Yıl 2021, bizim yolculuğumuzsa yıllar öncesine doğru…
Kilere saklanmış, sıkıca kilitlenmiş bir sandık ve içinde binlerce anı. Sandığın anahtarı hep bilincimde bir yerlerde duruyordu, şimdi anıların sahibi o küçük çocuğa anahtarı verme zamanı geldi. O dilediğince anıları bir bir aydınlıkla buluşturacak ve kötü olanların ağırlığından, gamından, kederinden kurtulacak, iyi olanları da hatırladıkça mutlu olacak…Anahtarın, sandığın, anıların sahibi çocuk konuşuyor şimdi sizlerle…
-Sakin, naif, mızmızlık yapmaktan fersah fersah uzak, şımarıklığı hiç tanımayan, istediklerini yaptırmak için hırçınlık yapmayan, sessiz, neredeyse hiç ağlamayan bir çocuk. Annem böyle anlatır benim ilk yıllarımı. Tabii ki çok küçük olduğumdan pek hatırlamıyorum bunları. İlk hatırıma gelense-belki dört yaşlarındaydım o zaman- oturduğumuz iki katlı evin o büyük bahçesinde bana kızılmaması için nasıl kaçtığım. Oysa sakin bir çocuktum neden bana kızılacaktı ki? Evimiz büyük olduğundan mütevellit iki amcamla birlikte oturuyorduk. Büyük amcam doğası gereği biraz sertti ve en ufak bir yanlışımızı görmesin, hemen sinirlenir, kızardı. Canım babamda tüm anlayışıyla amcamın bu kızgın, sert tavırlarına sesini çıkartmazdı. Şimdilerde anlıyorum ki; amcamın bizlere böyle davranmasının sebebi, onun mükemmeliyetçiliği, hataya karşı öfkeli duruşu ve maalesef sevgiye açık olmamasıydı. Merhum amcamın bu sert tavırları dışında, bizlere ikinci bir baba gibi de davrandığını hatırlarım. Biz dört kardeştik, rahmetli ağabeyim, ablam ve aramızda sadece on üç ay olduğu için ikiz gibi büyüdüğüm erkek kardeşim ve ben.
Bir gün mahalle arkadaşlarımda bizim bahçede oynarken düştüm. Ama ne düşüş. Ağzım, burnum, dizlerim kan içinde kalmıştı. Benim gibi nice çocuk oynarken milyonlarca kez kanlar içinde kalmıştır. Bu çocuklar için en doğal olandır, kanlar temizlenir, yara bandı takılır sonra tekrar sokağa…Bu kanlı düşüşten sonra öylesine korkmuştum ki-halen o korku yüreğimde pır pır eder- ne yapacağını, nereye gideceğini bilmez halde kalakalmıştım. Korkumun sebebi ne kan, ne de canımın acısıydı, tek korkum amcamın beni bu halde görecek olması ve tabi ki onun kızma ihtimaliydi. Evet dört yaşlarındaydım ve amcama görünmemek için bahçenin içinde köşe bucak kaçıyordum. Ama kaçış fayda etmedi ve amcama yakalandım. Karşımda duruyordu, görmesin diye elimle burnumu ve dizimi kapattım ama nafile, kaçış buraya kadardı. Bana öyle bir kızdı ki… Neden dikkat etmedim? Neden düştüm? Ardından da suçlamalar…
İşte o gün yıllarca bende yer edinecek manasız suçlanma ve suçluluk duygusuyla tanıştım. Oysa çocuktum, olan şey bir suç değildi, ben suçlu değildim düşebilir ya da benzeri başka şeyler yapabilirdim. Ben sadece küçücük bir çocuktum… O bahçede artık eskisi gibi özgürce oynamadım, oynayamadım, düşer bir yerlerim kanar ve yine amcam bana kızar diye çok korktum. Diğer çocuklara imrendim, çünkü onlar korkusuzca koşabiliyorlardı. Maalesef, bende kendimi suçlamayı öğrenmiştim o gün. Olabilecek her durumun yegâne suçlusu bendim, başka kim olabilirdi ki? Hiç hata yapmamalıydım çünkü hata yaparsam sevgi yerine kızgınlıkla karşılanırdım. Günler geçti yaralarım iyileşene kadar amcamdan uzak durdum, belki beni yaraları iyileşmemiş halde görürse yeniden kızabilirdi. Kim bilir? O yaşlarda başladı kızgın, öfkeli insanlardan kaçmalarım.
Sıradan bir anı mı bu? Çocuk düşmüş, ona kızmışlar, geçmiş, gitmiş… Öyle mi gerçekten? Oysa o çocuk kalpte ne yangınlar yangınmış, ne nehirler çağlamış kimsenin haberi yok. Yetişkinlerin durumları birbirinden ayırması gerekiyor. Kızılacak şey var, tolere edilecek, kızılmayacak şey var. O çocuk yürekler yetişkin yüreklerden çok farklı, çocuklar her bir anıyı yüreklerine yerleştirir ve tüm hayatlarının şekillenmesinde o anılar rol oynar. Ben hep mükemmel olmaya, herhangi bir sebepten azar işitmemeye, ne kendimi nede başkalarını zor duruma sokmamaya çoğu zaman insanüstü bir çaba gösterdim. Çabalarken yoruldum, yoruldukça yıprandım. Kendimi boş yere suçladığımı, mükemmeliyetçiliğin nasıl peşinden koştuğumu fark ettiğimde de bana zarar veren bu duyguları şifalandırdım. İşte o zaman özgürce nefes almaya başladım ve bir yükten daha kurtuldum. Neydi bu dur durak bilmez çabanın sebebi? Cevap basit; çocukluğumun esintileriydi. Çocukların yüreklerinde derin yaralar bırakmayın, hayatı onlara zorlaştırmayın, aksine onların yüreklerine sadece sevgiyle dokunun, sadece sevgi…
Bu yazıyı tümü olmak şartıyla, değiştirilmeden, bedava olarak ve bu telif hakkı uyarısı ve internet bağlantısı (https://sevginin-isigi-sifa.com/) ile birlikte kopyalamaya ve dağıtmaya izin verilmiştir.
Canım arkadaşım ;
Yeni siten hayırlı uğurlu olsun Cok güzel bir başlangıç yapmıssın.Pekçok insanın ruhlarına gönüllerine dokunuyorsun ve de ilham kaynagı oluyorsun.Işığın ve yolun hep acık olsun.
Sağol Arkadaşım,
Hep birlikte sevgimiz, ışığımız ve yolumuz açık olsun.
Yeni siten çok güzel olmuş. Sıcak renkler kullanmışsın ve tabii yazıların da ruhları ısıtıyor. Yüreğine sağlık
Sağol Arkadaşım,
Hep birlikte güzellikler içinde sevgi ve ışıkla yolumuz açık olsun.
Sevgiler ?
Hayırlı olsun Nurgülcüm.
Çok güzel. Özellikle “Kilere saklanmış, sıkıca kilitlenmiş bir sandık ve içinde binlerce anı. Sandığın anahtarı hep bilincimde bir yerlerde duruyordu, şimdi anıların sahibi o küçük çocuğa anahtarı verme zamanı geldi.” cümlesi çok hoşuma gitti.
Sağol Hülyacığım,
Evet sandıktan saklanmış bütün anılar zamanı gelince Allah’ın izni ile hepsini yazacam.
Sevgiler ?
Nasılda kendimi gördüm, meğer ne yaralanmış ruhum ve bunu yeni fark ediyor yada kendime yeni itiraf ediyorum…
Önemli olan farkına varıp, şifalandırmak ne güzel farkına varmanız.
Sevgiler ?
Nurgğl’cüğüm web siten hayırlı, uğurlu olsun, olacaktır da.
Renkler çok canlı ve enerji dolu, aynen senin gibi.Sevgisizliğin kol gezdiği günümüzde
okuyanlara ilaç gibi gelecektir, gönlüne ve emeğine sağlık canım.Sevgilerimle
Sağolun İlhan hanımcığım, Okuduğunuz için sizinde emeğinize ve yüreğinize sağlık. Bir kişi ye bile ışık olmak ve farkındalık getirmek çok güzel.
Sevgiler ?