BARIŞ BENİM İLE BAŞLAR – 19

 

Sevgili okuyucularım, bu ay ki “ho’oponopono” adı verilen bir arınma çalışmasını paylaşıyorum. Bu ay da farklı konular için aynı şekilde yapmanız gereken bu arınma çalışmasını dört madde hâlinde paylaşıyorum. Düzenli olarak yaptığınızda gerçekten kendinizde inanılmaz bir olumlu değişiklik göreceksiniz. Özellikle zihniniz, ne kadar berraklaşırsa o kadar huzurlu olur. En önemlisi berrak bir zihin her zaman doğru karar almanızı sağlar. Çünkü zihin olumsuzluklarla dolu olduğu zaman doğru karar bile alamıyorsunuz. Disiplin ve azimle yapılan çalışmalardan her zaman olumlu karşılık alınır. Çalışmaya geçmeden önce bununla ilgili kısa bir bilgi vermek istiyorum. Geçen ay bu bilgiyi paylaşmıştım fakat belki ilk defa okuyacak olanlar vardır. Onlar için yinelemekte fayda görüyorum.

Ho’oponopono yöntemi; karşımızdaki insanın yaşadığı bir sorunu duyduğumuz, öğrendiğimiz anda bizim sorunumuz olarak algılayıp kendi içimizde bundan arınarak karşımızdakini de arındırma yolunu öğretiyor. Sadece insanları değil her şeyi arındırıp temizlemenin yoludur bu. Olumsuz durumlardan kurtulmanın bir yöntemidir.

Ho’oponopono, Havai halkının kullandığı bir kendini arındırma yöntemidir. Bu yöntemi Joe Vitale’in kitabı “Zero Limit” aracılığı ile batı dünyasına tanıtan ve meşhur eden kişi Dr. Ihaleakala Hew Len oldu. Doktorasını Iowa Üniversitesi’nde yapmış olan Dr. Ihaleakala Hew Len, uzun yıllar Havai Devlet Hastanesi’nin suç işleyen akıl hastaları ile ilgilenen adli biriminde uzman psikolog olarak çalışmış. Hastalarıyla elde ettiği mucizevi sonuçlar çok ilgi çekmiş. Kullandığı yöntemler öyle etkiliymiş ki zamanla yatan hastaların tümü taburcu edilmiş, sonunda dört yıl içinde birim kapatılmış. Dr. Len’in kullandığı bu yöntem, 1982 Kasım’ından beri güncelleştirilmiş Ho’oponopono uygulaması yapan Hawaiili şaman Morrnah Nalamaku Simeona sayesinde ortaya çıkmış. Tüm dünyada bu yönteme ün kazandıran, öğrencisi Dr. Ihaleakala Hew Len ve Joe Vitale oldu.

Şimdi çalışmaya geçelim:

1) Kendimi engellenmiş ve sınırlanmış hissetmeme yol açan içimde bana aileme atalarıma ait her ne varsa her ne oluyorsa hepsi bütün zamanlarda, bütün boyutlarda, bütün evrenlerde temizlenip arınıp şifalanıp sıfır noktasına ulaşana kadar andan ana ho’oponopono “

Seni seviyorum

Özür dilerim

Lütfen beni affet

Teşekkür ederim.

Niyeti bir kere 4 cümleyi istediğiniz kadar kendinizi rahatlamış hissedene kadar tekrar edebilirsiniz.

2) Kalbimdeki gerçek isteklerimi ve beni nelerin mutlu edeceğini fark etmemi, algılamamı engelleyen içimde bana aileme atalarıma ait her ne varsa her ne oluyorsa hepsi bütün zamanlarda, bütün boyutlarda, bütün evrenlerde temizlenip arınıp şifalanıp sıfır noktasına ulaşana kadar andan ana ho’oponopono”

Seni Seviyorum

Özür Dilerim

Lütfen Beni Affet

Teşekkür Ederim

Niyeti bir kere 4 cümleyi istediğiniz kadar kendinizi rahatlamış hissedene kadar tekrar edebilirsiniz.

3) Bırakmam gereken, geçmişe ait olan ve gelecekte benim iyiliğime hizmet etmeyecek bütün eski düşünce kalıplarımla sevgiyle vedalaşmayı seçiyorum. Bu düşünce kalıplarıma içimde hala tutunan, ihtiyaç duyan ve bırakmak istemeyen bana aileme atalarıma ait herşey bütün zamanlarda, bütün boyutlarda, bütün evrenlerde temizlenip arınıp şifalanıp sıfır noktasına ulaşana kadar andan ana ho’oponopono”

Seni Seviyorum

Özür Dilerim

Lütfen Beni Affet

Teşekkür Ederim

Niyeti bir kere 4 cümleyi istediğiniz kadar kendinizi rahatlamış hissedene kadar tekrar edebilirsiniz.

4) Erteleme alışkanlığımı yaratan, sürdüren, onay veren ve kabul eden içimde bana aileme atalarıma ait her ne varsa her ne oluyorsa bütün zamanlarda bütün boyutlarda bütün evrenlerde temizlenip arınıp şifalanıp sıfır noktasına ulaşana kadar andan ana ho’oponopono

Seni Seviyorum

Özür Dilerim

Lütfen Beni Affet

Teşekkür Ederim.

Niyeti bir kere 4 cümleyi istediğiniz kadar kendinizi rahatlamış hissedene kadar tekrar edebilirsiniz.

Kaynak: Dr.Ihaleakala Hew Len ve Berna Özcan

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

GÜNÜN MESAJI

Bazı insanlar etrafında çok insan olmasını ister. Onunla mutlu olur sevildiğini sanır. İşte burada kendine sorması gerekir, “Ben sevilmek ve beğenilmek mi istiyorum, bağımlı mıyım?”

 

Bazı insanlar sevilme ihtiyacı ve kendi menfaati için karşısındakinin yanlış davranışlarına göz yumar, hatalarını söylemez. Aram bozulursa arkadaşsız kalırım veya yaptığım işi devam ettiremem, diye gerçekleri söylemekten kaçınır. Bu maskeli tutumla kendi özsaygısını kaybedip özünden uzaklaşır. Hâlbuki insan öz saygısını kaybettiğinde etrafında binlerce arkadaş olsa neye faydası olur ki?

 

Oysa hayattaki asıl başarı, insanın kendiyle barışması, kendiyle yetinerek mutlu ve huzurlu olmasıdır.

 

Kendinizle barışık iseniz maskelere ihtiyacınız yoktur, hele kendi menfaatiniz için başkaların yanlışlarını örtbas etmeye hiç.

 

Çünkü insan tam olarak kendiyle barıştığında etrafında da her şeyin gerçeğini ister; menfaat üzerine kurulmamış gerçek sevgi, menfaatçi olmayan insanlar…

 

Siz manolya olarak doğmuşsanız lale olmaya çalışmayın. Sadece manolyanın en iyisi olmaya çalışın. Lale olmak isterseniz kendi özünüzü kaybettim, maskeleri takmak zorunda kalırsınız. 

Farkındalık, uyanış ve aydınlanma…

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

RUHSAL HAYVAN REHBERLERİ

İnsanın, hayvanlarla günlük yaşamdaki iletişiminin yanı sıra ruhsal iletişimi de vardır. İnsan dünyaya geldiği andan itibaren birçok hayvanla iletişim hâlinde olur, bazıları bunu bilinçli olarak bazıları ise bilinçdışı olarak yapar. Bu iletişim, insanın dünyadaki ruhsal yolculuğu esnasında erk (ruhsal) hayvanların rehberlik yapmasıdır. Tabii bu rehberliği bilmeye ilişkin en önemli nokta, onu fark etmektir. Erk (ruh) hayvanları bir yol gösterici olarak hep yanımızdadır ve mesajlar verir.

Erk hayvanlardan rehberlik almak Şamanizm öğretisinde yer alan bir uygulamadır. Özellikle şifalandırmada erk hayvanlardan rehberlik alınır. Şaman öğretisine göre, her insanın hayatı boyunca sürekli rehberlik alabileceği birden fazla erk hayvanı vardır.

Geçen sene Şamanizmin merkezi sayılan güney ve orta Sibirya’ya seyahatimde şamanların en az 1 erk hayvanı ile şifalandırmak için rehberlik aldıklarını gördüm. Onlarla çalışma yaptım. Şamanların bu ruhsal hayvanlardan aldığı rehberlik, gerçek bir bilgeliktir.

Bir şaman iseniz bir veya daha fazla erk hayvanınız vardır. Bu erk hayvanlarınız meditasyon sırasında size gösterilir, onlarla bağlantı kurabilirsiniz. Benim kendi erk hayvanlarımla tanışmam 2014 yılında gerçekleşti. Meditasyonda kendilerini gösterip rehberlik etmeye başladılar. 

Erk hayvanları, hem kendinizi hem de diğer canlıları şifalandırmakta nasıl bir yol izleyeceğinize rehberlik eder. Kişisel hayvan rehberiniz sizi korur, size güç verir, zor durumlarda size çıkışı gösterir ve bilgeliğini size aktarır.

2015 ve 2016 yılında Güney Afrikalıdan şaman eğitimleri aldığım sırada, hayvan rehberlerimde yanımdadırlar. Bu erk hayvan rehberlerim her zaman rehberlik yaparlar.  

Şaman olduğunuzda bu erk hayvanlarla çok kuvvetli bir bağlantı kurup onlardan sürekli mesaj alırsınız. Hem kendiniz hem de başkaları için onlardan rehberlik alırsınız. Yapacağınız şifa çalışmalarında bu hayvanlardan yararlanabilirsiniz. Sürekli iletişim hâlinde olursunuz. Nasıl ki bir gazete veya televizyon vasıtasıyla iletişim kurup haber alıyorsanız bu erk hayvanlarla da her gün iletişim kurup haberleri alırsınız.

Rehberiniz olan kendi erk hayvanınızı tespit etmenin çeşitli yöntemleri vardır: Şamanik rehberlik alma, yüksek benlik bağlantısı, rüyalarınızda görme, sık sık karşınıza çıktığına şahit olma gibi çeşitli deneyimlerle şaman hayvan rehberinizle tanışabilirsiniz. Özellikle meditasyon yaptığınız zaman gerçekten tanışmak istediğinizde görürsünüz. Derin bir odaklanma ve sabır gerektiren bu yöntem, içsel benliğinizle bağlantı kurmanıza ve daha iyi bir anlayışla yola çıkmanıza yardımcı olabilir.

Şaman iseniz ister istemez kendilerini gösterirler.

Gerçek olarak size gün içinde hep görünürler ve duru görü ile siz bunları görürsünüz, duru biliş ve duru işitti almanız gereken mesajları alırsınız.

Aşağıda bu hayvanlardan bazılarının özellikleri ve size verdiği dersler incelenecektir. Ancak sizin rehber hayvanınız başka bir hayvan olarak karşınıza çıkarsa bu hayvanın özellikleri ile ilgili araştırma yapmanız, neyi sembolize ettiğini, yaşam şeklini öğrenmeniz ve onunla bağlantıya geçmeniz gerekecektir.

Ayrıca dönemsel olarak size rehberlik yapan hayvanlar da vardır. Burada rehber hayvan o dönem için size mesajlar verecektir.

Eğer tam olarak öğrenmek isterseniz Maya Astrolojisi ile ruhsal hayvanlarınızı öğrenebilirsiniz.

Bu arada bu ruhsal hayvanlarınızla kuracağınız bağlantı esnasında herhangi bir korkunuzun olmaması gerekir. Çünkü o anda karşınızda simsiyah bir jaguar görünebilir, bir yılan görünebilir. Önemli olan sizin hazır olmanızdır. Bir diğer önemli konu da meselelere mantık ile bakarsanız o zaman ruhsal hayvan rehberlerinizden o mesajları alamazsınız; görünmezler.

Şimdi bu ruhsal hayvan rehberlerin tek tek hangi konuda rehberlik ettiğini sizinle paylaşacağım.

Birkaç kaynaktan yararlanarak (ilgili kaynakların linkini aşağıda bulabilirsiniz) paylaşacağım erk (ruhsal) hayvan rehberlerin ilki jaguar.

JAGUAR

Jaguar, liderliği, bilgeliği ve doğuştan gelen becerilerin akıllıca kullanımını temsil eden Aztek ve Maya sembolizminin ayrılmaz bir parçasıydı. Şamanlar, kötülüğe karşı bir koruyucu olarak Jaguar güvendiler. Jaguar’ın anaç, zarif ve besleyici yönleri ve söndürülemez bir iç ateşi vardı. Kabileler, Jaguar’ın istediğini elde etmek için plan yapmasına ve niyetini kullanmasına saygı duyuyorlardı. Burada, Jaguar dört element ile insan bağlantısını korur ve sağlam bir temel sağlar. Verimli, dengelidir ve yaratılışın her köşesini doyurur. Jaguar’ı rehber olarak kullandığımızda, bu enerji kişisel ve ruhsal gelişimimizi hızla hızlandırır. Siyah Jaguar güçlü ve pozitif bir enerjiye sahiptir. Karanlık hissettiğimizde veya hayat özellikle karanlık göründüğünde ortaya çıksa bile, bize tünelin sonunda her zaman ışık olduğunu hatırlatmak için gelir. Onun rolü, aynı yönde ilerlemeye devam etmemizi ve içgüdülerimize güvenmemizi teşvik etmektir. Esasen, korkularımızla yüzleştiğimizde, bilinçli yaratıma giden yolu temizlemiş oluruz, karanlığımızın farkında oluruz ve arzularımızı bilinçli olarak yeniden yönlendirebiliriz. Yani, yargılanma korkusu olmadan arzularımızı serbest bırakabiliriz. Daha da güçlüsü, enerjimizi serbest bırakırız, şimdiki anda harekete geçeriz ve geleceğin kendi kendine bakmasına izin vermeyi öğreniriz! Jaguar dürüst, açık sözlü ve otantiktir. Mesajda hiçbir yumuşama yoktur. Jaguar, sade, gerçekçi tavsiyeler ve iç görülerle doğrudan vurur. Jaguar Fırsatları görmenize ve akıllıca davranmanıza yardımcı olmasını isteyin. Bazen fırsatlar seni geçer ama sen bu fırsatı kaçırmazsın. Jaguar, size yardımcı olur ve alçalan güçlü enerjilere farkında olmanızı öğretir. Jaguar’ın Ruhu size söz veriyor; eğer günlük yaşamınızda dürüst davranırsanız, Jaguar, size Beşinci Boyutun değerlerini öğretmek için hayatınıza girer. Dünyada gizli şeyleri gösterir. Yalnız dolaşan, avını izleyip pusuya düşüren bir avcıdır ve avını seçerken fırsatçı davranır. Güç ve gizemin sembolüdür. Ayrıca cesareti ve içsel gücü temsil eder. Şamanlar, içsel güçlerini keşfetme ve kendi karanlık yönleriyle yüzleşme yolculuğunda kullanırlar. Kendini saklamayı seven Jaguar genellikle insanlara uzak olmayı sever.

Bu uzaklık sayesinde Jaguar aurasındaki manevi alanı korur.

Kendi içindeki çatışmaları çözen bir Jaguar, ilahi planın bir saat gibi çalışmasını sağlar ve başarısının yanı sıra mütevazılığını da korur.

Jaguar gece görüşü son derece yüksek bir hayvandır.

Geceyi bilinmeyen olarak nitelendirirsek Jaguar gününde doğan biri de diğer insanların görmediklerini görebilme yeteneğine sahiptir.

Kişilik: Ağzı sıkı, hassas ve zekidir. Maneviyatla ilgilidir. Saldırgan olmakla birlikte doğrudan cephe almaktan kaçınır.

Jaguar Sembolik Anlamları Anahtar

Farkındalık, İçgüdüler, Çeviklik, Kuvvet, Kaçınma, Denge, Güzellik, Anlaşmazlık, Karanlığı Kucaklamak, Lütuf, Topraklama, Bilgi ve İç Bilgelik, Güç ve Hız, Özgüven, Gölge Benlik, Yetenek, Kuvvet, Cesaret, Gençleşme, Bağımsızlık ve Bireysellik, Şifacı

Aksiyon Planı: Başarının tevazu ile dengelenmesi.

Anahtar anlam: Maneviyatı, derin sezgileri ve kamufle olmayı sever.

Kutup yönü: Kuzey

Kaynaklar

https://whatismyspiritanimal.com

https://mayaburcum.com/ (maya astrolojisi)

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

 

İNSANIN KENDİNİ YENMESİ EN BÜYÜK ZAFERDİR

Sevgili okuyucularım, bu ayki kitap paylaşımım ismi “İnsanın Kendini Yenmesi En Büyük Zaferdir”

Bu kitabın yazarı olan; Platon, Antik Yunan filozoflarından biridir. M.Ö. 427-347 yılları arasında yaşamıştır. Aristoteles’in hocası olan Platon, felsefe tarihine derin izler bırakmıştır. Platon’un felsefesi, Batı dünyasının felsefi ve bilimsel düşüncesini derinden etkilemiştir. “İdealar Kuramı” olarak bilinen düşünce yapısı, gerçeklik anlayışını ve bilgiyi şekillendirmiştir. Matematik, astronomi ve bilim tarihi alanlarında da etkileri bulunmaktadır. Platon’un en ünlü görüşlerinden biri, “idealar kuramı”dır. Gerçekliğin ardında var olan ideal formların olduğunu ve bunların duyularla algılanan dünyadaki somut şeylerden daha gerçek olduğunu savunmuştur. Örneğin, güzellik, iyilik gibi kavramların asıl varoluşunun “idealar” dünyasında olduğuna inanmıştır.

Şimdi kitaptan bir bölümü sizlerle paylaşıyorum.

“…

Önce kendini sev, sonra başkalarını

Karşı tarafı sevmemizin gerçek nedeni nedir? Onu, sadece olduğu kişi olmasından dolayı mı seviyoruz yoksa olmasının istediğimiz kişi olacağına duyduğumuz güçlü bir umut mu bu sahte sevgimizin kaynağı? Peki, insan bir başkasını sadece kendisi olduğu için sevebilir mi?

Daha kendini tanıyıp kim olduğunu ne olduğunu, ne için bu dünyada var olduğunu anlayamamış olan birinin aşkı da, yapacağı evliliği ve yürüteceği işi de zayıf temeller üzerine kurulmuş olur.

İçinde bulunduğumuz toplumun ne düzeyde ve neye eğilimli olduğu, eksikliğini duyduğu şeye göre şekillenir. Eğer insanlar sahte ahlaki duygularla ahlaklı olduklarına, yalan olan doğrularıyla iyi olduklarına ikna olurlarsa bunların doğrusunun peşine düşmez, zaten ahlaklı ve iyi olduklarını zannederler.

Göz sadece güzeli görür. Kimisi onu gördüğünde hazza teslim olup ona sahip olmaya çalışırken, kimisi de onu gördüğünde hakikatin bilgisini hatırlayıp ürperir”

Peki, güzel olanı gördüğünde kimisinin hakikat olanı hatırlaması kimisinin de hazza teslim olup ona sahip olmaya çalışması neye göre belirlenir? İşte burada da yine kendini tanıma ölçütü devreye girer. Kendimizi tanıdığımız oranda hakikate yaklaşır, kendimize yabancı olduğumuz kadarıyla hakikatten uzaklaşırız. Dünyada ki herkes kendini gerçekten tanısaydı, herkes ve her şey gibi kendisinin de bu doğanın bir parçası ve misafiri olduğunu idrak etseydi, sevdiği kişi ondan ayrılmak istediğinde onu eve hapsetmek ya da çok daha kötüsü onun hayatına son vermek istemedi. O kişinin de doğanın bir parçası olduğunu, istese de hiçbir şeyden ayrı olamayacağını, ezelden ebediyete kadar aynı kabın içinde harmanlanacaklarını bilseydi herhangi birinden uzak kalmaktan endişe duyup kıskançlık krizleri yaşamazdı. Ya da bu dünyada zaten hiçbir şeye sahip olunamayacağını gerçekten anlasaydı, eşine, işine ve evine sahip olmaya, onlardan ayrı düştüğü için hem kendini hem de sevdim dediği insanı perişan etmeye kalkışmazdı.

Platon’a göre insan kendinde olmayanı sevmeye eğilimlidir. Kimde ne eksikse hayatının merkezine koyduğu şey de odur.

Platon’a göre gerçek aşk ancak gerçek olanla açığa çıkabilirdi. Ona göre gerçek olanı sevmeli ve ona aşık olunmalıydı. Gerçek olan ise hakikatin bilgisiydi. Zaten gerçek olmayan ve aslında birer yanılsamadan ibaret olan duygularımızla ne gerçekten sevebilir ne de aşık olabiliriz. Çünkü ona göre aşkın önkoşulu kendini bilmek, tanımak ve sevmekten geçiyordu.

Önce kendimizi sevelim ki başkalarını sevebilme için bizi yanıltacak olan tutkularımıza kanmayalım.

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

YARGILAMAK İLE YANLIŞI SÖYLEMEK ARASINDAKİ İNCE ÇİZGİ

Sevgili okuyucularım, 24 Eylül 2024 tarihinde “Yargılama Yerine Farkındalık Vermek” başlıklı yazımı paylaşmıştım.

Bugün ise pek çok insanın zaman zaman fark etmeden düştüğü bir hatadan; bir davranışın yanlışlığını dile getirirken yargılayıcı ve eleştirel tutum takınmaktan söz edeceğim. O yazımda da değinmiştim; yargılama, “kibir” de içerir. Çünkü yargılama insanın her zaman kendini üstün görerek karşısındakini küçümsemesinin sonucudur. Kibir sevgisizliği gösterir. Kibirli insan ne kendini sevdirebilir ne de başkasını sevebilir. Sadece anlık menfaatleri için seviyormuş gibi görünür. Düşünün, sizi sürekli yargılayan bir insanı nasıl sevebilirsiniz? Çünkü o etrafına pozitif enerji vermez, hep negatif enerji yayar. İnsan çok yargılıyorsa aslında kendindeki eksikliklerdendir.

Sevgili okuyucularım, bu yazıyı okurken önce kendinize şu soruyu sormalısınız: Birisinin yanlışını dile getirirken hangi sözcükleri kullanıyorum, sözlerim amacını aşıp karşımdakini yargılamaya mı dönüşüyor? Bunlarla yüzleştiğiniz zaman bir yükünüzden kurtulmuş olursunuz. En büyük yükünüz, yargılamak ve kibirdir.

Çoğu insan, bir başkasının yanlışını söylemek istediğinde aslında onu yargıladığının farkında olmaz. Bazıları, “Yargılamıyorum, sadece gerçekleri söylüyorum,” dese de kullandığı sözcükler bunun tam aksini anlatır. Önemli olan karşınızdakini rencide etmeden, küçümsemeden, alay etmeden, kırmadan yanlış yaptığını dile getirmenizdir. Bu aranızdaki sevgiyi ve güveni sağlamlaştırır.

Bu konuya daha derin bakmak için birkaç örnek ile anlatmak istiyorum.

Bir ülkeyi yönetenlerin, ülke yönetiminde yaptıkları yanlışları dile getirirken doğdukları yer, büyüdükleri semt, yetiştikleri aile ve aldıkları eğitimi işin içine katarak olumsuz konuştuğunuzda onları doğrudan yargılamış olursunuz. Bir liderin ülkesini yönetirken yaptığı yanlışları söylemek başka, özel yaşamıyla ilgili yorum yapmak başkadır. Yanlışı söylemek nasıl olur? Yönetenler, ülkenin ekonomisi ve diğer konularda yanlış bir politika izliyorsa sadece bu yanlışları dile getirerek olur, doğru politikalar üretilmesine katkı sağlayacak fikirler ortaya koyarak olur.

Günlük yaşantıdaki iletişimlerden de örnek vereyim. Diyelim ki bir arkadaşınız düzenli beslenmiyor ve buna üzülüyorsunuz. Arkadaşınıza, “Sağlıklı beslenme hakkında hiçbir şey bilmiyorsun, kendini eğitmemişsin,” dediğinizde bu, yargılama oluyor. Siz, ondan üstün olduğunuzu söylüyorsunuz. Bunun yerine, “Kendine bir iyilik yap ve beslenmene dikkat et. Vücudunun sağlıklı gıdalara ihtiyacı olduğunu sen de biliyorsun. Benim için önemlisin,” dediğinizde yaptığının yanlışlığını anlatmış oluyorsunuz.

Hiç kitap okumayan, sürekli bilgisayarda oyun oynayarak zamanını boşa geçiren ya da bir konuda bilgisi olmayan bir insanı hiç kitap okumadığı için aylak veya cahil diye etiketlemeniz onu yargılamaktan başka bir şey değildir. Ona, davranışının yanlışlığını göstermek istiyorsanız seçeceğiniz sözler bunlar olmamalı. Aksine o kişiye bilgisayarda oyun oynamanın kendisine bir şey kazandırmayacağını ama kitap okuyarak kendi hayatında bazı şeyleri değiştirebileceğini anlatabilirsiniz.

Diğer taraftan bazı insanlar, yaptığı yanlışı söylediğinizde kendisini yargıladığınızı düşünebilir. İşte burada ince bir çizgi vardır. Bu onların dünyayı algılayış biçimiyle ilgilidir, değiştirmeniz zordur. Örneğin, içinde bulunduğunuz aracın sürücüsünü, trafik kurallarına uymadığı için uyardığınızda “Çok biliyorsan sen kullan,” diyorsa sözlerinizi yargılama olarak algılamıştır. Buna karşın siz sürücüyü uyarırken “Ehliyetini nereden aldın, trafik kurallarından haberin yok, eğitimin nedir?” demeyi seçmişseniz, bu sözler direkt yargıya girer.

Herhangi bir konu hakkında; diyelim ki bir sanat eseri, bir ülkenin kültürü ya da bilimsel bir gelişme ile ilgili konuşan birinin konuya hâkim olmadığını ya da yanlış bilgi verdiğini fark ettiğinizde “Sen de hiçbir şey bilmeden konuşuyorsun”, “Gidip gördün mü ki?” ya da “Araştırmadan anlatıyorsun,” gibi cümleler kurarsanız yargılamış, küçümsemiş olursunuz. Bunun yerine, “Bu konuda şöyle de bir bilgi var”, “Şu ülke kültürü hakkında bu da söylenebilir” veya “Bunları da araştırmak gerek,” diyerek yanlışına dikkat çekebilirsiniz. Niyetiniz gerçekten karşınızdakinin yanlış davranışı söylemekse kibri devreye sokmazsınız.

İnsanların yanlışlarını söylerken ırkı, dini, dili, ülkesi, ailesi, eğitimleri, fiziksel özellikleri, yetenekleri ve alışkanlıkları üzerinden bir değerlendirme ile konuşursanız kibre kapılıp yargılamış olursunuz. Oysa insan bunların hiçbirini seçemiyor. Ne dilini ne yaşadığı ülkeyi ne de ailesini.

Yaşadığım bir örnekten bahsedeyim. Bir arkadaşım internet üzerinden Kars’tan alışveriş yapmış fakat aldığı ürün istediği gibi çıkmamış. Hemen başladı satıcıyı yargılamaya. İşte, “Kars’tan insan mı çıkar?”,” Ne olacak, kendini eğitmemiş” ve daha neler neler. Burada yaptığı şey, doğrudan yargılamak! Bir ürüne bakıp bütün bir şehri, orada doğanları, yaşayanları yargılamak, küçümsemek, kötü görmek… Hâlbuki yapması gereken belli; bunu kendisine de söyledim. “Yanlış ürün geldi ise telefonla arayıp satıcıya yanlış yaptığını söylersin. Ürünü iade eder ve yenisini göndermesini rica edersin,” dedim.

Yargılamak ile yanlış olanı söylemek arasında ince ama bir o kadar da kalın bir çizgi var.

İş yerinde veya apartmanınızda yüzünüze kapı kapatan insana “Görgüsüz,” derseniz yargılamış “Lütfen suratıma kapıyı kapatma,” derseniz yanlışını söylemiş olursunuz.

Birine borç olarak verdiğiniz parayı geri alamadığınızda o kişiye “Ahlaksız,” derseniz yargılamış “Zor anında destek oldum ama geri ödemeyerek beni zora soktun. Bu nedenle bir daha sana borç vermem,” dediğinizde yanlışını söylemiş olursunuz.

Dedikodu yapan bir arkadaşınız hakkında “Kendini geliştirmemiş, penceresi dar,” dediğinizde yargılamış “Dedikodu kimseye bir şey kazandırmaz, karma yaratır, yapana zarar verir” dediğinizde yanlışı söylemiş olursunuz. Bu arada sizin arkanızdan konuşan birine de yine yargılamadan “Lütfen arkamdan konuşma, hatam varsa yüzüm söyle,” diyebilirsiniz.

Yaşamın her alanında insanlarla iletişim kurmak zorundayız. İster ailemizle, arkadaşlarımızla, iş arkadaşlarımızla ister yabancılarla olsun, iletişim kurduğumuz insanlarla anlaşmak, uyum sağlamak ve iş birliği yapmak isteriz ancak bazen iletişim kurduğumuz insanlarla aramızda sorunlar çıkar. Bu sorunların birçoğunun kaynağı ise dinlemeden yargılamaktır.

Yaptığı bir işte fatura vermeyen insanı hırsız olarak yargılamak yerine önce neden fatura vermediğini sormak gerekir. Makul bir yanıtı yoksa ve vermek istemiyorsa o zaman bir daha kendisinden alışveriş yapmasınız hatta ilgili yerlere şikâyet de edebilirsiniz ama hırsızlıkla suçlamak yanlış olur.

İş yerinde bir arkadaşınız size yanlış yaptığında gerekçesi hakkında onu tam dinlemeden küçümseyecek sözler söylemek sadece size zarar verir.

İnsanları yargılamak sadece bireysel ilişkileri değil, toplumsal ilişkileri de etkiler. Farklı kültürlerden, inançlardan, görüşlerden veya yaşam tarzlarından olan insanları dışlamaya, ayrımcılık yapmaya veya nefrete neden olabilir ve toplumda kutuplaşma gibi sorunların ortaya çıkmasına yol açabilir.
Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

ÖKÜZÜN SUÇU NE

 

Sevgili okuyucularım, bu ayki bilge hikâyemiz ile beraberiz.

Bir zamanlar, ülkenin birinde arpa, mısır, saman alışverişi yapan zengin bir tüccar varmış. Zenginmiş ama har vurup harman savurmayı da sevmezmiş. Tutumlu bir kişiymiş. Karısı, bir gün demiş ki,

– Çocuğun ayakkabısı eskidi. Yeni ayakkabı almak gerek…

Adam, karısına kızmış:

– Bu nasıl iştir? Annem bana iki üç yılda bir ayakkabı alırdı da babam yine kızardı. Bizim zamanımızda bir ayakkabı beş on yıl giderdi. İnsanlarda namus kalmamış, her şeyi çürük çarık yapıyorlar derdi. Şimdi bizim oğlumuz iki ayda bir ayakkabı paralıyor. Sende hiç mi insaf kalmadı?

Kadın, Suç benim değil, demiş, ayakkabıyı eskiten ben değilim. Kadın bu kızgınlıkla oğluna çıkışmış:

– Sen ne biçim çocuksun… Baban da, ben de bir ayakkabıyı iki yıl giyerdik. Şimdiki zamanın çocuklarında hiç insaf kalmamış. İki ayda bir ayakkabı eskitilir mi?

Oğlan;

– Suç benim değil, siz de biliyorsunuz, ben eskiden bir ayakkabıyı bir yıl giyerdim. Sonra ancak altı ay giyebildim. Şimdi her şey bozuldu yeryüzünde… Bir ayakkabı iki ayda paramparça oluyorsa ben ne yapayım? Satıcılarda ahlak kalmamış. Çürük ayakkabı satıyorlar.

Anne ile oğul, her zaman ayakkabı aldıkları satıcıya gitmişler. Neden çürük ayakkabı yaptığını sormuşlar. Satıcı,

– Bunun suçu benim değil, demiş. Ayakkabıların çürüklüğünden şikâyetçi olan bir siz değilsiniz. Herkes de sizin gibi. Ben de bu çürük ayakkabıları beğenmiyorum. Ama ne yapayım ki, şimdi zaman değişti. İnsanlarda ahlak kalmadı. Kunduracılar, hep böyle çürük kundura yapıyorlar.

Kunduraların çürüklüğünden o denli çok yakınmış ki, satıcı da, kunduracıya gidip, neden sağlam kundura yapmadığını sormuş. Kunduracı,

– Bunda benim suçum yok, demiş. Ben kundura yapmak için aldığım gereçlere, eskisinden daha çok para veriyorum. Ama ne kadar çok para versem işe yaramıyor. Eski insanlar daha namusluydu. Sağlam gereç satarlardı. Şimdiki köseleler, deriler çürük dayanıksız. Bunda benim hiç suçum yok.

Kunduracı sinir içinde, deri kösele aldığı tüccara gitmiş. Neden dayanıksız, çürük deriler, köseleler sattığını sormuş. Derici,

– Benim hiç suçum yok, demiş. Ben dayanıksız deri, kösele satıp da, alıcılarımı kaçırmak ister miyim? Ama zaman değişti kardeşim. Şimdi insanlarda ahlak, namus kalmadı. Kaç deri fabrikası değiştirdim. Hepsi de kötü, dayanıksız deri yapıyor.

Derici, işi bu kadarla bırakmamış. Alışveriş ettiği fabrikanın sahibine gitmiş.

– Sizin çürük derileriniz, köseleleriniz yüzünden ben utanılacak duruma düşüyorum…

Fabrikanın sahibi de,

– Ne desen doğru, kardeşim, demiş. Ama benim hiç suçum yok… Eski zamanlarda fabrikamızda işlemek için aldığımız ham deriler sağlam çıkardı. Şimdi insanlarda hiç ahlak kalmamış. Hem eskisinden pahalı, hem de çürük deri satıyorlar…

Fabrikanın sahibi, kendisine ham deri satan tüccara, gelen şikâyetleri anlatmış. Deri tüccarı,

– Çok doğru, demiş, şimdiki deriler eski deriler gibi sağlam çıkmıyor. Ama derilerin sağlam olmaması benim yüzümden değil. Biz bu derileri mezbahaya kasaplık hayvan getiren sürü sahiplerinden alıyoruz. Eskiden, insanların ahlakı gibi, aldığımız deriler de sağlamdı.

Deri tüccarı da, kendisine öküz derileri satan sürü sahibine çıkmış. Sürü sahibi,

– Bunda benim suçum yok, demiş. Şimdi zaman değişti. Yalnız insanların ahlakı değil, öküzlerin derisi de bozuldu. Ben size kendi derimi satsam, neden çürük deri satıyorsun diye bana kızmaya hakkınız var. Ama ben size kendi derimi değil, öküzün derisini satıyorum. İnanır mısınız, öküzlerde bile namus kalmadı. Suç benim değil, öküzün.

Sürü sahibi, sürekli şikâyetler karşısında, mezbahaya götüreceği öküzlerden birini yakalamış. Ona şöyle söylemiş:

– Beni tüccara karşı utandırmaktan hiç sıkılmıyor musun? Senin yüzünden bana çıkışıyorlar. Siz öküz milletinin derileri eskiden daha sağlam olurdu. Şimdi deriniz bile bozuldu.

Öküz, boynunu bükmüş, şöyle söylemiş:

– Bunda biz öküzlerin en küçük suçumuz yok. İşte, beni ele alın. Ben, bütün gücümle, etimle, boynuzumla, gübremle, derimle sahibime yararlı olmaya çalışıyorum. Nasıl olsa insanlar beni kesip derimi yüzecekler. Hiç insanlara daha sağlam, daha kalın deri vermek istemez miyim? Ama ne yapayım ki zaman değişti şimdi. Bizim derilerimiz, babalarımızın derileri gibi sağlam, dayanıklı olmuyor. Ama buna ben ne yapabilirim? Derimi kalınlaştırmak, sağlamlaştırmak elimde değil… Önüme arpa diye koydukları şeyin yarısı toprak, kum… Saman diye çürümüş ot veriyorlar. Hem de eskiden verdiklerinin yarısı kadar bile değil… Bu kadar yemle işte bu kadar deri olur.

Öküz, derisinin aşağılanmasından çok üzülmüş. O üzüntüyle, sahibine gitmiş:

– Neden bana iyi bakmıyorsun? Demiş, hem az, hem de karışık, bozuk yem veriyorsun. Kemiklerim irileşmiyor, derim kalınlaşmıyor. Senin yüzünden suçu öküzlere yüklüyorlar.

Öküzün sahibi şöyle demiş:

– Doğru söylüyorsun ama suç benim değil. Biliyorsun, benim küçük tarlamdan çıkan arpayla saman hayvanlarıma yetmiyor. Ben de gidip, arpa, saman tüccarından sizin için saman, arpa alıyorum. Bay Öküz, şimdi dünya değişti. Namuslu kişi kalmadı. Arpa tüccarı, hem fiyatları artırdı, hem de karışık, katkılı mal satıyor. Ben de sana eskisi kadar bol ve iyi yem veremiyorum.

Adam, Öküzün sözlerine öylesine alınmıştı ki, hemen arpa tüccarına gitmiş. Neden hayvan yemlerini karışık, bozuk, pahalı sattığını sormuş.

Tüccar;

– Çok doğru söylüyorsun, demiş. Ama benim bunda hiç suçum yok. İnsanlarda ahlak kalmadı. Zamanlar çok değişti. Eskiden oğluma aldığım bir ayakkabı bir yıl giderdi. Şimdikiler iki ay zor dayanıyor. Hem daha pahalı, hem de çürük…

Yalnız ayakkabı mı?.. Elbise de, giyecek de, yiyecek de, her şey buna göre… Çoluk çocuğumun geçimini sağlayabilmek için, başkaları bana ne yapıyorsa, ben de onlara öyle yapmak zorunda kalıyorum. Ama bunu istemeden yaptığıma inan…

Benim hiçbir suçum yok.

Arpa Tüccarı, o kızgınlıkla kunduracıya gitmiş. Kunduracı, fabrikaya, fabrikanın sahibi ham dericiye, ham derici sürü sahibine, sürü sahibi Öküze, Öküz kendi sahibine, Öküzün sahibi arpa tüccarına gitmiş. Herkes diğerinde suçu aramış.

Şimdi zamanlar değişti. İnsanlarda namus, ahlak diye bir şey kalmadı…
Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

GÜNÜN MESAJI

Bir insan tek başına oturuyormuş. Hüzne gark olmuş. Bütün hayvanlar ona yaklaşıp şöyle demişler, “Seni böyle hüzünlü görmek, hoşumuza gitmiyor. Ne istiyorsan onu (sana) getireceğiz.” İnsan, “İyi görebilmek istiyorum.” demiş. Akbaba, “Benim yeteneğimi alabilirsin.” demiş. İnsan, “Güçlü olmak istiyorum” demiş, “Güçlü olmak istiyorum…”. Jaguar şöyle cevap vermiş, “Benim gibi güçlü olacaksın.”. Daha sonra insan, “Dünya’nın gizemlerini öğrenmek istiyorum.” demiş. Yılan, “Sana onları göstereceğim.” demiş. Öbür hayvanlarla da bu böyle devam etmiş. İnsan, onların verebileceği bütün hediyelere sahip olduktan sonra oradan uzaklaşmış. Ondan sonra, Baykuş öbür hayvanlara şunu söylemiş, “İnsan artık bir çok şeyi biliyor ve bir çok şeyi yapabilecek kabiliyette…”.

Geyik şöyle konuşmuş, “İnsan, ihtiyaç duyduğu her şeye sahip. Şimdi hüznü son bulacaktır.”. Baykuş, “hayır” demiş. “İnsanın içinde bir delik gördüm, asla doyuramayacağı bir açlık kadar derin… Bu onu hüzne ve istemeye yöneltmektedir. Almaya ve toplamaya devam edecektir. Günün birinde Dünya, şunu söyleyene kadar, “Tükendim, sana verecek hiç bir şeyim kalmadı!…”

Kızılderili-Siyu Kabilesi

Bencilik insanın sonunu hazırlar.
Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

 

BARIŞ BENİM İLE BAŞLAR – 18

Sevgili okuyucularım, bu ay ki “ho’oponopono” adı verilen bir arınma çalışmasını paylaşıyorum. Bu ay da farklı konular için aynı şekilde yapmanız gereken bu arınma çalışmasını dört madde hâlinde paylaşıyorum. Düzenli olarak yaptığınızda gerçekten kendinizde inanılmaz bir olumlu değişiklik göreceksiniz. Özellikle zihniniz, ne kadar berraklaşırsa o kadar huzurlu olur. En önemlisi berrak bir zihin her zaman doğru karar almanızı sağlar. Çünkü zihin olumsuzluklarla dolu olduğu zaman doğru karar bile alamıyorsunuz. Disiplin ve azimle yapılan çalışmalardan her zaman olumlu karşılık alınır. Çalışmaya geçmeden önce bununla ilgili kısa bir bilgi vermek istiyorum. Geçen ay bu bilgiyi paylaşmıştım fakat belki ilk defa okuyacak olanlar vardır. Onlar için yinelemekte fayda görüyorum.

Ho’oponopono yöntemi; karşımızdaki insanın yaşadığı bir sorunu duyduğumuz, öğrendiğimiz anda bizim sorunumuz olarak algılayıp kendi içimizde bundan arınarak karşımızdakini de arındırma yolunu öğretiyor. Sadece insanları değil her şeyi arındırıp temizlemenin yoludur bu. Olumsuz durumlardan kurtulmanın bir yöntemidir.

Ho’oponopono, Havai halkının kullandığı bir kendini arındırma yöntemidir. Bu yöntemi Joe Vitale’in kitabı “Zero Limit” aracılığı ile batı dünyasına tanıtan ve meşhur eden kişi Dr. Ihaleakala Hew Len oldu. Doktorasını Iowa Üniversitesi’nde yapmış olan Dr. Ihaleakala Hew Len, uzun yıllar Havai Devlet Hastanesi’nin suç işleyen akıl hastaları ile ilgilenen adli biriminde uzman psikolog olarak çalışmış. Hastalarıyla elde ettiği mucizevi sonuçlar çok ilgi çekmiş. Kullandığı yöntemler öyle etkiliymiş ki zamanla yatan hastaların tümü taburcu edilmiş, sonunda dört yıl içinde birim kapatılmış. Dr. Len’in kullandığı bu yöntem, 1982 Kasım’ından beri güncelleştirilmiş Ho’oponopono uygulaması yapan Hawaiili şaman Morrnah Nalamaku Simeona sayesinde ortaya çıkmış. Tüm dünyada bu yönteme ün kazandıran, öğrencisi Dr. Ihaleakala Hew Len ve Joe Vitale oldu.

Şimdi çalışmaya geçelim:

1) Kendi ihtiyaçlarım yerine başkalarının ihtiyaçlarını önemsememe ve kendime öncelik vermeme yol açan içimde bana aileme atalarıma ait her ne varsa her ne oluyorsa hepsi bütün zamanlarda, bütün boyutlarda, bütün evrenlerde temizlenip arınıp şifalanıp sıfır noktasına ulaşana kadar andan ana ho’oponopono “

Seni seviyorum

Özür dilerim

Lütfen beni affet

Teşekkür ederim.

Niyeti bir kere 4 cümleyi istediğiniz kadar kendinizi rahatlamış hissedene kadar tekrar edebilirsiniz.

2) Fiziksel, duygusal, zihinsel ve ruhsal olarak özgürleşmemi engelleyen içimde bana aileme atalarıma ait her ne varsa her ne oluyorsa hepsi bütün zamanlarda, bütün boyutlarda, bütün evrenlerde temizlenip arınıp şifalanıp sıfır noktasına ulaşana kadar andan ana ho’oponopono”

Seni Seviyorum

Özür Dilerim

Lütfen Beni Affet

Teşekkür Ederim

Niyeti bir kere 4 cümleyi istediğiniz kadar kendinizi rahatlamış hissedene kadar tekrar edebilirsiniz.

3) Hayatımda gerekli olan değişimleri görmemi ve bu değişimleri kolaylıkla yapmamı engelleyen içimde bana aileme atalarıma ait her ne varsa her ne oluyorsa hepsi bütün zamanlarda, bütün boyutlarda, bütün evrenlerde temizlenip arınıp şifalanıp sıfır noktasına ulaşana kadar andan ana ho’oponopono”

Seni Seviyorum

Özür Dilerim

Lütfen Beni Affet

Teşekkür Ederim

Niyeti bir kere 4 cümleyi istediğiniz kadar kendinizi rahatlamış hissedene kadar tekrar edebilirsiniz.

4) Kendime, insanlara ve hayata karşı öfkeli olmama yol açan içimde bana aileme atalarıma ait her ne varsa her ne oluyorsa hepsi bütün zamanlarda, bütün boyutlarda, bütün evrenlerde temizlenip arınıp şifalanıp sıfır noktasına ulaşana kadar andan ana ho’oponopono “

Seni seviyorum

Özür dilerim

Lütfen beni affet

Teşekkür ederim.

Niyeti bir kere 4 cümleyi istediğiniz kadar kendinizi rahatlamış hissedene kadar tekrar edebilirsiniz.

Kaynak: Dr.Ihaleakala Hew Len ve Berna Özcan

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

 

YENİLİK

Sevgili okuyucularım, iki hafta aradan sonra tekrar anılarla beraberiz. Sandıktan çıkarılan her anı, insanı eskilere götürüp o günleri yeniden yaşatıyor. İşte, daha sandığın kapağını açarken ortaokuldaki ergen kız oluyorum yeniden.

Yaz dönemi artık bitmişti. Yeni eve taşınma, yerleşme, halam ve kuzenlerimin her yıl olduğu gibi Almanya’dan gelip bizde bir ay kalması derken artık eylül ayı gelmiş, okullar açılmıştı.

O yıl erkek kardeşim ortaöğretime başladı. Kendisi Fenerbahçe Lisesine gitmek istiyordu. Bunun için birden fazla nedeni vardı. Fenerbahçe takımını tutuyordu, ilkokuldan bazı arkadaşları da aynı okula gidecekti, üstelik okul, bize 15 dakikalık yürüme mesafesindeydi. En önemlisi de hem ortaöğretim hem de lisesi olduğundan liseyi de orada okuyabilecekti. Böylelikle Fenerbahçe Lisesine kaydı yapıldı.

Ağabeyim mesela, bu konuda sıkıntı yaşamıştı. Ortaöğretimde gittiği Göztepe Ortaokulunun lise kısmı olmadığı için ticaret lisesinde okumaya başlamıştı. O yıl ağabeyim için de önemliydi. Lise son sınıfa geçmişti. Üniversiteye hazırlık için iyi bir kursa yazılmak istedi ve yazıldı. Beşiktaş’ta Fen Bilimlerine gidiyordu. Hafta sonları kursa devam ettiği için artık cumartesi günleri babamın yanına gitmiyordu. Hafta içi öğleden sonra, okul dönüşü gidiyordu. Ağabeyim üniversitede mühendislik eğitimi almak istiyordu kendisi fen dalında başarılıydı.

Bu arada ablam da üniversiteyi bitirmiş ve iş aramaya başlamıştı. Ortanca yengem kendisine “Niye bu kadar acele ediyorsun? Biraz dinlen, tadını çıkar,” diyordu fakat ablam o niyette değildi, bir an önce çalışma hayatına atılmak, mesleğini yapmak istiyordu. Ablamın karakteri evde oturmaya yatkın değildi, o daha çok dışarıda olmaktan, gezmekten, çalışmaktan mutlu oluyordu.

Ben, ortaokul üçüncü sınıfa başladım o yıl. Bütün yazı, hangi öğretmenlerle devam edeceğimizin merakı içinde geçirmiştim. Önceki sene gelen öğretmenlerden yine gelmesini arzu ettiklerim vardı. Çünkü hem memnun olduğum hem de alıştığım öğretmenlerin değişmesini istemiyordum. Ders işleme, not verme ve sınav biçimini bildiğiniz bir öğretmenin yerine başka bir öğretmen geldiğinde insan ister istemez önyargılı davranıyor. Belki o anda farkında olmuyor o önyargılı davranışının fakat zaman ilerleyip farkındalıklar artınca görüyor bunu.

Öğretmenlerimde değişiklik olunca ilk baktığım öğrencilere yaklaşımı olurdu. Hani derler ya, gelen gideni aratır, bu söz her zaman için geçerli değil. Ben bunu okul yıllarında yeni gelen bazı öğretmenlerimde yaşadım. Ders anlatım biçimlerinin, öğrenciye yaklaşımlarının ne kadar iyi olduğunu gördüm ve önyargılı davranmamak gerektiğini kavradım. Çünkü sonra insan söylediği sözden pişman olabiliyor. Tabii ki bazı öğretmenlerin ve arkadaşların yeri doldurulmaz. Bu da o insanın davranışıyla; davranışlarının sevgi dolu olması ve değer vermesiyle ilgili.

O dönemlerde beni üzen hiçbir arkadaşım yoktu çünkü kendim seçiyordum. Beni üzmeyecek kişilerle arkadaşlık yapıyordum. Fakat tabii ki öğretmenlerimi seçemiyordum. Gelen öğretmeni sert bulmuşsam, öğrencilere nasıl davrandığını anneme anlatırken o zaman ego ne demek bilmediğim için “Çok ters ve sinirli,” diyordum. Annem, “Sınıfta bir şey yapıyorsunuz ki sinirleniyor,” deyince “Hayır,” diyordum, “kimse bir şey yapmasa da öğretmenin yüzünden sinirli olduğu görünüyor.”

Gerçekten öyledir, bazı öğretmenler daha sınıfa girer girmez yüzlerinde sert bir ifade belirir. Sanki kavgacı bir yapısı var gibi görünür. Burada yine önyargılı davranmış olsam da genelde o görüntü gerçek oluyordu. Çünkü gerçekten insanın içindeki kargaşa yüzüne vuruyor. Sakin olan öğretmenler daha farklı davranıyor ve ders anlatıyordu. Benim hayatımda bazı öğretmenler ve arkadaşlar iz bırakmıştır. Özellikle tarih öğretmenim Süreyya Hanım ve edebiyat hocam Bengisu Hanım.

Okulumuzun iki binası vardı, eski olan tarihi binada sınıflar büyük, koridorlar uzun ve tavanlar yüksekti. Diğer bina daha yakın tarihlerde yapılmıştı. Ortaokul üçüncü sınıfta eski binaya geçtik. Buna çok sevindim çünkü bu binayı seviyordum. Koridorların uzun olması, sınıf kapılarının üst kısmının cam oluşu, kapıda uzanıp camdan içeri bakınca hangi sınıfta hangi öğretmenin olduğunu görmek, sınıf pencerelerinin hem daha yüksek olması hem de bahçeye bakması hoşuma giden şeylerdi. Soğuk havalarda dışarı çıkamadığımızda arkadaşlarımla o uzun koridoru baştan başa yürüyerek sohbet ederdik.

Sınıfımıza yeni arkadaşlar da gelmişti. Ayrıca ikmali veremeyip sınıfta kalan arkadaşlarım da olmuştu. İçlerinden birkaçına üzülmüştüm. Çünkü ders bakımdan tembel olabilirlerdi ama karakter olarak anlaşıyordum.

Kardeşim yeni okuluna hemen adapte oldu. Arkadaşlık konusunda sıkıntı çekmezdi çünkü herkesle konuşur öyle çok fazla gözlemlemezdi. Onun amacı arkadaşlarıyla oyun oynamak ve eğlenmekti; eğlenceyi seviyordu. Derslerini ihmal etmezdi ama ders çalışmaya ağabeyim gibi düşkün de değildi. Arkadaşlarına ise çok bağlıydı özellikle anlaştığı arkadaşlarını kolay kolay bırakmıyordu.

Bu arada apartmanda boş olan daireler yavaş yavaş doluyordu. Bazıları ev almış bazıları kiracı olarak gelmişti. Yeni komşularımız olmaya başlamıştı ama annem hemen öyle giderim ve tanışırım, diyen bir yapıda değildi. Zaten buna pek vakti de yoktu. Evi işlerinden ve sürekli hem oturmaya hem de yatıya gelen akraba ve tanıdıklardan fırsat olmuyordu. Kapının zilini çalan geliyordu, bize önceden sormak yoktu. Bu kalabalık yaşantının içinde en çok hoşuma giden ise annemin misafirler için yaptığı çeşit çeşit kurabiyelerdi.

Ablamın iş arayışı sürüyordu. Bir gün bir arkadaşı babamın işyerine gidip bir şirketin eleman ihtiyacı olduğunu, ablamın da mutlaka başvurmasını söylemiş. O sırada ortanca amcam da orada olduğu için haberi duyunca çok ilgilenmiş. Ortanca amcam bizim her türlü sorunumuzla ilgileniyordu. Babam akşam gelip söyleyince ablam sanki yeniden üniversiteyi kazanmış gibi çok sevindi. Ertesi gün gidip hemen başvuracaktı.

Evde konuşulan, ablamın işe girmesinin, bu işte sadece tecrübe kazanması ve işi öğrenmesinin önemli olduğuydu. Amcam, “Maaş önemli değil. Az da verseler kabul et, iş tecrübesi edinmek daha önemli,” dedi. Ertesi gün ablam, Altunizade’ye gidip Sezai Türkeş ve Fevzi Akkaya’nın şirketine mimar olarak başvurdu ve kabul edildi. Ne zaman başlayabileceğini sorduklarında ablam hemen başlayacağını söylemiş. Ortanca amcam çok mutlu olmuştu çünkü o da ablamın çalışmasını ve mesleğinde ilerlemesini çok istiyordu.

Ablam da heyecanlıydı çünkü hayatının yeni bir dönemi başlıyordu; iş hayatına atılıyordu hem de mesleğini yapacaktır.

Ablamı böyle heyecanlı görmek, iş hayatına girmesi beni de çok heyecanlandırdı ve heveslendirdi. Hemen büyümek ve okulları bitirip iş hayatına girme isteği uyandı içimde. Ama daha orta son sınıftaydım. Hangi alana yöneleceğimizi lisede belirleyebiliyorduk. Bunun için fen ve edebiyat dallarından birini seçme hakkımız vardı fakat fen sınıflarında okuyabilmek için ortaokuldayken fen ile ilgili derslerin yüksek olması gerekiyordu. Ben edebiyat sınıfını tercih etmeye daha ortaokuldayken karar vermiştim. Çünkü edebiyat ile ilgili dersler daha çok ilgimi çekiyordu ve seviyordum. Sosyal alanında okumayı düşünüyordum.

İnsan kendini tanıdığı zaman daha öğrenciyken bile hangi alanda başarılı olacağını bilir. Sözel bölümlerden birinde okursam daha mutlu olacaktım. Ayrıca sporu da çok sevdiğim için spor dalında başarılı olacağımı da biliyordum.
Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

MANEVİYAT ENERJİSİ RUHU ÖZGÜRLEŞTİRİR

Sevgili okuyucularım, 14 Haziran 2022 tarihli “İlahi Adalete İnancı Olanlar Yapmaları Gerekeni Bilirler” başlıklı yazımda zamanı geldiğinde maneviyat enerjisinden bahsedeceğimi söylemiştim. Aradan iki buçuk yıl geçti ve artık bu konudan söz etmenin zamanı geldi.

“Tıpkı bir mumun ateş olmadan ışık veremeyeceği gibi, bir insanın da maneviyat taşımadan aydınlanabilmesi mümkün değildir.” (Buddha)

Maneviyat enerjisini herkes bakış açısına göre farklı tanımlar ve yaşamında uygular. Bu yazımda kendi düşüncelerimi belirteceğim.

Bana göre maneviyat enerjisi tam olarak insanın iç huzuru ve mutluğunu yakalamış olmasının bir sonucudur.

Bu iç huzuru ve mutluğunun kaynağı ise ruhunun dinginliğe kavuşmasıdır. Tabii buna ulaşmak için insanın önce kendi ile ilgili sorunlarını çözmüş, kendisi ile barışmış olması gerekiyor.

Maneviyat enerjisine sahip olan insanlar birçok zorluğun üstesinden gelir çünkü devreye inanç girer. Gerçek anlamda inancı olan insanın içindeki sevgi güce dönüşür ve her türlü zorluğun aşılmasını sağlar. Manevi enerjinin iki temel taşı sevgi ve gerçek anlamda, tamamen inançlı olmaktır.

Kabul edelim ki hayat her zaman güzellikler sunmuyor, kendimizi değiştirmemize neden olan sınavlar da getiriyor. Eğer tamamen inanmışsak içimizde büyüttüğümüz sevgi, sınavları geçmemizin anahtarı olur. Gerçek anlamda inançlı olmaktan kastım tam teslimiyettir.

Tabii herkesin inancı kendine göredir. Elden hiçbir şeyin gelmediği, çaresiz kalınan zor durumlar karşısında kimi Allah’a dua eder kimi meditasyon yapar kimi namaz kılar. Önemli olan ne yaptığından çok nasıl yaptığıdır. Tamamen inanarak ve tamamen teslimiyetle yapılan her şey sevgiyi ve maneviyat enerjisini çoğaltır. Yoksa ihtiyaç duyduğunda inanıp sonra inanmamakla olmaz.

Bir başka nokta da şu: Birçok insan “Maneviyat enerjisi var bende,” diyor ve dua ettiğinden, namaz kıldığından ya da meditasyon yaptığından söz ediyor ama olumsuzluklar yaşadığı zaman o korkular, endişeler, kaygılar öfkeler yeniden devreye giriyor. Daha doğrusu yine zihni başlıyor çalışmaya ve o ruhunun dinginliği kayboluyor çünkü kontrolü kendisi tekrar eline alıp o olumsuzluktan çıkmaya çalışıyor. Bu durumda sevgiden, inanç ve teslimiyetten, sonunda da maneviyat enerjisinden uzaklaşmış oluyor.

Diğer taraftan bazı insanların hayatında maddiyat önceliklidir. Sevgiye,  mutluluğa ve huzura maddiyat ile kavuşacağını, sorunların çözüleceğini sanır. Aslında insanın gerçek anlamda iç mutluluğunu bulması için o öz sevgiyi yakalaması gerekiyor.

Bir başka önemli nokta ise insanların şu büyük ön yargısıyla ilgili: “Bir kimse dua ediyor, namaz kılıyor, oruç tutuyor ise maneviyat enerjisi yüksektir, o kimseye zarar vermez.” Hâlbuki maneviyat enerjisi sadece bunları yapmak demek değil ya da bunları yapan kişi gerçek anlamda ahlaklı bir davranış gösterecek demek değil.

Maneviyat enerjisine sahip olmak gerçek anlamda (evrensel) sevgi enerjisine sahip olmaktır. Evrensel sevgi, Allah’ın yarattığı bütün canlılara konuşmadan, görüşmeden de o sevgiyi akıtmaktır.

Seyahatlerimde, özellikle de Güney Asya ülkeleri Laos ve Sri Lanka’da bu maneviyat enerjisini çok hissettim. İnsanlar öyle doğal ki tanışıp konuşmadan, yolda yürürken bile o sevgi enerjisini hissediyorsunuz. Yüzlerine baktığımda iç mutluluğu bulduklarını rahatlıkla gördüm. Maddeden uzak bir anlayıştalar, hayatlarında birinci sıraya maneviyatı koymuşlar. Kaldığım otellerde odalara ücretsiz yiyecek ve içecek bırakıyorlar.

Şimdi o insanların durumuna bakıp hiçbir sorunlarının olmadığını, hiç parasızlık yaşamadıklarını söyleyebilir miyiz? O insanlar sadece sevgiyi hayatlarına geçirmiş. Çoğu insan sevgi ya da maneviyat enerjisini dilinden düşürmeyip yaşantılarında başka türlü davranırken bu insanlar sizi olduğunuz gibi kabul ediyor.

Maneviyat enerjisine sahip olan insan etrafına güzellik verir. Herhangi bir cimrilik yapmaz. Gelecek ile ilgili korkusu olmaz. O sadece ruhunun aydınlanmasını sağlamak, güzel bir ruh olmak ister. O ruh ile önce kendine sonra etrafına faydalı olur.

Maneviyat enerjisine sahip olanlar insanları kategorilere ayırmaz; mevkisine, ününe, malına mülküne bakmaz; sadece insanlığına bakar. Herhangi bir menfaat için yanaşmaz. Dürüstçe söyler. Beddua etmez, kötü sözler söylemez. Kötü düşüncelere kapılmaz çünkü maneviyat enerjisi ile kendi içsel yolculuğu esnasında karşılaştığı bütün zorlukların üstesinden geleceğini bilir.

Bundan iki sene önce bir arkadaşım telefonla arayarak bir zorluk yaşayan çok yakın arkadaşının şifalanması konusunda benden yardım istedi. Ben de kabul ettim. O konuşmamızda arkadaşının maneviyat enerjisinin çok yüksek olduğunu da söyledi. Bir yorum yapmadım ama o anda içime gelen hisle arkadaşımın söylediğine inanmadım çünkü ona göre öyledir.

Sonra söz ettiği o arkadaşıyla yaptığımız telefon görüşmesinde bir baktım ki maneviyat enerjisinden eser yok. Konuşmamız boyunca sevgi enerjisini hissetmedim. Sürekli dünyevi şeyleri almaktan söz etti. Elinde iki tane ev varsa üçüncüsünü almak istiyor, çok kazanmak istiyor, mutluluğu dışarıdaki imkânlarla bulmak istiyor. Maddi istekleri neredeyse sonsuz…

Onu bana yönlendiren arkadaşımla bir sonraki görüşmemizde “Maneviyatı yüksek dediğin arkadaşın sürekli mal mülk yapmak istiyor. Bu nasıl maneviyat enerjisi? Elindekine hiç şükretmek yok, hep istemek peşinde,” dedim. Arkadaşım hayal kırıklığı içinde “Konuşurken öyle değildi,” dedi. İşte insanların en büyük yanılgıya düştüğü ya da ön yargılı davrandığı nokta da bu! Maneviyat enerjisine sahip olduğunu söyleyen ya da ağzına Allah kelimesini alan herkes tam olarak inançlı veya maneviyat enerjisi sahip demek değil.

Maneviyat enerjisinde sevgi olduğu için ona sahip olanlar elindekilere şükreder, aç gözlülük yapmaz, kimsenin hakkına girmez. Kendisine zarar veren kişilere herhangi bir olumsuzluk düşünmeden, kimsenin kötülüğünü istemeden hayatını tam olarak sevgi içinde, iç huzuru ve iç mutluluğunu bulmuş olarak yaşar.

Güney Asya ülkelerinde yaşayanlar için Lotus çiçeği çok önemli. Bataklıkta yetişen Lotus çiçeği saf kalabilmeyi temsil ediyor. İnsanların da her türlü kötülüğe rağmen bir Lotus çiçeği gibi özünde saf kalabilmesi için ruhun aydınlanması gerektiğine inanılıyor.

Peki, maneviyat enerjisinin varlığı nasıl anlaşılır? Maneviyat, belirli bir iç huzuruna eriştiğinde kişinin içinde uyanır. İnsan, bedeni, zihni ve ruhu ile bir olur. Hiçbir şey onu korkutmaz. Her zaman huzuru kendinde aradığı için mutlu olur. Açık bir kalp ve zihin ile tüm zorlukların üstesinden gelir. Madde olan hiçbir şeyi sevmez. Hayatını sadeleştirmiştir, sade ve doğal yaşar. Her türlü gösterişten uzaktır. Manevi enerjiye sahip olan insan için sadece ruhen özgür olmak önemlidir.

Maneviyat enerjisine sahip insan Allah’a tamamen teslim olur, teslimiyetinin derecesi koşullara göre değişmez. Korkulardan vazgeçip (yalnızlık, reddedilme, terk edilme, başarısızlık, parasızlık vb.) mutlu taraflarını yakalamaya odaklanan insanın maneviyat duygusu çok güçlü olur. Manevi enerjiye sahip insan sürekli para konuşmaz, dedikodu yapmaz, olumsuz duygular ve düşünceler barındırmaz.

Dünyayı daha iyi hâle getirmek için olumlu düşünceler, duygular besler. Sözlerinde nezaket vardır. Her zaman yardım eli uzatmanın yollarını arar.

İbadetlerini yerine getirdikten sonra olumsuzluk yapan insanın maneviyat enerjisinden söz edilemez çünkü ibadet ile sadece görevlerini yerine getirmiştir. Oysa maneviyat enerjisinde dürüst olup hiç kimsenin maddi ve manevi hakkını yememek, dünyanın malından mülkünden uzak olup ruhu zenginleştirmek vardır.

Ruhu zenginleştirmek için o ruhu aydınlatmak çok önemlidir. Birçok insan manevi enerjiye sahip olduğunu düşünür ama ruhunun özgürleşmediği görülür. Ben manevi enerjiyi ruhun özgürleşmesi ve aydınlanması olarak, Allah’a teslimiyet olarak görürüm. İbadet edenin manevi enerjisi vardır ama yüzeyseldir, derinlik yoktur. Maneviyat enerjisine sahip olan karma almaz.

Yaşadığım bir örneği anlatayım. Akraba, tanıdık, arkadaş; etrafımdakilere bakıyorum oruç tutup dua ediyorlar ve namaz kılıyorlar ama sonra dedikodu yapıyorlar, bizzat şahit oldum. Sizin de etrafınızda vardır. Bir arkadaşa  “Önce kalbini temiz tut,” deyince “Kalbim temiz değil mi?” diye sormuştu. Ben de “Yüzüme söyleyemediğin şeyi arkamdan konuşup sonra yüzüme gülüyorsun. İşinin görülmesi için yaptığın gülücükler ve sevgiler sahte,” demiştim. Bu insan da oruç tutup namaz kılıyordu. Hep söylediğim gibi, insan önce ruhunu arındırmalı. Ben burada kimsenin ibadetini yargılamıyorum, eleştirmiyorum. Sadece manevi enerjiye ben böyle bakıyorum.

Egolar, korkular ve dünyanın malına tapmakla maneviyat enerjisi olmaz.

Manevi enerji ne kadar yüksek ise ruh o kadar aydınlanıyor.

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve Işıkla!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com