TERTEMİZ “SENİ SEVİYORUM”
Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
Hayatımda eşsiz bir iz bırakan Angkor Wat Tapınağı seyahatimden ve o gezi yolunun sonuna geldiğimde yol üzerinde karşılaştığım güzellikten bahsedeceğim size. O güzelliği bir fotoğraf karesiyle ölümsüzleştirmesem olmazdı ve bu görüntüyü şimdi sizlerle paylaşıyorum.
Muhteşem seyahatti, hissettirdiği maneviyata doyamadım. Dost sohbetlerimde konuyu bu tapınağa getirmeden, onu anmadan geçemez olduğumu fark ediyorum şimdilerde.
Angkor Medeniyetinin izlerini taşıyan, bu mistik ve esrarengiz tapınaklar içerisinde en çok bilineni Angkor Wat’tır. Düşünsenize 12. yüz yılda inşa edilen bu tapınakta ne hikayeler gizlidir ve benim gibi niceleri ziyaret etmiştir. Öyle ki tapınağın her bir taşı sanki dile gelmişcesine o duyguları fısıldıyorlardı kulağıma. Eminim birçokları benim gibi hissetmişlerdir… Enerji çok yoğun ve güçlüydü, kendinizi teslim ettiğinizde sizi içine alıyordu…
Yoğun enerji selinden sonra tapınağın çıkışında karşılaştığım güzellik tabi ki resimde yer alan gülen gözlü çocuklardır. Tüm çocuklar böyle değil midir? Işıl ışıl bakan gözler, derin bir gülümseme…
Yoğun enerji selinden sonra tapınağın çıkışında karşılaştığım güzellik tabi ki resimde yer alan gülen gözlü çocuklardır. Tüm çocuklar böyle değil midir? Işıl ışıl bakan gözler, derin bir gülümseme…
Sıcacık bir yürektir çocuktur ve Çocuk Sevgisi insanın yüreğinin kirini pasını alıp götüren yerine aydınlıklar bırakan eşsiz bir sevgidir. Bir çocuğu sevmek için illa size ait olmasına da gerek yoktur. Anne olmayabilirsiniz, baba olmayabilirsiniz, bu onları sevmeye engel değildir ki. Ve o gün o çocuklara sarılmak onların sıcaklığını hissetmek öyle iyi geldi ki bana o anda daha fazla hiçbir şeye ihtiyacım yoktu…Her şey tamdı, eksiksizdi, kusursuzdu.
Dünyanın en güzel emanetleridir çocuklar, saflığı, aydınlığı, ışığı onlarda yaşarız. Ne zaman içimiz kararsa bir çocuk yüzü getirelim aklımıza ya da bir çocuğu alalım kollarımıza nasıl iyileştiğinize karanlıktan kurtulduğunuza mucizevi şekilde sahip olacaksınız. Bunun içindir ki dünyanın en büyük mucizesi ÇOCUKLARDIR…
Bana aldanmayın!
yüzüm bir maskedir,
Sizi aldatmasın.
Binlerce maskem var,
Çıkarmaya korktuğum,
Ve,
Hiç biri ben değilim…
Olmadığımı göstermek
İkinci doğam oldu.
Her şey dışta düzgün ve cilalı,
Hiç yıpranmayan, her zaman saklayan
O maske!…
Altta ne güven, ne de rahatlık…
Altta,
Karışıklık, korku ve yalnızlık içinde bocalayan
Gerçek ben!…
Ama saklarım bu gerçeği savunuculukla…
kimsenin bilmesini istemem…
İşte,
Masklerimi onun için takarım…
Onun için, arkalarına saklanacak,
Maskeler yaratırım…
Onlar
Gösterişte kullanabileceğim
Parlatılmış yüzlerim,
Beni korur bakan gözlerden.
Beni olduğum gibi kabul edecek,
Sevecek,
Bakışlar bulamazsam,
Solacak kuruyacak gerçek ben…
Bana sen değerlisin diyecek,
Maskesizken’daha bir insansın
Daha yakın, daha bir dostsun
Diyecek bir bakışa
Beni gören bir bakışa
Muhtacım…
Kim olduğumu merak ediyor musun?
hiç merak etme…
Ben çevrendeki
Her erkek her kadınım…
Maske takan her insanım.
CHARLES C.FINN
Ne isek oyuz, nereye kadar oynayabiliriz, nereye kadar BENden başkası olabiliriz?
Zaman çok kısa ve hızla akıp gidiyor…
Kimseyi, ama en çok da kendimizi kandırmayalım… Koyalım maskeleri bir tarafa, hatta yakalım yok edelim hiç olmamışçasına sonra sınırsızca kendimize dönelim. Yüzleşelim BENimizle.
Kötü isek yanlış isek değişelim, yenileyelim kendimizi. Özdeki sevgiye, güzelliğe ulaşalım.”
…Bir yerlerde birileri bir şeylere çok kızmış ve bu kızgınlığa sebep olarak birlerini suçlamışlar. Suç, suçlamak, suçlu suçlanan…
Asıl olan nedir? Hep bir şeyler yaşanır, olaylar olur biter. Nihayetinde eğer olumsuzluksa sonuç mutlaka başkasıdır buna neden olan. Ya biz?
Oysa esas; kendimizi dinlemeyi bilmekten geçer. “BEN” insanım tıpkı diğerleri gibi ve benimde hatalarımın olması en doğal olandır. Bir şeylerde ben de suçlu, yanlış olan taraf olabilirim. Her zaman uzaklarda aramayalım eksiği. Önce dönüp bakalım kendimize, eleştirelim kıyasıya “BEN” sonra etrafımızdakilere yönelelim. Kendimize soralım keskin soruları. Neden, niçin, nasıl, ne kadar, ne zaman…? Alalım cevapları, bakalım neler olduğuna.
Dürüstçe, en dobra şekliyle kendimizi açalım gerçekliğe. Eğer ki, hatasız eksiksizsek, hatalıya kafa tutabiliriz. Tabii ki bunu yakarak, yıkarak, ezerek, yok ederek yapamayız.
Böylesi tavırlara asla hakkımız yoktur. Işıkla, sevgiyle söylemeliyiz gerçekleri, bunu yapamazsak eğer ne farkımız kalır hatalıdan, yanlış olandan.
Asla dikte etmemeliyiz, zorlamamalıyız, zarifçe, en yumuşak yaklaşmalıyız yanlışı olana. Öyle bir yöntemimiz olmalı ki; kötüyü dahi incitmeden ona hatalarını görmesine yardım etmeliyiz. Ancak o zaman gerçekten iyi bir şeyler yapmış oluruz.
Tüm bu anlattıklarım durumun bir boyutu. Şöyle ki: “İlk adım kendimize bakmayı öğrendik, kendimizi eleştirdik. Hatalıysak bununla yüzleştik. Eğer hata karşı taraftaysa ona en güzel şekilde hatalarıyla nasıl yüzleşebileceğini gösterdik.
Diyelim ki bunların hepsi oldu. Peki ya şunu sorduk mu hiç kendimize “Neden bunları yaşıyorum? Neden kötü bir durumla ya da kötü bir insanla karşılaştım?”
İşte ikinci boyutta burada başlıyor. Yaşadıklarımızdan gerçekten neler öğreniyoruz, dersler çıkarabiliyor muyuz.? Öğrenilenleri ve edinilen dersleri hayatımızın ne denli uygulayabiliyoruz. Asıl hikaye burada başlıyor. Aldığımız her bir nefesin ardında mutlaka bir kazanım olmalı boşa alınmış hiç bir nefes olmamalı.
Hayatımızı “vahlarla, tühlerle, eyvahlarla” geçirmek bizi yokluğa, boşluğa sürükler. Oysa yaşanmışlıklara bu söylemlerle tepki vermek yerine, yaşanmışlıkların bize neler öğretmeye çalıştığına kulak vermeliyiz.
Gerçek şu ki; “BEN”‘i oluşturan her şey iyisiyle kötüsüyle, doğrusuyla yanlışıyla yaşanmışlıklardan geçer… Yaşadıklarımızla büyürüz, olgunlaşırız ve varlığımızın anlamına cevap buluruz.
Şükürler olsun ki yaşadıklarımızı, hayatı anlamlandıran biliyoruz. Haklarımızı savunabiliyoruz. Gücümüzün yettiğine kadar erişebiliyor, gücümüzün yetmediği yerlerde de tevekküle sığınıp teslim olabiliyoruz. Sesimiz var!
O ses ki yere göğe varlığını duyuracak kadar güçlüdür… Ya ona sahip olmayanlar, başlarını önüne eğip sadece tevekkül ederler, anlatmazlar, savunamazlar kendilerini… Bize emanet canlılardan bahsediyorum, bizler onlara ses olmalı, teslimiyetlerine ortak olmalıyız.
İki boyutta anlattım hislerimi, yine söylemediklerimi söylemeyi sizlere bırakıyorum. Biliyorum ki sizin söyleyecekleriniz benim satır aralarına gizlediğim söylemlerle bütünleşecektir…
Sesiniz gür, derinden, teslimiyetiniz yürekten olsun!