fiyatı hak etmediğini görüyorsunuz. Etikete kumaş kalitesinin üstünde bir fiyat yazılmış olması, bu mağazada dürüstlüğün olmadığını gösteriyor.

Bir başka olayda, bir şirketin çalışanı, genel müdür tarafından özel günlerde müşterilere hediye almakla görevlendiriliyor. Çalışan, müşterilere aldığı hediyeden kendisi için de alıyor. Şirkete kesilen fatura müşteriye hediye olarak görünüyor. Burada da diğer örnekteki gibi çalışan şirketin kasasından dolaylı olarak para almış oluyor. Genel müdür, o çalışana kendine de al demiş olsa sorun yok. Ama şirket adına ve müşterilere alınan hediyeyi kendine alıp evine götürmesi de dürüst davranış olmuyor.

Gene tanık olduğum bir olayı anlatayım. Borcu olduğu hâlde ödemeyen birinden borcunu ödemesini istiyorsunuz ya da yaptığınız işin, verdiğiniz emeğin karşılığını almak istiyorsunuz. Fakat o emeğinizin karşılığını vermiyor. Sonra bir bakıyorsunuz ki o kişi geziyor, tatile gidiyor, pahalı restoranlarda yemek yiyor, gayet rahat yaşıyor. Soranlara da beni başkaları tatile götürdü, başkaları yemeğe götürüyor, diyor. Sonra öğreniyorsunuz ki yalan söylemiş. Böyle insanlara siz de rastlamışsınızdır. Üstelik bu insanlar sosyal medya hesaplarında sürekli dürüstlükten bahsederler.  

Diğer bir örnekte, başka bir şehre ya da ülkeye gittiğinizde sizden bir ürün sipariş edenler oluyor. Ürünü getiriyorsunuz ama siparişi verenler ürünün parasını ödemedikleri gibi ağızları öyle bir laf yapıyor ki bir anda sizi allayıp pullayarak borçlarının üstünü örtmeye çalışıyorlar. Parası yoksa sipariş vermeyecek ya da o ürünü gerçekten kullanmak zorunda ise açık olarak karşı tarafa söyleyecek. Böyle bir durum yaşadığınızda ne oluyor? Bir daha o kişiye bir şey isterse getirmiyorsunuz.

Ben de şifa çalışmalarında birkaç insanda benzeri şeyler yaşadım. Gelip benden şifa, enerji ve rehberlik istiyorlar. Sonra bana, “Senin şifa, enerji ve rehberliğinle işim hallolmadı. Başkası yaptı, başkaları da aynısı söyledi. Burada bile dürüst olmuyorlar. Hem emeğe saygı yok hem de akılları sıra kendilerini kurnaz sanıyorlar. Böyle insanlar sadece kendilerini kandırırlar.

Tabii ki insanız, zaman içinde çaresizliklere düşeriz, yardım isteriz. Fakat bu yardımı isterken çok net ve açık olmak gerekiyor. Son derece dürüst olmak gerekiyor. Buradaki ince çizgiyi ayırt etmek gerekiyor; çaresizlik başka şey, dürüst olmamak başka şey. Yukarıda bahsettiğim terzi ve müşterisi örneğini ele alalım. Müşteri o anda gerçekten zor durumda olabilir, terziye gidip o anda ödeyemeyeceğini söyleyebilir ya da yirmi tane gömleği aynı anda tamire vermek yerine, ekonomik koşullarını zorlamayacak şekilde parça parça verebilir. Burada insanın niyeti çok önemlidir.

Bir kere o yalanı duyunca artık güven de kalmıyor. Aynı zamanda dürüstlük de olmuyor.

Böyle insanlara hiçbir şekilde güvenip de bir şeyinizi emanet edemezsiniz.

Yukarıda bahsettiğim örneklerdeki gibi dürüst davranmayanlar aslında kendilerine zarar veriyorlar. Hayatlarında bir olumsuzluk yaşadıklarında acaba kendilerine dönüp “Ben dürüst davranıyor muyum” diye soruyorlar mı? Yalan söyleyen, dürüst olmayan kendine yapar; kendine karma yaratır.

Sevgili okuyucularım, sizin de bu konudaki değerli düşüncelerinizi ve görüşlerinizi belirtmenizi, paylaşmanızı rica ediyorum. Herhangi bir sorunuz varsa bunu da belirtmenizi isterim.

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

SADECE KENDİNİZE İNANIN

Yeni bir bilgelik hikâyesiyle birlikteyiz. Her ne kadar bu hikâyeler, duyguları, alınması gereken dersleri çok güzel anlatsa da ben de duygularımı ifade eden birkaç kelime etmekten kendimi alamıyorum. İstiyorum ki bu hikâyelerin bende uyandırdığı duyguları siz sevgili dostlarımla paylaşayım. Tek tek bakıldığında birbirinden bağımsız gibi görünen ancak bütüne baktığınızda birbirini tamamlayan ve hikâye okunduğunda daha net anlaşılacak olan küçük paragraflarla duygularımı yüreklerinize bırakıyorum.

Kendinizde bulduğunuz cesareti kırmak için alaycı bir tavırla, “Sen kimsin? Sen yapamazsın,” diyenlerle; sizi, hayallerinizi gerçekleştirmekten alıkoyan insanlarla karşılaşmışsınızdır. Önemli olan insanların ne söyledikleri değil, kendinize inanmanız ve cesur olmanızdır. Hayal ettiklerinizi ve istediklerinizi yapacağınıza siz inandıktan sonra başkalarının negatif düşüncelerinin hiç önemi yoktur. Bilmelisiniz ki sizin hayallerinizin gerçekleşmesine engel koyan kişiler hem kendileri yapamadıkları hem de içlerinde kıskançlık duygusu olduğu için böyle davranırlar.
      Sevgili okuyucularım, sizlere tavsiyem hayallerinizi kimseye anlatmayın. Eğer anlatırsanız da pozitif düşüncelere sahip, negatif duyguları olmayan insanlara anlatın; sizi motive eden insanlara.

Bilgelik hikâyemiz sizlerle…

UÇAMAZSIN

Bir zamanlar büyük bir dağın yamacında bir kartal yuvası vardı, içinde de dört tane büyük kartal yumurtası. Bir gün dağ bir depremle sarsılınca yumurtalardan birisi yuvadan düştü ve dağdan aşağıya yuvarlanmaya başladı. Yuvarlandı, yuvarlandı. Sonunda aşağıdaki vadide bulunan bir tavuk çiftliğine kadar geldi. Tavuklar, buldukları bu yumurtayı korumaları gerektiğini hissettiler ve yaşlı bir tavuk onu kendi yumurtalarının arasına koyarak üstüne oturdu.
Bir gün yumurta çatladı ve içinden harikulade bir kartal yavrusu çıktı. Gelgelelim, bu minik kartal bir tavuk olarak yetiştirildi. O da çok geçmeden kendisinin tavuk olduğuna inanmıştı.
Kartal, evini ve ailesini çok seviyordu sevmesine ama ruhu daha fazlası için yanıp tutuşuyordu. Bir gün çiftlikte oyalanırken başını kaldırıp gökyüzüne baktı ve bir grup azametli kartalın yükseklerde süzülmekte olduğunu gördü.
“Ah!” diye feryat etti,
“Keşke ben de onlar gibi göklerde süzülebilseydim!”
Çevresindeki tavuklar kahkaha attı:
“Sen, o kuşlar gibi göklerde uçup süzülemezsin. Sen bir tavuksun ve tavuklar göklerde uçamaz!”
Kartal, yukarıdaki gerçek ailesine bakmaya devam etti ve onlarla birlikte uçabildiğini hayal etti. Bu hayalini ne zaman diğer tavuklara anlatsa, bunun mümkün olamayacağı karşılığını aldı. Ama içindeki o yakıcı isteği bir türlü susturamadı. Bir gün, tek başına yürüyerek dağa tırmanmaya karar verdi. Biraz korkarak da olsa yükseklere kadar çıktı. Aşağıya baktığında
tavuk arkadaşları küçük noktalar hâlinde görünüyordu. Esen rüzgâr tüylerine dokunduğunda, daha önce hissetmediği şeyler hissetti.
Kendi kendisine sürekli “Uçabilirim! Uçabilirim!” diye telkinde bulundu.
Tam o sırada her gün gördüğü kartalları gördü gökyüzünde. Yine yükseklerde olanca haşmetleriyle süzülerek yuvalarına doğru uçuyorlardı. Kartal, bütün cesaretini toplayarak kendisini dağdan aşağı bıraktı ve kanatlarını çırpmaya başladı. Birkaç başarısız denemeden sonra kanatları havayı emri altına aldı ve yükselmeye başladı. Yükseldi, yükseldi. Daha önce hep başını kaldırarak baktığı ailesine süzülerek yaklaştı ve aralarına katıldı.

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

SEÇİMLER

Çoğu zaman unuturuz yaşanmışlıkları; ne kadar önemli olsa da kendimizde ayırdına varamadığımız çok mühim izler bıraksa da… Sonra gün gelir, bir şeyler olur, hatırlanır o unuttuğumuzu sandığımız anlar. Deriz ki “Meğer benim böyle davranmama sebep geçmişte yaşadığım o anmış.” İşte o zaman fark edişler başlar, kendimizi yeniden ve sahiden keşfetmeye başlarız. Çocuk gene sandığın başına geçti, anahtarla sandığı açıp geçmişteki bir anıyı serbest bıraktı.

İlkokul dördüncü sınıfa başlamama artık günler kalmıştı. Sünnet düğünü, kısa bir deniz tatili, kanaviçe öğrenmem derken yazı geride bıraktım. Deniz tatilinin bana göre çok kısa olmasına rağmen gene de o yazı çok güzel geçirdim ve mutluydum.

Okullar açıldı. Ben artık bir yaş daha büyümüş olarak ilkokul dördüncü sınıfa başlıyorum. Kardeşim ilkokul ikinci sınıfta; o, hastalığı yüzünden gidemediği için bir sene kaybı oldu. Ağabeyim ortaokul ikinci sınıf, ablam ise üniversite üçüncü sınıfa başlıyor. Her zamanki gibi heyecan vardı. Aslında bu heyecandan ziyade meraktı; sınıfa yeni arkadaşlar gelir mi veya ayrılanlar oldu mu diye. Ama en önemlisi ilkokul ikinci sınıftan itibaren gelen ve hiç ısınamadığım öğretmenimin yerine başka öğretmenin gelip gelmeyeceğiydi. Çünkü öğretmenimin bende bıraktığı ilk his negatifti. Sonra iki sene boyunca ilk hissimde haklı olduğumu gördüm. Ders anlatması ve davranışları hoşuma gitmiyordu. Aileme bu konuda fazla bir şey söylemiyordum. Söylesem bile öğretmenin haklı olduğunu savunacaklardı. Onun için mümkün olduğu kadarıyla kendi içimde yaşıyordum.

Çocukluk yıllarımda yaşadığım olumsuzlukları fazla anlatmaz, çok zor meseleler olmadıkça kendi içimde çözmeye çalışırdım. Bu beni daha mutlu ederdi. Çünkü yaşça büyük insanların size yaptığı haksızlıklar karşısındaki genel tutumun, “büyükler her şeyi bilir ve hep haklıdır” biçiminde olduğunu daha o yaşımda kavramıştım. Ailelerin en büyük yanlışı çocukların bir şey bilmediklerini düşünmeleridir. Oysa çocuklar bilgedir bence. Aslında çocuklar büyüklere bilgelik yaparlar. Her ne kadar ailem benim sezgilerimin ve insanlarla ilgili söylediklerimin üstünde durmasa da ben kendi sesimi dinledim. Öğretmenim ilk geldiğinden beri bana negatif enerji vermişti. Sadece dersleri dinleyip çalışıyordum; okul bitirmek için bir duygusal bağ kuramamıştım.

Okulun ilk günü annem götürdü bizi, öğlenci olmuştuk. Öğlen gidip akşam dönecektik. Annem, kardeşimle benim okula servisle gitmemizi istediğini söyledi babama. Babam, olur, derken gene ortanca amcam yok, dedi; annemin götürmesini istedi. Annem itiraz etti. Çünkü ağabeyim ortaokuldaydı, okula trenle gidiyor, öğlenleri gelip yemek yiyordu, bazen babamın yanına çalışmaya gidiyordu. Annemin evde onu beklemesi, ilgilenmesi gerekiyordu. Ablam üniversitede olduğu için onun okul saatleri belli değildi. Fakat bizi okula götürüp getirmesi annemi kendi açısından zorlayan bir durumdu. İşlerini yarım bırakıyor, zamana karşı mücadele ediyordu. Bir de misafir olursa iyice zorlaşıyordu her şey. Neticede babam, ortanca amcamın itirazlarını bu sefer dinlemedi ve bizi servise verdiler.

Bizi alacak servisin şoförü ile aynı mahallede oturuyor hatta ailece onu tanıyorduk. Eşi hemşireydi, evde biri hastalanıp da iğne yapılması gerektiğinde çağırıyorduk. Hemşire, neşeli bir kadındı, komik şeyler anlatıp bizi güldürüyordu. Her gelişinde kardeşimle ikimiz, bu sefer ne anlatacaksınız, diye soruyorduk; biraz daha kal, diye ısrar ediyorduk. İşte servis şoförümüz de tıpkı hemşire eşi gibi neşeliydi. Serviste türlü komiklikler yapıp bizi güldürüyordu. Okula giderken en başta bizi alırdı. Çok eğlenmemize rağmen ben servise binmekten ziyade kardeşimle birlikte yürüyerek okula gitmek istedim. Fakat bunu ailem kabul etmedi. Okula gidip gelirken iki ana caddeden geçtiğimiz için olumlu bakmadı. Okul dönüşünde geldiğimiz güzergâhta kırtasiye vardı, kardeşimle her gün olmasa bile haftada üç gün oraya uğruyorduk.

Okulun ilk gününde aklımdaki soruların heyecanla beklediğim yanıtlarını aldım. Öğretmenimiz aynıydı, arkadaşlarımdan ayrılan olmamıştı. Arkadaşlarımdan yakın olduklarımla zaten yazın görüşmüştük. Bazı arkadaşlarımla sadece okulda görüşüyordum. Herkesle arkadaşlık yapmak yerine ortak şeyleri paylaşacağım kişilerle arkadaşlık yapmayı tercih ediyordum. Herkesle konuşuyordum fakat sadece birkaç özel arkadaşım vardı, bu arkadaşlarımla da rahatlıkla her şeyimi paylaşabiliyordum. Genellikle arkadaşlar arasında sessiz kalıyordum. Sorulduğu zaman cevap veriyordum, öyle çok konuşan, her şeye atlayan birisi değildim. Yalnız kalmamak için herkesle arkadaşlık yapmazdım. Hâlen de öyleyim. Zaten kendi kendime yetindiğimden benim için önemli olan ortak noktalarımızın olduğu arkadaşlıktır. Seçiciliğim çocuklukta başlıyordu. Bu, yemekte olsun arkadaşlıkta olsun hep böyleydi, seçici olmuştum.

İnsan kendini tanıdığı zaman hayatına alacağı insanlar konusunda fazla üzülmez. Çünkü kendini tanıdıkça ister sosyal hayatta ister özel hayatta, üzülmeyi en aza indirmiş olur. Çünkü amaç aynı duyguları paylaşmaktır. Bazı insanlar yalnızlıktan korktukları, kendileriyle baş başa kalamadıkları için birçok arkadaş edinirler. Kendi kendilerini yeterince tanımadıkları için bu arkadaşlıklardan beklentileri çok farklı olur ve sonra da çok üzülürler. Sağlam arkadaşlık için önce insan kendini çok iyi tanımalıdır. Tabii ki görüş farklıkları olacak, düşünceler ayrı olacak ama en önemlisi aynı duyguları paylaşmaktır. Menfaat için arkadaşlık kurmamak gerektiğinin de önemini vurgularım her zaman. Yüzeysel ilişkiler bir yere kadar gidiyor.

Ailede bir karar alınması gerekiyorsa ortak olarak alınmalıdır. Konuşulup her iki insan da düşüncelerini söyleyip ona göre hareket edilmelidir. Tek tarafın baskın olması, karşı tarafa saygısızlıktır ve ezik olmasına neden olur. Sürekli kendi kararlarını uygulatan kişi dominant yani otoriter bir kişilik sahibidir. Bu da ilişkilere zarar verir.

Neşeli insanlar, her zaman insanlara çok iyi gelir. İğne yapan hemşire neşeli olduğu, bizi güldürdüğü için evimize geldiğinde biraz daha kalmasını isterdik. Somurtkan bir insan olsaydı onun kalmasını istemezdik.

Ve lütfen unutmayın; çocuk her zaman iyi bilir.

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com 

BARIŞ BENİMLE BAŞLAR-3

Bu ayın ilk yazısında güzel bir arınma çalışması ile başlamak istedim. Geçen ay duru sezgi konusunu yazdığım için bu arınma çalışmasını paylaşamamıştım sevgili okuyucularım. Sayfamı takip edenler bilir bu çalışmanın nasıl faydalı olduğunu. Gene kısa bir özetle, bugün de üç farklı konudaki arınma çalışmasını aşağıda paylaşıyorum. Ama önce ilk defa okuyacaklar için “ho’oponopono” ile ilgili bilgi vermek istiyorum.

Ho’oponopono, Hawaii halkının kullandığı bir kendini arındırma yöntemidir. Bu yöntemi Joe Vitale’in kitabı “Zero Limit” aracılığı ile Batı dünyasına tanıtan ve meşhur eden kişi Dr. Ihaleakala Hew Len oldu. Doktorasını Iowa Üniversitesi’nde yapmış olan Dr. Ihaleakala Hew Len, uzun yıllar Hawaii Devlet Hastanesi’nin suç işleyen akıl hastaları ile ilgilenen adli biriminde uzman psikolog olarak çalışmış. Hastalarıyla elde ettiği mucizevi sonuçlar çok ilgi çekmiş. Kullandığı yöntemler öyle etkiliymiş ki zamanla yatan hastaların tümü taburcu edilmiş, sonunda dört yıl içinde birim kapatılmış. Dr. Len’in kullandığı bu yöntem, 1982 Kasım’ından beri güncelleştirilmiş Ho’oponopono uygulaması yapan Hawaiili şaman Morrnah Nalamaku Simeona sayesinde ortaya çıkmış. Tüm dünyada bu yönteme ün kazandıran ise öğrencisi Dr. Ihaleakala Hew Len ve Joe Vitale oldu.

Şimdi arınma çalışmasına geçelim:

1) “İnsanlardan bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde negatif, zararlı, beni olumsuz etkileyen, enerjimin düşmesine sebep olan ve gereksiz enerjiler almama yol açan içimde bana, aileme, atalarıma ait her ne varsa her ne oluyorsa hepsi bütün zamanlarda, bütün boyutlarda, bütün evrenlerde temizlenip, arınıp, şifalanıp sıfır noktasına ulaşana kadar andan ana ho’oponopono” dedikten sonra;

“Seni seviyorum”

“Özür dilerim”

“Lütfen beni affet”

“Teşekkür ederim.”

Niyeti bir kere, sonraki dört cümleyi istediğiniz kadar, kendinizi rahatlamış hissedene kadar tekrar edebilirsiniz.

2) “Hayatımda değişimler yapmaktan korkmama, değişimden rahatsız olmama yol açan ve değişimimi engelleyen bütün olumsuz enerjilerle ilgili içimde bana, aileme, atalarıma ait her ne varsa her ne oluyorsa hepsi bütün zamanlarda, bütün boyutlarda, bütün evrenlerde temizlenip, arınıp, şifalanıp sıfır noktasına ulaşana kadar andan ana ho’oponopono” dedikten sonra;

“Seni seviyorum”

“Özür dilerim”

“Lütfen beni affet”

“Teşekkür ederim.”

Niyeti bir kere, sonraki dört cümleyi istediğiniz kadar, kendinizi rahatlamış hissedene kadar tekrar edebilirsiniz.

3) “Duygu ve düşüncelerimi insanlara sevgi ile söylememi engelleyen içimde bana, aileme, atalarıma ait her ne varsa her ne oluyorsa hepsi bütün zamanlarda, bütün boyutlarda, bütün evrenlerde temizlenip, arınıp, şifalanıp sıfır noktasına ulaşana kadar andan ana ho’oponopono” dedikten sonra;

“Seni seviyorum”

“Özür dilerim”

“Lütfen beni affet”

“Teşekkür ederim.”

Niyeti bir kere, sonraki dört cümleyi istediğiniz kadar, kendinizi rahatlamış hissedene kadar tekrar edebilirsiniz.

Kaynak: Dr.Ihaleakala Hew Len ve Berna Özcan

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com