DIŞARDA GÜLÜ ARAMAK YERİNE İÇİNDEKİ GÜLÜ ÇIKARMAKTIR.

Dünya üzerinde pek çok insan kendi içsel barışını sağlamadan dışsal barışı sağlamaya çalışıyor. Bazı insanlar içsel barışın ne olduğu bilmeden dış dünyasının güzel olmasını ve bununla mutlu olmayı istiyor.

Yeryüzündeki herkesin tek isteği mutlu ve huzurlu bir yaşam. Bu çok doğal bir istek ama bunun için kimse içine dönüp bakmıyor, kendi barışını sağlayıp sağlamadığını sorgulamıyor. 

Şu anda dünyanın birçok yerinde savaş var, yıkım mücadelesi var. Bunları görüp duyduğumuzda insan olarak üzülüyoruz. Bir an önce sonlamasını, kimsenin acı çekmemesini, ölmemesini istiyoruz.

Ülkeler, toplumlar, topluluklar, tanıdıklar ve nihayetinde aile arasında bile yaşanan gerçek ve mecazi savaşlardan önce kim dürüstçe kendine şu soruyu soruyor: Kendim ile olan kavgalarım bitti mi?

Kendiyle kavgalarını bitirenler için dünyadaki kavgaları barışa döndürecek ilk adım atılmış demektir. İçsel barış insanın önce kendini çok iyi tanıması ile başlar. Kişinin kendi ile kavgasını sonlandırması, geçmişiyle tam olarak yüzleşip hatalarını kabul etmesidir. Kendini olduğu gibi kabul etmesidir. Kendi derinliğine inmesidir.

Huzurdan, barıştan bahsettiğimizde bu duygulardan ve iç huzurdan da mutlaka bahsetmemiz gerekir. İçsel huzur, kişinin kendi içinde uyumu yakalamasıdır ve hangi duyguların içsel huzuru sağladığını mutlaka bulmalıdır.

İçsel barışını sağlamayan insan bir başkasının kendiyle barışmasına yardımcı olamaz. O derinliğe inemez.

Dışarda gülü arayıp koklamak yerine önce içindeki gülü çıkarıp etrafa o kokuyu vermektir.

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

 

YAŞAMA BİLGELİĞİ ÜZERİNE AFORİZMALAR

Sevgili okuyucularım, bu ayki kitap paylaşımım ismi Yaşam Bilgeliği Üzerine Aforizmalar

Bu kitabın yazarı olan; Arthur Schopenhauer filozof, yazar ve eğitmendir. Schopenhauer, Alman felsefe dünyasındaki ilklerdendir. Dünyanın anlaşılmaz, akılsız prensipler üzerine kurulu nedenselliklerinin olduğunu söyleyerek dikkat çekmiştir. 

Şimdi kitaptan bir bölümü sizlerle paylaşıyorum.

“…

Bir insanın olduğu şeyin, onun mutluluğuna, sahip olduğu ya da temsil ettiği şeyden çok daha fazla yardımcı olduğunu genel olarak önceden kabul etmiştik. Bir insanın olduğu, buna göre kendinde sahip olduğu şey hep buna bağlıdır; çünkü bireyselliği ona daima her yerde eşlik eder ve yaşadığı her şey onunla renklenir. Her şeyin içinde ve her şeyde önce kendini tadar: Bu, fiziksel hazlarda hep böyledir; zihinsel hazlarda daha fazla geçerlidir. Ama bireyselliğin niteliği kötüyse, tüm hazlar safrayla bozulmuş ağızlardaki lezzetli şaraplar gibidirler. Buna göre ağır felaketler bir yana, iyilikte olduğu gibi kötülükte de, insanın yaşamında nelerle karşılaştığı ve başından neler geçtiği, bunu nasıl hissettiği, yani her bakımından duyarlılığının türü ve derecesi karşısında daha önemsizdir. Bir insanın kendi içinde olduğu ve kendinde sahip olduğu şey; kısacası kişiliği ve değeri, mutluluk ve refahının başlı başına dolaysız nedenidir. Diğer her şey dolaylıdır; bu nedenler etkilerine de engel olunabilir, ama kişiliğe asla zarar veremez. İşte bu nedenle kişisel üstünlüklere yönelik kıskançlık en özenle saklanan olduğu kadar affedilmez olanıdır. Üstelik kalıcı ve dirençli olan sadece bilincin niteliğidir ve bireysellik sürekli devam ederek az ya da çok, her an etki eder; buna karşın diğer her şey daima sadece zamana yönelik olarak, ara sıra geçici etki eder, ayrıca değişime ve dönüşüme de boyun eğer: Bu nedenle Aristoteles şöyle der: Çünkü doğal oluşumlar güvenilirdir, ama değerler öyle değildir. Bütünüyle dış etkenlerden kaynaklanan bir mutsuzluğa kendi neden olduğumuz bir mutsuzluktan daha metanetle katlamamız buna dayanır: Çünkü kader değişebilir, ama kendi niteliğimiz asla değişmez. O halde soylu bir karakter, yetenekli bir zihin, mutlu bir yaradılış, neşeli bir ruh ve gerekli niteliklere sahip bütünüyle sağlıklı bir beden gibi öznel zenginlikler mutluğumuz için en önemlisidir. Yani sonuç olarak: Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur. Bu nedenle dünyevi zenginliklere ve saygınlıklara sahip olmaktan çok, bu iç zenginlikleri arttırmaya ve korumaya dikkat etmeliyiz. Mutluluk sadece kendimize teslim olduğumuz, kendimizi oluşturduğumuz ya da bulduğumuz yerdedir.-    


Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

 

YARGILAMADAN ÖNCE NASIL BİR YOLDAN GEÇTİĞİNE BAK

İnsanlar bazen birbirini aceleyle yargılar. Bir insanın neler yaşadığını, nasıl bir hayatı sırtladığını bilmeden ön yargı ile ağızdan dökülüverir sözler: “Hayat sana güzel”, “Çok şanslısın”, “Dört ayağının üstüne düştün”, “Sendeki keyif beyde, paşada yok”… Hâlbuki bunları söylemeden önce iki kere düşünmek gerek.

Yargılamak kolaydır, önemli olan anlamaya çalışmak, görünenin ötesi; nedenleri üzerine düşünebilmek.

Sevgili okuyucularım bir insanın hayatını tam olarak bilmeden ön yargıyla yorum yapmak size karma yaratır. Bir evin ocağında tencere kaynadığını gördüğünüzde hemen hüküm vermeyin; et mi pişiyor dert mi bilemezsiniz. Çünkü bazı insanlar yaşadığı olumsuzlukları kimseye anlatmaz, sadece kendi içinde kalır.

Yargılama insanı empatiden uzaklaştırıyor. Yargıladığınız kişinin yürüdüğü yola siz çıksanız belki bir dakika bile gitmeden geri döneceksiniz.

Kızılderili atasözü o kadar güzel ifade etmiş ki bunu:

“Benim hayatımı yargılamadan önce benim ayakkabılarımı giy ve benim geçtiğim yollardan, sokaklardan geç. Benim takıldığım taşlara takıl, yeniden ayağa kalk ve aynı yolu tekrar git; benim gittiğim gibi. Ancak o zaman beni yargılayabilirsin.”

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

MERMER YONTUCU HİKAYESİ

Sevgili okuyucularım, bu ayki bilge hikâyemiz ile beraberiz.

Bir mermer yontucusu, dağın tepesinde, kızgın güneşin altında, mermer yontmaktan son derece yorulmuş.  Kendi kendine söylenmeye başlamış:  

” Bıktım artık mermer yontmaktan. Hayat mı bu yaşadığım sanki… Devamlı mermer yontmaktan başka bir şey yapmıyorum…  Yontmak zaten zor bir de yetmezmiş gibi hep bu kızgın, yakıcı güneş! Ah! Güneşin yerinde olsam keşke… Ne güzel yükseklerde her yere hakim olacaktım. Işığımla her yeri aydınlatacaktım.”

Yontucunun dileği mucize eseri kabul olunur ve yontucu o an güneş olur. Dileği kabul edildiği için çok mutludur. Fakat bu sırada bulutlar ortaya çıkar ve ışığını her yere yaymasına engel olur.  Bu duruma isyan eder:

“Şu basit bulutlar benim ışınlarımı engelleyecek kadar kuvvetli olduklarına göre güneş olmanın ne anlamı var. Mademki bulutlar bu kadar kuvvetli bulut olmayı isterdim.”

Dileği kabul olur ve hemen bulut olur. Dünyanın üzerinde özgürce gezinmeye başlar, oradan oraya gider, yağmur yağdırır, toprağa bereket verir. Fakat birdenbire rüzgar çıkar ve bulutları dağıtır.

“Rüzgar nerden çıktı da geldi ve beni dağıttı, demek ki rüzgar daha kuvvetli öyleyse ben rüzgar olmak istiyorum. “

Dileği yine kabul olur, güçlü bir rüzgar olur. Dünyanın üzerinde eser durur, fırtınalar estirir, tayfunlar meydana getirir. Fakat birdenbire önüne kocaman bir dağ çıkar ve ona mani olur..

Basit bir dağ beni durdurmaya yettiğine göre benim rüzgar olmanın ne anlamı var.”

Dileği kabul olur ve bir anda koca bir dağ olur. Bazı sesler duyar, ona durmadan vurulduğunu hisseder. Ondan daha kuvvetli olan, onu içten içe oyan, bir de bakar ki…

Sadece küçük bir mermer yontucusudur.

Hayat akarken, bazen hayatımızdan, olduğumuz yerden memnun olmayıp, başka biri olmak isteriz. Mutluluğu başka yerlerde arar, onun kendi içimizde olduğunu unuturuz. Kendimizden uzaklaştıkça mutluluğu arama telaşında hiçbir şey yeterli gelmez daha da mutsuz oluruz.

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com