HER ÇİÇEK KENDİ KOKUSUNU VERİR. HER RUH DA KENDİ GÜZELLİĞİNİ VERİR

Sevgili okuyucularım, her insanın ortak isteği etrafında iyi insanların olması, hayat yolculuğunda karşısına iyi insanların çıkmasıdır. “İyi insan”dan kasıt nedir? Tabii ki ruhun güzelliğidir. Ruhu güzel olmayan etrafına zarar verir. İşte bu yüzden insanlar hep güzel ruhlu insan ister.

Einstein’ın çok güzel bir sözü var: “Yeryüzündeki şartların düzelmesi, bilimsel buluşlardan çok, ahlaklı olan bir yaşama düzeninin gerçekleşmesine bağlıdır.”

Ahlakı başkasında ararken yapmamız gereken çok önemli bir şey var. Biz ne kadar ahlaklıyız? İşe önce kendimizden başlayarak bunu sorgulamalıyız. 

Bazı insanlar kendi ön yargıları ile insanları hangi ruh aydınlanmış veya hangi ruh karanlık diye ırkına göre, desteklediği siyasetçiye göre, aldığı eğitime göre sınıflandırıp, yaşadığı yere göre ayırıp ahlaklı olup olmadıklarına karar veriyor.

Oysa ahlak bir zümrenin, bir ırkın veya belli bir eğitim düzeyinin tekelinde değildir. Ahlak, ruh aydınlandıkça ortaya çıkar ve tek temel koşulu dürüstlüktür.

İnsan hangi koşullar içinde bulunursa bulunsun dürüst olması çok önemlidir. Sözünü ettiğim sadece maddiyat anlamında dürüstlük değil. Dürüstlük bir bütündür; hayatın her anında ve her alanında doğru olmak, doğrudan yana tavır sergilemektir.

Anı kurtarmak ya da menfaat için doğruluktan en ufak bir sapma göstermek, yapılan bir davranışın arkasında durmamak, hatayı kabullenmemek dürüstlük değildir.

Bir insan herhangi bir durumda kendi hatasını kabullenmiyor hatta suçu bir başkasının üstüne yıkıyorsa tek sebebi onun dürüst olmayışıdır. Hayatımızın her alanında olsun. (aile, iş, arkadaşlık, komşuluk, akraba vb..)

Dürüstlük olmayınca güven hiç olmaz. Şimdi, böyle bir insanın ruhu nasıl olur? Bu insan istediği kadar diplomalara sahip olsun, isterse en iyi makama ve mevkiye sahip olsun, kendini aydın görüşlü tanımlasın, bilimde başarı sağlasın ama ahlak olmadıktan sonra hiçbir şeyin anlamı olmaz. 

Beraber olduğunuz insan; bu eşiniz, arkadaşınız, komşunuz, iş arkadaşınız olsun; sosyal çevrenizde kim varsa; çok iyi eğitimler almış, yaşadığı yer gerçekten çok iyi bir yer, iyi yerlere gidip geliyor, iyi giyiniyor, iyi restoranlarda yemek yiyor fakat size dürüst davranmıyor. Tüm bu “iyi”ler içinde ruhunda güzellik görmediğiniz bu insan hakkında neye karar verirsiniz?

Siyaset konusunda da benzer ön yargılar vardır. Baktığınızda takım tutar gibi parti destekleyenleri görürsünüz. Bu insanlar öyle fanatikleşmiştir ki “Bu partiyi destekleyenler cahil, eğitim almamış, ruhu karanlık” veya “Şu partiyi veya kişiyi destekleyenler aydın görüşlü, bilgili” diye ön yargılı değerlendirme yaparlar.

Bazen de insanları eğitim durumlarına, inançlarına ve dış görünüşlerine göre değerlendirip bir kötülük yaşanınca hemen “O insan cahil, eğitim almamış her şey beklenir” veya “Bu insan kapalı bu kötülüğü yapmıştır” ya da “Şu insan çok açık giyiniyor kim bilir ne kötülükler yapar” gibi sözlerle peşin hüküm verirler.

Bir de böyle insanlar sabit fikirli oldukları için siz hiçbir şekilde fikir alışverişi ve düşüncenizi söyleyemezsiniz. Farkındalık vermeniz mümkün olmaz. Sadece enerjinizi çekerler ve ruhunuzu yorarlar.

Bana yalan söyleyen, maddi ve manevi hakkıma giren, kendi menfaati için beni sevmiş gibi davranan, bencil,  verdiği sözü tutmayan insanların hepsi benim için birdir. Hangi mevki ve makamda, hangi meslekten, inançtan, ırktan, ülkeden, siyasi görüşten olursa olsun, ne kadar iyi eğitim alırsa alsın hatta isterse yurt dışında okusun hiç fark etmez. Ruh güzel olmadıktan sonra bunların hepsi boş!

Ruh güzel olunca zaten insan hiçbir canlıyı ayırt etmez, hiçbir bir canlıya ve hiçbir eşyaya zarar vermez. Dünyayı bir bütün olarak görür ve ona hizmet eder. Örneğin bazı insanlar sadece kendi ülkesi için dua eder ve iyi olmasını, iyi yaşamasını ister. Hâlbuki dünya bir bütündür. Vücudun bir organı eksik olduğunda nasıl diğer organları etkiliyorsa tam olarak çalışmıyorsa işte dünyada da bir ülkenin kötü olması her ülkeyi zincirleme olarak etkiler. Evrensel sevgiyi gören insan dünya için iyilik ister. Ahlakın yolu da dürüstlük gibi sevgiden geçer. 

İçinde sevgi olan insan davranışlarını sevgiyle sergiler, zarar vermek aklının ucundan bile geçmez. 

Ruhu sevgiye aç bir insan ne kadar akıllı ve bilgili olursa olsun her şeyi göze alabilir. Önce insan ruhunu doyurmalıdır çünkü ruh güzelleştikçe güzel şeyler yapmaya başlar ve bu yaptığı güzel şeyler kalıcı olur. 

Sevgili okuyucularım, insan ruhunu ve enerjisini asla saklayamaz. Bu yüzden bir insanın ruhunu ve enerjisi okudukça söylenen kelimelerin maskelerinin indiğini görürsünüz. 

Hepsi geçicidir. Gün gelir her şey geçer fakat tek kalıcı olan ruhtur; ruhun güzelliği veya çirkinliği (aydınlığı ve karanlığı.)

Ahlak olmadıktan sonra (ruh güzel değilse) diğerleri var olsa bile hiçbir kıymeti olmaz.

Her insanın ruhunun derinliğine bakarım. Gerisi benim için boştur! Derin ruh evrensel sevgi ve evrensel insanlığın ışığı ile bütünleşmesidir. İnsan iç dünyasını tanımaya başladığı zaman dış dünya ile ilgilenmiyor kendi iç dünyasını güzelleştirip o iç dünyasının güzelliği dış dünyaya yansıyacağını biliyor. 

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN

 

FARKINDALIĞIN GÜCÜ

Sevgili okuyucularım, bu ayki kitap paylaşımım ismi “Farkındalığın Gücü ”

Bu kitabın yazarı olan; Neville Goddard (19 Şubat 1905 – 1 Ekim 1972), Barbadoslu bir yazar , hatip ve mistikti . Barbados’ta büyüdü ve genç yaşta Amerika Birleşik Devletleri’ne taşındı. İnsan hayal gücünün her şeye kadir olduğu, dolayısıyla Tanrı olduğu iddiasını test etmek için çeşitli kişisel gelişim yöntemleri öğretti.

Bu kitap, sizin sonsuz gücünüz karşısında hiçbir dünyevi gücün en ufak bir öneme bile sahip olmadığını açığa çıkaracaktır. Bu kitabın amacı size kim olduğunuzu, amacınızı ve kaderinizi göstermektir.

Şimdi kitaptan bir bölümü sizlerle paylaşıyorum.

“…

Her şey, kabul edildiğinde ışıkla görünür hale gelir. Çünkü görünen her şey ışıktır.

“Işık” bilinçtir. Bilinç birdir ve sayısız form veya bilinç seviyesinde tezahür eder. Var olanın tamamı olmayan hiç kimse yoktur, çünkü bilinç sonsuz bir seviye dizisi halinde ifade edilse de bölünmüş değildir. Bilinçte gerçek bir ayrılık veya boşluk yoktur. BEN VAR’IM bölünemez. Kendimi zengin, fakir, dilenci veya hırsız olarak düşünebilirim, ancak varlığımın merkezi, kendimle ilgili hangi kavramı benimsediğimden bağımsız olarak aynı kalır. Tezahürün merkezinde, sayısız form veya kendi kavramında tezahür eden tek bir BEN VAR’IM vardır ve “Ben, Ben’im”.

Ancak bilincinizi değiştirerek, kendinize dair kavramınızı gerçekten değiştirerek, “daha görkemli konaklar” inşa edebilirsiniz – daha yüksek ve daha yüksek kavramların tezahürleri. (Tezahür ettirmek, bu kavramların sonuçlarını dünyanızda deneyimlemek anlamına gelir.) Bilincin tam olarak ne olduğunu açıkça anlamak hayati önem taşır.

Bunun nedeni, bilincin tek ve yegâne gerçeklik, yaşam olgularının ilk ve yegâne nedeni-özü olmasıdır. İnsan için hiçbir şey, onun bilinci dışında var olamaz. Bu nedenle, yaşam olgularının açıklanabileceği tek temel bilinç olduğundan, yönelmeniz gereken yer bilinçtir.

İnsanın en büyük yanılgısı, kendi bilinç durumundan başka nedenlerin olduğuna olan inancıdır. İnsanın başına gelen her şey, yaptığı her şey, kendisinden gelen her şey, bilinç durumunun bir sonucu olarak meydana gelir. İnsanın bilinci, düşündüğü, arzuladığı ve sevdiği her şeydir; doğru olduğuna inandığı ve razı olduğu her şeydir. İşte bu yüzden dış dünyanızı değiştirebilmeniz için önce bilinç değişikliğine ihtiyacınız vardır. Yağmur, atmosferin yüksek bölgelerindeki sıcaklıktaki bir değişiklik sonucunda yağar; aynı şekilde, bilinç durumunuzdaki bir değişiklik sonucunda da bir durum değişikliği meydana gelir.

Zihninizin yenilenmesiyle dönüşüme uğrayın.

Dönüşmek için düşüncelerinizin tüm temeli değişmelidir. Ancak yeni fikirleriniz olmadıkça düşünceleriniz değişemez, çünkü fikirlerinizden yola çıkarak düşünürsünüz. Tüm dönüşümler, yoğun ve yakıcı bir dönüşme arzusuyla başlar. “Zihnin yenilenmesinin” ilk adımı arzudur. Kendinizi değiştirmeye başlamadan önce farklı olmayı istemelisiniz (ve niyet etmelisiniz) . Ardından, gelecek hayalinizi şimdiki bir gerçek haline getirmelisiniz. Bunu, dileğinizin gerçekleştiğini varsayarak yaparsınız. Olduğunuzdan farklı olmayı arzulayarak, olmak istediğiniz kişinin bir idealini yaratabilir ve zaten o kişi olduğunuzu varsayabilirsiniz. Bu varsayım, baskın duygunuz haline gelene kadar ısrarla sürdürülürse, idealinize ulaşmanız kaçınılmazdır. Ulaşmayı umduğunuz ideal her zaman bir enkarnasyona hazırdır, ancak siz ona insan soyundan gelmediğiniz sürece, doğması mümkün değildir. Bu nedenle, tutumunuz, daha yüksek bir durumu ifade etmeyi arzulayarak, bu yeni ve daha büyük değerinizi enkarne etme görevini yalnızca sizin kabul ettiğiniz bir tutum olmalıdır.

Hayal gücü, evrendeki tek kurtarıcı güçtür. Ancak, doğanız öyledir ki, mevcut öz benlik kavramınızda (özgürlük, sağlık ve güvenlik özlemi çeken aç bir varlık) kalmak veya kendi kurtuluşunuzun aracı olmayı seçip, kendinizi olmak istediğiniz kişi olarak hayal ederek açlığınızı giderip kendinizi kurtarmak sizin için isteğe bağlıdır.

O halde güçlü ol, cesur ol, saf ol, sabırlı ol ve doğru ol;

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN

BARIŞ BENİM İLE BAŞLAR – 21

Sevgili okuyucularım, bu ay ki “ho’oponopono” adı verilen bir arınma çalışmasını paylaşıyorum. Bu ay da farklı konular için aynı şekilde yapmanız gereken bu arınma çalışmasını dört madde hâlinde paylaşıyorum. Düzenli olarak yaptığınızda gerçekten kendinizde inanılmaz bir olumlu değişiklik göreceksiniz. Özellikle zihniniz, ne kadar berraklaşırsa o kadar huzurlu olur. En önemlisi berrak bir zihin her zaman doğru karar almanızı sağlar. Çünkü zihin olumsuzluklarla dolu olduğu zaman doğru karar bile alamıyorsunuz. Disiplin ve azimle yapılan çalışmalardan her zaman olumlu karşılık alınır. Çalışmaya geçmeden önce bununla ilgili kısa bir bilgi vermek istiyorum.

Ho’oponopono yöntemi; karşımızdaki insanın yaşadığı bir sorunu duyduğumuz, öğrendiğimiz anda bizim sorunumuz olarak algılayıp kendi içimizde bundan arınarak karşımızdakini de arındırma yolunu öğretiyor. Sadece insanları değil her şeyi arındırıp temizlemenin yoludur bu. Olumsuz durumlardan kurtulmanın bir yöntemidir.

Ho’oponopono, Havai halkının kullandığı bir kendini arındırma yöntemidir. Bu yöntemi Joe Vitale’in kitabı “Zero Limit” aracılığı ile batı dünyasına tanıtan ve meşhur eden kişi Dr. Ihaleakala Hew Len oldu. Doktorasını Iowa Üniversitesi’nde yapmış olan Dr. Ihaleakala Hew Len, uzun yıllar Havai Devlet Hastanesi’nin suç işleyen akıl hastaları ile ilgilenen adli biriminde uzman psikolog olarak çalışmış. Hastalarıyla elde ettiği mucizevi sonuçlar çok ilgi çekmiş. Kullandığı yöntemler öyle etkiliymiş ki zamanla yatan hastaların tümü taburcu edilmiş, sonunda dört yıl içinde birim kapatılmış. Dr. Len’in kullandığı bu yöntem, 1982 Kasım’ından beri güncelleştirilmiş Ho’oponopono uygulaması yapan Hawaiili şaman Morrnah Nalamaku Simeona sayesinde ortaya çıkmış. Tüm dünyada bu yönteme ün kazandıran, öğrencisi Dr. Ihaleakala Hew Len ve Joe Vitale oldu.

Şimdi çalışmaya geçelim:

1) Kök chakramda biriken bütün acıların, suçluluk duygularının, korkuların ve olumsuz enerjiler bütün zamanlarda, bütün boyutlarda, bütün evrenlerde temizlenip arınıp şifalanıp sıfır noktasına ulaşana kadar andan ana ho’oponopono

Seni seviyorum

Özür dilerim

Lütfen beni affet

Teşekkür ederim.

Niyeti bir kere 4 cümleyi istediğiniz kadar kendinizi rahatlamış hissedene kadar tekrar edebilirsiniz.

2) Kendime karşı sert, katı, acımasız ve öfkeli davranmama yol açan ve kendime sevgi ve şefkat vermemi engelleyen içimde bana aileme atalarıma ait her ne varsa her ne oluyorsa hepsi bütün zamanlarda, bütün boyutlarda, bütün evrenlerde temizlenip arınıp şifalanıp sıfır noktasına ulaşana kadar andan ana ho’oponopono “

Seni seviyorum

Özür dilerim

Lütfen beni affet

Teşekkür ederim.

Niyeti bir kere 4 cümleyi istediğiniz kadar kendinizi rahatlamış hissedene kadar tekrar edebilirsiniz.

3) Hedeflerime ulaşmak için harekete geçtiğimde kendimi sabote etmeme yol açan içimde bana aileme atalarıma ait her ne varsa her ne oluyorsa hepsi bütün zamanlarda, bütün boyutlarda, bütün evrenlerde temizlenip arınıp şifalanıp sıfır noktasına ulaşana kadar andan ana ho’oponopono”

Seni Seviyorum

     Özür Dilerim

Lütfen Beni Affet

Teşekkür Ederim

Niyeti bir kere 4 cümleyi istediğiniz kadar kendinizi rahatlamış hissedene kadar tekrar edebilirsiniz.

4) Şansımın artmasını ve kendimi şanslı hissetmemi engelleyen içimde bana aileme atalarıma ait her ne varsa her ne oluyorsa hepsi bütün zamanlarda bütün boyutlarda bütün evrenlerde temizlenip arınıp şifalanıp sıfır noktasına ulaşana kadar andan ana ho’oponopono

Seni Seviyorum

Özür Dilerim

Lütfen Beni Affet

Teşekkür Ederim.

Niyeti bir kere 4 cümleyi istediğiniz kadar kendinizi rahatlamış hissedene kadar tekrar edebilirsiniz.

Kaynak: Dr.Ihaleakala Hew Len ve Berna Özcan

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN

 

HAYAT BİR TREN YOLCULUĞUDUR

Sevgili okuyucularım, seyahatlerimizde çeşitli ulaşım araçlarından yararlanırız. Bunlardan biri de trendir. Bazı trenler yol boyunca yalnızca birkaç istasyonda bazı trenler ise neredeyse her istasyonda durur ve her durduğu istasyonda insanlar biner ve iner. O tren yolculuklarında bazen yanınıza oturan olur bazen de yanınızdaki koltuk boş kalır ve yolculuğun sonuna kadar yalnız devam edersiniz.

Ben insanın hayat yolculuğunu hep bir tren yolculuğuna benzetirim. Yanınıza oturacak insanın nasıl bir ruha sahip olduğunu bilmeden binersiniz trene. Sonra yolculuk başlar ve yan koltuktaki yolcu ile tanışırsınız. Yaptığınız sohbet ruhunuza neşe de verebilir karamsarlık da yükleyebilir.

İşte hayat yolculuğunuz da böyledir. Birçok insan hiç beklemeden hayatınıza girdi ve çıktı. Bu çıkanların bazıları kendiliğinden gitti bazılarını siz istemediniz. Ama her biri, bu kısa veya uzun yolculuk esnasında mutlaka bir iz bıraktı. Kimileri sizin ruhunuza ışığını kimisi gölge yanlarını kimisi ise karanlığını bıraktı.

Onlar nasıl bir iz bırakırlarsa bıraksınlar önemli olan sizin kendi yolculuğunuzdur. Çünkü en sonunda trende tek başınıza seyahat etme olasılığınız da vardır. Bu yalnız yolculuğu nasıl planladığınız ve hayatınıza ne kattığınız önemlidir. “Bu yolculuktan nasıl keyif alabilirim ve etrafıma ne verebilirim? Bu yolculuktan ne öğrendim ve sonraki yolculuklarda daha neler katabilirim, nasıl olurum?” diye bakmalıdır.

Hayatınıza tren istasyonlarda binen insanlar gibi hiç beklemediğiniz bir insan girer, zor zamanınızda size ilaç gibi gelir. Bazısı da siz gayet huzurlu yaşarken bir anda hayatınızı altüst edecek huzursuzluk bırakır. Bu huzursuzluk insanın kendisinden bile vazgeçmesine neden olur.

Hayat trenindeki yolculuğunuza eşlik eden insanların hangi istasyonda ineceğine sizin karar veremediğiniz zamanlar olur. Kimisi 2 durak sonra inecektir, o 2 durak arasında geçen 1 saatlik sürede size öyle ışık olup farkındalık verir ki âdeta aydınlanmanız için ayna görevi görür. Bir diğeri ise sizin o ışığınızı söndürmeye çalışır. Önemli olan bu yolculuktan sizin ne alacağınızdır. Tanıştığınız o ışıklı, gölgeli veya karanlık ruhlardan ne öğrendiğiniz ve kendi içsel yolculuğunuza onlardan neleri katarak ruhunuzda hangi arınmaları yapacağınızdır.

Aslında yolculuğun süresinden çok paylaşımınızın niteliği yol arkadaşlığınızın değerini ortaya koyar. Bazen 1 haftalık seyahat süresince tanıdığınız insan ruhunuza öyle iyi gelir, öyle derin paylaşımlarınız olur ki onunla yıllarca zaman geçirmiş gibi hissedersiniz. Bazı insanlarla da yıllarca vakit geçirirsiniz, seyahatler yapar, iş yerinde omuz omuza çalışır, telefonla sıkça görüşürsünüz fakat bir bakarsınız ki gerçekte hiçbir şey paylaşmamışsınız; sohbetleriniz hep yüzeysel kalmış. Ne üzüntünüzde ne sevincinizde yanınızda olmuştur. Bu insan eş, akraba, arkadaş, komşu olsun hiç fark etmez önemli olan ne kadar zaman tanıdığınız değil, hayat yolculuğunuzda neyi paylaştığınızdır. Mesela 2 saat boyunca trende yan koltuktaki yolcuyla hiçbir şey konuşmamakla 10 yıllık eşle hiçbir şey paylaşmamak aynıdır.

İnsanı çoğu zaman yanılgıya düşüren hayat yolculuğunun kendisine ait olduğunu ve tek başına yapması gerektiğini unutması, yanında hep birinin olduğunu sanmasıdır. Hâlbuki bu, herkesin kendi yolculuğudur. Diğerleri inmeleri gereken istasyonda inecek eşlikçilerdir ve onlar da kendi yolculuklarını yaptıkları için o istasyonlarda inerler. Yolun kalanını tek başınıza sürdürürsünüz. Onlardan geriye izler kalır ve siz o izlere göre anarsınız hepsini; kimisi anlamlı, kimisi önemsiz.

O yüzden hayatınızdaki zorlu dönemlerde beklediğiniz destek gelmezse “Neden?” diye sorgulama yapmayın. Hayat yolculuğunuzda gerektiğinden fazla değer verdiğiniz insanlar yanınızda olmadığında onları da kendinizi de suçlamayın. Sadece yolculuğunuza eşlik ederken size öğrettiklerini hatırlayın ve kendi yolculuklarını tamamlamak için sizinle aynı trende olduklarını unutmayın.

Yukarıda söylediğim gibi her insan bir şey öğretir, bir iz bırakır. Çoğu insan hayat yolculuğu boyunca kendi gerçeklerini görmekten kaçınır, hep hayatın zevklerinden faydalanmak ister. Fakat günün birinde vagondakilerden biri ayna olur kendisine ve o gerçeği ile karşı karşıya kalır. O zaman da yolculuk boyunca kendisine eşlik eden kim varsa onları suçlamaya ve şikâyet etmeye başlar. Çünkü o acı ile yüzleşmek istemiyor. Nasıl bir hayat yolculuğu yaptığı ile yüzleşmek istemiyor, istasyonda binen insanlara o yol boyunca gerçekten nasıl davrandığı ile yüzleşmek istemiyor.

Geçenlerde yaptığım seyahatte gruptan bir arkadaş ile sohbet ederken şunu söyledi: Etrafımda hep bencil insanlar var. Onlar hayatıma biraz olsun “ben” demeyi öğretmek için giriyor. Çünkü bu insan gölge yanını gösteriyor, ne öğretiyor bana, diye sormalıdır. Siz cömertsiniz sürekli sizden almaya çalışan ve cimri insanlar giriyor. Çünkü onlara “hayır” diyebilmek sınır çizmektir. Sizi gerçekten sevmiyor sadece ihtiyacı olduğu zaman ortaya çıkıyor ve o sahte sevgisini gösteren kişilere kendinize olan “öz saygınızdan” dolayı kendinizi kullandırmazsınız. Değer vermeyen insanlar hayatınıza girdiği zaman gerçekten kendinize olan “öz değere” bakmanızdır.

Yolculuk boyunca eğer ışıklı iseniz size eşlik eden kişilere sevginizi veriyorsanız zaten alması gereken alır. Almak istemeyen insanlara zorla veremezsiniz çünkü o insanın uyanış ve aydınlanma vakti henüz gelmemiştir. Siz sadece kendi hayat yolunuzda kendi ruhunuzun yolculuğunu yapmak ile görevlisiniz.

Nasıl bir ruha sahip olduğunuzla ilgili gerçeği ise ancak ruhunuzu arındırmaya başladığınızda görüyorsunuz.

Önemli olan yolculuğa kendiniz ile başlamak ve hayat yolculuğunuza katılacak olan insanlara ışık olabilmek ve güzel izler bırakmaktır.

Hayat yolculuğu farkındalık, uyanış ve aydınlanma ile güzeldir.

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN

RUHSAL UYANIŞ & AYDINLANMA – III

 

Sevgili okuyucularım, ruhsal uyanış & aydınlanmanın üçüncü bölümünü paylaşıyorum.

İnançlarınızı Sorgulamak

Uyanışınız başladığında, mevcut inançlarınızı veya yaşam tarzınızı sorgulamanıza neden olan doğal bir merak deneyimlemeye başlayabilirsiniz.

Bu, değerlerinizi yeniden değerlendirmek veya statükoya meydan okumak şeklinde olabilir. Bu sorgulama, kendinize dair anlayışınızın derinleşmesine yol açabilir ve ruhani yolculuğunuz için daha güçlü bir temel oluşturabilir.

İnançlarınızı sorguladıkça, hangilerinin artık size hizmet etmediğini belirlemeye başlayabilir ve yeni ruhani yolunuzla uyum sağlamak için değişiklikler yapmaya başlayabilirsiniz.

 

Yüksek bir Farkındalık

En belirgin ruhsal uyanış belirtilerinden biri farkındalığın artmasıdır. Bu, doğaya daha bağlı hissetmek, başkaları için daha derin empati deneyimlemek ve hatta prana, çakralar, elementler, kundalini ve vayus’un süptil enerjilerini algılama ve tanıma kapasitesinin artması gibi birçok şekilde ortaya çıkabilir.

Bu yeni yükselen farkındalık, insanların daha derin değerleri ve amaçlarıyla daha uyumlu hale geldiklerinden, genellikle yaşamdaki önceliklerini yeniden değerlendirmelerine neden olur. Artan farkındalık, daha sıradan anlarda bile hayatın güzelliğinin genel olarak daha fazla takdir edilmesine yol açabilir.

Ayrıca kendinizi toplumunuzun ve çevrenizin ihtiyaçlarına daha uyumlu bulabilir, sosyal amaçlar ve insani çabalarda aktif olma arzunuz artabilir.

 

 

Daha Büyük bir Amaca veya Güce Bağlı Hissetmek

Ruhsal uyanışın yaygın bir işareti, daha büyük bir amaca veya güce bağlı olma hissidir.

Bu, Tanrı veya daha yüksek bir güçle bağlantı, kendinizden daha büyük bir şeyin parçası olma hissi veya hatta diğer insanlara, doğaya veya evrene bağlı hissetme duygusu olabilir.

Bu duygu bir amaç ve tatmin duygusuna yol açabilir ve ayrıca kendi hayatınız veya çevrenizdeki dünya için daha büyük bir sorumluluk duygusu da eşlik edebilir. Bu işaret, nasıl yorumlandığına bağlı olarak olumlu veya olumsuz bir şekilde deneyimlenebilir. Örneğin, kendinizi kendinizden daha büyük bir şeye bağlı hissediyorsanız, bu bir huzur ve anlayış hissine yol açabilir.

Öte yandan, bu bağlantıdan bunalmış veya korkmuş hissediyorsanız, korku ve kafa karışıklığı hissine yol açabilir.

 

Yogada Ruhsal Uyanış Artan Sezgi ve İçsel Bilgi

Artan sezgi ve içsel bilgi, yaşamınız ve etrafınızdaki dünya hakkındaki bilgilere daha derinden erişebilme hissi olarak ortaya çıkabilir.

Kendinizi en içsel duygularınızla daha uyumlu bulabilir veya ruhsal içgörürlerin, sezgisel bilgeliğin veya ‘ruhsal indirmelerin’ daha fazla farkında olabilirsiniz. Kendinizi mantıklı bir açıklaması olmayan şeyleri bilirken bulabilirsiniz.

İçgüdülerinizle daha uyumlu hale gelebilir ve etrafınızda neler olup bittiğine dair daha büyük bir farkındalığa sahip olabilirsiniz.

 

Başkalarının Enerjilerine Karşı Artan Duyarlılık

Ruhsal yollarımızda ilerledikçe, başkalarının enerjilerine karşı daha yüksek bir duyarlılık geliştirmeye başlarız. Kendimizi hem pozitif hem de negatif enerjileri daha güçlü hissederken bulabiliriz ve bu ilk başta kafa karıştırıcı olabilir.

Bu, büyük kalabalıklarda bunalmış hissetmek, belirli insanların yanında tükenmiş hissetmek veya tanıştığımız kişilerle derin bir bağ hissetmek gibi birçok farklı şekilde ortaya çıkabilir. Başkalarının enerjileriyle bağlantı kurmaya devam ederken topraklanmış ve merkezlenmiş kalma becerisini geliştirmek pratik gerektirir.

 

Nefes Alma Düzeninde Değişiklik

Ruhsal ilerlemenin ince ama derin bir belirtisi, alışılmış nefes alma düzenimizin sürekli yavaş, derin diyafram nefesine doğru kaydığını fark etmektir.

Bu tür nefes alma parasempatik sinir sistemini harekete geçirerek rahatlamayı, iyileşmeyi, sakinliği ve iç kaynağımızla daha derin bir bağlantı hissini teşvik eder. Daha yavaş ve derin nefesler almak, enerji ve canlılığın arttığı hissini yaratır ve bilinçte bir değişim yaratır.

 

Günlük Eylemlerde Farkındalık

Günlük eylemlerde farkındalığın derinleşmesini deneyimlemek ruhsal uyanışın yaygın bir işaretidir.

Bu, kişinin fiziksel, zihinsel ve duygusal durumlarına ilişkin farkındalığının artması olabileceği gibi, dünyada daha önce fark etmediğiniz ayrıntıları fark etmek de olabilir.

Daha derin bir farkındalık halinde yaşamak bizi şimdiki ana demirler ve etrafımızdaki dünyaya verdiğimiz tepkilerin ve yanıtların daha fazla farkında olmamıza yardımcı olur.

Düşüncelerimizi ve duygularımızı yargılamadan gözlemlemeyi ve hem kendimizi hem de çevremizdekileri daha kabullenici olmayı öğrenebiliriz.

 

Akışta Olmak

Akışta olma hissi ruhsal uyanışın güçlü bir göstergesi olabilir. ‘Bölgede’ olmak olarak da adlandırılan Akış durumu, bir faaliyete katılan kişinin tamamen enerjik bir konsantrasyon hissine daldığı ve faaliyetten zevk aldığı yüksek bir zihinsel durumdur.

Akış halindeki insanlar genellikle zamanı unutur ve sıklıkla daha yüksek bir üretkenlik, yaratıcılık ve performans seviyesine ulaşabilirler.

Bu duyguya genellikle bir huzur ve iç dinginliğinin yanı sıra şimdiki ana dair yüksek bir farkındalık eşlik eder.

 

Derin Meditasyon Halleri Deneyimi

Daha uzun, daha derin ve daha derin meditasyon halleri ruhsal gelişimin bir işaretidir. Bu, gelişmiş konsantrasyon, artan öz farkındalık ve İlahi Olan ile daha anlamlı bağlantılar olarak ortaya çıkabilir. Derin meditasyonun semptomları arasında yüksek bir berraklık hissi, tamamen merkezlenmiş ve dengede olma hissi ve derin bir neşe ve iç huzur hissi de yer alabilir. Daha derin meditasyon halleri, gerçekliğin doğası ve kişinin yaşamdaki amacı hakkında iç görü kazanmasına yardımcı olabilir.

 

Düşüncelerden ve Maddi Varlıklardan Uzaklaşma

Ruhsal uyanışın en yaygın işaretlerinden biri düşüncelerden ve maddi varlıklardan uzaklaşmaktır.

Fikirlere, duygulara ve maddi varlıklara olan güçlü bağlılıklar acı ve ıstırabımızın çoğunun kaynağıdır.

Uyanışımız ilerledikçe, bu bağlılıkların yalnızca geçici olduğunu ve gerçek neşenin bir şeylere tutunma arzumuzu bırakmakta yattığını anlarız.

Bu anlayış bağlılıklarımızdan kopmamızı ve dışsal olan yerine içsel olana odaklanmamızı sağlar. Bunu yapmaya devam ettikçe, gerçek doğamızla ve tüm yaşamla daha büyük bir bağlantı deneyimleyebiliriz.

 

Artan Yaratıcılık veya İlham

Ruhsal benliğinizle daha uyumlu hale geldikçe, ani yaratıcılık veya ilham patlamaları yaşamaya başlayabilirsiniz.

Bunlar birdenbire aklınıza gelen fikirler veya içgörürler olarak ortaya çıkabilir veya size artan bir problem çözme yeteneği sağlayabilir.

Kendinizi aniden, görünüşte ilgisiz konular arasında bağlantılar kurabilir ve zor sorunlara yaklaşmak için yeni yöntemler geliştirirken bulabilirsiniz. Bu, ruhunuzun uyandığının ve gerçek potansiyelinizin ortaya çıkmaya başladığının bir işaretidir.

Böyle bir durumla karşılaşırsanız, yaratıcı yeteneğinizi keşfetmek için zaman ayırmanız önemlidir, çünkü bu daha derin ruhani iç görülere ve anlayışlara yol açabilir.

 

Anı Daha Fazla Yaşamak

Aydınlanma durumuna doğru ilerledikçe, geçmişte yaşamak veya gelecek hakkında endişelenmek yerine, daha fazla mevcut olduğunuzu ve şu anın farkında olduğunuzu fark edebilirsiniz.

“Şimdi burada olmak”, uygulamak için çok sayıda hatırlatmaya ihtiyaç duyduğunuz bir şey olmaktan ziyade doğal durumunuz haline gelecektir. Bu yüksek mevcudiyet, hayata ve etrafınızdaki her şeye daha bağlı hissetmenizi sağlar.

Bu artan farkındalık, yaşamın her alanında faydalı olabilecek konsantrasyon ve odaklanmanın da gelişmesine yol açabilir.

Artık hayatınıza musallat olan drama ve kaosa kapılmazsınız ve belirsizlik karşısında daha rahat olursunuz ve şimdiki anın “akışına daha iyi ayak uydurabilirsiniz”.

 

Tüm Canlılar için Şefkat ve Koşulsuz Sevgi

Ruhani yaşamınız derinleştikçe, başkaları için güçlü bir şefkat, empati, nezaket ve koşulsuz sevgi duygusu hissetmeye başlayabilirsiniz. Ayrıca kendinizi hayvanlara ve doğaya daha bağlı hissedebilir, sosyal adalet için konuşmaya ve ihtiyacı olanlara yardım etmeye daha meyilli olabilirsiniz. Bu his, kalbinizden yaşamaya başladığınızın, dünyayı daha geniş bir perspektifle gördüğünüzün ve tüm yaşamın birbirine bağlı olduğunu anlamaya başladığınızın bir işaretidir.

 

İç Huzur Arayışı Ruhsal Uyanış Belirtilerindendir

İç huzur ve dinginlik arayışı tüm ruhani yollar arasında ortak bir hedeftir. Bu arayış meditasyon, dua, tefekkür ve başkalarına hizmet gibi ruhani uygulamaları anlamayı ve günlük yaşamınızda uygulamayı içerir.

Derin bir huzur ve sükunet deneyimleme arzusu sizi dramayı, günlük stres faktörlerini, zehirli ilişkileri ve sağlıksız alışkanlıkları bırakmaya teşvik edecektir. Farkındalığınız genişledikçe, şimdiki ana dair iç görü ve sükûnet halinde kalma becerisi kazanacaksınız.

Düşünceleriniz ve eylemleriniz tarafından yaratılan iniş ve çıkış döngüsü giderek azalacak, daha istikrarlı ve tutarlı bir ruhsal gelişim ve iç huzura yol açacaktır.

 

Kaynak:

10 Signs of Spiritual Enlightenment & Awakening, Tamara Lechner

Spiritual Awakening: Definition, Signs and Symptoms, TIMOTHY BURGIN, 2023

21 Signs You’re Going Through A Spiritual Awakening + How To Embrace It, Sarah Regan

 

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN

OKUMAK

 

Sevgili okuyucularım, bu ayki bilge hikâyemiz ile beraberiz.

“Üstat, o kadar çok kitap okudum ki… ama çoğunu unuttum. Öyleyse, okumak ne işe yarar?”

Bu, meraklı bir öğrencinin samimi sorusuydu.

Üstat… cevap vermedi.

Sadece sessizce ona baktı.

 

Birkaç gün geçti.

Nehrin kenarında oturuyorlardı.

Aniden yaşlı adam dedi ki:

 

— Susadım. Bana biraz su getir… ama yerde duran o eski süzgeci kullan.

 

Öğrenci şaşkınlıkla ona baktı.

Bu mantıksız bir emirdi.

Delik deşik bir süzgeçle nasıl su getirilirdi ki?

 

Ama itaatsizlik etmeye cesaret edemedi.

 

Süzgeci aldı ve denedi.

Bir kez.

Sonra bir kez daha.

Ve tekrar…

 

Koştu, doldurdu, yolda suyun hepsini kaybetti.

Daha hızlı gitmeye çalıştı.

Parmaklarıyla delikleri kapatmaya çalıştı.

Açı değiştirdi…

 

Hiçbir şey işe yaramadı.

Bir damla su bile kalmadı.

 

Bitkin ve umutsuz, üstattın ayağına geri döndü:

 

— Üzgünüm. Başaramadım. İmkansızdı…

 

Üstat ona şefkatle baktı ve dedi ki:

 

— Başarısız olmadın. Süzgece bak.

 

Öğrenci gözlerini kaldırdı.

Ve gördü:

O kirli, eski, kararmış süzgeç şimdi parlıyordu.

Su, defalarca içinden geçerken onu temizlemişti.

Ve üstat ekledi:

 

— Okumak budur işte.

Okuduklarının hepsini hatırlamamış olman önemli değil.

Bilginin hafızandan süzgeçten akan su gibi akıp gitmesi önemli değil…

 

Çünkü okurken, zihnin arınıyor.

Ruhun yenileniyor.

Düşüncelerin aydınlanıyor.

Ve farkında olmasan bile, içten dönüşüyorsun.

 

İşte okumanın gerçek amacı budur.

Hafızanı doldurmak değil…

Ruhunu yıkamaktır.”

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN

 

ORB NEDİR? (ORB PROJESİ)

Sevgili okuyucularım bazılarınızda resimlerde gökkuşağı renklerinde yuvarlak veya dikey olsun ışıklar görürsünüz. Bazı insanlar güneşin yansıması veya ışık kırılması derler. Hiç dikkate almazlar.

Bu ışıklar neyi ifade ettiğini birçok spiritüeliler tarafından araştırılmış ve bu konuda ki bilgiyi sizlerle paylaşıyorum.

“İnsanlar sadece belli bir frekans aralığında duyabilmekte ve görebilmektedirler. Melek ve diğer ışık varlıklar ise farklı bir frekansta titreşirler. Çok sayıda insan, sadece somut olana inandığından, ruhsal varlıkların olmadığını düşünüp, yok sayarlar. Bunun sonucunda bu varlıkların sundukları yardım elinin farkına varmadan, umutsuz bir yaşam sürerler.
İnsanlar ruhani dünyanın varlığı için kanıt aramaktadır. Spiritüel hiyerarşi, yüzyıllardır insanların görme ve duyma duyularının ötesinde farklı boyutlar olduğu konusuna dikkatleri çekebilmek için çalışmalar yapmaktadır. Melekler ve Yükselmiş Üstatlar insanların fotoğraflarında görünüp dikkatlerini çekebilmek için, Orb olarak görünme projesini başlatmışlardır. Böylece hem insanlara bir kanıt sunulacak, hem de Orb gören kişi ile temas kurulabilecektir.

Orbların daire şeklinde olmasının sebebi nedir?

Bir Orb görüntüsü yakaladığınızda, siz ışık varlığın enerji alanını görmektesiniz. Işık beden veya merkabah normalde 6 köşeli yıldız şeklindedir.

Varlık geliştikçe daire şeklini almaya başlar. Bu ise tamlığı ve bütünlüğü simgeler. Ayrıca küre diğer şekillerden daha yüksek bir enerjiye sahiptir ve enerji akışını kısıtlayacak köşeleri yoktur. İ  içindeki varlığı korur ve seyahati sırasında zarar görmesini engeller.

Neden her fotoğrafta orblar görünmez ?

Orblar sadece belli bilinç seviyesindeki fotoğrafçıların çektiklerinde belirirler. Sevgi işin anahtarıdır. Orblar auraları genişlemiş beşinci boyut varlıklarıdır. Orbları görüntüleyebilmek için sevgi bilincine ulaşmalısınız.

Birçok boyut bulunduğu ve hepsi farklı frekansta titreştiğinden bir çok değişik renk ve şekilde orblar görülebilir. Her melek, başmelek, ruh kendine özel bir şekle ve renge sahiptir. Her Orb merkez bölgesinden ilahi enerjiye bağlıdır ve en saf ilahi ışığı yansıtır. Dış hat korunma hattıdır. Korunma halkasının dışında aura bulunur ve bu bölge sizin auranızla temas eder. Böylece aranızda bilgi alışverişi sağlanır.

Orb Renklerin ve Genel Anlamı

Pembe; açıklık (dürüstlük)

Açık kırmızı; yüksek enerji

Turuncu; şifa enerjisi

Sarı yeşil; ruhsal büyüme

Yeşil; şifa, doğurganlık

Turkuaz; eğlence tarafsızlık

Açık mavi; huzur

Pilot açık mavi; koruyucu

Lavanta; Tanrı ile barışıklık

Mor; depolanan bilgiler “…

Kaynak: Erkan SARIYILDIZ

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN

AŞK GÜL BAHÇESİ

Sevgili okuyucularım, bu ayki bilge hikâyemiz ile beraberiz.

Kasabanın birinde, güzelliği dillere destan bir kız yaşarmış. Kendisiyle evlenmek isteyen uzak ülkelerden gelen nice prensi, asili, zengini, yakışıklı delikanlıyı reddetmiş. Kimseleri kendine layık görmüyormuş. Kıza aşk besleyen, aynı kasabada yaşayan genç bir delikanlı da bu kızı istemiş.  Ama kız onu da beğenmemiş. Bizim delikanlı günün birinde kasabadan ayrılmış. Başka birine aşık olup evlenmiş, çocukları olmuş, yeni bir hayat kurmuş.

Uzun zaman sonra yolu yaşadığı güzel, şirin kasabaya düşmüş. Aklına bir zamanlar aşık olduğu kız gelmiş, ona ne olduğunu merak etmiş. Tanıdık bir yaşlı adam, güzel, büyük bir gül bahçesi olan evi göstererek kızın evlendiğini söylemiş. Kimseleri beğenmeyen güzel kızın kiminle evlendiğini görmek istemiş. Kocasını evden çıkarken görmüş. Kızın kocası şişman, kel, çok çirkin ve kaba bir adammış. Üstelik zengin de değilmiş. Nasıl oldu da böyle biriyle evlendiğini merak eden adam, kızın kocası gittikten sonra evin kapısını çalmış. Kız kapıyı açınca adamı tanımış. Adam sormuş:

– Sen ki hiçbirimizi beğenmedin, nice kısmetlerini geri çevirdin, nasıl oldu da böyle biriyle evlendin demiş?

 Kız da ona:

–  Sana cevabı vereceğim fakat önce gül bahçemdeki en güzel gülü koparıp getireceksin, yalnız tek şartım, bahçede ilerlerken geriye dönmeyeceksin.

 Adam peki demiş ve çok güzel güllerin olduğu bahçede ilerlemeye başlamış. Önce çok güzel sarı bir gül görmüş. En güzel gül bu derken biraz ilerde daha güzel kocaman pembe bir gül daha görmüş. Tamam budur işte diye düşünürken daha ilerde muhteşem güzellikte kırmızı bir gül goncası gözüne ilişmiş. Bir türlü karar verememiş, en güzel çiçeği bulacağım derken bir de bakmış ki bahçenin sonuna gelmiş, geriye dönemeyeceği için bahçenin sonunda yaprakları solmuş cılız bir gülü mecburen koparıp kıza götürmüş.

Kız gülü almış ve adama demiş ki:

– Bak gördün mü? Her zaman daha iyisini bulacağını düşünürken ömür geçer de sonunda en kötüsüne razı olmak zorunda kalırsın. Bu yüzden gençlik bitmeden elindekinin değerini bilip, yetinebilmeyi öğrenmek gerekir.

Hayat akarken birçok fırsatla karşılaşırız. Kimimiz fırsatların değerini bilir, kimimiz ise birçok fırsatı kaçırıp görmeden yanı başından geçip gider. Ömür dediğin yoldan geçerken aynı şartlar altında bir daha geçemeyiz. Bir hedefe öylesine kilitleniriz ki karşımıza çıkan diğer fırsatları kaçırırız. Bir gün bir bakmışız hedeflediğimiz noktadan da uzaklaşıp çok farklı bir noktaya gelmişiz. Hayatımıza dönüp baktığımızda geriye kalan sadece kaçmış birçok fırsat ve bize kalan içimizi kemiren “KEŞKE” diye yankılanan düşüncelerimiz.

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN

HERKESİN BİR SINAVI VARDIR

“Hintli bir adam suda bata çıka ilerlemeye çalışırken yanına bir akrep gelir. Onu kurtarmaya karar verir ve parmağını akrebe uzatır ama akrep onu sokar. Hintli tekrar akrebi sudan kurtarmaya çalışır ama akrep onu tekrar sokar. Yakınlarındaki başka biri ona, sürekli onu sokmaya çalışan akrebi kurtarmaya çalışmaktan vazgeçmesini söyler. Ama Hintli adam şöyle der: “Sokmak akrebin doğasında vardır. Benim doğamda ise sevmek var. Neden sokmak akrebin doğasında var diye kendi doğamda olan sevmekten vazgeçeyim?”

Sevgili okuyucularım, bu hikâyeyi çoğumuz biliyoruz.

Hayatımızda yaşadığımız acılar ve zorluklar karşısında bazen kendimizi kaybederiz, aslında bunu yaparken öz benliğimizden vazgeçmiş oluruz. O anda haksız duruma düştüğümüzü düşündüğümüz için belki bir anlık öfkeye kapılırız, kızgınlık ve nefret duyarız. O öfke ile söylediğimiz sözleri bilmeyiz. Ama sonra aslında bu duyguların bize ait olmadığını fark ederiz, “Çünkü” deriz kendi kendimize, “ben sakin bir insandım. Kimseye kötülük yapmam, herkesin iyi olması için elimden gelen iyilikleri yaparım, özüm ne ise onu veririm. Ama niçin bunları verirken akrep gelip beni sokuyor, bana zarar veriyor?” İşte burada asıl olan özümüzde kalabilmektir. Yaşadığımız olay ve durum her ne olursa olsun o öfke tuzağına düşmeden özümüzde kalabilmek. Öfkeye kapıldığımız hâlde bunu dışa yansıtmamak değil söylemeye çalıştığım; çünkü o ikiyüzlülük olur. Her ne olursa olsun özümüz iyiyse onu öfkeye teslim etmemeyi vurguluyorum. Mayamız iyiyse bırakalım akrep akrepliğini yapsın, canımızı yaktı diye ona benzemeyelim, özümüzden uzaklaşmayalım.

Aslında hayatı kendi ruhumuza sunulan bir sınav olarak görmeliyiz. Bazı ruhlar doğuştan itibaren sakindir ve olgun ruh olarak doğar, böyle kişilere” yaşlı ruh” deriz. İşte böyle insanlar, olumsuz insanlar tarafından sınava tutulurlar, yani sınanırlar. İşte o anda özünden vazgeçmeyip bu yolda güzelliklerle gitmek varken çoğu insan, “Bak, zararı ben gördüm, olumsuzluk yaşatan, haksızlık yapan o kişiye bir şey olmuyor, gayet mutlu ve huzurlu yaşıyor” der. Hatta kendi kendine çıkarım yapar ve “Demek ki iyilik yapılmayacak, bencil olmak gerekiyor, hiçbir şeye karışmayacaksın, suya sabuna dokunmayacaksın” deyip önce kendine kızmaya başlar.

Oysa hayatta karşılaşılan her insana bir öğretmen olarak bakmak gerekir ve her öğretmen sınava tabii tutar! Bu sınav bazen çok acımasız olur gerçekten. Ruhunuzu öyle bir yorar ki artık hayatınızdan vazgeçersiniz, insanlardan uzaklaşmak zorunda kalırsınız. İşte o noktada önemli olan insanın kendi içindeki o gücü bulmasıdır. Yaşadığı her türlü olumsuzluğa rağmen o gücü içinde taşıması, koruması ve ona inanmasıdır. En derin zorluklar gerçek gücü ortaya çıkarıyor. Sözünü ettiğim bu güç ruhun hâlâ ışıkta kalmasıdır.

İnsanlar bazen de iyi insanların başına kötü şeyler gelmemesi, ahlaklı insanların olumsuzluk yaşamaması gerektiğini düşünürler. Son derece inançlı insanların karşılaştığı olumsuzluklarda “Niçin Allah onu korumadı?” veya “Niçin Allah ona böyle olumsuzluklar yaşattı?” diye düşünürler. Bazen de kimileri için “Bu insan Allah’a hiç inancı yok ama hayatı gayet iyi gidiyor” diye düşünür veya etrafındakilerle konuşurlar. Çünkü hak etmedikleri davranışla karşılaştıkları için kabul edemezler. Daha doğrusu, iyiler kazanacak kötüler her zaman kaybedecek veya iyilerin her zaman yüzü gülecek kötülerin yüzü gülmeyecek, diye düşünen birçok insan var. Bu düşünce içine girip adaleti sorgulamaya başlarlar. “Hani nerede adalet?” veya “Nerede Allah’ın adaleti? diyerek bu sefer içlerinde öfke, nefret, kin gibi olumsuz duygular çoğalır.

Hayat her zaman, yok böyle olacak yok şöyle olacak, diye planlarla gitmez. Bir kere hayat düz bir çizgiden ibaret değildir ve her zaman yükseliş yoktur.  Hayatın içinde acı, üzüntü mutlaka vardır. Önemli olan bu acılar ve üzüntüler karşısında ruhunuzun ne kadar olgunlaştığı, bilgelik yolunda ne kadar ilerlediği veya o özünüz olan sevgiden uzaklaşarak olumsuzluklar içinde boğulup boğulmadığıdır?

Her ruh kendi sınavını verir; bu kaçınılmaz. İyi niyetli insanların sınavı hayatlarına giren olumsuz insanların yaşattıklarıdır. Bu, emeği hiçe saymak olur, nankörlük olur, maddi zarara uğratmak olur; bunun gibi birçok örnek yazarım. Bir iş yerinde senelerdir çalışır, patron ona her zaman destek çıkar ama bir bakarsınız kendi menfaati için patronunu zarara uğratmış ya da her şeyine koşulsuz olarak destek çıktığınız aileniz, akrabanız, sevgiliniz veya arkadaşınız kalbiniz kırar, olumsuzluk yaşatarak zarar verir. İşte o anda “Ben bunları niçin yaşadım, ne hak ettim de bunları yaşadım?” sorusunu sorarsınız.

Bu arada dünyada yalnız siz yaşamıyorsunuz böyle olayları, çevrenizden duyduğunuzda da hep iyiler kaybediyor işte, diyorsunuz. Geçenlerde tanıklık ettiğim, mahallemizde 24 senedir simitçilik yapan esnafın uğradığı haksızlığı anlatayım. Simitçi, üç dört senedir tanıdığı bir kadın müşterisinin iki yaşındaki erkek çocuğunu sevmiş. Kadın daha sonra kendisine “Çocuğuma dokunma” demiş. Simitçi özür dilemiş ve “Bir daha dokunmam” demiş. Sonra kadın belediyeye şikâyet etmiş, simit tezgâhı görmek istemediğini söyleyip kaldırılmasını istemiş. Tabii ki tezgâh kaldırıldı. Simitçiyi 24 senedir tanıyorum, simit alırken her defasında sohbet ederim, bugüne kadar hiç kimsenin kendisinden şikâyetçi olmadığı, işini gayet dürüst olarak yapan bir insandır. Olaydan sonra da konuştuk, “Çocuğuna simit verdim ve sevdim. Niçin bana bunu yaptı?” diyor. “Bir kötü niyetim yok üstelik beni de tanıyordu” deyip kendini savunuyor. Simitçi kendinden emin olduğu, yanlış bir şey yapmadığı için olayın üstüne gitti. Onu tanıyan bütün insanlar hemen arka çıktı ve tezgâhını geri aldı. Simitçi, bir kişinin yaşattığı olumsuzluğa karşı geçmişte herkese yaptığı dürüstlüğün meyvesini aldı. İşte insan sadece kendisi iyi niyetli de olsa her zaman başka insanlarla sınava tabii tutulur, sınanır. Önemli olan kendi içindeki o sevgi dediğimiz güçten vazgeçmeyip ruhunun ışığı ile devam etmesidir.

O insan, kendisine kötülük yapıldı diye çocukları sevmekten ya da bedava simit vermekten vaz mı geçecek? Hayır çünkü sadece dersini almıştır. Bundan sonra bir çocuğu sevmek isterse o anda yanında kim bulunuyorsa o kişiden izin alacaktır.

Hayatı çırak gibi yaşadığımızda her bir insan bize bir şeyler öğretir. Bu öğretilerin içinde canımızı gerçekten acıtacak, bizi üzüntü içinde bırakacak kişiler olur. Bu insanlar acılarla ruhumuzu olgunlaştırırken bazı insanlar da iyiliklerini cömertçe sunarak ruhumuzu rahatlatır, huzur verir. Her zaman hayatınızda böyle insanlar olacak. Burada önemli olan şudur: Siz hangi ruha sahip olacaksınız? Özünüzden ayrılıp bencilliği, iyilik yapmamayı, acımasızlığı mı seçeceksiniz yoksa ruhunuzdaki sevgi ve ışığa tutunarak benim buradaki dersim nedir ve neyi öğreniyorum, diye kendinize sormayı mı tercih edeceksiniz? Unutmayın kötülüğe kötülükle karşılık vermek veya kötülük düşünmek sevgiden uzaklaştırır.

Tabii ki bunları başarmak kolay değil çünkü haksız yere canınız yanmış ve üzülmüşsünüz ama inanın ki siz kendi içinizdeki sevgiyi söndürdüğünüzde ruhunuzdaki o ışığı kapatmış olursunuz. Bunun için yapabileceğiniz en iyi şey, kabullenmektir. İnsan başına gelenleri kabule geçtiğinde daha sakin bir karar veriyor ve yapılması gerekeni yapıyor.

Şunu unutmayın ki sevgili okuyucularım, kötülükleri iyilikle yenmek ilk başta imkânsız gibi gelebilir ama gerçekten iyilikle yendiğinizde kendinize inancınız artıyor ve kazanan yine siz oluyorsunuz. Belki o anda görünmüyor ama aylar, yıllar geçtikten sonra karşınıza mucizeler çıkıyor. Buna inanının lütfen. Başınıza gelen olayları kabullenemediğiniz zaman size yapılan davranışları hazmedemiyorsunuz, bu sefer kendi sağlığınıza zarar veriyorsunuz. İyilik yaptığınızda size olumsuzluk yaşatan insanları suçlamayın kendinizi de suçlamayın lütfen. Bu sınavı nasıl geçebileceğinize odaklanın? Bir öğrenci nasıl sınavı geçmek için elinden geleni yapıyorsa işte siz de bu sınavı geçmek için nasıl bilgece davranmanız gerektiğini öğrenmeye çabalayın. Bilgece davranış ruhu olgunlaşmaya götürür.

Hayatımda tabii ki bencil, nankör, iftira atan, emeği hiçe sayan, kendi menfaatleri için sevgisini sunan veya konuşan, cimrilik yapan, zor zamanımda yanımda olmayan, ihtiyaçlarını verdiğimde iyi deyip yüzleştiğimde olumsuz söz söyleyen ve terk eden, iyiliğe karşı olumsuzluk yaşatan insanlar oldu ama kabullendim. Çünkü her ruh tekâmül etmeye açık değil, her ruh tekâmül etmek için çaba sarf etmez. Bunu öğrendim. O zaman ben yine ruhumdaki ışık ile yol alırım. Benliğimden, özümden niye vazgeçeyim, birkaç insanın yaşattığı olumsuzluklar için niye ışığımdan vazgeçeyim? O zaman ben olmam başkası olurum. İnsanların davranışlarına takıldıkça ışığınız artmaz.

İçinizde o gerçek sevgi varsa sevmekten hiçbir zaman vazgeçmeyin, iyilikten vazgeçmeyin.

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN

DÜNYAYI RUHUNUN IŞIĞI İLE AYDINLATABİLİRSİN

Sevgili okuyucularım, hepimizin bir enerjisi var, bu enerji hayatımız boyunca bizimle birlikte olur.

Günlük yaşamımızda kendi kendimize veya çevremizdeki insanlarla konuşurken “Bugün enerjim düştü” veya “Kendimi iyi hissetmiyorum, ruhum yorgun” gibi cümleler kullanırız.

Tabii ki insanın bir günü bir gününe uymaz çünkü yaşadığı üzücü olaylar ve çevresinden aldığı üzücü haberler ister istemez enerjisini değiştirir. Bunlara çevre faktörleri deriz. Bir de insanın kendi düşünceleri, davranışları, bakış açısı, anlayışı ve değer yargıları ile kendine verdiği enerji vardır. Bu da hayat enerjisidir. Hayat enerjisi, insanın kendi içini güzelleştirmesi ile başlar. Dış özelliğimize verdiğimiz önem geçicidir, o an için kendimizi iyi hissettirir; hayat enerjimizi yansıtmaz. Gerçek hayat enerjisini gösteren iç güzelliktir. Asıl önemli olan içi güzelleştirmektir. Birçok insan dış görünüşünü kastederek “Beni nasıl buluyorsun?” sorusunu sorar. Dışa yansıyan sadece içteki hayat enerjisidir. 

Bazen hiç tanımadığınız biriyle iletişimde bulunursunuz ve “Enerjim çok düşüktü ama bir anda yükseldi” dersiniz. İşte bu, o kişinin size ruhunun ışığını vermesindendir.

Burada dikkat edilmesi gereken nokta hayat enerjisinin neye yönlendirildiğidir. Hayat enerjimizi yalnızca maddeye yönlendirirsek; dünyasal arzularımızı ön planda tutarak yaşarsak hayat enerjimize maalesef egoyu sokmak zorunda kalırız. Her bir ego bizim hayat enerjimizi düşürmeye çalışır.

Örneğin birçok insan hayatında aldığı kararları kalbi ile değil aklı ile almaya çalışır. Yaşamla ilgili tüm ilişiklerini akıl ile kurmaya çalışır. Hayatı boyunca yarar ve çıkar üzerine hesap kitap yapar. Kalbinin sesine kulak tıkar ve yalnızca akla uygun olana “Evet” uygun olmayana “Hayır” der. Kendine uygun olanın çevresine ve dünyaya zararlı olup olmadığına bakmaz, sadece kendi hesabına bakar. Bencilce yaklaşıma girer. İşte burada kendini düşündüğü için ister istemez bencilce davranışta bulunmak zorunda kalır ve hayat enerjisini bir anda simsiyah bulutlar kaplamış olur. 

Dünyasal istekleri ön planda tutan bir insan nefsin bağımlılığı altına girer. Arzularının gerçekleşmesi için egosu her gün biraz daha büyür, hırslarına kapılır. Örneğin elindeki ile yetinmeyip hep alma istediği olur, bu sefer de o alma isteği fazla para kazanmak için hırsa dönüşür. Ayrıca da kazandığı parayı paylaşmaktan kaçınır çünkü sırf kendini düşünmeye başlamıştır.

Kendimize dönüp bakmalıyız; dünyevi isteklerimiz ne kadar, nelere aç gözlü davranıyoruz? İşte bu sorulara vereceğimiz yanıtlar enerjimizin yönünü ve niteliğini ortaya çıkarıyor. Birlikte düşünelim; sürekli isteyen, aç gözlü, elindeki ile yetinmeyen, hırs yapan ya da etrafa karşı gösteriş için yaşayan, rekabete enerjisine giren kişinin enerjisi nasıl olabilir? Şimdi de bunun tersini düşünün; elindeki ile yetinen, bol şükür eden, kimse ile rekabete girmeyen, hırs yapmayan bir insanın hayat enerjisi nasıl olur? Sürekli şikâyet eden, elindekine şükretmeyen, siz verdikçe daha fazlasını isteyen insan iç dünyasını güzelleştirmek için herhangi bir çaba göstermezse dünyayı ruhunun ışığı ile aydınlatamaz. Çünkü almaya çalışan, bir şey vermeyen insan cimri olur. Sadece parayı düşünür. Siz verdikçe daha çok alma çabasına girer. Alma verme dengesi bozulduğunda da mutluluğa ulaşamaz, ruhunun ışığı dünyayı aydınlatamaz. Paraya önem veren insan dünyaya nasıl hizmet edebilir ki? Bizzat böyle insanlarla karşılaştım. Etrafımda gördüm.

Hayat enerjimiz kendi ruhsal yolculuğumuza bağlıdır. Bazı insanlar dünyasal yaşamın cazibesine öyle kapılır ki ruhunun ışığını ve ruhsal erginlik ve olgunluğa ulaşmanın yolunu kapatır. Eğer ruhun ışığı ile aydınlatırsak o zaman dünyada yaptığımız her iş, ahlak, adalet ve erdem ilkelerinin içinde olur. Kendimiz için değil bütüne faydalı olmuş oluruz. İnsanlarla kurduğumuz her ilişki yarar ve çıkardan uzak, sadece sevgi ve şefkat içinde olur. Olumlu, verimli ve bereketli bir hayat enerjisi ortaya çıkmış olur.

İçimizden akan enerjiye baktığımızda bu enerjinin hangi yöne gittiğinin farkına varırız. Öfkeli bir insanın enerjisinin aktığı yön sevgiden uzak olur çünkü öfkenin verdiği enerji karanlıktır ve ruhun ışığını örterek her türlü iletişimde insanların kendisinden uzaklaşmasına sebep olur.

İnsanlar genelde kendi kusurlarını görmezler ve hatalarını kabul etmezler. Hatalarını söylediğiniz zaman özür dilemek yerine kendilerini haklı çıkarırlar. İşte burada kişinin kendi enerjisi bir savunma mekanizması bilincinde olur ve kendini haklı çıkarmak için elinden geleni yapar. Bu durumda hayat enerjisi kendine olumsuzluk olarak akar. Hâlbuki hatasını kabul etse; kusurunu görüp kabul etse ve düzeltse iç dünyasını güzelleştirecek, ruhunun ışığı dünyayı aydınlatacak.

Yaptığınız işte başarı elde etmiş olursanız bazı insanlar bu başarıdan rahatsız olur ve size negatif enerji verir, sizi aşağı çekmeye çalışır. İşte burada devreye giren duygu kıskançlıktır. Ya da sizinle rekabete girer, sürekli bir kavga ve mücadele içinde olur. Bu da hayat enerjisini karanlığa yönlendirir. İmrendiği insanın yaşantısı kendisinde olmadığı için kıskançlık göstererek kendi iç güzelleşmesini engeller. Yaptığınız işi takdir ve teşvik etmeden hemen sizi eleştiren, motivasyonunuzu bozan ve sinsice sizi kıskanan insanların hayat enerjisi maalesef kirli akan bir nehre benzer.

Aslında hayat enerjiniz nereye doğru akarsa yaşamınız oraya doğru akar. Sürekli birini eleştirmek, yargılamak olumsuzluk ararsanız kendi yaşamınızda olumsuzlukları yaşarsınız.

Olumsuz duyguları beslediğinizde kendi içinizi simsiyah bulutlarla kaplarsınız. Simsiyah bulutların arkasından güneşin çıkmasını beklemek gibi, böyle olumsuz duygulara sahip birinin güneş gibi sevgi vermesini, ışık vermesini beklemek boşunadır. Ama imkânsız da değildir. Bu nasıl olur? Elbette o insanın kendi bilinciyle bunları bilip (olumsuz duyguları) özgür iradesi ile değişmeye çalışmasıyla olur.

İnsan, “Hep ben en iyisini bilirim”, “Benim dediklerim doğru” iddiasıyla kendini dev aynasında görüp kibre kapıldığı anda hayat enerjisi düşer.

Hata yapan birine karşı olumsuz üslupla konuşan da hayat enerjisini maalesef kaybeder. Bu sefer çevresindekilere “İşte, bana hatalı davrandı onun için böyle üslup kullanıp enerjimi düşürdüm” diye dert yanar.

Benzer şekilde öfkeli bir davranışta bulunan insana aynı öfke ile karşılık verip saldırgan bir tavır sergilemek de insanın iç dünyasını çirkinleştirir. Bu sefer hayat enerjisi düşer ve “O böyle davranmasa ben bunu demeyecektim” türünden karşı tarafı suçlamalar başlar. Aslında iç dünyanızı güzelleştirmek için yüzde yüz haklı bile olsanız önce sessiz kalıp sakinleşmeyi ve sonra güzel üslupla davranışının yanlışlığını anlatmayı denemenizde yarar var.

Hayat enerjiniz olumlu olduğunda havayı güzelleştirirsiniz. Kapkara bulutların arkasındaki güneşi çıkartırsınız. Bu olumlu enerji tabii ki sevgi ve şefkat ile olur. Ruhunuzun aydınlığı ile dünyaya ışık olursunuz. 

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN