BIRAKTIĞINIZ İZ DEĞERİNİZİ BELİRLER

Hepimiz “özlemek” kelimesini zaman zaman kullanırız, “Özledim,” deriz. Bu kelimeyi kimler için kullandığımıza baktık mı hiç?

Bir varlık olarak insan, doğumundan ölümüne kadar tüm yaşamı boyunca yaptıkları ile izler bırakır. Bu izler zaman içinde birileri tarafından anılır ve özlenir.

Hayatımızın her anında insanlarla iletişim hâlindeyiz: İş yerinde, aile arasında, arkadaşlarımızla, dostlarımızla, sevdiğimizle, eşimizle, çocuklarımızla, komşularımızla. İletişimde olduğumuz insanların bir kısmını zaman zaman göremediğimiz, konuşmadığımız olur. “Ah, bir sesini duysam, arasam ya da buluşsam, sohbet etsem,” deriz. Bazen de uzak bir yere giderler uzunca bir zaman görüşemeyeceğinizi bilirsiniz veya hayata veda ederler, hasretiniz sonsuz olur. Yoklukları ağır gelir, üzülürsünüz, özlersiniz. Çünkü onlar kalbinizde, ruhunuzda bir iz bırakmıştır. Bu mutlaka iyi bir izdir ki özlersiniz. Onlar hayatınıza güzel dokunuş yapmışlardır. Bazı insanlar omzunuza dokunur, kalbinize dokunur, ruhunuza dokunur. Sizi dertlerinizden arındırır, ufkunuzu genişletir, ruhunuzu yüceltir, bakış açınızı değiştirir, yeni şeyler öğrenirsiniz, hayatınızın dönüm noktası olur. Bazen de hiçbir şey yapmadan sadece varlığı ile bir tutam huzur olur, işler içinize. Birlikte vakit geçirmekten mutlu olursunuz, keyif alırsınız. Moraliniz bozukken telefonda sesini duymak bile iyi gelir size.

Kimi zaman da yolunuz kötü izler bırakacak insanlarla kesişir. Kıskançlık, kin, öfke, ikiyüzlülük, dedikodu, iftira, yalancılık, bencillik, kibir gibi negatif enerjili duygularla yüklü insanları, izlerinin derinliği ne olursa olsun, bırakın özlemeyi hatırlamak bile istemezsiniz. Bu insanlar her yerde karşınıza çıkabilir. İş yerinde, yaşadığınız mahalle veya apartmanda, büyük heveslerle ve kim bilir ne fedakârlıklara katlanarak parasını biriktirip çıktığınız seyahatte… Sırf o insanlar yüzünden iş yerinde, apartmanda ya da seyahatte yaşadıklarınızı hep kötü hatırlarsınız, o günler siyah bir tülün arkasından bakıyormuşsunuz gibi canlanır hafızanızda.

Hayatınızda iyi veya kötü iz bırakan birileri mutlaka olmuştur. Aklınıza veya kalbinize gelen kimlerdir? Kimleri özlersiniz? Özlediğinizde ne yaparsınız? Bazen sesini duyduğunuzda özleminizin dineceğini bilirsiniz ama “Aramaya vaktim yoktu,” dersiniz. Ben buna katılmıyorum. Eğer gerçekten özlüyorsanız aramasanız bile bir mesaj yazıp gönderirsiniz. O kişi ile irtibat hâlinde olursunuz. Çünkü sevgi bekletmeye, ertelemeye gelmez.

Hayat bir alışveriştir, verdikleriniz kadar alırsınız, aldıklarınızın karşısında vermeniz gerekenler vardır. Başkalarını sizin hayatınızda bıraktığı izler gibi sizin de onların hayatında bıraktığınız izler vardır, olacaktır. İşte burada ahlak, erdemli davranışlar, yapmacıksız ve içten sevgi devreye girer. Başkalarının hayatında, kalbinde, ruhunda sevgiyle yer edinmişseniz özlenirsiniz. Ama iyi yer edineceğim diye kendinizden, kişiliğinizden ödün vererek, olduğunuzdan farklı görünerek hareket etmeniz sizi dürüstlük ve şeffaflıktan uzaklaştırır. Yalnızca içten gelen sevgiyle özlenecek izler bırakılabilir. Çünkü özlemek sevgiden geçer. Eğer sevgi varsa zaten güzel izler bırakılır.

En önemlisi hayat merdivenlerini çıkarken bütün canlı ve cansız varlıklara iyi insan olarak davranmaktır. Bazen elimizden olmadan kızgınlık içinde olabiliriz, insan olmanın doğasında vardır bu. Bir ölçüde anlayışla karşılanabilir. Fakat bunu bilerek üst üste yaptığımızda artık bu kötü bir iz olarak kalır.

Yaşanmış bir hikâye anlatacağım size. Arkadaşımla sohbet ederken bu gibi konulara geldi söz. Arkadaşım, yaşadığı bir olayı anlattı. Mahalledeki çocukları bir şeyler ikram etmek için çağırmış. Tabii ki çocuklar çok sevinmişler, “Sen çok yaşa,” demişler arkadaşıma. Bunu duyan komşusu öfkelenmiş. Arkadaşıma ve çocuklara kızmış. “Bir daha bu çocukları çağırma, sen alıştırıyorsun. Apartmanda bir daha görmek istemiyorum onları,” demiş. Çocukların sevinci üzüntüye dönmüş bir anda. Aradan zaman geçmiş, öfkeli komşu oradan taşınmak zorunda kalmış. Çocuklar bunu duyunca “Oh be iyi ki taşındı. İyi ki gitti. Onda kurtulduk,” demişler. Arkadaşım neden öyle söylediklerini sormuş. Çocuklar, “Çünkü bize iyi davranmadı, senin ikram ettiğin yiyecekleri sevinçle yememizi engelledi. Onu özlemeyiz ama sen taşınmış olsan seni çok özleriz. Sakın sen taşınma çünkü bize iyi davranıyorsun, bizi hep sevindiriyorsun,” demişler. Hemen belirteyim bu çocukların her türlü maddi ve manevi imkânları var. Kimsenin yardımına ihtiyaçları yok. Burada sadece ince bir çizgi var. Çocuklar kimi neden özleyeceklerini net bir biçimde anlatmışlar. İşte bu hikâye o kadar açık ki… İnsanların özlenip özlenmeyeceğini davranışları belirler.

İz bırakmak için büyük şeyler yapmaya gerek yok. İçimize dönüp ne yaptığımıza, ne yapmak istediğimize, canlı ve cansız bütün varlıklara nasıl dokunduğumuza bakmamız yeter. Akşam kafamızı yastığa koyduğumuzda “Ben bugün nasıl iz bıraktım? İyi mi? Kötü mü?” diye muhasebesini yaparsak hatalarımızı düzeltme olanağı da doğar. Birine karşı yaptığımız hatayı bir başkasına yapmayız. Arkadaşımın komşusu da eğer hatasını fark ederse çocuklara yaptığı davranışı başka yerde yapmaz. Güzel izler bırakmanın yolu sevgiden geçer. Gene yol sevgiye çıktı.

Güzel izler bırakmak dileğiyle…

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

BİLİNÇALTININ GÜCÜ KİTABI

Birçok kişi, koşul ve durumlarını değiştirmek için olağanüstü çabalarda bulunur. Bu durum büyük oranda zaman ve emek kaybıdır. Ve var olan koşulların bir nedenden kaynaklandığını da göremezler.

Eğer kendinize sürekli “Buna param yetmez,” diyorsanız bilinçaltınız bu sözünüzü dinler. İstediğiniz şeyi alabilecek durumda olmayacağınıza inanır.

Siz o eve, arabaya, tatile param yetmez demeye devam ettikçe bilinçaltınızın emirlerinize uyacağından emin olabilirsiniz.

Hayatınız boyunca bütün bunların yoksunluğunu çeker ve koşulların bunu gerektirdiğine inanırsınız. Bu koşulları olumsuz reddedici düşüncelerinizle sizin bizzat yarattığınızı fark etmezsiniz.

Yaşadığınız her şeyi inançlarınız aracılığıyla bilinçaltınıza ilettiğiniz düşünceler nedeniyle yaşarsınız.

Başkalarının telkinleri tek başına sizin üzerinizde bir güce sahip değildir. Böyle bir gücü sizin düşünceleriniz aracılığıyla vermeniz halinde kazanırlar. Sizin zihinsel olarak buna rıza göstermeniz gerekir. Düşünceyi benimsemeniz ve kabul etmeniz gerekir.

Çok sevdiğim ve ayrıca da çok faydasını gördüğüm Dr. Joseph Murphy’in Bilinçaltının Gücü adlı kitabının bir sayfasını sizlerle paylaşıyorum.

Zihniniz, anbean yaşadıklarınızı işleyip kendinizi gerçekleştirme yolculuğunuzda gideceğiniz yönü belirlemenizi sağlıyor. Hatırladığınız tüm anılar atacağınız adımlara yön verirken hatırlayamadıklarınız veya unuttuklarınız da bu konuda göz ardı edilemeyecek kadar büyük bir pay kapıyor. İşte bu nedenle kimi insanlar yaşam yolculuklarında başarılarına başarı eklerken kimisi de tüm çabalarına rağmen hayatının her alanında tökezleyerek ilerliyor. Peki, bilinçaltının sadece rüyaları değil, tüm yaşamı etkilediğini siz daha önce düşünmüş müydünüz?

İrlanda doğumlu Amerikalı yazar Joseph Murphy, ilahi bilimler alanındaki engin birikimi ile okurlarını bilinçaltının gücünü keşfetmeye çağırıyor. Yazarın ilk olarak 1963 yılında yayımladığı Bilinçaltının Gücü kitabı, insan zihnine dair en çok merak edilen soruları yanıtlıyor. Oldukça akıcı bir dille yazılmış olan kitap, kişilerin bilinçaltını doğru şekilde kullanarak maddi ve manevi anlamda neler başarabileceğini şaşırtıcı örneklerle ortaya koyuyor. Bu eşsiz rehber, sunduğu müthiş bilgilerle sizin de hayatınıza yeni bir yön vermenizi ve hayallerini gerçekleştirmenizi kolaylaştıracak!

“Düşüncelerinizi değiştirirseniz, kaderinizi de değiştirirsiniz”

Joseph Murphy

“Bilinç, bir geminin rotacısı ya da kaptanı gibidir. Gemiyi o yönetir. Motor odasındaki kişilere komutlar gönderir. Bu kişiler sırayla kazanları, aletleri, ölçüleri vb. kontrol ederler. Motor odasındakiler nereye gittiklerini bilmezler; sadece komutları yerine getirirler. Eğer kaptan pusulaya, sekstanta ya da diğer aletlere bağlı bulgulara dayanarak hatalı ya da yanlış talimatlar verirse kayalara bindirebilirler. Kontrol ve sorumluluk kaptanda olduğu için, motor odasındakiler ona itaat ederler. Kaptan ne yaptığını bilmek durumunda olduğundan, mürettebat onunla tartışmaz, yalnızca emirlere uyar.

Kaptan gemisinin efendisidir ve istekleri yerine getirilir. Aynı şekilde, bilinciniz de geminizin –yani bedeninizin, çevrenizin ve ilişkilerinizin- kaptanı ve efendisidir. Bilinçaltınız, ona bilinçaltınızın inandıklarını ve doğru kabul ettiklerin, esas alarak verdiğiniz emirlere uyar. Emirleri ve bunların temelini sorgulamaz.”

İnancın toprağa ekilen bir tohuma benzediğini, ancak bakılırsa büyüyeceğini bilin. Fikri (tohumu) zihninize ekin, onu umutla sulatın ve gübreleyin. Böylece kendini gösterecektir.

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

BAŞARIYI DESTEKLEMEK

Çocuk elindeki anahtarı ile tekrar sandığın başına geçti. Bazen o sandığı açmak istemeyiz çünkü yaşadığımız o üzücü anılarla tekrar buluşmak istemediğimiz içindir. Sandık açılır ve yeniden geçmişten anları günümüze taşır. Bakalım nelere şahitlik edeceksiniz benim dünyamda.

Geçtiğimiz anıda paylaştığım sevdiğim arkadaşımı kaybetmek benim için çok büyük bir kayıptı. Duygusal olduğum için bu olaydan çok etkilendim. Tabii ki sürekli konuşamıyordum. Sadece içimden kendi kendime konuşup nasıl olduğunu ve neden olduğunu soruyordum. Hep gözümün önüne kendisi geliyordu. Bir de atletizm müsabakalarına hazırlanırken kendisi benim antrenmanlarımı seyrederek “Bu sene ki yarışmalarda başarılı olacağına inanıyorum,” demişti. “Sen gene kazanacaksın” sözleri ise çok hoşuma gitmişti. Bu sözler, bana moral ve motivasyon sağlamıştı.

Okula devam ederken bu arada atletizm yarışmalarına çok az bir zaman kalmıştı. Yarışmaya hızlı bir şekilde hazırlanıyordum. Bir önceki sene kazandığım ödülü bu yine kazanmak için sürekli antrenman yapıyordum.

Okul dışında ayrıca apartmanın bahçesinde ve okulun yanında olan büyük futbol maçları yaptığımız yere gidip orada antrenmana katılıyordum. Kardeşim de benimle gelip antrenmanı seyrediyordu; fakat o pek sporla ilgilenmiyordu. O sadece okuldaki arkadaşlarla futbol maçı yapardı. Evde sadece ben ve abimin spora düşkünlüğü vardı. Ablam daha çok derslerinde başarılı olmak istiyordu. Abimde benim gibi sporu çok seviyordu; fakat kendisinin rahatsızlığı vardı ve fazla yorulması yasaktı. Belli bir süre spor yapabiliyordu. Aileme baktığımda babam da spora karşı o kadar hevesli değildi. Futbol maçlarına bile seyretmezdi. Annem de öyleydi. Amcamlarım sadece takım tutup o takımın futbol maçlarına seyrediyorlardı. Dediğim gibi aile içerisinde ben hem spor yapmak hem de seyretmeye bayılıyordum. Tabii ki bir kız çocuğu olarak başta babam olmak üzere ailem televizyondaki maçları seyretmemi pek hoş karşılamadı. Çünkü derslere önem vermediğimi düşünüyorlardı. Zamanımı sadece spora harcadığımı düşünüyorlardı. Bu bir gerçek ama derslerimi de seviyordum; fakat sporu daha çok seviyordum. Zaten başarılı olmamın ilk şartı o işi sevmekten geçiyordu. Spor konusunda sadece abim ile çok iyi anlaşıyordum.

Günler birbirini kovalamıştı. Ve müsabaka günü gelmişti. Tabii ki gene çok heyecanlıydım. Müsabakanın olacağı günün bir önceki gecesi başarılı olmam için hep Allah’a dua ettim. Hiç unutmuyorum o günü, kahvaltı yapmaya çalışmış ama boğazımdan hiçbir şey geçmemişti. Annem sürekli başımda “yemelisin” diye bana baskı uyguluyordu.

Kahvaltıdan iki saat sonra yarış yerine geldik. Tabii ki geçen sene başarılı oldum ama bu sefer ki yarışmacılar farklı kişilerdi. Okulumu ve üçüncü sınıfı temsil edecek kişi bendim. Kazanma arzusu çok büyüktü. Yarışma başladı ve geçen sene ki gibi tekrar birinci oldum. Çok mutluydum, hemen anneme doğru koştum. Ve beni yakalayan arkadaşlarım bana sarıldılar. Tabii ki o anda sevdiğim arkadaşımın yanımda olmaması beni çok üzmüştü. O bana “Sen kazanacaksın” diye söylemişti. Akşam yarışmada birinci olduğumu babama söyledim. Babam, “Aferin” dedi ama sakin ve sıradan bir ses tonuyla bunu söyledi. Duygusal ve alıngan bir yapıya sahip olduğum için, babamın bu davranışı beni çok üzmüştü. Çünkü bu başarı sıradan bir başarı değildi. Okullar içerisinde başarılı olan birkaç kişi seçiliyordu.  Ve başarılı olan bu yarışmacılar arasında birinci olmak küçümsenecek bir başarı değildi. Ama babam sporla barışık biri olmadığı için olaya öyle bakmıştı. Şimdi onu anlıyorum, eğer sporu sevmiş biri olsaydı, nasıl çaba sarf ettiğimi görmüş olacaktı. Ve benim başarımı sadece “aferin” diye geçiştirmezdi. Diğer yarışmalar için de beni teşvik ederdi.

Okul velimiz olan amcama söyledim; o da beni sadece tebrik etti. Bu amcam için sadece dersler önemliydi ve okuldaki başarı iyi bir karne demekti. Şimdi babam ve amcamı daha iyi anlıyorum. Çünkü sporu sevmeyen kişiler, sporseverlerin ne hissettiğini bilemezdi.

Bazen abim ile maçları seyrettiğimizde babam, “Haydi” der ve erken uyumamızı isterdi. Biz abim ile yatma taklidi yapıyor ve babam yattıktan sonra tekrar kalkıp televizyonun sesini kısarak ve lamba yakmadan maçları seyrederdik. Benim için o maçları izlemek büyük bir zevkti. Ve maçları izlemeden yatmazdım.

Ailelerin en büyük yanlışı, spora ilgi duyan çocuklarını spora karşı teşvik etmemeleridir. Çocukların hangi alanda başarılı olacağını hissetmek ve bu kapsamda bilinçli davranmak çok önemlidir.

Çoğu aile çocuklarını okuyup bir meslek sahibi olup para kazanmaları ve geleceğini garantiye almalarını ister. O yaşta çocuklar; spor, müzik, sanatla mı ilgileniyor açıkçası kimsenin umurunda olmuyor. Çocuğun yeteneği ve becerisinin önüne set çekiliyor; böylece çocuklar sevdikleri alanlarla ilgilenemiyor ve büyüdüklerinde hep bir eksiklik hissediyorlar. Bunun için aileler, çocuklarını iyi tanımalı ve onların ne istediklerine çok iyi kulak vermelidirler. Yoksa çocuk istemediği halde farklı alanlar seçmek zorunda kalıyorlar. Ve mutsuz bir şekilde o mesleği yapıyorlar. Yetişkinlikte bilinçaltına yerleşmiş olan bu mutsuzluk nedeniyle aileleri suçlamaya başlıyorlar. Bu sefer “Ben bunu yapacaktım ama siz bana engel oldunuz,” diyorlar. Ve ebeveynlerle çatışma yaşıyorlar. Hele bir de maddi imkânı olup çocuklar engelleniyorsa o zaman bu çocuklar yetişkinlikte ebeveynlerle iletişim sorunu yaşıyorlar.

Bazı çocuklar da anne ve babalarını dinlemeyerek kendisinin mutlu olacağı bir alana yöneliyorlar.

Ne olursa olsun çocukken çocuklara bir hobi seçmeleri konusunda onlara yardımcı olunmalıdır. Sadece okul veya derslerde başarılı olmak değil, çocukları sosyal ve kendini özgüveni sağlamaları için yaratıcılığını ortaya koymaları için bir hobilerinin olması gerekiyor. Ve bu konuda aileler çocuklarını desteklemelidir. Sınıf arkadaşımın, “Sen kazanırsın” demesi bana motivasyon kaynağı olmuştu. Yıkıcı değil; yapıcı, olumlu sözler ve birliktelik duygusu büyük başarıları getiriyor. Çocuklarımızı onların başarılı olacakları alanlar için yetiştirelim.

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

KALBE SAPLANAN OK, ÖFKE

Yeni bir bilgelik hikâyesiyle tekrar birlikteyiz. Bugün paylaştığım hikâye ise öfke ve öfke sonucu kalpte oluşan olumsuz izler olacaktır. Hikâyeye geçmeden önceden öfkeyle ilgili hissettiklerimi sizlerle paylaşacağım. Hepimizin bildiği gibi öfke, hiç güzel olmayan bir duygu olup her zaman öfkelenen kişiye zarar vermektedir. Çünkü öfke öyle bir enerji ki orada hiçbir zaman sevgi yer almaz. Ayrıca öfke esnasında ağızdan çıkan sözler, karşı tarafın kalbine ok gibi saplanır. Öfke, insanın içini karartan olumsuz bir duygudur. Öfkeyle ilgili sonraki günlerde paylaşımlarım olacağını belirterek aşağıdaki hikâyeyi sizlerle paylaşmak istiyorum. Hikâye yoruma gerek kalmaksızın her şeyi en güzel şekliyle anlatıyor ve eminim ki bu hikâyeyi okuyan herkes payına düşeni alacaktır.

ÖFKEYE YENİLMEMEK

Bir zamanlar çok çabuk öfkelenen ve bu yüzden hiç arkadaş edinemeyen küçük bir çocuk varmış.

Babası ona bir kese dolusu çivi vermiş ve her öfkelendiğinde, bahçe kapısına bir çivi çakması gerektiğini söylemiş. Çocuk daha ilk gün kapıya 37 çivi çakmış.

İlerleyen haftalarda, çocuk öfkesini kontrol etmeyi öğrendikçe kapıya çaktığı çivilerin sayısı da her geçen gün azalmış. Gün gelmiş ve öfkesini kontrol etmenin kapıya çivi çakmaktan daha kolay olduğu keşfetmiş. Ve bir gün çocuk, öfkesine hiç yenilmemeyi öğrenmiş. Koşup babasına durumu anlatmış ve babası bu kez ona, öfkesine her hâkim olduğunda kapıdan bir çiviyi söküp çıkarmasını istemiş. Günler geçmiş ve çocuk gelip babasına tüm çivilerin söküldüğünü anlatmış. Babası onu elinden tutup bahçe kapısının yanına getirmiş ve şöyle demiş:

“Aferin oğlum, çok şey başardın; ama bir bak, kapının üstü delik deşik oldu. Bu kapı asla eskisi gibi olmayacak. Öfkeyle söylediğin sözler, tıpkı bunlar gibi izler bırakır. İnsana bıçak saplayıp sonra çekip çıkarabilirsin ama üst üste ne kadar özür dilersen de yara hala oradadır. Dil yarası da fiziksel bir yara kadar kötüdür. Aslında arkadaşlar nadir bulunan mücevherlerdir. Seni gülümsetir ve başarılı olman için seni teşvik ederler. Sana kulak verirler ve her zaman kalplerini sana açık tutmak isterler.”

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

DÜRÜSTLÜK ÖNCE BİREYİN KENDİSİNDEN BAŞLAR

Shakespeare, Hamlet’te Polorious Paris’e gitmeye hazırlanan oğluna şu nasihatte bulunur: “Ve en önemlisi kendine karşı dürüst olmandır. O zaman, gündüzün geceyi izlediği gibi. Kesinlikle hiç kimseye riyakâr davranamazsın.”

Dürüstlük kavramı çok geniş bir kavram tabii ki, bu kavramı birkaç sayfayla ele almak yeterli olmayabilir. Ama ben elimden geldiğince bu kavramı örneklerle destekleyip özetlemeye çalışacağım. Ve bugün sizlerle paylaşacağım yazım, dürüst olmayıp dürüstlüğü başkalarından bekleyen insanlarla ilgili olacaktır.

Kendisine bakmadan karşısındakinin dürüstlüğünü sorgulayan insanlarla sıklıkla karşılaşırız. Kendi hakkı yenildiğinde ortalığı ayağa kaldıran ama kendi başkasının hakkını yediğinin farkında olmayıp ya da farkında olarak işine geldiği gibi davranan insanlar var. İşte burada karşındakinden dürüstlük beklerken kendine dönüp bakmayanlar var.  Karşındakini kandırdığını sanan fakat aslında kendini kandıranlar var. Yalan söylememek, kimseyi aldatmamak, kendi çıkarı için başkasını kandırmamak çok önemlidir.

İnsan hata yapar tabii ki de, hatalarla olgunlaşır insan; fakat bu hataları dürüstçe kabul edip karşı tarafa suç atmamalıdır. Dürüst bir şekilde özeleştiri yapmalıdır. Derler ya “Sözünün arkasında dur,” diye işte; tam da bu sözler dürüstlükten gelir. İnsan kendine ne kadar dürüst olursa o kadar mutlu olur ve etrafına da güven verir.

Dürüstlükte “karakter” kavramı önemli bir yere sahiptir. Herkese sorulduğunda herkes kendini dürüst olarak tanımlar. Kimse “Yoğurdum ekşidir,” demez, daha önceki yazımda da bundan bahsetmiştim. Hayat devam ederken sınavlarımız imtihanlarımız da olur. Bu sınavlardan en önemlisi insanın kendisine karşı dürüst olup olmaması ile ilgilidir. Dürüst olmak bir sınavdır. Bazı şeyleri yaşarız; kimlere dürüst davrandığımız veya davranmadığımızı davranışlarımızın sonucu belirler.

Günümüzde “dürüst olmadığını” söyleyebilecek kaç cesaretli insan var?  Tabii ki insan zorluklar yaşayabilir fakat kendi zor şartlarını dile getirirken de bunu samimi ve içtenlikle karşı tarafa dürüstçe aktarmalıdır. Yalan söyleyerek aktarmamalıdır. Çünkü yalanı yalanla kapatmak zorunda kalan insan, bir kısır döngünün içinde kendini bulur.

Dürüst olmak kendi hatalarını ve yanlışlarını kabul etmektir. Başkalarını suçlamak değil başkalarına sorumluğu atmak hiç değildir. Eğer yanlış bir şey varsa hata yapıldıysa bu durum dürüstçe ifade edilmelidir.

Dürüst olan insan, zaten hiçbir şekilde oynamaz ve çizgisini belli eder. Menfaatine göre ve çıkarına göre karşı tarafa rol yapmaz. Net olur. Samimi ve içten olur. Şartlar ne olursa olsun dürüstlüğünden asla vazgeçmez.

Dürüstlük bir erdemdir. Dürüst olmayan insan karşındakini kandırdığını sanabilir ama aslında kendini kandırıyordur. Dürüstlük insanın en berrak halidir. Su katılmamış doğruluktur.

Size yaşadığım bir olayı aktarmak istiyorum: Devamlı gittiğim bir pastane vardı. Orada yiyecek bir şeyler alırken bana dükkân sahibi, “Bunu vermeyeceğim sana, biraz bekle yenisi çıkacak!” dedi. Ben de, “Peki,” dedim. Biraz durduktan sonra şunları sordum:

“Peki, bu ürünleri ne yapacaksın?”

“Satacağım” dedi.

“Kimlere satacaksın ki?”

“Müşterilere.”

Ben o sırada yaptığının çok yanlış olduğunu anladım. Eğer bana taze olmadığını ve yenisi çıkacak diyorsa bunları niye başka insanlara satıyordu ki. İşte dürüstlük hiçbir insanı ayırt etmeden eşit yapılan bir davranışlar silsilesidir. Pastane sahibine, “O zaman gelen müşterinin yerine kendini koy ve bu davranış sana yapılmış olsa nasıl değerlendirirdin? Diğer insanları dürüst olmamakla suçlarsın, peki şu anda yaptığı davranışla sen dürüst müsün? Kazandığın paranın bereketini göremesin; çünkü dürüst davranmıyorsun,” dedim. Ya da gelen müşteriye bu ürünlerin bu saatte çıktı diyeceksiniz ona göre müşteri alır ya da almaz.

Alışveriş yaparken esnaflarla sohbet ederim, işlerinin nasıl olduğunu bir esnafa sormuştum; esnaf: “Dürüst olduktan sonra her zaman bir ekmek vardır, diye karşılık verdi. Gerçekten de öyle, hangi işi yaparsanız yapın, insan yaptığı bir işi dürüstlükle yapıyorsa mutlaka kazanır. Çünkü dürüstlüğün altında sevgi vardır.

Bütün ilişkiler de öyle değil mi? Dürüst olmayıp da kendi menfaati için ilişkilerini sürdüren insanlar yok mu? Günün birinde gerçekler ortaya çıkmıyor mu? O an sadece kendini kandırmıyor mu?

Sosyal medya hesabında bilerek arkadaşını takipten çıkarıyor, sonra “Yok yanlışlıkla oldu,” diyor. “Çıkardım,” diyemiyor ve aslında arkadaşını kandırdığını sanıyor… Hâlbuki kendini kandırıyordur. Burada kendi ile yüzleşip cesaretle, “Evet, çıkardım,” demek yerine “Yanlışlıkla,” oldu diyor. Veya birisini ararsınız o sırada bende seni arayacaktım der, “Hâlbuki aramayacaktır,” sadece karşı tarafa söylemek için bunu söylemiş oluyor. Kendine zarar verdiğinin farkında değildir, dürüst davranışta bulunmayanlar…

Ya da sizin emeğinizi vermemek için kendini acındırmak, yaptığınız emeği hiçe sayar veya size kendini farklı göstererek bir maske takarak sevgi dolu sözcükler ve davranışlar sergiler…

İnsan kendine karşı dürüst olursa başkasına karşı da dürüst olmuş oluyor. Avusturyalı psikolog ve filozof Paul Watzlawick bir sözü vardır ve bu sözü çok hoşuma gider: “En önemlisi kendine karşı dürüst olmaktır.”

Tabi ki insanın kendine karşı dürüst olması öyle kolay bir şey değildir. Çoğu insan ise kendisini dürüst sanır…

Verilen bir sözü tutmanın bile, bir dürüstlük olduğu asla unutulmamalıdır.

Dürüst olan insanlar, kusurlarını gizlemez ve kusurlarını bilir ve kabul ederler.

Dürüstlükte sevgi olur, merhamet olur, vicdan olur, hak yememe olur, ne olursa olsun doğruları söylemek olur, yalın samimi ve içten olur…

Eğer birilerinin hataları varsa yüzüne sevgi ile söylenir ve arkasından konuşulmaz.

Dürüstlükte; güven vardır, netlik vardır, hırs yoktur, verilen sözlerin yerine getirilmesi vardır.

Dürüstlük yalnız zihninizden geçenleri konuşmak değildir. Dürüstlük içinizde olan biten her şey için çok açık olmak demektir.

Dürüstlüğün olduğu yerde duygular temiz olur.

Dürüstlük konusunda çok fazla örneklerim var; ancak yazımı uzatıp sevgili okuyucularımı sıkmak istemiyorum. Sonraki yazılarımda tekrar bu konuya değineceğim.

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

ALIN ÇAKRASI ÜÇÜNCÜ GÖZ ÇAKRASI

Aralık ayına gelmiş bulunmaktayız. Bu ay ki çakramız olan, “üçüncü göz çakrasına” ait bütün bilgileri sizlerle paylaşıyorum. Üçüncü göz çakrası; sezgilerin, gönül gözü ve altıncı his çakrası olarak da bilinmekte ve yaşam boyu bize eşlik etmektedir. Bazı insanlar, genetik olarak daha güçlü doğarlar. Sezgileri ve psişik güçleri daha kuvvetlidir. Bu durum, çakrayla ilgilidir. Üçüncü göz çakramızın açık olması, çevremizde olan olayların enerji boyutunu algılamamızı ve anlamlandırmamızı sağlar. Bu çakra yaşadıklarımızı ve yaşama sebebini anlamamızı ve farkındalığımızı sağlar.

Sizler için araştırıp bulduğum ve okuduğum bazı kitaplardan edindiğim bilgiler aşağıda ki gibidir. Şifa olsun!

Üçüncü Göz Çakrası Nerede Bulunuyor?

Yukarıda da belirttiğimiz üzere enerji çarkları bedenin tam ortasında yer almaktadır. Bu anlamda ilk başta taç çakra arkasından da üçüncü “üçüncü göz” gelmektedir. Öyle ki taç çakra başın üzerinde mevcut durumda. Üçüncü göz yani Üçüncü Göz çakrası da iki kaşım ortasında bulunuyor. Tam olarak iki kaşın ortasından 2 parmak kadar yukarıda yer almaktadır.

Üçüncü Göz Çakrasının Sağlıklı İlişkisi Nedir?

Üçüncü göz çakralarının sağlığa etki eden pek çok hususu bulunmaktadır. Temelde sezgilerin güçlenmesine etki ettiği açık durumda. Bu anlamda bir diğer adı ‘sezgi’ olarak da ifade edilir. Özellikle de gündelik hayatta sezgileri güçlü olan kişilerin bu çakrası, güçlü bir enerjiye sahiptir. Devamında ise:

  • Ön farkındalık açısından önemli çakralar arasındadır.
  • Düşünce sağlığı açısından da üçüncü göz çakralarının dönmesi gerekmekte.

Beynin 2 ayrı lobuna da etki ettiği için düşünce sağlığına katkısı büyüktür. Şöyle ki dengeli olan çakralar, beynin daha berrak bir şekilde çalışmasına katkı sağlar. Dengeli olan beyin, düşünce sağlığı açısından iyi duruma gelir. Tam tersi olarak çakranın az çalışması da hayal gücünün noksan olmasına neden olur. Hatta çok çalışması dahi maddi açıdan sağlıksız düşünceleri beraberinde getirir. Bundan kaynaklı olarak dengeli olan çakraların sonuç verdiği açık durumda.

Fiziki Olarak Üçüncü Üçüncü Göz Tanımı

Çakraların fiziki açıdan da değerlendirilmesi söz konusudur. Gerek hormonlar gerekse bezler üzerinden test edilmektedir. Mesela üçüncü Üçüncü Göz olarak ifade edilen çakra, alın bölgesinde yer almaktadır. Konumundan kaynaklı olarak hormonal açısından birkaç bezden desteklenir. Bunlar:

  • Bezler; başta alnın ortasında bulunduğu için bezleri belirtmek gerekir. Şöyle ki desteğini önce epifiz arkasından da hipofiz bezlerinden almaktadır. Salgılanan bu bezler dahilinde çakraların doğru bir şekilde çalışması mümkün olmaktadır.
  • Horman; bezlerden ziyade hormonlardan da destek almaktadır. Örneğin elifiz bezlerinden melatonin hormonu salgılanır ve çakraları etkiler. Devamında ise hipofiz bezinden gelen serotonin hormonu gelmektedir. Ruhu doyuran bu hormonların dengeli bir şekilde salgılanması, kişinin açık çakralara ve yüksek enerjiye sahip olmasını destekler.

Üçüncü Üçüncü Göz Çakrasının Algıya Etkisi Nedir?

Algısal etkileri saymakla bitmiyor. Öyle ki gerek çakraya destek veren bezler gerekse hormonlar bunu üçüncü gözler önüne sermektedir. Mesela serotonin hormonu, mutluluk enerjisini yükseltmektedir. Bu anlamda merak edenler algısal niteliklerini de değerlendirmeye alabilir. Örneğin üçüncü Üçüncü Göz aktiviteleri neticesinde ruhsal edinimler elde etmek mümkün. 

Ruhsal edinimler beraberinde dünyaya bakış açınızı değiştirebilir. Bu durum insanlarla olan ilişkinize dahi etki eder. Bilinç seviyesinin dahi zamanla artış göstermesi söz konusudur. Son olarak olaylara farklı açılardan bakma ve kabullenme dürtüsüne sahip olunur. Aynı zamanda içsel olarak huzurlu olan kişilerin de üçüncü göz çakraları düzeyli durumdadır.

Üçüncü Göz Çakrası Yüksek Olanlar

Çakra aktiviteleri hızlı ve düzenli olan kişilerin, farklı bakış açılarına sahip oldukları görülüyor. Maddesel yaşamda sergilenen tüm tutumları dikkat çekmektedir. Mesela başta maddeden ziyade maneviyata sahip oldukları görülüyor. Bundan kaynaklı olarak iç huzuru yakalamış kişiler olarak karşımıza çıkarlar. Beraberinde ise:

  • Alma-verme; Üçüncü göz çakraları düzenli olan kişilerin almaktan çok vermeye yatkın oldukları görülüyor. Yani doyum kazanmak için almayı tercih etmezler. Aksine vererek kendilerini daha huzurlu ve mutlu hissederler. Bunun yanı sıra yardım sever oldukları açık durumda. Temelde başkalarını mutlu etmeye eğilimli olmaları da ayrıcalıklı özellikleridir.
  • Objektif; Üçüncü Göz çakrası etkili bir şekilde çalışan kişilerin diğer çakraları da uyum içindedir. Şöyle ki bu çakrayı destekleyen bir diğer çakra da kalp çakrasıdır. Her iki çakranın düzenli ve etkili bir şekilde aktivite göstermesi, kişinin objektif olmasını destekler. Yani yaşanılan olaylara karşı objektif bakış açısına sahip oldukları Üçüncü gözlemlenir.

Üçüncü Üçüncü Göz Çakrası Düşük Olanlar

Çakraları düzenli olmayan kişilerin başta bencil tutumlar sergilediği Üçüncü Gözlemlenir. Yani Üçüncü Göz çakrası düşük olanların ‘ben’ merkezli olacak şekilde olayları değerlendirdiği görülüyor. Bunun yanı sıra daha hırslı bir yaşama sahip oldukları açık durumda. Öyle ki maddeden mutlu oldukları için hırslı bir yapıya bürünmeleri söz konusudur. Beraberinde:

  • Vermekten ziyade almak, mutlu olmalarına etki eder.
  • Çakraların çok düşük seviyede olması davranış bozukluklarına dahi neden olmaktadır.
  • Depresyon ve anksiyete gibi sorunların baş göstermesi söz konusudur.

Üçüncü Göz çakra aktivitesinin düşük olması pek çok sorunu beraberinde getirir. Temelde psikolojik ile fiziki açıdan sağlık problemlerine maruz kalmanıza neden olacaktır. Mesela şiddetli baş ağrıları bunlar arasında gösterilir.

Üçüncü Göz Çakra Etkinliklerinin Artması Neye Neden Olur?

Üçüncü göz çakrası temelde sezgi olarak ifade edildiği için düşünce yetisinde büyük rol oynamaktadır. Bu anlamda çakranın yüksek aktivite göstermesi de bu alanda gelişmenizi destekler. Mesela Üçüncü Göz çakralarının hızlı olması halinde telepati yanınız da artış gösterir. Madde ötesi olan varlıkla ile de telepatik olacak şekilde iletişime geçmeniz mümkün olacaktır. Beraberinde:

  • Durugörü; Daha çok fal bakanların bu özelliği ön plana çıkmaktadır. Şöyle ki hiç tanımadığınız kişiler hakkında da fikir sahibi olabilirsiniz. Sezgileri güçlü olan kişiler, pek çok konuda fikir sahibidir. Çakra aktivitesi yüksek olanların durugörülü yani sezgisi güçlü kişiler olduğu görülüyor.
  • Organlar; Temel duyu organları tarafından koku ya da ses etkileşimleri tespit edilir. Farklı olarak Üçüncü Göz çakrası yüksek olanların algısız olan korkular dahi fark etmeleri mümkün. Aynı durum ısılardan tatlara kadar çeşitlilik gösterir. Yani alınamayan kokudan tada kadar tüm bu etkileşimlerin fark edilmesine olanak sağlar.

Üçüncü Göz Çakrasına İyi Gelen Yağlar Hangileri?

  • Çakraları daha etkin hale getirmek için bir takım yağlar kullanılıyor. Bu yağlar eşliğinde masaj uygulamak çakraların aktif hale gelmesini desteklemektedir. Sonuç olarak her çakra için ayrı yağlara ve uygulamalara yer verilir. Örneğin Üçüncü Göz çakrası için kullanılması gereken yağlar ve uygulamaları şu şekildedir;
  • Bitkisel Yağlar; Organik olmasına özen göstererek yağ tercih edilmesinde fayda var. Katkısız olan yağlardan daha etkin sonuç alınabilir. Mesela Üçüncü Göz çakrasına iyi gelen yağlar arasında hindistan cevizi başı çekmektedir. Vanilya ile yasemin yağları da mevcut durumda.
  • Uygulama; Yukarıda belirttiğimiz yağları çakra üzerinden uygulamak gerekir. Şöyle ki yağdan bir miktar kadar olarak kafa bölgesine masaj yapabilirsiniz. Üçüncü Göz çakrası alnın ortasında bulunuyor. Yani alın bölgesine hafif masaj yapmanız yeterli olacaktır.

Üçüncü Göz Çakrasının En Üst Seviyesi

Üçüncü Göz çakraları çok etkin olan kişilerin sezgileri de etkin durumda. Özellikle de insanların içlerini okuma gibi sezgisel birtakım güçlere sahip oldukları görülür. İç yüzlerin tanınması ve hissedilmesi söz konusudur. Ruhsal açıdan daha duyarlı hale gelme durumudur. Bu durum zamanla psikolojik olarak sorun yaşamanıza neden olabilir. Öyle ki bilinçsiz bir şekilde Üçüncü Göz çakralarının üst sınıra ulaşması, psikolojik olarak yorulmanıza etki edecektir.

İnsanlara yönelik daha sezgisel davranma ve hissetme durumu artış gösterir. Özellikle de gündelik hayattaki ilişkilerinizde sorun yaşayabilirsiniz. Yakın arkadaşlıklar kurma, aile ya da ikili ilişkilerde sorun yaratabilir. Bu nedenle gerek masajlar gerekse egzersizler ile çakralarını aktif hale getirmek isteyenlerin dikkatli olmaları gerekir. Özellikle de belirli bir düzeye ulaşanların devamında çakralar için bir şey yapmaması gerekir.

Üçüncü Göz Çakrasının Negatif Yanları Nelerdir?

Yukarıda da belirttiğimiz üzere bu çakranın sınırsız bir etkileşime sahip olması ciddi sorunları beraberinde getirir. Aynı zamanda doğuştan çakraları açık olan kişilerin de gündelik hayatta sıkıntılar yaşadıkları açık durumda. Örneğin:

  • Ben Merkezcilik; Önceden de söylediğimiz gibi sadece ‘ben’ merkezli olunması söz konusudur. İsteme eğilimi artar ve kendiniz adına kararlar vermeye başlarsınız. Bu aşamada kişilerin hırslı oldukları ve diğer insanlara yönelik daha yıkıcı kararlar aldıkları görülür. Bencil olunması ve hırslı yapı negatif yönlerin başında yer almaktadır.
  • Ruhsal Derinlik; Ruhsal dengenin bir süre sonra bozulması ve sağlık sorunlarının ortaya çıkması söz konusudur. Özellikle de Üçüncü Göz çakrası aktif olan kişilerin daha derin düşünmesi ve psikolojik olarak sorun yaşaması dikkat çekiyor. Derin ruhsal darbeler neticesinde de kişinin psikolojik hastalıklara yakalanması an meselesidir.

Üçüncü Göz Çakrası Rengi Nedir?

Her çakranın kendine has olarak belli başlı nitelikleri bulunuyor. Örneğin yukarıda sıraladığımız gibi farklı yağlar ve egzersizler mevcut durumda. Bunların arkasından da renkleri gelmektedir. Yine üçüncü Üçüncü Göz için ayrı bir renk ifade edilir. Bu anlamda Üçüncü Göz çakrasının rengi çivit mavisi şeklindedir. Daha koyu ve mora yakın olan bu renk, çakraların aktif duruma gelmesini desteklemektedir.

Üçüncü Göz Çakrasının Temel Özellikleri

Temelde sadece çivit mavisi rengine sahip değil. Bunun yanı sıra pek çok özelliği mevcut durumda. Mesela yeteceği nedir merak edenlere sezgi gücü sergilenir. Özellikle de duyu dışı görme etkinliğinin fazla olmasına neden olmaktadır. Bunların arkasından yeri yani alındaki bölgesi tespit edilebilir. Önceden de belirttiğimiz gibi alnın 2 parmak kadar üzerine konumlanmıştır. Beraberinde gelen özellikleri:

  • Şuur ifadesi olarak etkin duygular mevcut durumda.
  • Algılama ise daha çok sembolik ya da resimler üzerinden sağlanmaktadır.
  • Herhangi bir elementi bulunmayan çakralar arasındadır.
  • Hipofiz bezinin salgılamış olduğu hormonlardan desteklenir.
  • Tüm bu özellikleri neticesinde ne denli sezgisel bir çakra olduğu açık durumda.

Nitekim sezgileri güçlü olan kişilerin de üçüncü Üçüncü Gözü açık deriz.

Üçüncü Göz Çakrasının Şifalı Taşları Hangileri?

Yağlardan ziyade bazı şifalı taşlar da çakraların aktif hale gelmesini destekler. Bu taşları evlerde ya da iş yerlerinde temin etmek fayda sağlayacaktır. Örnek verecek olursak ametist taşı bunlardan sadece bir tanesidir. Hemen arkasından safir geliyor. Son olarak lapis taşının da çakralara etkisi büyüktür. Bu anlamda doğru masaj yöntemleri ile taşlar kullanılabilir ve çakraların aktif hale gelmesi sağlanabilir.

Üçüncü Göz Çakrası Aktif Olan Kişilerin Bakış Açıları

Çakraların etkin çalışan kişilerin bakış açıları da farklılık göstermektedir. Mesela önceden de belirttiğimiz üzere Üçüncü Göz çakrasının sezgisel gücü sembolize ettiği açık durumda. Bundan kaynaklı olarak sezgisel bir takım bakış açıları beraberinde gelmektedir. Bunlara örnek vermek gerekirse:

  • Astral seyahat
  • Telepati
  • Tayy-i mekân ve zaman 

Daha çok ruhsal açıdan olayların değerlendirilmesi esas alınır. Yukarıda sıraladığımız bakış açıları ve durumlar da bunu Üçüncü Gözler önüne sermektedir. Farklı bir enerji sistemi dahilinde sezgiler güçlü hale gelir. Neticesinde de farklı bakış açıları üzerinden olaylar ve kişiler değerlendirilebilir. Özellikle de Üçüncü Göz çakrası çok etkin olan kişilerin ruhsal açıdan derin bir düşünce yapısına sahip oldukları görülüyor.

Üçüncü Göz Çakrasının Tıkanma Nedenleri

Bazı durumlardan kaynaklı olarak çakralarda tıkanma meydana gelir. Bu gibi durumlar enerji sisteminin düşük olmasına neden olmaktadır. Sonuç olarak merak edenler çakraların tıkanma nedenlerini değerlendirebilir ve açmak için harekete geçebilir. Temelde nedeni ise şöyledir;

Konumundan dolayı epifiz bezine bağlı olan çakra, bu bezin düzenli çalışmamasından etkilenir.

Bezin çalışmasına engel olan faktörlerin başında klorlu su gelmektedir.

Suyun akabinde diş macununda bulunan florit dahi sorun teşkil etmektedir.

Neticesinde hem klorlu su hem de floritten kaynaklı olarak zamanla bezlerin çalışması zayıflar. Bezin çalışmaması bu alanda bulunan Üçüncü Göz çakrasını etkiler. Sonuç olarak içilen su ile kullanılan dil macunlarının içeriğine Üçüncü Göz atarak tercihte bulunanlar bu tarz sorunlar yaşamayacaktır.

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

RUHTAKİ ACI

Anılar, anılar, anılar… Yılların, ayların, günlerin, saatlerin hatta anların ardına saklanmış bir sürü anı… Hepimizin hayatı tıpkı benimkiler gibi, iyisiyle kötüsüyle, acısıyla tatlısıyla, mutluluğuyla hüznüyle iç içe geçmiş birçok anıyla benzeşmiştir. Çoğu zaman unuturuz yaşanmışlıkları, ne kadar önemli olsa da kendimizde ayırtına varamadığımız çok mühim izler bıraksa da… Sonra gün gelir, bir şeyler olur, hatırlanır o unuttuğumuzu sandığımız anlar. Deriz ki: “Meğer benim böyle davranmama sebep geçmişte yaşadığım o anmış.” İşte o zaman fark edişler başlar, kendimizi yeniden ve sahiden keşfetmeye başlarız. Her bir anı aslında bizi biz yapan, bugünkü kişi olmamızı sağlayan birer yapı taşıdır. Anılar çok kıymetlidir, onları hatırlamak, keşfetmek ve beraberinde bizdeki dokunuşlarını anlayabilmek çok önemlidir.

Bu sefer sandığın başına bir çocuk geçti. Sandığın anahtarını çevirdi ve sandıktan dışarı çıkmaya çalışan bir anıyı alıp çıkardı.

Daha önce sizlere çok güzel bir yarı tatil anımı paylaşmıştım. Her öğrenci gibi bende yarı tatil sonrasında bir an önce okula başlamak istemiştim. Okuldaki arkadaşlarla birlikte olmak ve atletizm müsabakalarına hemen hazırlanmak istiyordum.

Yarıyıl tatili bitmiş ve kardeşimle beraber okula başlamıştık. Bu dönemde öğretmenimiz değişmişti. Yeni gelen öğretmenimize pek ısınamamıştım. Kendisini diğer öğretmenime göre çok farklı ve sert biriydi. Ses tonu öğretici değil, tehdit ediciydi.

Derslerimiz tabii ki daha geniş kapsamlı olduğu için öğretmenimiz haritada yönleri göstermek için pusulanın gerekli olduğunu anlatmıştı. Sınıfımızda olan bir erkek arkadaşımızın babası marangoz işi yapıyordu. Arkadaşımız hemen atlayarak “Babam yapar” dedi. Arkadaşımız, babasına pusulayı söylemiş fakat babası zamanımda pusulayı teslim etmemişti. Birkaç gün geçtikten sonra öğretmenimize ancak teslim edebilmişti. Öğretmenimiz, teslim süresinin uzadığı için arkadaşımıza dönerek “Neden pusula gelmedi? Babana söyle verdiği sözü tutsun,” diye kızmıştı. Fakat bunu çok sert bir dille söylemişti. Ben sınıfta dikkatle arkadaşım yüzüne baktım. Masum bir şekilde “Babamın işleri bu aralar biraz yoğun, ondan dolayı getirememiştir öğretmenim” dedi. Bunu söylerken arkadaşım çok mahcup bir şekilde söyledi. Zaten kendisi her zaman sessiz ve sakin bir çocuktu. Hiçbir zaman öyle kavgacı bir yapıya sahip değildi. Ben onun sessiz ve sakinliğini çok seviyordum. Tabii ki o sırada ben arkadaşımın durumuna çok üzülmüştüm. Birkaç gün sonra babası pusulayı getirmişti. Öğretmen pusulayı çok beğenmişti. Ve öğretmen pusulayı göstererek dersi anlatmaya başladı. Her şey yolunda giderken birkaç hafta sonra o bahsettiğim arkadaşım ortadan kaybolmuştu. Ailesi her yerde çocuklarını aramış ama onu bulamamışlardı. Polislere de haber verilmişti. Tabii ki ben o sırada çok üzülmüştüm. Annem bizi okulda almaya geldiğinde hemen sıcağı sıcağına ona olanları anlattım. Annem, arkadaşım annesiyle sürekli görüşüyordu. Tabii ki ilk başta arkadaşımız okula birkaç gün gelmeyince “Herhalde hasta” olarak düşündük sonra ailesi öğretmenimize çocuklarının kayıp haberini vermişti. Arkadaşımın evi bize beş dakika gibi bir uzaklıktaydı. Ve arama sonuçları başarısız olmuştu. Arkadaşımız tüm arama çabalarına rağmen bulunamamıştı. Arkadaşım bir apartmanda oturuyordu. Apartmanın kocaman bir bahçesi vardı. Arkadaşımın annesi de sürekli okula gelerek çocuğunu alır ve birlikte eve giderdik. Annemle yol boyu sohbet ederlerdi. Bazen annem arkadaşımın annesi gelmediği için onu alıp evine bırakırdı. Tabii ki herkesin merak ettiği arama çabası çok kötü sonuçlanmıştı. Arkadaşımız apartmanın bahçesinde yer alan kuyunun içinde ölü olarak bulunmuştu. Tabii ki çok üzülmüştüm. Çünkü kendisini bir arkadaş olarak çok severdim. Sessiz ve kibar oluşu ayrıca da öğretmenim ona kızması beni çok etkilemişti. Tabii ki bu haberi duyunca içimden öğretmenime çok kızmıştım. Babaannem, dedem ve sonrasında sevdiğim bir insanı kaybetmek benim için çok üzücü bir olaydı. Ve yavaş yavaş sevdiklerimi kaybetme korkusu bilinçaltıma yerleşmeye başladı. Bir süre boyunca anneme öğretmenimin ölen arkadaşıma yaptığı o sert konuşmayı anlatıp durdum. Annem, “Öğretmeniniz nereden bilsin ki arkadaşınızın öleceğini” diyordu. “O sizlere ders anlatmak için acele etmiş o kadar,” dedi. Tabii ki annemin öğretmenimizi savunması beni hiç tatmin etmemişti. Ve annem arkadaşım annesiyle yolda karşılaştığı zamanlar onunla konuşuyor ve beni annem yanlarından uzaklaştırıyordu. Annesi beni gördüğünde daha fazla üzülmesin diye ben onlardan biraz daha ileriye doğru gidiyordum.

Bu olay benim ruhumda bir travma olarak kalmıştı. Bunu ileriki yaşlarda kendime ne kadar zarar verdiğimi fark ettiğimde anladım. Kendimi ve bu olayı şifalandırıp çözmüş oldum. O anda ruhumu o kadar hafif hissettim ki bunu anlatamayacağımı düşünüyorum. Bu geçmiş travma bana o kadar üzüntü vermişti ki oradaki blokajı çözdüğümde bunu anladım.

Çocukken yaşanan her üzücü olay, ruhun bir parçası olarak bilinçaltımızda kalıyor. Bunu bazen fark ediyoruz bazen de hiç fark etmeden hayatımıza devam ediyoruz. Yetişkinlik dönemlerinde yaşadığımız bazı olumsuz durumların kökeninde çocukluk döneminde yaşadığımız travmalar vardır. Önemli olan bu travmaların nedenini bulmak ve ruhumuzu şifalandırarak özgürleştirmektir. Aynı şekilde korkular da böyle tabii ki. Ailelerin burada çok bilinçli olması ve çocukluk döneminde yaşanacak olan olumsuzlukların çocukları etkisi altına aldığını bilmesi gerekir.

Çoğu insan, çocukluk dönemindeki travmalarından kaçıyor. Çünkü yüzleşmek istemiyorlar. Zamanı gelince sizlere korkuların nasıl yerleştiğini ve bunları nasıl fark edip dönüştürebileceğimizi paylaşıyor olacağım.

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

HAYATIMIZDAKİ GÜZELLİKLER İÇİN OLUMLAMA

Bu ay, yeni bir olumlama yazısıyla sizlerleyim. İnsanoğlu yaşadığı hayatta, her şeyin iyi olmasını ister. Bu da son derece doğal bir durumdur. Fakat hayatta her şeyin iyi olması için emek harcamamız gerekiyor. Yani emek olmadan hiçbir şey olmaz.

Bilinçaltımıza yerleşen “olumsuzluklar” ister istemez hayatımızı etkilemektedir. Olumsuz düşünceler, kendimize ve dış dünyamıza negatif enerji yaymaktadır. Bu olumsuz enerji de dönüp dolaşıp tekrar bize geri dönmektedir. Onun için olumsuz düşüncelere karşı olumlama gerçekten önemlidir. Tabii ki, bu olumlamaları düzenli bir şekilde yapıp bilinçaltımıza yerleştirmemiz gerekiyor. Bugün araştırmalarım sonucunda bulduğum çok güzel bir olumlama dizisi ile sizleri başa başa bırakıyorum. Şifa olsun!..

★★★★★

  • Ben hayatımı tüm güzellikleri ve iyilikleri ile yükseltiyorum.
  • Ben sevgiyim. Herkes beni seviyor ve değerimi biliyor.
  • Hayatımın her anında muhteşem hissediyor ve öyle yaşıyorum.
  • Ben çok zengin ve maddiyatı güçlü bir kişiyim.
  • Ben harika içgüdüleri olan bir insanım. Sezgilerime güveniyorum.
  • Ben mutlu ve huzurlu bir iç dünyaya sahibim. Sevgi enerjisini çekiyorum.
  • Ben hayatın her alanında başarılı olan bir insanım. Ben yetenekliyim.
  • Ben saygı duyulan ve sözü dinlenen biriyim.
  • Ben pozitif tüm alışkanlıkları kolaylıkla hayatıma dahil ediyorum.
  • Ben gülümsemeyi seven güzel bir insanım.
  • Ailem ve ben çok mutluyum. Ben ailemi seviyorum.
  • Hayatın güzellikleri beni buluyor.
  • İç huzuru keşfediyor ve her gün daha huzurlu oluyorum.
  • Gerçekliğimi kabul ediyor ve onu seviyorum.
  • Yaşamın her anı değerli ve ben bunu biliyorum.
  • Kolaylık ve hız benim hayatımda her zaman her yerde.
  • Başarı hayatımın gerçeği ve ben başarılı olmak için varım.
  • Sevgi ve mutluluk dolu bir insanım. Ben sevgi enerjisi ile gelişiyorum.
  • Sağlıklıyım ve her gün bedenim daha iyi oluyor.
  • Ben her şeyin en doğrusunu hayatıma dahil ediyorum.
  • Her şey en iyi şekilde yoluna giriyor ve en iyisi her zaman oluyor.
  • Ben en iyi hak ediyor ve onu alıyorum.
  • Güzel bir hayatım ve bana önem verenler var.
  • Her şey en güzel şekli ile hayatımda şekilleniyor.
  • Ben geçmişimi seviyor ve huzur içinde bağışlıyorum.
  • Her gün daha iyi güzel bir hayatı kendime armağan ediyorum.
  • Yaşamın anahtarı bende ve ben tüm kapıları açıyorum.
  • Huzurla dua ediyor ve dualarıma cevap alıyorum.
  • Ben kendimi biliyor ve kabul ediyorum.
  • Yaşamın her anını en iyi şekilde yaşıyorum.
  • Her yaşta güzel ve çekiciyim. Ben mutlu bir insanım.
  • Zihnimdeki negatifler pozitif olarak yer değiştiriyor.
  • Affediyor, bağışlıyor ve sevgi ile güçleniyorum.
  • Hatalarım tamamen başarı için basamağa dönüşüyor.
  • Ben parayı kendime çekiyorum. Aynı mıknatıs gibi.
  • Ruh eşimle yaşıyorum. Hayatımı sonsuza kadar ruh eşimle geçiriyorum.
  • Hayatımı harika bir şekilde tasarlıyor ve yönetiyorum.
  • Ben çok iyi kararlar alıyor ve hızlıca en doğru kararı veriyorum.
  • Ailem ve çocuklarım ile çok mutluyum.
  • Ben yüksek enerjili ve yeni şeylere açık bir insanım.
  • Maddi bolluk ve bereket içindeyim.
  • Ben yetenekli ve çok yaratıcı bir insanım.
  • Hayatım neşe içinde geçiyor.
  • Yeni öğreti ve bilgileri kolayca öğreniyorum.
  • Olumlu düşünüyor ve olumlu şekilde yaşıyorum.
  • Hayatıma güzellik ve doğruluğu çekiyorum.
  • Ben sevgi dolu ve huzurlu bir insanım.
  • Aklımda bilgeliği, ruhumda dinginliği ve yüreğimde sevgiyi yükseltiyorum.
  • Her şey tam olması gerektiği gibi güzel ve iyi oluyor.

★★★★★

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

KİMSENİN YOĞURDU EKŞİ DEĞİLSE O ZAMAN BU EKŞİ YOĞURTLAR KİMİN?

İnsanlarla iç içe yaşıyoruz. Apartmanda, iş yerinde, sokakta, mahallede mutlaka iletişim hâlinde oluyoruz. İletişim hâlinde olmak, enerji ve frekansın kişiden kişiye geçmesini sağlıyor. Kısacık bir selamlaşma anında “merhaba” demeniz bile yaydığınız enerjiyi ve o enerjinin frekans düzeyini karşınızdaki insana geçiriyor. Bu nedenle ilişiklerdeki en temel taş, sevgi taşıdır. Sevgiyle yapılan her iş ve sevgiyle söylenen her söz hem sizin hem iletişimde olduğunuz insanların enerjilerini ve dolayısıyla davranışlarını olumlu yönde değiştirir.

Farklı ülkelerin yerel kültürlerine dair atasözlerini çok severim, her biri mutlaka birer ders niteliğinde bilgi ve bilgelik içerir. Bizim kültürümüzdeki atasözleri de böyledir. Şimdi sizinle bunlardan birini paylaşacağım: “Kimse yoğurdum ekşi demez.” Çoğumuz bu sözü biliriz.

Bu atasözünden yola çıkarak sormak isterim, siz hiç gördünüz mü alışveriş yaparken “Bu ürünüm kötü, satmıyorum, almayın,” diyeni? Semt pazarlarında pazarcı esnafın istisnasız hepsi bağırır, “Gel vatandaş, bunlar çok taze,” diye. Kimi zaman da “Organik bunlar,” derler. Restorana gidersiniz, sipariş vereceğiniz yemek için “Çok güzeldir, sipariş verin,” derler. Kimse malına kötü demiyor. O zaman da insan sormadan edemiyor, “Herkesin yoğurdu tatlı ise bu kadar olumsuzluğu kim yaşatıyor?”

İnsanın karakteri ve kişiliği söz konusu olduğunda da durum böyledir. Satıcının yoğurduna ekşi demediği gibi insanlarda kendi karakter ve kişilikleri için hiçbir zaman olumsuz konuşmazlar. Baktığınızda herkes kendisinin sevgi dolu ve ışıkta olduğunu, kalbinin ve ruhunun temiz olduğunu anlatıyor, pozitif, dürüst, merhametli, vicdanlı, paylaşıma açık olduğunu söylüyor. Peki, herkes böyle ise dünya niye ekşi tadı veriyor? Neden aç yatan insanlar, dışarıda uyuyan insanlar var? Niçin öfke ile konuşup kalp kıranlar, emeğe saygı göstermeyip iyi niyeti suiistimal edenler, insanları mevkisine, mesleğine göre sınıflandıranlar, bir ekmeği paylaşmaktan korkanlar, hep kendisi alıp karşı tarafa bir şey vermeyen bencil insanlar ya da menfaate göre ilişiklerini sürdürenler var?

Çünkü kimse kendi gerçeğini görüp kabullenmek istemiyor. Kimse kendini değiştirmek ve dönüştürmek için çabalamıyor. Kendi yanlışları ve olumsuz tutumları için başkalarını suçlayarak yaşama kolaycılığını seçiyor. Oysa bir kez “yoğurdum ekşi,” diyebilseler o yoğurt tatlıya dönmeye başlayacak. Peki, bu nasıl olacak? Elbette emek vererek. Olumsuz olan duygu, düşünce, kişilik ve karakterlerini olumluya dönüştürmek için emek vererek.

Şifa çalışması yaptığım bir danışanıma rehberlik ederken, “Şu olumsuz yönünü törpülemen ve değiştirmen gerekiyor yoksa gene aynı kısır döngüyü yaşarsın,” dedim. Sert tavırla cevap verip, “Benim öyle olumsuz özelliğim yok. Benim içimde sevgi çok büyük,” dedi. “Peki,” dedim. İki gün sonra arayıp yaşadığı bir sorunu anlattı. Sorun yaşadığı kişiye dair kullandığı ifadeler çok sertti. Deyim yerindeyse öfke kusuyordu. Kendisine daha önceki görüşmemizi hatırlattım ve “Sen sevgi dolu ise neden karşı tarafı affetmiyorsun? Alacağın dersi al. Sevgi dolu olan affeder. Onunla görüşme ama hakkında kötü sözler de söyleme,” dedim. İçinde çok büyük kin var ama o bunun farkında değil, sorduğunuzda kendisini sevgi dolu bir insan olarak tanımlıyor. Bunu gibi çok örnek verebilirim.

Kardeşlik örneğin, çok önemlidir. Öyle ki çok yakın bulduğumuz insanlara dair sevgimizi anlatmak için “kardeşim gibi,” deriz. Ama gerçek kardeşler bazen birbirine yapmadığını bırakmıyor. Kardeş kardeşi mal için mahkeme veriyor ama sorarsanız ikisi de sevgi dolu. Yoğurtlarına ekşi demiyorlar.

Gelin şimdi de başka bir örneğe bakalım. Sürekli çiçek aldığım Fatoş abla ile ayaküstü sohbetlerimiz olur. Geçen hafta da oradan buradan derken belediyenin görüntü kirliliğini önlemek için esnafın tezgâhına standart getirdiğini anlattı. Eski tezgâhların yerine yenilerinin yapılması gerekiyormuş ama Fatoş ablanın bütçesini aşıyor. Nasıl yaptıracağını kara kara düşünürken, tanıdığı iki kişi, “Sen yaptır tezgâhı bir kısmını biz öderiz gerisini sen tamamlarsın,” demişler. Fatoş abla sevinmiş, tezgâhını yaptırmaya başlamış. Aradan zaman geçmiş, tezgâh bitmiş fakat o iki kişi verdikleri sözü tutmamışlar. Biri telefonunu açmıyormuş, diğeri de “Şu anda veremem,” demiş. Onlara sorduğunuzda dürüst ve sevgi dolu olduklarını söylerler.

Fatoş ablanın soruna bakış biçimi ise tam bir ders niteliğinde. “Ben onlara kızmıyorum. Kendi dersimi almam gerek. Parayı onlardan aldıktan sonra tezgâhımı yaptırmam gerekiyordu. Bundan sonra böyle bir şey yaşarsam bu hatayı yapmam,” dedi. Karşı tarafı suçlamadı, gerçekçi bir yaklaşım sergiledi. Bu olayda üzerine düşen sorumluluğu kabullendi. Değişmesi ve dönüşmesi gerekenin kendisi olduğunu söyledi. Sevgi ve ışıkta olmak göründüğü kadar kolay olmuyor. Sevgi ve ışıkta olmayı daha sonraki günlerde ayrıntılı olarak yazacağım. Bu konu hakkında şimdilik kısaca şunu söyleyebilirim: İnsanların önce kendilerine dürüst olmaları gerekiyor.

Temiz ruhlar ve temiz kalplerin çoğalacağı bir dünya diliyorum.

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

İNSANI BÜTÜNÜYLE İYİLEŞTİRMEK

Hayat, akıp geçiyor. Geçen ömür, birçok yol kat ederek devam ediyor ya da bitiyor. Güzel yollar, ruhumuza mutluluk veriyor. Ve hayatımızda birçok yol var. Ama bir yol var ki o da aydınlık yoludur. Aydınlığın yolu ise kitaplardan geçiyor.

Bu aydınlık yolda, en iyi dost ise kitaplardır. Kitaplar, bireyin öğrenmesi ve kendini geliştirmesi için olmazsa olmazlarımızdır. Bilginin kaynaklarından biri olan kitaplar, her daim kişinin kendini yenilemesine ve yeni bir bakış açısı kazanmasına katkı sağlar.

Geçtiğimiz aylar da okuduğum kitapları paylaşma kararını vermiştim. Paylaştığım kitapların sizlere de bir ışık olacağına inanıyorum. Tabii ki bazen bize iyi gelen kitap, başkalarına iyi gelmiyor olabilir.  Bu da olağan bir durumdur.

Bir kitabın kapağına ve ismine baktıktan sonra, muhakkak kitabın içeriğine de bir göz atalım. Bazı kitaplar vardır ki; içinde geçen bir söz, bir cümle, bir paragraf size yol gösterici olabilir. Bu sözler, insanlar yaşadıkça hayatlarının bir parçası haline gelebilir.

Sizlere, 2013 yılında tanışıp okuduğum ve şahane bilgiler edindiğim, Dr. Christine Page’nin Şifayı Bedeninde Ara kitabından bir bölüm aktarmak istiyorum.

“Şifayı Bedeninde Ara, modern tıbbın birikimleriyle, insanın ruhsal sistemini benzersiz bir kavrayış ile birleştiren ve bedenin bütünüyle iyileştirilmesine hizmet eden bir rehber kitaptır.”

Dr. Christine Page, hastalıkla ilgili önyargılarımızı ve sınırlayıcı görüşlerimizi değiştiriyor. Hastalıkların aslında sahip oldukları ama bizim çoğunlukla farkında olmadığımız ruhsal gelişim konusundaki işlevlerine ışık tutuyor. Bu yönüyle bu kitap, şifaya ve sağlığa ilişkin sahip olduğumuz anlayışın çok daha geniş bir perspektife doğru genişlemesine büyük katkılar sunuyor.

Dr. Page, anatomik yapımızla ilgili mükemmel tanıtımında çakraları ve onların hastalıklar, patoloji ve ruhun gelişimi ile olan birebir ilişkisini araştırıyor. Saygıdeğer bir doktor olarak tecrübelerine ve en büyük öğretmenleri olan sayısız hastasında yaptığı bilimsel gözlemlere dayanarak, insanın beden, zihin ve ruhtan oluşan bütünlüğüne bir arada bakmamızı öneriyor.”

Ruh yaşamdan ne ister?

Dünyayı dolaşarak seminerler verdikçe ve bire bir hastalarla temas ettikçe, çok değişik kültürlere, dinlere ve refah seviyelerine rağmen her zaman aynı konu gündemdedir:

“Kendim olmak istiyorum”

Bahsettikleri öz yedi ruhsal unsuru içermektedir.:

Kendini tanımak

Kendine karşı sorumluluk duymak

Kendini ifade etmek

Kendini sevmek

Kendine değer vermek

Kendini saymak

Kendinin farkında olmak.

Tüm Öz-bilinç bu unsurları kapsar ve ruhsal insanı oluşturan birçok parçanın birleşiminden meydana gelen uyumlu varoluştur.

Kişilik birçoğumuzun günlük yaşamını kontrol eder. Etkileşim, kişilikten ruha doğru kaydıkça, zihin iki değişik titreşim algıladığı için bu uyumsuzluk olarak kaydedilir; bunların biri ruh seviyesinden, diğeri ise kişilik seviyesindedir.

Ruhun titreşimlerinin kişiliğinin titreşimlerinin yerini almasına izin verildiği takdirde değişim bireyin yaşamına en az seviyede müdahale eden bir şekilde gerçekleşir.

Ancak, değişimine bir direnç varsa, bu uyumsuzluk öncelikle zihinde gerginlik, bunalım, öfke, depresyon ve bunun gibi belirtilere yol açar. Bu mesajlara rağmen titreşimi değiştirmek için herhangi bir yol benimsenmezse, uyumsuzluk fiziksel hastalık olarak ortaya çıkabilir.

Bu tezahür, bireyin farkındalığını sadece şimdide (görmek inanmaktır) bir uyumsuzluk olduğu farkındalığının arttırmanın yanı sıra, birçok vakada değişimin gerçekleşmesi için bir vasıta görevi görür. Günümüzde ortaya çıkan fiziksel ya da zihinsel hastalıkların %80’ninde, travmalar da dahil olmak üzere, ortaya çıkan sürecin bu olduğunun düşünüyorum.

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com