FARKINDALIĞIMIZ OLDUĞU SÜRECE

 

 
Yaşadığımız süreçte hiçbir karşılaşma tesadüf değildir. hiçbir hissediş, düşünüş, bakış, algılayış, seziş de öyle. Hatta bunların tersi de tesadüf değil. Alışveriş yaptığımız market, yemek yediğimiz lokanta, su içtiğimiz çeşme, yürüdüğümüz kaldırım ve orada yanlarından birer yabancı olarak geçip gittiğimiz insanlar. Tesadüf gibi görünen karşılaşmalar, yolu sorduğumuz herhangi biri, hafifçe çarptığımız insan.
Bize gülümseyen küçük bir çocuk önümüzden aniden uçuveren kuş… Gün boyu yaşadığımız en basit olay bile herhangi bir zihinsel, fiziksel, ruhsal ya da duygusal bir olayın tetikleyicisi olur. Küçük ya da büyük hiç fark etmez…
 
Bazen hiç aklımıza gelmeyen ve hesapta olmayan durumların içine çekiliveririz. Hayal bile etmediğimiz olayları yaşarken buluruz kendimizi. Bir martı çığlığı, bir satıcı bağırışı, alır götürür bizi yıllarca ya da yollarca uzaklara… Hem öğretmen hem de öğrenciyizdir her ilişkinin içinde. Doğduğumuz aile, gittiğimiz okullar, sıra arkadaşımız, iş yerimizde çalıştığımız insanlar, komşularımız, sevgilimiz , eşimiz, çocuğumuz bunu gibi birçok örnek vs.
 
Farkındalığımız yükseldikçe, durumları ve ilişkileri yaşarken, kendimizi ve yaşanılanları gözlemlemeye başlarız. Ve eğer yaşadıklarımıza yüksek idrakle bakabilmeyi başarırsak, o ilişki ya da durumu ne için yaşadığımızı kavrarız. Düğmelerimize en fazla basan insanlar, en iyi öğretmenlerimizdir. O ilişkide kurban olmadığımızı anlar, ilişkinin bize neyi öğretmeye çalıştığını kavrarsak, dersimizi alır ve yolumuza devam ederiz. Eğer bunu yapamazsak, o ilişkide ya da durum içinde tutsak olur, ya daha ağır durumlar yaşar ya da daha travmatik durumları (o dersi alıncaya, eksik yönümüzü tamamlayıncaya, kendimizi düzeltinceye kadar) tekrar tekrar yaşamaya devam ederiz.
 
Bazen bazı insanların hayatına yalnızca katalizör olarak gireriz. Onların hayatlarında değiştirmesi gereken durumun düğmesine basar ve sessizce çekiliriz. Ve yüksek farkındalık içinde kalırsak, yaşanılan durumdan etkilenmeden, arkamıza bakmadan yolumuza devam ederiz.
 
Özet olarak, aslında kızdığımız ve bizi üzen insanlara bakın bizde en büyük değişime neden olur genellikle. Ve her karşılaşma kutsaldır. Kızdığımız insanlara ya da bize kötülük yapan insanlara bakalım bizim içimizdeki hangi karanlığı (duygu ve düşünce) gösteriyor ya da hangi korkularımızı tetikliyor. Farkındalığımızla içimizde bulup şifalandırıp ve dersimizi alıp yolumuza ışıkla devam ederiz. Ya da içimizdeki o karanlığı ve korkularımızı yaşadığımız süreçte devam edersek her defasında bizi üzen ve sürekli kızdığımız insanlarla karşılarız.
Yaşadığımız her durum, tanıştığımız her insan öğretmenimizdir. Ne kadar kısa sürede öğrenirsek öğrenmemiz gerekenleri, karmamızı çözüp, iç huzuruna, mutluluğa, ideal ilişkimize ve ruhsal bütünlüğe ulaşırız…

 

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN

GÜNÜN OLUMLAMASI

 
Hatalarımı seviyorum, ruhumu eğitip geliştirmeme katkıda bulundukları için.
 
Beni eleştiren, kalbimi kıranlara, önyargılı davrananlara, hayal kırıkları yaşatanlara teşekkür ediyorum; özüme dönüp kendimi keşfedip yenilenmeme yardımcı oldukları, yeteneklerimi ortaya çıkamama, olan gücüme güç katmama, kendime olan sevgime ve kendime olan saygıma daha da güçlü bir şekilde sahip çıkmam gerektiğini fark etmemi sağladıkları için teşekkür ediyorum
 
Sezgilerime her zaman güvenip, cesaretle atacağım adımlarla doğru yolda ilerliyorum.
 
Yüce Rabbim, sana teşekkür ediyorum, sağlıklı bir bedenle beni dünyaya gönderip nimetlerinle mükafatlandırdığın için.

 

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN

HAYATA BAKARKEN HANGİ PENCEREDEN BAKIYORSUNUZ?

 

Bir bilgeye sormuşlar:
“Dünyada en çok kimi seversiniz? “Terzimi severim.” diye cevap vermiş.Soruyu soranlar şaşırmışlar.”
Bilge, bu soruya şöyle cevap vermiş:
“Evet dostlarım, ben terzimi severim. Çünkü ona her gittiğimde, benim ölçümü yeniden alır. Ama diğer insanlar öyle mi. Bir kez benim hakkımda karar verirler; ölünceye kadar da beni hep aynı kalıpla ve aynı gözle görürler.
Ya olaylara bakış açımız..
Hayata baktığımız pencere, bakış açımız değil midir, olaylarla baş etme şeklimizi belirleyen.
Başarısız insanlar gerçekten sorunlara takılıp kalırken başarılı olanlar çözüm üretmeye çalışıyorlar…
Kimileri kara kapkara bir pencereden bakmayı tercih ederken kimsi pembe penceresinden her şeye rağmen gülümseyerek her duruma bir çözüm bulabilmeyi tercih ediyor!
Hayatta her şer bir neden ve amaç için vardır! Ve siz kabul edip dersinizi çıkarmadıkça aynı şeyleri farklı insan ve senaryolarda yaşamaya devam eder durursunuz!
Eğer geriye dönüp de noktaları birleştirirseniz yaşadığınız her bir şeyin tekamülünüz için size nasıl bir deneyim kazandırdığını hayretle göreceksiniz.
Kelimelerin, sözlerin ve davranışlarınızın enerjisine dikkat edin başkasına söylediğiniz negatif sevgi olmayan kelimeler, sözler söylediğinizde ve olumsuz davranışlarda bulunduğunuz zaman aslında sizin bilinçaltınızda ve bilinç üstünüzde olan duyguları ve düşünceleri yansıtıyorsunuz. Sürekli enerjinizi hep güzele değiştirin…
 
O halde neyi büyütmek ve onu yaşamak istiyorsanız ona prim vermeye devam edin… Ama bunu yaparken asla şikayet etmeyin neden aynı şeyleri yaşıyorum diye.. Siz besliyorsunuz o duygu ve düşünceyi…Sürekli şikayet enerjisinde olan bir insan nasıl güzellikleri fark edebilir. Etrafına nasıl ışık ve olumlu  enerji verebilir. Kızgınlık içinde konuşan bir insan aynı şekilde nasıl ışık verebilir.
Böyle söylediğimde kızanlarda oluyor biliyorum “ne yani polyanna gibi mi yaşayalım, gerçekleri görmeyelim mi” diye… 
Benim size anlatmaya çalıştığım neye odaklanırsanız onu büyütüyorsunuz.. Hal böyleyken seçim sizin oluyor dolayısıyla
İnsan penceresinde hayata baktığı zaman ne görmek isterse onu görüyor. 
Pencereler vardır, hayata bakar. 
Hayattan ne anlıyorsa insan, o kadar geniş, o kadar ferah, o kadar huzur vericidir; penceresinden evine sızan. Hayatı bir hapishane gibi görüyorsa, ayak seslerinden, ayakkabı görüntülerinden ve araba lastiklerinden başka bir şey görmez, ruhunun penceresi olan gözlerini açtığında. 
Pencereler vardır, insanın kendisine bakar. 
Ne kadar derinse duruşu, ne kadar özgürse ruhu, ne kadar güzel görebiliyorsa; o kadar geniş, o kadar uçsuz bucaksız, o kadar güzeldir manzarası. Yüzeyselse, ancak karşı apartmandaki insanı görüp durur, penceresini her açtığında. 
Pencereler vardır, açılmaz; sadece seyredersiniz. Koklayamazsınız, işitemezsiniz, elinizi uzatıp dokunuyor gibi hissedemezsiniz.
BİR İNSAN KENDİNİ DEĞİŞTİRMEYİ İSTEMEDİKÇE ASLA YARDIM EDEMİYORSUNUZ!

 

Pencerenizden baktığınız zaman her zaman güzellikleri görmenizi dilerim.

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN

GÜNÜN MESAJI

Bana, menteşeleri yağlanmadığı için zor açılan büyük ve ağır bir kapı gösterildi. Ondan sonra menteşelere birkaç damla yağ damlatıldığını ve böylece kapının tek bir parmağın dokunuşuyla rahatça açılabilecek hale geldiğini izledim. Şu sözleri duydum; Sevgiyi bir yağ gibi devamlı kullan, çünkü her şeyi kolaylaştıran sevgidir. Sevgi daima bir yol bulunur. Yüreğini aç ve sevginin özgürce akmasına izin ver.
Dolap ağzına kadar dolup taştığında kapılar açılır ve içindekiler dışarı gürültüyle dökülür; hiçbir şey buna engel olmaz. Bent kapakları açıldığında, su muazzam bir güçle önüne ne gelirse gelirse kendine katarak ileri doğru akar. Aynı şekilde içinde taşıdığın ruhsal gücün bir kez farkına varıp, onu ortaya çıkarttığında, artık hiçbir güç onun akmasını engelleyemez. O, akarken bütün olumsuzluk ve uyumsuzluğu bir kenara iter, yerine barış, sevgi, uyum ve anlayışı koyar. Sevgidir tüm dünyada galip gelecek olan; sevgidir tüm insanlığı birleştirecek olan. O yüzden, kendi içinden gelen muazzam sevgiyi ne kadar çabuk serbest bırakırsan ve akmasına izin verirsen, dünya barışı, uyum ve tüm insanlığın birliğine o kadar çabuk tanık olursun. Yüreğinde sevgiyi taşıdığında diğer insanların en iyi yanlarını ortaya çıkartırsın, çünkü sevgi ancak en iyiyi görür ve böylece en iyiyi ortaya koyar. Korkma; yüreğini aç, içinde hiçbir şeyi saklama ve her şeyin özgürce akmasına izin ver.

Eileen CADDY

 

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN

ASIL OLAN MUCİZE KENDİNE OLAN İNANÇTIR

 
İş adamının işleri bozulmuştu. Ne yaptıysa olmuyordu. Bir zamanlar çok başarılı bir insan olmasına rağmen şimdi büyük olan sadece borçlarıydı. Bir taraftan kredi verenler onu sıkıştırırken, diğer taraftan da bir sürü insan ödeme bekliyordu. Çok bunalmıştı ve hiçbir çıkış yolu bulamıyordu. Nefes almak için parka gitti. Bir banka oturdu, başını ellerinin arasına aldı ve bu durumdan nasıl kurtulacağını düşünmeye başladı.
Tam bu sırada birden, önünde yaşlı bir adam durdu. ‘Çok üzgün görünüyorsun. Seni rahatsız eden bir şey olduğu belli… Benimle Paylaşmak ister misin?’ diye sordu yaşlı adam. İş adamının yakınmalarını dinledikten sonra da, ‘Sana yardım edebilirim’ dedi. Çek defterini çıkardı. İş adamının adını sordu ve ona bir çek yazdı. Çeki ona verirken de şöyle dedi: ‘Bu para senin. Bir yıl sonra seninle burada buluştuğumuzda bana olan borcunu ödersin. Hadi al’ dedi. Ve yaşlı adam geldiği gibi hızla gözden kayboldu.
İş adamı elindeki çeke baktı. Çekte 500 bin dolar yazıyordu ve imza ise John Rockefeller’ e aitti, yani o gün için dünyanın en zengin adamına. ‘Tüm borçlarımı hemen ödeyebilirim’ diye düşündü. John Rockefeller’ e ait bu çekle her şeyi çözebilirdi. Ama çeki bozdurmaktan vazgeçti. Bu değerli çeki kasasına koydu. Onun kasasında olduğunu bilmenin güveniyle yepyeni bir iyimserlikle işine tekrar dört elle sarıldı. Büyük küçük demeden tüm işleri değerlendirmeye başladı. Ödeme planlarını yeniden yapılandırdı. İyi yapılan işler yeni işleri doğurdu. Birkaç ay sonra tekrar işlerini yoluna koyabilmişti.
Takip eden aylarda ise borçlarından tümüyle kurtulup hatta para kazanmaya başlamıştı. Tüm bir yıl boyunca çalıştı durdu. Tam bir yıl sonra, elinde bozulmamış çek ile parka gitti. Kararlaştırılmış saatin gelmesini bekledi. Tam zamanında yaşlı adamın hızla ona doğru geldiğini gördü. Tam ona çekini geri verip başarı öyküsünü paylaşacakken bir hemşire koşarak geldi ve adamı yakaladı. Hemşire ‘Onu bulduğuma çok sevindim, umarım sizi rahatsız etmemiştir’ dedi. ‘Çünkü bu bey sürekli olarak huzur evinden kaçıp, bu parka geliyor. Herkese kendisinin John Rockfeller olduğunu söylüyor’ diye ekledi. Hemşire adamın koluna girip onunla birlikte uzaklaştı.İş adamı şaşkın bir şekilde öylece durdu kaldı. Sanki donmuştu. Tüm yıl boyunca arkasında yarım milyon dolar olduğuna inanarak işler almış, yapmış ve satmıştı.

 

(Alıntı)

Birden, hayatının akışının değiştiren şeyin para olmadığını fark etti.
Hayatını değiştirenin yeniden kendinde bulduğu kendine güven ve inançtı. Yalnız bir insan dünyada ne yapabilir? İnsan kendine güvendiği ve mümkün olduğuna inandığı her şeyi yapabilir. Evren sınır koymaz; biz inançlarımızla sınırlarız kendimizi. Bir insan kendini arıyorsa kaybettiği yere bakmalıdır. Başarının sırrı, kasamızda duran değil, kendi kalbimizde ve kafamızda olanlardır. Başka yerde aramaya gerek yok.

 

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN

HER DOĞAN GÜN BİR UMUTTUR

 
İnsanlar, hayatları boyunca her zaman güzel şeyler ile karşılaşmazlar. Bazen çok zor zamanlar insanın yakasına yapışabilir ve bu durum da insanın kendini güçsüz hissetmesine sebep olabilir. Hatta insan bazen kendisini o kadar kötü hisseder ki bir daha hiçbir şeyin istediği gibi olmayacağına inanmaya başlar. Örneğin; işinizi kaybetmiş ve maddi sıkıntılar içine girmiş olabilirsiniz. Umudunuzu yitirmeyip, yolunuza devam ederseniz; belki de o kaybettiğiniz işten daha kazançlısını bulacak ve daha mutlu olacaksınız.
 
Umut insanı hayata bağlar. Umudun olmadığı yerde; girişimcilik, cesaret, başarı yoktur. Çaresizlik, bıkkınlık ve yılgınlık vardır. Çünkü yeni bir şeyler denemekten korkar insan ve böylelikle “başaramayacağım” korkusu oluşur. Umut; insanların en zor zamanlarında, onlara ışık tutan bir dost gibidir.
 
Umut, yaşadığımız hayatın kenarından merkezine doğru zevk içinde yürümektir. Umutsuzluk, yaşadığın hayatın içinden kenara doğru kaçmaktır.
 
Bir insanın bunu anlayıp, umut içinde doğru bir hayat yaşayabilmesi için; hiç olmazsa ömründe bir kerecik, güneşin doğup batışını seyretmiş olması gerekir ki güneş ona, önünde yaşayacağı koca bir hayatın umut dolu dersini versin. Çünkü güneş; umuttur, hayattır. Onun için, güneşin doğuşunu beklemek umuttur. Doğması mutluluktur. O, her akşam batar. Her sabah yeniden doğar. Bundan dolayı güneşin doğuşu ile başlayan her yeni gün bir umuttur.
 
Yaşadığımız hayat içinde her şey içimizde saklıdır. Zamanı gelince içimizde saklı olan olumlu-olumsuz her şey, hayatın akışı içerisinde ortaya çıkar ve yaşanır. Doğru olanı seçip yaşamamız; insanın akıl, bilgi ve idrakine bağlı olduğundan, her şey kalbin elde ettiği alışkanlıklarla yaşanır. Her zaman doğru olan seçilip yaşanmaz.
 
Pişman olmak yerine, umutlu olduğun süreçte; hayat sana güzel sürprizleri, beklemediğin zamanda getirir. O yüzden, hayatımızda hiç bir zaman umutsuzluğa yer vermemeliyiz. “Gün doğmadan neler doğar” söylemini asla unutmamalıyız.
 
Bu da tıpkı her akşam batan güneşin, her sabah yeniden doğmasının bize umut olması gibi bir şeydir. Hayat yaşarken öğrenmemizi, öğrendikçe akıllanmamızı, akıllandıkça farkındalığımızı geliştirip sevgimizi artırmamızı, artan sevgimizle de aşklarımızı büyütüp daha insancıl bir hayat yaşamamızı sağlar.
 
Sabah gözlerimizi açabildiğimiz an, aslında yaşamın devam ettiğini ve hala bir şansımızın olduğunu bilmeliyiz. Elimizden geldiği kadar üretmeli, başkalarına yardımcı olmalı ve hayata değer katmalıyız.
 
Umutsuzluklar azalsın. Mutluluklar çoğalıp artsın diye.
 
Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN

 

GÜNAYDIN GÜZEL OLANA ODAKLAN

 


Bugün seni mutlu eden şeylere odaklan, seni üzen şeylere değil.
İnsanların güzel ve olumlu özelliklerine odaklan, onların zaaflarına ve zayıflıklarına değil.
Seni kuşatan güzelliklere odaklan, sahip olamadıklarına değil.
Sevgiye odaklan, egolara değil.
İş hayatında kazandıklarına odaklan, kaybettiklerine değil.
Olumlu sözlere odaklan, olumsuz sözlere değil.
Sağlık ve neşeyle geçen günlerine odaklan, üzüntülü ve acılı günlerine değil.
Güneşli günlere odaklan, bulutlu ve yağmurlu günlere değil.
Geleceğe ait umutlarına odaklan, kaçırdığın zenginliklere değil.
Verebileceklerine odaklan, ne olabileceğine değil.

(Alıntı)
Bir gün nasıl başlarsa öyle gider!
Güne nasıl başlarsanız bütün gününüz öyle geçecektir. O yüzden günü moralle başlamak çok önemlidir. Bir çok insan homur homur yataktan kalkarak ve bütün gün de o homurtularıyla kendisini olduğu kadar çevresini de rahatsız eder.. Yatakta gözünüzü açtığınız andan itibaren günü yapılandırmak sizin elinizde.
Sabah henüz yataktan kalkmadan (uyandığınız an) dudaklarınıza bir gülümseme gönderin.. Sağlığınız için her şey için teşekkür edip, şükredin Allaha..
Beş veya on dakika denizi ya da yeşil bir alanı seyredin. Bir ağaca bakmak bile size çok iyi gelecek. Bu ortamda varlığınızı fark edin. Sahip olduklarınız için her şey için evrene teşekkür edin ve bol bol şükür edin. Şükretmek size çok iyi gelecektir.
Her şeyle ama her şeyle bağ kurmaya çalışın; çiçekle, ağaçla, hayvanlarla, cansız varlıklarla… Onlarla aranızdaki bağ günü mutlu geçirmeniz için size enerji sağlayacaktır. Örneğin işe giderken yolunuzun kenarındaki çiçekleri mutlaka “görün”. Varlıklarından dolayı mutlu olduğunuzu düşünün. Çiçeklerle kurulan bağ çok önemlidir. Yaşam bize bizim ona sunduğumuz kadar artı (+) veya eksi (-) frekans sunar.
Sabahleyin evde, çevrenizde ve işte karşılaştığınız insanlara gülümsemeye çalışın. Bu sizin için zorsa kendinizi zorlayın. Çünkü bedenin de buna ihtiyacı var. Gülümsediğiniz zaman kendinizi daha iyi hissedeceğinizi biliyor musunuz? (ancak gülümsemenize canlılık katın, gözlerinizle de gülümsemeye çalışın) Bunun aksine kaşlarınızı çattığınız zaman da olumsuz duygularla örülü bir çemberin bedeninizi saracağını…
Yaşamını nasıl yaşayacağına an be an karar veren sensin. Yaptığın seçimlerin sonuçlarını yaşayacak olan da sensin. Sadece sen alışkanlıklarının kontrol edebilir, sadece sen sağlığını iyiye ya da kötüye doğru yönlendirebilirsin. Hiçbir doktor, senin istediğin olmadan iyileştiremez.
Bugün, kendine ve başkalarına olumlu yaklaşım göster. İnsanların içindeki iyiliği, güzelliği ortaya çıkarmalarına yardımcı ol. İnsanların sana “iyi ki varsın” dedikleri kadar var olur, mutlu olursun. Başkalarına, seninle paylaştıkları her şey için “iyi ki varsın” demeyi ihmal etme…
Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN

GÜNÜN OLUMLAMASI

 

Sen seviyorum güzel hayat. Muhteşem bilgeliğinle bana öğrettiklerin için sana teşekkür ediyorum. Kendi mükemmelliğime giden yolda rehberim oldun sen beni daima destekleyen ileri taşıyan yeğane güçsün.
Hayatımı bu şekilde planladığım ve kendi özümde yaşadığım için kendimi kutluyorum ve şükürler olsun.Tüm parlaklığının ve ihtişamının bir parçası olmaktan mutlu ve huzurluyum.
Yüce Rabbim, Başmeleklerim, Koruyucu Meleklerim ve Aydınlanmış Üstatlarım her daim yanı başımda, Onların varlıklarını hissediyor ve desteklerinin benimle olduğunu biliyorum. İlahi gücün koruması yaşamımın her alanında kendini hissettiriyor. Güven içinde yaşıyorum.
Yüce Rabbime yürekten teşekkür ediyorum. Bana vermiş olduğu hediyelerden bir tanesi sezgilerim… çok şükürler olsun… 

Ruhum en verimli en olgun evresinde, istediklerimi biliyor rehberlerimin sayesinde hedeflerime ışıkla, sevgiyle ve aşkla yürüyorum.

ALINTI

 

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN

GERÇEK SEVGİ KOLAY KOLAY KALPTEN SİLİNMEZ…

İnsan her yaşta çocuk gibidir. Başı daima sevgiden bir yastık arar.
 
Gerçek sevgi, yayılan ışığa benzer… Güneş gibidir aydınlatır.
 
Çoğu insanımız sevgi verirken bile sadece sevginin geri dönmesi düşüncesiyle veriyoruz yani bir nevi pazarlık yapıyoruz sevgiyle. Göz ucuyla geri gelip gelemeyeceğini izliyoruz. Oysa ki doğal işleyişine bıraksak, sevgiyi akıtsak, o gelecektir ve eğer gelmiyorsa, endişelenecek bir şey yoktur, çünkü bir aşık, sevmenin içinde mutluluk olduğunu bilir. Gelirse o zaman iyidir, mutluluk katlanır. Hiç geri gelmese bile, sevmenin içinde o kadar mutlu oluruz ki, geri dönüp dönmemesi umurumuz da bile olmaz. Kişi sever, sadece severek sevginin ne olduğunu öğrenir. Sen karşılıksız seversen beklemeye gerek kalmaz, yavaş yavaş sevgi sana geri döner.
 
Sevme isteği, sevmek değildir. Sevgi, yapılanlarla belli olur. Sevgi bir irade olayıdır, yani sevgide hem niyet vardır hem de eylem. Çocukluğumuzdan beri her çaba harcayışımızda bir karşılık beklememiz bize öğretilmiştir. Eğer bir yerde çalışırsak uygun bir ücret bekler, bunu alamazsak işte ayrılırız. Bir yere bitki veya ağaç dikersek ondan çiçek veya meyve vermesini bekleriz. Vermezse söke atarız. Bir işe zamanımızı ayırırsak bir sevinç ya da övgü bekler, bu olmazsa o işi yeniden yapmaya karşı çıkarız. Gerçekte ortaya konan ödünler çoğu kez öğrenmenin itici gücü olur. Oysa sevgi böyle değildir. Yalnızca sevgiyi bir beklentimiz olmadan veririz. Örneğin, sevdiğimiz kişinin de karşılık olarak sizi sevmesine ısrar edemezsiniz. Bu düşünce yapısı anlamsız olur ve mizah sayfalarının süsler. Bununla birlikte bilinçsiz olarak çoğu kişinin yaptığı budur. Eğer gerçekten seversek bu durumda sevgimizin karşılık göreceğine inanmak, güvenmek, umut vermek ve bu fikri benimsemekten başka seçeneğimiz kalmaz.
 
Sevgiyi yakalamanın en temel unsuru egoyu bırakmaktır ama insan egosundan vazgeçmekten korkar. Ego bir kandırmacadır, uydurulmuş, insanların zihinlerinde yarattıkları bir şeydir. Ne kadar çok egolarımızdan arındığımız zaman o zaman gerçek sevgi ile kolaylıkla buluşacağız. Sevgi nefes almak gibidir. O sadece içimizde olan bir niteliktir, nerede olursan, kiminle olursan ol, ya da tek başına olsan da sevgi hep yanımızda olmalıdır. Sevgimiz ne kadar büyük ve saf olursa etrafa yaydığımız ışıkta o kadar parlak olacaktır. Işığımızla birlikte çevremizde bulunan pek çok varlık daha kuvvetli titreşmeye başlayacak ve enerjimiz artacaktır. Gerçek sevginin olduğu yerde korkuya, kıskançlığa, kine, kibire, bencilliğe, insanları ötekileştirmeye, cimriliğe ve hırslara yer yoktur. Bu kuvvetli enerji sayesinde hepsi birer birer yok olacaktır, çünkü sevgi özgür olmayı ve sevdiğini de özgür bırakmayı gerektirir.
 
Halil Cibran’ın sözlerinde olduğu gibi:
 
“Aynı çatıyı destekleyen iki sütün gibi olun ama diğerine sahip olmaya başlamayın, diğerini bağımsız bırakın, aynı çatıyı destekleyin. Bu çatı, sevgidir…”
 
Hayatımızı çevreleyen bütün sorunlar sevgi ile çözülebilir, saldırganlıkla ve kırıcı sözlerle değil. İnsanlar anlayış, sevgi, ve şefkat sayesinde birbirlerinin dünyasına girip sorunlarını çözebilirler.
 
Birini sevebilmek için öncelikle kendimize karşı sevecen olmalıyız. Kendimizi ne kadar gerçek sevgi ile bütün olarak seversek iç dünyamızla barışık olursak o zaman bu zaten her canlıya akacak.
 
Gerçek sevgi kalpte bitmez. Eğer bir insan menfaat için ya da göstermelik olarak veya o anda ağzımızda seni seviyoruz kelimesi çıkar.  O anda kendi çıkarları için seviyordur.

Hepimizin başına gelmiştir. Etrafımızda bizi sevdiğini söyleyen insanlar olur fakat bizi sevdiğini söyleyen kişiye incir çekirdeğini doldurmayacak kadar bir davranışta bulundunuz ya da bir söz söylediniz o kişi size artık sevmiyorum diyorsa… Size karşı yanlış davranış ve kötü sözlere yöneliyorsa ya da sizinle hemen irtibatı kesiyorsa… İşte o kişinin kalbinde gerçek sevgi yoktur. Maalesef sevdiğini belirttiği şey yüzeysel sevgidir…Öyle kolay olmuyor yürekten hissetmek o gerçek sevgiyi.
Yüreklerimize gerçek sevgi akması dileğiyle…
Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN

 

DUYGULARIMIZLA KONUŞABİLMEK…

 

İnsan olmanın en güzel yanı; duygulara sahip olmak, duygularımızı dile getirmek, konuşabilmek.
Ruhsal olgunluğa ulaşmak ve duygusal zenginliği yaşamak için duygularımızın farkında olmak ve onlarla dostluk kurmak çok önemlidir. Duygularımız, aşkımızın, tutkularımızın, özlemlerimizin, umutlarımızın temel rehberidir. İnsanlarla olan ilişkilerimizde duygularımız en büyük güç ve yönlendiricidir. Yalnızca akla bırakılmayacak konularda yolumuzu aydınlatan duygularımızdır. En temel duygularımız olan sevgi, sevinç, coşku, mutluluk yaşamımızı zenginleştirir. İnsanı duygularından soyutlayarak anlayamayacağımız gibi, kendini duygularından soyutlayan insanların da yaşamın anlamını bulmaları olanaksızdır.

Duygularını doyasıya yaşayan, duygularıyla arkadaş olan, duygularını fark etmeyi öğrenen ve onun yol göstericiliğinden yararlanabilen insan sayısı yok denebilecek kadar azdır. Çünkü duygularımızı tam olarak yaşamamıza, duygularımızı tanımamıza, anlamamıza olanak sağlanmamıştır. Anamız, babamız, çevremiz ve toplum baskıları duygularımızla baş başa kalmamıza engel olmuşlardır. Duygularımızı saklamaya ve içimize kapanmaya çalıştıkça bu bizde alışkanlık haline gelip duygularımızla bağlarımızı zayıflatmıştır. Geliştirebileceğimiz en büyük beceri duygularımızın farkında olmak ve özgürce yaşamalarına olanak sağlamaktır.
Çevremiz duygularımızı hedef alan tuzaklarla doludur.
 
Çocukken, en çocukça duygularımızı bile saklamak zorunda kalırdık. “Ayıptır, çirkindir, yapma, gülme, ağlama” diye duygularımızı doyasıya yaşamımıza engel olunurdu. Uslu denilen çocukların, akıllı denilen insanların, başarılı denilen kimselerin davranışları örnek gösterilirdi. Kendi duygularımızla baş başa bırakılmadık. Analarımız, babalarımız, dedelerimiz, teyzelerimiz, dayılarımız örnek oldu; onları taklit etmeye, onlar gibi davranmaya zorlandık. İnsan kendi duygularını yaşayamayınca başkalarının duygularını yaşamaya ve mutsuzluğa mahkûm olur.
 
Ağlamaktan, gülmekten, neşelenmekten, üzüntümüzü derin biçimde hissetmekten, heyecanlarımızı ortaya dökmekten utandırılarak büyütüldük. Ne zaman ağlasak susturulduk. Kahkahalarla güldüğümüzde ciddiyetsiz damgası yedik. Duygularımızı bastırabilmek için doğal olmayan yollar aradık. Sigara, alkol gibi zararlı bağımlılıklar edindik, maskelerin arkasına gizlendik, duygusal boşluğumuzu abur cubur yiyeceklerle doldurmaya çalıştık. Kendi duygularımızı başkalarınınkiyle karıştırdık. Kendimiz olamadan ve ne istediğimizi bilemeden yaşadık. Arkadaşlıkta, evlilikte, aile ilişkilerinde duygularımızı saklamaya, olduğumuzdan farklı görünmeye çalıştık. O zaman da gerçek ve samimi ilişkiler kuramadık. Kendimiz olamadığımız gibi, görünmeye çalıştığımız kişilik hiç olamadık.
İnsan ilişkilerinde duygular çok etkilidir. Duygularımızı içtenlikle ortaya koymak karşımızdaki insana da aynı cesareti verebilir. Herkes birbirine karşı açık olursa, duygularını, saklamadan ortaya koyarsa, karşı tarafın deneyimlemesine olanak sağlayacak kadar anlayışlı davranırsa, insanlar her yönleriyle ve gerçek bütünlükleriyle ortada olurlar.

Duygulara müdahale etmek, ayıplamak, kınamak, susturmak doğru işleyen enerji sistemini bozar. İnsanların en insancıl deneyimi duygularını fark etmek, onların akışına uymak ve bu doğal süreci kendi doğallığı içinde yaşamaktır.
 
Eşinizin, çocuklarınızın, yönettiğiniz insanların yollarını kesmeyiniz; sizin kopyanız olmalarını istemeyiniz. Özgür bırakınız; duygularını tanımalarına, dost olmalarına ve kendi duygularının zenginliği içinde yaşamalarına olanak sağlayınız.
 
Ne yaşarsak yaşayalım, bu hayatın içinde her nefes alış-verişimizde, sahip olduğumuz her şey için önce şükredelim. Bir gün hiç aklınıza gelir miydi, duygularım var çok şükür demek; duygularınız olduğu için ve özgürce davranabildiğiniz için her duyguya teşekkür etmek.
Geçmişte yaşanan bu duyguları öfkeyi, kızgınlığı vs. yine bize hatırlattığı için, şimdi dönüştürme gücümüzü kullanabilmemiz için, geçmişten ders çıkarıp farklı davranmamıza yardımcı olduğu için, tüm duygularımıza teşekkür edelim.
Özgürleşebiliriz bu duygulardan… Aynı şekilde davranmayı bırakarak her şeyi değiştirebiliriz. bunlar bize nasıl yaşamak istemediğimizi öğretti. Öfke, nefret içinde kızgın bir insan olmanın ne size ne de çevrenizdeki insanlara bir faydası olmadığını, hatta bu duyguları taşıdığınızda, domino taşlarının devrilmesi gibi her olumsuz olayın arka arkaya geldiğini ve yaşamın bir kaosa çevirdiğini görmüşsünüzdür.
Hangi duygulardan yaşamak sizin elinizde…
Yaşamın her anında duygularımızı kucaklayarak, bu duygular içinde var olmanın muhteşemliğini yaşayarak, yepyeni seçimler yapabiliriz.
ALINTI

 

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN