IŞIK OLUP AYDINLATMAK

 

 
Genç bir adam orta halli bir şehirde kendi işini kurmuştu. Şehrin caddelerinden birinde, bir perakende dükkanıydı açtığı. Fakat, kendisi hem dürüst, hem de dost canlısı olduğundan; fazla kâra da tamah etmeyip dükkanındaki malları biraz ucuza sattığından kısa zamanda şehirdeki herkesin uğrak yeri haline gelmişti dükkanı. Zaman içinde dükkanının ünü o kadar yayıldı ki, civar şehirlerden olup yolu bu şehre düşen hemen herkes de ona gelip alışveriş yapmaya başlamıştı.
Gelen giden, “Ne zaman bizim oralarda dükkan açmayı düşünüyorsunuz?” diye sorduğundan, sermayesi çoğaldığında genç adam civar şehirlere de yaymaya başladı işini. Sonra başka şehirler derken, büyük bir marketler zincirinin sahibi haline geldi.
Ancak, bu arada, onca seneler geçmiş, bizim genç perakendeci yavaş yavaş bir ayağının çukurda olduğunu hissettiği senelere gelmişti. Nitekim, bir gün şiddetli bir rahatsızlık geçirip apar topar hastaneye kaldırmışlardı kendisini.
Doktorların müdahalesi işe yaramış gözüküyordu. Ama adam ölümünün iyice yakın olduğunu düşünmeye başlamıştı hastane odasında.
Hastanede kaldığı günlerden birinde, onun yokluğunda işleri götürmeye çalışan her üç oğlunu yanına çağırdı adam. Artık yaşlandığından, Allah’ın ona daha uzun seneler yaşamayı nasip etmesi mümkün olduğu gibi yakın zamanda ölmesinin de pekâlâ mümkün olduğundan başlayarak, aklı başında her yaşlının söylediği birtakım cümleleri sıraladıktan sonra:
“Üçünüz de benim oğlumsunuz” dedi. “İçinizden hangisi şirketimizin başına geçecek, buna karar vermem zor. Ben öldükten sonra da bu yüzden birbirinizle kötü olmanızı hiç istemiyorum. O yüzden, hanginizin işin başında olmayı hak ettiğine karar vermek için sizi sınamaya karar verdim. Üçünüze de on dolar vereceğim. Şimdi gidip yalnızca bu on dolarla öyle bir şey alacaksınız ki, akşam getirdiğinizde şu odamı bir uçtan bir uca dolduracak. Haydi şimdi yola düşün bakalım.”
Çocuklar, babalarının yanından ayrıldılar ve her biri ayrı bir sokaktan yola koyulup alacakları şeyi düşünmeye başladılar.
Akşam geri döndüklerinde babaları:
“Evlatlarım, on dolarla ne yaptınız?” diye sorduğunda, birinci çocuk:
“Arkadaşımın çiftliğine gittim, on dolarımı verdim ve ondan iki balya saman aldım” diye cevap verdi ve odadan dışarı çıkıp aldığı samanları içeri getirdi, çuvalı açtı ve samanları havaya savurmaya başladı. Odanın her tarafı bir anda samanla doldu. Ama az sonra samanların tamamı yere indi ve böylece, bu oğlunun babasının istediği şekilde odayı bir uçtan öbür uca dolduramadığı görülmüş oldu.
Bunun üzerine, adam ikinci çocuğuna yönelip:
“Peki oğlum,” dedi, “sen paranla ne yaptın?”
Çocuk:
“Yorgancıya gittim. Ondan on dolarlık kuştüyü aldım” diye cevap verdi ve çuvalını içeri getirip içindeki bütün tüyleri savurmaya başladı. Birkaç dakikalığına neredeyse bütün oda tüylerle doldu, ama samanlar gibi tüyler de yavaş yavaş yere indiler ve böylece bu çocuğun da odayı dolduramadığı görülmüş oldu.
Sıra, son çocuğa gelmişti. Hasta yatağında hafifçe doğrulan adam:
“Sen evladım”dedi ona, “Sen paranı ne yaptın?”
Çocuk, “Babacığım!” dedi, “On dolarımı cebime koyup, senin yıllar önce açtığın ilk dükkana benzeyen küçük bir dükkana gittim. Dükkanın sahibine parayı verdim ve bozmasını istedim. Sonra, beş dolarını bir hayır kurumunun kumbarasına bıraktım, dört dolarıyla yolda gördüğüm iki muhtaç insana yiyecekleri birşey alıp verdim, kalan bir dolarla da iki şey aldım.”
Bunu der demez, elini cebine atıp bir çakmak ve bir mum çıkardı çocuk. Odanın lambasını kapatıp mumu yakınca, bütün oda mumun yaydığı ışıkla doldu. Saman veya tüy on dolarla odayı doldurmaya yetmemişti, ama bir dolara alınan mum ile çakmak bütün odayı bir uçtan öbür uca ışıkla doldurmuştu.
Bunun üzerine, memnun bir yüz ifadesiyle, “Çok iyi oğlum!” dedi baba. “Benden sonra işlerimin ve ailemin başında sen olacaksın. Çünkü, hayata dair çok önemli bir şeyi, ışığını yaymayı öğrenmişsin.”
 
ALINTI
 
Kendinize dışardan şöyle bir bakın. Sadece kendinizi mi aydınlatıyorsunuz, yoksa çevrenizde bulunanların gözleri mi kamaşıyor aydınlığınızdan?
Tabii kaygı ve tasalarla bulanıklaşmış bir lamba da olabilirsiniz. Veya karanlık düşüncelerle iyice kirlenmiş ve kendisini bile aydınlatamayan bir lamba olma ihtimaliniz de var… Ya da sadece kendini düşünen, kat kat süslerin ardında ışığı kararmış biri de olabilirsiniz.
Unutmayın ki, lambanın kendisini süsledikçe ışığı parlaklaşmaz. Işığı olmayan lambaların hepsi karanlıkta aynıdır. Farklı kılan ise, yaydığı ışık.
Sönük ya da parlak, ışık yaydığı sürece fark edilir. Ve lambanın içinden yayılan ışık çok kuvvetliyse, onu hemen görürsünüz ve gözleriniz kamaşır. Işığından başka bir şey göremezsiniz. Etrafı öyle bir aydınlatır ki, cazibesine kapılırsınız. Ve bu lamba son derece süssüz ve sade olabilir ama bilin ki, tertemiz ve şeffaftır. İçindeki ışık bozulmadan, değer kaybetmeden yansır.
Şimdi bir kez daha düşünün, siz nasıl bir lambasınız?
İçinizdeki ışığın dışarı yansımasına engel olan kirlilikleri temizlemeye başlayın. İşe bedeninizle başlayın. Çünkü içinizdeki ışığın dışarı yayılması için bedeninizin sağlıklı ve güçlü olması gerekiyor.
Bedeninizin sağlığı ise, düşünce ve duygularınızla bağlantılı. Düşüncelerinizi kirleten ne varsa, bütün bunları temizleyin. Düşünceleriniz, duygularınızı kirletir. Ve kirli duygular, ışığınızı sönükleştirir. 
Duygularınızı kirli düşüncelerden arındırarak bedeninizi güçlendirebilirsiniz. Unutmayın ki, bedeniniz, duygu ve düşünceleriniz yüzünden çok kolay hastalanabilir. Ve hasta bir bedenin ışığı da zayıf olur.

 

Işık, hayat demektir. Yaşam enerjisi yüksek olanların ışığı da parlak olur. İçinizdeki sevgi enerjisini serbest bıraktığınız zaman yaşam enerjiniz yükselir ve bedeninizin dışına yayılmaya başlar. Hem öylesine kuvvetli bir biçimde yayılır ki, sadece sizi değil çevrenizi de aydınlatır.

 

Düşünce ve duygularınız, içinde bulunduğunuz koşullar yüzünden iyice kirlendiyse ve siz bu kirlilikten nasıl kurtulacağınızı bilemiyorsanız, üzülmeyin. İçinizdeki sevgiyi uyandırmak için gayret gösterin. Bir kez içinizdeki sevgi enerjisi uyandıktan sonra tüm kirliliklerden bir anda arınırsınız. Özel bir gayret ve yöntem uygulamadan sadece sevin. 
Önce kendimiz kayıtsız, şartsız sevmek sonra da ve kendimizin dışında bulunan şeyleri sevmek için gayret gösterin. İnsan başkalarını sevmesi için önce kendisini sevmesi gerekir tabii ki bencil olmadan kendini sevmesi gerekir. Bencil insan karanlığı seçer.
Kendi üzerinizde yapacağınız en değerli çalışma, içinizdeki sevgi enerjisini uyandırmak için yapacağınız çalışmalardır. Dikkatinizi içinize yöneltin ve derinlere gömdüğünüz sevgiyi bulup çıkartın. Bu müthiş enerjiyi keşfettiğiniz andan itibaren içinizdeki ışık da bütün parlaklığı ile yayılmaya başlayacak.
Önemli olan ne yaptığınız ya da ne öğrettiğiniz değildir, önemli olan kim olduğunuz ve sevgi, ışık dolu varlığınız ile başkalarına aktardığınız sevgi ve ışıktır…

Her şeye ve herkese sevgi ile bakın, dokunun, konuşun… Işığınızla yansıyın hayata, siz yaşama ve kişilere nasıl yansırsanız onlar da size öyle döneceklerdir buna inanın… İnanmak için gözünüzle görmeyi beklemeyin.  Yüreğinize dönün… Neye inanmanız gerektiğini gözünüz değil yüreğiniz söyler… Çünkü yüreğinizde O’nun ışığı var…

 

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com
Telif Hakkı©2021 Sevginin Işığı “Şifa”. Tüm Hakları Saklıdır.
Bu yazıyı tümü olmak şartıyla, değiştirilmeden, bedava olarak ve bu telif hakkı uyarısı ve internet bağlantısı (https://sevginin-isigi-sifa.com/) ile birlikte kopyalamaya ve dağıtmaya izin verilmiştir.
 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir