BİLİNÇLİ İNSAN OLUMSUZ KARMA YARATMAZ

Sevgili okuyucularım, 14 Haziran 2022 tarihli “İlahi Adalet İnancı Olanlar Yapmaları Gerekeni Bilirler” ve 29 Temmuz 2025 tarihli “Bilinçli Aileler Çocuklarına Karma Bırakmaz” başlıklı yazılarımda hem karma hem de ilahi adalet konusuna değinmiştim. Bu yazımda da bilinç seviyesi ile karma arasındaki ilişkiye değineceğim.

Bilinç seviyesi yükseldikçe karma yaratma olasılığı azalır. Bilinç seviyesi düşük olan insan, yarattığı karmanın kendisine döneceğini ve zarar vereceğini düşünemez veya belki o anda egosuna, nefsine yenildiği için düşünmez. Fakat bilinç yükseldikçe insan önce kendisine sonra etrafa ışık, uyanış ve aydınlanma sağlar. Yüksek bilinç seviyesine ulaşanlar ışığın farkında olup o yöne doğru gitmeyi tercih ederler.

Bilinç seviyesi yükseldikçe ağızınızdan çıkan kelimeleri daha özenli seçersiniz. Hem kendinize hem de başkalarına söylediğiniz sözlere dikkat edersiniz. Yaşadığınız olumsuz olaylara, haksızlıklara karşı sakin, sessiz, inançlı ve sabırlı kaldığınızda sizin adınıza ilahi adalet devreye girer. Haksızlıklara, iftiralara, söylenen yalanlara, haksız suçlamalara, iyi niyetinizin suiistimal edilmesine, nankörlüklere, yüzünüze söylemeyip dedikodunuzu yapan insanlara karşı gerçekten ilahi sistemin devreye girmesi veya o kişinin karmasını yaşaması için yapmanız gereken yalnızca sabırlı, sakin ve inançlı olmaktır.

Karma, ilahi adaletin tecellisidir. Sürekli kendinizi kanıtlamak, hakkınızı aramak, hesap sormak için size bunları yaşatan kişiyle yüzleşmeye ihtiyacınızın olmadığını anladığınız zaman ilahi adalet sisteminin nasıl çalıştığını görürsünüz.

Bazı insanlar bugün yapılan her şeyin sonucunun hemen yarın görülmesini ister. Bu, bilinç seviyesi ile ilgilidir. Bilinç seviyeniz yeterince yükselmemişse hemen sonuç almak istersiniz. Oysa bilinç seviyesi yükseldiğinde insan bilgelik yolunda gider. Bilgeliğe giden yolun baş koşulu sessiz kalmak ve sabırlı olmaktır. Tabii ki inançlı olmak çok önemlidir. İnançlı olmak tamamen ilahi adalete bırakmaktır.

Sürekli kontrol ederseniz bu sefer ilahi adalete bırakmamış olursunuz. Çünkü siz çözmek istiyorsunuz, yapılan haksızlıklara karşı çözüm üretmek istiyorsunuz. Tabii bu da çok normal fakat çözeceğiniz zaman lütfen bilinç seviyenize bakın; nasıl bir çözüm aramak peşindesiniz? Çözüm yolunuz intikam almak, isyan etmek, beddua etmek vs. gibi davranışlarda bulunmaksa bilinç seviyeniz yeterince yükselmemiştir.

Her davranış bir enerji taşır. Öfke ile cevap veren insanın enerjisi düşük frekanslıdır. Yapılan haksızlığa karşı nefret duymak düşük frekanstır ve bu nedenle bilinç seviyesi düşük olur.

Evrenin yasasında her bilinç kendi yarattığının karşılığını alır ama bu hemen olmaz. Size haksızlıklar yapan biri, bir bakıyorsunuz gayet mutlu. Görünüşte ona hiçbir şey olmuyor gibiyse de o yarattığı olumsuz karma nedeniyle arka planda ilahi sistem her şeyin hesabını tutmaya devam eder.

İlahi sistem, her insanın niyetinin, zihninden geçenlerin, söylediklerinin ve söylemediklerinin, yaptıklarının ve yapmadıklarının hesabını tutar; hiçbir şey gözden kaçmaz ve unutulmaz.

Bir insan sizi küçümsemiş; boş verin küçümsesin, siz onunla aynı bilince inmeyin. Sizin arkanızdan dedikodu yapmış; hiç umursamayın, herhangi bir olumsuzluk düşünmeyin çünkü o kendine olumsuz (kötü) karma yaratmış oluyor. Bazı insanlar birkaç kişiyle bir araya geldi mi başkalarının dedikodusunu yapmaktan hoşlanır. Oysa bilinç seviyesi yüksek olan insan dedikodu yapmaz. O, sadece yüzüne söyler. Arkadan konuşmaz.

Size yalan söyleyen kişi, bilinç seviyesi yüksek olsa; kendine olumsuz (kötü) karma yarattığının farkında olsa yalanlara başvurmaz. Çünkü söylediği yalanlarla kendisinin hayatında karşısına çıkacağını bilir.

Bazı insanlar konuşurken veya yazışırken iletişim kurduğu kişiyi anlamadan ön yargılı davranışta bulunur veya hakkında fikir sahibi olmadığı insanlarla ilgili ön yargılı davranışta bulunur veya konuşur. Ön yargılı söz ve davranışlar olumsuz (kötü) karma yaratır. Yüksek bilinçli insan olaydan tam emin olmak için direkt sormak istediği soruyu sorar ve gerçeği öğrenip ondan sonra söyleyeceğini söyler, ön yargıda bulunmaz. Karşı taraf dürüst olarak cevap vermiyorsa o zaman yalan söyleyen olumsuz (kötü) karma yaratır.

Kulak misafiri olduğum bir olayı anlatayım. Beş senedir gittiğim kuaförde on yıldır çalışan bir personelin, iş yerinin sahibi kuaför hakkında şikâyette bulunan bir müşteri ile patronunu dedikodusunu yaptığına, bir anlamda ekmek yediği yere ihanet ettiğine kulak misafiri oldum. Şimdi bu personel kendisine olumsuz karma yarattığının farkında olmadığı, yaşayacağı sonucu bilmediği için düşük bilinç düzeyinde devam ediyor. Tabii ki buna bir kere değil, birçok kere şahit olduğum için kendisine güzel bir üslup ile farkındalık vermeye çalıştım. Fakat o personel maalesef değişmediği için aynı şekilde devam ediyor. Bilinç seviyesi yükselmiş olsa müşteri kuaför hakkında olumsuz konuştuğunda ya da bir şikâyette bulunduğunda yorum yapmaz ve “Şikâyetinizi direkt patrona söyleyin,” der. İkincisi, kendisi şikâyet ettiği kişilerden maaş alıyor. Memnun değilsen, isteklerini şikâyetini patrona söyleyeceksin, yapmıyorsa ayrılacaksın. Ya da şikâyet etmeyeceksin. Hem patronu başkasına kötüle hem ekmeğini ye! Bu olmaz. İşte bu, bilinç seviyesini gösterir.

Sevgili okuyucularım, her insan bir sınavdan geçer; iyi veya kötü dediğiniz her insan. Sadece herkesin yaşayacağı bir imtihanın zamanı vardır. O imtihanın gününü ve saatini ilahi sistem zamanı gelince gösterir. Yukarıda söylediğim gibi size olumsuzluk yaşatan o anda mutlu görünür ama iç dünyasını bilemezsiniz.

Bilinç seviyesi yüksek olan insan herhangi bir olumsuzlukla karşılaştığında, haksızlığa uğradığında yaşanan her şeyin bir sınav olduğunun, hiçbir şeyin tesadüf olmadığının farkında olur. Affetmeyi, sevgide kalmayı, doğru olanın ne olduğunu bilip onu uygular. Sezgileri gelişmiş ise iç sesini dinleyip arkasında ilahi bir sistemin olduğunu bilir. Karmanın olumlu tarafını seçer.

Herkes hata yapar fakat yüksek bilinçli insan hata yapsa bile hemen farkına varır özür diler. Bir daha o hatayı yapmaz. Egosuna yenik düşmez.

Hayat her zaman insanın olgunlaşmasını ister. İşte bu olgunlaşma sürecinde size teste tabii tutar.

Bakalım siz iyiliğinizden, iyi niyetinizden ve doğru olanı yapmaktan vazgeçecek misiniz?

İntikam almaya çalışacak mısınız?

Öfke, kin, nefret besleyecek misiniz?

Sezgilerinizi dinleyebilecek misiniz?

İlahi adalete inanacak mısınız?

Sevgiden uzaklaşacak mısınız?

Kolaylıkla affedecek misiniz?

Hoşgörülü olacak mısınız?

Sakin kalacak mısınız?

Bu listede uzar gider.

Siz sınavları geçtiğinizde hak ettiğinizi ilahi sistem verir. Yüksek bilinç insanı olgunlaştırır.

Her şey gönlünüzce olsun !
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN

GÜNÜN FARKINDALIĞI

Huzura giden yol.

Yaşadığınız her gün ve her saniye kendinize şunu hatırlatın: Huzura giden tek bir yol var ve bu da kara alanının dışında kalan her şeyden vazgeçmekten, hiçbir şeyin tamamen size ait olmadığını kabul etmekten ve geri kalan her şeyi Tanrı’nın kaderin ellerine teslim etmekten geçiyor.

Bu sabah kendine şunu sor: Kontrolün altında olan şeyler neler? Kontrolün altında olmayan şeyler neler? Ve kendine şunun hatırlatmayı da unutma: İkincisine değil ilkine odaklanacaksın.

Öğleden önce kendine şunu hatırlat: Gerçekten sahip olduğun tek şey karar verme yeteneğindir. Kimsenin senden alamayacağı tek şey budur.

Öğleden sonra kendine şunu hatırlat: Aldığın kararların dışında, kaderin tamamen senin elinde değil. Dünya dönüyor ve biz de onunla birlikte dönüyoruz. Üstelik iyi ya da kötü hangi yönde döndüğümüzü dahi bilmeden.

Akşam olduğunda kendine tekrar şunu hatırlat: Hayatında olan şeylerin ne kadarı senin kontrolün dışında ve kararların nerede başlayıp nerede bitiyor?

Yatağına yattığında uykunun bir teslim oluş ve güven hali olduğunu, bu hissin kollarına kendini ne kadar da kolayca bıraktığını hatırla. Ve yarın tüm bu döngüyü en başından tekrarlamaya hazırlan.

Kaynak: Epiktetos, Makaleler

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN

RUHSAL UYANIŞ & AYDINLANMA – IV

Sevgili okuyucularım, ruhsal uyanış & aydınlanmanın dördüncü bölümünü paylaşıyorum.

Her Şeyin Birbirine Bağlı Olduğunu Görmek

Her şeyin birbirine bağlı olduğunun fark edilmesi ve anlaşılması Budizm, Hinduizm ve yoga da dahil olmak üzere birçok ruhani yolda bulunan temel bir kavramdır.

Bu kavram ruhani yolculuğun tamamen derinleştirilmesi için temeldir ve varoluşumuzun evrensel doğasına dair iç görü sağlayabilir.

Tüm yaşamla derin bir birlik duygusu, ruhani bir birbirine bağlılık hissi ve evrenin içsel birliğinin idraki olarak deneyimlenebilir. Sonsuz ağın gözlerindeki tüm mücevherlerin birbirini yansıttığı Indra’nın mücevherli ağı imgesi, bu birbirine bağlılık veya iç içe geçmişlik için uygun bir metafordur.

Bu temel gerçeğin farkına vardığımızda, dünyayı algılayışımız sonsuza dek değişir.

Rüyalar Berraklaşır

Çağrışım yapan, berrak ve canlı rüyalar görmek, uyanışın ve bilinçaltına erişimin bir işareti olabilir. Lüsid rüya, uykudayken rüya gördüğünüzün farkında olma ve rüya üzerinde bir ölçüde kontrol sahibi olma pratiğidir.

Bilinçaltınızın iç alemlerini keşfetmenize ve güvenli ve emniyetli bir ortamda daha yüksek bilinç hallerine erişmenize olanak tanır. Kendinizi rüyalarınızda ruhani ustalar ve öğretmenlerle tanışırken ve uyanık yaşamınızda neler olup bittiğine dair daha büyük bir farkındalığa sahipken bulabilirsiniz.

Lüsid rüya aynı zamanda bilinçaltı zihnin daha iyi anlaşılmasına ve ruhani alemle ilgili daha derin iç görülere yol açabilir.

Ego yumuşar ve daha az kontrolcü hale gelir

Ego başkalarından ve dünyadan ayrı olma duygusunu sürdürmeye çalışır, ancak ruhsal uyanış sırasında yumuşar ve düşüncelerimiz ve eylemlerimiz üzerindeki kontrolünü kaybetmeye başlar.

Bu da kişinin ruhani aleme açılmasını ve tipik ego temelli bakış açısının ötesine geçmesini sağlar. Bu, akışa bırakma becerisi, kendini kabullenmede artış ve içinde bulunulan anla ilgili genel bir huzur hissi gibi çeşitli şekillerde ortaya çıkabilir.

İnsanlar ayrıca kendilerini farklı bakış açılarına daha açık ve başkalarını yargılama veya eleştirme olasılıkları daha düşük bulabilirler.

Eski Olumsuz Alışkanlıkların Farkındalığı

Eski olumsuz alışkanlıklarınızın ve samskaralarınızın (zihinsel izlenimler) farkına varmak ruhsal ilerleme ve dönüşümün bir işaretidir.

Bu alışkanlıklar ve samskaralar olumsuz kendi kendine konuşmadan, sağlıksız başa çıkma stratejilerine veya kendine zarar veren davranışlara kadar her şey olabilir. Size hizmet etmeyen eylem ve düşünce kalıplarını fark ettikçe, seçimlerinizin sorumluluğunu almaya ve olumlu ve anlamlı alışkanlıklar yaratmaya başlarsınız.

Günlük yaşamınızda olumlu değişiklikler yaparak, daha büyük bir iç huzur ve memnuniyet duygusu geliştirebilirsiniz. Bilinçli ve amaçlı kararlar, düşünceler ve duygular yoluyla iyi karmayı uygulamak, daha ödüllendirici bir yaşam deneyimine yol açacaktır.

İlişkilerdeki Değişimler

Ruhsal yaşamlarımız uyanırken ilişkilerde değişikliklere sıkça rastlanır. Kendimizi mevcut ilişkilerimizin dinamiklerini sorgularken bulabilir ve ilişkilerimizin manevi değerlerimizle daha uyumlu olmasını sağlamak için ayarlamalar yapma ihtiyacı hissedebiliriz. Ruhani kimliğimizin farkına varmaya başladıkça ailemizden, arkadaşlarımızdan ve hatta romantik partnerlerimizden koptuğumuzu hissetmeye başlayabiliriz. Kendimizi eski arkadaşlarımızla yeni yollarla bağlantı kurarken bulabilir ve ruhani derinliği olan insanlarla tanışmak için çekildiğimizi hissedebiliriz. Başlangıçta bu zorlayıcı, kafa karıştırıcı ve rahatsız edici olabilir, ancak toksik insanları hayatımızdan çıkarmak daha güçlü bağlantılar, bir topluluk duygusu ve daha büyük bir öz-sevgi ve kabul duygusu yaratır.

Bir Dharma veya Kişisel Misyon Duygusu

Dharma, doğru davranış ve kişinin amacına veya görevine uygun olarak yaşama yoludur. Ruhani bir uyanış sırasında, kişinin kendi dharmasını veya yaşam misyonunu keşfetmesi veya geliştirmesi nadir değildir.

Bu, içten gelen benzersiz bir çağrı veya amaç olabileceği gibi, Evren’den veya daha yüksek bir güçten gelen bir mesaj da olabilir. Bu misyonun mutlaka mükemmel mutluluğa giden bir yol olmadığını, ancak genellikle kişinin kişisel gerçeğiyle daha fazla uyum sağlayan bir yol olduğunu kabul etmek önemlidir.

Bu nedenle, kişinin dharmasını takip etmesi daha tatmin edici ve huzurlu bir yaşam sürmesine yol açabilir ve daha büyük bir özgüven ve içsel güç duygusu sağlayabilir.

Daha Anlamlı bir Hayat Yaşama Arzusu

Ruhani yaşamınız derinleştikçe, yaşamın amacını sorgulamaya başlayabilir ve burada geçirdiğiniz zamanı nasıl en iyi şekilde değerlendirebileceğinizi düşünebilirsiniz. Maddi mülklerin ve kısa vadeli zevklerin peşinden koşmak yerine, kendinizi daha büyük bir amacı olan veya hayatınıza daha fazla anlam katan faaliyetler ararken bulabilirsiniz. Bu, önem verdiğiniz bir amaç için gönüllü olmaktan, ihtiyacı olanlara yardım etmeye, farklı ruhani uygulamaları ve gelenekleri keşfetmeye kadar her şey olabilir. Daha anlamlı bir yaşam sürmek, daha büyük bir tatmin ve iç huzur duygusu getirebilir ve hayatınıza daha büyük bir yön ve amaç duygusu verebilir.

Yogik bir Yaşam Tarzına İlgi Duymak

Uyanışınız ilerledikçe, yaşam tarzınızı yoga geleneğinin felsefeleri ve öğretileriyle uyumlu hale getirme arzusu yaşayabilirsiniz. Kendinizi meditasyon yapmak, ruhani metinler okumak, doğada vakit geçirmek, daha az et yemek ve daha mütevazı yaşamak gibi daha yogik bir yaşam tarzına çekilmiş bulabilirsiniz. Yaşam tarzı seçimlerinizin ruhsal gelişiminizi nasıl etkilediğinin bilincine varabilir ve aydınlanma yolculuğunda size yardımcı olacak değişiklikler yapabilirsiniz.

Kapanış

Ruhsal uyanış süreci pek çok şekilde tezahür edebilir ve bu deneyim her birey için benzersizdir.

Yoğun ve zorlu bir süreç olsa da, kişinin ruhsal pratiğini derinleştirmek, benliğinin gerçek doğasına dair iç görü kazanmak ve daha tatmin edici ve bağlantılı bir yaşama açılmak için inanılmaz bir fırsat da olabilir.

Ruhsal uyanışın semptomlarının farkında olmak, kendini keşfetmek ve dönüştürmek için alan yaratmaya yardımcı olabilir.

Nihayetinde bu bir kendini keşfetme yolculuğudur ve doğru rehberlikle gerçekten bir uyanış deneyimi olabilir.

 

Kaynak:

10 Signs of Spiritual Enlightenment & Awakening, Tamara Lechner

Spiritual Awakening: Definition, Signs and Symptoms, TIMOTHY BURGIN, 2023

21 Signs You’re Going Through A Spiritual Awakening + How To Embrace It, Sarah Regan

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN

GÜNÜN FARKINDALIĞI

Gerçekten eğitilmiş kişiler kavga etmez. Güzel ve iyi olan bir kişi ne kavga eder ne de (eğer ki elinden geliyorsa) başkalarının kavga etmesine izin verir. Eğitim almanın anlamı budur. Eğitim neyin seni ilgilendiğinin, neyin ilgilendirmediğini öğretir. Eğer ki kişi böyle davranıyorsa kavga etmeye gerek kalır mı?

Sokrates’in Atina’da yaptığı gezilerde en çok fikir ayrılığına düştüğü kişilere yanaştığı ve onlarla uzun tartışmalara girdiği herkes tarafından bilinir. Bu tartışmaların birçoğu (ya da onlara dair günümüze ulaşan kayıtlar) Sokrates’in bitmek tükenmek bilmeyen sorularıyla karşısındaki kişinin kızması, sinirlenmesi ya da kışkırtılmasıyla biterdi. Hatta Atina halkı sonunda o kadar kin besledi ki Sokrates’i idama mahkûm etti.

Ama Sokrates hiç sinirlenmiyor gibiydi. Hayat ve ölüm gibi konularda bile konuşurken hep sakinliğini koruyordu. Sözünün dinlenmesindense (ya da birçoğumuz gibi inatla tartışmayı kazanmaya çalışmaktansa) karşısındaki kişinin anlatacaklarını dinlemekle ilgileniyordu.

Bundan sonra siyasi bir tartışmayla ya da kişisel bir fikir ayrılığıyla karşılaştığında kendini şunu sor: Bu konuda kavga etmenin bir sebebi var mı? Kavga, sorunu çözmemde işe yaracak mı? Eğitimli ve bilge kişi gerçekten de başta niyetlendiğin kişi kadar kavgacı biri olabilir mi? Yoksa bu kişiler bir nefes alıp kendilerini rahatlatan ve anlaşmazlığın cazibesine kapılmayan kişiler midir? Bir gün içindeki kavga ve önüne gelen her şeyi ele geçirme ihtiyacını dizginleyebilirsen neler başarabileceğini (ve kendini ne kadar iyi hissedeceğini) düşün.

Kaynak: Epiktetos, Makaleler, (Stoacının Günlüğü)

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN

 

GÜNÜN FARKINDALIĞI

Herakleitos, etkileri günümüzde de devam eden Antik Çağ filozoflarından biridir. M.Ö 530- M.Ö 475 yılları arasında yaşamıştır. Kendisinden sonra gelen Platon, Sokrates ve Aristoteles gibi filozoflar Herakleitos’un görüşlerinden etkilenmiştir. Antik felsefede önemli bir yer tutan ”Logos” kavramını ortaya atan ilk filozoftur.

Filozofun görüşlerinin büyük bir kısmı görecelilik ve değişim üzerinedir. ”Aynı nehirde iki kere yıkanılmaz” diyerek zamanın sabit değil devingen bir unsur olduğunu ifade etmiştir. ”Her şey akar, hiçbir şey sabit / durağan” değildir sözü de kendisine aittir. Herakleitos’a göre ”Doğru’‘- ”Ahlak” ve ”iyi” gibi kavramlar evrensel olamaz, çünkü kişiden kişiye göre değişir. Bu nedenle, ”mutlak doğru” diye bir şeyin olmadığını savunmuştur.

Doğru yolu arayan, önce kendi içindeki karanlıkla yüzleşmelidir. Gerçeğe giden kapı dışarıda değil, insanın kendi gölgesindedir.

İnsan çoğu zaman hayatın dışındaki engellerle değil, kendi içindeki karanlıkla yenilir.

Karanlık dediğimiz şey kötü bir taraf değil; korkular, ertelemeler, bahaneler, zayıf yönler, geçmişin izleri, kendine itiraf edemediklerin…

Her adım gizliden gizliye bunlar belirliyor. Dış dünyada ne ararsan ara; başarı, huzur, güç, netlik…

Hepsinin kapısı içeride. Çünkü dışarıda gördüğün her şey içindeki düzenin veya dağınıklığın bir yansıması.

Kendi gölgenle yüzleşmek acıdır çünkü seni çıplak bırakır. Maskesiz.

Ama asıl güç veren yer de tam burasıdır.

Korkunun tanıyan onu yönetir.

Bahanelerini gören onları yakar.

Zaafını bilen onu güçlendirecek yolu bulur.

Dışarıdaki dünya seni geliştirmez; içindeki karanlığı dürüstçe kabul etmen geliştirir.

Gerçeğe giden kapı, dışarıdaki insanların, şartların, fırsatların kapısı değildir.

O kapı iç dünyanda, tek bir cümlede saklıdır:

“Benim zayıflığım ne, ve bunu neden görmezden geliyorum?”

Kaynak: Herakleitos – Ahlak Üzerine (Her Yerde Stoizm)

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN

AŞKIN HİKAYESİ

 

Sevgili okuyucularım, bu ayki bilge hikâyemiz ile beraberiz.

Bir Adada Bir zamanlar, bütün duyguların üzerinde yaşadığı bir ada varmış: Mutluluk, Üzüntü, Bilgi ve tüm diğerleri, Aşk dahil.

Bir gün, adanın batmakta olduğu, duygulara haber verilmiş. Bunun üzerine hepsi, adayı terk etmek için sandallarını hazırlamışlar. Aşk, adada en sona kalan duygu olmuş. Çünkü, mümkün olan en son ana kadar beklemek istemiş.

Ada neredeyse battığı zaman, Aşk, yardım istemeye karar vermiş. Zenginlik, çok büyük bir teknenin içinde geçmekteymiş.

Aşk, “Zenginlik, beni de yanına alır mısın?” diye sormuş.

Zenginlik, “Hayır, alamam. Teknemde çok fazla altın ve gümüş var, senin için yer yok.” demiş. Aşk, çok güzel bir yelkenlinin içindeki kibir den yardım istemiş

“Kibir, lütfen bana yardım et!” kibir cevap olarak “Sana yardım edemem Aşk. Sırılsıklamsın ve yelkenlimi mahvedebilirsin.” diye cevap vermiş.

Üzüntü yakınlardaymış ve Aşk, yardım istemiş: “Üzüntü, seninle geleyim…”

Off, Aşk, o kadar üzgünüm ki, yalnız kalmaya ihtiyacım var.” Demiş.

Mutluluk da Aşk’ın yanından geçmiş ama o kadar mutluymuş ki, Aşk’ın çağrısını duymamış. Aşk, birden bir ses duymuş:

“Gel Aşk! Seni yanıma alacağım…”

Bu Aşk’tan daha yaşlıca birisiymiş.

Aşk o kadar şanslı ve mutlu hissetmiş ki kendini onu yanına alanın kim olduğunu öğrenmeyi akıl edememiş.

Yeni bir kara parçasına vardıklarında, Aşk’a yardım eden, yoluna devam etmiş. Ona ne kadar borçlu olduğunu fark eden Aşk, Bilge’ye sormuş: “Bana yardım eden kimdi?”

“O, Zaman’dı” diye cevap vermiş Bilge.

 “Zaman mı? Neden bana yardım etti ki?” diye sormuş Aşk.

Bilge gülümsemiş:

“Çünkü sadece zaman Aşk’ın ne kadar büyük olduğunu anlayabilir…”

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN

KENDİNİ DEĞİŞTİRMEK, DÜNYAYI DEĞİŞTİRMEK

Sevgili okuyucularım, bu ayki kitap paylaşımım ismi “Kendini değiştirmek, dünyayı değiştirmek”

Bu kitabın yazarı olan; Jiddu Krishnamurti (12 Mayıs 1895 – 17 Şubat 1986), Hindistan doğumlu bir filozof, konuşmacı ve yazardır. Krishnamurti’nin eğitim felsefesi, bireyin korkudan arınması ve önyargılardan sıyrılması için eğitimin önemini vurgular. Eğitimin, bireyin kendi içsel özgürlüğünü ve farkındalığını keşfetmesine yardımcı olması gerektiğini savunur. Krishnamurti, dünya çapındaki konuşmalarında zihin, korku, sevgi ve özgürlük gibi evrensel insani konuları ele aldı.

Şimdi kitaptan bir bölümü sizlerle paylaşıyorum.

“… Dünyayı değiştirmek! Şu büyük ülkü. Farklı amaçlar, güdüler ama hep aynı son, aynı hüsran. Peki ya değişime nereden başlamalı. Krishnamurti’nin yanıtı belli. Gerçek devrim insanın kendi içinde başlar. Dünyayı değiştirmek istiyorsa önce kendisini değiştirmeli insan. Zihinsel ve duygusal koşullanmalarından kurtulmalı. Korkularının, yalnızlığının ve bağımlılıklarının dünyayı algılama biçimini nasıl şekillendirdiğini anlamlı. Sevginin ve özgürlüğün özünü keşfetmeli.

Krishnamurti’nin 1950’li yıllarda yaptığı bu konuşmaların can alıcı noktası değişim meselesidir. Çoğumuz evrende değişmeyen tek şeyin değişim olduğu yönündeki bilimsel varsayıma, dolayısıyla kendi türümüz dahil bütün türlerin hayatta kalmasının genetik değişimlere dayandığı ve sürekli değişen çevreye en iyi uyum sağlayan canlıların hayatta kaldığı yönündeki evrimci biyolojinin varsayımına da katılırız. Bedenimizde meydan gelen değişimler de sorgulamadan kabul ettiğimiz gerçeklerdir.

Nitekim maddede cereyan eden değişimleri kabullenmekte de zorluk çekmeyiz Peki ya zihnin doğasında ve insan davranışlarındaki değişime ne demeli? Çoğu kişi politikacıların değişmesi gerektiğini düşünüyor ama sonuçta yaptığımız şey bir politikacıyı alıp yerine başka bir politikacıyı koymak oluyor. Yine de değişim sözcüğü öylesine güçlüdür ki demokratik sürecin baskın olmadığı veya itibar görmediği yerlerde, bütün bir toplum değişim sözcüğünün mantra gibi tekrarlayan devrimciler tarafından al aşağı edilebilir. Bu durum, bildiğimiz gibi, yirminci yüzyılda felaketlerle sonuçlanmıştır. Toplumu oluşturan bireyler değişmeden toplumu değiştirmeye çalışmanın çok tehlikeli bir hata olduğunu şimdi görebiliyoruz.

İnsanın kendini yüzeysel olarak değil de gerçekten anlaması, karmaşa içinde olduğunu bilmesi en zor işlerden biridir. İnsan içindeki karmaşayı asla kabullenmez. Bizler her zaman bir açıklık, içinden anlayışın sızacağı bir gedik olmasını bekleriz., bu nedenle aslında kafamızın karışık olduğunu kabul asla kabullenmeyiz. Sahiplenmeci olduğumuzu, öfkeli olduğumuzu, falanca veya filanca asla kabullenmeyiz, her zaman bahaneler, açıklamalar buluruz.


Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN

GÜNÜN FARKINDALIĞI

Düşünce ve fikirleriyle simleri binlerce yıl öteye, yani günümüze ulaşan düşünürlerden birisi de Epiktetos’tur.

İ.S 55- 135 yılları arasında yaşamış olan Yunan stoacı filozof Epiktetos’un, kesin olmamakla birlikte Hieropolis’te bir köle olarak dünyaya geldiği belirtilmektedir.

Nicopolis’e sürgün edilene kadar yaşamını Roma’da sürdüren Epiktetos, hayatının geri kalan kısmını sürgün edildiği Nicopolis’te geçirmiş sonradan azat edilmiş ve orada ölmüştür.     

Epiktetos felsefesinin temel taşı ahlak düşüncesinden oluşuyordu. Epitetos’un felsefesi son derece sade ama keskindir. Epiktetos’un yaşamında lüks, şöhret, güç yoktu. Sadece içsel özgürlüğü vardır.

“İnsan, arzusuna, korkusuna, öfkesine hükmettiğinde zincirlerinden kurtulur.

Gerçek özgürlük, dışarda değil içimizdeki zincirleri fark etmekle başlar. Çoğu insan, özgürlüğü dış koşullarda arar; parayla, statüyle, makamla…

Oysa bunlar sadece yeni bağımlılıklar yaratır. Epiktetos’un anlatmak istediği şu: insan, kendi arzularının kölesiyse; en lüks sarayda bile zincirlenmiştir.

Arzu, ölçüsüz olduğunda insanı yakar. Ne kadar çok elde edersen, o kadar istersin. Korku ise seni geçmişe bağlar, öfke de anı yakar.

Bu üçü arzu, korku ve öfke insanın ruhunu yönettiğinde, akıl artık hükümranlığını kaybeder.

Ama bir insan, arzularını dizginleyebiliyorsa; korkularının üzerine yürüyebiliyorsa, öfkesini yutmak yerine dönüştürebiliyorsa o artık kendi kaderinin efendisidir.

Epiktetos’un çağrısı şudur: dış dünyayı kontrol etmeye çalışmak yerine, tepkilerini yönet. Çünkü olayları seçemezsin, ama onlara verdiğin tepkiyi seçebilirsin.

Bu seçimi yapan insan, zincirlerini kırar. Çünkü artık ne arzusunun kölesidir, ne korkusunun tutsakıdır, ne de öfkesinin esiridir.

İşte o anda, insan gerçekten özgür olur sessiz, sade ama sarsılmaz bir güçle”

Kaynak: Epiktetos -El Kitabı

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN

SEVGİ ÖNCE DÜRÜSTLÜK İSTER

Sevgili okuyucularım, sevgi üzerine çok yazılarım oldu; birçok konu başlığı altında hep sevgiden söz ettim. Her birinde yaşanmışlıkların örneğini verdim. Bu yazımda yine sevgiden söz edip sevginin, temel taşı dürüstlüğün üstüne inşa edildiğini anlatacağım. 

Şimdi, doğal afetlere karşı dayanıklı olması için nasıl bir binayı inşa ederken temelinin, kolonlarının, kullanılan malzemelerin sağlam olmasına bakılıyorsa ilişkilerin de sağlam, istikrarlı ve derinlikli olması için önce seni seviyorum, demek yerine dürüstlük olması gerekiyor. Çünkü sevgi sözleri söylemek çok kolaydır ama dürüst kalabilmek zordur.

Ben de sevgili okuyucularım, hepinize ayrı ayrı “seni seviyorum” sözünü sürekli söylerim ama dürüstlük yoksa bu sizlere sahte gelir, gerçek sevgi olmaz; ancak kendimi kandırmış olurum.

Bir insan, kendisine en büyük zararı yine kendine dürüst olmayarak ve kandırarak verir. İnsan kendine dürüst değilse zaten kendisini sevmiyor demektir. Kendini sevmeyen insan ise başkasını gerçek anlamda hiç sevemez. Söylediği sevgi dolu sözler de sadece o anda kendi menfaati ve çıkarları üzerine yaptığı hesaplara dayanan, göstermelik sözlerdir. Çünkü sevgiyi göstermek istiyorsanız önce dürüstlük göstermelisiniz. Dürüstlük, güveni oluşturur. Zaten güven olmayan bir ilişki sevgi ile devam etmez, sağlam olmayan bir bina gibi çöker. Sevgi olmayan bir ilişki devam ederse bilin ki orada menfaat vardır ve yüzeyseldir. İçinde dürüstlük olmayan göstermelik sevginin temel nedenleri, bir şeye lazım olur düşüncesiyle elinin altında tutma isteği, birine hayır diyememek, birine bağımlılık geliştirmek, yalnız kalamamak, etrafında hep birileri olsun istemektir ve daha pek neden sayılabilir.

Birçok insan ilişiklerini veya evliliğini bağımlılık, yalnız kalmamak, menfaat üzerine sürdürüyor. İşte burada, Carl Jung’un söylediği gibi, kişi kendi gölgesi ile sevgi konusunda yüzleşmiyor. Eğer o gölgesi ile yüzleşmiş olsa dürüst davranıp davranmadığını görür, bu ilişki neye dayanarak yürüyor, diye bakar. Bir bağımlılıktan dolayı mı? Menfaat için mi? Arkadaşsız kalmamak için mi? Yalnızlık korkusu mu? Topluma ne kadar sosyal ve geniş arkadaş çevresi olduğunu göstermek için mi? Bu sorulara vereceği yanıtlarla içindeki gölgelerin hepsiyle tek tek yüzleşmiş olur. Tabii ki Carl Jung’un söylediği gibi bu yüzleşmeler cesaret ister. 

Dürüstlük güveni, güven de sevgiyi oluşturur. Güven duymadığınız bir insan her dakika sizi sevdiğini ya da hoşunuza gidecek sözleri söylerse ne yaparsınız? Güven duymadığınız hâlde o kelimeler hoşunuza gidiyor ve ilişkiyi sürdürüyorsanız bilin ki sevgi açlığı çekiyorsunuz, bağımlısınız veya korkularınız var. Bu durumda kendinize öz saygınız da olmaz. Onun için insanın kendisine dürüstlüğü çok çok önemlidir.

Birçok insandan şunu duyuyorum: “Güvenmiyorum o kişiye.” Böyle bir yorum karşısında ben de diyorum ki “Peki, güvenmiyorsan neden ilişkini sürdürüyorsun? Bu konuda önce kendinle yüzleş.” 

İş yerinizde bir arkadaşınız hata yapmış; hatasını kabul etmeyip inkâr ediyorsa ona nasıl güven duyacaksınız? Hatırlayın ne demiştik: Güven duyduğunuz kişiye sevgi duyarsınız. Şimdi bu hatasını inkâr eden arkadaşınıza tavrınız nasıl olur? Sadece iş gereği ve saygıdan dolayı belli bir mesafede kalırsınız ama dışarıda görüşmek istemesiniz. 

Bağımlılıktan, yalnız veya arkadaşsız kalmamak için, sosyal çevresi olsun diye sevgi sandıkları o ilişkiye tutunan insanları başka bir yazımda ayrıntılı örneklerle anlatacağım.

Yalan söyleyen bir insana nasıl duygusal sevgi ile bakabilirsiniz ki? Nasıl onu hayatınıza alabilirsiniz ki? Gerçek sevgi istiyorsanız yapabileceğiniz en iyi şey, böyle insanları hayatınıza almamaktır, tabii böyle kişilere karşı içinizde olumsuzluk düşünmeden.

Size ihtiyacı olan birisi, dürüstçe ihtiyacı olduğu için geldiğini açıklamadan siz çok özlediği, çok sevdiği için geldiğini söylüyorsa burada dürüstlük yoktur. İşte burada güven olmadığı gibi siz de o kişiden gerçek sevgi hissetmesiniz.  

Ebeveynlerine yalan söyleyen çocuklar veya çocuklarına yalan söyleyen ebeveynlerin bulunduğu ailelerde nasıl güven oluşur, nasıl derin bir sevgi oluşabilir? Güven olmadığı için bu tür ailelerdeki ilişkilerde hep bir huzursuzluk, mutsuzluk olur. 

Genel olarak insanların aralarında sürekli bir iletişimsizlik ve yıkıcılık, huzursuzluk var. Bunlar altında yatan temel neden karşılıklı güvenin olmayışı. Komşunuz size dürüst davranmıyorsa siz ona sevgi ile bakabilir misiniz?

İnsanlar sosyal medya hesaplarından arkadaşlarını çıkarıyor sonra da bunun yanlışlıkla olduğunu söylüyor veya kendilerine özel yazılan mesajlara gördüğü hâlde cevap vermiyor, bir pembe/beyaz yalana başvuruyor fakat kendisi ile ilgili bir konu olunca hemen cevap yazıyor. Bu tür davranışlar güveni ortadan kaldırıyor. Açık ve dürüstçe söyleseler durum farklı olur ama güven bir kez kayboldu mu bu insanların mesajlarına yanıt verirken sevgi sembolleri bile koymak istemiyorsunuz, sadece evrensel sevgi ile bakıyorsunuz ve daha yakın bir ilişki sürdürmek istemiyorsunuz. İnsan kendine dürüst olursa zaten etrafına da dürüst olur.

Benim için bu tür mesajlarda sevgi sözleri ve semboller önemli değildir. Sevgi gerçek mi ve arkasında dürüstlük var mı diye bakarım. Bununla ilgili bir örnek vereyim. Beni çok sevdiğini söyleyen, dostum diyen bir arkadaşa, insanlara düzenlediği tur için neden fatura vermediğini sorduğumda bir anda başka davranmaya başladı. Dürüst davranışta bulunmadığını sorguladığım için o sevgi sözleri yerini sevgiden uzak, başka bir üsluba bıraktı. Böylece sevgisinin gerçek değil menfaat için olduğunu da anladım. Bu sorgulamayı yapmayıp çok güzel tur yapıyorsun, deseydim o sevgi sözlerini ve sembolleri göndermeye devam ederdi. Fakat insan önce ne istediğini bilmelidir. Eğer gerçek istiyorsa önce gerçeğini hayatında tutar.

Bir tanıdık sosyal medyaya fotoğraflarını koymuş, bana da özelden mesaj yazıp beğendin mi diye sordu. Ben de fotoğrafların üzerinde oynandığı için doğallığını kaybettiğini bu yüzden beğeni işareti koymadığımı ve yorum yapmadığımı söyledim. “Çünkü doğal olmayan resimler olsun, yazılar olsun beğenmiyorum,” dedim. Şimdi, o kişiye açık olarak söylemeyip “Harika görünüyorsun, çok güzel çıkmışsın,” diye yazıp 5 tane öpücük koysam ne olacaktı ki? Sadece o anda çok mutlu olacaktı beğenildiği için ama bu beğenilme sahte olacaktı.

Yıllar önce iş yerimde bir arkadaş bana poğaça alıp getiriyordu. Sonunda ona teşekkür edip “Lütfen bana bir daha alma çünkü hem yüzüme söylemeyip arkamdan konuşuyor, dedikodumu yapıyorsun hem de poğaça alıp sevgini gösteriyorsun. Bu bana ters gelir. Böyle sevgi olmaz,” demiştim. Yine iş yerinde “Buradan ayrılırsak dışarda görüşürüz” dediler. Ben onlara dürüst olarak “Sizinle dışarıda görüşmem çünkü insanların dedikodusunu yapıyorsunuz,” dedim. Açık sözlülük ve dürüstlük her zaman güveni oluşturur. O arkadaşlara görüşmeyeceğim hâlde görüşeceğimi söylesem, duygusal sevgimi göstersem o zaman kendime dürüst davranmamış olurdum, kendime öz saygım kalmazdı. 

Bir insana yardım edersiniz, o insanın gerçekten sizi sevmediğini görürsünüz fakat sırf vicdanız ve merhametinizden dolayı o yardımı yaparsınız. Çünkü insanın vicdanı önemlidir. Ve o kişiye de neden yardım yaptığınızı söylersiniz. Çünkü insanlar yanlışlarına rağmen kendilerine o yardımın sevgiden yapıldığını sanıyorlar. Oysa burada vicdan ve merhametten dolayı yapılıyor ve onların da bunu bilmeleri gerekiyor.

Güven olunca paylaşımlarınız yüzeysel kalmaz derinliğe iner. Rahatlıkla o kişiye her şeyinizi anlatırsınız. Bilirsiniz ki anlattıklarınızı başka yerden duymayacaksınız. O kişinin yanında güven duyarsınız. Güven duyduğunuz kişiye başka gözle, sevgi ile bakarsınız.

Ama sevgi duyduğunuz bir insan da sizi hayal kırıklığına uğratırsa bir daha ona sevgi duymanız, güvenmeniz zorlaşır. Bu yaşamınızda hangi konuda olursa olsun böyledir. 

Yalanın küçüğü büyüğü yoktur. Nasıl hırsızlık yapan kişinin küçük mü büyük mü olduğuna bakılmaksızın cezalandırılıyorsa yalan da yalandır. Siyaset de öyledir. İnsan seçtiği siyasetçinin dürüstlüğüne bakar, sözlerine değil. Dürüst ise toplumda güven oluşturur. Güven oluşursa toplum da ülkesini yöneten lidere sevgisini verir.

Eğer içten sevmiyorsanız kendi menfaatleriniz için seviyorsanız lütfen dürüst olarak karşı tarafa söyleyin. Çünkü her zaman gerçekler ortaya çıkar. Yalan söyleyen insan kendine düşmanlık yapar. 

Dürüstlük her daim çok büyük bir kazançtır.

“Benim en büyük servetim dürüstlüğümdür” ATATÜRK

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN

GÜNÜN FARKINDALIĞI

Arthur Schopenhauer Alman filozof, yazar ve eğitmendir. Schopenhauer, Alman felsefe dünyasındaki ilklerdendir. Dünyanın anlaşılmaz, akılsız prensipler üzerine kurulu nedenselliklerinin olduğunu söyleyerek dikkat çekmiştir. Ayrıca Nietzsche’nin ilk akıl hocasıdır.

Schopenhauer felsefesi; Mutluluk, kalabalıktan uzak durmayı gerektirir. Schopenhauer, insanın en derin yaralarının çoğunun başkalarıyla zorunlu ilişkilerden geldiğini söyler.

Toplumun vaat ettiği güven, aslında karşılıklı çıkar ilişkilerinin maskesidir.

İnsanlar, çıkarlarının korumak için sözlerini ölçer, düşüncelerini saklar, içtenlikle uzaklaşır.

Onun betimlemesiyle, toplum “yalanlara sarılmış bir beden” gibidir.

Kalabalık, insanı kendi sesinden uzaklaştırır.

İnsan ancak yalnızken kendi gerçek sesini duyar.

Schopenhauer bu noktada zeka ile yalnızlık arasında doğrudan bir bağ kurar.

Zeki insan, kalabalığın yüzeyselliğine daha az tahammül eder; sıradan olanla zaman geçirmek, onun için enerjisini boşa harcamak gibidir.

Yalnızlığın Aristokratik Niteliği

Schopenhauer’a göre yalnızlık, burada bir mahrumiyet değil; tersine, yüksek nitelikli bir hayatın doğal ortamıdır.

İnsan, kalabalık içinde sürekli olarak zihinsel seviyesini bastırmak zorunda kalıyorsa, gerçek anlamda özgür ve yaratıcı olamaz.

Bu nedenle yalnızlık, onun gözünde sadece bir seçenek değil, bir onur göstergesidir.

Yalnızlığın küçük dezavantajı

Yalıtılmış bir yaşam, kişiyi toplumsal etkileşimlere karşı hassaslaştırabilir. Bu yüzden Schopenhauer, gençlere şu öğüdü verir:

            . Toplum içindeyken bile içsel yalnızlığını korur.

            . Her düşünceni dile getirme; başkalarının sözlerinden gereğinden fazla anlam çıkarma.

            . İnsanlardan çok şey bekleme.

Bu sayede, kalabalığın ortasında bile ruhunu koruyabilirsin.

Schopenhauer’ın felsefesinde mutluluk, “kendine yetebilen bir zihnin” demektir.

Toplumun parlak ama sahte vaatlerinden sıyrılıp, kendi iç dünyasında zenginleşebilen kişi, gerçek özgürlüğe ulaşır.

Bu yol kolay değildir; bedeli yalnızlıktır. Ama onun gözünde bu, insan ruhunu korumanın ve yüceltebilmek tek yoludur.

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN