ÖZBEKİSTAN&KARAKALPAKİSTAN SEYAHATİ – VII (28/09/2025 -07/10/2025) HİVA (04/10/2025)

Binlerce yıllık geleneklerini hala koruyan insanların yaşadığı çölün kapısı Hiva şehri İpek Yolu üzerindeki en önemli duraklardan birisidir. Buradaki aileler eski geleneklerini yüzyıllardır sürdürüyor. Geçmişteki Zerdüştlük dininin çok önemli bir filozofisi olan ekmek yapımı bile hala eski yöntemlerle yapılıyor. Zerdüştlüğün etkilerini Hiva’daki binaların üzerinde görebilirsiniz. Cami ve medreselerde bile farklı dinlere ait motiflere rastlayabilirsiniz. Söz konusu izler, İpek Yolu üzerindeki en önemli duraklardan birisi olan Hiva’daki tarafından Dünya Mirası Listesi’ne alınan büyüleyici güzellikteki İç han Kalesi’nin yürüyerek keşfi. Hiva’nın kalbi olan tarihi İç han Kalesi, çok iyi korunmuş ve yaklaşık 2.200 metre uzunluğundaki güçlü kerpiç surlarla çevrilidir. Günümüzde toprak rengi ve kızılın hakim olduğu bu kale, yeşil ve mavi çinilerle kaplı medreseler, camiler ve türbelerin parladığı, zamanın durduğu Orta Asya’nın en büyük hava müzesidir. İç  kalenin burçları ve dört ana kapısı bulunmakta: güney’de Taş Kapı, Batı’da Ata Kapı, Kuzey’de Bahçe Kapı ve XIX. Yüzyıla kadar İpek Yolu’da en büyük köle ticaretinin yapıldığı ve tam bir curcunanın hakim olduğu Doğu’daki Pehlivan Kapı. Eski Kale anlamına gelen Kunya Ark kompleksi, Seyid Alaaddin Türbesi, Muhammed Emin Medresesi, Cuma Camii, Abdullah Han Medresesi ve Kapalı Çarşısı, Hiva’nın efsanevi kahramanı Pehlivan Mahmud Türbesi, inşaatı bitirilmeyen 26 metre yükseklikteki görkemli Kalta Minor Minaresi, Hoca İslam Camii ve Hiva’nın simgesi 45 metrelik Minaresi, Şirgazi Han Medresesi, Hiva Hanlarının yazlık sarayı Taş Avlu, köle pazarının kurulduğu kalenin doğu kapısı Palvan-Darvaza gezilecek yerler arasında.  

ÖZBEKİSTAN&KARAKALPAKİSTAN SEYAHATİ – VI (28/09/2025 -07/10/2025) BUHARA ŞEHRİ-III (03/10/2025)

Karakum çölünden geçerek Harezm Bölgesi’ndeki masalsı vaha şehir Hiva’ya doğru yolculuk.Buhara şehrinden 450 km uzaklıkta bulunan Hiva coğrafi konumundan ve kültürel değerlerinden dolayı ülkenin diğer şehirlerine göre kendine has mimariye ve oldukça farklı bir havaya sahip. Hiva, önemli bir su kaynağına sahip olduğu için İpekyolu’nda vazgeçilmez bir etap oluşturmuş. Ahamenid İmparatorluğu’nun bir parçası olan Harezm’de İslam dini şehir, M.S. VII yüzyılda Arapların eline geçince yayılmaya başlar. XI.-XIII. Yüzyıllar arasında Grazneliler ve Selçuklular zamanında çeşitli Türk boylarının Harezm’e gelip yerleşmeleri bölgenin Türkleşmesini sağlar. 1097 YILINDA Kutbeddin Muhammed’in, Sultan Sencer tarafından “Harezmşah” olarak Harezm valiliği görevine atanmasıyla, bölgede Harezmşahlar sülalesinin başladığı kabul edilir. XVI.yüzyılda Hiva Hanlığı’nın oluşmasıyla da bölgedeki hakimiyet el değişir. Harezmşahlar ve Hiva Hanlığı en sonunda 1873’te yenilerek Rusya’nın egemenliği altına girer. Bolşevik Devrimi’nden sonra diğer hanlıklarla birlikte Hiva Hanlığı da kaldırılarak yerine Harezm Sovyet Halk Cumhuriyeti kurulur ve Hiva şehride bu Cumhuriyetin merkezi yapılır. 1924’te Özbek Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ne bağlanmasıyla politik önemini kaybeder. Hiva’ya varışı takiben tarihi şehir merkezindeki otelimize yerleşme. Ardından “gökyüzü altındaki açık hava müzesi” olarak nitelendirilen, ziyaretçilere görsel bir şölen sunan, labirenti andıran yapısıyla çok sıra dışı bir yer olan tarihi şehrin ilk izlenimleri için bir gezinti.

ÖZBEKİSTAN&KARAKALPAKİSTAN SEYAHATİ – V (28/09/2025 -07/10/2025) BUHARA ŞEHRİ-II (02/10/2025)

Buhara, Sogdiana ve Maveraün nehir bölgeleri üzerinde iz bırakan tüm etkileri yaşamış. Sasaniler tarafından zulüm görmüş ve buraya sığınan Hıristiyanlar, Nasturiler, Budistler ve Manişeistlerle şehir önemli bir entelektüel ve din merkezi olmuş. İslamın fethinden sonra, IX. yüzyılın ortasından X. yüzyılın sonuna kadar Samanilerin başkenti olan Buhara, Fars şiirinin babası Ebu Abdullah Cafer Bin Muhammed Rudeki ve Buhara’nın saray kütüphanesinde okuyan ve Batı’da Avicenna adıyla tanınan en büyük İslam bilginlerinden olan filozof ve hekim Ebu Ali İbn Sina gibi prestijli şair ve alimlere ev sahipliği yaptı. Uğradığı birçok istila şehri adeta bir mimarlık müzesine dönüştürdü:709 yılında Araplar;IX. yüzyıldan XIII. yüzyıla kadar yaşayan, Türk tarihinin Orta Asya’daki temsilcisi olan ve İslamiyeti kabul ederek ilk Müslüman Türk Devleti olan Karahnalılar;1220 yılında Cengiz Han’ın orduları;1370 yılında, Tatarlar orduları ile devletin sınırlarını Hindistan’dan Anadolu’ya kadar genişletmiş olan Timur… Buhara, Samaniler ve Karahanlılar zamanında ilk altın çağını yaşamış. Özbek Şeybaniler 1506 yılında Buhara’yı ele geçirdikten ve 1561’de yönetim imparatorluğunun merkezini yaptıktan sonra şehir, Buhara Hanlığı olarak anıldı. XVI. Yüzyılda ise, inşa edilen yeni ticaret merkezleri, kapalı çarşılar, kervansaraylar ve orta Asya’da sanatlarını zirveye taşıyan minyatür ressamları ile Buhara ikinci altın çağını yaşamış. Cengiz Han soyundan olmayan Mangitler 1747’de Buhara’yı işgal ederler. 1785 yılında Buhara Emirliği ilan edilir. Buhara, bir zamanlar barındırdığı 300 caminin bir kısma artık yok olsa bile, geçmişinin tüm cazibesini koruyabilmiş geleneksel bir şehirdir. Sabah, tarafından Dünya Mirası Listesi’ne alınan Buhara’nın tarihi merkezinin yürüyerek keşfine devam:Karahanlılar’dan kalma Orta Asya’nın en eski camii Magaki Attari Camii; Timur’un torunun yaptırdığı Uluğ Bey Medresesi; Şeybaniler zamanında yaptırılan Abdülaziz Han Medresesi; Chor (Dört9 Minare Medresesi; Nadir Divan Beyi Medresesi ve Nasreddin Hoca Heykeli’nin bulunduğu Lebi Havuz Kompleksi; Karahanlılar tarafından yaptırılan 47 metre yükseklikteki görkemli Kalon Minare; Kalon Camii; Miri Arap Medresesi; kubbeli çarşılar… Buhara İpek Yolu üzerindeki şehirlerin bugün de en mistik havaya sahip olanı. “Eğer bir iyilik tohumu dikilirse, yedi yılda büyür ve yedi yüz iyiliğe vesile olur” sözünü söyleyen Bahauddin Nakşibendi Buhara’da yaşamış. Bir zamanlar gayrimüslimlerin içeri alınmadığı için hep gizemli bir kent olarak kalmış. Demiryolunun gelişine kadar 1″yasak şehir” diye anılmaktaydı. Öğle yemeğinin ardından, Buhara’nın dışında yer alan önemli tarihi eserleri gezmek üzere yola çıkış:Orta-Asya’da İslam dininin kökleşmesinde büyük rol oynayan sufi din adamı Bahauddin Nakşibendi Külliyesi ve türbesi (kutsal edilen kompleks hal bir hac yeri olarak kullanılmakta); doğu ve Rus Mimarisi’nin izlerini taşıyan göz alıcı son Buhara Emiri’nin Yazlık Sarayı olan zarif “Sitora-i Mokhi-Khosa” gezileri.

ÖZBEKİSTAN&KARAKALPAKİSTAN SEYAHATİ – IV (28/09/2025 -07/10/2025) BUHARA ŞEHRİ-I (01/10/2025)

Kahvaltının ardından, tren istasyonuna geldik ve Afrosiyab hızlı treni ile 2 saatlik bir yolculuktan sonra Kagan istasyonuna vardık. Buhara tren istasyonu’nun tarihi, Orta Asya’da Trans-Hazar demiryolunun inşa edildiği XIX. Yüzyılın başlarına kadar uzanıyor. 1888 yılında demiryolu Buhara’nın yakınlarındaki bugünkü Kagan denilen yerden geçiyordu. 19202li yıllarda Buhara Demiryolları, eski Buhara Emirliği’nden devrim ve Sovyet iktidarının kurulması sırasında önemli bir rol oynadı. Rusya imparatorluğu yeni toprakları modern ticaret yollarıyla imparatorluğun merkezine daha hızlı bağlamaya çalıştığından, en mükemmel çözüm demiryollarının inşasıydı. 1922 yılında Kagan’daki tren istasyonunun adı Buhara I olarak değiştirildi ve Buhara şehrindeki terminal istasyonunda Buhara II olarak adlandırıldı. Buhara II istasyonu yalnızca yük taşımacılığı için kullanılmaktadır. Kagan’da İpek yolu güney güzergahı üzerinde bulunan, uçsuz bucaksız Kızılkum Çölü’nün zorlu koşullarını geçen kervanların umutla beklediği, çölün güney ucundaki Zerefşan ırmağının aşağı havzasındaki yemyeşil büyük vaha ve kutsal şehri Buhara’ya geldik. Orta Asya’nın en eski şehirlerinden biri olan Buhara, göz kamaştırıcı cami, medrese ve türbeleriyle, bölgenin geçmişine büyüleyici bir pencere açıyor. Orta Asya’daki pişmiş tuğladan yapılmış ilk mimari yapı İsmail Samani Türbesi; Harezm mimarisinin izlerini taşıyan XIV. yüzyıl sonundan kalma Çeşme-i Eyyüb Türbesi; benzersiz süslemeleriyle Bolo Havuz Camii; 1920 yılına kadar Buhara Hükümdarların ikamet ettikleri saray Ark Kalesi (İç Kale); Buhara’nın ruhani atmosferinin en fazla hissedildiği yer Poyi Kalo Meydanındır.

  

 

ÖZBEKİSTAN&KARAKALPAKİSTAN SEYAHATİ – III (28/09/2025 -07/10/2025) SEMERKANT ŞEHRİ -II (30/09/2025)

Semerkant gezisine gösterişli kapısı ve kubbesiyle Gur Amir olarak adlandırılan ve aynı zamanda bir aile kabristanı olarak kullanılan Timur’un Türbe’si ile başlama. Türbede ayrıca Timur’un oğulları Miran Şah ve Şahruh ile birlikte diğeri iki torunu Pir Muhammed Mirza ve Uluğ Bey, hocası Aziz Nur Seyyid Bereke gömülüdür. Daha sonra, Uluğ Bey tarafından kurulmuş ve bizzat kendisinin burada matematik ve astronomi dersleri verdiği yıldızlarla bezeli Uluğ Bey Medresesi, aslan ve ceylan figürleri ile süslenmiş Şir Dor Medresesi ve altın süslemeli Tellakari Medresesi ile çevrili Semerkand’ın Kalbi Registan Meydanı gezisi. Timur’un eşi Bibi Hanımı için yaptırdığı, çinileriyle ve Kufi yazılarla süslü Bibi Hatun Camii ile geziye devam. Her türlü ürünün bulunduğu, İpek Yolu’nun en büyük pazarlarından olan meşhur Siyab Pazarı gezildi. Semerkant şehrinin bilinen ilk yerleşimi Efrasiyab höyüğü 1220’li yıllardaki Moğol İstilası sırasında tahrip edilerek terk edilmiş. Fakat tepede bulunan Şah-ı Zinde Türbesi nedeniyle önemini hiçbir zaman yitirmemiş. 676 yılında Maveraün nehir’de Müslümanlığın yayılmasına çalıştığı sırada öldüğü rivayet edilen Hz.Muhammed’in yeğeni Kasım b. Abbas’ın mezarının etrafında daha sonraki dönemlerde yapılan türbelerle oluşan bu yapılar topluluğu, Kasım bin Abbas’ın şehit olmasına izafeten Şah-ı Zinde (Yaşayan Şah) olarak isimlendirilmiş.  Müslümanlar, Hristiyanlar ve Yahudiler tarafından ziyaret edilen ender yerlerden biri olan 18 metre uzunluğundaki Hz.Danyal’ın kabrini ziyaret. Bir rivayete göre, Timurlenk, XIV. Yüzyılda İran ve Irak bölgesi fethe gittiğinde, İran-Irak sınırındaki Sus şehrinde yer alana Hz.Danyal’ın kabrini toprağıyla beraber buraya getirmiş, başka bir rivayet ise kabrinden sadece toprağın getirildiğinden bahseder. Daha sonra, antik kentin tarihine ışık tutan Efrasiyab Arkeoloji Müzesi gezisi. Özbek milli kıyafetleri millet kültürünün ayrılmaz bir parçası.

ÖZBEKİSTAN&KARAKALPAKİSTAN SEYAHATİ – II (28/09/2025 -07/10/2025) SEMERKANT ŞEHRİ -I (29/09/2025)

Sabah, Afrosiyab hızlı treni ile hareketle Zeravşan Irmağı vadisinde bulunan Özbekistan ikinci büyük şehir Semerkant’a varış. Semerkant tarihi kenti dünya kültürlerin kavşağı ve buluşma noktasıdır. Antik Efrasiyab olarak M.Ö. VII. Yüzyılda kurulan Semerkant, XIV.-XV yüzyıllar arasında ki Timurlu döneminde nakış gibi işlenmiş, görkemli binalarla donatılarak altın çağını yaşamış. Savaşçı ve sert kişiliğiyle hızla yükselen Timur, Barlas aşirentinin lideri oldu. Gençken bir savaşta yaralanan Timur’un ayağı aksak olmuştu. Bu yüzden düşmanları Timur “Lenk” (Aksak Timur) lakabını taktı. Soylu bir aileden gelmediği için Han olamayan Timur’a Amir denmiş. Timur gerçekten büyük bir stratejisi ve muzaffer bir komutan idi fakat imparatorluğunu kurarken acımasız ve gaddar olduğu için çok kan döktü. Ancak fethettiği şehirlerden çok sayıda bilim adamı, mimarı ve sanatçıyı başkenti Semerkant’a getirdi ve yağmalarla ele geçirdiği büyük servetle zamanın en görkemli şehrini ve bilim merkezini yarattı. Büyük torunu Uluğ Bey ise, imparatorluğun bu altın çağına ilim ve irfan kattı. İki gün boyunca tarafından Dünya Mirası Listesi’nde alınan Timur’un efsane başkenti çevresinin keşfi: Semerkant şehrinin diğer bir özelliği is dut ağacı liflerinden üretile meşhur Semerkant kağıdı imalatıdır. Kağıt, Çin’den, Orta Asya’ya oradan da İran’a geçti. Çin’in dışında ilk defa Semerkant’ta kağıt yapım merkezi kuruldu. X.Yüzyıla kağıt yapımında başka merkezlerin ortaya çıkmasına rağmen Semerkant rekabet edilemez yüksek kaliteli kağıt üreten bir merkez olarak kendi statüsünü korudu.Uluğ Bey Rasathanesi gezisi. Dedesinin aksine Ulu Bey ülkeler fethetmekten ziyade, gökyüzü aleminde araştırmalar yapmayı, gök kubbenin sırrını çözmeye çalışmayı tercih etmişti. Timur’un torunun büyük matematikçi ve gök bilimci Uluğ Bey tarafından 1428 yılında şehrin yakınlarında bir tepede yaptırılan rasathane, Semerkant’ın bilimde ulaştığı en yüksek noktayı temsil etmekte. 48 metre çapında, 3 katlı ve yaklaşık 30 metre yüksekliğindeki gözlemevi, medresesinde yapılan matematik ve astronomi çalışmalarını pratiğe uygulamak için ve ilim dünyasına sunmak gayesiyle yapılmıştı. Rasathane 1449 yılında Uluğ Bey’in öldürülmesinden hemen sonra dindar fanatikler tarafından kısmen yıkıldı ve kütüphanesi yağmaladı.     

ÖZBEKİSTAN&KARAKALPAKİSTAN SEYAHATİ – I (28/09/2025 -07/10/2025) TAŞKENT ŞEHRİ -I (28/09/2025)

İpek yolu güzergahı üzerinde önemli bir ticaret durağı olmasına rağmen Taşkent görkemli şehirler Buhara, Semerkant ve Hiva’ya göre daha mütevazı bir geçmişe sahip. Şehir, Arapların, Samanilerin, Karahanlılar ve Moğol asıllı Hıtaylarının egemenliğine girdi. Timur zamanında, XIV. yüzyılda bir bilim, sanat ve ticaret merkezi olarak en parıltılı dönemini yaşadı. XVI. yüzyılın ikinci yarısında Buhara Hanlığı tarafından ele geçirilen şehir, XVII-XVIII.yüzyıllarda Kazak ve Kalmuklar’ın denetimine geçmiş ve 1809 yılında Hokand Hanlığı’nın zayıflaması ile de, 1865 yılında Rus Çarlığı’nın eline geçti ve 1917 Devrimi’ninden sonra Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin bir parçası oldu. 1930 yılında Özbekistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin başkenti konumuna yükseldi. 1966 yılında yaşanan yıkıcı depremin ardından kent, büyük ölçüde yeniden inşa edilmiş. Geniş yolları, yeşil alanları, düzenli yerleşimi, sağlam altyapısı ile kent, Sovyet şehir planlamacılığının en önemli örneklerinden biridir. Taşkent, 1991’den beride bağımsız Özbekistan Cumhuriyeti’nin başkenttir. Şehir turu esnasında, XIX. yüzyıl sanat eserlerinin görülebileceği Uygulamalı Sanatlar Müzesi;Timurlenk’in etkileyici bronz heykeli ile Amir Timur Meydanı;Sovyet döneminde Lenin Meydanı olarak adlandırılan kentin en güzel havuzlrının yer aldığı Bağımsızlık Meydanı; Ali Şir Neva (Navoi) Opera ve Bale Tiyatrosu binası ile görkemli Tiyatro Meydanı gezilecek Meydanı gezilecek yerler arasında.   

KIRGIZİSTAN SEYAHATİ-III (09/06/2025-14/06/2025)

Yurt çadırında ilk geceyi geçirdikten sonra sabah keyifli bir kahvaltının ardından bu eşsiz coğrafyada sıra dışı bir deneyim için yola çıktık.

İlk durağımız bir keçe atölyesiydi. Bütün Türk toplulukları gibi konargöçer Kırgızlar için de temel el sanatlarından biri ve önemli bir kültürel miras ürünü olan keçe günümüzde de değerini koruyor ve güncel hayatın içinde yer alıyor. Tabii günümüz koşullarına uyarlanmış modernlikte. Kırgızistan’da bugün önemli bir turistik değer hâlini alan keçenin üzerine işlenen her bir nakışta ülkenin tarihinden, toplumsal değerlerinden ve kültüründen izler görmek mümkün.

Kuzu yününden yapılan keçe, Kırgızistan’da neredeyse her alanda kullanılıyor. İster yurtları örtmede ister oyuncakta. Hatta keçe sanatı öyle bir hâl almış ki Keçe Festivali bile düzenleniyor. Kırgızcada “Kiyiz Duyno” olarak bilinen festivalde keçe atölyeleri, yurt inşa etme etkinlikleri, halk konserleri, düzenleniyor; keçe ile ilgili oyunlarla gelenekler yaşatılıyor. Aynı zamanda üretilen birbirinden harika keçe ürünleri de satışa sunuluyor.

Keçe yapmak çok aşamalı, zor bir iş. Atölyede biz de elimizden geldiğince keçelerden motifler yaptık.

Yeni bir şey öğrenmenin keyfiyle keçe atölyesinden çıkıp Kırgızistan’ın geleneksel sporları olan kartal avcılığı ve okçuluğu görmek için yola koyulduk. Kırgız gelenekleri arasında en ilgi çekici olanı kartal avcılığı. Geleneksel kıyafetler giymiş, güçlü bir Kırgız, kolunda görkemli bir kartal tutuyor. İsterseniz sizin de kartalı kolunuza almanıza yardım ediyor. Kırgız Türklerinde, kartal yetiştirme geleneği babadan oğla geçerek nesillerdir sürüyor. Bu durum çoğu zaman boy adlarına, boyların yaşadığı yer adlarına yansımış. Örneğin; Bürküt, Bürkütçülör Boyu, ya da Bürküt Uya (Kartal Yuva), Bürküt Döbö (Kartal Tepe), Bürküt Say (Kartal Dere).

Kırgızlar, kutsal saydıkları kartala “bürküt” diyorlar. Türkçe bir kelime olan “bürküt” kartalın gücünü, yeteneğini, keskin görüşünü ifade ediyor. Bu nedenle Kırgız destanlarında erkek başkahramanlar kartal ile özdeşleştirilmiş ya da onlara eşlik eden bir dost ve destekçi olarak ifade edilmiş.

Kırgız mitolojisinde avcı öldüğünde kuşlarının da birlikte gömüldüğü ya da avcının varlık durumuna göre farklı metallerden veya ahşaptan yapılmış kuş heykelleriyle gömüldüğü anlatılıyor. Söylenceye göre birlikte gömülen kuşlar avcıya ahirette eşlik edip destekliyor. Aslında arkeolojik kazılar da mitolojiyi kanıtlar bulgular ortaya koymuş.

Kartalın kutsallığı Kırgız kültüründeki her ayrıntıda kendini gösteriyor. Örneğin, kartalın önünden geçmiyorlar, kartal kazayla ölürse yas tutuyorlar, nazardan ve kötü ruhlardan korunmak için evin her köşesine, özellikle de bebeklerin beşiğine, kartal tırnağı, pençesi ve tüyü asıyorlar. “Kartalı olan evde şeytan olmaz” diye bir atasözleri var. Kartalın şifa verici özelliği olduğuna inanılıyor. Öyle ki başı ağrıyan kartal tüyü takıyor, hastalar kartal tüyünden yapılmış yastığa yatırılıyor. Ayrıca erkek çocuklara kartal gibi cesur ve yetenekli olmaları için kartalın kalbini yediriliyor. Baktığınız her şeyde kartal görmeniz mümkün, günlük hayatta kullandıkları eşyalarda, süs eşyalarında ve giysilerinde mutlaka kartal simgesi bulunuyor.

Ülkenin dağlık coğrafi yapısı tarih boyunca hayvancılık ve avcılığı geçim kaynağı hâline getirirken 7. ve 9. yüzyıllara ilişkin tarihi kaynaklara ve Kırgızların “Kococaş” Destanı’na göre halk avcılığı meslek edinmiş.

Kırgızların kartalı yakalayıp eğitmeleri, beslemeleri ve avlamaları, zaman içinde onlara tarihi kültürel zenginlikler kazandırmış. İnsanlık tarihi kadar eski olan bu geleneğin izlerine mağara duvarlarında ve kaya taşlarında rastlamak mümkün.

Kırgızlar, ateşli silahın olmadığı dönemlerde, ok ve yayın ulaşamadığı, yüksek kar kütlelerinin geçit vermediği ve insan gözünün göremediği durumlarda keskin görüş niteliklerini sergileyen kartallardan yararlanmışlar. Kartallar; geyik, ceylan, karaca, tilki, tavşan gibi hayvanları rahatlıkla avlamış, Kırgızlar da o hayvanların derileriyle soğuktan korunmuş, etleriyle karınlarını doyurmuş. Bir anlamda kartallar, Kırgızlar’ın yaşam dayanağı olmuş.

Kırgız bürkütçüleri; yaşadığı yer, tüy, renk, av becerisi ve cesaretine göre kartalları 65 türe ayırıyor. Bunlardan yalnızca 19 tür eğitilebiliyor. En yetenekli tür ise açık kahverengi ve sarı tonlardaki tüylere sahip olduğu için “Çöl Kartalı” adını verdikleri kartallar.

Kartalın yeni yetişen yavrusuna Kırgızlar “Barçın” diyor. “Barçın”, kız ve erkek çocuklarına hem geçmişte hem de günümüzde yaygın olarak verilen isimlerden biri.

Kartallar hakkında bir hayli bilgi edinip yakından inceleme fırsatı bulduktan sonra ok atmayı da denedik. Bir Kırgız atasözü, “Baban sağ iken halkını, ata binerken topraklarını tanı” der. İşte bu atasözünü ilke edinen Kırgızlar, çocuklarına halkı ve sahip oldukları toprakları tanıtıyorlar. Kırgızlar için yeni neslin sosyal ve etnik kimliğini koruması açısından tarihin ve kültürün kuşaktan kuşağa aktarılması büyük önem taşıyor. Bu yüzden Kırgızistan’da at binmek de çok önemli ve çocuk yaşta başlanıyor.

Kırgızların izinde göçebe yayla yaşamını daha yakından deneyimlemek üzere Karala Arça Yaylası’na çıktık. Bu yayladan çadırlarda yaşayan halkı daha iyi görme olanağı yakaladık. Aynı zamanda at bindik. Trekking yapma olanağı sunan harika bir doğası var. Tabii yayla olduğu için hava oldukça serin.

Kırgız halkı çok içten, samimi ve doğal, yüzlerinde gülümseme hiç eksik olmuyor.