GÖKKUŞAĞI GİBİ OLMAK…

 
 
Dünyanın bütün renkleri bir gün bir araya toplanmışlar ve hangi rengin en önemli, en özel olduğunu tartışmaya başlamışlar;
 
YEŞİL demiş ki:
“Elbette en önemli renk benim… ben hayatın ve umudun rengiyim. Çimenler, ağaçlar, yapraklar için seçilmişim… Şöyle bir yeryüzüne bakın, her taraf benim renğimle kaplı…!
 
MAVİ hemen atılmış:
“Sen sadece yeryüzünün rengisin, ya ben?.. Ben hem gökyüzünün hem denizin rengiyim. Gökyüzünün mavisi insanlara huzur verir ve huzur olmadan siz hiçbir işe yaramazsınız”
 
SARI söz almış:
“Siz dalga mı geçiyorsunuz?… Ben bu dünyaya sıcaklık veren rengim… güneşin rengiyim… ben olmazsam soğuktan donarsınız hepiniz.”
 
TURUNCU onun sözünü kesmiş:
“Ya ben?… Ben sağlık ve direncin rengiyim… insan yaşamı için gerekli vitaminler hep benim rengimde bulunur… Portakalı, havucu düşünün. Ben pek ortalarda görünen bir renk olmayabilirim ama güneş doğarken ve batarken gökyüzüne o güzel rengi veren de benim unutmayın”
 
KIRMIZI daha fazla dayanamamış:
“Ben hepinizden üstünüm!. Ben kan rengiyim!! Kan olmadan hayat olur mu!. Ben tehlike ve cesaretin rengiyim!. Savaşın ve ateşin rengiyim!! Aşkın ve tutkunun rengiyim!. Bensiz bu dünya bomboş olurdu!.”
 
MOR ayağa kalkmış:
“Hepinizden üstün benim… ben asalet ve gücün rengiyim. Bütün krallar, liderler beni seçmişlerdir… Ben otorite ve bilgeliğin rengiyim, insanlar beni sorgulamaz… dinler ve itaat ederler”
 
…Ve bütün renkler hep bir ağızdan kavgaya tutuşmuşlar… Her biri diğerini itip kakıyor; ”En büyük benim” diyormuş… Derken bir anda şimşekler çakmış ve yağmur damlacıkları gökten düşmeye başlamış… Bütün renkler neye uğradıklarını şaşırmış, korkuyla birbirlerine sarılmışlar…
 
Ve YAĞMUR’un sesi duyulmuş…
 
“Sizi aptal renkler… Bu kavganızın anlamı ne?… Bu üstünlük çabanız neden?… Siz bilmiyor musunuz ki, her biriniz farklı bir görev için yaratıldınız, birbirinizden farklısınız ve her biriniz kendinize özelsiniz… Şimdi elele tutuşun ve bana gelin” Renkler bunun üzerine kendilerinden çok utanmışlar… Elele tutuşup birlikte gökyüzüne havalanmışlar ve bir yay şeklini almışlar…
 
Yağmur onlara; “Bundan böyle…” demiş…. “Her yağmur yağdığında siz birleşip bir renk cümbüşü halinde gökyüzünden yeryüzüne uzanacaksınız ve insanlar sizi gördükçe huzur duyacaklar, güç bulacaklar… insanlara yarınlar için umut olacaksınız… Gökyüzünü bir kuşak gibi saracaksınız ve size GÖKKUŞAĞI diyecekler… Anlaştık mı?..”
 
ALINTI
 
Bu yüzden ne zaman dünyamız yağmurla yıkansa, ardından gökyüzünde GÖKKUŞAĞI belirir…
 
Her insan kendi rengini ışıl ışıl parlatacak…
Kıskançlığı ve rekabeti bırakarak bizler ışığımızı öyle parlatalım ki yanımızdaki kişiyi, öyle güzel bir sevgiyle destekleyelim ki her insan kendi içindeki o güzel renge kavuşsun ve ışığını yükseltsin…
Parlayan her renk, her ışık diğerini kendi içindeki renge, ışığına ulaşması için örnek oluştursun, cesaretlendirsin… Ve daha sonra her birimizin rengi yanımızdaki insan rengi ile buluşsun… İşte hepimizin hayali olan o gökkuşağı böyle oluşacak… Renkler birbirinin içinde dağılarak ama her renk kendi ihtişamıyla var olarak ışıl ışıl muhteşem bir tablo oluşacak…. Birlik ve Bütünlük içinde…
Yanınızdakilerin ışığı olmadan gri bir tabloda ne kadar ışığınızı parlatırsanız parlatın tabloda sadece bir nokta ışık olursunuz…
Tüm insanların gerçek renklerini bulmaları ve ışıklarını tüm yaşamlarına yaymaları, ışıl ışıl parlamanız dileğiyle…

 

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN

 

ALLAH HER ZAMAN RUHUMUZA FISILDAR VE KALBİMİZE KONUŞUR… YETER Kİ DUYALIM…

 

Genç ve başarılı bir yönetici, yeni Jaguar’ıyla bir mahalleden hızlı bir şekilde geçiyordu. Park etmiş arabaların arasından yola aniden çıkabilecek çocuklara dikkat ediyordu ve bir şey gördüğünü sanarak yavaşladı. Arabayla caddeden hızlı bir şekilde geçerken hiçbir çocuk göremedi fakat arabasının kapısına bir tuğla atıldığını fark etti. Aniden arabasını durdurdu ve tuğlanın fırlatıldığı yere geri döndü. Arabadan indi, orada bulunan küçük bir çocuğu tuttu ve onu park etmiş bir arabaya doğru sıkıştırarak bağırmaya başladı:

“Bunu neden yaptın? Sen de kimsin, ne yaptığının farkında mısın!”
İyice sinirlenerek devam etti: “Bu yeni bir araba ve atmış olduğun bu tuğla bana çok pahalıya mal olacak. Bunu neden yaptın?” Çocuk yalvararak cevap verdi: “Lütfen efendim. Çok üzgünüm ama başka ne yapabilirdim, bilmiyordum. Eğer tuğlayı fırlatmasaydım kimse durmazdı…”
Park etmiş bir arabanın arkasına işaret ederken çocuğun gözyaşları süzülüyordu: “Kardeşim kaldırımın kenarından yuvarlandı ve tekerlekli sandalyesinden düştü, ben onu kaldıramıyorum. Lütfen onu tekerlekli sandalyesine oturtmam için bana yardım eder misiniz? Benim için çok ağır.”
Bu durumdan son derece duygulanan genç yönetici, boğazında büyüyen yumruyu zar zor da olsa yutkundu. Yerdeki genç adamı kaldırarak, tekerlekli sandalyeye geri oturttu. Mendiliyle, çizik ve yaraları sildi ve adamın ciddi bir yarası olup olmadığını kontrol etti. Küçük çocuk genç yöneticiye döndü: “Teşekkür ederim efendim, Allah sizden razı olsun” dedi. Genç yönetici, küçük çocuğun, ağabeyini kaldırımdan evine doğru götürmesini izledi. Bulunduğu yerden arabasına geri dönmesi oldukça uzun sürmüştü. Uzun ve yavaş bir yürüyüştü.
Genç yönetici, kapıyı hiç tamir ettirmedi.
Kapıda oluşan çöküğü, hayatını birisinin kendisine tuğla atmasını gerektirecek kadar hızlı yaşamaması gerektiğini hatırlatması için öylece bıraktı.
Allah, ruhumuza fısıldar ve kalbimize konuşur.
Bazen, dinleyecek kadar zamanımız olmadığında ise, bir tuğla fırlatır.
İster fısıltıyı, ister tuğlayı dinleyiz.
Bu bizlerin tercihimiz.
ALINTI


Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN

GÖZLERİNİN İÇİ GÜLEN İNSANLAR

 

Bir insanın nasıl biri olduğunu bakışından anlarsınız çoğu zaman… İnsanlar gözleriyle anlaşır. Çünkü ruhun dışa açılan penceresidir onlar! Dilimizi, duruşumuzu, mimiklerimizi kontrol altında tutabiliriz ama bakışlarımız asla! Gözlerin içi gülen bir insan yüreği ile gülümsüyor.

İki tür insan var.
 
İçten gülenler; İşte bu gruptaysanız, gerçekten gülersiniz. İçinizden gülersiniz, sadece görünüşte değil. Bu insanlar konuşurken, gülerken, gözleri parlayan, gözlerinde ışığı olan insanlar…öyle içten, öyle samimi ve art niyetsiz bakarlar ki içindeki çocuğu görürüz. Yaşları ne olursa olsun heyecanla, umutla, güzellikle bakarlar çevrelerine…Öyle masum, öyle yapaylıktan uzaktır ki güvenirsiniz her sözlerine, anlatır verirsiniz her şeyinizi bir çırpıda…
O bakış karşındakine sunulan sıcaklıktır, “beni seni anladım, bana güvenebilirsin”  mesajıdır. Sevgi, barış, coşku, dolu sıcacık bir sarmalayıştır.
 
Sahtece gülenler; Bunun yanında çoğu insan maskeleri ile yaşayarak, korunma mekanizmaları ile tetikte bekledikleri için, gerçek içsel duygu durumlarını ortaya koymuyorlar. Tabi öyle olunca da yüzlerinde kasılmış ve sahte bir ifade oluşuyor. Sahtece gülümseyen…Kimi mecburiyetten, kimi hoş görünmek isteğinden. Hani Oscar ödülü alan sanatçılar olur ya rolleri gereği. Hani çok iyi yapmışlardır ya rollerini ve etkilemişlerdir seyircileri, işte öyledir çoğu gülüşler ve gülümsemeler. Bu insanların gözleri gülmez sadece o ortama uymak için gülmek  veya kendisini güler yüzlü göstermek amacıyla… 
 
Etrafımda içten gülen insanlarla muhabbet etmeyi, gezmeyi, derdimi, sevincimi paylaşmayı seviyorum. Biliyorum ki bu insanlar samimi olduklarını yüreklerindeki o sevgiyi gözlerinde gösteriyorlar. Konuşurken bile gözleri bir başka konuşuyor. İçten davranıyorlar olduğu gibi, yüzünde maske olmadan, konuşurken  apaçık hiç dolandırmadan…
 

Sahte olan zaten öyle anlaşılıyor ki arkadaşlığı, dostluğu, sevgisi, sözleri, davranışları, gülüşleri, ağlamaları, sevinçleri, üzüntüleri, kiminin kişiliğine yapışıyor sahtecilik. Doğası oluveriyor kendisi bile fark edemez hale geliyor.

Sarıldı mı içten sarılacak…güldüğü zaman gözlerinin içi gülecek… “Aslansın be” dediğinde bileceksin ki içten sevgiyle söylüyor. Bileceksiniz ki çıkarsız, hesapsız konuşuyor.

Yüreğimizle gülümseyebilmek ve sevebilmek…
Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN

 

BİLİNCİN YÜKSELDİKÇE NELER OLUR?

 

 
Bilinci henüz senin kadar yükselmemiş olanların konuşmaları sana eski tadı vermemeye başlar.
Kendin gibi olan insanları arar ve onlarla bir şekilde karşılaşmaya yeni dostluklar oluşturmaya başlarsın.
Sana söylenen şeyleri olduğu gibi doğru kabul etmek yerine sorgulamaya başlarsın.
Korkuların azalır.
Eskiden zoraki yaptığın şeyleri artık yapmaya mecbur hissetmezsin.
Kendini çok daha rahat ifade etmeye başlarsın.
İstemediğin şeylere rahatça “Hayır” diyebilirsin.
Tek başına kalmaktan keyif almaya başlarsın.
Hayatta gerçekten yaşamak istediğin gibi yaşayıp yaşamadığını sorgulamaya başlarsın.
Gerçekten ne yapmak sana heyecan veriyorsa onun peşine düşersin.
Olumsuzluklar seni eskisi kadar üzmez olur.
Kötü giden şeylere dertlenmek yerine çözüm bulmaya odaklı olursun.
Etrafta sıkıntı veren şeyler seni etkilemez.
Gelecek için kaygılanmazsın.
Başına kötü bir şey geldiğinde eskiden olduğu kadar üzülmezsin.
Birisi sana hakaret ettiğinde, bağırdığında etkilenmez ve aynı şekilde tepki verme ihtiyacı duymazsın.
Birisi seni haksız yere suçladığında kendini savunma ihtiyacı
duymazsın.
İltifatlar da seni eskisi gibi etkilemez.
Onaylanma ve takdir edilme ihtiyacı hissetmezsin.
Birilerine bir şeyleri ispat etme isteğin ve çaban biter.
Seni rahatsız eden zihin konuşmaları gitgide azalır ve zor duyulur hale gelir.
Öfke ya da üzüntü gibi duygular ara sıra gelir ama senin üzerindeki etkileri dakikalar içinde geçer üzerine yapışmaz ve seni günlerce rahatsız edemezler.
Diğer insanların zenginliğini kıskanmazsın.
İnsanların senin hakkında ne düşüneceklerini umursamazsın.
İnsanları kategorilere ayırmazsın ve herkese aynı davranırsın.
Yapılan hataları çok çabuk affedersin.
Dışarıda ne olursa olsun içinde sebepsiz bir sevinç olur.
Her yerde ve herkesin yanında kendin gibi olursun.
Herkesin içinde aynı Öz’ün parçası olduğunu fark etmeye başlarsın.

Dünya bir oyun alanı gibi gelmeye başlar.
İçinde sürekli hissettiğin huzuru kimse bozamaz.
ALINTI

 

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN

HAYATIMDAKİ DOKUNUŞLAR

Bazı insanlar vardır hayatınıza dokunan, bir mucize gibi tam da ihtiyacınız olduğu zaman gelen ve hayat akışınızı değiştiren… Aslında o insanlar, tesadüf eseri girmiyorlar hayatlarımıza… Her şeyin bir sebebi olduğu gibi, hayatınıza eli değen tüm insanlar ayna görevi görüyorlar bir nevi… Bundan dört yıl önce, yaşadığım olayları ya da karşılaştığım kişileri tesadüf olarak görürdüm ben de bir çoğumuz gibi… Ancak bir kırılma noktasıyla başladı… O anki ruh halimle kişisel dönüşüm kitapları okumaya başladım ve okuduğum birçok kişisel dönüşüm kitabı ile içimdeki spiritüel ışığı” (kendi özümü) buldum… Dallanıp budaklandım, çoğaldım, zenginleştim zamanla… Başka felsefeler ve bakış açılarıyla tanışınca, benim de dünyam değişmeye başladı günbegün… Hala dönüşüm devam ediyor her yeni doğan günle birlikte…. Ve işte o zaman anladım ki ‘Tesadüf’diye bir şey yok… Herkes ve her şey bir hediye gibi geliyorlar hayatıma…
 
Yazımın en başına dönüp esas yazmak istediğim konuya tekrar dönecek olursam, evet bazı insanların çok ayrı bir yeri var yaşam yolculuğumda… Birden giriverdiler belki de en doğru zamanda… Kimileriyle hukukum çok uzun yıllara dayansa da, yıllar çok şey ifade etse de, aslında bir günün bile içinde belki de bir çok yılı barındırdığını öğrendim… Ve neye inanıyorsanız inanın ya da inanmayın, ister Evren deyin, ister Tanrı, ister Yaradan, isterseniz de Allah deyin ya da hiç bir sıfat yüklemeyip sadece yaratıcı bir güç deyin, işte O size tam yüreğiniz gibi insanlar yolluyor… Yeni tanıştığınız biri size, sanki kırk yıllık bir dostmuşsunuz gibi bir his ve enerji yükleyebiliyor… Bazen hiç konuşmasanız da, o özel insanlar yüreğinizdekileri ve aklınızdakileri okuyor ve resmen bir hızır gibi yetişiyorlar size, ki siz hiç bir şey söylemeyip imdat butonuna basmasanız bile… Bu gerçekten oluyor ve bu nasıl mükemmel bir duygu anlatamam sizlere…
 
Arka planda çalışan ve bizim asla tahmin bile edemeyeceğimiz mükemmel işleyen bir sistem var aslında… Her birimiz için ayrı ve düzenli çalışan bir entegre sistem… Ve sizin kişisel sisteminize uymayan insanlar, otomatik olarak devre dışı kalıyorlar bir süre sonra…  Sizin gönül bahçenizde ‘ asıl olanlar’kalıyorlar zamanla… Belki de bir nevi koruma ve korunma yöntemi Yaradan’dan biz insanlara…
 
Sizi ‘siz’ olduğunuz için kabul eden, yargılamayan,  kapris yapmayan, iyi günde olduğu kadar kötü gününüzde de her daim yanınızda olan, yüreğinde saf sevgi barındıran, egolarına yenik düşmeyen, kıskançlık ve hasetlik olmayan, mutluluğunuzla mutlu olup, acınızla da acınızı hissedebilen, başarılarınızı takdir eden ve iyi dileklerini yollayan, arada görünmez bir gönül bağının kendiliğinden oluştuğu insanlar varsa, hayat ne getirirse getirsin, nereye savurursa savursun, sırtınız bir kere bile yere gelmez bu yaşamda.
 
Selam olsun bu satırlarla, mucize gibi gelip hayatlarımıza dokunan insanlara… Ve ‘hep’ olmaları umuduyla…
 
Işıkla… Mutlulukla… Aşk’la…

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN

ŞİFACI VE TEVAZU

 
Ruh için her şey eşittir ve her bir gelenek ve düşünüş biçimi birileri için uygun olan yere sahiptir.
Oldukça sık bir biçimde, ebeveynlerimizin kuşağını birçok bakımdan eski kafalı, sınırlı ve kısıtlayıcı olarak görme tuzağına düşebiliriz. Ancak, bunun gerçeğine “gerçekçi” bir biçimde bakmayı seçebiliriz. İnsanlığın vicdan ve bilinç gelişimini göz önüne aldığımızda, her bir kuşağın bu alanlarda değişip gelişmiş olduğunu ve bu gelişimi bir sonraki kuşağa aktarmış olduğunu açıkça görebiliriz. Çok eski zamanlardan beri, her yaşlı kuşak “günümüzün gençlerinden” yakınmıştır ve bu da her bir kuşağın tekamül yolunda sadece bir derece ilerlediği, tekamülün geçen her kuşakla biraz daha hız kazandığı gerçeğine tanıklık eder.
Kendilerini yeni şifa ve varoluş biçimlerinin öncüsü olarak görenlerimizin bu olağanüstü gelişimin meydana gelmesi için yeni temelleri atanın ebeveynlerimizin kuşağı olduğunu hatırlamaları gerekir. Bu yazıyı okuyanlarınızın çoğu çok kapsamlı sosyal değişimleri getirmiş olan İkinci Dünya Savaşı’nın ve diğer olayların çocuklarının ve yetişkinlerinin çocukları ya da torunlarıdır. Dolayısıyla, bizim önceki kuşakları şükranla ve alçakgönüllülükle onurlandırmamız gerekir, çünkü onlar düşünüşte bugün hepimizin yararlandığı değişimlerin bedelini kendi yaşam kaliteleriyle ödemiş olan çığır açıcılardı.
Öyleyse neden iyileştiririz? Neden terapistler ve öğretmenler oluruz? Bunu yaparız, çünkü bu işi yaparken kendimizi daha iyi hissederiz. Şifa sanatlarını uygulama konusundaki gerçek güdümüzle ilgili olarak “kendimize karşı dürüst” olabildiğimizde, hizmet ettiğimiz insanlara daha yararlı olabiliriz. Çünkü böyle yaptığımızda, artık danışanlarımızı, bireyleri, ulusları ya da gezegeni  “kurtarmayı” istemez, onların zamanın bu anında “bulundukları yere saygı” gösterir ve “bizden istediklerinde” onlara yardım ederiz. Buna ek olarak, şifacılar ve terapistler olarak, bir kez kendi güdümüz hakkında dürüst olduğumuzda, başkalarının olumlu ve olumsuz kanılarından bağımsız hale gelir, sırf bunu “yapmak bizim doğamızda olduğu için” işimizi yaparız.
Biz onaylanma aramadığımızda ve bir biçimde özel ya da farklı olduğumuz kavramından kurtulduğumuzda, gerçek benliğimizin özü yaratmış olduğumuz maskelerin tabakalarını aşıp ışık saçabilir
Bir şifacı ya da terapist olmak bizi özel kılmaz; gerçekten de bu dünyada en sıradan insanlar olağanüstü işleri başarırlar, çünkü onlar kendilerini özel biri olarak görme tuzağına düşmeden sadece yaptıkları işi yapmaktadırlar, çünkü böyle yapmak onların doğasıdır. Gandi ve Nelson Mandela bu konuda akla gelen iki örnektir… onlar sıradan sorunları olan sıradan insanlardı, ama olağanüstü işleri başarmışlardı.
Terapistler ve şifacılar olarak spiritüel cazibenin bizi içine hapsedebileceği aldanmaya karşı dikkatli olmamız önemlidir. Biz kendimizi dünyaya nasıl sunuyoruz? Şifacılık statümüzü ve spiritüel statümüzü sergileyen üniformalar haline gelen giysiler mi giyiyoruz? Belli beslenme, yaşama ve var olma biçimlerinin diğerlerinden daha spiritüel olduklarında ısrar mı ediyoruz? Önemli olan, dünyaya bir biçimde özel olduğumuzu söyleyen ideallere ve imajlara uyarak kendimizi hizmet ettiğimiz dünyanın üzerine yükseltmeye çalışmak değil, yaptığımız her şeyde sahici olmak, insan olmaktır.
ALINTI

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN

GEÇMİŞİ ŞİFALANDIRMAK

 
Tekâmülümüz gereği üçüncü boyut dünya ortamında sürdürmeye çalıştığımız yaşam, zaman kavramı ile bütünleşmiş durumdadır. Onun için her anlayış ve kavramı zaman ile birlikte algılar, anlamaya çalışırız. Hâlbuki yaşam denilen olgu fiziki varlığımızla sınırlı değildir. Yaşam, geçmiş, şimdiki zaman ve gelecek ile bir bütündür. Ama ne yazık ki büyük çoğunluğumuz bilgi ve bilincinde olamadığından gerektiği gibi geleceğini oluşturamaz. Hâlbuki geçmişimizde yaptıklarımız, ortaya koyduklarımızın yanında, şimdiki zamanda yaptıklarımızın ortalaması geleceğimizi şekillendirir. Bunun yanında hayatımıza taşımış olduğumuz karmalarımızın da temel bir etkisi bulunmaktadır.
 
Bizler aslında geçmişi, şimdiyi ve geleceği anda yaşarız. Zamanın akışı bu oluşumu etkilemez. Geçmişi göz ardı ederek, karmalarımızı görmezden gelerek, yaşamakta olduğumuz şimdiki zamanı önemseyerek geleceğimizi şekillendirmemiz mümkün değildir. Unutamadığımız, etkisinde olduğumuz ve bizi perişan ettiğini sandığımız geçmiş olaylar aslında bilgisinde ve bilincinde olamadığımızdan, egomuzun etkisinde sıkıca tutunduğumuz geçmişe takılı kancalarımızdır. Bu yüzden geçmişi unutmak, unutmaya çalışmak bir aldatmaca ve yanlış telkindir. Bu şekilde bir anlayış ve yaşam tarzını benimseyenler fark etmeseler de ileride telefi edemeyecekleri sapmalara, deformasyon ve dejenerasyona uğramaları kuvvetle muhtemeldir. Sebepsiz ve nedensiz hiçbir şeyin olmadığını, her şeyin birçok neden ve sebebi olup, ortaya çıkan problemlerde bizlerden kaynaklanan bir etki, tesir ve sorunun her zaman olduğu bilinmelidir. Bundan dolayı muhakkak geçmişimizle ilgili bütün etki, eylem ve olayları Evrensel ve Ruhsal bilgiler çerçevesinde bilinçli olarak derinden düşünmemiz gerekir. Haklı olsak ta bilgisini alıp bilincine varmış halde geçmişin bağlarından kurtulup yerli yerinde bırakmasını bilmeliyiz.
 
Maalesef günümüzde büyük bir çoğunluk anı değil, geçmişine takılı olarak yaşamaktadır. Bu yüzden mutlu olamamakta, fırsatları kaçırmakta ve hakiki insan olma amacına ulaşamamaktadır. Nitekim geçmişle yüzleşme korkusu, zayıflık ve öz güvenin olmaması ne bir mazeret nede bir bahane olabilir. Muhakkak bireysel olarak her insan geçmişinin her safhası ile yüzleşmek zorundadır. Neticede zikredildiği gibi her insanın ruhsal bilgiler ışığı altında neden, niçin ve niye sorularının cevaplarını sebep sonuç doğrultusunda anlaması önemlidir, şarttır ve gereklidir.
 
Kaldı ki bizdeki değişim, geriye doğru hayatta olan veya olmayan aile bireylerini de iyileştirecektir. Çünkü kardeşlerimiz ebeveynlerimiz ve geçmişteki soyağacımızda kimler varsa ve onlar kimlerle ilişkide olmuşlarsa tümünü kapsayan bir üst realite enerjisi ortaya çıkacaktır. Bu kişilerle aynı aileden olmamız bir tesadüf değildir. Onlarla ruhsal bir bütünlük teşkil etmekteyiz. Bizim şifalanarak üst realiteye geçmemiz, onları acılarından, ıstıraplarından kurtaracaktır.
 
Bütün mesele bu değişimin nasıl başarılacağındadır. Biz geçmişi değil, geçmişin bizdeki sonuçlarını değiştireceğiz. Bu bir anlamda kendini bizzat yeniden yaratmaktır.
İnsanda neyin iyi ve doğru olduğu veya olmadığı konusunda asgari de olsa bilinç ve farkındalık vardır. Her şey en küçükten başlar. En küçüğün içinde en büyük vardır. Bizde olumsuz iz bırakan küçük olayları bağışlamak, daha büyüklerini de bağışlamamızı hazırlar. Kendimizi bağışlamak başkalarını bağışlamamızı sağlar. Bağışlama bilgiyi ve emeği gerektirir. Unutmayalım ki her olumsuz davranışın, duygunun, altında gerçek bilgisinin yokluğu yatar. Olumsuz yanlış davranışlar kişinin bilgi ve sevgi eksikliğinin yarattığı acılardan kaynaklanır. Bunu ne kadar anlarsak bağışlamak o kadar kolay olur. Bunu anlamamak ise bizim o kişi ile aynı realitede olmamızdan kaynaklanır.
 
Değişmek her zamanki etkilere daha doğru tepkiler vermektir. Özgür irade doğru tepki seçme özgürlüğümüzdür. Doğru tepki gelişmemiz ve değişmemizdir. Doğru tepki bize gerçek sevginin yolunu açar.  Kendimizi değiştirmek, sevgiyi yaşamak en büyük ibadettir. Kendimizi değiştirmemiz oranında Yüce Ruhsal Sistemler bizim kanalımızla yeryüzüne inerler.   
 
Ne değişmemiz ne de değişmememiz kendimizle sınırlı değildir. Doğrularımız ve yanlışlarımız çok geniş mekân ve zamanlarda kendini çoğaltarak devam etmektedir. Hz. Muhammed’in sözü “İki günü aynı olan kayıptadır.” Her gün doğruya, iyiye, güzele, bilgiye ve sevgiye doğru bir adım atmalıyız. 

ALINTI
Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN

YAŞAMINIZI SEVGİYLE DOLDURUN

 


Yaşamının sevgiyle dolu olmasını istemeyen bir tek insan çıkacağını sanmam. O halde, bunu gerçekleştir­mek için ilk çabayı bizim göstermemiz gerekir. Arzu et­tiğimiz sevgiyi bize başkalarının sağlamasını bekle­mektense, kendimiz bir sevgi kaynağı olmalıyız. Baş­kalarına örnek olmak istiyorsak, önce biz kendi içimiz­deki sevgi ve şefkati harekete geçirmek zorundayız.

Derler ki: “İki nokta arasındaki en kısa mesafe, ni­yettir.” Sevgi dolu bir yaşama kavuşmak için bu deyiş son derece doğrudur. Sevgi dolu bir yaşamın başlangıç noktası, ya da, temeli önce bir sevgi kaynağı olma arzu­su ve kararlılığıdır. Takındığımız tavır, yaptığımız se­çimler ve iyiliklerle, önce sevgi elini uzatma istekliliği bizi bu hedefe taşıyacaktır.
Eğer bir daha kendi yaşamınızdaki veya dünyada­ki sevgi eksikliği sizi üzecek olursa, şöyle bir deney ya­pın. Birkaç dakikalığına dünyayı ve başka insanları ak­lınızdan çıkarın ve sadece kendi yüreğinize bakın. Da­ha büyük bir sevgi kaynağı haline gelebilir misiniz? Kendinize ve başkalarına yönelik sevgi dolu düşünce­ler üretebilir misiniz? Sonra bu sevgi dolu düşünceleri dış dünyanıza açabilir, hatta sizce bu sevgiyi hak et­meyenlere bile iletebilir misiniz?
 
Yüreğinizi daha büyük bir sevgi barındıracak kadar açarsanız ve önceliğiniz sevgi toplamak değil de, ken­dinizi sevgi kaynağı yapmak olursa, arzu ettiğiniz sev­giyi alma yolunda büyük bir adım atmış olursunuz. Ayrıca, gerçekten çok önemli bir şey fark edeceksiniz: Ne kadar çok sevgi gösterirseniz, o kadar çok sevgi görürsünüz. Sevecen bir insan olmak sizin elinizdeyken, sevilen bir insan olmak sizin kontrolünüzde değildir. O halde, sevgi göstermeye ağırlık verirseniz, yaşamınızın fazlasıyla sevgi dolduğunu göreceksiniz. Çok geçme­den de dünyanın en büyük sırlarından birini keşfeder­siniz: Sevginin ödülü kendisidir.

Dr.Richard Carlson (Ufak Şeyleri Dert Etmeyin)
 
Sevgi yalnızca bir başına sevmekten ibaret değildir. Hoşgörü, sabır, irade, iyilik, hizmet gibi sayısız değeri içerir. Aslında sevgi yaşamdaki tüm değerlerin toplamıdır. Sevgi duyduğumuz her varlığa karşı aslında bu değerleri de yaşadığımızı fark edebiliriz. Evimize bir kedi ya da köpek aldığımızda onun bakımını tüm zorluklarına karşı üstümüze alma iradesini gösteririz. Onun yaptığı yaramazlıklara karşı hoşgörülü olur, hatta saldırganlık gösterdiğinde canımızı acıttığında öfkelenmez, sabrederiz. Yemesi, tuvalet ihtiyacı için gezdirmek ya da kumunu temizlemek, düzenli veterinere götürmek vs… Bunların tümü bize sevginin içindeki hizmeti deneyimletir. Üstelik koşulsuz, hiç bir karşılık beklemeden. Bu koşulsuz sevgiyi insanlara da verebiliyor muyuz? Bir kediye ve köpeğe gösterdiğimiz hoşgörüyü bir insana ne kadar gösterebiliyoruz?  Hayvanlarda bir gün dile gelip, bizde beğenmedikleri davranışları mesela sen çok kibirlisin, bencilsin veya çok kıskançsın vb. söylemiş olsalar biz gene hayvanlara hoşgörü olarak ve koşulsuz sever miyiz? Bunun için kendimize dürüst olmalıyız.
 
İşte en basit örnekte bile görüyoruz ki, sevgi bir başına sevgi değildir. Eğer onu oluşturan unsurlar yoksa yaşadığımız duygu sevgi değildir, egonun bir oyunudur. Sevgi içinde eyleme geçmiş pek çok değeri barındırır. Saf bir biçimde sevebilmek, egomuzun hırslarımızın sevgimizi gölgelemesinden kaçınmak onun içindeki yüce değerlerin ortaya çıkmasını sağlayacaktır. Sevgi o zaman ilahi bir güç olarak yeryüzünde tezahür edecektir.

Sevginin analizi, matematiği ve sağlaması yoktur. Çıkarıp, bölüp parçalara ayırsak ta anlaşılmaz, anlaşılmaz. Onun sırrı ve hikmeti kalpte tecelli eder ve yaşanarak anlaşılır. Şayet sırf dünyasal yaşam için değil, sevgi içinde yaşarsak ancak sevginin sırlarında vakıf olur, ilahi ve evrensel olan yüksek enerjisinin katmanlarında erir, sevgi insanı olarak doğarız.

Yolumuz hep sevgiden geçsin…
Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN

 

YARATICI İMGELEME VE SAĞLIK

 

Yaratıcı imgeleme, sağlıklı olma ve bu sağlığı koruma  konusunda  sahip olduğumuz  en önemli araçlardan  biridir.
Tam  sağlıklı olmanın temel ilkelerinden biri, fiziksel sağlığımızı duygusal, zihinsel ve ruhsal durumumuzdan ayırmamaktır. Tüm düzeyler  birbirlerine bağlıdırlar ve bedendeki  bir “rahatsızlık”  hali daima bir çatışmayı, gerilimi, endişeyi ya da  varoluşun diğer düzeylerindeki  uyumsuzluğu yansıtır. Bu yüzden, fiziksel olarak hastalandığımızda bu, varlığımızın doğal  denge uyumunu yeniden kazanmak için yapmamız gereken şeyleri anlamak amacıyla duygusal ve sezgisel hislerimize, düşüncelerimize ve tutumumuza  derinlemesine bakmamızı söyleyen  bir mesajdır.  İçsel sürece uyum sağlayıp onu dinlemeliyiz.
Zihin ve beden arasında sürekli bir iletişim vardır. Beden fiziksel evreni algılar ve onunla ilgili zihne mesajlar yollar. Zihin ise  bu algılamaları kendi geçmiş deneyimlerine  ve inanç sistemine göre yorumlar ve bedene, uygun olduğunu hissettiği şekilde tepki  göstermesi için işaret verir. Eğer zihnin inanç sistemi  (bilinçli ya da bilinçsiz  düzeyde)  belirli bir durumda hasta olmanın uygun ya da kaçınılmaz olduğunu söylüyorsa, o da bedene buna göre işaret verecek ve bedende  hemen uysallıkla hastalık belirtileri gösterecektir; gerçekten de hasta olacaktır.  Kısacası tüm süreç; kendimiz, yaşam, hastalık ve sağlığın doğası hakkındaki  en derin kavramlarımız ve fikirlerimizle yakından ilişkilidir.
Yaratıcı imgeleme, zihnimizden  bedenimize iletişim kurma biçimimize  gönderme yapar. Bu zihnimizde bilinçli yada bilinçsiz olarak imgeler oluşturma  ve sonra onları işaretler yada emirler şeklinde  bedene aktarma sürecidir.
Bilinçli yaratıcı imgeleme, bedenimizle  iletişim kurmak için, olumsuz, boğucu, gerçekten “hasta edici” olanlar yerine  “olumlu düşünce  ve imgeler yaratma”sürecidir.
İnsanlar, hastalığın bazı durum veya koşullarda uygun ya da kaçınılmaz bir tepki olduğuna inandıkları  için hastalanırlar. Çünkü hastalık  bir biçimde, bir sorunu onlar adına çözermiş gibi, gereksindikleri bir şeyi elde etmelerini  sağlarmış  ya da çözümlenmemiş ve dayanılmaz bir içsel çatışmaya umutsuz bir çözümmüş gibi görünür.
Buna bir kaç örnek verelim: Bulaşıcı bir hastalıkla “karşı karşıya kaldığı” için  hastalanan kişi (bunun  kaçınılmaz  veya  yüksek bir olasılık olduğuna inanmıştır), ebeveyni ya da ailesinin başka bir üyesiyle aynı hastalıktan  ölen  kişi (kendisini aynı örneği tekrarlamaya bilinç dışı programlamıştır), işten kaçabilmek için hastalanan ya da bir kaza geçiren kişi (ya işte göğüs geremediği  bir durum vardır ya da  gereksindiği dinlenme   ve huzuru kendine  ancak  hastalandığı takdirde layık görmektedir), sevgi ve ilgi görebilmek için  hastalan kişi (çocukken anne ve babasının sevgi ve ilgisini de böyle elde edebiliyordu),  yaşamı boyunca  duygularını bastırıp en sonunda kanserden ölen kişi (biriktirdiği duyguların baskısıyla, kendini ifade etmesinin doğru olmadığı inancı arasındaki çatışmayı bir türlü çözüme ulaştıramaz. Ve en sonunda çözüm olarak kendini öldürür.)  
Bu örneklerle her hastalığın,  basmakalıp bir açıklaması olan basit bir sorun olduğunu söylemek istemiyorum.  Tüm sorunlarımızda olduğu gibi , sık sık daha karmaşık nedenlerle de karşılaşırız. Hastalığın, kavram ve inançlarımızın  sonucu olduğunu ve içsel bir sorunumuza  bir çözüm bulma  girişimi olduğunu  anlatmak istiyorum yalnızca.  Eğer en içsel inançlarımızı  tanımaya, kabul etmeye  ve değiştirmeye gönüllüysek, sorunlarımıza daha yapıcı çözümler bulabilir, hastalık ve rahatsızlıktan tamamen kurtulabiliriz.
Sağlımız, güzelliğimiz, canlılığımız ve neşemiz üzerindeki tek sınırlama, korku ve cehalet nedeniyle kendi yaratığımız engellerden, hayatın mükemmelliğine ve iyiliğine direnmemizden kaynaklanıyor. Bedenimi bilincimizin fiziksel bir ifadesidir aslında. Kendimizle  ilgili taşıdığımız kavramlar sağlığımızı ve güzelliğimizi  ya da bunların eksikliğini belirler. Kavramlarımızı  derinlemesine değiştirdiğimizde,  fiziksel varlığımızda  takıma uyar. Beden  sürekli değişir, her an  kendini yeniler  ve yeniden inşa eder, ve o bunu yaparken  zihin tarafından gösterilenden  başka bir örneği izlemez. Bu bakış  açısının doğal gelişimi ve sonucu , hastalıkla ilgili  daha yapıcı  bir tutuma sahip olmaktır.
Bu  durumda  hastalığın  kaçınılmaz  bir felaket  yada talihsizlik  olduğunu  düşünmek yerine, onu güçlü ve yararlı bir mesaj olarak karşılarız. Eğer fiziksel  olarak herhangi bir biçimde ıstırap çekiyorsak, bu, bilincimizde araştırıp tanımamız,  varlığını kabul edip değiştirmemiz gereken  bir şey olduğunu bildiren  bir mesajdır.
Genellikle de hastalığın  vermek istediği mesaj; kendimize sükûnete kavuşup sadece iç  benliğimizle bağlantı kuracağımız  bir zaman ayırmamız gerektiğidir. Hastalık genelde bizi, tüm meşguliyetlerimizi ve çabalarımızı  bir an kenara bırakarak rahatlamaya ve bilincin,  gereksindiğimiz besleyici enerjiyi alabileceğimiz derin ve sessiz düzeyine kaymaya zorlar.
Şifa daima içten kaynaklanır. Düzenli bir biçimde sükûnet bulup içsel bağlantı kurduğumuzda, iç benliğimizin dikkatimizi çekmesi  için hastalanmamıza gerek kalmaz.
Hastalık ve kazalar  kavramlarımızın  değişmesi yada herhangi bir iç sorunumuzun çözümlenmesi gerektiğini vurgulayan mesajdır. Mümkün olduğunca sükûnete kavuşup iç sesinizi duymaya çalışın ve ona , mesajının ne olduğunu sorun.
Yaratıcı imgeleme  sağlık için  en iyi araçtır; çünkü o  doğrudan sorunun kaynağına iner, kendi zihinsel kavram ve imajlarınıza. Kendinizi kusursuz parlaklıkta  bir sağlığa kavuşmuş olarak hayal etmeye ve böyle olduğunuzu onaylamaya başlayın. Sorunun tamamen şifa bulduğunu  ve tedavi edildiğini  görün. Bir çok  farklı düzeyde  ele alınabilecek  bir çok farklı yaklaşım vardır; siz en çok işinize yarayan  özel onaylama ve imgeleri bulmak zorundasınız.   

Bir çok hastalık olayında , yaratıcı imgeleme tek başına bütünüyle etkili bir tedavi yöntemi olabilir. Bazı olaylarda ise kişinin kendi inanç sistemi yüzünden (iyileşmek için kendi dışımızdaki  bir şeylere muhtaç olduğumuz görüşünü terk etmek zordur), öteki tedavi biçimlerini kullanmakta gerekir. Herhangi bir tedavi biçimine içsel olarak inanç duyduğunuz sürece onu elbette kullanabilirsiniz. Eğer iyi sonuç vermesini ister ve buna inanırsanız verecektir. Yaratıcı imgelemenin bilinçli  kullanımı normal iyileşme sürecini şaşırtıcı şekilde  hızlandırır ve kolaylaştırır.

Shakti GAWAIN
Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN

GÜNÜN MESAJI

 

Dünya sen ne isen odur. Dünya bir cennet de olabilir, cehennem de. Hangisini seçip yaratacağın tamamen sana bağlı. Dıştaki dünyanın koşulları sizi mutsuz edemez, ama sizin içteki mutluluğunuz tüm dünyayı değiştirecek güçtedir. Dünyayı bizim dünya görüşümüz yaratır. Dünya tam da senin düşlediğin gibidir. İçteki neyse dıştaki de odur. Tüm felaketlerin, açlık ve sefaletin tek sorumlusu sadece biziz. Özüne dönüp bir birey olduğunu idrak ettiğinde ve bir bütün olduğuna inandığında ise dünya sonsuza dek iyileşecektir. Karşımıza çıkan her türlü olay bir şekilde bizim onayımızı alır da çıkar. Dışarıdan geldiğine inandığımız her şeyin başlangıç noktası içimizdedir.

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN