İnsanlar, hayatları boyunca her zaman güzel şeyler ile karşılaşmazlar. Bazen çok zor zamanlar insanın yakasına yapışabilir ve bu durum da insanın kendini güçsüz hissetmesine sebep olabilir. Hatta insan bazen kendisini o kadar kötü hisseder ki bir daha hiçbir şeyin istediği gibi olmayacağına inanmaya başlar. Örneğin; işinizi kaybetmiş ve maddi sıkıntılar içine girmiş olabilirsiniz. Umudunuzu yitirmeyip, yolunuza devam ederseniz; belki de o kaybettiğiniz işten daha kazançlısını bulacak ve daha mutlu olacaksınız.
Umut insanı hayata bağlar. Umudun olmadığı yerde; girişimcilik, cesaret, başarı yoktur. Çaresizlik, bıkkınlık ve yılgınlık vardır. Çünkü yeni bir şeyler denemekten korkar insan ve böylelikle “başaramayacağım” korkusu oluşur. Umut; insanların en zor zamanlarında, onlara ışık tutan bir dost gibidir.
Umut, yaşadığımız hayatın kenarından merkezine doğru zevk içinde yürümektir. Umutsuzluk, yaşadığın hayatın içinden kenara doğru kaçmaktır.
Bir insanın bunu anlayıp, umut içinde doğru bir hayat yaşayabilmesi için; hiç olmazsa ömründe bir kerecik, güneşin doğup batışını seyretmiş olması gerekir ki güneş ona, önünde yaşayacağı koca bir hayatın umut dolu dersini versin. Çünkü güneş; umuttur, hayattır. Onun için, güneşin doğuşunu beklemek umuttur. Doğması mutluluktur. O, her akşam batar. Her sabah yeniden doğar. Bundan dolayı güneşin doğuşu ile başlayan her yeni gün bir umuttur.
Yaşadığımız hayat içinde her şey içimizde saklıdır. Zamanı gelince içimizde saklı olan olumlu-olumsuz her şey, hayatın akışı içerisinde ortaya çıkar ve yaşanır. Doğru olanı seçip yaşamamız; insanın akıl, bilgi ve idrakine bağlı olduğundan, her şey kalbin elde ettiği alışkanlıklarla yaşanır. Her zaman doğru olan seçilip yaşanmaz.
Pişman olmak yerine, umutlu olduğun süreçte; hayat sana güzel sürprizleri, beklemediğin zamanda getirir. O yüzden, hayatımızda hiç bir zaman umutsuzluğa yer vermemeliyiz. “Gün doğmadan neler doğar” söylemini asla unutmamalıyız.
Bu da tıpkı her akşam batan güneşin, her sabah yeniden doğmasının bize umut olması gibi bir şeydir. Hayat yaşarken öğrenmemizi, öğrendikçe akıllanmamızı, akıllandıkça farkındalığımızı geliştirip sevgimizi artırmamızı, artan sevgimizle de aşklarımızı büyütüp daha insancıl bir hayat yaşamamızı sağlar.
Sabah gözlerimizi açabildiğimiz an, aslında yaşamın devam ettiğini ve hala bir şansımızın olduğunu bilmeliyiz. Elimizden geldiği kadar üretmeli, başkalarına yardımcı olmalı ve hayata değer katmalıyız.
Bugün seni mutlu eden şeylere odaklan, seni üzen şeylere değil.
İnsanların güzel ve olumlu özelliklerine odaklan, onların zaaflarına ve zayıflıklarına değil.
Seni kuşatan güzelliklere odaklan, sahip olamadıklarına değil.
Sevgiye odaklan, egolara değil.
İş hayatında kazandıklarına odaklan, kaybettiklerine değil.
Olumlu sözlere odaklan, olumsuz sözlere değil.
Sağlık ve neşeyle geçen günlerine odaklan, üzüntülü ve acılı günlerine değil.
Güneşli günlere odaklan, bulutlu ve yağmurlu günlere değil.
Geleceğe ait umutlarına odaklan, kaçırdığın zenginliklere değil.
Verebileceklerine odaklan, ne olabileceğine değil. (Alıntı)
Bir gün nasıl başlarsa öyle gider!
Güne nasıl başlarsanız bütün gününüz öyle geçecektir. O yüzden günü moralle başlamak çok önemlidir. Bir çok insan homur homur yataktan kalkarak ve bütün gün de o homurtularıyla kendisini olduğu kadar çevresini de rahatsız eder.. Yatakta gözünüzü açtığınız andan itibaren günü yapılandırmak sizin elinizde.
Sabah henüz yataktan kalkmadan (uyandığınız an) dudaklarınıza bir gülümseme gönderin.. Sağlığınız için her şey için teşekkür edip, şükredin Allaha..
Beş veya on dakika denizi ya da yeşil bir alanı seyredin. Bir ağaca bakmak bile size çok iyi gelecek. Bu ortamda varlığınızı fark edin. Sahip olduklarınız için her şey için evrene teşekkür edin ve bol bol şükür edin. Şükretmek size çok iyi gelecektir.
Her şeyle ama her şeyle bağ kurmaya çalışın; çiçekle, ağaçla, hayvanlarla, cansız varlıklarla… Onlarla aranızdaki bağ günü mutlu geçirmeniz için size enerji sağlayacaktır. Örneğin işe giderken yolunuzun kenarındaki çiçekleri mutlaka “görün”. Varlıklarından dolayı mutlu olduğunuzu düşünün. Çiçeklerle kurulan bağ çok önemlidir. Yaşam bize bizim ona sunduğumuz kadar artı (+) veya eksi (-) frekans sunar.
Sabahleyin evde, çevrenizde ve işte karşılaştığınız insanlara gülümsemeye çalışın. Bu sizin için zorsa kendinizi zorlayın. Çünkü bedenin de buna ihtiyacı var. Gülümsediğiniz zaman kendinizi daha iyi hissedeceğinizi biliyor musunuz? (ancak gülümsemenize canlılık katın, gözlerinizle de gülümsemeye çalışın) Bunun aksine kaşlarınızı çattığınız zaman da olumsuz duygularla örülü bir çemberin bedeninizi saracağını…
Yaşamını nasıl yaşayacağına an be an karar veren sensin. Yaptığın seçimlerin sonuçlarını yaşayacak olan da sensin. Sadece sen alışkanlıklarının kontrol edebilir, sadece sen sağlığını iyiye ya da kötüye doğru yönlendirebilirsin. Hiçbir doktor, senin istediğin olmadan iyileştiremez.
Bugün, kendine ve başkalarına olumlu yaklaşım göster. İnsanların içindeki iyiliği, güzelliği ortaya çıkarmalarına yardımcı ol. İnsanların sana “iyi ki varsın”dedikleri kadar var olur, mutlu olursun. Başkalarına, seninle paylaştıkları her şey için “iyi ki varsın”demeyi ihmal etme…
Sen seviyorum güzel hayat. Muhteşem bilgeliğinle bana öğrettiklerin için sana teşekkür ediyorum. Kendi mükemmelliğime giden yolda rehberim oldun sen beni daima destekleyen ileri taşıyan yeğane güçsün.
Hayatımı bu şekilde planladığım ve kendi özümde yaşadığım için kendimi kutluyorum ve şükürler olsun.Tüm parlaklığının ve ihtişamının bir parçası olmaktan mutlu ve huzurluyum.
Yüce Rabbim, Başmeleklerim, Koruyucu Meleklerim ve Aydınlanmış Üstatlarım her daim yanı başımda, Onların varlıklarını hissediyor ve desteklerinin benimle olduğunu biliyorum. İlahi gücün koruması yaşamımın her alanında kendini hissettiriyor. Güven içinde yaşıyorum.
Yüce Rabbime yürekten teşekkür ediyorum. Bana vermiş olduğu hediyelerden bir tanesi sezgilerim… çok şükürler olsun…
Ruhum en verimli en olgun evresinde, istediklerimi biliyor rehberlerimin sayesinde hedeflerime ışıkla, sevgiyle ve aşkla yürüyorum.
İnsan her yaşta çocuk gibidir. Başı daima sevgiden bir yastık arar.
Gerçek sevgi, yayılan ışığa benzer… Güneş gibidir aydınlatır.
Çoğu insanımız sevgi verirken bile sadece sevginin geri dönmesi düşüncesiyle veriyoruz yani bir nevi pazarlık yapıyoruz sevgiyle. Göz ucuyla geri gelip gelemeyeceğini izliyoruz. Oysa ki doğal işleyişine bıraksak, sevgiyi akıtsak, o gelecektir ve eğer gelmiyorsa, endişelenecek bir şey yoktur, çünkü bir aşık, sevmenin içinde mutluluk olduğunu bilir. Gelirse o zaman iyidir, mutluluk katlanır. Hiç geri gelmese bile, sevmenin içinde o kadar mutlu oluruz ki, geri dönüp dönmemesi umurumuz da bile olmaz. Kişi sever, sadece severek sevginin ne olduğunu öğrenir. Sen karşılıksız seversen beklemeye gerek kalmaz, yavaş yavaş sevgi sana geri döner.
Sevme isteği, sevmek değildir. Sevgi, yapılanlarla belli olur. Sevgi bir irade olayıdır, yani sevgide hem niyet vardır hem de eylem. Çocukluğumuzdan beri her çaba harcayışımızda bir karşılık beklememiz bize öğretilmiştir. Eğer bir yerde çalışırsak uygun bir ücret bekler, bunu alamazsak işte ayrılırız. Bir yere bitki veya ağaç dikersek ondan çiçek veya meyve vermesini bekleriz. Vermezse söke atarız. Bir işe zamanımızı ayırırsak bir sevinç ya da övgü bekler, bu olmazsa o işi yeniden yapmaya karşı çıkarız. Gerçekte ortaya konan ödünler çoğu kez öğrenmenin itici gücü olur. Oysa sevgi böyle değildir. Yalnızca sevgiyi bir beklentimiz olmadan veririz. Örneğin, sevdiğimiz kişinin de karşılık olarak sizi sevmesine ısrar edemezsiniz. Bu düşünce yapısı anlamsız olur ve mizah sayfalarının süsler. Bununla birlikte bilinçsiz olarak çoğu kişinin yaptığı budur. Eğer gerçekten seversek bu durumda sevgimizin karşılık göreceğine inanmak, güvenmek, umut vermek ve bu fikri benimsemekten başka seçeneğimiz kalmaz.
Sevgiyi yakalamanın en temel unsuru egoyu bırakmaktır ama insan egosundan vazgeçmekten korkar. Ego bir kandırmacadır, uydurulmuş, insanların zihinlerinde yarattıkları bir şeydir. Ne kadar çok egolarımızdan arındığımız zaman o zaman gerçek sevgi ile kolaylıkla buluşacağız. Sevgi nefes almak gibidir. O sadece içimizde olan bir niteliktir, nerede olursan, kiminle olursan ol, ya da tek başına olsan da sevgi hep yanımızda olmalıdır. Sevgimiz ne kadar büyük ve saf olursa etrafa yaydığımız ışıkta o kadar parlak olacaktır. Işığımızla birlikte çevremizde bulunan pek çok varlık daha kuvvetli titreşmeye başlayacak ve enerjimiz artacaktır. Gerçek sevginin olduğu yerde korkuya, kıskançlığa, kine, kibire, bencilliğe, insanları ötekileştirmeye, cimriliğe ve hırslara yer yoktur. Bu kuvvetli enerji sayesinde hepsi birer birer yok olacaktır, çünkü sevgi özgür olmayı ve sevdiğini de özgür bırakmayı gerektirir.
Halil Cibran’ın sözlerinde olduğu gibi:
“Aynı çatıyı destekleyen iki sütün gibi olun ama diğerine sahip olmaya başlamayın, diğerini bağımsız bırakın, aynı çatıyı destekleyin. Bu çatı, sevgidir…”
Hayatımızı çevreleyen bütün sorunlar sevgi ile çözülebilir, saldırganlıkla ve kırıcı sözlerle değil. İnsanlar anlayış, sevgi, ve şefkat sayesinde birbirlerinin dünyasına girip sorunlarını çözebilirler.
Birini sevebilmek için öncelikle kendimize karşı sevecen olmalıyız. Kendimizi ne kadar gerçek sevgi ile bütün olarak seversek iç dünyamızla barışık olursak o zaman bu zaten her canlıya akacak.
Gerçek sevgi kalpte bitmez. Eğer bir insan menfaat için ya da göstermelik olarak veya o anda ağzımızda seni seviyoruz kelimesi çıkar. O anda kendi çıkarları için seviyordur.
Hepimizin başına gelmiştir. Etrafımızda bizi sevdiğini söyleyen insanlar olur fakat bizi sevdiğini söyleyen kişiye incir çekirdeğini doldurmayacak kadar bir davranışta bulundunuz ya da bir söz söylediniz o kişi size artık sevmiyorum diyorsa… Size karşı yanlış davranış ve kötü sözlere yöneliyorsa ya da sizinle hemen irtibatı kesiyorsa… İşte o kişinin kalbinde gerçek sevgi yoktur. Maalesef sevdiğini belirttiği şey yüzeysel sevgidir…Öyle kolay olmuyor yürekten hissetmek o gerçek sevgiyi.
Yüreklerimize gerçek sevgi akması dileğiyle…
Her şey gönlünüzce olsun! Sevgi ve ışıkla kalın!.. Nurgül AYABAKAN nurgul.ayabakan@gmail.com
İnsan olmanın en güzel yanı; duygulara sahip olmak, duygularımızı dile getirmek, konuşabilmek.
Ruhsal olgunluğa ulaşmak ve duygusal zenginliği yaşamak için duygularımızın farkında olmak ve onlarla dostluk kurmak çok önemlidir. Duygularımız, aşkımızın, tutkularımızın, özlemlerimizin, umutlarımızın temel rehberidir. İnsanlarla olan ilişkilerimizde duygularımız en büyük güç ve yönlendiricidir. Yalnızca akla bırakılmayacak konularda yolumuzu aydınlatan duygularımızdır. En temel duygularımız olan sevgi, sevinç, coşku, mutluluk yaşamımızı zenginleştirir. İnsanı duygularından soyutlayarak anlayamayacağımız gibi, kendini duygularından soyutlayan insanların da yaşamın anlamını bulmaları olanaksızdır.
Duygularını doyasıya yaşayan, duygularıyla arkadaş olan, duygularını fark etmeyi öğrenen ve onun yol göstericiliğinden yararlanabilen insan sayısı yok denebilecek kadar azdır. Çünkü duygularımızı tam olarak yaşamamıza, duygularımızı tanımamıza, anlamamıza olanak sağlanmamıştır. Anamız, babamız, çevremiz ve toplum baskıları duygularımızla baş başa kalmamıza engel olmuşlardır. Duygularımızı saklamaya ve içimize kapanmaya çalıştıkça bu bizde alışkanlık haline gelip duygularımızla bağlarımızı zayıflatmıştır. Geliştirebileceğimiz en büyük beceri duygularımızın farkında olmak ve özgürce yaşamalarına olanak sağlamaktır.
Çevremiz duygularımızı hedef alan tuzaklarla doludur.
Çocukken, en çocukça duygularımızı bile saklamak zorunda kalırdık. “Ayıptır, çirkindir, yapma, gülme, ağlama” diye duygularımızı doyasıya yaşamımıza engel olunurdu. Uslu denilen çocukların, akıllı denilen insanların, başarılı denilen kimselerin davranışları örnek gösterilirdi. Kendi duygularımızla baş başa bırakılmadık. Analarımız, babalarımız, dedelerimiz, teyzelerimiz, dayılarımız örnek oldu; onları taklit etmeye, onlar gibi davranmaya zorlandık. İnsan kendi duygularını yaşayamayınca başkalarının duygularını yaşamaya ve mutsuzluğa mahkûm olur.
Ağlamaktan, gülmekten, neşelenmekten, üzüntümüzü derin biçimde hissetmekten, heyecanlarımızı ortaya dökmekten utandırılarak büyütüldük. Ne zaman ağlasak susturulduk. Kahkahalarla güldüğümüzde ciddiyetsiz damgası yedik. Duygularımızı bastırabilmek için doğal olmayan yollar aradık. Sigara, alkol gibi zararlı bağımlılıklar edindik, maskelerin arkasına gizlendik, duygusal boşluğumuzu abur cubur yiyeceklerle doldurmaya çalıştık. Kendi duygularımızı başkalarınınkiyle karıştırdık. Kendimiz olamadan ve ne istediğimizi bilemeden yaşadık. Arkadaşlıkta, evlilikte, aile ilişkilerinde duygularımızı saklamaya, olduğumuzdan farklı görünmeye çalıştık. O zaman da gerçek ve samimi ilişkiler kuramadık. Kendimiz olamadığımız gibi, görünmeye çalıştığımız kişilik hiç olamadık.
İnsan ilişkilerinde duygular çok etkilidir. Duygularımızı içtenlikle ortaya koymak karşımızdaki insana da aynı cesareti verebilir. Herkes birbirine karşı açık olursa, duygularını, saklamadan ortaya koyarsa, karşı tarafın deneyimlemesine olanak sağlayacak kadar anlayışlı davranırsa, insanlar her yönleriyle ve gerçek bütünlükleriyle ortada olurlar.
Duygulara müdahale etmek, ayıplamak, kınamak, susturmak doğru işleyen enerji sistemini bozar. İnsanların en insancıl deneyimi duygularını fark etmek, onların akışına uymak ve bu doğal süreci kendi doğallığı içinde yaşamaktır.
Eşinizin, çocuklarınızın, yönettiğiniz insanların yollarını kesmeyiniz; sizin kopyanız olmalarını istemeyiniz. Özgür bırakınız; duygularını tanımalarına, dost olmalarına ve kendi duygularının zenginliği içinde yaşamalarına olanak sağlayınız.
Ne yaşarsak yaşayalım, bu hayatın içinde her nefes alış-verişimizde, sahip olduğumuz her şey için önce şükredelim. Bir gün hiç aklınıza gelir miydi, duygularım var çok şükür demek; duygularınız olduğu için ve özgürce davranabildiğiniz için her duyguya teşekkür etmek.
Geçmişte yaşanan bu duyguları öfkeyi, kızgınlığı vs. yine bize hatırlattığı için, şimdi dönüştürme gücümüzü kullanabilmemiz için, geçmişten ders çıkarıp farklı davranmamıza yardımcı olduğu için, tüm duygularımıza teşekkür edelim.
Özgürleşebiliriz bu duygulardan… Aynı şekilde davranmayı bırakarak her şeyi değiştirebiliriz. bunlar bize nasıl yaşamak istemediğimizi öğretti. Öfke, nefret içinde kızgın bir insan olmanın ne size ne de çevrenizdeki insanlara bir faydası olmadığını, hatta bu duyguları taşıdığınızda, domino taşlarının devrilmesi gibi her olumsuz olayın arka arkaya geldiğini ve yaşamın bir kaosa çevirdiğini görmüşsünüzdür.
Hangi duygulardan yaşamak sizin elinizde…
Yaşamın her anında duygularımızı kucaklayarak, bu duygular içinde var olmanın muhteşemliğini yaşayarak, yepyeni seçimler yapabiliriz.
Dünyanın bütün renkleri bir gün bir araya toplanmışlar ve hangi rengin en önemli, en özel olduğunu tartışmaya başlamışlar;
YEŞİLdemiş ki:
“Elbette en önemli renk benim… ben hayatın ve umudun rengiyim. Çimenler, ağaçlar, yapraklar için seçilmişim… Şöyle bir yeryüzüne bakın, her taraf benim renğimle kaplı…!
MAVİhemen atılmış:
“Sen sadece yeryüzünün rengisin, ya ben?.. Ben hem gökyüzünün hem denizin rengiyim. Gökyüzünün mavisi insanlara huzur verir ve huzur olmadan siz hiçbir işe yaramazsınız”
SARIsöz almış:
“Siz dalga mı geçiyorsunuz?… Ben bu dünyaya sıcaklık veren rengim… güneşin rengiyim… ben olmazsam soğuktan donarsınız hepiniz.”
TURUNCU onun sözünü kesmiş:
“Ya ben?… Ben sağlık ve direncin rengiyim… insan yaşamı için gerekli vitaminler hep benim rengimde bulunur… Portakalı, havucu düşünün. Ben pek ortalarda görünen bir renk olmayabilirim ama güneş doğarken ve batarken gökyüzüne o güzel rengi veren de benim unutmayın”
KIRMIZIdaha fazla dayanamamış:
“Ben hepinizden üstünüm!. Ben kan rengiyim!! Kan olmadan hayat olur mu!. Ben tehlike ve cesaretin rengiyim!. Savaşın ve ateşin rengiyim!! Aşkın ve tutkunun rengiyim!. Bensiz bu dünya bomboş olurdu!.”
MOR ayağa kalkmış:
“Hepinizden üstün benim… ben asalet ve gücün rengiyim. Bütün krallar, liderler beni seçmişlerdir… Ben otorite ve bilgeliğin rengiyim, insanlar beni sorgulamaz… dinler ve itaat ederler”
…Ve bütün renkler hep bir ağızdan kavgaya tutuşmuşlar… Her biri diğerini itip kakıyor; ”En büyük benim” diyormuş… Derken bir anda şimşekler çakmış ve yağmur damlacıkları gökten düşmeye başlamış… Bütün renkler neye uğradıklarını şaşırmış, korkuyla birbirlerine sarılmışlar…
Ve YAĞMUR’un sesi duyulmuş…
“Sizi aptal renkler… Bu kavganızın anlamı ne?… Bu üstünlük çabanız neden?… Siz bilmiyor musunuz ki, her biriniz farklı bir görev için yaratıldınız, birbirinizden farklısınız ve her biriniz kendinize özelsiniz… Şimdi elele tutuşun ve bana gelin” Renkler bunun üzerine kendilerinden çok utanmışlar… Elele tutuşup birlikte gökyüzüne havalanmışlar ve bir yay şeklini almışlar…
Yağmur onlara; “Bundan böyle…” demiş…. “Her yağmur yağdığında siz birleşip bir renk cümbüşü halinde gökyüzünden yeryüzüne uzanacaksınız ve insanlar sizi gördükçe huzur duyacaklar, güç bulacaklar… insanlara yarınlar için umut olacaksınız… Gökyüzünü bir kuşak gibi saracaksınız ve size GÖKKUŞAĞI diyecekler… Anlaştık mı?..”
ALINTI
Bu yüzden ne zaman dünyamız yağmurla yıkansa, ardından gökyüzünde GÖKKUŞAĞI belirir…
Her insan kendi rengini ışıl ışıl parlatacak…
Kıskançlığı ve rekabeti bırakarak bizler ışığımızı öyle parlatalım ki yanımızdaki kişiyi, öyle güzel bir sevgiyle destekleyelim ki her insan kendi içindeki o güzel renge kavuşsun ve ışığını yükseltsin…
Parlayan her renk, her ışık diğerini kendi içindeki renge, ışığına ulaşması için örnek oluştursun, cesaretlendirsin… Ve daha sonra her birimizin rengi yanımızdaki insan rengi ile buluşsun… İşte hepimizin hayali olan o gökkuşağı böyle oluşacak… Renkler birbirinin içinde dağılarak ama her renk kendi ihtişamıyla var olarak ışıl ışıl muhteşem bir tablo oluşacak…. Birlik ve Bütünlük içinde…
Yanınızdakilerin ışığı olmadan gri bir tabloda ne kadar ışığınızı parlatırsanız parlatın tabloda sadece bir nokta ışık olursunuz…
Tüm insanların gerçek renklerini bulmaları ve ışıklarını tüm yaşamlarına yaymaları, ışıl ışıl parlamanız dileğiyle…
Genç ve başarılı bir yönetici, yeni Jaguar’ıyla bir mahalleden hızlı bir şekilde geçiyordu. Park etmiş arabaların arasından yola aniden çıkabilecek çocuklara dikkat ediyordu ve bir şey gördüğünü sanarak yavaşladı. Arabayla caddeden hızlı bir şekilde geçerken hiçbir çocuk göremedi fakat arabasının kapısına bir tuğla atıldığını fark etti. Aniden arabasını durdurdu ve tuğlanın fırlatıldığı yere geri döndü. Arabadan indi, orada bulunan küçük bir çocuğu tuttu ve onu park etmiş bir arabaya doğru sıkıştırarak bağırmaya başladı:
“Bunu neden yaptın? Sen de kimsin, ne yaptığının farkında mısın!”
İyice sinirlenerek devam etti: “Bu yeni bir araba ve atmış olduğun bu tuğla bana çok pahalıya mal olacak. Bunu neden yaptın?” Çocuk yalvararak cevap verdi: “Lütfen efendim. Çok üzgünüm ama başka ne yapabilirdim, bilmiyordum. Eğer tuğlayı fırlatmasaydım kimse durmazdı…”
Park etmiş bir arabanın arkasına işaret ederken çocuğun gözyaşları süzülüyordu: “Kardeşim kaldırımın kenarından yuvarlandı ve tekerlekli sandalyesinden düştü, ben onu kaldıramıyorum. Lütfen onu tekerlekli sandalyesine oturtmam için bana yardım eder misiniz? Benim için çok ağır.”
Bu durumdan son derece duygulanan genç yönetici, boğazında büyüyen yumruyu zar zor da olsa yutkundu. Yerdeki genç adamı kaldırarak, tekerlekli sandalyeye geri oturttu. Mendiliyle, çizik ve yaraları sildi ve adamın ciddi bir yarası olup olmadığını kontrol etti. Küçük çocuk genç yöneticiye döndü: “Teşekkür ederim efendim, Allah sizden razı olsun” dedi. Genç yönetici, küçük çocuğun, ağabeyini kaldırımdan evine doğru götürmesini izledi. Bulunduğu yerden arabasına geri dönmesi oldukça uzun sürmüştü. Uzun ve yavaş bir yürüyüştü.
Genç yönetici, kapıyı hiç tamir ettirmedi.
Kapıda oluşan çöküğü, hayatını birisinin kendisine tuğla atmasını gerektirecek kadar hızlı yaşamaması gerektiğini hatırlatması için öylece bıraktı.
Allah, ruhumuza fısıldar ve kalbimize konuşur.
Bazen, dinleyecek kadar zamanımız olmadığında ise, bir tuğla fırlatır.
İster fısıltıyı, ister tuğlayı dinleyiz.
Bu bizlerin tercihimiz. ALINTI
Her şey gönlünüzce olsun! Sevgi ve ışıkla kalın!.. Nurgül AYABAKAN nurgul.ayabakan@gmail.com
Bir insanın nasıl biri olduğunu bakışından anlarsınız çoğu zaman… İnsanlar gözleriyle anlaşır. Çünkü ruhun dışa açılan penceresidir onlar! Dilimizi, duruşumuzu, mimiklerimizi kontrol altında tutabiliriz ama bakışlarımız asla! Gözlerin içi gülen bir insan yüreği ile gülümsüyor.
İki tür insan var.
İçten gülenler; İşte bu gruptaysanız, gerçekten gülersiniz. İçinizden gülersiniz, sadece görünüşte değil. Bu insanlar konuşurken, gülerken, gözleri parlayan, gözlerinde ışığı olan insanlar…öyle içten, öyle samimi ve art niyetsiz bakarlar ki içindeki çocuğu görürüz. Yaşları ne olursa olsun heyecanla, umutla, güzellikle bakarlar çevrelerine…Öyle masum, öyle yapaylıktan uzaktır ki güvenirsiniz her sözlerine, anlatır verirsiniz her şeyinizi bir çırpıda…
O bakış karşındakine sunulan sıcaklıktır, “beni seni anladım, bana güvenebilirsin” mesajıdır. Sevgi, barış, coşku, dolu sıcacık bir sarmalayıştır.
Sahtece gülenler; Bunun yanında çoğu insan maskeleri ile yaşayarak, korunma mekanizmaları ile tetikte bekledikleri için, gerçek içsel duygu durumlarını ortaya koymuyorlar. Tabi öyle olunca da yüzlerinde kasılmış ve sahte bir ifade oluşuyor. Sahtece gülümseyen…Kimi mecburiyetten, kimi hoş görünmek isteğinden. Hani Oscar ödülü alan sanatçılar olur ya rolleri gereği. Hani çok iyi yapmışlardır ya rollerini ve etkilemişlerdir seyircileri, işte öyledir çoğu gülüşler ve gülümsemeler. Bu insanların gözleri gülmez sadece o ortama uymak için gülmek veya kendisini güler yüzlü göstermek amacıyla…
Etrafımda içten gülen insanlarla muhabbet etmeyi, gezmeyi, derdimi, sevincimi paylaşmayı seviyorum. Biliyorum ki bu insanlar samimi olduklarını yüreklerindeki o sevgiyi gözlerinde gösteriyorlar. Konuşurken bile gözleri bir başka konuşuyor. İçten davranıyorlar olduğu gibi, yüzünde maske olmadan, konuşurken apaçık hiç dolandırmadan…
Sahte olan zaten öyle anlaşılıyor ki arkadaşlığı, dostluğu, sevgisi, sözleri, davranışları, gülüşleri, ağlamaları, sevinçleri, üzüntüleri, kiminin kişiliğine yapışıyor sahtecilik. Doğası oluveriyor kendisi bile fark edemez hale geliyor.
Sarıldı mı içten sarılacak…güldüğü zaman gözlerinin içi gülecek… “Aslansın be” dediğinde bileceksin ki içten sevgiyle söylüyor. Bileceksiniz ki çıkarsız, hesapsız konuşuyor.
Yüreğimizle gülümseyebilmek ve sevebilmek… Her şey gönlünüzce olsun! Sevgi ve ışıkla kalın!.. Nurgül AYABAKAN nurgul.ayabakan@gmail.com
Bilinci henüz senin kadar yükselmemiş olanların konuşmaları sana eski tadı vermemeye başlar.
Kendin gibi olan insanları arar ve onlarla bir şekilde karşılaşmaya yeni dostluklar oluşturmaya başlarsın.
Sana söylenen şeyleri olduğu gibi doğru kabul etmek yerine sorgulamaya başlarsın.
Korkuların azalır.
Eskiden zoraki yaptığın şeyleri artık yapmaya mecbur hissetmezsin.
Kendini çok daha rahat ifade etmeye başlarsın.
İstemediğin şeylere rahatça “Hayır” diyebilirsin.
Tek başına kalmaktan keyif almaya başlarsın.
Hayatta gerçekten yaşamak istediğin gibi yaşayıp yaşamadığını sorgulamaya başlarsın.
Gerçekten ne yapmak sana heyecan veriyorsa onun peşine düşersin.
Olumsuzluklar seni eskisi kadar üzmez olur.
Kötü giden şeylere dertlenmek yerine çözüm bulmaya odaklı olursun.
Etrafta sıkıntı veren şeyler seni etkilemez.
Gelecek için kaygılanmazsın.
Başına kötü bir şey geldiğinde eskiden olduğu kadar üzülmezsin.
Birisi sana hakaret ettiğinde, bağırdığında etkilenmez ve aynı şekilde tepki verme ihtiyacı duymazsın.
Birisi seni haksız yere suçladığında kendini savunma ihtiyacı duymazsın.
İltifatlar da seni eskisi gibi etkilemez.
Onaylanma ve takdir edilme ihtiyacı hissetmezsin.
Birilerine bir şeyleri ispat etme isteğin ve çaban biter.
Seni rahatsız eden zihin konuşmaları gitgide azalır ve zor duyulur hale gelir.
Öfke ya da üzüntü gibi duygular ara sıra gelir ama senin üzerindeki etkileri dakikalar içinde geçer üzerine yapışmaz ve seni günlerce rahatsız edemezler.
Diğer insanların zenginliğini kıskanmazsın.
İnsanların senin hakkında ne düşüneceklerini umursamazsın.
İnsanları kategorilere ayırmazsın ve herkese aynı davranırsın.
Yapılan hataları çok çabuk affedersin.
Dışarıda ne olursa olsun içinde sebepsiz bir sevinç olur.
Her yerde ve herkesin yanında kendin gibi olursun.
Herkesin içinde aynı Öz’ün parçası olduğunu fark etmeye başlarsın.
Dünya bir oyun alanı gibi gelmeye başlar. İçinde sürekli hissettiğin huzuru kimse bozamaz. ALINTI
Her şey gönlünüzce olsun! Sevgi ve ışıkla kalın!.. Nurgül AYABAKAN nurgul.ayabakan@gmail.com
Bazı insanlar vardır hayatınıza dokunan, bir mucize gibi tam da ihtiyacınız olduğu zaman gelen ve hayat akışınızı değiştiren… Aslında o insanlar, tesadüf eseri girmiyorlar hayatlarımıza… Her şeyin bir sebebi olduğu gibi, hayatınıza eli değen tüm insanlar ayna görevi görüyorlar bir nevi… Bundan dört yıl önce, yaşadığım olayları ya da karşılaştığım kişileri tesadüf olarak görürdüm ben de bir çoğumuz gibi… Ancak bir kırılma noktasıylabaşladı… O anki ruh halimle kişisel dönüşüm kitapları okumaya başladım ve okuduğum birçok kişisel dönüşüm kitabı ile içimdeki “spiritüel ışığı” (kendi özümü) buldum… Dallanıp budaklandım, çoğaldım, zenginleştim zamanla… Başka felsefeler ve bakış açılarıyla tanışınca, benim de dünyam değişmeye başladı günbegün… Hala dönüşüm devam ediyor her yeni doğan günle birlikte…. Ve işte o zaman anladım ki ‘Tesadüf’diye bir şey yok… Herkes ve her şey bir hediye gibi geliyorlar hayatıma…
Yazımın en başına dönüp esas yazmak istediğim konuya tekrar dönecek olursam, evet bazı insanların çok ayrı bir yeri var yaşam yolculuğumda… Birden giriverdiler belki de en doğru zamanda… Kimileriyle hukukum çok uzun yıllara dayansa da, yıllar çok şey ifade etse de, aslında bir günün bile içinde belki de bir çok yılı barındırdığını öğrendim… Ve neye inanıyorsanız inanın ya da inanmayın, ister Evren deyin, ister Tanrı, ister Yaradan, isterseniz de Allah deyin ya da hiç bir sıfat yüklemeyip sadece yaratıcı bir güç deyin, işte O size tam yüreğiniz gibi insanlar yolluyor… Yeni tanıştığınız biri size, sanki kırk yıllık bir dostmuşsunuz gibi bir his ve enerji yükleyebiliyor… Bazen hiç konuşmasanız da, o özel insanlar yüreğinizdekileri ve aklınızdakileri okuyor ve resmen bir hızır gibi yetişiyorlar size, ki siz hiç bir şey söylemeyip imdat butonuna basmasanız bile… Bu gerçekten oluyor ve bu nasıl mükemmel bir duygu anlatamam sizlere…
Arka planda çalışan ve bizim asla tahmin bile edemeyeceğimiz mükemmel işleyen bir sistem var aslında… Her birimiz için ayrı ve düzenli çalışan bir entegre sistem… Ve sizin kişisel sisteminize uymayan insanlar, otomatik olarak devre dışı kalıyorlar bir süre sonra… Sizin gönül bahçenizde ‘ asıl olanlar’kalıyorlar zamanla… Belki de bir nevi koruma ve korunma yöntemi Yaradan’dan biz insanlara…
Sizi ‘siz’ olduğunuz için kabul eden, yargılamayan, kapris yapmayan, iyi günde olduğu kadar kötü gününüzde de her daim yanınızda olan, yüreğinde saf sevgi barındıran, egolarına yenik düşmeyen, kıskançlık ve hasetlik olmayan, mutluluğunuzla mutlu olup, acınızla da acınızı hissedebilen, başarılarınızı takdir eden ve iyi dileklerini yollayan, arada görünmez bir gönül bağının kendiliğinden oluştuğu insanlar varsa, hayat ne getirirse getirsin, nereye savurursa savursun, sırtınız bir kere bile yere gelmez bu yaşamda.
Selam olsun bu satırlarla, mucize gibi gelip hayatlarımıza dokunan insanlara… Ve ‘hep’ olmaları umuduyla…
Işıkla… Mutlulukla… Aşk’la… Her şey gönlünüzce olsun! Sevgi ve ışıkla kalın!..