Sevgili okuyucularım, bu ayki kitap paylaşımım ismi “Sen Dünyasın”
Bu kitabın yazarı olan; Jiddu Krishnamurti (12 Mayıs 1895 – 17 Şubat 1986), Hindistan doğumlu bir filozof, konuşmacı ve yazardır. Krishnamurti’nin eğitim felsefesi, bireyin korkudan arınması ve önyargılardan sıyrılması için eğitimin önemini vurgular. Eğitimin, bireyin kendi içsel özgürlüğünü ve farkındalığını keşfetmesine yardımcı olması gerektiğini savunur.
Şimdi kitaptan bir bölümü sizlerle paylaşıyorum.
“…
Kendini anlamak dünyayı anlamanın ilk adımıysa bu yolculuğun başlangıç noktası tam burada. Dünya ne ise sen osun; sen ne isen dünya da o. Jiddu Krishnamurti bu yalın ama etkili ilkeyle insan ve dünya arasındaki ayrılmaz bağı gözler önüne seriyor. Bireyi düşünce, korku ve şidder döngüsündeki rolünü anlamaya, bu yolla uyanmaya ve köklü bir dönüşümü başlatmaya çağırıyor. Dünya neyse biz de oyuz çünkü toplumun karmaşası, dünyanın kaosu bireyin iç çatışmasından doğar. Krishnamurti burada okura bir ayna tutarak iç dünyasını olduğu gibi gözlemleme olanağı sunuyor.
Dünyadaki kaosu düzensizliği (hem içsel hem de dışsal) düşünen, bunca acıyı, açlığı, savaşı, nefreti, vahşeti gören çoğu insan ne yapmalıyım diye soruyor olsa gerek. Bu kargaşayla karşılaşan bir insan olarak ne yapabilirim ne yapabilirsiniz? Soruyu bu biçimde sorduğumuzda, bir tür siyasal ya da sosyolojik eyleme veya bir tür dinsel arayışa ve keşfe kendimizi adamamız gerektiğini düşünüyoruz. Kişi kendini bir şeye adaması gerektiğini düşünüyor. Öyle ki dünyanın her yerinde bu adanma isteği çok önemli bir hale geldi. İnsanlar ya eylemci oluyor ya da toplumsal kaostan elini eteğini çekip kendi yolunda ilerliyor. Bence bir şeye kendini adamak yerine yaşamın yapısına ve doğasına tümüyle katılmak çok daha önemli. Kendinizi adadığınızda, bir parçaya adarsınız. Bu yüzden de o parça önem kazanır ve bu da ayrım yaratır. Oysa bütün yaşam uğraşına tamamen, bütünüyle katıldığınızda eylem tamamen değişir. O zaman eylem yalnızca içsel değil, aynı zamanda dışsal olur. Eyleminiz bütün yaşam sorunuyla ilişki içinde olur. Katılmak, her sorunla, insan zihninin ürettiği her düşünce ve duyguyla tam bir ilişki kurmayı ima eder. İnsan yaşamın belli bir kısmına ya da parçasına kendini adamak yerine yaşamın bütününe katıldığında, işte o zaman bir insan olarak gerçekten ne yapabileceğini görür.
Çoğumuz için eylem ideolojiden kaynaklanır. Önce ne yapmamız gerektiğine ilişkin bir düşünceye, ideoloji, kavram ya da kural olarak bir düşünceye sahip oluyoruz. Ne yapmamız gerektiğini tasarladıktan sonra o ideolojiye göre hareket ediyoruz. Dolayısıyla eylem ile eylemin nasıl olması gerektiğine ilişkin tasarı arasında her zaman bir bölünme, dolayısıyla da çatışma vardır. İnsanın yaşamının çoğu yalnızca bir dizi çatışmadan, çekişmeden oluşunca, insan kaçınılmaz olarak, yalıtılmış bir manastırda değil de bu dünyada yaşama her yönüyle katılarak yaşayıp yaşayamayacağını kendine soruyor.
Bu da kaçınılmaz olarak başka bir soruyu doğuruyor: İlişki nedir? Çünkü ilişki içinde-başka insanlarla ilişkiye giren bir insan olarak-yaşama bütünüyle katılıyoruz. Eğer hiç ilişki olmasaydı, eğer insan kendini dış dünyadan tamamen soyutlayarak yaşasaydı o zaman yaşam sona ererdi. Yaşam ilişki içindeki bir devinimdir. Bütün sorunumuz bu ilişkiyi anlayıp bu ilişki içindeki çatışmaya son vermektir. İnsanın yalnızca kendi içinde değil, toplum içinde de barış ve huzur içerisinde yaşayıp yaşamayacağını öğrenmektir bizim sorunumuz.
“ Her şey gönlünüzce olsun! Sevgi ve ışıkla kalın!.. Nurgül AYABAKAN
Sevgili okuyucularım olgunlukla ile ilgili 2013 yılında okuduğum yazıyı sizlerle paylaşıyorum.
Olgunluk insan için çok güzel bir niteliktir. Fakat bu niteliği taşımak kolay değildir, ağır sorumluluklar yükler. Olgun denilen bir kişi, yalnızca aklıyla ve kendi hesaplarıyla yaşayamaz. Aklıyla kalbini birleştirmeli, her ilişkisine sevgi, şefkat, merhamet yol göstermelidir. Olgun kişi sahip olduklarıyla gurur duymaz, kendini kibre kaptırmaz, ölçüsüz söz söylemez, ölçüsüz davranışlarda bulunmaz… Eline, beline, diline hakim olur.
Olgun insanlar ilk bakışta hemen anlaşılırlar. Yüzlerinde nur, bakışlarında şefkat vardır. Duruşları dimdik, fakat tevazuları yüksektir. Sözleri olumlu, kararları adildir. Yüreklerinden etrafa yayılan olumlu enerjiyi adeta görür, hisseder, yarattığı olumlu ortamı fark ederek yaşarsınız. Sevgilerini ulu orta ifade etmez, yüreklerinde saklarlar ama sevgileri bakışlarından bile dışa yansır bulundukları her yer onların sevgisiyle şenlenir. Onlar için insan ayırımı yoktur. Çünkü onlar sorun yaratmak için değil, sorunsuz yaşamak için çalışırlar. Olgunluğa ulaşmamış insanlardan farklı bir yol izlerler; vererek, severek, cömertlik içinde ama karşılığında hiçbir bir şey beklemeden yaşarlar.
Olgun insanların kısmeti açık, bereketi boldur. Onlar almayı değil vermeyi düşündükleri için Allah da onları düşünür ve düşünmedikleri kadar verir. Onlar her durumda bilinçli bir tatmin duygusu içindedirler. Tok gözlü davranırlar, hayatlarına yokluk değil bolluk ve şükür duygusu egemendir.
Olgun insanların en büyük zevki bilgiye, gelişime, bütünlüğe doğru yürürler. Ne bilgileriyle, ne servetleriyle, ne güzellikleriyle övünmezler. Sevgiyi, şefkati, merhameti, hayır ve hizmet yapmayı insanlıklarının bir gereği olarak görürler. Ruhsal zenginlik ve cömertlik içinde yaptıklarına karşı hiçbir beklenti içinde olmazlar. Hele gurura ve kibre hiç kapılmazlar. Bilirler ki gurur ve kibir yüksek egodan kaynaklanır. Oysaki onların çabası egonun yaşamlarına olan etkisini en aza indirmektir.
Olgunluğa erişmemiş kişiler çok şey bildiklerini ve her bildiklerinin de önemli olduğunu zannederler. Bildiklerini her yerde ortaya dökerler. Bildiklerinin doğruluğunu iddia eder, farklı bir şey söyleyenle sert tartışmalara girerler. Oysaki olgun kişiler az konuşur ve tartışmaya ise hiç girmezler. Tartışanlar bildiklerinden endişe duyanlardır. Hem her şeyi bildiklerini iddia ederler, hem de bildikleri yanlış çıkacak diye korkarlar. Tek sermayeleri bildiklerini zannettikleri şeyler olduğu için, gözü kara tartışmaya girer ve cansiperane korumaya çalışırlar. Olgun kişiler bilmek kadar, her şeyi bilmemenin de doğallığına ulaştıkları için tartışmaya gerek duymazlar.
Kaynak İnal AYDINOĞLU
Her şey gönlünüzce olsun! Sevgi ve ışıkla kalın!..
Sevgili okuyucularım, 5 Ağustos 2025 tarihinde yazdığım “İçsel Barış İçin Ruhsal Gelişim Şart” başlıklı yazımda insanın ışığına değinmiştim. Bu yazımda da aynı konuya devam ediyorum.
Her insanın bir içsel ışığı vardır. Önemli olan bu içsel ışığın farkına varmak ve ortaya çıkarıp parlatmaktır. Bireyin kendi özünü derinlemesine anlayarak içsel huzur aydınlanma sürecini ifade eder. İçsel ışığımız aslında doğduğumuz andan itibaren var fakat yaş aldıkça daha doğrusu çocukluktan itibaren hayatın içine daldıkça; okul yılları, iş hayatı, çevremizle olan iletişimler derken aile ve toplumların dayattığı kalıplar, korkular, davranışlar yüzünden ışığımızsöner, âdeta ışığımızın üstü toprakla kapatılmış gibi yaşarız. Zaman içinde de toprağı açmayı; o ışığı ortaya çıkarmayı düşünmeyiz ya da içsel ışığımı kendime ve etrafıma nasıl veriyorum, verebiliyor muyum diye kendimize sormayız. Kendimizi ışıklı olarak görürüz ya da dışarıdan o ışığı almaya çalışırız. Yani kendi içsel yolculuğumuza başlamayız.
Puslu günlerin ardından doğan güneş etrafı aydınlatıp içimizi ısıttığında nasıl seviniyorsak kendi içimizdeki ışığı çıkarıp neden sevinmeyelim? Neden kendi rotamızın pusulası olmayalım? Niçin kendi ışığımızın yaşadığımız gezegeni de aydınlatmasınaizin vermeyelim?
Çoğu insan kendi içsel ışığı yerine güneşin doğması ve ısıtması gibidışarıdan gelen ışığı tercih eder. Her bireyin kendi içsel ışığının kolektif olarak dünyaya şifa dalgası yayacağını bilmez.
Hepimiz kelimelerin ötesinde bir dille sürekli yayın yaparız. Bu yayın bizim içsel durumumuzu, ruhsal sağlığımızı, kendimizle olan ilişkimizin kalitesini yansıtır. Kendiyle barışık, korkularıyla yüzlemiş ve içsel bütünlüğe doğru yol alan bir insanın yaydığı o sessiz frekans son derece güçlüdür ve ışığı,doğası gereği yüksektir. İçsel ışığı bulan insanlarla konuşmasına gerek yoktur, o frekans zaten kendisini aydınlatıyordur.
Kendi içimizdeki o canavarlarla yüzleşmeden aydınlanma yoluna girmemiz, içsel ışığımızı çıkarmamız mümkün değildir.
Carl Jung, “Sadece kendi iç cehenneminden geçenlerin ruhu cennetini bulabilir,” demiş.
“Bu yaşıma kadar ailemin, toplumun ve çevremin bana dayattığı korkular, kalıplar nelerdir? Hangi konuda baskı yapıyorlar?Onlar için mi yaşıyorum?” İşte bu soruları kendinize sorabildiğinizde ve yanıtlar verebildiğinizde kendi içsel ışığınızı çıkarmak için adım atıyorsunuz demektir.
Her gün 10 dakika yalnız kalıp hiçbir iletişim aracına bakmadan tek başınıza zihninizden geçen düşüncelere ve duygulara bakın. Şu anda ne geçiyor zihninizden; geçmişe mi takılmış yoksa gelecek kaygısı mı var?
İçsel ışığı olan bir insan inanılmaz bir iyileştirme ve yükseltme potansiyeli de taşır.
Enerjinin en temel yasalarından biri yüksek frekansı olanın düşük frekansı olanı etkileyip yükseltmesidir.
İçsel ışığı olan bir insan çevresini yeniden düzenler. Artık kendisine hizmet etmeyen o frekanslarda kalmak istemez. Ayrıca enerjiyi bir kas gibi düşünür.Nasıl ki kasımızı güçlendirmek için çalışırız, enerjimizin temiz ve saf olması için olumsuzluklarımızdan ve düşüncelerimizdende arınmalıyız.
İçsel ışığı olan insan zihnine sadece faydalı bilgiler koyar; insanların dedikodularıyla, başkalarını ilgilendiren olaylarla doldurmaz. Olumsuz duyguların, düşüncelerin ve dedikodunun enerjisini, neşesini çaldığını çok iyi bilir.
İçsel ışığı olan, pozitif enerjide kalarak kolektif bilince katkı sağladığı için daha çok ödül alır.
İnsanların o drama ve şikâyet torbalarında kalmaz. Çünkü orada kalırsa enerjisinin düşeceğini, o ışığın söneceğini ve diğer canlılara yardım edemeyeceğini bilir.
İçsel ışığı olan insan yalnız kalmaktan hiç korkmaz çünkü o bilir ki dünyanın gürültüsünden çekilip kendi içine dönmesi gerekir. Bu, duyarsız olduğu anlamına gelmez. Bu sadece ışığını yansıtmasıdır. Dünya üzerinde oluşan olumsuzlukları pozitif enerjisive ışığı ile dönüştüreceğini bilir. O,kaos ortamında insanların oluşturduğu negatifte kalmaz. Sürekli bir çözüm üretir.
İçsel ışığı olan insan hayatı bir çırak gibi yaşar.Her daim bilgiler öğrenmek ve kendini geliştirmek için ruhsal yolculuğunu yapmak ister. Ayrıca dışarıya bağımlılığını kestiği zaman ışığının parlayacağını bilir. Mutlu olmak için sürekli dışarıya veya birine ihtiyaç duymaz. O, gemisini nasıl yöneteceğini,fırtınanın içinde zihinsel ve duygusal alanınınasıl koruyacağını bilir.
İçsel ışığı olan insan, kendi zihnine doğru soruları sormaya başlar. “Bu neden başıma geldi?” diye sormak yerine “Bu olay bana ne öğretmeye çalışıyor?” diye sorar. O, sınavını verip okuldan mezun olmaya bakar.
Kendi sezgileri ile gider. Sezgi artık onun ruhunun pusulası olmuştur. İnsanlardan sevgi dilenmez ve onu sevmeleri için bir şey yapmaz; o ışığı zaten görülür. Hayatında neyi bırakacağını bilir çünkü artık o konfor alanından çıkmıştır, cesaret ile adım atar. Kimseden onay beklemez çünkü zaten kendi içsel ışığının farkındadır. Aydınlatan bir spot ışığı gibidir, diğer insanlar o ışığı fark eder ve ona doğru çekilir.
Ruhun huzurununne olduğunu çok iyi anladığı için artık karamsar ve negatif insanların söylediklerini dinlemez. Bir bahçeyi güzelleştiren şeyin, bahçıvanınher bir çiçeğe su vermesi olduğunu bildiği gibi kendisinin de birlik bilincine ulaşarak iyileşeceğini bilir. Hiçbir şeye direnmeden tam teslimiyetle hayatını olduğu gibi kabul eder.
İçsel ışığı olanlar artık kimseye kızmaz çünkü karşısındaki insanların bilinç seviyelerini ve hangi boyutta olduklarını gördüğü için ona göre davranır.Çünkü bazı insanlar içsel ışığı olan insanlardan hoşlanmaz. Bunun nedeni ışığı olanın o içsel ışıkla birçok insanın karanlığına ve gölgesine aynalık yapmasıdır. Onların yüzleşmekten kaçtığı korkularına, konfor alanından çıkmamak için sıkı sıkıya bağlandığı karanlıklarına ve gölgelerinebir fener gibi ışık tutmasından rahatsız oldukları için hiç beklenmedik anda saldırılara maruz kalır ışığı olan insan. Bu saldırının nedeni aslında kendileri ile ilgili sorunlarıdır. İçsel ışığı olanın yaydığı aydınlık bu insanların gölgeyanlarını aniden tetikler. Işığı olanın varlığında kendi yaşayamadığı hayatın, kendi olamadığı insanın yansımasını görür.Bu tabii ki dayanılmaz acı verir.Bu yüzden hedef ışık saçan olur.
Örneğin kendi içsel ışığı olmadığı için en küçük olayda, olay konusunu, kişiyi, durumu suçlar. Kendi içindeki kıskançlığı, iş yerinde veya dışarıda yaptığı kıskançlığı, bencilliği görmeden yaşanan olumsuz olaylarla ilgili hemen sosyal medyada paylaşım yapan insanlar önce “Acaba benim ışığım nasıl?” diye sormaz. Çünkü o kendini ışıklı biliyor. Tabii ki paylaşım yapılır ama etrafında ve sosyal medyada gördüğü olumsuzluklara tepki gösterirken örneğin iş yerinde yaptığı kıskançlıklar, bencillikler aklına gelmez.Vefasızlığa isyan ederken bir hatır bile sormayan, yalnızca işi düştüğünde arayan,verince “Sen iyisin”diyerek sahte sevgi pıtırcığına dönüşen, gerçekleri duymaktan ve yüzleşmekten rahatsızlık duyan insanlara şahitolunca ister istemez içsel ışıklarının nasıl olduğunu, bilinç seviyelerinin hangi boyutta olduğunu görüyor insan. Apartmanda bir komşusuna yardım etmezken empati yapmadan insanları zor durumda bırakan, kibirli davranışta bulunup insanları ayırt eden, küçümseyen, maddiyata önem veren, borçlarına sadık olmayan, emeği hiçe sayan, maskelerin arkasına saklanıp sizi sevdiğini söyleyen ama bir gün hatırınızı sormayan, samimi olmayan insanlara çok şahit oldum. Bu insanlar yaşanan her olumsuz olayda ah vah deyip başkalarını suçlarken, kızarken, kötülerken kendi içsel ışıklarını bilmezler.
Bu tür insanlar gölgesini tetikleyeni bir tehdit olarak algılanırken kendiyle savaş hâlinde olmayan belki sadece yorgun, kaygılı veya hayatın yükü altında ezilmiş bazı insanlar için ise içsel ışığı olan insanın varlığı bir sığınak hâline gelir. Çünkü o ışığı taşıyan güven ve huzur verir. Farkından olmadan bir şifa istasyonu olur bu insanlar için.
Şimdi bir nehri düşünün, kendimizi bu nehrin içinde hayal edelim.Nehir eski suları alıp götürüyor ve taze kaynaklardan beslenerek yoluna devam ediyor. Bizler bu nehrin bir parçasıyız. Fakat bazılarımız sadece nehirde sürüklenenler değil aynı zamanda nehre temiz ve berrak su taşıyan kaynaklar gibidir. İşte içsel ışığını parlatmayı başarmış her birey bu nehre hayat veren o temiz kaynaklardan biridir.
Zaten her birey kendi içsel yolculuğunu yapmış olsa; o içsel ışığı bulsaneden dünyada bu kadar olumsuzluk olsun ki?
Her şey gönlünüzce olsun! Sevgi ve ışıkla kalın!.. Nurgül AYABAKAN
Sevgili okuyucularım geçenlerde sosyal medyadaki hikâyemde şunu paylaşmıştım: İnsanlar istediği kadar taklit edebilirler ama asla o insanla aynı ışığa, auraya ve enerjiye sahip olamazlar.
Taklit etmek, kendi olmaktan çıkıp başkasının kimliği ile dolaşmaktır.
Özellikle sosyal çevremizde, sosyal medyada ve günlük yaşantıda insanların birbirlerini taklit ettiğini görürüz. Kıyafetler, yaşam tarzları, yazılar, paylaşımlar, konuşmalar, gülüşler hatta fotoğraf çektirirken verilen pozlar bile tanıdık, bilindik. Bakıyorsunuz ki bir anda o kişi değil başka birinin taklidi karşınızda duruyor, sanki ikiz gibi.
İşte insanlar, başkalarına benzemeye çalıştığında kendi kimliği dışında başka birinin kimliğini taşıyor. Çünkü kendi özünün istediğini değil başkasının özünü yaşamaya başlıyor. Kendinden uzaklaşıyor.
Taklit eden insan, neden kendisi olmaktan hoşnut olmadığını bulmalıdır. İçine dönüp “Neden taklit ediyorum? Özümden uzaklaşarak birisini taklit etmeme zihnimdeki hangi duygu ve korku neden oluyor?” diye sorması ve vereceği yanıta göre çözüm bulması gerekiyor.
Başkalarının yaptıkları hoşa gidebilir, yeni fikirler üretmeye, yeni bir bakış açısı edinmeye yardımcı olabilir. Bunda bir sorun yoktur. Örneğin, birinde görülen kıyafet ya da saç modeli hoşa gider. Kişi, kendi fiziksel özeliklerini, yaşadığı ortamı, kişisel zevklerini dikkate alarak bunların farklı biçimlerini kendi hayatına göre uyarlayabilir. Ama birebir aynısını yapıyorsa bu taklit olur. Aynı şekilde başkasının paylaştığı yazıları aynı üslupla ve aynı içerikle yazıyorsa bu taklittir. Tabii o yazılardan ilham alıp kendi yaratıcılığını ortaya koyabiliyorsa o zaman gerçekten özünü korumuş olur.
Eğer insanın içinde yaratıcılık yoksa istediği kadar taklit etsin bir yerden sonra zaten taklit olduğu anlaşılıyor. İnsanın kendi özünü yaşamak için hiç kimseyi taklit etmesine gerek yok. Sadece kendi yeteneklerini, kendi yaratıcılığını keşfetmesi yeter. Herkesin kendine ait bir giyinişi, bir duruşu, bir konuşması ve gülüşü vardır ve onu biricik kılan da bu özellikleridir. Önemli olan bu özellikleri korumaktır.
Burada çok ince bir çizgi var; ilham almak başka taklit etmek başka! Taklit ne demek? “Bir kimseye benzemeye, onun gibi yapmaya, onun gibi olmaya çalışmak. Veya bir şeyin benzerini yapmaya çalışmak.”
Bir insanı taklit edenler şunu unutuyorlar: O insanın ışığının, enerjisinin, aurasının aynısı olamaz; istedikleri kadar yapsınlar.
Oysa ilham almak farklıdır. Örneğin bir insan yazı yazmak istediğinde bakar kendi içinde gerçekten o yazı yazacak yetenek varsa yaratıcılığını konuşturur, kendi bilgeliği ile mutlaka yazar ve sürekliliği olur. Başkasını taklit edenin ise ne üslubu üsluptur ne yaratıcılık içerir ne de sürekliliği olur.
İhtiyaç sahipleri için evinde yemek yapan, örgü ören veya dikiş diken biri başkalarına örnek olabilir. Biri, ondan ilham alıp ben de ihtiyaç sahiplerine yardım edeyim, diyebilir. Fakat gördüklerini birebir yapması taklit yani kopya çekmek olur. Kendisinde bu yetenekler yoksa veya içinden gelmediği hâlde sırf taklit etmek için yapıyorsa zaten bir süre sonra yapamayacak ve bırakacaktır.
İnsanların seyahat edişleri de öyle. Başkası oraya gitti diye kendisi de oraya gidiyor. Kendi özü gerçekten oraya gitmek istiyor mu? Orası olmak istediği yer mi? Elbette herkes her yere gidebilir, görmek isteyebilir. Fakat her insanın zevki başkadır. Gerçekten orayı görmek mi istiyor yoksa orada bulunmak mı istiyor? Yoksa tek amacı etrafa göstermek mi? Seyahati sevmeyen insan başkası seyahat ediyor diye etmez. İşte bu soruların cevabı, o kişinin içindedir.
Benim bir arkadaşım gerçekten çok güzel şarkı söyler. Kendisine doğuştan verilmiş bir sese sahip; hiçbir şekilde eğitim almamış. Bende bu yetenek yok. Sırf onun gibi şarkı söylemek için eğitimler alıp bir de onun tavrıyla söylemeye kendimi zorlarsam taklit etmiş olurum. Çünkü ben kendime baktığımda zaten öyle bir sese sahip değilim ne kadar eğitim alsam da olmayacağını görüyorum.
Spor da öyle; tenis oynarken birçok arkadaşım biz de sporu seviyoruz, deyip tenise başladı fakat sonra hepsi vazgeçti. Çünkü o anda bir özenti oluyor, nasıl olsa oynarız, diye cazip geliyor sonra başkalarının vuruş tekniklerini taklitler başlıyor ama yetenek olmayınca taklitle bir yere kadar gidiyor ve sonunda sıkılıp bırakıyorlar.
Sporu sevebilirsin fakat içindeki yetenek ona elverişli mi? Özünde sabır, disiplin, azim, çalışkanlık var mı?
Meslek seçiminde de buna çok rastlanır. Bir meslekte başarılı olan insanın hemen taklitleri ortaya çıkar. Birebir benzemeye çalışırlar. Aslında onun kendi mesleğine koyduğu yaratıcılığının, zekâsının payı hesaba katılmaz. Bu yüzden de asla aynısı yapılamaz. Sen o meslekte ısrar etmek yerine özünü bilirsen başka meslekte başarılı olursun.
Taklit, insanın var olan yeteneğini de köreltir, yaratıcılıktan uzaklaştırır. Ama maalesef bazı insanlar başkaları tarafından beğenilmek, özgüvenli hissetmek ve onaylanmak istediği için taklit etmeyi seçiyor.
Aynı şekilde dil öğrenmek bakımından yeteneklisinizdir. Hiç dil bilmeyen bir insan en çok sevdiği dili öğrenmeye çalışırsa sizden ilham almış olur ama hiç ilgisini çekmediği hâlde sizin bildiğiniz dilleri öğrenmeye kalkarsa bu taklit olur.
Bir de kıyafetler ve ev eşyaları konusunda taklitçiler vardır. Taklitçilikleri yüzünden kendilerini yansıtmayan eşyalarla dolu bir evde yaşamaya, içinde hiç de rahat edemedikleri kıyafetler giymeye kendilerini mahkûm ederler.
Son zamanlarda türedi kişisel gelişimciler furyası başladı. Aynı şekilde yaşam koçları, sprituel eğiticimleri, astroloji eğitimcileri… Daha kendi gelişimini tamamlayamamış ama başkalarına kişisel gelişim vadediyor, kendi ışığını çıkarmadan başkasına o ışığı vermeye çalışıyor. İçinde o yetenek olmadığı hâlde ticari amaçlarla başkalarına şifacılık yapmaya kalkıyor, taklit ediyor. Başkalarını taklit ederek ne kadar yol alınabilir ki? En fazla karma alırlar.
O insan o konuda başarılı ise kendisi de başarılı olmak istiyor. Aslında bu bir yarışa, rekabete dönüşüyor. “O şifada başarılı oluyor neden ben de başarılı olmayayım?” deyip eğitimlere gidiyor fakat sonuçta o kişi gibi başarılı olamıyor. İşte burada bir hırs var. O kişi kendi özünde olanı sergiliyor, senin kendi özünde yoksa zoraki yapman başarı getirmez, bir başkasının başarısının gölgesinde dolaşmak olur o.
Taklit yapan insanlar hiçbir şekilde samimi gelmez. Maske ile kendi özünü kapatmış olur.
Başkasında görüp özeniyor, kendisi de alıyor ya da yapmak istiyor fakat sonunda olmadığını görüyor.
Sosyal medyada insanlar kendi düşüncelerini veya başkalarından alıntıları paylaşıyor. Fotoğraflar paylaşıyor. İnanın ki herkes kendi enerjisini o yazıya ve fotoğrafa aktarıyor. Örneğin aynı fotoğraf ve aynı yazıyı 10 kişi sayfasında paylaşsın; hepsinin enerjisi paylaştığına yansır. Eğer negatif bir enerjiye sahip ise o anda paylaştığı çok güzel bir fotoğraf veya yazı olsa da ilginizi çekmez. Fakat bir başkasında hiç ilgi çekici olmayan bir yazı ve fotoğraf olur ama baktığınızda o enerjiyi alırsınız.
İşte kıyafetler ve saç modellerinde de böyle oluyor. Aynı kıyafeti giyiyorlar; taklit edilenin yüksek enerjisiyle o kıyafet başka duruyor ama taklit edende kıyafet ne kadar güzel olursa olsun hiç göstermiyor. Çünkü burada gerçeği gösteren sadece kişinin ışığı, enerjisi ve aurasıdır.
Bir arkadaşında gördüğü eşyayı alıyor; evini aynı renk boyatıyor; aynı biçimde dekore ediyor fakat o evden aldığınız enerjiyi taklit edenin evinden alamıyorsunuz.
Çünkü taklit yapan, kopya çeken oraya kendinden bir enerji katmıyor sadece başkasının gölgesi ile dolaşıyor.
Aslında taklidin altında yatan duygular nelerdir?
Kendini yetersiz görme
Özgüvenin olmayışı
Kendini ispatlamak, onaylanmak, beğenilmek arzusu
Yaratıcılığın olmayışı
Kendinin o konuda yeteneklerin olmayışı fakat zorlaması
Hırs
Kıskançlık
Rekabet etmek
İlham almak insanı geliştirir taklit ise insanın kendini olduğundan farklı göstermeye çalışmasıdır.
İlham almak, kendindeki olumsuzlukları görüp başkasının nasıl olumluya nasıl dönüştürdüğünü fark ederek değişim için kendine has fikirler, yöntemler üretmektir. Örneğin kendi negatif ve diğer kişi pozitif ise onun nasıl pozitif olduğundan ilhamını alır ya da o kişinin öfkesini nasıl yendiğinden ilhamını alır. Pozitif olayım derken diğer kişi gibi konuşur, güler ve davranırsa taklitçi olur. İlham alan ise yine pozitif düşüncede ve duyguda olur fakat kendi gibi konuşur ve güler.
Eğer başkasını taklit edersem veya başkaları için yaşarsam o zaman Nurgül değil başka biri ile yaşarım.
İlham vermek ışık tutmaktır.
Her şey gönlünüzce olsun! Sevgi ve ışıkla kalın!.. Nurgül AYABAKAN
Sevgili okuyucularım birkaç kaynak edindiğim bilgilerle ilk bölümünü paylaşıyorum.
“Ruhsal uyanış, genellikle ilahi olanla derin bir bağlantı, yaşamın doğasına dair derin bir anlayış veya içsel büyüme ve dönüşüm hissi olarak tanımlanan derin bir deneyimdir.
Huzur ve birlik duygusu getirebilir ve kişinin amacının ve yaşamın anlamının daha iyi anlaşılmasını sağlayabilir.
Ruhsal uyanış aynı zamanda bir kendini keşfetme yolculuğu olarak görülebileceği gibi, evrenin ruhani gerçeklerine dair iç görü kazanma fırsatı olarak da görülebilir.
Biçimi ne olursa olsun, ruhsal aydınlanma inanılmaz derecede güçlü ve hayat değiştiren bir deneyim olabilir.
Yaşam ve evren hakkında cevaplar arıyorsanız, ruhsal uyanışın tanımını, işaretlerini ve belirtilerini keşfetmek size fayda sağlayabilir.
Ana Noktalar:
Ruhsal uyanış, fiziksel bedenle özdeşleşmekten ruhunuzla, ilahi olanla veya evrenle daha derin bir bağlantının farkına varmaya kadar bilinçteki değişimleri içerir.
Ruhsal uyanış, ilahi olanla derin bir bağlantı ve hayata dair daha derin bir anlayış getiren derin bir deneyimdir.
Bu dönüştürücü deneyimlerin yoğunluğu değişebilir ve ruhani uygulamalar, önemli bir yaşam olayı tarafından tetiklenebilir ya da kendiliğinden ortaya çıkabilir.
Ruhsal uyanışın süresi değişkenlik gösterir ve haftalardan yıllara kadar sürebilir.
Ruhsal uyanışın belirtileri arasında artan sezgi, empati ve duyarlılık, artan yaratıcılık ve derinleşen bir öz dürüstlük duygusu yer alır.
Ruhsal Uyanış Nedir?
Ruhsal uyanış, çeşitli deneyimleri tanımlamak için kullanılan bir terimdir.
Tarih boyunca farklı ruhani yollar ruhani uyanışı tanımlamak için aydınlanma, kurtuluş, özgürleşme ve kendini gerçekleştirme gibi çeşitli terimler kullanmıştır.
Yoga geleneğinde bu süreç Kundalini uyanışı, Moksha ve Samadhi terimleri kullanılarak tanımlanır.
Budizm’de ise Nirvana terimi sıklıkla kullanılır.
Terminoloji farklı olsa da, temel ruhani deneyim aynı veya çok benzer kalır.
Ruhsal uyanış, yaşamın gizeminin ve her şeyin birbirine bağlı olduğunun daha iyi anlaşılmasını sağlayan bilinçte bir veya daha fazla derin değişim deneyimidir.
Bu mistik deneyimler büyük farklılıklar gösterebilir, ancak tipik olarak derin bir huzur ve neşe duygusu, kişinin gerçek benliğiyle daha derin bir bağlantı ve kişinin daha büyük evrendeki yerini anlamasını içerir. Bu, kişinin fiziksel bedeni ve zihniyle özdeşleşmekten ilahi olanla veya evrenin birliğiyle daha derin bir bağlantıyı fark etmeye geçtiği bir bilinç değişimidir.
Ruhsal uyanışlar bireye bağlı olarak büyük ölçüde değişebilir ve farkındalıkta ince bir değişimden kişinin tam bir dönüşümüne kadar uzanabilir.
Dini bir deneyim biçimini alabilir ya da doğası gereği tamamen ruhani olabilir.
Meditasyon gibi kasıtlı bir ruhani uygulamanın sonucu olabilir veya kendiliğinden gerçekleşebilir.
Bir uyanış anı, zaman içinde ortaya çıkan hızlı veya çok yavaş bir süreç olabilir. Bu ruhani deneyimler çok ince ve fark edilmesi zor ya da oldukça derin olabilir.
Bazı durumlarda, insanlar yaşamları boyunca bir dizi ruhsal uyanış yaşayabilirler.
Ruhsal uyanış sırasında ne olur?
Ruhsal uyanış sırasında birey tipik olarak yaşamında derin bir dönüşüm yaşar.
Bu dönüşüm, bakış açılarında ve inançlarda derin bir değişimle işaretlenir ve genellikle kişinin hayatında yüksek bir amaç ve netlik duygusuna yol açar.
Bir uyanış sırasında meydana gelen geçiş hem zorlayıcı hem de hayat değiştirici olabilir, çünkü birey inançlarını ve etrafındaki dünyaya ilişkin algılarını sorgulamaya zorlanır. Bireyin amaç ve yön duygusu netleştikçe, genellikle kendileriyle, başkalarıyla ve ruhani alemle daha derin bir bağlantı geliştirmeye başlarlar.
Bu uyanış sırasında bireyler yoğun bir berraklık hissi, ruhsal farkındalıklarında bir açılma ve evrenle ve tüm canlılarla yeni bir bağlantı hissedebilirler.
Bu değişimin bir sonucu olarak, bireyler temel manevi değerlerini ve inançlarını belirlemeye ve bunlara odaklanmaya başlayabilirler.
Başkaları için daha yüksek bir empati ve şefkat duygusu geliştirebilir, düşünceleri ve eylemleri konusunda daha dikkatli olabilir ve hatta kendilerini ilahi olana daha bağlı hissedebilirler.
Uyanmış kişiler, ilahi olanla bağlantılarını beslemek ve derinleştirmek için meditasyon, dua ve yoga gibi ruhani uygulamaları keşfetmeye başlayabilirler.
Ruhsal uyanışlar ne kadar sürer?
Ruhsal uyanışlar bireyin kişisel deneyimine, yaşam koşullarına, ruhsal uygulamalarına ve geçmişine bağlı olarak kısa veya uzun sürebilir.
Ruhsal uyanışların bireyselleştirilmiş doğası göz önüne alındığında, belirli bir uyanışın ne kadar süreceğini belirlemek zor olabilir, çünkü bu, bireyin sürece adanmışlığı ve üstlendiği öz çalışma miktarı gibi çeşitli faktörlere bağlı olabilir.
Bununla birlikte, genel olarak, uyanışlar anlık bir olaydan ziyade kademeli bir süreçtir. Bu nedenle, haftalar, aylar ve hatta yıllar boyunca ruhsal gelişim deneyimlemek mümkündür.
Herkesin yolculuğunun farklı olduğunu ve ruhsal uyanış söz konusu olduğunda katı ve hızlı kurallar olmadığını unutmamak önemlidir.
Bu nedenle, kendinize ve yolculuğunuza karşı sabırlı olmak ve dönüşümü tam olarak keşfetmek ve deneyimlemek için gereken zamanı ayırmak önemlidir.”
Kaynaklar:
10 Signs of Spiritual Enlightenment & Awakening, Tamara Lechner
Spiritual Awakening: Definition, Signs and Symptoms, TIMOTHY BURGIN, 2023
21 Signs You’re Going Through A Spiritual Awakening + How To Embrace It, Sarah Regan
Her şey gönlünüzce olsun! Sevgi ve ışıkla kalın!.. Nurgül AYABAKAN nurgul.ayabakan@gmail.com
Sevgili okuyucularım, ruhsal gelişim veya ruhsal bakımdan gelişmiş olmak, deyince ne anlıyoruz? Ruhsal gelişim hakkında insanlar çok farklı tanımlar yapabilir. Gelişim, aslında büyüme ve evrimleşmedir. Her birey dünyaya gelirken belli bir kimlikle ve potansiyelle doğar. Bu kimlik ve potansiyel, aile ve çevreden öğrenilenlerle yavaş yavaş şekillenir ve birey kendi içindeki yetenekleri açığa çıkarmaya başlar.
O hâlde kendi içimizdeki yetenekleri kullanmak için kendimizi eğitmeliyiz. Ondan da önce o yeteneklerimizin farkında olmalıyız. Örneğin spora karşı yeteneğimiz var veya müzik ya da şifacı yeteneğimiz var; onu geliştirmek gerekiyor. Tabii ki bu bir günde olmuyor; üzerinde çalışmak şart. Bu çalışmayı etkili kılan ise istikrardır. İnsan her gün istikrarlı bir şekilde kendi üzerinde çalıştığında zaman içinde kendini geliştiriyor ve yeteneğini kullanmaya başlıyor. Diğer bir deyişle başarılı sonuç elde etmek için vazgeçmeden düzenli şekilde çalışmak gerekiyor. Örneğin bir gün çalışıp bir hafta ara vermek yerine her gün 10 dakika gitar çalmaya çalışan bir insan içinde var olduğunu bildiği müzik yeteneğini istikrarlı tutumu sayesinde geliştirecek ve bir süre sonra iyi besteler yapabilecektir.
Bu gelişim sürecini okul eğitimi ile de örneklendirebiliriz. İstisnai durumlar hariç, ilkokulu bitirmeden ortaokula, liseyi bitirmeden üniversiteye başlamak olanaksızdır. Üniversite mezunu olabilmek için mutlaka ilkokuldan başlayarak eğitim sisteminin tüm aşamalarından geçmek gereklidir.
Hepimiz doğuştan getirdiğimiz bazı kişilik özelliklerine sahibiz. Yaşamımız boyunca bu özelliklerimize koşullara bağlı olarak yenileri ekleniyor. İşte burada artık doğuştaki kimliğimizden uzaklaşıp hayat şartlarına göre farklı kimliklere bürünmeye başlıyoruz. Bu noktada birçok insanın yaptığı ruhsal gelişim için çabalamak yerine önce hayatın koşullarını değiştirmeye çalışmak oluyor.
Oysa Carl Gustav Jung’un söylediği gibi “Kimse ışığı hayal ederek aydınlanmaz. İnsanı aydınlatan karanlığı idrak etmektir.”
Çoğu insan ışığı dışarıda ararken yalnızca bazı insanlar ışığı kendi içinde aramaya yöneliyor.
Işığı içinde aramaya başlayan insan artık kendi ruhsal gelişimine, büyümesine ve evrimleşmesine doğru adım atmıştır. Çünkü içindeki o potansiyelin ışığı ve o ışığın gücü hakkında farkındalığa erişmiştir.
Yukarıda ruhsal gelişimin deyince ne anlıyoruz, diye sormuştum? Bana göre ruhsal gelişim insanın kendi içinde dönüp kendini tanıması ile başlar. “Ben kimim?” ve “Ben şu anda nasıl bir ruha sahibim?” sorusunu sormasıyla başlar.
Çoğu kez yaşadığım bir örnekle anlatmaya çalışayım. Ruhsal gelişim konusunda sohbet ettiğim birçok insan kendini iyi insan, karakter sahibi, sevgi dolu, merhametli ve şefkatli olarak tanımlıyor. Bu yüzden de ruhsal gelişime ihtiyacının olmadığına inanıyor. İçine dönüp “Hayatım boyunca hangi travmaları yaşadım? Bilinçaltında neler var? Hangi korkularım var? Gelecek ile ilgili ne endişem var?” diye sormak yerine “İyi insanım,” demekle yetiniyor. O insanlara “Hiç olumsuz bir duygun olmadı mı? İçsel bir bütünlük sağlandın mı?” sorusunu sorduğumda kolayca “Evet,” diyorlar.
Carl Gustav Jung’un başka bir sözü şöyledir: “Görüşünüz ancak yüreğinizin içine baktığınızda berraklaşır. Dışa bakan düş görür, içe bakan uyanır.”
Uyanmak için önce farkındalık gerekir. Çünkü ancak farkındalık kazanıldığında insan kendi ruhunu bir üst seviyeye taşıyabilir. Temel sorun, hata yapmaktan korkmaktır. Aslında hata yapmak ruhsal gelişimi sağlar çünkü insana hatalardan ders çıkarma olanağı verir.
Ruhsal gelişim, zaman ile ölçülebilen bir kavram olmadığı için bir gün, birkaç ay veya birkaç yıl gibi zaman aralıklarına bağlı olarak gelişim sağlandığı söylenemez. Ruhsal gelişim ancak insanın kendi karanlığını ve gölgelerini kabul etmesi ile başlar. Her gün içimize dönüp kendimizi değiştirmeye başladığımızda merdivenin bir üst basamağına çıkabiliriz. Ayrıca kalabalık içinde ruhsal gelişimi gerçekleştirmek olanaksızdır, bu yüzden insanın mutlaka kendisi ile baş başa kalabileceği zaman dilimlerine ihtiyacı vardır.
Ruhsal gelişim sürecinde içe dönüş hem gelişimi engelleyen olumsuz duygu ve düşünceler hem de olumlu yanlar ve parlatılması gereken potansiyel yetenekler hakkında bir fikir verecek ve farkındalık oluşmasını sağlayacaktır.
Ruhsal gelişimi nelerin engellediğini bulabilmek için yapılması gereken duygu ve düşünceleri izlemektir. Daha doğar doğmaz deneyimlemeye başladığımız duygular bilinçaltında kayda alınır ve hayat boyu peşimizden gelir. Ancak bize o duyguyu yaşatan olay, durum, nesne, ses, koku gibi duyularla algılanabilen bir tetikleyici ortam oluştuğunda tekrar gün yüzüne çıkar. Yukarıda söz ettiğim gibi gündelik yaşamdan edindiğimiz öğretilerle şekillenen düşüncelerimiz de duygularımızla benzer şekilde olumlu veya olumsuz nitelik taşır.
İşte kendi içimize dönüp duygu ve düşüncelerimizi izlemeyi öğrendiğimizde hangi durumda hangi olumsuz duygu ya da düşüncelerin ortaya çıktığını, tetiklendiğini netleştirmemiz mümkün olur. Böylece öfke, üzüntü, kırgınlık, kin, nefret, kıskançlık, kibir gibi olumsuz duygular ve karamsarlık, kötümserlik gibi olumsuz düşünceler hakkında bir farkındalığa ulaşmak, çözüm bulmak için hangi adımları atmamız gerektiği konusunda da bize yön verir.
Bu aşamaya kadar gelebilmek bile ruhsal gelişimin başladığının işaretidir. Önemli olan ister olumsuz ister olumlu olsun insanın bütünü ile kendini kabullenmesi ve ruhsal gelişimini engelleyen yanlarını şifalandırmaya çaba göstermesidir.
Geçmişte yaşadığı travmalara, üzüntülere, acıları karşı içinde hâlâ öfke, kırgınlık, kızgınlık taşıyan ve şifalandırmayan insanlarla konuşurken aldığım cevap genellikle “O insan hayatımda olmasa veya o insan kötülük yapmasa ben neden öfkeleneyim, neden negatif duygu taşıyayım,” oluyor. İşte aslında o öfke duygusu, içindeki karanlık kalmış veya psikiyatride ilk kez Carl Gustav Jung’un ortaya attığı bir kavram olan “gölge” yanını görmek istememesinden kaynaklanıyor.
Yalnızca öfke değil, kin, intikam duygusu, nefret, korkular, gelecek kaygısı, kıskançlık, kaybetme korkusu, bencillik gibi olumsuz duygular da ruhun gölgesi; karanlık yanıdır. Örneğin kaybetme korkusu olan insan pozitif görünse de mutlaka duyguları negatife dönüşür çünkü maddi ve manevi olarak kaybettiği zaman üzülür ve kendisine zarar veren kişilere öfke duyar.
Kıskançlık duygusu yaşayan insan kendisinin yetersiz görmesi ve özgüveni olmayışından kabul etmiş olsa bunu duyguyu şifalandırıp kendi olumsuz duygudan kurtulmuş olur.
Olumsuz düşünceler de olumsuz duyguları tetikler. Etrafımızdaki insanlardan bir olumsuzluk duyduğumuzda hemen negatif bir düşünceye sahip oluruz. Bunun nedeni duyduklarımız değil, düşünce biçimimizin negatif olmasıdır. Çünkü o insan bize o negatif düşünceyi söylediğinde içimizdeki korkuyu tetikliyor ve açıya çıkarıyor. Örneğin her şeye çok yüksek oranda zam yapılacağını duyunca çoğu insan, gelirim bunu karşılamaya yetecek mi korkusuna kapılır. Dünyada bir virüs salgını olacak denildiğinde o virüs beni ve sevdiklerimi etkilerse ne olacak korkusu duyulur. Sürekli negatif düşünmek bilinçaltına negatiflik atmaktır. Bu da insanı ister istemez yorar.
Ruhsal gelişimini gerçekleştirmek isteyen insan, bu negatif düşüncelerin kaynağını bulur ve onları şifalandırır.
Ruhsal gelişim merdiveninde basamakları çıkabilmek için insanın önce içindeki bütün olumsuzluklardan kurtulması; sürekli kendi içine bakması gerekiyor. Kendini geliştirmek isteyen zaten etrafında olup bitenlerden etkilenmez. Sadece her hatasında ve kendisine yapılan davranışlarda ders alıp dönüştürmek için gerekeni yapar.
Ruhsal gelişimde sadece gerçek sevgi vardır. İnsan ancak kendini tam olarak seviyorsa ve içsel barışını sağlamışsa diğer canlılara o gerçek sevgisini verir.
Korkularınız, olumsuz duygularınız, olumsuz düşünceleriniz, sürekli kendinizden kaçmanız, yaptığınız hatalarla yüzleşememeniz ne size fayda sağlar ne de başkalarına faydalı olmanıza izin verir. Çünkü kendi yarasına merhem olamamış bir kişiden başkasına olması beklenemez. Aynı zamanda evren size ruhsal gelişim için önünüze sizi üzecek olaylar çıkarır önemli olan bunu fark etmeniz ve kendi yolculuğunuza adım atmanız.
Her şey gönlünüzce olsun! Sevgi ve ışıkla kalın!.. Nurgül AYABAKAN