HAYATIN TADINA VARMAK

Sevgili dostlarım, geldik Ağustos ayının son haftasına ve bu ayın olumlamasıyla yeniden birlikteyiz. Bugüne kadar paylaştığım olumlamaları uygulayıp uygulamadığınızı ve şayet uyguladıysanız, uygulamalarınız hakkında sizlerden geri bildirim rica ediyorum. Belki bir eksik, bir yanlıştan dolayı ya da bilinçaltınızdaki negatifliklerin temizlenmemiş olmasından dolayı olumlamaların gerçek etkisini hissedememiş, yaşayamamış olabilirsiniz. Bu şekilde olumsuz durumlar söz konusuysa bunların düzeltilmesi için sizlere yardımcı olmak isterim. Yaptığım her bir paylaşımın sizler için olumlu getirilerinin olması yani sizlere faydalı olması yüreğimdeki en büyük arzudur.  Bunun için her getirilerinin olması yani sizlere faydalı olması yüreğimdeki en büyük arzudur.  Bunun için her zaman burada ve yanınızda olduğumu bilmenizi isterim.

Bu ayki olumlamamız mutluluk, sevgi, aşk ve ilişkilerle ilgili. Mutluluk dolu ve içinde sevgiyle, aşkla örüntülenmiş ilişkilerin olduğu bir hayat çok değerli ve önemlidir. Böylesi mühim bir mevzuya dair paylaşacağım bu olumlamanın sizlere çok büyük fayda getirmesini umut ediyorum.

Her pozitif düşünceler, duygular ve onun enerjisi evrene gönderilen çok kuvvetli bir kaynaktır. O muhteşem kaynak bir gün mutlaka size geri dönecektir. Bunun içindir ki; pozitif olan her şey hayatımıza ve yaşam tarzıma etki edecektir.

Araştırmalarım neticesinde bulduğum ve size yüksek fayda ile farkındalık getireceğine inandığım bu güzel olumlamayla sizleri baş başa bırakıyorum.

★★★★★

  • Evren sınırsız hazinlerin ve sevginin kaynağıdır, bende bu zenginlik ve sevgiden dilediğim kadarını almaya layığım ve hak ediyorum.
  • Aldığım her nefeste bu sevgi ve zenginliği çoğaltarak yaşamıma katıyorum.
  • Mutlu olmayı hak ediyorum. Mutlu olmayı seçiyorum. Her yeni günde mutluluk daha çok yaşam biçimin oluyor.
  • Her yeni günde attığım her adım, söylediğim her kelime, aldığım her nefes içimdeki ve hayatımdaki aşk enerjisini kendiliğinden ve kolaylıkla çoğaltıyor.
  • Doğru, dengeli ve uyumlu seçimlerim sayesinde, mutlu huzurlu başarılı bir yaşama sahibim.
  • Sevilmek, değer verilmek için doğmuşum.
  • Ben sevile bilir harika bir insanım
  • Ben seviliyor ve seviliyorum.
  • Ben sevgiyim.
  • Ben sevmeye ve sevilmeye layığım, hak ediyorum.
  • Gerçek aşk aldığım her nefeste hızla ve sevgiyle bana doğru geliyor, geldiğinde onu fark ediyor, tanıyor ve kalbime, yaşamıma aşkla buyur ediyorum.
  • Sevgimi kolayca ifade edebiliyorum ve aynı şekilde de karşılık görüyorum. Sevdikçe seviliyor, sevildikçe seviyorum.
  • Aşk bana kolayca geliyor. Ben aşka kolayca çekiliyorum.
  • Sevmeye ve sevilmeye hazırım. Tam hayal ettiğim gibi bir erkeğe kavuşmanın mutluluğunu yaşıyorum.
  • Ben bu sevgiye layığım, hak ediyorum. Ben sevmeye ve sevilmeye layığım.
  • Ben eşimle, sevgilimle, hayat arkadaşımla sağlık, mutlu, huzurlu, doyumlu bir ilişki yaşıyorum.
  • Aşkı, neşeyi ve özgürlüğü seçiyorum. Kalbimin kapılarını sevgi ile ardına kadar açıyorum ve harikulade bir sevgilin yaşamıma girmesine izin veriyorum.
  • Sevgi, saygı, mutluluk ve huzur dolu uyumlu ilişkilerim her geçen gün artıyor.
  • Hayatıma sadece sağlıklı, mutlu, huzurlu ilişkileri çekiyorum.
  • Olduğum her yer adeta bir mıknatıs gibi sevgiyi çekiyorum. Etrafım bana beğeni dolu gözlerle bakıyor. Ben aşk mıknatısıyım ben sonsuz sevgi kaynağıyım ben sevgiyim.
  • Her geçen an kendimi daha iyi hissediyorum fiziksel olarak iyi hissediyorum, duygusal olarak iyi hissediyorum, zihinsel olarak iyi hissediyorum.
  • Sahip olduğum her şeyin değerini biliyorum, şükürler olsun, teşekkür ederim.
  • Geçmişte sahip olduğum her şeyini değerini biliyorum, şükürler olsun, teşekkür ederim.
  • Gelecek sahip olacağım her şeyin değerini biliyorum, şükürler olsun, teşekkür ederim.
  • Bugün sahip olduğum he şeyin değerini biliyorum, şükürler olsun, teşekkür ederim.

★★★★★

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

RUHLARIN DİLİ

Birçok kişiyi o veya bu nedenle dahil ederiz hayatımıza. İnsanların hayatımıza dahil olma durumlarında ilginç bir sirkülasyon vardır.  Elbette ki bazı insanlar asla bu sirkülasyonun parçası değildir. Kimileri varoluşumuzdan ölüm anımıza kadar hayatımızdadır. Kim mi bu insanlar? Tabii ki doğduğumuz ailemizin bireyleri. Kimileri sonradan hayatımıza dahil olmasına onlarda ölüm anımıza kadar hayatlarımızdadır. Kim mi bu insanlar? Eşimiz, çocuğumuz, can dostlarımız. Kimileri anlık ziyaretlerde bulunur hayatımıza. Kim mi bu insanlar? İş ortamını paylaştığımız kişiler, bir şekilde bir yerlerde yollarımızın kesişmesiyle tanıştıklarımız ya da geçici arkadaşlar. Peki, bu insanların hangilerine kalbimizde gerçekten yer açarız, hangilerine ruhumuzu bütün çıplaklığıyla teslim ederiz?

‘Ailelerimize bir göz atalım.’ Kişi bazen ailenin tüm fertleriyle bütünleşir, sınırsız bir sevgi ve bağlılık kurar. Duygularının karşılığını bulur, sevinci ailesinin sevincidir, üzüntüsü yine ailesinin. Bir nefes misali onların varlığı ta içinizdedir.  Bazen de kişi bütünleşemez ailesiyle, anne ve babasıyla yakalasa da bütünlüğü kardeşiyle yakalayamaz. Bırakın kardeşle bütünleşmeyi, kimi zaman birbirinin varlığına dahi tahammül edemeyen kardeşleri görürüz. Oysa aynı anne babanın evlatlarıdır, aynı kültürle, aynı duygularla büyütülmüşlerdir ama maalesef ruhlarının dili farklıdır. Eminim sizde rastlamışsınızdır bu tür örneklere.

‘Sonradan hayatımızda var olan eşimiz, çocuğumuz, can dostlarımız.’ Bu grup içinde en özel yere sahip olan çocuklarımızdır. Her ne olursa olsun, her ne kadar farklı ruhlara sahip olursanız olun bir anne ve baba için çocuğunu sevmek, onu anlamak, onu benimsemek başka türlü bir duygudur. (Bu arada gerçek ebeveynlerden bahsettiğimi vurgulamak isterim.) Çocuk sizinle aynı şeyleri hissetmese bile, o sizin canınızdan ötedir, o en kıymetlinizdir. Devam eden bir evlilikte eş de sonradan hayatınıza dahil olan, ruhunuzu huzura kavuşturan, yükleri sizinle omuzlayan, aynı şeye güldüğünüz, aynı şeye üzüldüğünüz nefesinizdir. Gelelim can dostlarınıza. Onlarla ne kan bağınız vardır ne de fiziksel başka bir bağınız. Onlarla gönül bağınız vardır. Bir şekilde gelmiştir dünyanıza, sıcacık yüreğiyle dokunmuştur yüreğinize. Belki on dakikalık küçücük bir sohbetle başlamıştır bu bağ ve sanki var olduğunuzdan bu yana sizinleymiş gibi yüreğinizde hissetmişsinizdir onu. Ben böylesine hızlı ve kuvvetli gelişen dostlukları birçok defa yaşadım. Kimi zaman bir seyahatte girdiler hayatıma, kimi zaman birdenbire, neredeyse böyle bir bağın zor kurulabileceği bazı ortamlarda. Bu bütünleşmelere tesadüf diyenler olabilir. Ama ben tesadüflere inanmam. Çünkü sizin ruhunuzu bilen o büyük güç sizin için en doğru insanı size en güzel şekilde getirir. Böyle dostluklar edindikçe, başka türlü bakıyorsunuz hayata ve kalbinizi insanlara açmakta gönüllü hareket ediyorsunuz, yeni insanları tanımaya ve onlara hayatımızda yer açmaya başlıyorsunuz.

‘İş ortamını paylaştığımız kişiler, bir şekilde bir yerlerde yollarımızın kesişip tanıştıklarımız ya da geçici arkadaşlar.’ İş ortamlarımızda birçok kişiyle günü paylaşırız ama hayatımızı değil. Mutlaka bu insanların içinde de dostlar edinebiliriz bu çok ayrı bir durum. Biz şimdilik bu statüde genele bakıyoruz ve buradan yola devam ediyoruz. Hayatın çeşitli evrelerinde bir sürü insan tanıyabiliriz. Bunların kimileri belki bir an hayatımızın içine dahil olurlar, belki andan biraz daha fazla. Onlar gelirler ve giderler yani tam bir sirkülasyon durumu söz konusudur bu durumda. Şimdi sıra geçici arkadaşlarda! Bu mevzu biraz derin! Arkadaş dediğimiz o insanlar belki sadece sıradan bir arkadaş niteliğindedir, sohbetiniz vardır, bir öğle yemeğini ya da bir akşam yemeğini paylaşmışsınızdır. Yüreklerinize dokunmadan birlikte zamanı sadece hoş bir şekilde geçirmişsinizdir. Bu çok olası ve normal bir durumdur. Ama diğer taraftan yıllardır hayatınızda olan arkadaşlarınız (hatta sizin gönlünüzde onlar dost statüsüne yerleşmiştir) belki beş yıl, belki on, belki daha fazla… En zoru onların hayatınıza dahil olma ve hayatınızdan gitme sürecidir. Siz gönlünüzü açmışsınızdır ona, samimiyetle duygularınızı paylaşmışsınızdır ve kıymetli arkadaşlığınızı (kendinizce dostluğunuzu) sunmuşsunuzdur ona. Oysa o duygularınızı hiçe saymış, kimi zaman alay etmiş, kimi zaman kibirle yaklaşmış, kimi maddiyata önem verip, sizin maneviyatınızı hiçe saymış, kimi sürekli insanları yargılayıp sınıflandırma yaparken (eğitim düzeyine göre, giyim tarzına göre) kimi zaman menfaati için yaklaşmış… Üzüntülerinizi anlamamış, sizi yargılamış, senin yaşadığın bir şey mi ne var bunda ifadeleriyle sizi umursamamış… Sevinçlerinizde de sizinle olmamıştır, mutluluğunuzu sizinle birlikte yaşamamıştır… İşte böyle kişilerin, yani arkadaş zannedilip de öyle olmadığı aşikar olan insanların, hayatınızda olup olmayacağına siz karar vereceksiniz. Siz sadece onun size yaşattıklarından ders alıp, onsuz bir şekilde de hayatınıza devam edebilirsiniz.

Hayat böyle işte… Gelenler, gidenler ve hep sizinle kalanlarla örülü. Kalbinizi kime açacağınıza hissiyatlı bir şekilde karar vermelisiniz, kalp gözünüzün gerçekleri görmesi için çaba sarf edin.  Çünkü kalbinizi açmak; duygusal ve ruhsal olarak tam anlamıyla çıplak olmakla eş değerdir.

Ruhların ne dili, ne dini, ne kültürü, ne de ırkı vardır. Birbirini anlayan, sevincini, üzüntüsünü kendisininmişçesine hisseden insanlar bir arada ve mutlu yaşayabilirler. Şu evrende bütün duyguların dili ortaktır, nerede hissedilir ve yaşanırsa yaşansın mutluluk mutluluktur, hüzün hüzündür. Mühim olan gönlünüze en yakın insanları bulabilmeniz ve onların sıcaklığıyla yaşayabilmenizdir.

Mevlana der ki: “ Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilir.”

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

GERÇEĞİ KEŞFETMEK

Hikayeler diyarına yaptığımız yolculukta bilge bir adamın hayatın anlamına dair muhteşem bir hikayesiyle birlikteyiz. Hikaye yoruma gerek kalmaksızın her şeyi en güzel şekliyle anlatıyor ve eminim bu hikayeyi okuyan herkes payına düşeni alacaktır. Bende bu hikayeyi okuduktan sonra payıma neler düştüğünü sizlerle paylaşmak istedim.

İşte benim payıma düşenler: “Yaşamamız gerekenleri yaşayamamaktan ya da yaşamamaktan değil midir yakınmalarımızın çoğu? Ne sahip olunanın kıymeti bilinir ne de sahip olunabilecek olana ulaşmak için çaba gösterilir. Böyle bir kısır döngünün içinde zaman akıp gider, ömür manasızlık içinde heba olur. Gönlüm elvermez güzellikleri görmeden geçip giden ömürlere… Bunun için her zaman dokunmak isterim o yüreklere. Ben derim ki; hem sahip olduğumuz güzelliklerin kıymetini bilmeliyiz, hem de sahip olabileceğimiz güzellikler için çaba göstermeliyiz. Biz hayata nasıl yaklaşırsak o da bize öyle yaklaşır. Eğer istersek güzellikleri görmeyi, mutlulukları yaşamayı, hayat açar kollarını, bizi sarıp sarmalar. Güzellikleri, mutlulukları bize sunar, hem de hiç geri adam atmadan. Üzüntülerimizde de bizi sarıp sarmaladığı kollarıyla yine bizi teselli eder, güçlü kılar. Ama istemezsek güzellikleri görmeyi, mutlulukları yaşamayı… İşte o zaman hayatta elini eteğini bizden çeker, öyle bir başımıza kalıveririz.

Hayatta odaklanacağımız duyguları iyi bilmeli ve doğru belirlemeliyiz. Muhteşem kokulu çiçeklere koşacağım derken ayaklarımızın altında ezilen kır çiçeklerini görmezden gelmemeliyiz. Sahip olduğumuz en değerli şey zannettiğimiz ve aslında bizi gerçek güzelliklerden alıkoyan o yanlış bakış açından ve hislerden arındığımız ölçüde özgürleşeceğiz ve hayatı daha iyi anlayacağız. Gözler neyi görmek isterse gönül onu gösterir…”

HAYATIN ANLAMI

Eski zamanların birinde bir adam hayatın anlamının ne olduğuna takmış kafayı… Bulduğu hiçbir cevap ona yeterli gelmemiş ve başkalarına sormaya karar vermiş… Ama aldığı cevaplar da ona yetmemiş. Fakat mutlaka bir cevabı olmalı diyormuş. Herkese bunu sormaya karar vermiş… Köy, kasaba, ülke dolaşmış bu arada zamanda durmuyor tabii ki… Tam umudunu yitirmişken bir köyde konuştuğu insanlar ona:

” Şu karşıki dağları görüyor musun, orada yaşlı bir bilge yaşar, istersen ona git belki o sana aradığın cevabı verebilir” demişler. 
Çok zorlu bir yolculuk sonunda bilgenin yaşadığı eve ulaşmış adam. Kapıdan içeri girmiş ve bilgeye hayatın anlamının ne olduğunu sormuş… Bilge sana bunun cevabını söylerim ama önce bir sınavdan geçmen gerekiyor demiş. Bilge bir çay kaşığı vermiş adamın eline ve içine de silme bir şekilde zeytinyağı doldurmuş. “Şimdi çık ve bahçede bir tur at tekrar buraya gel… Yalnız dikkat et kaşıktaki zeytinyağı eksilmesin eğer bir damla eksilirse kaybedersin”. 
Adam gözü çay kaşığında bahçeyi turlayıp gelmiş. Bilge bakmış: 
” Evet, demiş kaşıkta yağ eksilmemiş, peki bahçe nasıldı? Adam şaşkın… 
”Ama demiş ben kaşıktan başka bir yere bakamadım ki “. 

Şimdi tekrar bahçeyi dolaşıyorsun kaşık yine elinde olacak ama bahçeyi inceleyip gel, demiş bilge… Adam tekrar bahçeye çıkmış gördüğü güzelliklerden büyülenmiş muhteşem bir bahçedeymiş çünkü …  Geri geldiğinde bilge, adama bahçenin nasıl olduğunu sorunca gördüğü güzelliklerden büyülendiğini anlatmış adam. Bilge gülümsemiş, “ama kaşıkta hiç yağ kalmamış” demiş ve eklemiş: 

“Hayat senin bakışınla anlam kazanır. Sadece bir noktayı görürsen hayatın akıp gider sen farkına varmazsın… Ya da görebileceğin tüm güzelliklerin tam ortasında hayatı yaşarsın; akıp giden zamanın anlam kazanır…” 
“Hayatının anlamı senin bakış açında gizlidir”

Yaşamamız gerekenleri yaşayamamaktan ya da yaşamamaktan değil midir yakınmalarımızın çoğu? Ne sahip olunanın kıymeti bilir ne de sahip olunabilecek olana ulaşmak için çaba gösterilir. Böyle bir kısırdöngünün içinde zaman akıp gider, ömür manasızlık içinde heba olur.

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

ZAMANIN ÇARKLARI – KARARLARIN ETKİLERİ

Hayatın muhasebesini yapmak… Bunun için en doğru yol; başlangıçtan, yaşanmakta olan ana kadar her bir detayı, her bir yaşanmışlığı tüm detaylarıyla ellerinizin arasına alıp gönül gözüyle irdelemekten geçiyor. Belki her bir yaşanmışlığı tekrar tekrar ruhun o incecik sarmallarında yeniden yaşamak gerekiyor. Kişinin gerçek beni bulması için bunun en doğru yöntem olduğuna inancım sonsuz. Nice zamandır ben tam da bunu yapıyorum. Varlığımın ilk anından bu yana her bir yaşanmışlığı sanki bir misafircesine ziyaret ediyorum. Bu, çok farklı bir his… Çünkü bir taraftan seyirci misali, hem bir film seyredercesine yaşanmışlıklara dışarıdan bakıyorum hem de o filmin başrolünü ben oynuyorum. Rolümü oynarken benim için yazılmış senaryodan bir haberim, oysa bu filmi seyrederken bütün senaryoyu ne kadar iyi bildiğimi görüyorum. Aslında mesele, senaryoyu bilen olmak değil, asıl mesele bildiğin o senaryoyu gerçekten anlayabilmek, yaşarken kaçırılan belki de hiç fark edilmeyen hisleri keşfedebilmek. Yaşananların, hayatın muhasebesini yapmak işte burada gösteriyor kendini. Olan biten her bir detaya yeniden dönüyorsunuz, sizden gidenlere ve size gelenlere bakıyorsunuz. Neler yitirdiğinizi ve yitirme duygusuyla hangi duyguları öğrendiğinizi, neler kazandığınızı, yani size nelerin güzelliklerle geldiğini görüyorsunuz. Gerçekte kim olduğunuzu, korkusuzca, kocaman bir yürekle, yalansız ve hilesiz bir şekilde hayatınızın muhasebesini yaptığınızda anlayabilirsiniz.

Yaşadığım her ana geri döndüğüm için, en çok da bu geri dönüşte gördüklerimi, anladıklarımı, hissettiklerimi sizlerle paylaştığım için çok mutluyum. Hadi şimdi, yaşanmışlığın o ipeksi kanatlarına hep birlikte usulca yerleşelim ve yolculuğumuzu başlatalım. Seremoni başladı ve yeni bir yaşanmışlıkta yine birlikteyiz

  • “Zaman kavramı biz çocuklarda farklı bir anlayışla harmanlanmıştır bu nedenle siz büyüklerin zaman kavramıyla bizim zaman kavramımız birbirinden çok farklıdır. Örneğin bir yere gitmek için hazırlanırken siz büyükler telaş içinde olursunuz. Hemen hazırlanıp, gidelim, geç kalmayalım düşünceniz vardır. Gidilecek yerde saat üçte olunması gerekiyorsa o saate adeta odaklanmışsınızdır. Siz aceleyle hazırlanırken çocuğunuzun da hızlıca hazırlanmasını ve hemencecik ayakkabılarını giymesini istersiniz. Ama genellikle çocuğunuz sizin hızınıza yetişememektedir ve hazırlanması sizin bakış açınıza göre oldukça yavaştır. Oysa gerçekteki durum hiç de öyle değildir. Sizin için hızlıca akan zaman çocuğunuz için daha yavaş geçmektedir. Bunun içindir ki; sizin telaşlı halleriniz ona anlamsız gelir hatta onu fazlasıyla tedirgin ve rahatsız eder. Siz çocuğunuza saat üçte gidilecek yerde olmanız gerektiğini söyleseniz dahi ona göre zaman sizde ki gibi hızlı geçmediğinden onun, saat üçte orada olamamak gibi bir kaygısı asla olmaz. ‘Saat üçte orada oluruz’ diye düşünür, dünyasında zamanın yavaş aktığı çocuk. İşte, tüm bunlardan sebep biz çocuklar siz büyüklere oranla zamanın tadını doya doya çıkarırız, çünkü biz biliriz ki; zaman upuzun ve biz bu uzun zamanın için bir sürü şey yaşarız ve yaşayabiliriz. 

Bazen eğlenceli, bazen zorlayıcı dersleriyle, neşeli sonbaharıyla, kışın yağan karıyla, milli ve dini bayramlarıyla, muhteşem yarışmalarıyla dopdolu, upuzun bir ikinci sınıfı geride bırakmanın vakti gelmişti. Şu yıl dedikleri ne kadar uzun ve anlata anlata bitmeyecek şeylerle dolu çok büyük bir zaman… Koskoca okul yılını da bitiriyordum ve gelsin üçüncü sınıf!

Aslında her şey kusursuz güzellikte olabilirdi. Sınıfımı geçmiştim, karnemin hepsi pekiyiydi, bir de başarı belgesi almıştım. İkinci sınıfı başarıyla tamamlamam ailemi de çok gururlandırmıştı.   Bunların hepsi çok güzeldi ta ki öğretmenim gelecek yıl bizimle birlikte olamayacağını söylediği ana kadar. Öğretmenimiz emekli olacağı için bizlerden ayrılacaktı. O disiplinli, ciddi, prensipli bir öğretmendi. Bize her zaman sevgi ve şefkatle yaklaşır, bağırarak ya da öfkeyle asla konuşmazdı. Sınıfımdaki arkadaşlarımın hepsi çok üzülmüştü öğretmenimizden ayrılacak olmamıza ama benim içimdeki sızı başka türlüydü. Kaybetmek düşüncesi beni büyük çıkmazların içine sokuyordu ve sevdiklerimi neden kaybetmek zorunda kalıyordum bunu hiç anlayamıyordum. Babaannem sonra dedem ve şimdi de öğretmenim beni bırakıp gidiyordu. Vedalaşma günü gelmişti, gözlerimin pınarında biriken yaşları tutamıyordum, damla damla yanağımdan süzülüyordu. Öğretmenim bu ayrılışın bir son olmadığını, istediğimiz zaman kendisini ziyaret edebileceğimizi söylemişti. Duyduğum bu sözler karşısında dudağımın kenarında beliren gülümseme, yanağımdan süzülen yaşlara garip bir şekilde adeta eşlik ediyordu. Gülmek sanki bana ağlamanın kardeşi olduğunu öğretiyordu.

Ben üçüncü sınıf öğrencisi oluyordum, ağabeyim de ortaokula başlıyordu, ne var ki kardeşim birinci sınıfın tamamında rahatsızlığından dolayı evde olduğu için birinci sınıfı tekrar etmesi gerekiyordu. Üzüntü ve sevinç bir arada tıpkı gülmek ve ağlamak gibi… Koca yazı arkadaşlarımdan ayrı geçirmenin burukluğu aynen geçen yılki gibi yüreğimin bir köşesine yerleşmişti. Demek ki her okul bitiminde aynı duyguları yaşayacaktım, bu duyguyu bir an evvel kabullenmeli ve bu duyguya alışmalıydım. Her şey bir yana yaz tatilim boyunca yine arkadaşlarımla bahçede, sokakta oynayabilecektim. (Biz teknoloji çocukları olmadığımızdan bilgisayarlarımız yoktu, bizim oyuncaklarımız bilgisayarlar değil, bebeklerimiz, arabalarımız, toplarımızdı. Hatta bizler derslerimiz için araştırma yapacağımız zaman kütüphaneye gider, sayfa sayfa kitaplardan araştırmalar yapardık, öyle şimdiki çocuklar gibi bir tuşa basınca bilgilere ulaşamazdık.)

Okullar kapanıp tatilin başladığı ilk günlerde annemle aramda şöyle bir konuşma geçmişti: Ben: ‘Hem Kuran-ı Kerim okumayı hem de Arapça öğrenmek için camiye gitmek istiyorum.’

Annem: ‘Nereden çıktı bu?’

Ben: ‘Öyle işte öğrenmek istiyorum.’

Annem: ‘Tamam ama bu konuyu bir de babanla konuşalım.’

Bu konuşmanın ardından annem konuyu babama açtı ve babam hiç itiraz etmeden onay verdi.

Bu onay öncesinde babamla da aramızda şöyle bir konuşma geçmişti:

Babam: ‘Bu yaz camiye mi gitmek istiyorsun?’

Ben: ‘Evet, ablam okulda İngilizce ve Almanca öğrendi, ben de camide Arapça öğreneceğim.’

Bu sözler öyle bir kararlılıkla çıkmıştı ki ağzımdan, babam duyduklarından ziyade benim tavrım karşısında çok şaşırmıştı. Kararlı bir tavırla karşı karşıya kalındığında hele ki bu tavır bir çocuktan geliyorsa şöyle bir duraksamak hatta küçücük yutkunmak hiç de sıra dışı olmaz, değil mi? Ayrıca ortanca amcam da bizim yabancı dil öğrenmemiz konusunda çok istekliydi. Özellikle İngilizce öğrenmemizi ve evde birbirimizle pratik yaparak çalışmamızı çok istiyordu. Sanırım bu kararımda o da etkili olmuştu. Henüz okulda İngilizce öğrenmeye başlamamıştım ama Arapça öğrenme fırsatım vardı. Neden bunu değerlendirmeyeyim?

Harika bir duyguydu bu, yeni bir dil öğrenecek olmanın heyecanı şimdiden içime dolmuştu. Evimize on beş dakika uzaklıktaki camiye gidebilecek olduğum için çok mutluydum. Ertesi gün annemle birlikte camiye gittik. Annem caminin hocasıyla konuştu ve derslere başlıyordum. Bu yaz daha farklı geçecekti, elbette denize gidecektim, hava geç karardığından uzun saatler sokakta kalıp oyunlar oynayabilecektim, yakınımızdaki parka gidip salıncakta sallanacak, kaydıraktan kayacaktım ve camiye gitmem sayesinde yeni bilgiler edinecektim. Geç saatlere kadar sokakta oynayıp her zamanki gibi saati unutma zamanlarım başlamıştı. (Ne de olsa bizim zaman kavramımız sizinkinden çok farklı, biraz anlayış lütfen!) Akşam yemeğine hep birlikte oturma geleneğimizi asla bozmadığımız için ablam gelip parktan alıyordu. Yaz bir başka güzeldi, gecesiyle, gündüzüyle, oyunlarıyla…”

Karar verebilmek ve verdiğiniz kararın arkasında durabilmek bu çok mühim bir ayakta durabilme hamlesidir. Kalbimin sesiyle aldığım her bir kararın ardında dim dik durdum hayatım boyunca. Belki aldığım kararların nihayetinde pişman olduğum da oldu. Ama kalbimin sesini dinleyebilmek her zaman en büyük kazanımım oldu, bu asla göz ardı edemem. Kararlarımı alırken güvendiğim insanlara kulak versem de aslen kendi kalbimi sesini dinleyerek hareket ettiğimde kendimi daha güvende hissederim. İnsanlara danışırken onların bana karşı tavırları çok mühimdir. Nasıl davranıyorlar? Alaycı mı, yıkıcı mı yoksa yardım odaklı ve yapıcı mı? Çocukluğumda aldığım ya da alacağım kararlara dair çevremdeki insanların buna benzer davranışları benim için farklı bir şekilde çok mühimdi. Olumsuz, alaycı yaklaşımlar bende alınganlık duygusunu güçlendiriyordu. Hal böyle olunca da kararlarımı paylaşmak yerine onları kendime saklamayı tercih ediyordum. Yetişkinlerin çocuklara dair yaptıkları hataların başında onların kararlarını görmezden gelmeleri, hiçe saymaları hatta hiç saygı göstermeksizin o kararlarla dalga geçmeleri. İşte bu yaklaşım çocuğun özgüven geliştirmesine engel olan ve yetişkinlik dönemlerini de olumsuz yansımalar getirecek olan çok büyük bir hatadır.  Çocuğun özgürce bir karar alıp bunu uygulamasına izin vermek gerekiyor. Elbette alınan bu kararın çocuğa zarar verme riski söz konusuysa, bu karara makul bir şekilde müdahale edebilirsiniz. Bu kararın neden uygulanmaması gerektiğini, uygulandığı takdirde kendisine vereceği zararı açıklamalısınız. Çocuk aldığı kararın sonucunun doğru ya da yanlış olduğunu kendisi görmelidir. Onun bu sonucu yaşamasına ve bir olumsuz durum söz konusu olacaksa da (elbette ki hayati bir sonuç değil) bunu görmesine ve bu durumla baş etmesine izin vermelisiniz. Kendi kararlarını veremeyen ve bu kararların sonuçlarına göre hareket etme yeteneği kazanamayan çocuklar yetişkinliklerinde de karar almadan yoksun olurlar ya da aldıkları kararların getirdiği sonuçlarla başa çıkabilmekten aciz olurlar. Kendi kararlarını alamayan insanlar başkalarının kendileri için verdiği kararlardan kurulu bir hayatı yaşamaya mahkûmdurlar. Çocuklarınızı ya da kendinizi böyle bir mahkûmiyete maruz bırakmayın…

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

ÇAKRA – ‘SAKRAL ÇAKRA’

Kıymetli dostlarım ‘Çakra’ konusuna Temmuz ayında (09.07.21) paylaştığım bir yazımla giriş yapmıştım. Çarka konusuna girişle birlikte yedi çakranın birinci olan Kök Çakra konusunu derinlemesine işlemiştik. Yedi çakranın tamamını periyodik olarak sizlerle paylaşacağımı ayrıca belirtmiştim. Bugün de çakralardan ikincisi olan ‘Sakral Çakra’ konusunu tüm detaylarıyla anlatmak üzere sizlerleyim. Bir önceki yazımda çakranın ne olduğunu, insanlar üzerinde nasıl bir etkiye sahip olduğunu, anlaşılmasının kolay olabileceğine inandığım en yalın ifadelerle dikkatlerinize sunmuştum. Bunun için ana başlığa yeniden değinmeyeceğim.

Her çakranın farklı tür enerjinin giriş kapısı olduğunu söylemiştik. Sakral Çakra’ da tıpkı diğer çakralar gibi mühim bir enerjinin giriş kapısıdır.

Sakral Çakra’ ya dair kısa bir bilgilendirme yaptıktan sonra konunun tüm detaylarıyla sizleri baş başa bırakacağım. Bu çarka genel anlamda dişil enerji ve cinsellik olarak anlaşılsa da en önemli vurgusu alma-verme dengesinin sağlıklı şekilde kurulmasını sağlar. Şöyle ki; Sakral Çakra duygu merkezimizdir. Bu çarka insanlarla ve doğayla sağlıklı ilişkiler kurabilmenizin yanında, yaratıcılık, sevinç, azim gibi duygularla kişinin kendini sevmesinde etkin rol oynar. Bu çakra dengede olduğu zaman duygularımızı daha sağlıklı ve rahat biçimde ifade ederiz, sevgiyi doğal olarak koşulsuzca verir ve alırız. Alma-verme dengesi dediğimiz bu denge bozulduğu zaman çakra tıkandığı zaman kişinin üreme sisteminde rahatsızlıklar ortaya çıkar. Bu denge elbette maddi nitelikli faktörlerden değil manevi nitelikli faktörlerden etkilenir.

Çakralarımın aktif hale gelmesi, olası tıkanmaların önüne geçmek için meditasyonun yanı sıra taşlarla da çalışıyorum. Biliyorsunuz ki her bir çakranın kendine has taşı vardır. Şayet derseniz ki: ‘Ben de meditasyon yapıyorum ve taşlarla da çalışıyorum ama çakralarımın tıkanıklığının giderilmesini sağlayamıyorum.’ Bu durumda bu tıkanıklığa sebep olan ruhsal travmalarınız söz konusu olabilir. Bunun için öncelikle bu travmaları bulup, onları temizleyip, şifalandırmanız gerekmektedir. Bu önemli detayı çözümlerseniz istenilen sonuca ulaşabilirsiniz. Korkularınızla yüzleşip onlardan arındıktan sonra çakralarınızı etkin hale getirmeniz kolaylaşacaktır. 

Hayatın enerjisini anlamak için çakraların enerjisini anlamak ve bu enerji kapılarını aktif hale getirmek gereklidir.

****

Sakral Çakra Nedir?

Sakral çakra kök çakranın bir kademe üzerinde 2. Seviye kapsamında bulunmaktadır. Karnın hemen alt bölgesinde yer alır. Bu noktada bulunan üreme organları ile yakın bir manasal ilişkinin söz konusu olduğu da belirtilmelidir. Yer aldığı nokta itibari ile göbek çakrası ya da göbek altı çakrası şeklinde de tanımlanıyor. Her çakrada olduğu gibi bu noktada yaşanana aksaklıklar da direkt olarak günlük hayatı derinden etkileyecek sorunlara yol açabilmektedir.

Bağırsaklardan mesaneye ve üreme organlarına kadar birçok noktayı etkisi altında bulunduran bu çakra etkisi ile göz kamaştırıyor. Yaşanan sorunlar her ne kadar sıkıntılı olsa da sakral çakranın akış içerisinde olması ve huzuru yakalamanız için dengede bulunması hayat enerjinizi artıracak olan temel faktörler arasında bulunuyor.

Sakral Çakranın Etki Alanında Neler Vardır?

Sakral çakra ile alakalı temel bilgileri elde ettikten sonra bu çakra ile alakalı süreçlerin neleri etkilediğini de net olarak bilmelidir. Bu detaylara hakim olmanız herhangi bir aksaklık yaşandığı zaman en azından bu aksaklıkların düzenlenmesi konusunda size fırsat sunacaktır;

Duygular, Hisler

İlişkiler, duygusal yoğunluk

Bu alanlar hayatın akışını hem fiziksel hem de psikolojik yönden derinden etkilemektedir. Sosyal hayatınızı düzene koyarken aynı zamanda iç huzurunuzu da pekiştirmek için en doğru noktalardan birinde bulunuyorsunuz!

Sakral Çakranın Özel Yağları Nelerdir?

Çakralar üzerine çalışırken kişilerin çakranın gelişim süreci ile alakalı da net bilgi sahibi olması gerekiyor. Bu noktada size iyi gelecek ve çakrayı destekleyen özel yağları özümsemelisiniz. Bu yağlar;

Kınalı yüksük

Venüs çarığı

Hibiskus

Sunulan yağların doğal içerikli olmasına özellikle dikkat etmelisiniz. Bu süreç içerisinde meditasyon süreci içerisinde yağlara yer vermek çakranızın iyi bir duruma getirilmesi konusunda büyük bir katkı sağlayacaktır.

Masaj ile vücudun rahatlamasını sağlarken ya da duşa aldığınız suya karıştırarak da sorunsuz şekilde çakranın desteklenmesini mümkün kılabilirsiniz. Masaj sırasında hem kaslarınız gevşeyecek hem de çakrayı destekleyen bu hoş rayihalar ile bedeniniz şifa bulacaktır.

Çakranın Özel Kristalleri Hangileridir?

Meditasyon denildiği zaman akla ilk olarak gelen noktaların başında kesinlikle kristaller geliyor. Bu kristaller kapsamında hem ruhi hem de bedensel sağlığınızı direkt olarak olumlu yönde etkileyecek bir fırsat yakalayabilirsiniz.

Çakraların kendi iyileşme süreçlerini hızlandıracak farklı kristaller bulunuyor. Sakral çakra kapsamında kullanabileceğiniz kristal seçeneklerinden bazıları;

Ay taşı

Turuncu turmalin

Kullanılan kristallerin satın alım sonrasında nötrlenmesi gerekiyor. Bu aşamanın akabinde belirli aralıklar ile temizleme işlemine tabi tutulması da ayrıca büyük öneme sahiptir. Seçmiş olduğunuz kristalin muhakkak dolunay zamanı toprağa gömerek ya da adaçayı yakarak temizlenmesi gerekir. Taşların gerçek olması gerekiyor.

Meditasyon sırasında hem çakraya iyi gelen yağlar hem de bu tür kristalleri kullanarak sürecin sizin için çok daha sorunsuz ilerlemesini sağlayabilirsiniz. Çakra sadece tek bir aşama ya da ek sistem ile çözüme kavuşturulacak bir unsur değildir. Daha çok boyutlu düşünülmesi gerekir. Ancak bu şekilde bedensel sağlığınızı ve ruhsal dinginliğinizi sağlayacak bir fırsat bulabilirsiniz.

Hangi Besinler Sakral Çakrayı Destekler?

Çakraların sadece ruhani boyutta beslendiğini düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Bu noktada özellikle günlük olarak neler tükettiğinize dikkat etmelisiniz. Seçilen ürünlerin doğal olması ve özellikle sıkıntı yaşadığınız çakrayı beslemesi büyük önem arz eder. Sakral çakrayı besleyen nitelikler;

Karpuz, kavun, çilek, portakal, Hindistan cevizi, badem, susam

Bu ürünleri kullanırken meditasyonlarınıza ve yoganıza da devam etmelisiniz. Ancak bu şekilde sağlığınızı ve iç huzurunuzu yeniden kazanabilirsiniz. Bu yaşam tarzının çok boyutlu olduğu bilinmelidir. Tek bir alanda gelişim kaydetmek isterken çok boyutlu düşünmelisiniz. Gelişim ancak bu şekilde en verimli hale gelecektir.

Günlük hayatınızın parçası yapmadan ruhi manada gelişim kaydedilmesinin oldukça zor olduğu da tecrübe edilmiştir. Beslenmeden meditasyona ve sosyal ilişkilerinize kadar her alanda gerekli olan denetimler sağlanmalı ve hayatınızı düzene sokmak için inisiyatif almaya gönüllü olmalısınız.

Sakral Çakranın Rengi Nedir?

Her çakranın sahip olduğu niteliklerin dışa vurulmasını sağlayan bir rengi bulunmaktadır. Çakralar arasında 2. Sırada yer alan sakral sistemin rengi de turuncu olarak belirlenmiştir. Bu rengin temel özelliğine bakıldığı zaman enerjiyi simgelediği görülüyor.

Sakral Çakrada Yetersizlik Olması Nasıl Sonuçlar Ortaya Çıkarır?

Sakral çakranın yeterli enerjiye sahip olmaması ve sönükleşmesi hayatınızı temelden etkileyecek olumsuz etkilere sahiptir. Bu noktada dikkate alınması gereken belirtiler;

Self sabotaj denilen kavram ortaya çıkabilir. Mutlu olmaktan ya da keyif almaktan korkan bir hale gelebilirsiniz.

Özgünlük ve yaratıcılık konusunda formdan düşebilirsiniz.

Depresyon sakral çakrada meydana gelen sıkıntıların bir yansımasıdır.

Bu belirtilerden birine ya da birkaçına rastlıyorsanız genel meditasyon süreci içerisinde muhakkak 2. Çakra evine önem vermeniz gerekiyor. Hem bireysel gelişiminiz hem de toplumsal yaşantınız bu durumdan direkt olarak etkilenecektir. Çakraların her biri için aynı durum söz konusudur.

Sakral Çakranın Çok Aktif Olması Nasıl Sonuçlar Doğurur?

Duygusal olarak sıkıntılı olan ortamlarda vermemeniz gereken tepkiler verebilirsiniz. Bunun yanı sıra günlük işlerinize konsantre olamayacağınız bir duygu yoğunluğunun içerisinde kendinizi bulabilirsiniz. Abdominal kaslarda kramplar bu çakrada sorun olduğunu en net yansıtan fiziksel işaretlerin başında geliyor.

Hayatınızda belirlemiş olduğunuz bazı insanlara ve objelere gerekenden çok önem vermek ve bağlılık göstermek de sakral çakrada sorun olduğunun işaretlerindendir. Çakraların hem çok çalışması hem de çalışmasında bir sıkıntı olması vücut işlerliğini bozan noktalardandır. Dengede olması en çok tercih edilen husustur.

Çakraların dengede olması sorunsuz bir hayat akışına sahip olunması için en ideal kriterdir. Tabi ki kişilerin hiçbir müdahalede bulunmadan çakraların kendi doğrultularında dengeye girmelerini beklemeleri doğru olmayacaktır. Bu noktada eğişim talep ediyorsanız inisiyatif almanız gerekiyor. Ancak bu şekilde külli bir değişim ve gelişim içerisine girebilirsiniz. Bu noktada inisiyatif almadan değişim beklemek hayal kırıklığı olacaktır.

Sakral Çakraya Hangi Telkinler ile Yaklaşılmalıdır?

Her çakranın sesli dile getirildiği zaman iyileşme sürecine geçeceği bazı telkinler bulunuyor. Hem günlük yaşamda hem de meditasyon süresi içerisinde bu telkinlere yer vermek sizin için oldukça memnuniyet verici bir duruş ortaya çıkaracaktır. Sakral çakraya iyi gelecek telkinler;

Kendi bedenimle mutluyum ve kendimi seviyorum.

Sağlıklı sınırlara sahibim.

Kendi duygularım doğrultusunda tecrübe kazanma hakkım var.

Kendi ihtiyaçlarımı nasıl karşılamam gerektiğini biliyorum.

Kendi bedenime saygı duyuyorum ve değer veriyorum.

Duygularım ruhumun yansımasıdır.

Bu telkinleri birer hayat tarzı haline getirdiğiniz zaman çakranın sorunsuz şekilde şifa bulduğunu göreceksiniz. Öncelikle iyileşme aşamanızın kendi zihninizden başladığı da bilinmelidir. Zihninizde bu durumu çözüme kavuşturmadan yapılan meditasyonların herhangi bir sonuç vermeyeceği düşünülüyor.

Sakral çakra ile iletişime geçmeye hazır olup olmadığınızı da kontrol etmelisiniz. İnsanlar her zaman kendileri ile yüzleşecekleri bir güce sahip olmuyorlar. Öncelikle bu gücü topladıktan sonra harekete geçmelisiniz. Aksi takdirde sıkıntılar ile karşılaşılabilir.

İç ve Dış Dünyanın Anlamlandırılma Noktası!

Sakral çakra iç dünyanızı tanırken aynı zamanda istek ve arzularınıza aşina olma konusunda da size yol gösterecektir. Bunun yanı sıra dış dünya ile iletişim kurma aşamasında gerekli olan dengeler kusursuz bir biçimde sakral çakranın sisteminden geçerek işleme alınır.

İç dünyanızı tanımanın aynı zamanda hayatınızda isteklerinize de yön vereceğini göreceksiniz. Bu süreç içerisinde hem isteklerin dışa vurumu hem de kendinizi tanıma yolculuğuna çıkma aşamasında sakral çakra büyük rol oynuyor.

Mutluluğun Anahtarı Çakra Hareketlerin!

Mutluluğun anahtarını kaybettiğini düşündüğünüz noktalarda sakral çakradan yardım almalısınız. İçinizde yer alan mutluluk beklentisinin en önemli kaynağı kesinlikle sakral çakradır. Bu nedenle özellikle sıkıntılı ve depresif olduğunuz dönemlerde sakral çakraya meditasyonlarda yer vermek ve yogayı bu amaç ile yürütmek çok daha mantıklı bir sonuç verecektir.

Akışta hissetmek kişilerin mutluluğu elde etmek için ilk olarak elde etmeleri gereken niteliklerdendir. Hayatın geçmiş yüzü ya da gelecek kaygısı ile alakalı olarak herhangi bir sorun yaşamadan tadını çıkarmak adına sakral çakranın akış kavramına aşina olmalısınız. Bu şekilde endişe ya da pişmanlıklar ile değil anda kalma duygusunun tatmini ile hareket edebilirsiniz.

Kendi Bilinmeyen Yönlerinizi Keşfe Çıkın!

Sakral çakra aynı zamanda karanlık taraf ( darkside ) olarak da nitelendirilmektedir. Sizin kendiniz ile alakalı bilmediğiniz ya da kabul etmek istemediğiniz hususlar olabilir. Bu noktada kendinizi dahi tanımadığınız tüm noktalar ile alakalı yönleri keşfe çıkmanın tadını çıkarabilirsiniz.

Hem pişmanlıklarınız ile hem de istekleriniz ile yüzleşmek için en doğru merkezlerden birinde bulunuyorsunuz. Tek yapmanız gereken Sakral çakranıza ya da bir diğer adı ile Svadhisthana’ya odaklanmak.

Çakranız size doğru yolu gösterecektir. Kendinizi ve arzularınızı daha yakından tanıdıkça sizin için elde edilecek olan mutluluğun ve uyumun en yüksek dereceye çıkacağı da belirtilmelidir.

Bastırılmış Utançlar, Suçluluk ve Pişmanlıklar

Sakral çakranız üzerinde çalışmalar yaparken özellikle utançlar ile yüzleşmeye ya da bastırılmış duyguların ön plana çıkmasına alışkın olmalısınız. Bu süreç içerisinde özellikle kendinizi tanıma serüveninin daha karanlık ve belki de bir süre sizi olumsuz yönde etkileyecek tarafına aşina olabilirsiniz.

Utançlar ve suçluluk duygusu ile barışmak sizin için hayatınızda yeni ve çok daha huzurlu bir sayfanın açılmasını sağlayacaktır. Bu süreç içerisinde pişmanlıklarınızı sineye çekerek ve kendinizi olduğunuz gibi severek öz benliğiniz ile barışabilirsiniz. En temel kaynak sevgidir. Sevginin temel nitelik olmadığı hiçbir kişide kişisel gelişim kaydedilemez.

***

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

RUHUMUZ GERÇEKTEN GÜZEL Mİ?

Bugün üzerine konuşacağımız ve sizlerin de düşüncelerini duymayı istediğim konumuz; başta canlılar olmak üzere cansız nesneleri dahil ederek, bu bütüne karşı hal ve davranışlar hakkında olsa da öncelikle esas gerçeklik olan ‘ruh güzelliğine’ değinmek istiyorum.

Aristoteles der ki; ‘Ruh güzelliği beden güzelliği kadar kolay görülmez.’

Üstadın bu sözünden yola çıkalım. İstisnasız hemen herkes başlangıçta bir kişinin güzelliğinden bahsedecekse dış görüntüsüne dair söylemlerde bulunur. Aslında bu düşünce şeklinde yanlış bir durum olduğu söylenemez. Çünkü ilk anda dış dünyayla iletişimimizi kurmamızı sağlayan duyu organımız göz görüntüyü algılar ve hızlıca değerlendirir. Gördüğü bedeni ya da bir nesneyi güzel ya da güzel değil şeklinde yorumlar. Kimileri ise gözün yorumuna izin vermeksizin gönül gözüyle yorumlar gördüğünü,  ancak bu durum nadir kişiler için geçerlidir. Bunun için istisnai kişiler bir kenara koyarak genel bir bakış açısıyla bakalım konuya. Asıl olan şudur: ‘Kişinin beden güzelliği başlangıç için kısıtlı bir değerlendirmeden öte değildir. Çünkü esas güzellik yani iç güzelliği, ruh güzelliğidir ve bu güzellik insanları birbirine yakınlaştıran ve bağlayan bir değerdir. Ne var ki, bu güzelliği anlayabilmek için karşınızdakini tanımanız, onun için emek vermeniz gerekmektedir. Bu güzelliği anlayabilmek çoğu zaman bir çırpıda olmamaktadır. Elbette, ruhu güzel olan sadece kendine ve yakınlarındakine sevgi dolu, merhametli, iyi niyetli değildir, tüm dünyaya, yaratılmış tüm canlılara, üretilmiş tüm nesnelere karşı sevgi doludur, merhametlidir, iyi niyetlidir. Canlıları anladık ama cansızlara yani üretilmişlere nasıl olacak bu demeyin! Nasıl olduğunu ve olacağına örneklerle birlikte bakalım.

Hiç kimse benim ruhumda eksik kalan hisler var hatta gerçek sevgiyi bilmiyorum demez. Ruhunun muhteşem bir güzelliğe sahip olduğunu düşünür. Kendisiyle yüzleşmeyi başarabilmiş insanlarsa ruhlarında yarım kalan duyguları keşfeder ve bunları şifalandırabilir. Çok defa bu şifalanmaya ve beraberinde ki dönüşüme tanık olduğumu sevinerek söylemek isterim. Bizim konumuz ruhunda ki eksiklikleri fark edemeyen insanların kendilerini nasıl gösterdiğini gözler önüne serecek.

İyilik, güzellik sadece insanlara yönelik bir hissiyat ya da davranış şekli değildir. İnsanların yanı sıra hayvanlara, bitkilere, insanlığa sunulmuş tüm canlılara karşı sevgi dolu, merhametli ve iyi olunmalıdır. Sadece insanlara güzel duygular beslemek ruh güzelliğini göstermez. İfadenin içinde ‘sadece’ kelimesi geçiyorsa zaten eksik kalan bir şeylerin olduğu aşikârdır. İyi davranışta, sevgi de ayrım olmaz, kategorize etmek olmaz.

‘İnsanları severim ama hayvanları sevmem!’ ‘Hayvanları severim ama insanları sevmem!’ ‘Her yaratılanı severim ama çiçekler hariç!’ ‘Hayvanları severim, insanları da severim ama o çocuklar yok mu işte onları sevmem!’

‘İnsanları severim ama hayvanları sevmem!’  Nasıl üzücü bir söz bu! Hayvanlar bize emanet edilen Yaradan’ın dilsiz kullarıdır. Bir baksanız onların gözlerinin içine işte orada karşılıksız sevgiyi hemencecik görebilirsiniz.Ama gerçekten bakarsanız! Tamam, belki bir hayvanla alakalı travmanız var, bir köpek tarafından ısırıldınız ya da bir şekilde zarar gördünüz ama sevmem ifadesi çok can yakıcı bir ifade olmuyor mu? Yaklaşamayabilirsiniz hayvanlara ama sevmemezlik etmeyin. Onlar yaratılmış çok güzel varlıklardır ve çoğu insanların bakımına, ilgisine, sevgisine muhtaçtır. Sevmiyorum diyerek onlara asla zarar vermeyin, onlara umursamaz, duyarsız olmayın. En çok da ruhunuzun güzelleşmesini ‘hayvanları sevmem’ kelimeleriyle engellemeyin.

‘Hayvanları severim ama insanları sevmem!’ Oldu mu şimdi? Bu düşünce şekli doğru mu? Bazı insanlar sizi üzmüş, yaralamış olabilir ama genelleme yapıp da insanlarla bağınızı kopartmayın, onlar sevmemezlik etmeyin. Emin olun, ruhu güzel birçok insan var dünya da ve onlara ulaşmak için, onları hayatınıza dahil etmek için çabalayın, emek verin. Bizler insanlarla bütünleşiriz, tek başımıza kaldığımızda toprağı olmayan bir bitkiden öte olamayız. İnsanları severken, onlara iyi davranırken onları kendi içlerinde sınıflandırmayın. Dış dünyada herkese iyi davranıp evde eşinizi üzmeyin, onu hırpalamayın. Eşit sevin…

‘Her yaratılanı severim ama çiçekler hariç!’ Bitkiler, çiçekler o mis kokularıyla, güzel renkleriyle adeta ruhlarımızı şenlendirmek için yaratılmışlardır. Onları sevmeden, bir çiçeği koklamadan, bir ağacı, bir çimeni sulamadan nasıl yaşanır?

‘Hayvanları severim, insanları da severim ama o çocuklar yok mu işte onları sevmem!’ Demek ki sen hiç çocuk olmadın, böylece, yani bir yetişkin olarak dünyaya geldin. Yaratılan en nadide varlıklardır bebekler. Zamanla ayaklanmaya, dillenmeye başlarlar ve etrafı şenlendiren çocuklar olarak daha belirgin bir şekilde dünyamıza dahil olurlar. Sıcacıktır bakışları, gülüşleri ömre bedeldir… Çocukları sevmediğini söyleyen insanların kendi çocukluk dönemlerinde ağır travmalar yaşadığını düşünüyorum. Belki de mutlu olmadıkları, olamadıkları çocukluk dönemlerinin acısını, öfkesini, kinini yetişkin olduklarında diğer çocuklara yansıtıyor olabilirler. Eğer sizlerde bu duygu içindeyseniz ya da çevrenizde böyle bir duyguya sahip olan biri ya da birileri varsa lütfen bu duygunun yenilmesini sağlayın. Şu kısacık ömürlerinizi bir çocuk başını okşamanın hazzını hissetmeden, onların sıcacık gülümsemelerine vesile olmadan yaşamayın. Hayata dair böyle büyük bir kaybınız olmasın. Bu kayıp güzel bir ruha sahip olabilmenizin önünde ki en büyük engeldir. Bunu asla unutmayın.

İnsan olsun, bitki olsun, hayvan olsun, ne olursa olsun tüm canlılara karşı içinizde merhamet, sevgi ve güzellikler taşıyın ve bu duygularınızın katlanarak büyümesine izin verin. Hiçbir canlıyı diğerinden ayırıp anlamsız şekilde kategorize etmeyin. Her bir canlının değeri paha biçilmez niteliktedir.

Gelelim yaratılmışlar dışında üretilmiş cansız varlılara. Örneğin hastanede sıramızı beklerken oturduğumuz, bize hizmet etmek için üretilmiş koltuğa. Beklemekten sıkıldın diye koltuğun döşemesini tırnağınla kazıyıp zarar vermek niye? İş yerinde kullandığın masanın üzerini karalamak niye? Sözde bir şeye kızdın diye insanların dinlenmesi için yapılmış o banka zarar vermek onu kırmak niye? Böyle onlarcasını sıralayabilirim… Bu nesneler insanlar için yine insanlar tarafından üretildi. Nesnelere zarar vermek o insanların emeklerine zarar vermek, onlara değer vermemek, insanları sevmemek demektir. Bunları yapan birinin ruhunun güzelliğinden bahsetmek mümkün olabilir mi?

Dış görünüşün güzelliği Yaradan tarafından bize verilir ve bu güzelliği herkes farklı değerlendirir. Kimine göre güzelliğiniz kabul görür, kimine göre kabul görmez. Ruh güzelliği ise nadide bir şeydir. Sadece bir davranışla, bir hisle sınırlandırılamaz. İnsanın elindedir ruhunu güzelleştirmek ya da güzelleştirememek. Ruhunuz güzelse bu güzelliğiniz herkes tarafından istisnasız kabul görür.

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com