ÇOCUK KENDİ YETENEĞİNİ KEŞFETMELİ

Evet, kaldığım yerden anılarıma devam ediyorum sevgili okuyucularım. Çocuk her geçen gün büyürken, anlatacakları da yazılacaklar da çoğalıyor. Çocuk yanından hiç ayırmadığı anahtarı kilidin içinde usulca döndürüp sandığın kapağını açıyor yine ve bir anıyı daha serbest bırakıyor.

Artık ilkbahar gelmişti. Baharın gelişi, daha önce de anlattığım gibi kiraz bahçemize gitmek, piknik yapmak demekti ve bu beni çok mutlu ediyordu çünkü doğada olmayı, yemyeşil yerlerde koşmayı seviyordum. Baharın gelişi bir de 23 Nisan törenlerine hazırlık demekti benim için. Okulda hazırlıklar çoktan başlamıştı bile. O yıl ben sadece yürüyüşe katılacaktım, kardeşim de bir önceki yıl olduğu gibi bandoda yerini alacaktı. Hem sevinç duyuyor hem de başka türlü hissediyordum. Milli bayramlar benim için çok farklı duygu yaşatan, çok özel anlamlar taşıyan günlerdir, bir önceki anımda buna değinmiştim. Bayramda tören yürüyüşüne okul önlüğü ile katılacaktım. Ama annemden yeni bir önlük alınmasını istedim çünkü bu özel bir törendi, ilk kez o gün giyeceğim bir önlükle yürümeliydim.

Okuduğum okulda ülkenin genelinde olduğu gibi önlükler siyahtı. Ama geçmiş törenlerde bazı okulların öğrencilerinin mavi önlük giydiklerini gördüm. Bizim eve 15 dakika yürüme mesafesindeki okul da bunlardan biriydi. Hatta ilkokula başlarken o okula gitmek istemiştim. Hem mavi rengi çok sevdiğim hem de önlük renkleri diğer okullardan farklı olduğu için. Fakat annem ve babam kabul etmemişler, daha önce ablamın ve ağabeyimin okuduğu ve öğretmenlerinin daha iyi olduğunu söyledikleri okula yazdırmışlardı beni. O okula gitme isteği hep kalbimde kaldı; o renk önlüğü giymek, farklı olmak, alışılmış kıyafetin dışına çıkmak… O yaşta tabii ki gideceğiniz okulla ilgili kararı kendiniz veremiyorsunuz ve ailenizin yazdırdığı okula gitmek zorunda kalıyorsunuz. Ancak yaş ilerledikçe bazı konularda ailenizin aldığı kararları uygulamak zorunda olsanız bile kendinizle ilgili kararları kendiniz veriyorsunuz. Kıyafet konusunda ya da yediğiniz yemek konusunda daha özgür oluyorsunuz.

23 Nisan törenine yeni önlükle katılma isteğime ailem itiraz etmedi, gidip aldık. Ama tabii ki bu önlük bana çok farklı duygular yaşattı çünkü bunu okula değil özel bir törene giymenin hevesi başkaydı.

Çocukluğumdan beri ailemden öyle çok gerekmedikçe isteyen değildim. Sadece benim için çok çok anlamlı olan şeyler istedim. Bunlardan bir tanesi de bir spor dalında ilerlemekti. Çünkü sporu hem seyretmesini hem de yapmasını severdim. Kiraz bahçesine gitmek de o yüzden çok mutlu ediyordu beni, istediğim gibi koşabiliyor, top oynayabiliyordum. Zaten ailem de spor konusundaki tercihlerime hiç müdahale etmedi, kararları hep bana bıraktı.

Okuldaki müzik derslerinde müzik konusunda yetenekli olmadığımın farkına varmıştım. İlk, mandolin çalmayı öğrenmeye başladım. Tamam, çalıyordum ama bir spor kadar yetenekli değildim. Sadece o anda çalmak hoşuma gidiyordu, sonra evde müzik hocamın verdiği ödevleri yapıyordum, o kadar. Bir müzik dersinde öğretmene “Ben bu mandolin çalmayı pek severek yapmıyorum, bunun yerine başka bir şey yapsam.” dedim. Hâlbuki o mandolini alırken annemle çok mutluydum. Çalarım, diye çok severek almıştım ama sonra bu konuda yetenekli olmadığımı fark ettim ve üstüne gitmek istemedim. Yapacağım şeylerin üstüne gitmek istiyordum, o dalda kendimi geliştirmeyi.

Mesela resimde müzikten daha iyiydim. Pastel boyadan ziyade sulu boya ile boyamayı seviyordum. Daha farklı renkler çıkarabiliyordum sulu boyayla ve resimler de daha anlamlı oluyordu. İstediğim rengi çıkarmak ve resim yaparken o renkleri kullanmak öyle hoşuma gitmişti ki öğretmenin verdiği çizim yerine kendi istediğim resmi yapmıştım. Çünkü içimden o resmi yapmak gelmişti. Hiç unutmam, öğretmen, “Niye benim söylediğim resmi yapmadın?” diye sordu. Ben de ona, “Bu sefer içimden geleni yapmak istedim ve resimdeki yeteneğimi görmek için yaptım.” dedim. Öğretmenim tabii ki kötü bir şey söylemedi ama “Bir daha yapacağın zaman önceden sor. Çünkü sınıfta farklı olan tek resim seninki oldu.” dedi. Ben çok mutluydum çünkü istediğim şeyi çizmiştim ve istediğim tonlarda boyamıştım. Kendi içimdeki yaratıcılığı görmek istemiştim.

Zorla yaptırılan şeylerden hiç mutlu olmazdım. Özellikle kendi kararlarımı almak konusunda baskı yapıldığında. Burada tamam, o resmi bir öğretmen istemişti ve benim öyle çizmem gerekiyordu. Ama ben içimden gelmediği hâlde öğretmenimin istediği resmi yapsam hem çizerken mutsuz olacaktım hem de yeteneğimin olup olmadığının farkına varamayacaktım.

Baktığımız zaman çocukken alınan kararların ileri yaşlardaki yaşantıyı etkilediğini görüyoruz. Bir çocuk yapmak istedikleriyle ilgili kararları kendisi alamaz kararlar sürekli aile tarafından alınırsa o çocuğun özgüvenli olma olasılığı sıfırdır. Bu durum aynı zamanda çocuğun kendini tanımasını da engeller. Hangi alanlarda yeteneği olduğunu bilmeyen çocuk hayatında nasıl bir yol çizeceğine kendi başına karar vermekten çekinir, sürekli başkalarına danışır durur ve aile ne söylerse onu yapar. Özgüveni olmayanın kendi gücü de olmuyor maalesef. Ailenin ve etrafının gücü ile yaşamaya başlıyor hayatını. Çocuk, yetişkin bir birey olduğunda evleneceği kişiyi seçerken bile kendi istediği gibi değil ailenin isteğine göre hareket ediyor. Yaşamak istediği mekân, uzmanlaşacağı meslek, yapacağı iş konusundaki seçimlerinde de aynı biçimde davranıyor. Çocuk, aile tarafından yeteneklerinin veya isteklerinin dışında bir alana yönlendirildiğinde o alanı sevmediği, yaparken mutsuz olduğu için başarılı da olamayacaktır. Kendini başarısız ve yeteneksiz olarak görecektir. Aynı zamanda yaratıcılığını bilemeyecek ve geliştiremeyecektir.

Birçok aile kendi egoları yüzünden çocuklarını değil kendilerini mutlu edecek kararlar alıyor. Sonra o çocuktan mutlu ve başarılı olmasını bekliyor maalesef.

Çocukların kendi özgüvenleri ve kendi güçlerini ellerine almaları için ailelerin onların aldığı kararlara saygı duyup ısrar etmeden uygulamalarını desteklemeleri gerekiyor. Tabii ki aile yeri geldiğinde fikirlerini düşüncelerini söyler. Ama özel hayatına, sosyal hayatına sürekli müdahale edilen çocukların mutsuz olduğu ya da başarılı olmadığı zaman “Yapacaklarımı engelledi.” diye hemen ailesini suçladığı unutulmamalı. Tabii suçlamayla birlikte aileye karşı sevginin azaldığı da.  

Çocuğun kendi yeteneğini kendisinin keşfetmesine izin vermek gereklidir. Mutlu bir çocuk yetiştirmek için çocuğun kararlarına saygı göstermek çok önemlidir.

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

OLUMLAMALAR – 1

Sevgili okuyucularım, bu ay sizlerle kişisel gelişim, enerjiler ve kuantum zihin uzmanı Berna Özcan Demir’in olumlamalarını paylaşacağım. Paylaşımımın öncesinde genel manada olumlamalarla ilgili birkaç noktaya değinmek istiyorum.

İnsanın bilinçaltında yerleşen olumsuzlukları temizlemesi ve onların yerine olumlu düşünceleri yerleştirebilmesinin bir yolu da düzenli olarak olumlamalar yapmaktır. Arınmayı sağlayan ve benim de nice faydasını gördüğüm olumlamalar düzenli olarak yapıldığında kişide geniş etki yaratmaktadır. Bu olumlamaları gün içinde yapabileceğiniz gibi sabah uyandığınızda ya da akşam yatmadan önce yaparsanız daha faydalı olacağını görebilirsiniz. Özellikle belirttiğim zamanlarda yapılan olumlamalar bilinçaltına daha kolay erişebilmektedir. Bilinçaltındaki olumsuz düşünceler, olumlamalarla karşılaşmaya başladıkça temizleme ve arınma etkin bir biçimde gerçekleşecektir. Yapacağınız olumlamanın ne kadar süreceği size bağlıdır. Kendinizi iyi hissedinceye kadar, düşüncelerinizdeki olumsuzluk yok oluncaya kadar ve kurduğunuz cümlelerle, ağzınızdan çıkan kelimelerin değiştiğini fark edinceye kadar olumlama yapmaya devam etmelisiniz. Sürekli negatif cümleler kullananların ve düşünceleri hep olumsuz olanların bunları dönüştürmesi tabii ki zaman alır. Bununla birlikte bilincinizde ya da bilinçaltınızda yer edinmiş olumsuzlukların, ruhu parçalayan travmaların da şifalandırılması gerekmektedir. Yalnızca olumlama yapan kişilerden, olumlamanın yetersiz kaldığına dair bildirimler alıyorum ve onlara mutlaka şifalandırılma yapılması gerektiği telkinini veriyorum. Olumlama da bir şifalandırmadır. Şu soru sıkça geliyor bana: “Olumlama yapıyorum, yeterli olmaz mı?” Hayır, tek başına olumlamalar yetmiyor. Vücudumuzu tek bir gıdayla beslemenin yeterli olmadığı gibi bilincimizi ve bilinçaltımızı beslemek için de tek bir yol yeterli olmayacaktır. Temiz bir bilinç, arınmış bir bilinçaltı, farkındalığımızın artıp yüksek bilinç seviyesine ulaşmamızı sağlar.

Her birinizde yüksek fayda oluşturacağına inandığım bugünün olumlamalarıyla sizleri baş başa bırakıyorum.

“Herkesin özgür iradeye sahip olduğunu ve kendi yaşam deneyimlerinden bütünüyle sorumlu olduğunu kabul ediyorum. Ben sadece kendi yaşantımın ve kendi deneyimlerimin sorumluluğunu üstleniyorum. Başkaları ile ilgili uygun olmayan şekilde üstlendiğim bütün sorumluluk kararlarımı, sözlerimi, sözleşmelerimi ve zorunluluk hislerimi şimdi bütünüyle iptal ediyorum. Artık gereksiz sorumlulukları sevgiyle serbest bıraktım ve tamamen özgürleştim.

Bugün tamamen sağlıklı, huzurlu ve dengedeyim. Aldığım her nefes bedenimi şifalandırıyor, yaşam enerjimi artırıyor ve kendimi harika hissetmemi sağlıyor. Tamamen güvende olduğumu ve korunduğumu biliyorum. Bugün kendimi çok seviyorum ve kendimi olduğum gibi kabul ediyorum. Bütün hatalarım için kendimi affediyorum ve kendi iyiliğim için hayatıma giren herkesi affediyorum. Şimdi kendimi evrenden bana gelen iyi ve güzel şeylere açıyorum. Bugün harika deneyimler yaşamayı, kendim için faydalı şeyler yapmayı, başka insanların hayatlarına olumlu katkılarda bulunmayı ve evrenle bir olduğumu deneyimlemeyi seçiyorum. Mutluluğu paylaşarak artırıyorum, hayatım için en doğru kararları veriyorum ve insanların gözlerine sevgiyle bakıyorum. Bugün harika ve yaşanmaya değer bir gün geçirdiğim için şükrediyorum.

Kendimi tüm yaptıklarım ve yapamadıklarım, tüm düşündüklerim ve tüm düşünemediklerim için sevgiyle affediyorum. Hayatıma giren herkesi tüm yaptıkları ve yapamadıkları, tüm düşündükleri ve düşünemedikleri şeyler için sevgiyle affediyorum. Hayatıma giren herkesi affettiğim gibi ben de affedilmeyi hak ediyorum. Hayatıma giren herkesin benden gelen sevgi enerjisini hissederek beni kolaylıkla affetmelerini seçiyorum. Kalbimde biriken bütün olumsuz duyguların, acıların, kızgınlıkların ve nefretlerin hemen şimdi bütünüyle arınmasını ve şifalanmasını seçiyorum.

Ben, bugün kalbimde biriktirdiğim tüm kırgınlıkları, tüm üzüntüleri, geçmişten gelen, özgürleşmemi engelleyen tüm olumsuz hatıraları, şu andan itibaren kalbimdeki sevgi ile artık bırakıyorum ve evrene iade ediyorum. Geçmişte, bilerek ya da bilmeyerek her kimi sevmişsem, her kime fedakârlık yapmış ve karşılığını bulamamışsam artık egomu besleyen bu takıntılarımı bırakıyorum. O kişileri affediyorum, kendimi affediyorum ve beni bugünkü insan yaptıkları için onlara teşekkür ediyorum. Artık kendimi özgürleştiriyorum. Takıntı yaptığım herkesi özgür bırakıyorum. Kalbimi, aklımı ve ruhumu sevgiye ve aşka açıyorum. Ben sevgiyim, aşkım, başarı ve mutluluğum. Beni ben yapan tüm değerlerimin farkına varmayı ve o değeri hissederek yaşamayı seçiyorum. Ben bütün bu güzellikleri yaşamayı hak ediyorum ve ben bütün bunları yaşamaya artık hazırım…”

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

SİZE LEZZET VEREN ÖZDÜR

Sevgili okuyucularım bu ayki bilge hikâyemiz ile beraberiz.

Hayatta mutluluğu ve kaliteyi nerede ararız ya da mutluluk ve kalite deyince ne anlarız?

Çoğu insan dış görünüşe veya alacağı ürünün fiyatının yüksekliğine göre değer biçip karar verir. Örneğin bir hediye alırken pahalı ya da gösterişli olması satın alma kararını etkiler. Aynı şekilde bir yerden yiyecek alırken dış görünüşü iyi olmayan bir lokantanın sattığı ürünlerin de iyi olmadığı önyargısıyla hareket edilir. İnsanlar için de aynen böyle düşünce sahibi oluyoruz. İçindeki özüne bakmadan kıyafetine, okuduğu okulla veya mevkisine göre değerlendirme yapıp hemen önyargıya varıyoruz.

Mutluluğu pahalı şeylerde, mevkilerde, parada aramaya başladığımızda elimizde olanları kaçırırız. Bunları kazanmak için ortaya koyduğumuz hırslar yüzünden yediğimiz yemekten, evimizde olmaktan, okuduğumuz kitaptan, dinlediğimiz müzikten keyif almayı unuturuz. İçtiğimiz çayın lezzetini bilmeyiz. Hep daha fazlasını isterken ve istediklerimiz gerçekleşmediği için şikâyet ederken hayatta kaçırdığımız şeylerin farkına ne yazık ki geç varıyoruz. Dış görünüşü ile özü başka olup bizi yanılgıya düşürenlerle ilgili daha detaylı bir yazıyı ilerleyen zamanda yazacağım. Şimdi sizi yine bir bilge hikâye ile baş başa bırakıyorum.

KAHVENİZİN TADINA VARIN…

Kariyer yolunda ilerleyen bir grup genç bir araya gelerek mezun oldukları üniversitedeki profesörlerini ziyarete giderler. Sohbetin daha başında işin ve hayatın stresinden şikâyetlenmeler başlar. Misafirlerine kahve ikram etmek isteyen profesör, mutfağa gider ve yanında büyük bir termos içinde kahve ile porselen, plastik, cam, kristal olmak üzere değişik tarzda ve ucuz görünenden, pahalı ve hatta çok özel olanlarına kadar değişik ve çok sayıda kahve fincanının bulunduğu tepsiyle geri döner.

Herkes bir fincan seçip de kahvesini yudumlamaya başlayınca profesör eski talebelerine şunları söyler:

“Sizler de fark ettiyseniz, tüm pahalı görünen fincanlar alındı ve geriye ucuz görünümlü, sade olanlar kaldı. Kendiniz için en iyi olanı istemeniz normal olsa da bu sizin şikâyet ettiğiniz stresinizin ve problemlerinizin kaynağını gösterir…

Malumdur ki, pahalı da olsa fincanın kendisi kahvenin kalitesine hiçbir şey katmaz. Sadece daha pahalıdır, o kadar. Hepinizin aslında istediği fincan değil kahveydi ama bilinçli olarak en iyi fincanlara yöneldiniz ve sonra birbirinizin fincanına bakmaya başladınız, içindekine bakan olmadı.

Hayat kahveye benzer; iş, para ve toplumdaki konumunuz da fincanlara. Onlar hayata tutunmak için sadece araçlardır ve seçtiğimiz fincan misali yaşadığımız hayatın kalitesini belirlemediği gibi değiştirmezler de… Bazen sadece fincana odaklanarak kahvenin tadını çıkarmayı unuturuz.

Kahvenizin tadına varın! En mutlu insanlar her şeyin en iyisine sahip olanlar değil, sadece her şeyin en iyi şekilde tadını çıkaranlardır. Günümüzde pahalı ve gösterişli şeyleri seçme düşüncesi çoğu zaman galip geliyor, esas kullanılacak, işimize yarayacak yönünü ikinci sıraya atıyoruz. Oysa unutmamak lazım ki ambalaj ne kadar görkemli olursa olsun, kullanacağımız şey ambalajın içindedir.

Dost seçerken insanların görünüşüne aldanmak da öyledir. Kötü görünümlü insanın kafasında güzel düşünceler olabilir. En şık görünümlü insanın düşünceleri de felaketiniz olabilir. Siz daima her şeyin içindekine, özüne bakın. Size lezzet veren üzüm bağı değil, üzümüdür.

Kötü tadı olan bir kahve, paha biçilmez kristaller içinde de olsa içerken yüzümüz buruşur, içemeyiz. Enfes bir kahve sıradan bir bardakta da olsa yüzümüzde tebessüm oluşturur.

Gelin, cevizin kuruyup buruşmuş dış kabuğuna değil, cevizi kırıp içine bakalım. Bütün tat oradadır, dışındaki kabukta değil…”

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

BİLGİ BİR DERYADIR KENDİNİ TANIRSIN

Sevgili okuyucularım, 25 Ekim 2022 tarihinde “Kendini Tanıdıkça Barışırsın” başlıklı yazımı sizlerle paylaşmıştım.

Bugün o yazının devamı olarak insanın kendisini tanımak için neler yapabileceğinden söz edeceğim. Evet, insanın kendisini tanımasına yardım edebilecek birçok yol mevcuttur.

Sevdiğim sözlerden biri de John Milton’a aittir: “Kazandığımız aydınlık bize bilgimiz vasıtasıyla verildi.”

İnsan aydınlığa bilgi sayesinde çıkar ve aydınlık insanın kendi kendini tanımasıyla başlar. Bilgi öyle bir derya ki insan öğrendikçe daha çok öğrenmek ister. Yıllar önce internet çıktığında arkadaşlarıma şunu söylemiştim: “Eğer teknolojiyi iyi kullanırsa insan kendini geliştirir, araştırır, ne olduğunu öğrenir. Eğer iyi kullanmazsa insan kendini hiç geliştirmeden hiçbir değişim yapmadan, evrimleşmeden kalır. O zaman da hiçbir uyanış, farkındalık ve aydınlanma yoluna giremez. Çünkü bu yola girmek için önce kendini tanımak gerekir.”

İnsanın kendisini tanıması aslından doğuştan itibaren başlıyor. Bu yüzden insanın kendi doğum haritasını öğrenmesi önemlidir. Birisi size nasıl biri olduğunuzu sorduğunda ilk aklınıza gelen iyi yönleriniz olur. O anda olumsuz yönleriniz ya aklınıza gelmez ya da bildiğiniz hâlde söylemek istemesiniz. Aslında onlar kabul edip yüzleşmekten kaçındığınız yanlarınızdır. Bunu yaparak yine kendinize zarar veriyorsunuz çünkü karşı tarafa olumlu yönlerinizi söyleyip kendinizdeki gelişmelerin önünü kapatmış oluyorsunuz. Oysa insan olumsuz yönlerini kabul edip “Bunları dönüştürmek için ne yapmalıyım?” diye sorduğunda zaten o bilgiyi edinmeye başlamıştır. Artık araştırma yoluna girmiştir ve araştırdıkça, öğrendikçe karşısına başka kaynaklar çıkacak edindiği her yeni bilgi kendi üzerindeki değişimin yapı taşı olacaktır. Tabii ki sadece araştırıp öğrenmek yeterli değildir, hep söylediğim gibi gelişmek için insanın öğrendiklerini kendisine uygulaması ve içselleştirmesi de gerekir.

İnsanların birçoğu kulaktan dolma şeyleri severler, araştırmadan öğrenmeden hemen “Evet, bu böyledir.” ya da “Öyle duymuştum.” derler. Örneğin bazen karşımıza bir söz çıkar, bu söz gerçekten kime aittir diye araştırma yapmayız. Aynı şekilde örneğin seyahate gitmeden önce gideceğimiz ve göreceğimiz yerleri araştırıp öğrenme gereği duymayız, “Nasıl olsa tur götürüyor, rehber anlatır.” diyoruz. İşte bu, bilgi edinmekten, araştırmaktan kaçmaktır ve ne yazık ki işin kolayına gitmektir. Yeri gelmişken geçenlerden yaşadığım bir örnekten söz edeyim. Sosyal medyada yurtdışında yaşayan ve bir başka ülkenin yönetimi ve yaptıklarını eleştiren insanlar var. O yaşadıkları ülkenin ve yöneticilerini ne yaptığını araştırmadan, o ülkenin tarihini bilmeden hemen başka ülkeleri yargılıyorlar. Belki bunu farkında olmadan yapıyorlar. İşte burada bilginin ne kadar önemli olduğunu görüyoruz. Bir konuda kulaktan dolma bilgi yerine araştırıp öğrenmek tercih edildiğinde birisini eleştirirken bile bilimsel kanıtlarla eleştiri yapılır. İnsanın başkalarını eleştirmesi de böyledir, kendilerini tanımadan başkalarını eleştirirler.

Yukarıda doğum haritasından söz ettim. Evet, kişisel düşüncem bir insanın kendisini tanıması için doğum haritası çıkarmanın çok önemli bir seçenek olduğudur. Astroloji de bir bilimdir ve bu bilimden yararlanarak doğum haritaları çıkarılır. Peki, doğum haritası neden önemlidir? Bireyin doğum anında gezegenlerin sıralanış biçimi ve astrolojik olarak yaptıkları açılar hayatının hangi alanlarında nasıl bir etki altında olduğunu gösterir. Böylelikle birey yetenekli ve yeterli olduğu yanlarını da olumsuz yanlarını da tespit edebilir. Bu çok değerli bir bilgidir. Çünkü insan bunları bildiği hâlde “Nasıl değişir ve gelişirim?” sorusunu kendisine sormaktan kaçamaz. Bu bilgi sayesinde olumlu yanlarını nasıl geliştirebileceğine ve olumsuz yanlarını nasıl törpüleyeceğine ve dönüştüreceğine karar verebilir.

Bu arada astrolojinin de Batı astrolojisi, Vedik astrolojisi, Maya astrolojisi, Magi astrolojisi ve Karma astrolojisi gibi kendi içinde birçok dalı var. Bu kadar çok alt dala rağmen hepsinin ortak özelliği insanın bir doğum haritasının olduğunu göstermeleridir. Ama ne yazık ki çoğumuz hep kulaktan dolma bilgilerle o da yüzeysel olarak sadece burcumuzun özelliklerini biliriz. Oysa doğum haritası, kendimiz hakkında bunun çok ötesinde bir bilgi kapısı aralar bize. Doğduğumuz saatte hangi gezegenin hangi astrolojik evimizde olduğu, hangi gezegenin hangisiyle ters veya doğru açı yaptığı, haritadaki yıldızlar bilmediğimiz öyle çok ayrıntı verir ki öğrendiğimizde davranışlarımızın, duygularımızın nedenini anlamlandırırız.  Örneğin karma astrolojisine göre çıkarılmış bir doğum haritası insanlar soyağaçlarından gelen karmayı ve kendi karmalarını görmelerini sağlar.

Astrolojinin bu derinliğine rağmen insanların en büyük yanılgısı sosyal medyada okudukları ile sınırlı kalmalarıdır. Örneğin bir astrolojik bilgi paylaşılırken “Bu sene şu burçlar şanslı, bu burçları ödül bekliyor, şu gezegen bu burçlara bolluk bereket, bu gezegen ise aşk getiriyor ya da para getiriyor, yeni ay veya dolunayda bunlar olacak.” diye yazılır. Okuyanlar da kendi haritalarını bilmeden, o açıları ve kendi karmalarını dikkate almadan, haritalarında söylenen olumsuzlukları değiştirmeden ve kendi üzerlerinde herhangi bir tekâmül yapmadan işte örneğin burç yorumunda bolluk yazmışsa “Bu sene bana bolluk ve bereket gelecek.” diye boş yere beklentiye giriyorlar. Hâlbuki dünyada o burçtan milyarca insan var. Hepsi o bolluğu yaşayacak mı?

Benzer şekilde astrologların gezegenlerin ileri ya da geri hareketi ile ilgili verdikleri genel bilgiler yanlış yorumlanır. İnsanlar eğer kendileri hakkında yeterli bilgi sahibi değillerse yani kendilerini tanımıyorlarsa kendi üzerlerinde bir değişime gitmek yerine o okudukları gezegenin gitmesini beklerler.

Bir gün bir arkadaşım “Aman bana bugünlerde kimse dokunmasın.” dedi. Nedenini sordum. “Merkür gezegeni geriye gidiyormuş yine. Eğer ters davranışta bulunan olursa öfkelenirim.” deyince dayanamayıp güldüm. “Niye gülüyorsun?” dedi. “Merkür yılda kaç kere geri gidiyor? Merkür bittikten sonra bu sefer diğer gezegenler retrosu başlıyor. Onlar geri giderken sen etkilenmeyecek misin?” diye sordum. “Bilmem. Okuduğum kadarıyla Merkür beni etkiliyor.” dedi. Ona kendi doğum haritasını çıkarıp çıkarmadığını ve Merkür’ün o haritaya göre hangi evinde hangi açıyı aldığını bilip bilmediğini sordum. Doğum haritasını bilmediğini söyledi. Ben de kendisine yüzeysel bilgilerle okuduklarından etkilendiği söyledim. Haritasında gerçekten öfke varsa retro sırasında bunun en ufak olayda bile büyük şekilde ortaya çıkabileceğini anlattım ve “Öfken olduğu hâlde bunu değiştirmek yerine sadece Merkür retrosunun bitmesini bekliyorsun.” dedim. Arkadaşıma şu örnekle farkındalık verdim: “Sen iş yerine gidiyorsun, Merkür retrosu seni etkiliyor ve hiç gerek yokken haksız olarak birinin kalbini kırdın ya da öfkelendin. O kişi, aman bugün Merkür retrosu var, diye sana hoşgörü ile mi baksın? Düşün, senin gibi milyonlarca kişi böyle yaparsa nasıl olur?” “Evet, haklısın.” dedi.

İşte bu örnekteki gibi birçok insan kendini tanımak yerine en kolay yöntemi seçip suçu gezegenlere atıyor. Bunun yerine kendindeki olumsuzlukları bulup üzerinde çalışarak evrimleşme ve değişime başladığında o gezegen gerçekten etkilese bile kalp kıracak kadar öfkelenme ya da etrafına ateş saçma olmaz.

Her bilgi bizim için değerlidir. Önemli olan bu bilgileri doğru kullanmak ve uygulamaktır. Ne kadar çok araştırma yapıp bilgi edinirsek kulaktan dolma olanlardan o kadar az etkileniriz. Çünkü yüzeysel olan her şey yüzeysel olarak kalır ve bir faydası olmaz. İşte bize gerçek bilgiyi verecek kaynaklardan biri de astrolojidir. Tam araştırılması ve öğrenilmesi kişinin kendini olumlu ve olumsuz yönleriyle tanımasına yardımcı olur. Bazılarınız bu yazıyı okurken diyeceksiniz belki “Bunları öğrenmek için de belli bir ücret ödeyeceğiz. Bizim şu anda o koşullarımız yok.” Haklısınız ama yeter ki siz o bilgiyi öğrenmeye niyet edin ve araştırmaya başlayın, o kapılar bir şekilde açılır.

Sevgili okuyucularım, kendini tanımak konusunda yazmaya zamanı gelince yine devam edeceğim. Yeni bir yazıda buluşmak üzere sevgi ile kalın…

Her şey gönlünce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

DOĞAL TAŞLARLA GELEN ŞİFA-2

Sevgili okuyucularım, eylül ayından itibaren doğal taşların özellikleri, niçin, nasıl ve hangi çakralarda kullanıldığı bilgisini sizlerle paylaşmaya başlamıştım. Geçtiğimiz ay bazı yazılara öncelik verdiğim için bu konuya değinemedim, şimdi kaldığım yerden devam ediyorum.

Bugün, “Hangi doğal taşı almalıyım ve bu doğal taşlar niçin kullanılır?” diyenler için Hasan Kocabaş’ın 2006’da Mozaik Yayınları’ından çıkan “Şifalı Taşlarla Sağlıklı Yaşam” adlı kitabı ile www.sertmineral.com sitesinden derlediğim bilgileri paylaşıyorum.

Belki birçoğumuz taşların faydasına inanmayabilir, sırf renkleri ve şekilleri hoş göründüğü için kullanır. Oysa önemli olan her bir taşın nasıl bir özelliğe sahip olduğu bilgisidir. Bu bilgiye sahip değilsek kullandığımız taştan fayda göremeyiz. İçlerinde hiç duymadığımız o kadar taş var ki rengini ve şeklini beğenmediğimiz için kullanmadığımız ama çok faydasını göreceğimiz taşlardır çoğu. O yüzden renkler ve şekiller sizi aldatmasın.

İşlenmemiş, toprağın altında olduğu hâliyle kalmış taşlara doğal taş denir. İşlenmemiş taşlar kendi titreşimleri ile enerji yayarlar. Doğal taşlar enerjilerini kaybetmezler yani bir nevi ölümsüzdürler. Çok eski zamanlardan günümüze kadar birçok medeniyet taşların enerjilerinin şifa kaynağı olduğuna inanmıştır.

Onlarca çeşit doğal taşın farklı özellikleri ve etkileri olduğu söylenir. Bu taşlardan bazıları değerli, bazıları da yarı değerlidir. Binlerce yıllık geçmişe sahip doğal taşlar, eski çağlarda iyileştirici özellikleri sayesinde tedavi amaçlı sıkça kullanılıyordu.

“Doğal taşlar ne işe yarar?” sorusunun yanıtı ise aslında çok kapsamlı. Her doğal taşın farklı bir özelliği ve iyi geldiği konu var. Doğal taşların faydalarına genel olarak değinmek gerekirse, taşıyan kişiye pozitif enerji verdiği, iyileştirici, zihin rahatlatan ve huzur veren bir etkisi olduğu biliniyor. Doğal taşların enerjilerinin direkt olarak bedenimize etki ettiği düşünülür.

Doğal taşları sürekli üstte taşımak ve enerjisinden faydalanmak için takılarda kullanmak sık tercih ediliyor. Bunun dışında avuca sığacak büyüklükteki doğal taş parçalarını da meditasyon yaparken kullanabilirsiniz. Özellikle çakraları açmada çok faydalıdır ve gerçek faydayı elde etmek için de düzenli kullanılması gerekir. Bir kez meditasyonda kullandıktan sonra bir ya da iki ay ara verdiğinizde beklediğiniz sonucu alamazsınız. Bir de kullanılan doğal taşlar taklit değil gerçek olmalı. Küçük bile olsa hakiki olması gerekiyor. Sadece ev dekoru olarak kullanmak da mümkündür fakat en güzeli enerjilerinin bedenimize direkt etki etmesidir. Özellikle meditasyon yaparken mutlaka kullanılmasını tavsiye ederim.

Doğal taşların temizliği ya akan suda ya 12 saat toprağın üstünde bekletilerek ya da dolunay zamanlarında ay ışığına bırakılarak yapılır. Bazı doğal taşlar suda çözündüğü için suya değdirmemeye dikkat etmek gerekiyor. Bazı doğal taşlarda ise kendi kendini temizleme özelliği vardır.

AJOIT

Anahtar kelimeler: Sevgi, tedavi, duygusal destek, tanrı ve meleklerle bağlantı.

Element: Rüzgâr

Çakra: Kalp, boğaz, 3. göz ve taç

Mavi veya mavi-yeşil renklerde ve nadir bulunan bir mineraldir. Güney Afrika topraklarından çıkarılır. Çok değerli bir taş olup bilinçsizce kullanılmış olmasından dolayı nerede ise yok sayılan ve en çok aranan taşlar arasında yer alır. Artık bulunmadığı gibi var olan madeni de su ile doldurularak çıkarılması engellemiştir. Kristalden daha değerli, hemen hemen ilk sırada yer alan şifa taşıdır.  Çok üst seviyede enerji verir.

İnsanın doğasında bulunan yaratıcılık bilgisini üst seviye çıkarır. İnsanın beyni bir enerji jeneratörü olarak kabul edildiğinde bu taş onun destekçisi olarak yer alır. Doğaüstü yeteneklere sahip kişilerde kullanımında bu yeteneklerinin daha üst seviyeye çıkmasını sağlar. Bu taş, negatif enerjiden zarar görenleri kısa zamanda iyileştirerek tüm etkilerini en az seviyeye indirir. İnsana sevgi hissi verir ve sevgi duygusunu besler. Tüm kristallere destek verir. Sağlık için sürekli taşınması gereken ve ender bulunan bir taştır.

 AKİK

Anahtar Kelimeler: Cesaret, canlılık, güven, hareketlilik

Element: Ateş

Çakra: Kök, solar pleksus

Kuvars ailesinin bir üyesi olan kalsedon taşının portakal renkli çeşididir. İngilizce “carnelian” kelimesi akik ile aynı anlamda olup, adını kornel denilen vişne türünden almıştır. Eski çağlarda savaşmaya giden askerler kendilerini korumak ve daha cesur savaşabilmek için üzerlerinde akik bulundururlardı. Kral, halkına konuşma yapacağı zaman kendini açık ve net bir şekilde ifade etmek için mutlaka akik yüzük veya kolye takardı.

Akik çok güçlü etkileri olan çok faydalı bir taştır. Bunun içindir ki Hz. Muhammed akik bir yüzük takardı. Akik uğur ve bereket taşıdır, bedensel ve zihinsel kuvvetlendirici bir taş olan akik, taşıyan kişiyi tehlikelerden korur, yaşadığı ortamdaki uyumsuzluklara son verir.

Kök çakra ve solar pleksus çakrasını harekete geçirir. Kişiye yaşam enerjisi ve yaratıcılık verir, kendine güven sağlar. Güven, cesaret, liderlik, güç ve tutkuya ihtiyaç duyan herkesin kullanması tavsiye edilir. Ayrıca hamilelik döneminde kullanılması anne ve bebek için idealir.

Kırmızımsı-turuncu renginden dolayı bu taşa ateş taşı veya gezgin taşı da denir. Rengi nedeniyle fiziksel canlılığı artırmaya, sosyal ortamlarda ihtiyaç duyulan kendine güveni ve topluma kendini kabul ettirmeyi sağlar. Akik bunların yanı sıra karabasana, korkaklığa karşı etkilidir. Metabolizmanın düzgün çalışmasına yardımcı olur. Kan dolaşımını düzenler. Sırt ağrıları, romatizma, iltihaplı romatizma, sinir ağrıları (nevralji) ve depresyon tedavilerinde kişinin iyileşmesine yardımcı olur. Cebinizde veya cüzdanınızda taşıdığınızda bolluk ve bereket getirecektir. Evinizin ve iş yerinizin giriş kapısının yakınlarında bulundurduğunuzda evinizi ve iş yerinizi korur, bolluk ve bereketi ortama davet eder.

AKUAMARİN

Anahtar kelimeler: Serinletme, yatıştırıcı, iletişim kurma kabiliyetini güçlendirme

Element: Su

Çakra: Boğaz ve kalp

Akuamarin, tarihte İsa’dan önce 500 ve 300 yılları arasında ilk kez Yunanistan’da kullanılmıştır. Akuamarin, renginden dolayı Latince “deniz suyu” anlamına gelen ismiyle anılmaktadır. En çok tercih edilen taşların başında gelir. Bu taşın şeffaflık derecesi ve renginin koyuluğu arttıkça değeri de artar.

Su elementinin taşı olması nedeniyle bilinçaltımızla temasa geçer, en derin duygularımızı ve ruhumuzun bütün alanlarını harekete geçirir. Kişi bu taşı kullandıkça enerjisini yeniler. Akuamarin cesaret taşıdır. Utangaçlığı yenerek kişinin cesaret kazanmasını, kendisini daha iyi ifade edebilmesini sağlar. Beden ve zihin ilişkisini güçlendirerek sezgileri kuvvetlendirir. Hafızayı güçlendirir, zihni karmaşık düşüncelerden arındırır, mantığı ön planda tutarak dengeli kararlar alabilmeye yardımcı olur. Aile içi huzurun devamlılığını sağlar. Bereket ve uğur taşıdır.

Akuamarin, hormonlar ve hipofiz bezi arasındaki dengeyi sağlar, büyümeyi düzenler. Astım, bronşit gibi solunum yolu rahatsızlıklarına, boğaz ağrılarına ve trioit bezi rahatsızlıklarına iyi gelir. Sindirim siteminin sağlıklı çalışmasına yardımcı olur. Bezeler, urlar ve diğer şişliklerin iyileşmesinde yardımcıdır. Çene kemikleri ve dişlerin sağlıklı kalmasını sağlar. Alkol, sigara ve uyuşturucu gibi maddelerden uzak tutar, bunlara olan tiryakiliği zayıflatır.

Taşıdığı özellikler sayesinde gerginliğe ve strese karşı kullanılabilecek en uygun taşlardan biridir. Bunda mavi renginin önemi büyüktür. Utangaçlığı, sıkılganlığı ve negatif duyguları yenmeye yardım eder. İyimserlik duygusunu artır, neşe verir.

Yapılan her işte ruhsal doyum bulmaya yardım eder. Eğer iyi yaptığınız işlerde bile yetersiz kaldığınıza inanan mükemmeliyetçi bir yapıya sahipseniz akuamarin manen tatmin olmanızı sağlayacak şekilde görüşünüzü genişletir, kendi değerinizi fark etmenizi sağlar. Kendinize olan güveninizi artırır, tembellik eğilimini geçirir. Zihinsel ve bedensel gevşeme sağlar. Aşırı sinirli, gergin ve heyecanlı bir yapıya sahipseniz akuamarin daha huzurlu olmanızı sağlayacaktır.

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

ÇOCUKKEN SEZGİ YOL GÖSTERİR

Yarıyıl tatilini daha çok gezerek geçiren çocuk artık on yaşındadır. Bir yaş daha almış olarak sandığın başına geçen çocuk yanından hiç ayırmadığı anahtarı kilidin içinde usulca döndürüp kapağı açıyor ve bir anıyı daha serbest bırakıyor.

Hızla geçen yarıyıl tatilinin ardından başlayan ikinci dönemde dersler daha da yoğunlaşmıştı. Bir sene sonra gireceğimiz ortaöğretim sınavları için öğretmenimiz artık daha çok ödev vermeye ve test çözdürmeye başlamıştı. Test çözmeyi çok sevmiştim. Çünkü birden çok şık arasında tek doğru vardı ve o, sorunun tam karşılığıydı, tam ve netti cevap. İşte ben bunu seviyordum. Testler aslında sorunun cevabını hem bir ipucu hem de yanıltma olarak gösteriyordu. Hâlbuki yazılı sınav olduğunda soruya karşılık kendinize göre cevaplar yazıyordunuz, net değildi.

Bu arada televizyonda ve radyoda çocuklara yönelik bilgi yarışmaları oluyordu. Ben bu yarışmaları seyretmeyi ve dinlemeyi çok seviyordum. Büyüklere göre yarışmalar vardı. Bu yarışmalarda sorulan sorular da bizim testlerdeki gibi çoktan seçmeliydi ve yarışmacının doğru şıkkı seçmesi için bilgi düzeylerinin yüksek olması gerekiyordu. Ablam da yarışmaları seviyordu, seyrederken kendi bilgisini de sınıyordu. O yarışma seyrederken genellikle ben de yanında oluyordum. Ne kadar da çok şey biliyordu. Bazen bilemedikleri de oluyordu tabii ama çoğunlukla doğru cevabı buluyordu. Bu kadar bilgili olduğu için imreniyordum ablama. Bir defasında “Hepsini nasıl biliyorsun?” diye sordum. Ablam, “Bunları bilmen için bilgi sahibi olman, bir ders gibi o konulara çalışıp öyle yarışmaya girmen gerekiyor.” dedi. Ablamın o yarışmalara katılmasını isterdim doğrusu. Tabii televizyon başında soru cevaplamakla yarışmacı olup verilen kısacık sürede doğru cevabı bulmak farklıydı. Tıpkı okuldaki testler gibi. Öğretmen test kâğıtlarını dağıttıktan sonra “Süreniz başladı.” diyordu. Belirlediği sürenin sonuna gelindiğinde bazı arkadaşlarımın bütün soruları cevaplayamadığını ve testlerin yarım kaldığını görüyordum. Çünkü bilmedikleri konu olduğunda üstünde duruyorlardı ve bu da onlara vakit kaybettiriyordu. Ben bilmediğim bir soruda zaman kaybetmek ya da boş bırakmak yerine o anda içimden geçen cevaba göre işaretliyordum testi. Sonra öğretmen sorduğunda “Öğretmenim, bu sorunun cevabını bilmiyordum fakat o anda bu şıkkı işaretlemek geldi içimden, boş bırakmak istemedim.” diyordum. Çocukluğumda gelen sezgilerimi dinledim hep ve beni hiç yanıltmadığını gördüm. Eğer başka bir arkadaşımın kâğıdına bakıp kopya çekseydim onun bilgisini ve kararını almış olacaktım. Ama ben yanlış cevap verirsem bu sadece benim bilgim ve kararım olacaktı.

Sessiz ve sakin dinleyen bir çocuk olmakla birlikte yine de her zaman kendi bildiğimi yapardım. Eğer bir dersi sevmemişsem bana kimse zorla sevdiremezdi. İçimdeki sesi dinler, sadece sınıf geçmek için o dersi çalışırdım. En çok genel kültür testleri çözmeyi severdim. Özellikle coğrafya ve tarih testlerini. Tarihe ayrı bir ilgim vardı. Televizyonda özellikle milli bayramlarda gösterilen, savaşların nasıl kazanıldığı anlatan belgeselleri seyretmeyi çok severdim. Milli bayram oldu mu hemen televizyonun karşısına geçerdim hevesle. O belgeseller bende iz bırakmıştır.

Kitap okuma alışkanlığım ilkokul yıllarına dayanır. Tabii ki büyüdükçe ve ilgi alanlarım değiştikçe okuduğum hikâye kitapları da değişti, farklı kitaplar okumaya başladım. Annem, ablamın ve ağabeyimin okuduğu kitapları saklar anlayabilecek yaşa geldiğimizde bize verirdi. Kardeşim biraz okuduğunda sıkılıyordu. Ablam ve ağabeyim çok severdi kitap okumayı. Ablam, dergiler alıp okurdu.

Ben de dergi okumayı seviyordum. Okul harçlıklarımı biriktirip ayda ve haftada bir çıkan dergileri alırdım. Bu dergilerde, “Başarı”, “Beni Oku”, “Ünite Dergisi” gibi okul dergilerinden ve derste öğrendiklerimizden farklı bilgiler ve hikâyeler vardı. En çok sevdiğim hikâyelerden biri Pinokyo’ydu. Pinokyo’nun burnunun uzanması, söylediği yalanların en büyük zararı kendisine vermesi beni etkilemişti.

Yaş ilerledikçe okunan kitap türleri değişse de çocuk okumayı seviyorsa, alışkanlık edinmişse büyüse bile o kitap alışkanlığını bırakmıyor. Çocuğun öğrenme süreci sadece okuldaki ders ile sınırlı kalmamalıdır, genel kültür bilgisi de edinmelidir. Televizyonlarda yayınlanan bilgi yarışması programları bu açıdan önemlidir, insanın gelişmesine etki eder. Ben, matematikten ziyade sosyal kültürü öğrenmeyi severdim ilkokuldan beri. Bazen rastlarsınız, çocuk sadece okul yıllarında başarılı olmuştur. İyi bir meslek edinmiştir. Fakat genel kültür bakımından zayıftır. Aslında genel kültürün okuldaki başarı ile alakası yoktur. Okumak, araştırmak, öğrenmekle gelişir ve bu da ancak insan kendisi isterse olur.  

Bir de iç sesimizi dinlemek her zaman doğruyu gösterir. Çünkü orada mantığı çalıştırmadan doğrudan kalp sesi ile hareket ediyoruz. İleri yaşlarda insanları dinlerken kendi iç sesime, sezgilerime kulak tıkadığımı fark ettim. Hâlbuki sezgilerimi ve iç sesimi dinlediğimde ben yanıltmadığını biliyordum. Aslında eğer kendi kararınızı kendiniz alırsanız ne kimseyi suçluyorsunuz ne de kendinize kızıyorsunuz. Ama başkası tarafından özellikle mantıkla, zihni çalıştırarak karar almaya yönlendirilirseniz ve bu kararla başka bir yola girerseniz o zaman kendi kendinize kızıyorsunuz, iç sesimi dinlemedim sezgilerimi dinlemedim, diye.

Çocuklukta sezgiler güçlü ise Allah tarafından doğuştan verilen yetenekler varsa insan karşı tarafı dinler ama yine kendi sezgisini dinleyip hayatını ilgilendiren kararları alır. Böylece kimseyi de suçlamaz. Çocuk özgüvenliyse ileride zaten kendi başına aldığı kararlar olacak. O zaman çocuk kendini yaşamış olacak, bir başkasını değil. Kendi özgürce aldığı kararlarla hayatına yön verecek.

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN 
nurgul.ayabakan@gmail.com