ÖFKELİ İNSANLARA BAKIŞ AÇIM

Sevgili okuyucularım, en son 18 Mart 2025 tarihinde yazdığım anılarıma kaldığım yerden devam ediyorum. Ortaokul 3. sınıf öğrencisi olduğum o günlere gidiyor ve sandıktan bir anıyı daha serbest bırakıyorum.

Anneannem ve dayımların Malatya’dan İstanbul’a taşınması tam 2,5 sene olmuştu. İlişkilerimiz oldukça iyiydi, güzel şeyler yaşıyorduk birlikteyken. Aslında güzel şeylerin yaşanmasına vesile olan insanlardır. Dayım, şakacı ve neşeliydi. Öfkesine hiç şahit olmadım. Bu benim için önemliydi. Çünkü bana göre en olumsuz davranış öfkedir.

Etrafımda öfkeli insanların olmasından, öfke anında seslerini yükseltmelerinden rahatsız oluyordum. Buna okuldaki birkaç öğretmen de dâhildi. Öfke ile otorite kurmaya çalışıyorlardı. Bazı öğretmenler ise öğrencinin hatalarını söylerken hiç öfkelenmiyor, sesini yükseltmiyordu. Örneğin basketbol antrenmanlarında öğretmenimiz yumuşak üslupla yapmamız gerekenleri söylüyordu. Bu yüzden onunla rahat iletişim kurabiliyor, istediğim soruyu sorabiliyordum. Öfkeli insanlarla iletişime geçmek, sorum varsa bile sormak istemiyordum. Çünkü cevabı öfkeli bir üslupla alacağımı biliyordum.

O yaşta, bu insanların neden bu kadar öfkeli olduklarını soruyordum kendime. Ortanca amcam için de soruyordum. Niye diğerleri hataları öfkelenmeden söylerken bunlar öfkeli ve sesini yükselterek, kırıcı üslupla söylüyor, diye çok düşünüyordum. Sonra nedenin kendilerinde olduğunu anladım. Tabii farkındalık artıkça insanların davranışlarının temelinde sadece başkalarının hatalarının değil kendileri ile olan sorunlarının yattığını anlıyorsunuz.

Ablam, iş hayatına atıldığı için iş hayatında karşılaştığı insanları ve onların davranışlarını anlatırdı. Onu dinlerken kendi farkındalığımla okul ve iş hayatının benzemediğini o yaşımda kavramaya başladım. Bu durum beni iş arkadaşlığı ile okul arkadaşlığının farkını irdelemeye, daha çok sormaya yöneltti. Ablam da arkadaşlıkta seçicidir ama ben çok seçiciyim. Ablam, “Okul arkadaşlığı çok farklı,” diyordu. İş hayatında para kazanmak söz konusu olduğu için rekabet ve hırsın kaçınılmaz olduğunu söylüyordu.

“Çünkü iş hayatında yükselmek, maaşının artması ve en önemlisi o işte kalmak için çalışmak zorunda kalıyorsun. Tabii ki okulda da başarılı olmak, iyi notlar alıp sınıfını geçmek için derslerine çalışmak zorundasın ama okulda rekabetin sadece kendinle oluyor. İş hayatında ise rekabet insanlar arasında. Hele büyük bir şirkette çalışıyorsan bu kaçınılmaz,” diyordu ablam.

Okuldaki arkadaşlıkların daha saf olduğunu anlatıyordu. “Ama iş hayatında çok farklı insanlarla karşılaşıyorsun,” diyordu, “çünkü senden yaşça büyük ve tecrübeli insanlarla çalışıyorsun. Okul arkadaşların ise ya seninle aynı yaştadır ya da en fazla 1 yaş büyük veya 1 yaş küçüktür. Aslında iş hayatında insanların egoları ön plana çıkıyor, “diyordu.

Çalıştığı şirkette yaşadıklarından örnekler veriyordu. Birkaç arkadaşıyla daha yakın görüştüğünü, diğerlerine mesafeli davrandığını, mesleğinde ilerlemek ve daha çok öğrenmek, bilgi sahibi olmak için öğlen aralarında, yemek saatlerinde tecrübeli insanlarla vaktini geçirdiğini anlatıyordu. Bana, “Okuldaki arkadaşlıkları iş hayatında bekleme,” diyordu.

Merakla soruyordum ablama, “Beraber iş yaptığın arkadaşların öfkeliler mi veya müdürün öfkeli mi?” Ablam, müdürlerin bazılarının öfkeli olduğunu söylüyordu: “Bazı müdürlerin kendi aralarında bile öfkelenip ses tonlarını yükselttiğine, bağırdıklarına şahit oldum zaman zaman.”

Bu kez, onlar öfkelendiğinde kendisinin ne yaptığını soruyordum. “İşimi yapıyorum,” diye yanıt veriyordu.

Ablamın anlattıklarından şu sonucu çıkarmıştım: Demek ki iş için öfkelenen yalnızca amcamlar değil, iş gereği öfkelenen başkaları da varmış.

Tabii insanın çalışması, kendi parasını kazanması, mesleğini yapması çok güzel fakat böyle olumsuz davranışlarda bulunan insanların olması iş hayatını benim gözümde olumsuz kılmıştı bir anda. “Öyle öfkeli insanların olduğu yerde çalışmam ben,” dedim. Çünkü küçüklüğümden beri öfkeli insanlar beni çok rahatsız etmiştir, hemen o ortamdan uzaklaşırım. Arkadaşlıklarda da öyle; öfkeli insanlarla arkadaşlık etmem. Ablam, işini çok seviyordu ve ona verilen imkânlardan memnundu. Bu yüzden diğer insanların öfkeli olmasını önemsemiyordu, “Kendi aralarında,” diyordu.

Ablamın yaşça benden büyük olması, önümde bir örnek oluşturuyordu, kendimi bu konuda şanslı hissediyordum, deneyimlerini benimle paylaşıyor, ufkumu açıyordu. O, iş hayatına atıldığında ben henüz ortaokul son sınıftaydım. Bu benim için önemli bir hayat tecrübesiydi. Anlattıkları farkındalığımın artmasına ve var olan farkındalıklarımla kıyaslamalar yapmama olanak veriyordu.

Bu farkındalıklarla babamın, ortanca amcamın öfkesine karşı neden sabırlı olduğunu ileri yaşlarda daha iyi anladım. Babam öfkeye karşı öfkelenmezdi. Bu beni üzerdi ama o yaşlarda öfkenin bu kadar zararlı olduğunu bilmiyordum. Yaşım ilerledikçe öfkenin ne kadar yıkıcı bir şey olduğunu ve çocukken öfkeden ve öfkeli insanlardan rahatsız olmakta ne kadar haklı olduğumu kavradım. Ailede, babam biraz sinirliydi ama öyle öfkeli değildi. Sinirlediği zamanlarda bile kırıcı olmaz, üslubunu bozmazdı. Annemin de hiç öfkesini görmedim. Sadece yanlış bir şey olduğunda uyarırdı.

İnsan aslında öfkelendiğinde kendine zarar veriyor. Çünkü negatif bir enerji yayıyor. Herhâlde hiç kimse negatif enerjiden hoşlanmaz. Ama öfke duygusu maalesef insanda çocukken başlıyor.

Zamanı gelince bu öfke konusunda insanlardan gördüklerimi, yaşadıklarımı anlatacağım.

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

BOŞ SANDAL METADORU: ÖFKE KENDİ İÇİMİZDE

Tek başına meditasyon yapmak isteyen bir Budist rahip, sandalla gölün ortasına gider, gözlerini kapatarak meditasyona başlar. Huşu içinde geçen birkaç saat sonra, birden başka bir sandalın kendi sandalına çarptığını fark eder.

Henüz gözleri kapalıyken, içinden bir öfke yükselmeye başlar. Gözlerini açtığında, kendisine çarpıp meditasyonunu bölerek onu rahatsız eden sandalcıya bağırmaya hazırlanır ki, yanında bomboş bir sandal görür.

Bağlandığı yerden kopmuş ve kendi kendine gölün ortasına kadar gelmiştir. İşte o anda rahip, aslında öfkenin kendi içinde olduğunu idrak eder ve ortaya çıkmak için bir dış etkenin gelip vurmasının yeterli olduğunu anlar.

O günden sonra rahip, herhangi biri gelip onu rahatsız ettiğinde ya da öfkesini tetiklediğinde, hep şunu hatırlar;

Diğer kişi sadece boş bir sandal.

Öfke benim içimde..

Thich Nhat HANH

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

ÖZGÜR YAŞAMAK

Sevgili okuyucularım, bu ayki kitap paylaşımım ismi Özgür Yaşamak

Bu kitabın yazarı olan; Michael Alan “Mickey” Singer, Amerikalı bir yazar, gazeteci, motivasyon konuşmacısı ve eski yazılım geliştiricisidir. Singer en çok maneviyat, meditasyon ve New Age felsefesi üzerine yazılarıyla tanınır ve konuyla ilgili iki kitabı The Untethered Soul ve The Surrender Experiment New York Times’ın en çok satanlarıydı.

Şimdi kitaptan bir bölümü sizlerle paylaşıyorum.

“…

Derin bir içsel berraklık seviyesine ulaştığınızda, gerçeklikle barışık olmanızın onunla etkileşime girmediğiniz anlamına gelmediğini göreceksiniz. Dünya hala önünüzde görünür ama artık kişisel değildir. O sadece o anda önünüzden geçmekte olan yaratılışın bir parçasıdır. Gerçeklik sizi rahatsız etmez çünkü ondan hiçbir şeye ihtiyacınız yoktur. O sadece var olur ve siz de sadece mükemmel bir uyum içinde var olursunuz. Önünüze serilen her an sizin hizmet etmeniz için vardır. Bu, onu takdir etmek kadar basit olabilir ya da önünüzde gelişen anın enerjisini yükseltebilirsiniz. Bir gülümseme, nazik bir söz, bir yardım eli; bunların hepsi önünüzden geçen anın enerjisini yükseltmenin yollarıdır. İşinizi elinizden geldiğince iyi yapmak, ailenizle ilgilenmek, toplumunuza hizmet etmek gibi basit eylemler evrene her şey kadar hizmet eder.

Yürüyüşe çıktığınızı ve yolun kenarında bir kağıt parçası olduğunu düşünün. Uyumsuzluğu hissediyorsunuz ve onu alıyorsunuz. Bu bir gereklilik ya da zorunluluk değil; siz sadece dünyayı güzelleştiren bir sanatçısınız. Zihninin “Bunu toplayacağım ama her bir çöp parçasını da toplamayacağım.” demez. Zihniniz şöyle de demez:”Hangi salak bu kağıt parçasını buraya attı? Bu dünyayı mahveden bir insan.” diye düşünmez. Hayır. Siz sadece yaşamla uyum içinde olan spontane bir varlıksınız. Eylemleriniz için hiçbir karşılık beklemiyorsunuz çünkü bunları onaylanmak veya takdir edilmek için yapmıyorsunuz. İçindeki güzel enerjiyi önünüzdeki anla paylaşmaktan başka bir şey yapamazsınız. Yaşayabileceğiniz en yüksek hayat, önünüzden geçen her bir anın, geçtiği için daha iyi olduğu hayattır. Şu ana tüm kalbiniz ve ruhunuzla hizmet edin. Herkes bunu yapsaydı dünyanın nasıl bir yer olacağını hayal edin.

Önünüzdeki duran şeyi kaldırarak başlayın. Önünüzdekine bile hizmet edemiyorsanız, dünyayı nasıl değiştireceksiniz? Dünyadaki koşullara o kadar üzülüp etrafınızdaki herkese kızıyorsanız, kimseye yardım etmiyorsunuz demektir. Kendi evinizde uyum yaratamıyorsanız, birbirlerine füze atan ülkeler hakkında şikayet etmeye ne hakkınız var? Herkesin yaşayabileceği, barış içinde bir hayat sürmelisiniz. Eğer bunu yapamıyorsanız, o zaman çözümün değil sorunun bir parçasısınız demektir. Her şey kendinizi bırakmak ilgilidir.  

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

İÇTEN DIŞA DOĞRU…

İnsanlar kendilerini değiştirmediği sürece; o yüksek egolar devam ettikçe kim gelirse gelsin hiçbir şey değişmez. Sadece kişiler ve parti isimleri değişir. 

İnsan sorunlu gördüğü her konuda çözüm için önce kendisini değiştirmeli. Eğer ben bir şey bekliyorsam onu gerçekleştirecek adımı atmalı, önce kendimden başlamalıyım. 

Herkes kendini bir melek sandığı için kimse kendi içindeki karanlığı ve gölgeleri görmüyor. Oysa içte ne varsa dışta da o vardır. Bu yüzden insan önce kendi bahçesini düzeltmeli.

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

SÜRÜ PSİKOLOJİSİ

Bir fikrin, bir düşüncenin, bir eylemin arkasına takılıp gitmeden önce kendine sormalı insan: Bu fikir veya düşünce ne ölçüde doğru, gerçeği ne kadar yansıtıyor, benim fikirlerimle ne kadar örtüşüyor, bu konu hakkındaki fikri, düşünceyi daha ileri taşıyacak ya da yanlışlığını ortaya koyacak bir fikrim var mı, kararlarımı, eylemlerimi kimsenin etkisinde kalmadan bağımsız olarak mı gerçekleştiriyorum?

İnsan algıladığı dünyayı bağımsız muhakeme ile yorumlayıp bilgi ile yoğurabildiğinde kendi özgür düşüncesini yaratır, başkalarının etkisinde kalmaz, her söyleneni olduğu gibi kabul etmez, her konuşanın arkasından gitmez.

Kendi düşüncesiyle hareket etmeyen kişiler her daim birine bağımlı olarak yaşayıp her konuşanın arkasından giderler ve onun söylediklerini doğru kısacası onay verirler. İnsan her söylenenin altı dolu olmasına bakmalıdır. Dışlanmak veya kendinizi dışarda hissetmek rahatsız edici bir durum olabilir. İşte dışlanma korkusu ile sürü psikolojisinde büyük bir rol oynamaya başlıyor. İnsanın kendine ait bir düşüncesi ve fikri olmalıdır.

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

KENDİNİ TANIYAN ÜZÜLMEZ

Sevgili okuyucularım, insanın kendisini tanıması ve kendisini bilmesi hakkında pek çok yazım oldu. Bu konunun üzerinde çok duruyorum çünkü bireyin mutluluğunun ve başkaları ile sağlıklı iletişim kurabilmesinin yolu kendisini tanımasından geçiyor. Bu yazımda da yine bu konuya değineceğim ve kendi yaşadığım olaylardan örneklerle her insanın bakış açısı ve anlayışının farklı olmasının karşılıklı iletişimi nasıl etkilediğini anlatacağım.

Bir resim sergisindeki tablolarda ne anlatılmak istendiğini bilen yalnızca o tabloları yapan ressamdır. Ziyaretçilerin ise yorumları vardır. İşte o yorumları belirleyen ziyaretçilerin gördüklerini nasıl algıladıkları, beğenileri ve bakış açılarıdır.

İnsanlar arasındaki ilişkiler de böyledir. Herkes karşısındakini kendi değer yargısıyla değerlendirir, tanımlar. Bu durumda yapılması gereken nedir? O yargılara uymak için kendinizden vazgeçerek olmadığınız biri gibi mi davranacaksınız? Hayır, bunu kimse yapmak istemez. Çünkü asıl önemli olan insanın kendini bilmesi, bütün duygularını ve düşüncelerini açık, samimi ve dürüstlükle dile getirmesidir.

İlişkilerde en önemli nokta açık ve samimi olmaktır. İlişkiyi sevgi ve güven yürütür. Gerçek sevgi ve güven varsa bakış açıları aynı olmasa da bir ortak noktada mutlaka buluşulur. Aksi durumda ilişki yüzeysellikten öteye gidemez, belli bir mesafede kalır, derinlik kazanmaz. İlişkinin taraflarından biri diğerine isteklerini nezaketle ve açıkça söylediğinde belki karşı tarafa hoş gelmeyebilir ama eninde sonunda ortak bir nokta bulunur.

İnsan kendi ruhunu tanıyorsa nasıl bir hayat sürmek istediğinden de emin olur. Böylelikle kararlarında kimsenin etkisinde kalmaz; başkaları için değil, istediği biçimde yaşar. Bu durum iş, özel ve sosyal hayatın tamamı için geçerlidir.

Örneğin her insanın arkadaşlık anlayışı farklıdır. Bazıları sosyal çevresini geniş tutmak için arkadaşlık yapar bazıları yüzeyseldir bazı arkadaşlıklar ise derindir. Arkadaşlığın seyrini belirleyen kişinin arkadaşlık kavramına yüklediği anlamdır. Diğer deyişle arkadaşlıklarda neye önem verdiğini ve dolayısıyla kendini iyi tanımasıdır.

Benim arkadaşlık anlayışımda paylaşımcılık vardır. Arkadaşım, dediğim insanlarla sözlü, yazılı ve yüz yüze iletişim hâlinde olmayı önemserim. Menfaatçilikten, kullanılmaktan, değer bilmeyen ve dedikodudan hoşlanmam. Öyle süslü boyalı kelimelere bakmam, söze inanmam davranışa bakarım. Sözle davranışın uyuşmadığını gördüğümde bunu açıkça ifade ederek farkındalık vermeye çalışırım.

Yaşadığım olaylardan örnek vereyim. Bazı insanlar seyahat yaptığımda birlikte gitmek isterler. Fakat ben gerçekten iletişimde olduğum insanlarla seyahat etmek isterim. İletişim dediğim, seyahat dışı zamanlarda da bir şeyleri paylaşmak; telefonda konuşmak, hatır sormak, özel günlerini hatırlamak, sevinci ve üzüntüyü paylaşmak, aradaki bağı koparmamak. Gidersiniz seyahate, güzel vakit geçirirsiniz, döndükten sonra iletişim biter, bir sonraki seyahate kadar. Sonra da arkadaşız, denir. Bana göre bu arkadaşlık değil seyahat arkadaşlığıdır. İşte insan önce kendini iyi tanırsa ne istediğini bilir, aman o kişi kırılmasın, diye onunla seyahat etmek zorunda kalmaz. Açık ve samimi olarak düşüncesini söyler. Karşı tarafın bunu nasıl anladığı ise kendi bakış açısına kalmıştır.

Tanıdığım biri “Size değer veriyorum ve seviyorum,” dedi bir gün. Kendisine göre gerçekten seviyor ve değer veriyor ama arayıp sormak yok, özel günlerde kutlamak yok. Onun arkadaşlık anlayışı böyle, yargılayacak değilim fakat benim sevgi ve değer verme anlayışım sadece kelimelerle dile getirmekten ibaret değil. Bunu kendisine söylediğimde “Gönül koymuşsunuz,” dedi. Oysa gönül koyduğum yok, sadece kendimi ifade edip ihmali konusunda farkındalık verdim. Ama o kendi anlayışına göre yorum yaptı. Söylenen sözlerin davranışta da bir karşılığı olmalı. Nasıl bir arkadaşlık istediğimi, sevgi ve değer vermenin sadece sözlerle değil davranışla da sergilenmesi gerektiğini söylediğimde “Herkes kendi içinde bir hayat mücadelesi veriyor,” dedi. “Sosyal medyada paylaşım yapacak kadar zaman varsa demek ki hatır sormak için de zaman vardır,” diye yanıtladım. İnsan kendini tanıyınca arkadaşlıklardan beklentisi de net oluyor ama önemli olan karşıdakinin de bunun farkında olması.

Aynı şekilde tanıştığım bir insan, arkadaş olmak istedi fakat cimri ve negatif olduğunu gördüm. Kendisine bunu açık olarak söyledim “Seninle derinliği olan bir arkadaşlık yapamam, cimrisin ve sürekli negatiflik veriyorsun.” Çünkü kendimi biliyorum benim arkadaşlık anlayışıma uymuyor. Tabii uymuyor diye de böyle insanlara karşı asla olumsuz duygu ve düşünce taşımam. Sadece yakın arkadaş olmam, iletişimimiz tanışıklık düzeyinde kalır o kadar. Çünkü arkadaşlık etmek için arkadaşlık edilmez düşüncesindeyim.

Burada önemli olan “karşımdaki ne bekliyor?” düşüncesine girmeden önce insanın kendini tanıması ve yaşam yolunu ona göre çizmesidir.

Siz açık ve samimi olduğunuzda çok eleştirirler; alıngansın, gönül koymuşsun, kalbin kırılmış, kendini beğenmişsin, etrafında kimse kalmaz, yalnız kalırsın derler. Bırakın desinler, siz kendinizi bildikten sonra gerisinin hiç önemi yoktur.

Örneğin arkadaşlıklarda dedikodudan hoşlanmam. Bazen okul veya iş arkadaşları toplanır. Söz döner dolaşır mutlaka başkalarının dedikodusuna gelir. Ben dedikodu yapılan o ortamda olmak istemem, bunu açıkça söylerim. Toplantılarına katılmadığım için hakkımda söylediklerini de önemsemem çünkü eğer katılırsam o yapılan dedikodudan rahatsız olacağım, ruhuma iyi gelmeyecek. Ruhuma iyi gelmeyen bir şeyi neden yapayım ki?

İnsan kendini tanımadan başkasını tanımaya çalışınca o kişiden beklentileri farklı oluyor. Beklentiler karşılığını bulmadığında da söyleyemiyor. Hem kendi ruhunu yoruyor hem de karşı tarafa dürüst davranmamış oluyor. Dürüstlük insanın kendisine olan özsaygısındandır. Aynı zamanda güven yaratır.

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

 

GERÇEK

Yalnızca yalan söyleyen insanların süslü açıklamalara ihtiyacı vardır. Gerçek daima yalnız başına durabilir.

Gerçeğin iyiliğiyle karşılaştırıldığında, tüm iyilikler önemsizdir; gerçeğin tadıyla karşılaştırıldığında, tüm tatlılar sıradandır. Gerçeğin kutsaması dünyadaki her şeyden üstündür.

Çoğu her zaman gerçeğe sadık kalamaz çünkü içinde istekler ve özlemler mücadele etmektedir. Bazen bunları kendi kendisine bile ifade edemez.

Yanılgılar, sadece belirli zaman aralıklarında var olabilirler fakat gerçek, bütün göz boyamalara, safsatalara ve yalanlara rağmen, her zaman değişmeden kalır.

Her zaman gerçeği söylemektir. Yalanlar her zaman tüm canlılara zarar verir. En baştan insanın kendisine verir o anda anlamaz zaman içinde o yalanların kendisine verdiğini yaşar.

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgül.ayabakan@gmail.com

RUHSAL HAYVAN REHBERİ

İnsanın, hayvanlarla günlük yaşamdaki iletişiminin yanı sıra ruhsal iletişimi de vardır. İnsan dünyaya geldiği andan itibaren birçok hayvanla iletişim hâlinde olur, bazıları bunu bilinçli olarak bazıları ise bilinçdışı olarak yapar. Bu iletişim, insanın dünyadaki ruhsal yolculuğu esnasında erk (ruhsal) hayvanların rehberlik yapmasıdır. Tabii bu rehberliği bilmeye ilişkin en önemli nokta, onu fark etmektir. Erk (ruh) hayvanları bir yol gösterici olarak hep yanımızdadır ve mesajlar verir.

Erk hayvanlardan rehberlik almak Şamanizm öğretisinde yer alan bir uygulamadır. Özellikle şifalandırmada erk hayvanlardan rehberlik alınır. Rehberliğe göre şifa yaparsınız. Şaman öğretisine göre, her insanın hayatı boyunca sürekli rehberlik alabileceği birden fazla erk hayvanı vardır.

Şaman iseniz ister istemez kendilerini gösterirler.

Gerçek olarak size meditasyon, rüya ve gün içinde hep görünürler ve duru görü ile siz bunları görürsünüz, duru biliş , duru işitti ve duru sezgi ile almanız gereken mesajları her zaman alırsınız. Bu hayvanların objelerini kullanabilirsiniz.

Paylaşacağım erk (ruhsal) hayvan baykuş hakkında bilgiler kaynak olarak;  anadolumistisizmi.blogspot.com ve mayaburcum.com/ (maya astrolojisi)

 BAYKUŞ

Baykuş ruhu hayvanı , bilgelik ve sezgisel bilgi ile derin bağı simgeler. Totem veya güç hayvanı olarak baykuşun varsa, çoğu zaman genellikle neyin gizlendiğini görme yeteneğin vardır. Bu hayvanın ruhu seni yönlendirdiğinde, illüzyon ve aldatmanın ötesindeki gerçekliği görebilirsin. Baykuş ayrıca bilinmeyen ve yaşam büyüsünü derinlemesine keşfetmek için gerekli ilham ve rehberliği sunar.

  • Bilgelik
  • Gerçekliği görme gücü
  • Yeni başlangıç
  • Güçlü sezgiler
  • Bağımsız düşünme
  • Doğaüstü güç

Bilge olarak baykuş sezgilerin ve bilgeliğin ruhudur. Neredeyse bütün evrensel Bilgi baykuşta mevcuttur. Doğa enerjilerinin doğru kullanımı ve kadim bilgiyi yönetir. Rehberlik ettiği kişi ile muazzam bir şekilde Bilgi alışverişi içerisinde olacaktır. Kişiye psişik yetenekler kazandıracak ve destekleyecektir. Baykuş, zor zamanlar gelmeden rehberlik ettiği kişiyi uyaracak ve koruyacaktır. Baykuş rehberi bir hayalet gibi hem yaşamımızda hem de iç dünyamızda aktif bir bilgedir. Rehberlik ettiği kişiyi karanlık bir yolda Fener gibi aydınlatarak korur.

Beş bilgelerden birisi olan Baykuş, doğa kanunlarının, sessizliğin, bilgeliğin, sezginin, kadim bilgilerin rehberi ve koruyucusudur. Bu özel rehber, sessizliğin efendisidir. Bilgisi oldukça değerlidir. Ve kolay bir şekilde elde edilmesine asla izin vermez.

Baykuş, rehberlik ettiği kişinin öncelikle sezgilerini güçlendirecek, algısını genişletecek, kişinin sezgileri ve zihni ile tam bir denge hali verecektir. Duru bilir-duru sezer-duru işitir ve duru görü yetilerinizde harika bir gelişme kaydedersiniz. Bir şeyi bilmenize gerek kalmaz, zaten o bilgi size sezgisel olarak gelir. Size kimse yalan söyleyemez, aldatamaz, manipüle edemez.

Baykuş demek sessizlik demektir. Ancak bu inzivaya girilen bir hiçlik sessizliği değil, evreni ve diğer enerjileri izleyen, dinleyen, yoklayan, tanımlayan bir sessizliktir. Kısacası Baykuş, onca sessizliğin içinde tüm sesleri tanımlayan bir radyo alıcısı gibidir. Evrensel ve çevresel bilgiyi o an kapar ve saklar. Asla kendi enerjisini açık etmez. Baykuş, bilgi avcılığı yapmaz. O bilginin nereden ve nasıl geleceğini bilen bir bilgedir.

Baykuş rehberlik ettiği kişide bilginin nasıl bilgeliğe dönüştüğünü kontrol eder. Bu konuda sıkıntı yaşayanlara rehberlik edeceği gibi, -boş bilgilerle egosunu şişiren hiçbir varlığa da rehberlik etmeyecektir.

Baykuş rehberi formunu dönüştürebilen bir rehberdir. Negatif enerjilere yakalanmaz. Esasen negatif enerjiler de ona yakalanmak istemezler. Oldukça güçlü bir aristokrasisi vardır. Bilgisi negatiflere karşı oldukça tehlikelidir. Çünkü Baykuş, o negatifin nasıl püskürtüleceğini çok iyi bilir. Ancak gücünü son ana kadar kullanmaz ve aktif koruyuculuk yapmazlar. Yani objektif ve gözlemcidir. Yalnızca rehberliğini paylaştığı kişiyi uyaracak ve kollayacaktır.

Maskelerin arkasını gösterir, detaylı görüşü vardır. Sırların ve kehanetlerin habercisidir.

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

TESLİMİYET

İnsanda tam inanç olduğu zaman teslimiyeti bulması daha kolay oluyor. Her insanın hayatı boyunca başından olumsuzluklar geçmiştir. Maddi ve manevi olarak haksızlığa uğramıştır.

Tamamen teslimiyete geçtiğinizde artık şu insan hakkıma girdi, yok bu insan bana haksızlık yaptı ve kendi menfaati için kullandı diye herhangi bir sorununuz katiyen olmaz. Çünkü sadece inandığınız tek şey ilahi adalettir. İlahi adalete teslim olduktan sonra kim ne yapmış ne yapmamışın hiçbir önemi yok.

Bütün olumsuzluk duygulardan ve düşüncelerden arınmış olarak, SEVGİ yolu ile teslimiyete ulaşılır.

Teslimiyet bilge yolunu açar, başkalarının yaptıklarına bakmaz. Kendi yaşam bahçesini güzelleştirmeye ve diğer tüm canlıların da faydalanmasına bakar.

Gönül gözü görür, zihin hep bir hesaplar peşinde koşar.

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

GİZEMLİ KALP TAŞI MASALI CESARET, SEVGİ VE DOSTLUĞUN GÜCÜ

Sevgili okuyucularım, bu ayki bilge hikâyemiz ile beraberiz.

Bir varmış, bir yokmuş efsanelerle dolu uzak diyarlarda, Işıltı Krallığı adında, gökyüzüne uzanan dağlarla çevrili, yemyeşil vadilerle bezenmiş, nehirlerin altın gibi parıldadığı, gün batımının en güzel tonlarına büründüğü bir krallık varmış. Bu krallıkta insanlar, hayvanlar ve sihirli yaratıklar barış ve mutluluk içinde yaşarlarmış. Krallığın en büyük sırrı ise “Gizemli Kalp Taşı”ymış bu taş, krallığa bereket, sağlık, sevgi ve sonsuz umut getirirdi. Ancak, efsaneye göre, bu hazine yalnızca kalbi sevgiyle dolu, cesur, meraklı ve dürüst olanların eline geçermiş.

Küçük bir köyde yaşayan Ali adındaki sevecen, meraklı ve hayalperest çocuk, büyükannesinin anlattığı efsane hikayelerine gönülden inanır, her gece kalbinde umut ve hayal kurardı. Büyükannesi ona, “Eğer Gizemli Kalp Taşı’nı bulursan, krallığa barış, mutluluk ve bereket getireceksin” dermiş. Ali, bu sözleri her dinlediğinde içindeki sevgi daha da büyür, bir gün o efsaneyi gerçekleştirmek için yola çıkmaya karar verirdi.

Bir sabah, güneşin ilk ışıklarıyla uyanan Ali, küçük çantasını hazırladı içine annesinin yaptığı lezzetli ekmek, biraz su ve en sevdiği masal kitabını koydu. Köydeki herkes ona başarı dilekleriyle baktı kalplerinde sevgi ve umut taşıyan herkes, Ali’nin bu cesur macerasına destek veriyordu. Ali, yolculuğuna başlamak için evinden ayrıldı, ormanın derinliklerine doğru ilerlerken ağaçların hışırtısı, kuş cıvıltıları ve tatlı rüzgarın esintisi eşliğinde adımlarını atıyordu.

Yolculuğu sırasında, Ali birçok dost edindi. İlk durağı, ormanın en yaşlı ve bilge sincaplarından biri olan Miko oldu. Miko, Ali’ye “Ey küçük dostum, efsanevi hazineye ulaşmanın sırrı, kalbindeki sevgi, cesaret ve merhameti keşfetmektir. Yolun uzun ve zorlu olacak, ama kalbinin ışığı her zaman sana rehberlik edecektir” dedi. Ali, Miko’nun sözlerini dinleyerek, her adımda yüreğinde güç buldu. Birlikte ormanın derinliklerine doğru yürürken, minik ateşböceklerinin dans ettiği, çiçeklerin mis kokularıyla bezenmiş patikalarda ilerlediler.

Bir süre sonra, nehir kenarında yaşayan nazik ve neşeli bir tavşan olan Lila ile karşılaştılar. Lila, Ali’ye su kenarındaki güzellikleri gösterirken, “Gizemli Kalp Taşı, sadece dış dünyayı aydınlatmaz aynı zamanda içindeki sevgiyi, dostluğu ve iyiliği de ortaya çıkarır. Unutma, kalbinin sıcaklığını her daim yanında taşımalısın” diyerek öğüt verdi. Lila, Ali’ye birlikte nehrin öte yanına geçmeleri için küçük bir sal yapmalarında yardımcı oldu. Böylece yolculukları, engellerden etkilenmeden devam etti Ali, Lila’nın neşesi ve samimiyeti sayesinde her adımda içindeki umut ve sevgiyle güçlendiğini hissetti.

Yolculuklarının en önemli anlarından biri, bilge kaplumbağa Tima ile tanıştıkları andı. Tima, yılların verdiği deneyimle, krallığın saklı sırlarını bilen ve pek çok efsaneyi yaşamıştı. Tima, yavaş ama emin adımlarla Ali’ye yaklaşıp, “Gerçek hazine, dışarıda aranan bir şey değil, içimizde saklı olan sevgi, cesaret ve merhamettir. Gizemli Kalp Taşı’nı aramak, aslında kendi kalbini keşfetme yolculuğudur” dedi. Ali, Tima’nın bu bilge sözlerini yüreğine kazıdı anladı ki, bu macera sadece uzak diyarları gezmek değil, aynı zamanda kendini, içindeki iyiliği bulmakla ilgiliydi.

Günler süren macera sonunda, Ali, Miko, Lila ve Tima, eski efsanelerin izlerini taşıyan görkemli bir kalenin kalıntılarına ulaştılar. Kale, zamanın etkisiyle biraz yıpranmış olsa da, duvarlarında eski resimler, yazıtlar ve sembollerle, krallığın efsanevi geçmişini anlatır gibiydi. Ali, kaleyi dikkatlice incelerken duvarlardaki sembollerin, sevgi, cesaret ve dostluğu simgelediğini fark etti. Bir yazıt, “Gerçek hazine, kalpteki ışığın parladığı yerdedir” diyordu. Ali, bu mesajı okur okumaz, kalbinin derinliklerinde saklı olan sevgiyi ve umudu daha da yoğun hissetti. Artık hazineye ulaşmanın sırrını çözmüştü hazine, krallığın en kutsal çiçeği olan “Aydınlık Gül”de gizliydi.

Aydınlık Gül, efsaneye göre, yalnızca gerçek sevgi ve cesaretle yaklaşanların kalbinde açan, etrafa parlak ışık saçan nadir bir çiçekti. Ali, dostlarıyla birlikte kalenin en gizli bahçesine doğru ilerledi. Bahçe, yılların tozunu taşısa da, içinde sakladığı güzellik ve umut, sanki dün açılmış gibi taptaze ve canlıydı. Ormanın en derin köşesinde, eski bir taşın altından hafifçe parıldayan Aydınlık Gül’ü buldu. Çiçeğin etrafa saçtığı ışık, Ali’nin yüreğini ısıttı sanki tüm krallığa sevgi, barış ve mutluluk getirecek bir sır taşıyordu. Ali, Aydınlık Gül’ü nazikçe eline alır almaz, kalbinde tarifsiz bir sevinç ve huzur hissetti. Bu an, onun için hem bir başarı hem de kendini keşfetme yolculuğunun en değerli anıydı.

Geri dönüş yolculuğu, Ali ve dostları için artık daha neşeli, umut dolu ve aydınlık bir süreç olmuştu. Gönüllerinde efsanenin gücü, içlerindeki sevgi ve dostluğun ışığıyla yol alıyorlardı. Krallığa döndüklerinde, Ali’nin bulduğu Aydınlık Gül, Işıltı Krallığı’nı gerçek anlamda aydınlattı. İnsanlar, hayvanlar ve sihirli yaratıklar, Aydınlık Gül’ün etrafında toplanıp, büyük bir sevinçle kutlama düzenlediler. Herkes, Ali’nin cesareti, zekası ve yüreğindeki sınırsız sevgi sayesinde, efsanenin gerçek anlamını öğrendi gerçek hazine, dışarıda aranan bir şey değil, içimizde saklı olan sevgidir. Ali, büyük bir gururla, “Eğer kalbimizde sevgi, cesaret ve iyilik varsa, hiçbir zorluk bizi durduramaz” diyerek sözlerini tüm krallığa duyurdu.

Böylece Işıltı Krallığı, sevgi, barış ve mutluluk içinde yeniden canlandı. Ali, dostları Miko, Lila ve Tima, her gün birlikte oynayarak, hikayeler anlatarak ve doğanın sunduğu güzellikleri koruyarak yaşadılar. Küçük Ali’nin macerası, krallık halkına umut, sevgi ve cesaretin ne kadar değerli olduğunu anlatan unutulmaz bir efsaneye dönüştü. Her gece, yıldızların altında toplanan krallık halkı, Aydınlık Gül’ün parıltısını izleyerek tatlı rüyalar gördü yeni maceralara, yeni umutlara yelken açmak için kalplerinde sevgi ve inançla uyanmaya hazırlandılar. Ve böylece, efsane hikayeleri dilden dile dolaşarak, her yeni güne sevgi ve umutla başlamanın, içimizde saklı güzellikleri ortaya çıkarmanın ne kadar önemli olduğunu hatırlattı masalımız mutlu, aydınlık ve eğitim dolu bir sonla noktalandı. Gerçek efsane, yaşamın her anında içimizde var olan sevgide ve iyilikte gizlidir yeter ki bu ışığı kalplerimizde hiç sönmeyecek kadar güçlü tutabilelim.

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com