SÜRÜ PSİKOLOJİSİ

Bir fikrin, bir düşüncenin, bir eylemin arkasına takılıp gitmeden önce kendine sormalı insan: Bu fikir veya düşünce ne ölçüde doğru, gerçeği ne kadar yansıtıyor, benim fikirlerimle ne kadar örtüşüyor, bu konu hakkındaki fikri, düşünceyi daha ileri taşıyacak ya da yanlışlığını ortaya koyacak bir fikrim var mı, kararlarımı, eylemlerimi kimsenin etkisinde kalmadan bağımsız olarak mı gerçekleştiriyorum?

İnsan algıladığı dünyayı bağımsız muhakeme ile yorumlayıp bilgi ile yoğurabildiğinde kendi özgür düşüncesini yaratır, başkalarının etkisinde kalmaz, her söyleneni olduğu gibi kabul etmez, her konuşanın arkasından gitmez.

Kendi düşüncesiyle hareket etmeyen kişiler her daim birine bağımlı olarak yaşayıp her konuşanın arkasından giderler ve onun söylediklerini doğru kısacası onay verirler. İnsan her söylenenin altı dolu olmasına bakmalıdır. Dışlanmak veya kendinizi dışarda hissetmek rahatsız edici bir durum olabilir. İşte dışlanma korkusu ile sürü psikolojisinde büyük bir rol oynamaya başlıyor. İnsanın kendine ait bir düşüncesi ve fikri olmalıdır.

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN

KENDİNİ TANIYAN ÜZÜLMEZ

Sevgili okuyucularım, insanın kendisini tanıması ve kendisini bilmesi hakkında pek çok yazım oldu. Bu konunun üzerinde çok duruyorum çünkü bireyin mutluluğunun ve başkaları ile sağlıklı iletişim kurabilmesinin yolu kendisini tanımasından geçiyor. Bu yazımda da yine bu konuya değineceğim ve kendi yaşadığım olaylardan örneklerle her insanın bakış açısı ve anlayışının farklı olmasının karşılıklı iletişimi nasıl etkilediğini anlatacağım.

Bir resim sergisindeki tablolarda ne anlatılmak istendiğini bilen yalnızca o tabloları yapan ressamdır. Ziyaretçilerin ise yorumları vardır. İşte o yorumları belirleyen ziyaretçilerin gördüklerini nasıl algıladıkları, beğenileri ve bakış açılarıdır.

İnsanlar arasındaki ilişkiler de böyledir. Herkes karşısındakini kendi değer yargısıyla değerlendirir, tanımlar. Bu durumda yapılması gereken nedir? O yargılara uymak için kendinizden vazgeçerek olmadığınız biri gibi mi davranacaksınız? Hayır, bunu kimse yapmak istemez. Çünkü asıl önemli olan insanın kendini bilmesi, bütün duygularını ve düşüncelerini açık, samimi ve dürüstlükle dile getirmesidir.

İlişkilerde en önemli nokta açık ve samimi olmaktır. İlişkiyi sevgi ve güven yürütür. Gerçek sevgi ve güven varsa bakış açıları aynı olmasa da bir ortak noktada mutlaka buluşulur. Aksi durumda ilişki yüzeysellikten öteye gidemez, belli bir mesafede kalır, derinlik kazanmaz. İlişkinin taraflarından biri diğerine isteklerini nezaketle ve açıkça söylediğinde belki karşı tarafa hoş gelmeyebilir ama eninde sonunda ortak bir nokta bulunur.

İnsan kendi ruhunu tanıyorsa nasıl bir hayat sürmek istediğinden de emin olur. Böylelikle kararlarında kimsenin etkisinde kalmaz; başkaları için değil, istediği biçimde yaşar. Bu durum iş, özel ve sosyal hayatın tamamı için geçerlidir.

Örneğin her insanın arkadaşlık anlayışı farklıdır. Bazıları sosyal çevresini geniş tutmak için arkadaşlık yapar bazıları yüzeyseldir bazı arkadaşlıklar ise derindir. Arkadaşlığın seyrini belirleyen kişinin arkadaşlık kavramına yüklediği anlamdır. Diğer deyişle arkadaşlıklarda neye önem verdiğini ve dolayısıyla kendini iyi tanımasıdır.

Benim arkadaşlık anlayışımda paylaşımcılık vardır. Arkadaşım, dediğim insanlarla sözlü, yazılı ve yüz yüze iletişim hâlinde olmayı önemserim. Menfaatçilikten, kullanılmaktan, değer bilmeyen ve dedikodudan hoşlanmam. Öyle süslü boyalı kelimelere bakmam, söze inanmam davranışa bakarım. Sözle davranışın uyuşmadığını gördüğümde bunu açıkça ifade ederek farkındalık vermeye çalışırım.

Yaşadığım olaylardan örnek vereyim. Bazı insanlar seyahat yaptığımda birlikte gitmek isterler. Fakat ben gerçekten iletişimde olduğum insanlarla seyahat etmek isterim. İletişim dediğim, seyahat dışı zamanlarda da bir şeyleri paylaşmak; telefonda konuşmak, hatır sormak, özel günlerini hatırlamak, sevinci ve üzüntüyü paylaşmak, aradaki bağı koparmamak. Gidersiniz seyahate, güzel vakit geçirirsiniz, döndükten sonra iletişim biter, bir sonraki seyahate kadar. Sonra da arkadaşız, denir. Bana göre bu arkadaşlık değil seyahat arkadaşlığıdır. İşte insan önce kendini iyi tanırsa ne istediğini bilir, aman o kişi kırılmasın, diye onunla seyahat etmek zorunda kalmaz. Açık ve samimi olarak düşüncesini söyler. Karşı tarafın bunu nasıl anladığı ise kendi bakış açısına kalmıştır.

Tanıdığım biri “Size değer veriyorum ve seviyorum,” dedi bir gün. Kendisine göre gerçekten seviyor ve değer veriyor ama arayıp sormak yok, özel günlerde kutlamak yok. Onun arkadaşlık anlayışı böyle, yargılayacak değilim fakat benim sevgi ve değer verme anlayışım sadece kelimelerle dile getirmekten ibaret değil. Bunu kendisine söylediğimde “Gönül koymuşsunuz,” dedi. Oysa gönül koyduğum yok, sadece kendimi ifade edip ihmali konusunda farkındalık verdim. Ama o kendi anlayışına göre yorum yaptı. Söylenen sözlerin davranışta da bir karşılığı olmalı. Nasıl bir arkadaşlık istediğimi, sevgi ve değer vermenin sadece sözlerle değil davranışla da sergilenmesi gerektiğini söylediğimde “Herkes kendi içinde bir hayat mücadelesi veriyor,” dedi. “Sosyal medyada paylaşım yapacak kadar zaman varsa demek ki hatır sormak için de zaman vardır,” diye yanıtladım. İnsan kendini tanıyınca arkadaşlıklardan beklentisi de net oluyor ama önemli olan karşıdakinin de bunun farkında olması.

Aynı şekilde tanıştığım bir insan, arkadaş olmak istedi fakat cimri ve negatif olduğunu gördüm. Kendisine bunu açık olarak söyledim “Seninle derinliği olan bir arkadaşlık yapamam, cimrisin ve sürekli negatiflik veriyorsun.” Çünkü kendimi biliyorum benim arkadaşlık anlayışıma uymuyor. Tabii uymuyor diye de böyle insanlara karşı asla olumsuz duygu ve düşünce taşımam. Sadece yakın arkadaş olmam, iletişimimiz tanışıklık düzeyinde kalır o kadar. Çünkü arkadaşlık etmek için arkadaşlık edilmez düşüncesindeyim.

Burada önemli olan “karşımdaki ne bekliyor?” düşüncesine girmeden önce insanın kendini tanıması ve yaşam yolunu ona göre çizmesidir.

Siz açık ve samimi olduğunuzda çok eleştirirler; alıngansın, gönül koymuşsun, kalbin kırılmış, kendini beğenmişsin, etrafında kimse kalmaz, yalnız kalırsın derler. Bırakın desinler, siz kendinizi bildikten sonra gerisinin hiç önemi yoktur.

Örneğin arkadaşlıklarda dedikodudan hoşlanmam. Bazen okul veya iş arkadaşları toplanır. Söz döner dolaşır mutlaka başkalarının dedikodusuna gelir. Ben dedikodu yapılan o ortamda olmak istemem, bunu açıkça söylerim. Toplantılarına katılmadığım için hakkımda söylediklerini de önemsemem çünkü eğer katılırsam o yapılan dedikodudan rahatsız olacağım, ruhuma iyi gelmeyecek. Ruhuma iyi gelmeyen bir şeyi neden yapayım ki?

İnsan kendini tanımadan başkasını tanımaya çalışınca o kişiden beklentileri farklı oluyor. Beklentiler karşılığını bulmadığında da söyleyemiyor. Hem kendi ruhunu yoruyor hem de karşı tarafa dürüst davranmamış oluyor. Dürüstlük insanın kendisine olan özsaygısındandır. Aynı zamanda güven yaratır.

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN

 

GERÇEK

Yalnızca yalan söyleyen insanların süslü açıklamalara ihtiyacı vardır. Gerçek daima yalnız başına durabilir.

Gerçeğin iyiliğiyle karşılaştırıldığında, tüm iyilikler önemsizdir; gerçeğin tadıyla karşılaştırıldığında, tüm tatlılar sıradandır. Gerçeğin kutsaması dünyadaki her şeyden üstündür.

Çoğu her zaman gerçeğe sadık kalamaz çünkü içinde istekler ve özlemler mücadele etmektedir. Bazen bunları kendi kendisine bile ifade edemez.

Yanılgılar, sadece belirli zaman aralıklarında var olabilirler fakat gerçek, bütün göz boyamalara, safsatalara ve yalanlara rağmen, her zaman değişmeden kalır.

Her zaman gerçeği söylemektir. Yalanlar her zaman tüm canlılara zarar verir. En baştan insanın kendisine verir o anda anlamaz zaman içinde o yalanların kendisine verdiğini yaşar.

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN

RUHSAL HAYVAN REHBERİ

İnsanın, hayvanlarla günlük yaşamdaki iletişiminin yanı sıra ruhsal iletişimi de vardır. İnsan dünyaya geldiği andan itibaren birçok hayvanla iletişim hâlinde olur, bazıları bunu bilinçli olarak bazıları ise bilinçdışı olarak yapar. Bu iletişim, insanın dünyadaki ruhsal yolculuğu esnasında erk (ruhsal) hayvanların rehberlik yapmasıdır. Tabii bu rehberliği bilmeye ilişkin en önemli nokta, onu fark etmektir. Erk (ruh) hayvanları bir yol gösterici olarak hep yanımızdadır ve mesajlar verir.

Erk hayvanlardan rehberlik almak Şamanizm öğretisinde yer alan bir uygulamadır. Özellikle şifalandırmada erk hayvanlardan rehberlik alınır. Rehberliğe göre şifa yaparsınız. Şaman öğretisine göre, her insanın hayatı boyunca sürekli rehberlik alabileceği birden fazla erk hayvanı vardır.

Şaman iseniz ister istemez kendilerini gösterirler.

Gerçek olarak size meditasyon, rüya ve gün içinde hep görünürler ve duru görü ile siz bunları görürsünüz, duru biliş , duru işitti ve duru sezgi ile almanız gereken mesajları her zaman alırsınız. Bu hayvanların objelerini kullanabilirsiniz.

Paylaşacağım erk (ruhsal) hayvan baykuş hakkında bilgiler kaynak olarak;  anadolumistisizmi.blogspot.com ve mayaburcum.com/ (maya astrolojisi)

 BAYKUŞ

Baykuş ruhu hayvanı , bilgelik ve sezgisel bilgi ile derin bağı simgeler. Totem veya güç hayvanı olarak baykuşun varsa, çoğu zaman genellikle neyin gizlendiğini görme yeteneğin vardır. Bu hayvanın ruhu seni yönlendirdiğinde, illüzyon ve aldatmanın ötesindeki gerçekliği görebilirsin. Baykuş ayrıca bilinmeyen ve yaşam büyüsünü derinlemesine keşfetmek için gerekli ilham ve rehberliği sunar.

  • Bilgelik
  • Gerçekliği görme gücü
  • Yeni başlangıç
  • Güçlü sezgiler
  • Bağımsız düşünme
  • Doğaüstü güç

Bilge olarak baykuş sezgilerin ve bilgeliğin ruhudur. Neredeyse bütün evrensel Bilgi baykuşta mevcuttur. Doğa enerjilerinin doğru kullanımı ve kadim bilgiyi yönetir. Rehberlik ettiği kişi ile muazzam bir şekilde Bilgi alışverişi içerisinde olacaktır. Kişiye psişik yetenekler kazandıracak ve destekleyecektir. Baykuş, zor zamanlar gelmeden rehberlik ettiği kişiyi uyaracak ve koruyacaktır. Baykuş rehberi bir hayalet gibi hem yaşamımızda hem de iç dünyamızda aktif bir bilgedir. Rehberlik ettiği kişiyi karanlık bir yolda Fener gibi aydınlatarak korur.

Beş bilgelerden birisi olan Baykuş, doğa kanunlarının, sessizliğin, bilgeliğin, sezginin, kadim bilgilerin rehberi ve koruyucusudur. Bu özel rehber, sessizliğin efendisidir. Bilgisi oldukça değerlidir. Ve kolay bir şekilde elde edilmesine asla izin vermez.

Baykuş, rehberlik ettiği kişinin öncelikle sezgilerini güçlendirecek, algısını genişletecek, kişinin sezgileri ve zihni ile tam bir denge hali verecektir. Duru bilir-duru sezer-duru işitir ve duru görü yetilerinizde harika bir gelişme kaydedersiniz. Bir şeyi bilmenize gerek kalmaz, zaten o bilgi size sezgisel olarak gelir. Size kimse yalan söyleyemez, aldatamaz, manipüle edemez.

Baykuş demek sessizlik demektir. Ancak bu inzivaya girilen bir hiçlik sessizliği değil, evreni ve diğer enerjileri izleyen, dinleyen, yoklayan, tanımlayan bir sessizliktir. Kısacası Baykuş, onca sessizliğin içinde tüm sesleri tanımlayan bir radyo alıcısı gibidir. Evrensel ve çevresel bilgiyi o an kapar ve saklar. Asla kendi enerjisini açık etmez. Baykuş, bilgi avcılığı yapmaz. O bilginin nereden ve nasıl geleceğini bilen bir bilgedir.

Baykuş rehberlik ettiği kişide bilginin nasıl bilgeliğe dönüştüğünü kontrol eder. Bu konuda sıkıntı yaşayanlara rehberlik edeceği gibi, -boş bilgilerle egosunu şişiren hiçbir varlığa da rehberlik etmeyecektir.

Baykuş rehberi formunu dönüştürebilen bir rehberdir. Negatif enerjilere yakalanmaz. Esasen negatif enerjiler de ona yakalanmak istemezler. Oldukça güçlü bir aristokrasisi vardır. Bilgisi negatiflere karşı oldukça tehlikelidir. Çünkü Baykuş, o negatifin nasıl püskürtüleceğini çok iyi bilir. Ancak gücünü son ana kadar kullanmaz ve aktif koruyuculuk yapmazlar. Yani objektif ve gözlemcidir. Yalnızca rehberliğini paylaştığı kişiyi uyaracak ve kollayacaktır.

Maskelerin arkasını gösterir, detaylı görüşü vardır. Sırların ve kehanetlerin habercisidir.

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla!..
Nurgül AYABAKAN

TESLİMİYET

İnsanda tam inanç olduğu zaman teslimiyeti bulması daha kolay oluyor. Her insanın hayatı boyunca başından olumsuzluklar geçmiştir. Maddi ve manevi olarak haksızlığa uğramıştır.

Tamamen teslimiyete geçtiğinizde artık şu insan hakkıma girdi, yok bu insan bana haksızlık yaptı ve kendi menfaati için kullandı diye herhangi bir sorununuz katiyen olmaz. Çünkü sadece inandığınız tek şey ilahi adalettir. İlahi adalete teslim olduktan sonra kim ne yapmış ne yapmamışın hiçbir önemi yok.

Bütün olumsuzluk duygulardan ve düşüncelerden arınmış olarak, SEVGİ yolu ile teslimiyete ulaşılır.

Teslimiyet bilge yolunu açar, başkalarının yaptıklarına bakmaz. Kendi yaşam bahçesini güzelleştirmeye ve diğer tüm canlıların da faydalanmasına bakar.

Gönül gözü görür, zihin hep bir hesaplar peşinde koşar.

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN

GİZEMLİ KALP TAŞI MASALI CESARET, SEVGİ VE DOSTLUĞUN GÜCÜ

Sevgili okuyucularım, bu ayki bilge hikâyemiz ile beraberiz.

Bir varmış, bir yokmuş efsanelerle dolu uzak diyarlarda, Işıltı Krallığı adında, gökyüzüne uzanan dağlarla çevrili, yemyeşil vadilerle bezenmiş, nehirlerin altın gibi parıldadığı, gün batımının en güzel tonlarına büründüğü bir krallık varmış. Bu krallıkta insanlar, hayvanlar ve sihirli yaratıklar barış ve mutluluk içinde yaşarlarmış. Krallığın en büyük sırrı ise “Gizemli Kalp Taşı”ymış bu taş, krallığa bereket, sağlık, sevgi ve sonsuz umut getirirdi. Ancak, efsaneye göre, bu hazine yalnızca kalbi sevgiyle dolu, cesur, meraklı ve dürüst olanların eline geçermiş.

Küçük bir köyde yaşayan Ali adındaki sevecen, meraklı ve hayalperest çocuk, büyükannesinin anlattığı efsane hikayelerine gönülden inanır, her gece kalbinde umut ve hayal kurardı. Büyükannesi ona, “Eğer Gizemli Kalp Taşı’nı bulursan, krallığa barış, mutluluk ve bereket getireceksin” dermiş. Ali, bu sözleri her dinlediğinde içindeki sevgi daha da büyür, bir gün o efsaneyi gerçekleştirmek için yola çıkmaya karar verirdi.

Bir sabah, güneşin ilk ışıklarıyla uyanan Ali, küçük çantasını hazırladı içine annesinin yaptığı lezzetli ekmek, biraz su ve en sevdiği masal kitabını koydu. Köydeki herkes ona başarı dilekleriyle baktı kalplerinde sevgi ve umut taşıyan herkes, Ali’nin bu cesur macerasına destek veriyordu. Ali, yolculuğuna başlamak için evinden ayrıldı, ormanın derinliklerine doğru ilerlerken ağaçların hışırtısı, kuş cıvıltıları ve tatlı rüzgarın esintisi eşliğinde adımlarını atıyordu.

Yolculuğu sırasında, Ali birçok dost edindi. İlk durağı, ormanın en yaşlı ve bilge sincaplarından biri olan Miko oldu. Miko, Ali’ye “Ey küçük dostum, efsanevi hazineye ulaşmanın sırrı, kalbindeki sevgi, cesaret ve merhameti keşfetmektir. Yolun uzun ve zorlu olacak, ama kalbinin ışığı her zaman sana rehberlik edecektir” dedi. Ali, Miko’nun sözlerini dinleyerek, her adımda yüreğinde güç buldu. Birlikte ormanın derinliklerine doğru yürürken, minik ateşböceklerinin dans ettiği, çiçeklerin mis kokularıyla bezenmiş patikalarda ilerlediler.

Bir süre sonra, nehir kenarında yaşayan nazik ve neşeli bir tavşan olan Lila ile karşılaştılar. Lila, Ali’ye su kenarındaki güzellikleri gösterirken, “Gizemli Kalp Taşı, sadece dış dünyayı aydınlatmaz aynı zamanda içindeki sevgiyi, dostluğu ve iyiliği de ortaya çıkarır. Unutma, kalbinin sıcaklığını her daim yanında taşımalısın” diyerek öğüt verdi. Lila, Ali’ye birlikte nehrin öte yanına geçmeleri için küçük bir sal yapmalarında yardımcı oldu. Böylece yolculukları, engellerden etkilenmeden devam etti Ali, Lila’nın neşesi ve samimiyeti sayesinde her adımda içindeki umut ve sevgiyle güçlendiğini hissetti.

Yolculuklarının en önemli anlarından biri, bilge kaplumbağa Tima ile tanıştıkları andı. Tima, yılların verdiği deneyimle, krallığın saklı sırlarını bilen ve pek çok efsaneyi yaşamıştı. Tima, yavaş ama emin adımlarla Ali’ye yaklaşıp, “Gerçek hazine, dışarıda aranan bir şey değil, içimizde saklı olan sevgi, cesaret ve merhamettir. Gizemli Kalp Taşı’nı aramak, aslında kendi kalbini keşfetme yolculuğudur” dedi. Ali, Tima’nın bu bilge sözlerini yüreğine kazıdı anladı ki, bu macera sadece uzak diyarları gezmek değil, aynı zamanda kendini, içindeki iyiliği bulmakla ilgiliydi.

Günler süren macera sonunda, Ali, Miko, Lila ve Tima, eski efsanelerin izlerini taşıyan görkemli bir kalenin kalıntılarına ulaştılar. Kale, zamanın etkisiyle biraz yıpranmış olsa da, duvarlarında eski resimler, yazıtlar ve sembollerle, krallığın efsanevi geçmişini anlatır gibiydi. Ali, kaleyi dikkatlice incelerken duvarlardaki sembollerin, sevgi, cesaret ve dostluğu simgelediğini fark etti. Bir yazıt, “Gerçek hazine, kalpteki ışığın parladığı yerdedir” diyordu. Ali, bu mesajı okur okumaz, kalbinin derinliklerinde saklı olan sevgiyi ve umudu daha da yoğun hissetti. Artık hazineye ulaşmanın sırrını çözmüştü hazine, krallığın en kutsal çiçeği olan “Aydınlık Gül”de gizliydi.

Aydınlık Gül, efsaneye göre, yalnızca gerçek sevgi ve cesaretle yaklaşanların kalbinde açan, etrafa parlak ışık saçan nadir bir çiçekti. Ali, dostlarıyla birlikte kalenin en gizli bahçesine doğru ilerledi. Bahçe, yılların tozunu taşısa da, içinde sakladığı güzellik ve umut, sanki dün açılmış gibi taptaze ve canlıydı. Ormanın en derin köşesinde, eski bir taşın altından hafifçe parıldayan Aydınlık Gül’ü buldu. Çiçeğin etrafa saçtığı ışık, Ali’nin yüreğini ısıttı sanki tüm krallığa sevgi, barış ve mutluluk getirecek bir sır taşıyordu. Ali, Aydınlık Gül’ü nazikçe eline alır almaz, kalbinde tarifsiz bir sevinç ve huzur hissetti. Bu an, onun için hem bir başarı hem de kendini keşfetme yolculuğunun en değerli anıydı.

Geri dönüş yolculuğu, Ali ve dostları için artık daha neşeli, umut dolu ve aydınlık bir süreç olmuştu. Gönüllerinde efsanenin gücü, içlerindeki sevgi ve dostluğun ışığıyla yol alıyorlardı. Krallığa döndüklerinde, Ali’nin bulduğu Aydınlık Gül, Işıltı Krallığı’nı gerçek anlamda aydınlattı. İnsanlar, hayvanlar ve sihirli yaratıklar, Aydınlık Gül’ün etrafında toplanıp, büyük bir sevinçle kutlama düzenlediler. Herkes, Ali’nin cesareti, zekası ve yüreğindeki sınırsız sevgi sayesinde, efsanenin gerçek anlamını öğrendi gerçek hazine, dışarıda aranan bir şey değil, içimizde saklı olan sevgidir. Ali, büyük bir gururla, “Eğer kalbimizde sevgi, cesaret ve iyilik varsa, hiçbir zorluk bizi durduramaz” diyerek sözlerini tüm krallığa duyurdu.

Böylece Işıltı Krallığı, sevgi, barış ve mutluluk içinde yeniden canlandı. Ali, dostları Miko, Lila ve Tima, her gün birlikte oynayarak, hikayeler anlatarak ve doğanın sunduğu güzellikleri koruyarak yaşadılar. Küçük Ali’nin macerası, krallık halkına umut, sevgi ve cesaretin ne kadar değerli olduğunu anlatan unutulmaz bir efsaneye dönüştü. Her gece, yıldızların altında toplanan krallık halkı, Aydınlık Gül’ün parıltısını izleyerek tatlı rüyalar gördü yeni maceralara, yeni umutlara yelken açmak için kalplerinde sevgi ve inançla uyanmaya hazırlandılar. Ve böylece, efsane hikayeleri dilden dile dolaşarak, her yeni güne sevgi ve umutla başlamanın, içimizde saklı güzellikleri ortaya çıkarmanın ne kadar önemli olduğunu hatırlattı masalımız mutlu, aydınlık ve eğitim dolu bir sonla noktalandı. Gerçek efsane, yaşamın her anında içimizde var olan sevgide ve iyilikte gizlidir yeter ki bu ışığı kalplerimizde hiç sönmeyecek kadar güçlü tutabilelim.
Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN

İNSANLAR EN KOLAY YOLU SEÇİYOR

Sevgili okuyucularım, İngiliz bir spiritüel öğretmen ve yazar olan Eileen Caddy’nin “İçimizdeki Kapılar Açmak” adlı kitabından çok sevdiğim bir bölümü sizinle paylaşmak istiyorum:

“İçinin derinliklerinde ne varsa dışarı da o yansır. İçinde düzen, uyum, güzellik ve huzur varsa bu, yaptığın, söylediğin ve düşündüğün her şeye yansır. Oysa eğer içinde kargaşa, düzensizlik ve uyumsuzluk varsa bu saklanamaz ve tüm yaşamına ve yaşantına da yansır.

Değişim gerçekleştiğinde bu, içeriden başlayıp ondan sonra dışarı yayılmak durumundadır. İşte o zaman kalıcı olur ve hiçbir şey onun dengesini bozamaz. Öylece oturup yaşamının değişmesini bekleme; harekete geç ve bunun için bir şeyler yap.

Hemen şimdi işe kendi içsel düzeninle ilgili çalışmaya başlayarak koyulabilirsin. Başka birinin değişmesini beklemene gerek yok; daha fazla ertelemeden kendi değişimini gerçekleştirebilirsin.

Bunun için engellemeler olmadan bir şeyler yapabildiğin için sonsuz şükran duy. Eğer engellemeler varsa bunlar senin içindedir; o nedenle bunlar için bir şeyler yapacak olan da sensin.”

Sevgili okuyucularım, çoğu insanın tercih ettiği en kolay yol, öz eleştiri yapmadan, kendini değiştirmeden başkalarını yargılamak, eleştirmek ve suçlamaktır.

Dünyaya baktığımızda toplum olarak, birey olarak bu en kolay yol seçilir ve sürekli eleştiri yapılır. Eleştirilenler, suçlananlar listesi, başta ülkeyi yöneten yöneticiler, sonra ailede yaşanan olaylar, kişiler, iş çevresi, komşular, arkadaşlar olmak üzere uzar gider. Bir gün olsun dönüp kendimize bakmak ya içimizden gelmez ya akıl edemeyiz ya da yüzleşmek istemeyip kaçarız. Birçok yazımda bu konularla ilgili detaylara yer verdim.

Son zamanlarda ülkelerin hem yönetim şeklini hem ekonomi politikalarını eleştirenlerin sayısı artıyor. Eleştiri getirenler, önce kendi öz eleştirilerini yapmalı. Çünkü her birey kendi sorumluluğunu ve hatalarını kabul ettiğinde ülkeler düzelir, sorunlar giderilir.

Kendini mükemmel gören hiç hata yapmadığını düşünen insan, zaten kendi aydınlanmasının önünü kapatır. Kendi öz eleştirisini yapan insana o yol daha kolaylıkla açılır. Çünkü öz eleştiri insanın kendi olumsuzluklarını veya hatalarını görmesini sağlar. Kişi kendi hakkında; kendini değerlendirmeden bir başkasını yargılıyor veya suçluyorsa söylenebilecek bir atasözü vardır, “Tencere dibin kara, seninki benden kara.”

Bir başkasından bir şey beklerken önce kendine şunları sormalı insan: “Bunlar bende var mı? Ben yerine getiriyor muyum?”

Dürüstlük görmek isteyenler, kendi içine dönüp “Karşımdaki insandan dürüstlük isterken önce ben hayatımda tam olarak kendime ve başkalarına dürüst davrandım mı? Pembe veya beyaz yalanlarım var mı?” diye sormalı.

İçindeki sevgi enerjisine bakmalı insan. Kendi menfaatlerine göre kimleri kullandı? Kimlerin emeğini çaldı? Kısacası “Hayata ne verdim?” sorusuna önce kendi içinde yanıt bulmalı.

İnsana, kendini değişimini yapmak zor ama suçlamak ve yargılamak kolay geliyor. Değişmek isteyen zaten kimseyi yargılamaz, suçlamaz. Sadece kendisine yanlış davranıldığını söyler, karşısındakine niçin böyle davrandığını sorar. Ama insan kendini kusursuz gördüğü sürece yaşadığı olumsuz olaylar hakkında hayatına giren olumsuz kişileri suçlar ve “Onlar bunu yapmasaydı ben böyle olmazdım,” der.

İnsan iş, aile, sosyal, özel; hangi tür ilişkide olursa olsun kendisini hep haklı görüyor ve hiçbir kusuru olmadığını düşünüyorsa burada yüksek ego devreye girmiş demektir. Egolu olan insanlar kendi farkındalığı ile egolu davranışta bulunduğunu kavrayıp bundan kurtulmaya çalışmak için istekli olursa dönüşüm başlar. O egolu davranıştan, diğer ifadeyle karanlıktan kurtulur.

Kendi ile uğraşan insan bir başkası ile uğraşamaz; vakti olmaz. Ancak kendisi ile ilgili farkındalığa sahip olmayanlar başkalarında kusur arar. Sizin de etrafınızda başkalarının davranışlarını eleştiren fakat aynı ya da benzer davranışı hatta başka olumsuz davranışları sergileyenler vardır. Değişmek istemeyen insana farkındalık verip davranışının yanlışlığını söylediğinizde hemen karşı çıkar, alınganlık gösterir. Ama kendini değiştirmek isteyen insana bunları söylemenize bile gerek kalmadan hemen dönüp içine bakar, itiraz etmez.

İnsan bir başkasının nezaketsizliğini eleştirmeden veya suçlamadan önce dönüp kendi nezaketsizliğine bakmalı.

Toplumlar, ülkelerini yönetecek insanların iyi yönetmelerini istiyor. Fakat bunun tersi olduğu zaman dönüp kendine şu soruyu soruyor mu? “Ben neden bunları yaşıyorum?” ya da “Ben ne yapmalıyım?” Birçok insan kendine bunu sormadan hemen yöneticileri suçlamayı tercih ediyor. Oysa yanlışı söylemek farklı, suçlamak farklıdır.

Bana öfkelenen bir insana şunu sorarım: “Neden öfkeleniyorsun?” Eğer onun açıklayıcı bir cevabı varsa açıklar; ben bakarım, gerçekten onu öfkelendirecek davranışta bulunmuş muyum yoksa yaptığı davranışla kendisini yüzleştirdiğim için mi bana öfkeleniyor? Dürüst olarak buna bakarım. Aynı kişi sonra yine öfkeleniyorsa veya etrafımda öfkelenen insanlar çoğunlukta ise bu kez de kendime sorarım: “Neden böyle insanlar etrafımda?” Benzer şekilde dürüst ve açık konuşmayan, söylediği sözlerle davranışları aynı olmayan insanlar varsa etrafımda yine kendi içime döner sorarım. Ama çevremde böyle birkaç kişi varsa zaten onlarla da mesafeyi korurum.

İşte toplumlarda çoğunlukla ne varsa ülke de öyle yönetilir. Dürüstlük çoğunlukta ise sevgi çoğunlukta ise ülke öyle yönetilir.

Çoğu insan “Çok iyi insanım,” der. Oysa davranışları tam tersini gösterir; yanlış davranışlarda bulunur. Emeğinizi hiçe sayar, size iftira atar, arkanızdan dedikodu yapar, yaptıklarını inkâr eder. Menfaat için sizinle konuşur ama ülkenin iyi yönetilmesini ister.

Kurtarıcı beklerken bir gerçek gözden kaçar: Asıl kurtarıcı insanın kendisidir. Bireylerin enerjisi toplumsal enerjiyi oluşturur. Ülkeye nasıl enerji verilirse topluma da o enerji döner.

Her şey gölünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN

DÜNYADA NEYİ YARGILIYORSAN O SENİN İÇİNDE İYİLEŞMESİ GEREKEN ŞEYDİR.

Başkalarının yaptığı dedikodular canını sıkmasın, onlar kendiliğinden sona erecektir.

Yalnızca sükût et, seyret ve keyfini sür…Çünkü dedikodularından rahatsız olduğunu hissederlerse, daha çok dedikodu yaparlar. Sakın rahatsız olma… Aksine tadını çıkar ve onlara:” Benim aleyhimde bir dedikodunuz var mı” diye sor.

Çünkü dedikodu kendilerinin iyi hissetmelerine yardımcı olur. Başkalarından daha üstün olduklarını hissetmek için başkalarını gözetlemeye başlarlar çünkü başkaları hakkında dedikoduya dalınca kendi ıstırabını unutuverirsin.

Dedikodu yaparak ne yapıyorsun? Yıkıcı bir hale geliyorsun. İnsanlar yalnızca başkalarını mahvetmek ve incitmek için dedikodu yapar.

Eğer komşun sana gelip dedikodu yapmaya başlarsa, dikkatlice dinler…

Komşun bahçene çöp attığında hemen kavgaya başlarsın ama çöpü zihnine attığında onu tamamen hoş karşılıyorsun. Birisinin zihnine çöp atmasına izin verdiğinde, zihnindeki çöplerle ne yaparsın? Onar er ya da geç ağzından çıkıp başkasının zihnine giriverir. Onları içinde tutamazsın.

İnsanlar enerjilerinin yüzde doksanını dedikoduyla, ikiyüzlülükle boşa harcıyor. Bu kadar enerjiyi boşa harcayınca haliyle kötü bir duruma düşersin. İnsanlar bilinçsizce bir sürü şey yapıp duruyor. Yaptıkları şeylerin bilincine varabilseler hepsi sona erecektir. Eğer kendini seyredip gözlemlersen dedikodu sona erecektir.

Hakikati bilişte olmak istiyorsan tüm dedikoduları, bir şeyler bilmeden görüşlerde bulunmayı bırakmalısın. Bu ahmakça bir davranıştır çünkü sen henüz kendi hakkında bir şey bilmiyorsun. Dedikoduyu bırak çünkü dedikodu gözlerini bulanıklaştırır; algını ve anlayışını yok eder.

OSHO

Dedikodu yapan insanlar kendini geliştirmek istemeyen insanlar. Dedikodu yapan insanlar aslında kendine olan özsaygısını kaybetmiş insanlar. Dedikodu derinliğe baktığınızda karma enerjisi (negatif) almaya vesile olur. İnsanın yüzüne söylemeyeceği arkasında dedikodu yapmak karşıya değil insanın kendisine zarar verir. Zaten kendi ile ilgilenen insanlar dedikodu yapacak bir saniyesi olmaz. Dedikodu yapan insanlar o insanın ruhunda zaman içinde yerleşiyor kim olursa olsun hep dedikodu yapıyor. Kısacası alışkanlığa dönüştürmüş oluyor. Dedikoduda sevgi olmaz.

Hayatımda en uzak kaldığım insan ruhu, dedikodu yapanlar. Dedikodu yapan insanlar benim ruhuma hiçbir şey vermez.

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN

TİLKİ VE KURTUN SIMSICAK DOSTLUĞU

Sevgili okuyucularım, bu ayki bilge hikâyemiz ile beraberiz.

“Bir varmış, bir yokmuş. Uzak diyarlarda, yemyeşil ormanların, berrak derelerin ve rengarenk çiçeklerle bezenmiş geniş arazilerin bulunduğu, hayvanların birbirine yardım ettiği, dostluğun ve iyiliğin hüküm sürdüğü bir diyar varmış. Bu diyarın sakinleri arasında, kurnazlığıyla meşhur, parlak turuncu kürküyle dikkat çeken bir tilki ve diğer hayvanların çoğu tarafından biraz da tehlikeli olarak bilinen bir kurt yaşarmış.

Tilki Mert, zeki ve neşeli tavırlarıyla ormanda gezen, herkese yardım eli uzatmayı seven bir hayvandı. Diğer yandan, Kurt Baran ise, başlangıçta yıpranmış geçmişi ve sert görüntüsü yüzünden çoğu hayvanın güvenini kazanamamış, yalnız başına dolaşırmış. Ancak, Baran’ın kalbinde saklı olan derin dostluk ve yardımseverlik duygusu, zamanla kendisini ortaya çıkarmaya başlayacaktı.

Bir sabah, ormanın serinliğinde Mert, sevimli patileriyle çevik adımlarla ilerlerken, aniden uzaktan gelen hüzünlü bir uluma duydu. Bu ses, Baran’ın acı dolu çığlığı gibiydi. Merakına yenik düşen Mert, sesin geldiği yöne doğru koşmaya başladı. Bir süre sonra, yüksek ağaçların arasında, yaralı ve yalnız bir kurt buldu. Baran, ağır yaralar almış, yorgun ve bitkin haldeydi. Mert, korkmadan yanına yaklaşarak, “Merhaba dostum, sana yardım etmek istiyorum. Lütfen bana güven,” dedi. Baran önce tereddüt etti, çünkü uzun yıllardır yalnız yaşamış ve diğer hayvanların onu kötü niyetle değerlendirdiğini düşünmüştü. Ancak Mert’in içten bakışları ve nazik sözleri, onun yüreğine dokundu. Baran, Mert’e küçük adımlarla yaklaştı ve yaralarını göstermek için minnetle bakmaya başladı.

Mert, ormandaki en bilge bitki örtüsü ve şifacı bitkilerden hazırladığı merhemi Baran’ın yaralarına uygulamaya başladı. Günler birbirini kovaladı Mert, Baran’ın yanından ayrılmadı. Her sabah ormanın ıssız patikalarında birlikte yürüdüler. Mert, Baran’a ormandaki güzel çiçeklerden, renkli kuşlardan, küçük böceklerden bahsederek neşeyi ve umut ışığını yansıttı. Baran ise, Mert’e geçmişte yaşadığı zorluklardan, yalnızlığından ve dış görünüşünün insanların ona bakışını anlattı. Ancak, Mert her defasında, “Dostluk kalpte başlar, görünüşler bizi aldatmasın. Senin içindeki iyilik, tüm dünyayı aydınlatır,” diyerek Baran’a destek verdi. Bu dostluk yavaş yavaş ormanda yayıldı diğer hayvanlar, tilki Mert’in Baran’a gösterdiği şefkati görünce, kalplerinde de değişiklik yaşandı.

Bir gün, ormanda ani bir fırtına koptu. Rüzgâr ağaçları salladı, yağmur şiddetle yağdı ve dereler taşarak ormanın birçok noktasını sular altında bıraktı. Baran, Mert’in yardımıyla fırtınadan korunmaya çalışırken, diğer hayvanlar da büyük tehlike ile karşı karşıya kaldı. O gün ormanda büyük bir kargaşa yaşanırken, Mert ve Baran, birbirlerine sıkı sıkıya tutunarak, fırtınanın yarattığı hasarı azaltmak için el ele verdiler. Mert, çevikliğiyle ormanda kaybolmuş küçük hayvanları güvenli yerlere yönlendirdi Baran ise, güçlü yapısıyla devrilen ağaçların altında mahsur kalanları kurtarmak için cesurca çalıştı. Fırtınanın ardından, ormandaki her canlı, Mert ve Baran’ın ortak çabasını ve birbirlerine duydukları sarsılmaz güveni konuşmaya başladı. Bu olay, dostluğun ve dayanışmanın ne kadar büyük bir güç olduğunu herkese gösterdi.

Zamanla Baran, Mert’in sayesinde yaralarını iyileştirdi ve yeniden hayata tutunmaya başladı. Diğer hayvanlar, Baran’ın artık eskisi gibi yalnız ve korkutucu olmadığını, aksine sevgi dolu ve yardımsever bir kalbe sahip olduğunu fark ettiler. Ormanda düzen yeniden sağlanırken, Mert ve Baran, birlikte birçok güzel işe imza attılar. Birlikte, ormanın çiçekli bahçelerini yeniden düzenlediler, derelerin kenarlarını korumak için küçük kanallar açtılar, hatta kaybolmuş yavru hayvanları bulup ailelerine kavuşturdular. Her başarılı işte, dostlukları daha da pekişti Mert, “Senin içindeki iyiliği keşfetmek, benim için en büyük mutluluk,” derken, Baran da “Seninle birlikte çalışmak, en zorlu fırtınaları bile aşmamızı sağladı,” diyordu.

Bir gün, ormanın en geniş meydanında büyük bir şenlik düzenlendi. Bu şenlik, sadece fırtınadan sonra yeniden doğuşu kutlamak için değil, aynı zamanda ormandaki tüm hayvanların birbirlerine duyduğu sevgi ve saygıyı pekiştirmek için yapılmıştı. Rengarenk süslemeler, neşeli müzikler ve danslarla dolu olan bu günde, Mert ve Baran’ın dostluğu bir kez daha gözler önüne serildi. Küçük kuşlar, neşeyle şarkılar söylerken, sevimli sincaplar ve meraklı geyikler, onların hikayesini dinleyip ilham aldılar. Şenlik alanında herkes, “Gerçek dostluk, en zor zamanlarda bile kalpteki ışığı söndürmez,” diyerek Mert ve Baran’ın dostluğunu alkışladı. Bu şenlik, ormanda yaşayan tüm canlıların kalplerine umut ve sevinç doldurdu.

Zaman geçtikçe, Mert ve Baran’ın hikayesi, ormanda ve çevre köylerde dilden dile dolaştı. Çocuklar, okullarında bu masalı dinleyip, dostluk, yardımlaşma, cesaret ve iyiliğin önemini öğrendiler. Her yeni nesil, Mert ve Baran’ın örnek davranışlarından ilham alarak, kendileri de küçük dostluklar kurdu, yardımlaşmanın ne kadar değerli olduğunu fark etti. Mert, sadece kurnazlığıyla değil, aynı zamanda yüreğinde taşıdığı sevgi ve şefkatle de herkesin kalbine dokunmuştu. Baran ise, geçmişte yaşadığı acıların yerine, Mert sayesinde gerçek dostluğun ne olduğunu öğrenmiş, diğer hayvanlara yardım ederek onlara güven ve umut aşılamıştı.

Ormanın her köşesinde, Mert ve Baran’ın dostluğu anlatılır, birbirlerine duydukları saygı ve sevgi örnek alınırdı. Birlikte geçirilen o zorlu günler, ormanda yaşayan her canlıya, “Birlikte çalışırsak, hiçbir engel aşılmaz,” mesajını vermişti. Böylece, hayvanlar alemi, artık sadece bireysel güçlerin değil, kalpten kalbe geçen dostluğun, yardımlaşmanın ve sevginin gücüyle hareket eden bir topluluk haline gelmişti. Güneşin doğuşuyla birlikte, ormanın her yanında yeni umutlar yeşerir, her hayvan, Mert ve Baran’ın hikayesinden ilham alarak daha da iyiliksever ve cesur olmaya çalışırdı.

Masalımızın sonunda, ormanda artık hiç korku kalmamış, tüm canlılar birbirlerine yardım ederek, sevgi dolu bir yaşam sürmüşlerdi. Mert ve Baran’ın dostluğu, ormanda yaşayan herkesin yüreğinde unutulmaz bir iz bırakmış, bu hikaye nesilden nesile aktarılmıştı. Her yeni gün, ormanda güneş doğarken, hayvanlar birbirine sarılır, dostluğun ve iyiliğin gücünü hisseder, birlikte daha güzel yarınlara umutla bakarlardı. Ve işte böylece, tilki Mert ile kurt Baran’ın dostluğu, ormanın her köşesinde sevgiyle, mutlulukla ve dayanışmayla yaşamaya devam etti gerçek dostluğun ve kalpten gelen iyiliğin, her zaman en büyük mucizelere vesile olduğunun en güzel örneği olarak sonsuza dek hatırlandı.”

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN

KENDİNİ BİLMEK

Önemli olan kendini bilmektir. Kendini bilen Tanrı’yı bilir.

İsa seslendi: Bana inanan bana değil, beni gönderene inanmıştır. Ve beni gören beni göndereni görmüştür. Bu dünyaya bir ışık gibi geldim ben, bana inananlar karanlıkta kalmasınlar diye. Ve eğer birisi benim sesimi işittiği halde bana inanmıyorsa onu yargılamayacağım çünkü bu dünyaya yargılamaya gelmedim ben, kurtarmaya geldim. Beni reddeden ve sözlerimi kulak arkası edeni yargılayan başkasıdır: Söylediğim bu sözler var ya, bu sözlerdir onu, o son günde yargılayacak olan. Çünkü ben kendiliğimden konuşmadım. Beni gönderen Rab, söylenecekleri ve söylenmeyecekleri bana bildirdi. Biliyorum ki bu emirler hayatın sonuna kadar geçerlidir. Bu yüzden, size ne söylediysem aynen Rabb’ın bana söyledikleridir.

John 12:44-50

İnsan her zaman saflığa ulaşabilir.

Allah’ın sevgisini ve ışığını taşımaktır.

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN