GENÇLİĞİN İLK ADIMI: ERGENLİK

Sevgili okuyucularım, anılara iki hafta aradan sonra devam edelim. “Çocuk” demiyorum artık; ortaokula birinci sınıfa giden, yetişkinliğe giden yolun başındaki ergen, sandıktan bir anıyı daha serbest bırakıyor.

Çocukluktan çıkıp yetişkinliğe doğru ilerlerken en sancılı yaşlar ergenlik dönemi. İnsanın kendisini çocuk gibi görmediği fakat ebeveynine göre hâlâ çocuk sayıldığı yıllar. Sancıyı yaratan ise yeri geldiği zaman çocuk olarak görmeleri ve o kategoriye koymaları, yeri geldiğinde ise ergenlik kategorisine koyup ona göre davranmanızı beklemeleri.

Yarıyıl tatili bitmiş, ikinci dönem başlamıştı. Alışılageldiği üzere okulda herkes birbirine tatilinin nasıl geçtiğini soruyordu. Ben yalnızca okula birlikte gidip geldiğim yol arkadaşlarımla paylaştım tatil anılarımı. Onlardan da Gizem hariç diğer iki arkadaşım anlattı. Gizem’in hem çok sessiz olduğu hem de pek anlatmak istemediği için paylaşmadığını biliyordum. Sınıfta ise bazı arkadaşlar tatillerinin nasıl geçtiğini anlattılar.

Bana sorulmadıkça ve kendime yakın hissetmediğim arkadaşlarıma kendimle ilgili şeyleri anlatmam. Aslında paylaşmayı, anlatmayı, dinlemeyi severim ama bazı arkadaşlar farklı algıladıkları ve düşünceleri farklı olduğu için diyalogum azdır; daha doğrusu mesafelidir. O yıllarda da öyleydi, sezgilerimi dinleyip öyle arkadaşlık yapardım. Sınıfta, herkesle arkadaşlık yapayım, diye bir düşüncem yoktu. Hep kendime yakın olanı seçerdim.

Mesela sınıfta Funda adında bir arkadaşım vardı, o, diğer sınıflardan arkadaş edinir, onlarla konuşur, bana “Sen de gel bak şununla arkadaşlık yapıyorum sen de yap. Okul çıkışında bir yere gidip otururuz,” derdi fakat ben istemezdim. Çünkü onların ilgilendiği konular pek bana uymuyordu. Bir de ben okul çıkışında aileme haber vermeden herhangi bir arkadaşımla bir yerlere gidip onları merak içinde bırakmazdım. Çünkü babam, “Her daim ne yaparsanız yapın dürüst olun, yalan söylemeyin,” diyerek daha ilkokul çağımızda dürüstlüğü öğretmişti bize.

Ayrıca okul dışında vakit geçirmek yerine eve gidip derslerimi çalışmak ve televizyon seyretmek istiyordum. Özellikle kültür yarışmaları, aile ile ilgili öğretici programlar ve spor programları en çok ilgimi çekenlerdi. O tarihlerde bir de Avrupa buz pateni şampiyonası yayınlanıyordu, onu seyretmeyi çok seviyordum. Ablam da seviyordu; bazen ablam evdeyse ve müsaitse birlikte seyrediyorduk. Zamanımı hoşlandığım şeylerle geçirmek bana keyif veriyordu. Okulda da teneffüste diğer arkadaşlar toplanıp konuşurken ben onlara pek katılmaz, basket topunu alıp bahçede basket oynardım.

İkinci dönemin ilk günleri hızla geçiyordu. Yine kar yağmıştı. Okula trenle gidiyorduk ve bir gün kar nedeniyle tren saatlerinde aksama oldu, derse geç kaldık. Anneme anlattım, tekrar geç kalmamak için okula yürüyerek gitmek istediğimi söyledim. Okulun yaya güzergâhı biraz ıssız olduğu için annem tek başına gitmemi istemedi, “Yok, sen daha çocuksun,” dedi. Ben de “Anne, şimdi çocuksun diyorsun. Yeri geldiği zaman büyüdüğümü, ergen olduğumu söylüyorsun,” diye sitem ettim.

Annem, cesaretli olduğumu biliyordu; ilkokul birinci sınıfta kendi başıma gidip doktora iğne yaptırdığım için şimdi de yol karanlık ve ıssız olsa da korkmadan gideceğimden emindi. Annem bu isteğimi babama söyledi, babam “Arabayla biz bırakırız,” dedi. Ben karşı çıktım çünkü o yaşta birisi beni okula götürsün istemiyordum. Kendi başıma halledeceğim biliyordum. Fikrimi diğer yol arkadaşlarıma söyledim. İlkokuldan beri arkadaşım olan Derya kabul etti. Onunla beraber birkaç gün okula yürüyerek gidip geldik. Hem yürümeyi sevdiğim hem de anlaştığım arkadaşımla konuşa konuşa gidip geldiğim için o birkaç günden çok keyif aldım.

Bu arada kar yağışı olunca babam en çok lastik zinciri satıyordu. Kış olmadan bu zincirleri müşteriye vermek için önceden ithal ediyordu. Tabii karlı günlerde iş daha yoğun olduğu için ağabeyim okul çıkışında hemen babamın yanına gidip yardım ediyordu. Bazen annem ağabeyime “Hava soğuk, gitme,” diyordu fakat ağabeyim çalışmayı seviyordu, kendi isteği ile gidiyordu.

Çocuk veya ergenlik yaşındaki insan bir şey yapacaksa bu, kendi isteğiyle ve mutlu olacağı şekilde olmalıdır. Ne aile ne başkası zorlamamalı, engel koymamalı. Aslında hayatın her dönemi için böyle olmalı. İnsan mutlu olduğu şeyleri yaparsa etrafındakileri de mutlu eder. Yapmak istemediğiniz şeyleri başkalarının zorlamasıyla yaparsanız hem mutsuz olur hem de etrafınıza mutsuzluk yayarsınız.

Bazı arkadaşlarımın sohbetleri bana uymuyordu. Toplanıp yaptıkları tek şey ya öğretmenler ya da başka arkadaşlar hakkında konuşmaktı. Bunlar hoşuma gitmiyordu. O ortamda bulunmak istemiyordum. Zamanımı böyle boş şeylerle harcamak yerine spor yaparak, televizyon seyrederek, kitap okuyarak geçiriyordum. Arkadaşım bana, “Neden bizimle cafeye gelip oturmuyorsun?” dediği zaman onu kırmayayım, ayıp olmasın, hakkımda ne düşünecek, diye düşünüp o mutsuz ortama katılsam eve mutsuz bir şekilde gidecektim. Bu sefer ailem yüzümden anlayıp “Ne oldu?” diyecekti. Çünkü aileler her zaman çocukların mutluluğunu ve mutsuzluğunu bilirler.

Aslında insan her zaman özünde kalarak hayatı boyunca gayet mutlu yaşayabilir. Mesele ne istediğini bilmektir. Ben de ne ile mutlu olacağımı biliyordum ve açık açık söylüyordum. Zaten arkadaşım bir daha beni çağırmadı; sinemaya veya hafta sonu cafeye gittiklerinde. Çünkü ben baştan söylemiştim. Hafta sonu yalnız kalacağım, diye üzüntü yaşamıyordum. Aksine yalnız olmaktan keyif alıyordum. Zaten pazar günleri de babamla geziyorduk. Babam,” Pazar günü kimseye söz vermeyin, birlikte gezeceğiz,” derdi.

Etrafınıza her zaman açık ve samimi olursanız daha rahat edersiniz.

Her şey gönlünüzce olsun!..
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

GÜNÜMÜZÜN KAYGILARI

Sevgili okuyucularım, bu ayki bilge hikâyemiz ile beraberiz.

Kasabanın birinde zengin bir tüccar yaşarmış. Öleceği vakit vasiyetinde: “Ben mezara konulduğum gün kim gelir benimle bir gece mezarda kalırsa ona servetimin yarısını bırakacağım” demiş.
Çoluğu çocuğu, akrabaları servetin yarısı bırakılmasına rağmen bunu yerine getiremeyeceklerini düşünüyorlarmış. Kısa bir müddet sonra adam ölmüş.

Adamın vasiyeti kasabada zaten meşhurmuş. Bunu duyanlardan biri de kasabanın en ücrâ köşesinde yaşayan hamalmış. Adamın öldüğü haberini duyunca yakınlarına kendisinin bir gece mezarda kalabileceğini söylemiş. Bunun üzerine cenaze merasiminden sonra hamalı da adamla birlikte kabre koymuşlar.

Hamal: “Zaten bir tane ipim bir tane de küfem var. Kaybedecek bir şeyim yok. İyi ettim de bu adamla buraya girdim. Çıktığımda kasabanın hatırı sayılır insanlarından biri olacağım” diye düşünüyorken bir gürültü kopmuş ve dünyada daha önce hiç karşılaşmadığı yüzlere orada rastlamış.

Gelen melekler aralarında konuşuyorlarmış: “Bu ölü olan zaten elimizde. Onu istediğimiz vakit hesaba çekebiliriz. İlk önce şu canlı olandan başlayalım”.

Adam tir tir titriyorken başlamış melekler peş peşe sorular sormaya: “Söyle bakalım ey falan oğlu filan. Küfenin ipini nereden buldun? Satın aldıysan ne kadara aldın? Kimden aldın?
Aldığın kişiyi dolandırdın mı? Hakiki değerinde mi verdin ücretini?”
Adamın dili dolanıyor sorulan sorulara cevaplar bulmaya çalışıyor, ancak o cevap verdikçe ip ile ilgili bir başka soru ile karşılaşıyormuş.

Gün ağarırken zengin adamın akrabaları gelmiş ve adamı mezardan çıkarmışlar. Sonra: “Artık kasabanın sayılı zenginlerindensin. Anlat bakalım bir gece mezarda kalmak nasıl bir duygu?” demişler.
Hamal: “Aman, lanet olsun! İstemiyorum! Bütün mal mülk sizin olsun!

Ben bir ipin hesabını sabaha kadar veremedim, o kadar malın hesabını kıyamete kadar veremem herhalde…’’

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

BEN HAYATI NASIL YAŞIYORUM? -2

Tam olarak dört yıl önce 19/04/2020 tarihinde “Ben Hayatı Nasıl Yaşıyorum?” başlıklı bir yazı kaleme almıştım.

Dünyada her geçen gün ilişkilerde sorunların, anlaşmazlıkların, karşılıklı olarak samimi ve gerçek sevgiyi ifade edememenin yarattığı olumsuzlukların arttığını görmek beni yeniden bu yazıya götürdü.

İnsanlık olarak hayatın kendimizde başladığını anlayıp kabullenmediğimiz sürece olumsuzluklar devam eder.

Gerçekten de hayat bizde başlıyor.

Bu yüzden hayattan ne bekliyorsak önce biz onu hayata vermeliyiz.

Kendimize sormalıyız:

Hayatı nasıl yaşıyorum, o bana ne veriyor? Mutluluk mu mutsuzluk mu?

Zihnimden ve kalbimden bütün canlılar için geçen duygular ve düşünceler iyi mi kötü mü?

Sergilediğim davranışlar iyi mi kötü mü?

Ağzımdan çıkan sözler, cümleler, kelimeler iyi mi kötü mü?

Hayatı korkularımla mı yoksa sevgi ve ışık ile mi yaşıyorum?

Kendimi geliştirmek için dağarcığıma her gün bir bilgi mi katıyorum? Yoksa insanlar hakkında konuşup ne yaptıkları, ne yiyip içtikleriyle mi ilgileniyorum?

Yaptığım iyilikleri, hiç beklenti ve menfaat olmadan mı yapıyorum yoksa kendi egom ya da gösteriş için mi?

Yaşadığım ve karşılaştığım her olumsuz olay ve kişiyi “ders”im olarak görüp şikâyet etmeden “Bu sınavdan geçmek için ne yapmalıyım,” diye bir çaba sarf ediyor muyum? Hayatın hangi alanında ruhumun tekâmülünü yapmam gerektiğini, her acının ruhumu olgunlaştırmama nasıl rehberlik ettiğini görebiliyor muyum?

Hayatı şükrederek mi hep şikâyet ederek mi yaşamaktan yanayım?

İnsanlara içtenlikle mi yoksa bir maske takıp kendimi farklı göstererek ya da kendi menfaatim için mi yanaşıyorum?

Hatalarımı ve egomu fark edip yüzleşiyor muyum? Olumlu yönde değişim ve dönüşüm yapıyor muyum? Yoksa bunları örtbas mı ediyorum?

Hayata pozitif enerji mi gönderiyorum negatif enerji mi?

Hayata iyimser mi bakıyorum karamsar mı?

İnsanların yüzüne gülüp sonra onlar hakkında dedikodu mu yapıyorum yoksa onlar hakkındaki gerçek düşüncelerimi yüzlerine mi söylüyor?

Hayatı sırf kendim için mi yaşıyorum, dünyaya sevgi ve ışık vermek için mi?

Hayatı yaşarken önceliğim dünyevi mi maneviyat mı?

İnsanların bana “iyi” veya “kötü” demesi, beni sevmesi ya da sevmemesi, beni beğenmesi ve alkışlaması mı yön veriyor hayatıma?

Tercihlerime göre hayat bana yaşamam gerekeni veriyor.

Gördüğüm ve algıladığım dünya benim bakış açımla, kalbimden geçen niyetlerle ilgili.

Kalbim, niyetim ne söylüyorsa onu görüyorum, onu veriyorum hayata ve insanlığa.

İnsanlar kalplerine göre birbirlerine makam verir, bir yere koyar. Oysa gerçek makam ister Allah deyin ister evren; onun insanı konumlandırdığı makamdır ve o makam niyetlere, hayata nasıl bakıldığına göre belirlenir.

Hayattaki mutluluğumu belirleyen içime ektiğim tohumların iyiliğine veya kötülüğüne bağlı.

Kısacası hayatı ne ile beslersem bana onu veriyor.

Hayat çok güzel!

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

BARIŞ BENİM İLE BAŞLAR – 12

Sevgili okuyucularım, bu ay ki “ho’oponopono” adı verilen bir arınma çalışmasını paylaşıyorum. Bu ay da farklı konular için aynı şekilde yapmanız gereken bu arınma çalışmasını dört madde hâlinde paylaşıyorum. Düzenli olarak yaptığınızda gerçekten kendinizde inanılmaz bir olumlu değişiklik göreceksiniz. Özellikle zihniniz, ne kadar berraklaşırsa o kadar huzurlu olur. En önemlisi berrak bir zihin her zaman doğru karar almanızı sağlar. Çünkü zihin olumsuzluklarla dolu olduğu zaman doğru karar bile alamıyorsunuz. Disiplin ve azimle yapılan çalışmalardan her zaman olumlu karşılık alınır. Çalışmaya geçmeden önce bununla ilgili kısa bir bilgi vermek istiyorum. Geçen ay bu bilgiyi paylaşmıştım fakat belki ilk defa okuyacak olanlar vardır. Onlar için yinelemekte fayda görüyorum.

Ho’oponopono yöntemi; karşımızdaki insanın yaşadığı bir sorunu duyduğumuz, öğrendiğimiz anda bizim sorunumuz olarak algılayıp kendi içimizde bundan arınarak karşımızdakini de arındırma yolunu öğretiyor. Sadece insanları değil her şeyi arındırıp temizlemenin yoludur bu. Olumsuz durumlardan kurtulmanın bir yöntemidir.

Ho’oponopono, Havai halkının kullandığı bir kendini arındırma yöntemidir. Bu yöntemi Joe Vitale’in kitabı “Zero Limit” aracılığı ile batı dünyasına tanıtan ve meşhur eden kişi Dr. Ihaleakala Hew Len oldu. Doktorasını Iowa Üniversitesi’nde yapmış olan Dr. Ihaleakala Hew Len, uzun yıllar Havai Devlet Hastanesi’nin suç işleyen akıl hastaları ile ilgilenen adli biriminde uzman psikolog olarak çalışmış. Hastalarıyla elde ettiği mucizevi sonuçlar çok ilgi çekmiş. Kullandığı yöntemler öyle etkiliymiş ki zamanla yatan hastaların tümü taburcu edilmiş, sonunda dört yıl içinde birim kapatılmış. Dr. Len’in kullandığı bu yöntem, 1982 Kasım’ından beri güncelleştirilmiş Ho’oponopono uygulaması yapan Hawaiili şaman Morrnah Nalamaku Simeona sayesinde ortaya çıkmış. Tüm dünyada bu yönteme ün kazandıran, öğrencisi Dr. Ihaleakala Hew Len ve Joe Vitale oldu.

Şimdi çalışmaya geçelim:

1) Kendime güvenmemi engelleyen, özgüvenimi düşüren içimde bana aileme atalarıma ait her ne varsa her ne oluyorsa hepsi bütün zamanlarda, bütün boyutlarda, bütün evrenlerde temizlenip arınıp şifalanıp sıfır noktasına ulaşana kadar andan ana ho’oponopono

Seni Seviyorum

Özür Dilerim

Lütfen Beni Affet

Teşekkür Ederim

Niyeti bir kere 4 cümleyi istediğiniz kadar kendinizi rahatlamış hissedene kadar tekrar edebilirsiniz.

2) Yaşadığım sorunlarla ilgili başkalarını suçlamama, bütün sorumlululuğu başka insanlara vererek gücümü kaybetmeme yol açan içimde bana aileme atalarıma ait her ne varsa her ne oluyorsa hepsi bütün zamanlarda, bütün boyutlarda, bütün evrenlerde temizlenip arınıp şifalanıp sıfır noktasına ulaşana kadar andan ana ho’oponopono

Seni seviyorum

Özür dilerim

Lütfen beni affet

Teşekkür ederim.

Niyeti bir kere 4 cümleyi istediğiniz kadar kendinizi rahatlamış hissedene kadar tekrar edebilirsiniz.

3) …….. konusundaki endişelerimi yaratan, katkı veren ve fayda gören içimdeki bana aileme atalarıma ait içimde her ne varsa her ne oluyorsa hepsi bütün zamanlarda, bütün boyutlarda, bütün evrenlerde temizlenip arınıp şifalanıp sıfır noktasına ulaşana kadar andan ana ho’oponopono

Seni seviyorum

Özür dilerim

Lütfen beni affet

Teşekkür ederim.

Niyeti bir kere 4 cümleyi istediğiniz kadar kendinizi rahatlamış hissedene kadar tekrar edebilirsiniz.

4) Yaşama, geleceğe ve akışa güvenmemi, kendimi rahat bırakarak hayatın bana sunduğu güzellikleri deneyimlememi engelleyen içimde bana aileme atalarıma ait her ne varsa her ne oluyorsa hepsi bütün zamanlarda, bütün boyutlarda, bütün evrenlerde temizlenip arınıp şifalanıp sıfır noktasına ulaşana kadar andan ana ho’oponopono “

Seni seviyorum

Özür dilerim

Lütfen beni affet

Teşekkür ederim.

Niyeti bir kere 4 cümleyi istediğiniz kadar kendinizi rahatlamış hissedene kadar tekrar edebilirsiniz.

Kaynak: Dr.Ihaleakala Hew Len ve Berna Özcan
Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

İLK KAZAK

Yaklaşık bir ay sonra kaldığım yerden tekrar anılarımı yazmaya devam ediyorum. Bu sefer ortaokul birinci sınıfa giden çocuk sandıktan bakalım hangi anıyı çıkaracak?

Sömestir tatili yaklaşmıştı. Babam, yılbaşı sonrası hemen parça sayımına başladı. Otomotiv yedek parçanın başında kendisi dururdu. İki amcam ise bakım kısmında dururdu. Tabii kolektif şirket olduğu için üçü de aynı şekilde hem yedek parça hem de araba bakımıyla ilgileniyorlardı aslında. Sadece babam ikisinden de çok iyi anlıyordu.

Yedek parça ithal gelirdi. Babam bu parçaları yanında çalışan elemanlarla birlikte tek tek sayar, çıkardığı listeleri deftere işlemek için hafta sonları eve getirir, beraber yapardık. Deftere işlemeyi bana ilkokulda öğretmeye başlamıştı. Şimdi daha iyi yapıyordum. Fakat bu işi yaparken televizyonda hafta sonu yayınlanan spor müsabakalarını seyredemiyordum. Avrupa maçları da dâhil olmak üzere, özellikle futbol maçlarını seyretmediğim zaman üzülüyordum. Buna rağmen bu işi yapmayı da seviyordum çünkü öğrenmeyi seviyordum. Ablam, babama bu konuda hiç yardım etmezdi çünkü babam ona nasıl yapılacağını öğretmemişti.

Derken karneler alındı ve sömestir tatili başladı. İlk dönem karnemin nasıl geleceğini biliyordum, anneme söylemiştim Bu karne en çok amcam için önemliydi. Karnede İngilizce hariç tüm notlarım gayret iyiydi. İngilizceyi seviyordum fakat hoca biraz sert mizaçlı olduğu için fazla soru sormaktan çekiniyordum, hâliyle de İngilizce notum biraz daha düşük geldi. Amcam bundan memnun olmadı, yabancı dil konusuna çok önem veriyordu ve İngilizce kursuna göndermek istedi. Ağabeyim de kursa gidiyordu. Amcam ayrıca ablama “Sen de çalıştır,” demişti. 15 gün tatilde verilen ödevlerini tamamlayacak ve İngilizce çalışacaktım.

Bu arada annem her ay Burda dergisi alıp oradan çıkardığı kalıplarla, örgü örnekleriyle bize ve kendisine giysi diker, örgü örerdi. Ocak ayında aldığı Burda dergisindeki bir kazak modelini çok beğendiğim, anneme de gösterdim. Annem bana örgü örmeyi önceden öğrettiği için “Bunu yapabilirim,” dedim. Dergi Almanca olduğu için modeli ancak resmine bakıp çıkarabilecektim ama bunu yapmaya kararlıydım. Hemen her gün evimize gelen, annemi kardeş gibi gören komşumuz Aynur teyzeye de gösterdim modeli. O çok örgü örüyordu, bilmediği model yoktu, buna rağmen seçtiğim modelin çok zor olduğunu söyledi. Ben,  “Yaparım,” dedim. Tabii o anda bana inanmadı. Ama ben bunu öreceğime inandım.

Annemden beyaz renkte yün almasını istedim, hemen aldı. Başladım örmeye. Aynur teyze geldiğinde hiç göstermiyordum. Öremeyeceğimi söylediği için ona sürpriz yapacaktım. Hızlı bir şekilde kazağı örmeye devam ediyordum Bu arada annem hastalandı. Annem öyle kolay hasta olan insan değildi ama bu kez çok kötü üşütmüştü; yatmak zorunda kaldı. Ablam üniversiteye gittiği için anneme yardım edemiyordu. Evde kardeşim ile birlikteydik. Annem, yemekleri tarif ediyordu, ben yapıyordum. Ispanaklı gül böreği yapmıştım. Akşam sofrada böreği beğendiler, bu durum çok hoşuma gitti çünkü ilk defa yapıyordum. Özellikle babam her yemeği beğenmediği için onun beğenmesi benim için önemliydi.

Annemin iyileşmesi biraz zaman aldı. Çok üzülmüştüm annemin hastalığına çünkü onu hiç böyle görmemiştim. Babam daha sık hastalanırdı ama annem öyle değildi. Babam, annemin hastalanmasını istemezdi. Sadece annem değil, aileden biri hasta olduğu zaman çok üzülürdü ve hep şunu söylerdi: “Kendinize neden iyi bakmıyorsunuz?” Mesela ağabeyim rahatsız olduğu için onun yorulmasını istemezdi. Babam, annemin hastalanmasına çok üzülmüştü. Akşam eve gelince annemi sofrada göremeyince keyfi kalmıyordu, pek konuşmuyordu.

Sömestir tatilindeki 15 gün içinde annem iyileşti. Çok mutlu olmuştum. İnsan bir de alışık olmayınca şaşkınlık içinde kalıyordu böyle durumlarda. Ama o kış annemin rahatsızlığı benim birkaç yemek yapmayı öğrenmeme yol açtı. Aynı zamanda kazağımı da örmüş oldum. Kol ve yaka konusunda annem yardım etti, nasıl yapacağımı gösterdi. Böylece dergideki modelin birebir aynısını örebildim. Artık Aynur teyzenin gelmesini dört gözle bekliyordum. Dayanamayıp annemden Aynur teyzeyi çağırmasını istedim; çağırdı, o da geldi. Hemen kazağımı getirip gösterdim. Önce inanamadı, “Sen mi ördün?” diye sordu. “Evet,” dedim, annem de “Kendi çıkardı,” diye destekledi. Aynur teyze o kadar güzel takdir etti ki çok mutlu oldum. Bu sömestir tatili iki yeteneğimi ortaya koyabileceğim iki deneyim edinmemi sağlamıştı ve ben özellikle örgü örmekten çok mutlu olmuştum.

İnsan kendine inanırsa yapamayacağı bir şey yoktur. O anda bana “Çok zor,” dediklerinde vazgeçmiş olsaydım bu sefer içimde kalacaktı. Ben kendime “Yaparsın,” diye inandım üstelik de vazgeçmedim. Bana ne zaman yapamayacağımı söyleseler daha fazlasını yaptığımı gördüm. Bazen zor olsa da başaracağına inananı kesin ve olumsuz konuşarak yolundan döndürmemek gerekir. Çünkü herkesin yeteneği başkadır. Çocuğun yaratıcılığını bilmeden, denemesine izin vermeden ön yargılı yaklaşmamak gerekir.

O kazaktan sonra artık gördüğüm her modeli örebildim.

O kazağı hep sakladım; benim için çok değerlidir.


Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

ÇEKİCİ NEREYE VURACAĞINI BİLMEK!…

Sevgili okuyucularım, bu ayki bilge hikâyemiz ile beraberiz.

Şimdi sizi hikâyemizle baş başa bırakıyorum.

Vaktiyle bir fabrika sahibinin fabrikasındaki makinelerden bir tanesi arızalanır. Makinenin arızalanması ile birlikte üretim durur ve her geçen süre patronun para kaybetmesi anlamına gelmektedir. Fabrikanın tüm teknik personeli, mühendisleri ve usta başları arızalanan makinenin arızasını gidermek için makinenin başına toplanır ama nafile. Bir türlü makinenin arızasını giderip çalıştırmayı başaramazlar.

Patron çaresiz bir şekilde arızayı gidermeye çalışan personelini izlemektedir.

O sırada fabrikanın bekçisi patronun yanına gelerek ” efendim, müsaadeniz olursa şehir merkezinde bir usta var. Elinden her iş gelir, tamir edemediği şey yoktur, onu çağıralım, bir de o baksın” der.

Her şeyden ümidini yitirmiş olan patron çaresiz bir şekilde bekçinin teklifini kabul eder ve bahsi geçen ustayı çağırırlar.

Usta fabrikaya gelir ve arızalı makinenin etrafında bir tur attıktan sonra yanında getirdiği alet çantasından bir çekiç çıkarır. Makinenin birkaç yerini eliyle yokladıktan sonra tek bir defa çekiç ile vurur.

Daha sonra yetkili kişiye dönerek ” makineyi çalıştırır mısınız?” der. Yetkili kişi makinenin başlat düğmesine basması ile birlikte makine tıkır-tıkır çalışmaya başlar.

Tüm personel şaşkınlık ve sevinç ile birbirlerine bakarken, uzaktan izleyen patron gülümsemeye başlar. Patron makinenin çalışması ile birlikte büyük bir mutluluk duyar.

Patron, kimsenin çalıştıramadığı makineyi çalıştırmayı başaran ustayı odasına bir çay içmeye davet eder. Bu sırada da ustaya olan minnettarlığını ifade etmek için teşekkürlerini sunar.

” Çok teşekkür ederim ustacım, sayende büyük bir zarardan kurtulduk, sana borcumuz ne kadar?” diye sorar.

Usta kendinden emin ve sakin bir şekilde, ” 1000 dolar efendim” der. 1000 dolar cümlesini duyan patronun gözleri fal taşı gibi açılır. ” Ne 1000 doları usta, ne yaptın Allah aşkına” der. Daha sonra ” madem öyle, senden ayrıntılı bir fatura istiyorum” diye ekler.

Usta yine kendinden emin bir şekilde ” hay hay efendim” diyerek çantasına uzanıp fatura koçanını çıkarır.

Faturayı yazıp imzalar, kaşeler ve patrona uzatır. Patron faturanın detayını görmek için merakla alır.

Fatura şöyledir; Çekiç ile vurmak 1 dolar / Çekici nereye vuracağını bilmek 999 dolar.

Sorunlar karşısında çekici nereye vuracağımız çok önemlidir.

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

TEKAMÜL HARİTASI BİR PİRAMİT ŞEKLİDİR

Sevgili okuyucularım 12/09/2023 tarihinde “Kendi Frekansımızı Nasıl Güçlendirebiliriz?” başlıklı bir yazı yazmıştım. O yazımda insanların kendilerine ve etrafa yaydığı frekanstan bahsetmiştim. Bugün ise Sayın İsmail Keçeci’nin “Tekamül Haritası Bir Piramit Şeklidir” yazısını sizlere paylaşıyorum.

“En alt tabandan başlarsın en kalabalık yerdir.

Herkesin, her şeyin senin gibi var olduğunu kabul edersin bütün taban taşlarıyla birlikte yaşarsın. En düşük frekans bandıdır.

Frekansın yükseldikçe piramidin tepe noktasındaki tek bir taşa doğru ilerlesin.

Böylece hayatında insanlar azalmaya başlar.

Tıpkı piramidin yukarı doğru ilerledikçe duvarlarındaki taşların azaldığı gibi.

Bu yüzden gittikçe yalnızlaşmaya başladığını yadırgama. En sonunda tek bir taş olacaksın yani boyutunun tanrısı olacaksın. Ve bir sonraki boyutun en alt frekansından tekrar başlayacaksın.

Yegane yaşam amacı sadece bilincimizi genişletmektedir. İzin vermediğimiz hiç kimse yaşam alanımıza giremez. İzin verdiklerimizde bizim frekans bandımıza uygun kişiler ve olaylardır. Yani düşüncelerimize denktirler.

Sen yükseldikçe seninle aynı frekansta olanlar azalacaktır. Bu da doğaldır. Çünkü yükseliş farkında olup çaba göstermekle ilgilidir. Negatif veya pozitif düşünce frekansını takip eden daha yüksek nötr halin frekansıdır.

‘İnsanlar ve şeyler sadece vardır, iyi veya kötü değildirler’ Diye düşünmeye ve uygulamaya başlarsın. Bu frekansın yeri piramidin tepe noktasındaki tek bir taştır. Oraya ulaştığında haritadaki yolun sonuna gelmişsindir. Yeni bir tekamül piramidine geçmeye hak kazanmışsındır.

Eğer eski dostlarınız arayıp sormuyorsa üzülmeyin başarıyla yolunuzda ilerliyorsunuzdur. Yeni dostlar da gelecektir. Ama sadece siz onların frekans bandındayken size eşlik ederler ve her yükselişiniz bir kısım insanları sizden uzaklaştırır.

En sonunda bütün hayatı tek başınıza yaşadığınızı idrak edersiniz. Ve başınızın üstünde havai fişekler patlar Kozmik yapı size bir kutlama partisi düzenlemiştir. Yani mezuniyet. Kendinizi, çevrenizi, düşüncelerinizi değerlendirdiğinizde piramidin neresinde olduğunuzu üç aşağı beş yukarı tahmin edersiniz.

Senden başka hakikat yok. Diğer her şey sinema perdesinde ki ışık yansımaları. Daha önce hakiki insanlarının yansımalarının arasında kendini gerçek gibi hissederek bir eğitim alıyorsun.

Yansımlar teknolojik olarak senin düşüncelerine göre davranış sergilemektedirler. Ve senin ortaya çıkan tepki ve düşüncelerin her an bilinç sınavına tabi tutulmaktadır. Lütfen ortaya çıkan herhangi bir durumda ilk önce diğer herkesin ve her şeyin sadece bir yansımadan ibaret olduğunu göz önünde tutun. Ve yüksek bir varlık olarak nasıl tepki vermeniz gerektiğini düşünün. Unutmayın onlar sadece vardırlar iyi veya kötü değildirler.”

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

BARIŞ BENİM İLE BAŞLAR – 10

Sevgili okuyucularım, geçen ay bilinçli ve bilinçdışı anıların, olumsuzlukların temizlenmesi için yapılan ve “ho’oponopono” adı verilen bir arınma çalışmasını paylaşmıştım. Bu ay da farklı konular için aynı şekilde yapmanız gereken bu arınma çalışmasını dört madde hâlinde paylaşıyorum. Düzenli olarak yaptığınızda gerçekten kendinizde inanılmaz bir olumlu değişiklik göreceksiniz. Özellikle zihniniz, ne kadar berraklaşırsa o kadar huzurlu olur. En önemlisi berrak bir zihin her zaman doğru karar almanızı sağlar. Çünkü zihin olumsuzluklarla dolu olduğu zaman doğru karar bile alamıyorsunuz. Disiplin ve azimle yapılan çalışmalardan her zaman olumlu karşılık alınır. Çalışmaya geçmeden önce bununla ilgili kısa bir bilgi vermek istiyorum. Geçen ay bu bilgiyi paylaşmıştım fakat belki ilk defa okuyacak olanlar vardır. Onlar için yinelemekte fayda görüyorum.

Ho’oponopono yöntemi; karşımızdaki insanın yaşadığı bir sorunu duyduğumuz, öğrendiğimiz anda bizim sorunumuz olarak algılayıp kendi içimizde bundan arınarak karşımızdakini de arındırma yolunu öğretiyor. Sadece insanları değil her şeyi arındırıp temizlemenin yoludur bu. Olumsuz durumlardan kurtulmanın bir yöntemidir.

Ho’oponopono, Havai halkının kullandığı bir kendini arındırma yöntemidir. Bu yöntemi Joe Vitale’in kitabı “Zero Limit” aracılığı ile batı dünyasına tanıtan ve meşhur eden kişi Dr. Ihaleakala Hew Len oldu. Doktorasını Iowa Üniversitesi’nde yapmış olan Dr. Ihaleakala Hew Len, uzun yıllar Havai Devlet Hastanesi’nin suç işleyen akıl hastaları ile ilgilenen adli biriminde uzman psikolog olarak çalışmış. Hastalarıyla elde ettiği mucizevi sonuçlar çok ilgi çekmiş. Kullandığı yöntemler öyle etkiliymiş ki zamanla yatan hastaların tümü taburcu edilmiş, sonunda dört yıl içinde birim kapatılmış. Dr. Len’in kullandığı bu yöntem, 1982 Kasım’ından beri güncelleştirilmiş Ho’oponopono uygulaması yapan Hawaiili şaman Morrnah Nalamaku Simeona sayesinde ortaya çıkmış. Tüm dünyada bu yönteme ün kazandıran, öğrencisi Dr. Ihaleakala Hew Len ve Joe Vitale oldu.

Şimdi çalışmaya geçelim:

1)İnsanların enerjimi emmesine, beni yormasına, tüketmesine yol açan, bu duruma izin veren, katkı sunan, bundan fayda elde eden içimde her ne varsa her ne oluyorsa hepsi bütün zamanlarda, bütün boyutlarda, bütün evrenlerde temizlenip arınıp şifalanıp sıfır noktasına ulaşana kadar andan ana ho’oponopono dedikten sonra

Seni seviyorum

Özür dilerim

Lütfen beni affet

Teşekkür ederim.

Niyeti bir kere 4 cümleyi istediğiniz kadar kendinizi rahatlamış hissedene kadar tekrar edebilirsiniz.

2)Bugün gün içinde herhangi bir kaza, kavga, zorluk veya gerginlik yaşamama yol açabilecek içimde her ne varsa her ne oluyorsa hepsi bütün zamanlarda, bütün boyutlarda, bütün evrenlerde temizlenip arınıp şifalanıp sıfır noktasına ulaşana kadar andan ana ho’oponopono,

Seni seviyorum

Özür dilerim

Lütfen beni affet

Teşekkür ederim.

Niyeti bir kere 4 cümleyi istediğiniz kadar kendinizi rahatlamış hissedene kadar tekrar edebilirsiniz.

3) Başka insanlardan bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde negatif, zararlı, beni olumsuz etkileyen enerjiler almama yol açan içimde bana, aileme, atalarıma ait içimde her ne varsa her ne oluyorsa hepsi bütün zamanlarda, bütün boyutlarda, bütün evrenlerde temizlenip arınıp şifalanıp sıfır noktasına ulaşana kadar andan ana ho’oponopono

Seni seviyorum

Özür dilerim

Lütfen beni affet

Teşekkür ederim.

Niyeti bir kere 4 cümleyi istediğiniz kadar kendinizi rahatlamış hissedene kadar tekrar edebilirsiniz.

4) Tüm ilişkilerimde huzurlu, dengeli ve rahat olmamı engelleyen içimde bana, aileme, atalarıma ait içimde her ne varsa her ne oluyorsa hepsi bütün zamanlarda, bütün boyutlarda, bütün evrenlerde temizlenip arınıp şifalanıp sıfır noktasına ulaşana kadar andan ana ho’oponopono

Seni seviyorum

Özür dilerim

Lütfen beni affet

Teşekkür ederim.

Niyeti bir kere 4 cümleyi istediğiniz kadar kendinizi rahatlamış hissedene kadar tekrar edebilirsiniz.

Kaynak: Dr.Ihaleakala Hew Len ve Berna Özcan

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

BAŞKALARININ ÖN YARGILARI SİZİ MUTSUZ ETMESİN

“Eski ve Yeni Yok” başlığıyla on beş gün önce yazdığım ön yargılar konusuna bugün de devam ediyorum.

Başkaları hakkında ön yargılı olmanın, kendi içsel dönüşümü gerçekleştirmemekten, kalbin sesini dinlememekten kaynaklandığından geçen yazımda söz etmiştim. Ön yargının insan ruhuna yüklediği yükten de. Gerçekten de öyledir. İnsan ön yargı ile kendine karma oluşturur. İşin kötüsü bazı insanlar o ön yargının kendilerine yüklediği karmadan habersiz olarak yaşar. Eskiden ön yargılı davrananlara “Günahımı aldın.” derlerdi, şimdi ise modern terim ile “Karma” deniliyor.

Olaylar ve davranışlar karşısında ön yargılara başvurmak yerine, olay veya davranışın muhatabına sorarak gerçeği öğrenmek daha doğru bir yaklaşım olacaktır. Çünkü insanların niyetlerinin ne olduğunu bilemezsiniz.

Yanındaki eşi kendinden yaşça büyük veya küçük olan insanlar hakkında “Şunun için evlenmiş.” diye ön yargıda bulunulur. Aynı şekilde evlenmemiş bir insan hakkında ön yargıyla, olmayan şeyler söylenir. Belki sizin de başınıza gelmiştir; beraber olduğunuz insan hakkında tanımadan bilmeden ön yargıda bulunup size yakışmadığını söylerler. Hâlbuki sizin onunla mutlu olduğunuzu, onun sizi mutlu ettiğini bilmezler, dış görüntüye bakarak karar verirler. Bazen de bir iş yapacaksınız; peşin hükümle bu işi başaramayacağınızı söylerler. O konuda yeteneğinizin olduğunu bilmezler bile. Daha önce de yazmıştım; alınan eğitimlere bakıp kültür, ilişkilerde denklik gibi kriterlerle insanlar birbirini yargılar.
Bu ön yargılarla karşılaşmak sizi mutsuz etmesin. Kendinizde emin olduktan sonra yanlış da yapsanız kendinize doğru da yapsanız kendinize… Bunu bilirseniz ön yargılı insanların ne dediğini duymazsınız.

Kimi zaman da siz kendi ön yargınızla kendi mutsuzluğunuza yol açabilirsiniz. Örneğin yanınızda çalışan bir insan ayrıldığında “Onun gibisini bulamam.” dersiniz telaşla. Neden bulamayacaksınız? Sizinki anlık bir ön yargıdır ve sadece mutsuz eder.

Ön yargılardan biri de size anlatılan olayları ve kişileri bilmeden yorum yapmanızdır. Yine kendimle ilgili bir örnek vereyim. Bir arkadaşıma bundan yedi sene önce alacağım bir eğitimden bahsettim. Bu eğitimi ne amaçla alacağımı da söyledim. Fakat arkadaşım, bir başka arkadaşıma eğitimi ne amaçla aldığımı nasıl anlatmışsa o diğer arkadaşım bana hiç beklemediğim bir mesaj gönderdi. Mesajında beni yargılıyor, negatif kelimelerle direkt suçluyordu. Diğer arkadaşımın anlattıklarından ise hiç söz etmedi. O anda sesimi çıkarmadım. Sabır ile bekledim. Zamanı gelince kendisini bana sarf ettiği negatif sözleriyle yüzleştirdiğimde gerçeği anlattı. Aldığım eğitimin amacına dair duydukları yüzünden bunları yazmıştı. İşte bu da bir ön yargı. Başkasından duyduklarıyla beni suçlamak yerine arayıp sorsa gerçeği öğrenecekti. Dahası beni tanıyorsa güveniyorsa zaten başkasının sözlerine itibar etmez ve o sözler üzerine bana karşı negatif kelimeler kullanmazdı. Burada, ilk kişi benim eğitimi alış amacıma inanmayıp kendi ön yargısı ile farklı algıladığı gibi başka birine yanlış anlatıyor. Hem bir karma oluşturuyor hem de diğer arkadaşın ön yargılı davranmasına yol açarak bir karma daha oluşturmuş oluyor.

Bir insanı neşeli görürsünüz; hemen ön yargı ile yaklaşıp “Bak hep gülüyor, neşeli. Hiç derdi yok, hiç sorunu yok.” dersiniz. Hâlbuki içinde ne acılar yaşıyordur da bilmiyorsunuzdur. Bazen de tam tersi neşeli olmayan insanı görüp “Yüzü gülmüyor, ne sorunları var acaba?” diye düşünürsünüz. Aslında sorunu yoktur, sadece yüz ifadesi öyledir.

Geçenlerde televizyonda izlediğim bir filmde bu ön yargı konusu o kadar güzel anlatılmıştı ki. Kadın çok uzun boylu fakat sevgilisi bayağı kısa boylu. Ailesi ve çevresindekiler sürekli bu boy farkı ile nasıl yaşayacaklarını söyleyip duruyorlar. Oysa filmin kahramanlarının o kadar çok ortak yanı var ve öyle mutlular ki hiçbir şekilde o boy farkını görmüyorlar. Çünkü birbirlerine ruh olarak iyi geliyorlar.

Yine kendimden örnek vereyim. Hiç enstrüman çalmamış bir arkadaşım, enstrüman çalma eğitimi alacağını söyledi, ben de ona “Çok iyi olur, istiyorsan tabii ki git.” dedim. Başka bir arkadaşı ise “Hiç çalmamışsın nasıl yapacaksın? Öyle kabiliyetinde yokmuş.” demiş. İşte bir ön yargı! Nereden biliyorsun çalamayacağını? Karşısındakinin moralini bozmaktan başka işe yaramayacak sözler bunlar.

İş yerinde, evde bir eşya kaybolduğunda hemen çalışanları suçlayanlar ön yargılı davranmış olur. Sizin arabanız yoktur veya kirada oturuyorsunuzdur; maddi imkânlarınızın iyi olmadığı zannıyla yorum yaparlar. Sizin yaşam felsefenizi veya yatırım tercihinizi bilmezler. Ayrıldığınız partnerinizin arkadaşına yardım etmenizi veya sohbetinizi, eski partnerinizle iletişime geçmek isteği olarak yorumlarlar ön yargıyla veya eski partnerinizle yaşadığınız bir olayı anlattığınızda “Unutmamış, onun için hayatına başkasını almıyor.” diye yargıda bulunurlar.

Baktığınızda bunların altında hiçbir şekilde sevgi olmadığını görürsünüz. Hakkında fikir sahibi olmadığınız kişi ve olayları herkesin kendine göre anlatmasıyla değerlendirirseniz hem ön yargı ile yaklaşmış hem de karma yaratmış olursunuz. Bu nedenle tanıdığınız biri ise direkt ona sorabilirsiniz. Tanımıyorsanız anlatan kişinin size ne kadar güven vermiş ona bakabilirsiniz. Çünkü gerçekten dürüst ve güvenilir insanlar yalan söylemez.

Bununla ilgili bir örnek vermek isterim. Bir komşunuz gelip az görüştüğünüz komşu hakkında olumsuz konuşuyor. Siz o komşu ile fazla irtibat hâlinde olmadığınız için yorum yapıyorsunuz. Bir gün o komşu size gelmek istiyor fakat hakkındaki olumsuzluğu duyduğunuz için görüşmek istemiyorsunuz. Sonra başka bir komşu görüşmek istemediğiniz o komşu hakkında olumlu sözler söylüyor. Kime inanacaksınız? Burada yapacağınız şey, iki komşunuzdan hangisi ile daha çok iletişimde olduğunuza, size güven verdiğine bakıp sözüne itibar etmektir. Aslında çok daha iyisi anlatılanlara kulak asmadan size gelmek isteyen komşunuzu kabul edip kendiniz tanımanızdır.

Şirket servisinde beş kişi taşıyan servis şoförünün aracı hatalı kullanmasından bir kişi rahatsız olup söylüyorsa idari amir şoförü suçlamadan önce, servisteki diğer yolcuları da dinlemelidir. Aksi hâlde ön yargılı davranmış olur. Eğer rahatsızlık duyan kişi çok güvenilir ise idari amir diğerlerine sormadan ona inanır. İnsanlara bırakacağız; güvenerek aslında farkında olmadan ön yargıyı parçalamış oluyoruz.

Başka insanların kendi ön yargıları mutluluğunuzu engellemesin. Önemli olan sizin kendinizi tanıyıp ahlaklı ve erdemli davranarak kimsenin ön yargısına kendinizi kurban etmemenizdir.

Her şey yolundadır!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

ŞAMAN, ŞİFACI, BİLGE

Sevgili okuyucularım, bu ayki kitap paylaşımım ismi “Şaman, Şifacı, Bilge”

Bu kitabın yazarı olan; Dr.Alberto Villoldo, Amazon ve İnka şamanlarının şifa uygulamalarını 25 yıldan fazla bir süredir uygulamaktadır. Ayrıca, San Fransisco State University’de, zihnin psikosomatik olarak ne şekilde sağlık ve hastalık yarattığını inceleyen Biyolojik Öz Düzenleme Laboratuvarının da kurucusudur. Tabii ki her okuduğumuzu içselleştirmek gerekiyor sadece okumak ile olmuyor.

Şimdi kitaptan bir bölümü sizlerle paylaşıyorum.

“…

Uzun  ve ışıldayarak yaşamak

Işıltılı enerji alanı, çevresel ve duygusal kirliliğin bir sonucu olarak zehirli hale geldiği zaman çakralar tıkanır. Bu, pistonlarına kirli motor yağı bulaşmış bir makineye benzer.

Çakralar bu kalıntıları biriktirir ve ağır dönmeye başlar, böylece enerjimiz olmaz, çabuk bunalır ve sinirleniriz. Çakralar eninde sonunda durur ve bağışıklık sistemimiz bozulur. Işıltılı enerji alanı’nın içindeki yakıt rezervlerinin kalitesinin de uzun ömür üzerinde etkisi vardır. Enerji rezervlerinin zehirli hale gelince çakralar bu zehirleri merkez sinir sistemine taşır ve hastalığa yenik düşeriz veya ölüm tehlikesiyle karşı karşıya kalırız. Enerji depolarımızı ne kadar etkin bir şekilde yenilediğimiz ne kadar sağlıklı ve aktif kalacağımızı belirleyebilir. Işıltılı enerji depolarımızın kalitesi nasıl yaşlandığımızı bile etkileyebilir.

Amerikan yerlisi şamanlar beş bin yıldan uzun süredir enerji tıbbıyla uğraşmaktadır. Bazı şifacılar, şamanların spiritüel kökenlerinin daha da eski zamanlara uzandığına inanır. Onlar, büyükannelerden torunlarına aktarılan, dünyanın genç olduğu zamanları anlatan hikayeleri hatırlıyorlar. Amerikan kıtasının ilk sakinleri ileri seviyede matematiksel, gelişmiş mimari ve karmaşık bir astronomi bilgisine sahip olsalar da bu kıtada yazı, hiçbir zaman diğer yerlerde olduğunu gibi gelişmemiştir. Bilim insanları, geride yazılı kayıtlar bırakan Musevilik’in, Hıristiyanlık’ın ve Budizm’in üstüne eğilirken Amerikan yerlilerinin spiritüel geleneklerini göz ardı ettiler. Batılı ilahiyatçılar Budizm’i iki yüz yıldan uzun bir süredir inceliyorlar ancak Amerikan yerlilerinin spiritüelliğini son kırk yıldır ciddi bir şekilde incelemeye başladılar.

Şamanın yolunun bir güç yolu, Büyük Ruh’un güçleriyle doğrudan bir bağ kurma yolu olduğunu keşfettim. Büyük Ruh’un kendi alanında, sonsuzluk içinde doğrudan deneyimlenmesini gerektirir. Işık dünyasının güçlü enerjileriyle iletişim kurduğumuzda müthiş bir şifalanma gerçekleşir.

Kızılderili rehberimden öğrendiğim ve süzgeçten geçirerek arıttığım bu şifa çalışmaları, içinde mucizelerin gerçekleşebildiği kutsal alanlar yaratan kadim bilgi ve yöntemlerdir. Bunlar, kişinin sonsuzluğa adım atmasını ve zamansız anın içinde aydınlanmayı deneyimlemesini sağlar. Kitapta anlatılan, şamanların temel şifa çalışması olan aydınlanma yöntemi budur. Sonsuzluğa girdiğimizde geçmiş ve gelecekten sıyrılırız ve orada sadece şimdi ve burada vardır. Artık ne geçmişten gelen acı dolu hikayelere bağlıyızdır ne de geleceğimizin senaryosunu yazan kişisel tarihimizdir. Geçmiş sihirli bir şekilde silinmez. Yaşadığımız kayıplar, acılar ve üzüntüler sadece bir anı olarak kalır; artık kim olduğumuzu belirlemezler. Ve biz, hikayelerimizden ibaret olmadığımızın farkına varırız. Sadece psikolojik veya spiritüel bir süreç değildir bu; bedenimizdeki her hücre onunla can bulur ve yenilenir. Bağışıklık sistemimiz şahlanır, fiziksel ve duygusal şifalanma çok hızlı bir şekilde gerçekleşir. Ruhsal bir özgürleşme ya da aydınlanma gerçekleşir. “…

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com