Yeni anılar, yeni duygular, yeni hissiyatlar… Her bir yenide farklı şeyler yaşanır, yaşanılanlara başkaları da ortak edilir ve o döngü böylece bitişi görmeksizin devam eder durur. Sandık orada duruyor ve açılma vaktinin geldiğini çok iyi bilir. O zaman açalım sandığı bize sunduğu anıya kulak verelim:
“Paylaşmanın müthiş enerjisini yaşayarak bir arkadaşımla kurduğum sağlam ve keyif iletişimi ve iletişimin ötesinde kurduğum dostluğu anlatmıştım size. Bu anlatımımdan sonra büyük ben şunları söylemişti: ‘Her çocuğun ruhu farklıdır, eğer o ruh güzelliklere açıksa her daim güzellikler saçar hayata ne var ki o ruh kapalıysa hayata güzellikler vermesi neredeyse imkansızdır. ’Zaman hızlıca ilerliyordu, galiba büyüdüğüm için zamanın hızını artık daha fazla hisseder olmuştum. Ablamın okul günleri çok yoğun geçiyordu, kağıtlar, kalemler, cetveller, bir sürü değişik şeyler çiziyordu. Bu yoğunluktan ve elbette aramızdaki yaş farkından sebep bizimle, benimle çok zaman geçirmiyordu. Ben de oyunlarımı ağabeyim ve kardeşimle oynuyordum. İsim, şehir, hayvan, haritada ülke bulmaca… Havalar soğuduğu için bizde sokağı eve taşımıştık, olabildiğince sokak oyunlarımızı da evde oynuyorduk. Artık ne kadar oluyorsa! Okuldan arkadaşlarımız, mahalleden arkadaşlarımız evimizdeki oyunlarda bize eşlik ediyorlardı.
Bu arada Malatya’ dan anneannem ve teyzem bizi ziyarete gelmişlerdi. Elbette bu bizi çok sevindiren bir ziyaret olmuştu, neredeyse bir yıldır birbirimizi görmemiştik. Anneannemin bize her gelişi onlarca misafir demekti. Büyüklerin olduğu yere her zaman gidilir, hele o büyük memleketten geldiyse bu gidişler şart olur. Hepiniz bilirsiniz bunun gibi şeyleri! Anneannemi ziyarete gelen misafir yoğunluğu evde büyük bir koşuşturmaya, telaşa sebebiyet verirdi. Biz evimize gelen misafirleri asla yemek yemeden göndermezdik, özellikle babam bu mevzuda büyük ısrarcıydı. Kimi zaman sadece yemeğe gelirken misafirlerimiz kimi zaman da yatılı olarak gelirdi.
İşte bu günler ben okul derslerime çok sıkı çalışıyordum ve bir taraftan da atletizm yarışmalarına hazırlanıyordum. Kardeşimin de dersleri gayet iyi gidiyordu. İkimiz için okul gayet iyi ve sorunsuz ilerliyordu. Bilirsiniz çantamız, kalem kutumuz, kalemlerimiz çok mühimdir bizim için hele bir de kız çocuğuysanız süslü püslü şeyler vazgeçilmezinizdir. Sınıftaki bir arkadaşım o gün bana çantamı, kalem kutumu ve kalemlerimi çok beğendiğini söylemişti. Beğenilmez güzeldir, bu hoşuma gitmişti ama sonrasında söylediklerinden çok üzülmüştüm. Çünkü o bunları almak için parası olmadığını söyledikleri o güzel sözlerin arkasına eklemişti. Bu sözlere karşılık annemin bana verdiği harçlığı ona verdim belki benim eşyalarımdan alabilir diye düşünmüştüm. Ama o bu paranın yetmeyeceğini söylemişti. Haklıydı da çünkü annem zaten yanıma beslenme koyduğundan verdiği harçlık çok az olurdu sadece canımız küçük bir şeyler isterse alabilecek kadardı. Belki bir meyve suyu, belki bir şeker, belki bir çikolata… Aslında o harçlığı genelde harcamaz, kumbarama atardım. O arkadaşım benden para istemeye başlamıştı, başka bir sefer tekrar para verdim arkadaşıma. Ne var ki bunu anneme söylememiştim, para verdiğimi. Bir gün teyzemden para istemiş ve o parayı da arkadaşıma vermiştim. Ama bu sefer yakayı ele vermiştim, teyzem anneme söylemişti ve annemde elbette doğal olarak bunca parayı ne yaptığımı sormuştu bana. Teyzemden aldığım para öyle kumbarama attığım para kadar küçük değildi, büyük bir paraydı hele biz çocuklar için çok büyük bir paraydı. O andan sonra bana düşen sadece gerçeği söylemekti. Arkadaşımı, eşyalarımı beğendiğini, o eşyalardan almak istediğini, önce ona kendi rızamla o hiç istemede para verdiğimi ancak ardın onun sürekli benden para istediğini sırasıyla anlattım. Anlattıklarımın ardından annem arkadaşımla tanışmak için okula geleceğini ve bu tanışmanın da ertesi gün bizi okuldan almaya geldiğinde olacağını söyledi. Söylediğini de yaptı. Ertesi gün bizi okuldan almak için geldiği her zamanki saatinden biraz daha erken geldi. Tanışma gerçekleşti, annem usulünce ona benden neden para istediğini sordu. Annemin sorusuna karşılık arkadaşımın dudakları arasından dökülen cevap beni olduğum yere adeta çivilemişti, içim buz kesmiş, yüreğimde derman kalmamıştı sanki. Kulaklarıma inanamadığım ama duyduklarım şunlardı: ‘O, benim kalemimi aldı ve kırdı, bana yenisini getireceğini söyledi, fakat getirmedi bende ondan kalemimin parasını istedim.’ Bu cümleyi duyar duymaz annem bana döndü ve ‘ÖYLE Mİ?’ dedi. Kilitlenmiş ruhum ne ara uyandı ne ara dilim çözüldü ve ne ara dudaklarımdan ‘TABİİ Kİ HAYIR’ sözcükleri çıktı hiç bilmiyorum. Annem hiçbir tereddüt esamisi göstermeden bana inanmıştı. Çünkü bizi, dört çocuğu yetiştiren oydu, bırakın biz birinin eşyasına zarar vermeyi, izinsiz dokunmazdık bile ve asla yalan konuşmaz, köşeye sıkışsak bile doğruyu söylerdik. Bırakın başkalarının eşyalarını, kardeş biz birbirimizin eşyasına bile izinsiz el sürmezdik. Bu konuşmanın ardından annem güzelce: ‘Madem durum böyle hadi müdür beyin yanına gidelim orada konuşalım.’ dedi. Bu söz arkadaşımın gözyaşlarına boğulmasıyla birlikte anlamını adeta yitirdi. O adeta anneme yalvardı, parayı iade edeceğini kimseye bir şey söylememesini istedi. Ama yine de o parayı neden istediğini hiçbir şekilde açıklamadı. Annem ne müdür beyin odasına gitti, ne de öğretmenimize, olay orada başladığı hızıyla kapanıp gitti. Yanında o gün verdiğim para vardı, onu iade etti. O gün annem benimle güzel bir konuşma yaptı. Beni, herhangi birinin sebebi her ne olursa olsun benden para istemesi gibi bir durum olduğunda asla para vermemem ve hemen kendisine durumu anlatmam konusunda sıkı sıkıya tembihledi. Konuşmasını tamamlarken de her zamanki gibi nasihat vermeyi unutmadı: ‘Paylaşmak, yardımlaşmak güzeldir ama bunu yaparken kime ve ne için yaptığını bileceksin.’ Arkadaşım bir süre sonra okuldan kaydını aldırıp başka bir okula gitti. O günden sonra ondan uzak durmuştum, çünkü yalan söylemiş, beni yapmadığım bir şeyle suçlamıştı ve ben derinden üzülmüş, yara almıştım.”
Derler ya bazen çocuklar için bu çocuk sıkıntılı, kötü fikirli, sorun çıkartan… Ama bakalım büyüyünce ne olacak? Ne mi olacak eğer ruhu tamir edilmezse yine aynı olmaya devam edecek. Bu anımda olduğu gibi sebebi bilinmeyen bir yalan vardı ortada, ama sonuç kocaman bir yalan. Bilmem ne o oldu o ilkokul sıralarında tanıdığım arkadaşıma ama umarım yanlışı sadece o anda kalmıştır.
Ailemiz bizlere; ‘ne yaparsanız yapın, yanlış da olsa her zaman doğru söyleyin’ diye defaatle tembihlemiştir. İşte o gün annem bu sebepten yani ona gidip en başından olan biten, anlatmadığım için sinirliydi. Durum ortaya çıkmasaydı sürekli o arkadaşıma para vermeye devam edecektim ve işler kontrolden çıkacaktı. Annem bu olasılığı gördüğü için bana haklı olarak kızmıştı. Aslında benim yaptığım doğruyu söylememek değil olanları saklamaktı. Çocukluğumda da tıpkı şimdiki gibi sorunları daha ziyade tek başıma çözmeye çalışırdım ancak çok zorda kaldığımda, üzüldüğümde paylaşırdım.
Çocuklara doğruluğu ve dürüstlüğü öğretmek hayatta mutlu ve iç huzura ermiş bir şekilde yaşamının yegane yolunun bu olduğunu öğretmek biz yetişkinlerin önce onlara sonra da hayata karşı borcudur. Bu erdemlerden uzak olan bir çocuk tüm hayatı boyunca en çok kendine zarar verecektir. Çocuklukta, gençlikte, yetişkinlikte, yaşlılıkta…
İyi, dürüst ve doğru olanlar kaybetmez. Kaybedilir!
Yine hayatlarınıza dokunacağını düşündüğü keyifli bir bilgelik hikayesiyle birlikteyiz. Birkaç paragraftan oluşan kısacık bir hikaye belki bu paylaşımım ama anlattıkları onlarca paragrafla ifade etmeyecek derinlikte.
Hikayemizde negatif düşüncelerin hayatları nasıl ziyan edebildiğine, ömürleri bir çırpıda nasıl tüketebildiğine birlikte şahitlik edeceğiz.
Yaşamımızın birçok merhalesinde türlü hayaller kurarız ve bu hayallere erişmek umuduyla olanca gücümüzle çabalarız. An gelir bu hayallerimizi etrafımızdaki insanlar paylaşırız. Kimi destekler bizi sıcacık ve samimi hissiyatlarla kimileri de etrafa umarsızca savurdukları o negatif hissiyatlarla önüme kocaman engelleri koymaya çalışır. Hatta öyle bir çaba içine girer ki bu negatif enerji yüklü insanlar sanki önümüze engeller koymaktan keyif alırlar. Eminim sizlerde bu tarz insanlarla çok defa karşılaşmışsınız. Belki onların bu düşünlerine hayallerinizden, umutlarınızdan vazgeçerek destek vermişsinizdir belki de direnmişsinizdir onların olumsuzluklarına. Olumlu duygularla size destek olanlar içsel mutluluğa, huzura sahip ve karşısındakiyle empati kurabilme niteliğine haizdirler. Olumsuz duygularla yolunuza taş koyanlar, sizi hedeflerinizden, hayallerinizden uzaklaştırmaya çalışanlar da içsel mutluluğa ulamamış, yüreğini temizleyememiş ve asla karşısındakiyle empati kurmayı bilmeyenlerdir. Onlar hem kendileri için hem de çevreleri için zararlı düşünceye sahip olduklarını çoğu zaman fark etmezler bile. Umarsızca kendilerinin de içinde olduğu o girdaba sizi de çekmeye çalışırlar. Maalesef yüreklerinin bir köşesine karanlıklarla bezeyip yerleştirdikleri kıskançlık duygusunu bir kanca misali etrafa geçirmek için adeta pusuda beklerler.
Siz siz olun gözünüzü gönlünüzü açık tutun ve yüreğinizi böyle insanların ellerinin arasına bırakmayın. Kendinizi kapatın bu duygulara sahip insanlara. Unutmayın yanlış tesirler altında kalarak verdiğiniz kararlar, vazgeçişler sadece size zarar verir, sizi tesiri altına almaya çalışanlara değil. Kendinize inanın, güvenin ve kendinizi gerçekten önemseyin.
Şimdi sıra geldi keyifli hikayemize kulak vermeye…
İBRET VERİCİ BİR HAYAT DERSİ
Bir kurbağa sürüsü ormanda ilerlerken içlerinden ikisi, bir çukura düşmüş. Diğer bütün kurbağalar çukurun etrafında toplanıp, çaresiz bir şekilde bakıyorlarmış. Çukur bir hayli derin olduğundan, düşen arkadaşlarının zıplayıp dışarı çıkması mümkün gözükmüyormuş.
Yukarıdaki kurbağalar: Boşuna çabalamayın, çukur çok derin, dışarı çıkmanız imkansız. Ancak çukura düşen kurbağalar onların söylediklerine aldırmayıp, çukurdan çıkmak için mücadeleye devam etmişler.
Yukarıdakiler ise hâlâ boşuna çırpınıp durmamalarını, ölümün onlar için kurtuluş olacağını söylüyorlarmış. Sonunda, kurbağalardan birisi söylenenlerden etkilenmiş ve mücadeleyi bırakmış.
Diğeri ise, çabalamaya devam etmiş. Yukarıdakiler de çırpınıp durarak daha çok acı çektiğini söylemeyi sürdürmüşler. Ne var ki çukurdaki kurbağa, onlara hiç aldırmadan son bir hamle daha yapmış.(Paul Estridge)
11.06.21 tarihinde Samimiyeti Sorgulayalım yazımda buluşmuştuk. Bugün de insan ilişiklerinin odak noktası olan samimi duyguları içinde barındıran ruh sıcaklığının karşı tarafa nasıl geçtiği konusunda buluşuyoruz. Samimiyet, içten ve gerçek davranışlar, çıkarsız iletişim ve saf sevgi konularını konuşacağız. Bu duyguları ifade etme şekillerine de değineceğiz. Zaman zaman da edindiğim tecrübelerimi anlatarak konumuzu destekleyeceğim.
Günümüzün en önemli problemlerinden biri de insanlar arasındaki ilişkilerin yüzeyselliği, sevgisizliği ve samimiyetsizliğidir. Herkes dünyevi olayların içine girdikçe ve bu çarkta kendini savurdukça, duygularını yitiriyor ve daha da samimiyetsiz oluyor. Peki nedir Samimiyet?
Dürüstlük, doğruluk, içtenlik, “özü sözü bir olma’’ ve en önemlisi olduğundan başka birisi gibi görünmemek samimiyettir. Kısacası samimiyet, kendin olmaktır. Ya biz, yeterince samimi miyiz?
Biri size “kendinizi tanıtır mısınız’’ dediğinde, anlattıklarımızın birçoğu yüzeysel olacaktır. Çünkü anlattıklarımız kadar anlatamadıklarımız olacaktır. Anlatamadıklarımızı anlatmak her şeyimizi ortaya koymak anlamına gelmekte ve başkaları onları bize karşı kullanabilmektedir. Bırakın başkalarını, kendimize bile itiraf edemediğimiz gerçeklerimiz var. Bunlar bizi önce kendimize karşı samimiyetsiz etmekte. Bu korkumuzdan dolayı çevremize karşı bir maske giyeriz ve samimi görünmeye çalışırız. Samimi olmak için önce birileriyle ilişki içinde olmamız ve onlar tarafından beğenilmemiz gerekir. Beğenilmek ve tercih edilen olmak için bizi ön plana çıkaracak olan araçları kullanırız. Giyimimiz, zenginliğimiz, evimiz, arabamız gibi. Mesela çok ünlü biri hem zengin, güzel/yakışıklı ve tanınan biridir. Onunla herkes tanışmak ve arkadaş olmak ister. O kişi TV de, yazılı basında veya sosyal medyada kendini anlatır, yaptıklarını paylaşır. Peki tüm bunlar o ünlü kişi midir? O ünlü bu araçları kullanırken ne kadar samimidir?
Samimiyet özden gelir. Aslında çocuklara baktığınızda her şeyleri ile samimidirler. Ne yapmacık tavırları ne de sözleri olur. Çocukluktan beri çevremizdekiler bize ‘‘dürüst ol’’ dedi ama samimi olmayı hiç öğretmediler. Hatta özümüzdeki samimiyeti bile yozlaştırdılar. ‘‘Dürüstlük önemli bir şeydir’’ dendi ama kendimiz olmak öğretilmedi. Size içinizden geldiği gibi, içsel sesinizin dediği gibi olmak değil, dayatılan şey olmayı öğrettiler.
Çoğu insan için samimi olmak, gerçekçi olmak, herkese gerçeği söylemek ve maskesini düşürmek anlamına geliyor. Bunun samimiyetle hiçbir ilgisi yoktur. Birey gerçekçi olmak adına başkalarını suçlar ve gerçeklik adına onları değiştirmek ister. Başkalarının maskesini gerçeklik adına düşürmek için çabalamaya başlar. O zaman gerçekçi olduğunu düşünür. Fakat gerçek şu ki; samimi olmak için kimseyle uğraşmayın ve suçlamayın. Önce kendinizle samimi ve dürüst olun. Yani gerçek samimiyet kendi öz samimiyetinizden geçer. Önce kendinize samimi olmalısınız. Mesela kendine yalan söyleme, tüm içinde sakladığın ve seni zayıf göstereceğine inandığın her şeyi kendine söyle. Yaşam içinde yaptığınız her türlü eylemde kendinizi iyi hissetmek için gördüğünüz ve görmezden geldiğiniz hatalara kılıf uydurup kendimizi kandırırız. En önemli yalan ve hata şudur; ‘‘herkes böyle yapıyor, ben niye yapmamayım…’’ Bu gerçeği gör ve kendini gör. ‘‘Eğer ben samimi olursam benim tüm zayıflıklarım görünürse, insanlar bunu kullanmaya başlar’’ korkusunu yen. Herkesin sırları var. Herkesin zayıflıkları var.
Siz kendi içinizde dürüst olunca samimiyet doğal olarak ortaya çıkacak. O zaman doğal olarak saklamak istediğin hiçbir şey olmayacak. Bu arada gerekirse bazı şeyleri söylemeyeceksin ama bu senin samimiyetini engellemeyecek. Kendin ol, özün ol, samimi ol.
O çok aradığımız ve bulduğumuzda da kaçırmamız gereken değer öz samimiyet ve ruhun sıcaklığıdır. Her şey bir enerji sarmalıdır ve insanın ruhani sıcaklığı samimiyeti de büyük bir enerjiyi yansıtır.
Samimiyet, içtenlik, ruh da engin bir sıcaklığa sahip olmak ve bunları hayata karıştırmak belki de bir sanattır.
Samimiyet içeren ilişki, karşımızdaki kişiyi anlamaktan geçer. Birbirimizi ne kadar anlarsak, o kadar hoşgörülü ve yargısız oluruz, o zaman daha verimli ilişkiler kurarız. Samimiyetin önündeki engellerden biri olan egoya göre hareket etmezseniz, kendinizi daha pozitif şekilde karşınızdaki kişilere sunarsınız. Samimiyeti geliştirmek için karşınızdaki kişinin ihtiyaçlarına öncelik verebilirsiniz çünkü gerçek sevgi fedakârlık ve anlayışı beraberinde getirir. Kendi istekleriniz dışında çevrenizin isteklerine de duyarlı olmalısınız.
Güzel bir söz söylenir size fakat o sözde gerçek sıcaklığı yakalayamazsınız. O söz sanki o anda söylemek için söylenmiştir. Belki o kişinin bir işine yardımcı olduğunuz içindir, yani bir zorunluluk hali söz konusudur. Öylesine söylenmiş bir ‘teşekkür ederim’ ifadesi. Oysa bu söz asla öylesine söylenemez. Çok özeldir bu söz, içinde samimiyet, sıcaklık ve sevgi barındırır. Yazık ki karşınızdakine o sıcaklığı ve şefkati aktaramadıktan sonra kelimelerinizi dilediğiniz kadar süsleyin size de faydasızdır. Olmaz, yetmez. Hatta isterseniz onlarca muhteşem emoji gönderin yine de yerini bulmaz, gerçekliği taşımaz. Sadece sıcacık bir gülümseme, gerçekten söylenen bir ‘teşekkür ederim’ işte bunları gerçekliğiyle sunabiliyorsanız. O vakit olması gereken olmuş, ruhunuzun samimiyeti yolunu bulmuş demektir. Vazife sonucu yapılan hiçbir tavır gerçek ve samimi değildir. Bu öyle ya da böyle birileri tarafından mutlaka hissedilir.
Küçük bir yaşanmışlıklara değinelim. Birçok kez rastladım samimiyetle samimiyetsizlik döngüsünün içinde yer alan insanlara. Samimi olmak için çabalayıp duruyordu oysa o kendine samimi değildi ki bana nasıl olsun. Hissettim çok defa gerçeklikten uzak yapaylığa olanca yakınlığıyla gönderilen mesajları, teşekkür ifadelerini ya da söylenmek için söylenmiş merhabaları. Ben anladım hepsinin manasını ama onlar bilemediler sıcaklıktan ve gerçeklikten ne kadar uzak olduklarını. Sadece samimiyetsizlere mi, hayır içten ışıl ışıl insanlara da çok rastladım. Sıcacık gülümsemeleriyle, samimiyetle günaydın demeleriyle günüme neşe de saçtılar. Peki, nedir sıcaklık? Sıcaklık içtenliktir, şefkattir, samimiyettir, koşulsuzluktur, dostluktur, sevgidir.
Anne çocuğuna ‘seni seviyorum’ der, çocuğun istediğini yapar bir gün olsun kızmaz ona. Ama çocuk annede sözde değil de özde sıcaklığı yakalamamış, hissedememiş ve yaşayamamışsa işte o zaman sorunlar, travmalar başlar. Çocuk hayatı boyunca gerçek samimiyetin, sıcaklığın, samimiyetin ne olduğunu anlayamadan, bilemeden yaşar gider. Onun içindir ki samimiyetin, sıcaklığın, içtenliğin ilk kaynağı anne kucağıdır. Anneler gerçekten sevin ve gerçekten yaşatın çocuklarınıza güzel duyguları.
Sonuçta her şey yine sevgide son noktaya ulaşıyor. Kişi kendini gerçek anlamda severse, kendisiyle barışık olursa bu duyguların sıcaklığı ve enerjisi her tarafa yayılır. Siz ne kadar siz olursanız karşınıza da öyle insanların çıkması en olası olandır.
’Samimiyet tüm eylemlerimizi onurlu ve güzel kılar.’’
İçten gülüşler, içten sevgiler ve elbette içten dokunuşlar hep bizimle olsun…
Bu günden itibaren sizlerle yeni bir paylaşım serisine başlıyorum. Beni etkileyen kitapları size tanıtacağım. Böylelikle sizleri yeni kitaplarla tanıştırmayı hedefliyorum. Okuduğunuzda belki benim kadar keyif almayacaksınız bu kitaplardan ama belki de hedefime ulaşacağım ve sizler benden daha çok keyif alacaksınız ve bu kitaplardan kazanımlarınızda o ölçüde olacak. Denemeye değmez mi?
Kimi zaman sizde yeni ışıkların parlamasına yol açacağına inandığınız bir kitap gelir önünüze, o kitabı okudukça onun beklentilerinizi karşılamadığını görürsünüz. Kimi zamansa içinde size ışıklar sunacağını, yolunuzu aydınlatacağını hiç ummadığınız bir kitapla tanışırsınız. O kitabı okudukça keşfedilmemişleri keşfettiğinize, daha önce hiç tanışmadığınız ışıkların varlığına şahitlik edersiniz. İşte bazen beklentilerle yaşananlar, edinilenler birbirinden çok farklı bir boyut kazanabilir, birbiriyle örtüşmeyebilir. Hayatta böyle değil midir zaten?
Bilgi her daim kişinin kendini geliştirmesi, yenilemesi, büyütmesi ve yeni bakış açıları kazanması için çok mühimdir. Yeter ki bilgiyi almaya, o bilgileri hayatımıza katmaya hazır olun. Bilmek, öğrenmek asla sonu tatmayacak olgulardır. Bunları edinebileceğimiz yegane kaynaklarımızda elbette kitaplardır. Sadece romanlardan bahsetmiyorum, araştırma nitelikli kitaplar, kişisel gelişim odaklı olanlar, tarihi, dünyayı anlatan kitaplar… Emin olun okuyacağınız bir yemek kitabı bile size yeni ufuklar açacaktır. Yemek yapmak bir terapi çeşidi olarak adlandırılır. Bir yemek kitabı sayesinde öğreneceğiniz ve deneceğiniz bir yemek tarifiyle kendinize, mutfağınıza yenilikler katabilir, böylelikle o gününüzü daha keyifli hale getirebilir ve hatta o keyfinize ailenizi, dostlarınızı ortak edebilirsiniz. Yemek kitabı deyip geçmeyin, o kitap türlü hoşluklar yaşatabilir size.
Bazı kitaplar da vardır ki; içinde geçen bir söz, bir cümle, bir paragraf size yol gösterici olabilir. Artık çantanızın ayrılmaz bir parçası oluverir o kitap. Ne zaman yolunuzda duraksanız o kitabın, o bölümünü açar, okur ve okuduğunuz o satırlar sayesinde yolunuza aynı güçle devam edersiniz. Olmaz mı böyle bir şey? Elbette olur, neden olmasın ki? Çünkü kitaplar efsunludur ve o efsun yüreğinizin en özel noktasına ulaşıverir.
Gelelim naçizane bir tavsiyeyle size sunacağım kitabımıza. “İçimizdeki Kapıları Açmak”. 2014 yılında tanıştığım bu kitap yılın 365 gününe ithafen yazılmış olup, her bir güne dair kısa mesajlar vermektedir. Kişisel gelişim alanında yazılmış bu kitap her gün için size bir şeyler söylüyor. Dilerseniz kitabı hemen okuyup bitirebilirsiniz, dilerseniz içinde bulunduğunuz günün mesajını okuyup o günü daha farklı geçirebilirsiniz.
Kitabın sadece bugüne atfen yazılmış bölümünü beğeni ve yorumlarınıza sunuyorum:
08/10 için:
“Her iki gözünle de aynı şeyi, kendinin bütün ve mükemmel olduğunu ve senin Benim suretimde ve benzeyişimde yapıldığının gör. Asla kendini küçümseme ya da kendi en kötü yanını düşünme. Düşüncelerini yücelt ve kendi hakkında çok olumlu ol. Eğer hatalar yaptıysan, kendini bağışlamayı öğren ve ondan sonra da ileriye ve yukarıya doğru ilerle. Kendini şiddetle cezalandırmana ve ondan sonra da kendinle ilgili kaygılanarak ve kendine acıyarak etrafta dolanmana ihtiyacım yok. Sen böyle yaptığında kendini Bana kapattığını ve seni çalışmalarımda kullanamadığımı fark etmiyor musun? Açık ol; hatalarından ders al. İnsanlara sevgi duyarak ve hizmet ederek, benliğini tümüyle unut. Sen başkalarını düşünmeye başlar başlamaz, benlik unutulur. Hizmet büyük bir şifacıdır, denge ve istikrar için büyük bir yenileyicidir. O nedenle, kendinin en iyi yanını, ‘ne’de iyi olduğunu bul ve bunun ne olduğunu bildiğin zaman, onu tüm kalbinle sun. İleriye gitmeye devam et; asla geriye değil.”
Sandığın her açılışı yeni anıları gün yüzüne çıkartıyor. Her bir yeni anı beni geçmişime, çocukluğumun o çok özel, sıcacık anlarına götürüyor. Eminim anlattığım çocukluğum sizleri de kendi çocukluğunuza doğru bir yolculuğa çıkartıyordur. Bu yolculukta belki daha önce hiç fark etmediğiniz durumlarla yüzleşiyorsunuzdur. Acaba bugün sandık bize hangi anıları yeniden yaşatacak? Çocuk büyüdükçe yaşadıkları da büyümeye başlar. Büyük anılar sandığı daha da heyecanlı ve gizemli bir hal katıyor. Çocuğun büyümesiyle paralel okulda, ailesinde, arkadaşlarının içinde olduğu dünyasında her şey değişmeye ve büyümeye başlamıştır. Hal böyle olunca da anlatacak bir dünya olay yaşanmaya başlamıştır.
Rahmetli babamın çocukluğumuzda adeta ruhumuza işlediği bir söz benliğimde en önemli yol gösterici olmuştur. “İyilik yap denize at.” Nedir bu sözün anlamı? İyiliği denize atmak da ne demek? Bu sözü ilk duyduğumda bu soruları sormuştum babama. Onun verdiği cevaplardan anlamıştım ki; iyilik yapacaksın ama onun peşine düşmeyeceksin. Onun hesabını tutup karşılığını beklemeyeceksin. Dünya ve insan ruhu tıpkı deniz gibi uçsuz bucaksız. Yapacaksın iyiliği ve o uçsuz bucaksız insanlıktan illa da geri dönüşünü beklemeyeceksin. İyiliği yap ve o orada kalsın. Denize bir parça yem atarsın hangi balık yemiştir bilemezsin ve peşine de düşemezsin o yemin. Elbet bir balık faydalanır o yemden. Bu sözle hemen hemen aynı manaya gelen sözleri Kur’an-ı Kerim öğrenmek için gittiğim caminin hocasından duymuştum. “İnsanlığın yolu yardımsever ve paylaşımcı olmaktan geçiyor” demişti.
“Ailemiz bize hep paylaşmayı öğretti. Öyle sadece maddiyatı değil yani sadece ekmeğini paylaşmayı değil, maneviyatı paylaşmayı da öğretti. Komşularımızdan bazı teyzeler annemle çoğu zaman dertleşmeye gelirlerdi. Annem onları hoş sohbetiyle karşılar, dertlerini yumuşatır, kafalarını boşalmalarını, rahatlamalarını adeta hafiflemelerini sağlardı. Her zaman çok güzel ve akılcı sözler söyler onların dertlerine deva olurdu. Bu işte çok başarılıydı. İnsan konuşacak dertleşecek güzel gönüllü insanlar ararlar ve annem de güzel gönlüyle onlara destek olur onları mutlu ederdi. Üçüncü sınıfa devam ediyordum yeni öğretmenimle daha önce bahsettiğim gibi tam bir uyum ve yakınlık hissedememiştim. Ders anlatırken sert bir ifade takınırdı, aslında sadece ders anlatırken değil bizlerle yaptığı sıradan bir konuşmada bile sertliği hissedilirdi. Özellikle bizleri tahtaya kaldırıp soru sorduğunda ve o soru yapmayınca çok daha sertleşirdi. Bir gün arkadaşlarımdan bir tanesi tahtaya kalkmıştı kendisine sorulan soruyu maalesef bilememişti. Öğretmenimizden öyle sert bir tavır görmüş, öyle sert bir söz duymuştu ki ağlayarak sırasına geçmişti. Arkadaşımın üzülmesine o kadar üzülmüştüm ki, içimde bir şeyler parçalanmıştı gibiydi. Öğretmenimim sözü belki ağlatacak bir söz değildi ama o da tıpkı benim gibi hassas bir çocuktu ve hassas çocukların tepkileri de böyle olabiliyordu. Ben alındığım ya da kırıldığım zaman ağlamazdım, aslında ağlardım ama dışarı değil içime doğru ağlardım.
Bu sene beslememizi kendimiz götürdüğümüz için annem o mis kurabiyelerinde, poğaçalarından koyardı beslenme çantama. Tabii ki bunların yanı sıra meyve ve süt eksik olmazdı beslenme çantamdan. Her öğrenci imkanlarına göre hazırlamaktaydı beslenmesini. Ama ne var ki herkes birbirinin ne getirdiğini de görebiliyordu. Yan tarafımdaki sırada oturan bir arkadaşım sürekli bizim yediklerimize bakıyordu. Onun bakışları dikkatimi çekmişti. Ona kurabiyelerimden ikram etmiştim. Aldı ve keyifle yedi ardından annesinin ona böyle şeyle yapmadığını söyledi. Belki de yapmıyor değil yapamıyordu. Sonradan fark etmiştim ki o sürekli ekmek ve peynir getiriyordu, ne meyve ne süt. Fazla yemek yemeye düşkün bir çocuk olmadığımdan annem her şeyden birer tane koyardı yanıma. Kimi günler sadece bir kurabiye yer, meyveme dokunmadan eve götürürdüm. Arkadaşımın hali bana çok dokunmuştu, kurabiyeleri, poğaçaları, meyveleri daha fazla koymaya başlamıştım beslenme çantama. Niye mi? Tabii ki arkadaşım için. O bundan çok mutlu oluyordu, bende paylaşmaktan çok mutlu oluyordum. Onun eksiklerini gidermek, onu mutlu etmek beni daha huzurlu kılıyordu. Gün geçtikçe bu yardımlaşma sayesinde arkadaşlığımız daha da güçlenmişti. Teneffüsleri beraber geçirmeye başlamıştık, diğer arkadaşlarımla birlikte onu da yanımıza alıp oyunlar oynuyorduk. Böylelikle çekingenliği yavaş yavaş üzerinden atmaya başlamıştı. Bir ara annem benim bu kadar yemek yemeyeceğimi bildiği ne kadar bu kadar çok yiyeceği yanıma aldığımı sormuştu. Bende ona durumu anlatmıştım ve annemden kocaman bir aferin almıştım. Bazen o arkadaşımla okul çıkışı bize gidiyorduk ve annemin hazırladığı enfes yemekleri beraber yiyorduk. Matematik dersinde biraz zorlanırdı, ağabeyim ve ablam onu ders çalıştırırlardı. İşte yine paylaşmak. Birlikte çok güzel vakit geçiriyorduk ve çekingen arkadaşım artık dışa dönmeye başlayıp herkes ile arkadaşlık etmeye başlamıştı. Biz artık birbirimizin en iyi arkadaşıydık.”
Çocukluk da aileden edinilen her güzel duygu insana hayatı boyunca arkadaşlık eder. Ben ailemden paylaşmayı ve yardımseverliği gördüm, bu duyguların kıymetini öğrendim. Tabii ki her zaman söylediğim gibi yine söylüyorum; ‘insanın ruhu güzelliklere açık olacak ki hayat boyu bu güzellikleri devam ettirebilsin.’ Kimseyi ayırt etmeden maddi ve manevi yardımlaşmayı bir çocuğun öğrenmesi onda ego oluşumunu büyük ölçüde engelleyecektir. Çünkü herkes aynı derece maddi ve manevi olarak imkanları olmayabilir. Önemli olan o insanları rencide etmeden onlarla yardımlaşmak, paylaşımda bulunabilmektir. Hiçbir beklenti peşinde koşmadan saf ve duru sevgiyle insanlarla bağ kurabilmek bütünleşebilmek çok özel bir davranış şeklidir. En güzel ve sıkı arkadaşlıkların tohumları böyle yaklaşımlar sayesinde olur.
Çocukluğunda arkadaşlarını dışlayan, kendi arkadaş grubuna dahil etmeyenler büyüyüp bir yetişkin olduklarında da benzer davranışları sergilerler. İnsanları sınıflara ayırmanın tohumları çocuklukta atılır. Bilinçli, görgülü ve sevgi dolu aileler çocuklarında bu olumsuz davranışların oluşmasına asla müsaade etmezler. Maalesef bazı aileler de tam ters bir tavırla çocuklarına insanları sınıflandırmayı öğretmektedirler. İşte bu çocuğa, topluma, dünyaya yapılacak en büyük yanlıştır.
Her insan kendisi için değerlidir ve çevresinden de en yüksek değeri görmeyi hak eder. İnsanlar birbirlerini sınıflandırarak aslında kendilerini aslında değersizleştiriyorlar çünkü kendini de bir eşya gibi bir sınıfa tabi tutan insan aslında gerçekte kendine de değer vermiyordur. Kendine değer vermeyen bir insanın başka bir insana değer vermesi elbette beklenemez.
Paylaşmanın ve yardımseverliğin içinde saf sevgi vardır. Sevgiyi bilmeyen, yaşamayan yardımlaşmayı ve paylaşmayı da bilmez. Sadece benim olsun her şey, sadece ben, sadece ben der…
Bu ay sizlerle paylaşacağım çakramız asıl adı belki de ‘Sevgi’ olabilecek ‘Kalp Çakrası’.
Kalp çakrası, insan vücudunun tam göğüs orta kısmında yer almakla birlikte 7 ana çakranın tam orta noktasını sağlamaktadır. Çünkü 7 ana çakranın 3 adeti kalp çakrasının altında ve diğer 3 adedi ise kalp çakrasının üstünde yer alır. Alt kısımda bulunan çakralar genellikle fiziksel alan ile ilgili olmakla birlikte üst kısımda bulunanlar ise ruhsal alan ile ilgili çakralardır. Bu bağlamda da kalp çakrası, fiziksel ve ruhsal buluşmanın yapıldığı noktaya oluştur. Şifa ve şifacılık gibi noktalarda da kalp çakrası kişi için en önemli çakrayı oluşturur. Çünkü kişinin el veya gözlerinden karşı tarafa doğru ulaşan enerjisi öncelikle kalp çakrasından geçer ve sonrasında aktarılır. Kalp çakrası üzerinde bulunan spiritüel enerjiler, şifa isteyen kişinin fayda alması için fiziksel şifa düzeyine dönüştürülür ve sonrasında karşı tarafa aktarılır. Kalp çakrasının tıkanması için yaşanan sıkıntıların başında genellikle sevgi ve merhametten eksik olma, şefkat hissetmeme, yanlış niyetli olma gibi noktalar yer alır. Kalp çakrasının dengeli çalışması sayesinde de kişide duygusal yaşamda bir denge elde edilecektir. Yani kalp çakrası açık ve aktif olan kişiler sevgiyi bilen kuvvetli bir inanca sahip kendine ve çevresine fayda sağlayan kişiler olacaktır.
Genel anlamda Kalp Çakrasından bahsettikten sonra birkaç mühim noktaya değinip detaylı bir anlatıma geçeceğim. Hepimizin çoğu zaman diline adeta taht kurmuş söylediği sevgi kelimesinin anahtarı kalp çakrasındadır. Dünyanın sevgi üzerine kurulduğunu eminim bilmeyenimiz yoktur. Eğer bu sevgi dengeli ve sağlıklı bir kaynaktan dağılıyorsa gerçek manasa elbette ulaşacaktır. İşte Kalp Çakrasının özünde de bu dengenin varlığı söz konusudur. Bu çakrada kozmik enerji vardır. Bu enerji kalp gözünün açık olmasıyla bütünleşir. Maneviyatı esas olan, materyalist düşünceyi bir kenara bırakan, egoları ortadan kaldıran, öfkeyi, kini, bencilliği, nefreti yok sayan bu özel çarka her ruhta en yüksek seviyede açık olmalıdır ki dünyaya da mutlak huzur ve mutluk gelebilsin.
Fiziksel manada Kalp Çakrasının açık olması kalp ve akciğer sağlığı için mühim olmakla birlikte sağlıklı kan dolaşımını sağlar, bağışıklık sistemini güçlü kılar. Şimdi her birlikte bu çakranın derinlerine doğru yolculuğa başlayalım.
Kalp Çakrası Nedir?
Kalp çakrası göğüs kafesinizin tam ortasında bulunur. Rengi yeşil olarak belirlenmiştir. Çakranın temel nitelikleri hayatınıza anlayış, sevgi ve iç görü gibi kavramlar katmaktır. Bu noktada kalp çakrasında sıkıntı yaşayan kişilerin hayatında sevgi boyutu ile alakalı aksaklıklar yaşayabileceğinin ya da sürekli olarak bu tür ilişkilerde başarısızlık ile karşılaşabileceğinin belirtilmesi gerekiyor.
Kalp çakrası aynı zamanda iyileştirme manasına da gelmektedir. Bu hem karşınızda bulunan kişilerin sıkıntılarına deva olma hem de kendi sorunlarınızın anında çözüme kavuşturulması için çaba sarf etmek anlamına gelir.
İyileştirme özelliğini kazanmasının temel nedeni sevginin temelde en büyük iyileştirici güç olduğunun kabul edilmesidir. Bu nedenle kendinize şifa veremediğinizi düşündüğünüz noktalarda kalp çakranız ile alakalı bir sıkıntı yaşıyor olabileceğinizi aklınızda bulundurmalısınız.
Kalbinizin diğer insanlara açık olup olmadığı da direkt olarak bu çakra tarafından belirlenecektir. Sorunsuz şekilde ilişkilerinizi yürütmek ve insan ilişkileri ile alakalı sıkıntıları anında aşabilmek için kalp çakrası üzerinde çalışmanız tavsiye edilir. Kalbiniz kapalı olsa dahi bu konu üzerine yoğunlaşarak sıkıntıları giderme fırsatını anında elde edebilirsiniz.
Sevginiz Koşulsuz Mu?
Hindu felsefesi kapsamında etrafa sunulan sevginin herhangi bir çıkar sonucu ortaya çıkmamış olması gerekiyor. Zaten bir çıkar sebebi ile ortaya çıkan sevginin de gerçek bir sevgi olmadığı her zaman vurgulanır. İnsanların size karşı sadece menfaat ile alakalı konularda bir adım attığını düşünüyorsanız ya da çevrenizdeki kişilere koşulsuz bir bağlılık kuramıyorsanız kalp çakranız ile alakalı sıkıntılar olabileceğini kabul etmelisiniz.
Kendinizi Seviyor Musunuz?
Kalp çakrası konusunda gözden kaçırılan temel unsurların başında kendinizi seviyor musunuz sorusu geliyor. Sevgi denildiği zaman nedense hep karşımızdaki kişilere gösterdiğimiz bağlılık ya da hoş görü gibi bir görüş sergileniyor. Fakat bu durumun asıl temeli ya da evreni sevmenin öncelikle sevgiyi kendinize yönlendirmenizden geçtiğinin de farkında olmalısınız. Kendinize gösterdiğiniz sevgi ve şefkat, en önemlisi kabul sizin ikili ilişkilerinize ve toplumda sahip olduğunuz role de direkt olarak yansıyacaktır!
Anahata’nın Elementi Nedir?
Kalp çakrasının Sanskritçe ismi Anahata olarak belirlenmiştir. Her çakranın özel bir elementi bulunur. Bu element çakranın genel yapısı hakkında da net bir şekilde bilgi verecektir. Anahata’nın elementi havadır. Akışı ve sevgi yaymayı temsil eden bu çakranın elementinin hava olması hiç de şaşırtıcı değil!
Anahata sizin için en temel merkez olacaktır, bu noktada sorunlarınızı çözdüğünüz zaman birçok noktada problemleriniz ile başa çıkmak için fırsat elde edebilirsiniz. Temel güç kaynağınız ile alakalı problemleriniz olduğunu düşünüyorsanız sizin için en uygun merkezlerden biri Anahata olacaktır. Meditasyonunuzda bu merkeze daha büyük ağırlık verebilirsiniz.
Sosyal Hayattaki Karşılığı Nedir?
Kalp çakrasının temel niteliklerine bakıldığı zaman sevginin en temel nitelik olduğunu çok daha açık şekilde görebilirsiniz. Yapmanız gereken tek şey bu kanala önem vermek ve sosyal hayatınızda sevgi ve kabul ile alakalı sorunları aşmak! Sevgi ve kabulün simgesi olan bu çakra sizin için sosyal hayatta sıkıntıların çözüme kavuşturulması için adeta bir anahtar görevi görecektir.
Kalp çakranız aynı zamanda sizin sosyal kimliğinizin belirlenmesi aşamasında da büyük bir öneme sahiptir. Sosyal kimliğinizin oluşturulması ile alakalı olarak sorun yaşamamak için kalp çakranızı açık tutmalı ve özgüveninizi bu şekilde çok daha pekiştirilmiş bir hale getirebilirsiniz.
Çakrada Yaşanan Sorunlar Psikolojik Olarak nasıl Sinyal Verir?
Çakralarda yaşanan problemler hem bedensel hem de psikolojik sağlığınız ile alakalı sıkıntıların ortaya çıkmasına neden olur. Örneğin Anahata ile alakalı olarak çıkan sorunların direkt olarak üzüntü ve keder şeklinde kendini gösterdiği görülüyor. Bu üzüntü sizi sosyal hayatınızdan hatta çok sağlam olduğunu düşündüğünüz ikili ilişkilerinizden direkt olarak koparacaktır.
Kederin psikolojinizi ele geçirdiğini gördüğünüz anda direkt olarak Anahata ile alakalı bir sorun olabileceğini aklınızdan geçirmelisiniz. Etrafınıza sevgi yaymak yerine hüzün ile harmanlanmış olumsuz duygular yaymaya başladıysanız bu konu ile alakalı büyük bir sıkıntı olduğunun sinyalleri gelmiş demektir! Anahata üzerine çalışmalar yaparak bu olumsuz etkiden anında kurtulma fırsatını yakalayabilirsiniz.
Hangi Kristaller Anahata’yı Temsil Eder?
Meditasyon sırasında en çok önem arz eden noktaların başında kullanılan kristaller geliyor. Kullanmış olduğunuz kristal üzerinden oldukça verimli şekilde odak noktanızı belirleyebilirsiniz ve hangi çakraya odaklanmak istediğinizi daha net bir biçimde vurgulayabilirsiniz.
Anahata’yı temsil eden kristaller pembe kuvars ve yeşim taşı olarak bilinmektedir. Bu iki kristalin temel özellikleri;
Beden hücrelerinin kendini yenilemesi ile alakalı temel bir yardım sunmaktadır.
Kişiye özgüven verir, depresif bir duruş kazandığınız dönemden geçiyorsanız kuvars sizin için en önemli yardımcılardan biri olacaktır.
Yaşadığınız olaylar neticesinde canlılığınızı kaybettiğinizi fark ettiyseniz bu noktada kuvars ve yeşim taşı size huzurlu bir hareketlilik verecektir.
Anksiyete problemi ile baş etmeye çalışan kişiler için de bu iki kristal oldukça yol gösterici olacaktır.
İç huzurunu kaybettiğini düşünen kişiler için de en uygun kristallerin başında bu seçenekler gelmektedir.
Kristaller ile meditasyonunuzu doğru merkeze yönlendirme konusunda temel bir adım atmış olursunuz.
Kullanılan kristallerin orijinal olmasına oldukça önem vermelisiniz. Son dönemlerde meditasyon ile uğraşan kişilerin artması sebebi ile piyasada oldukça fazla gerçek olmayan kristal çeşitleri ile karşılaşabilirsiniz. Bunların birçoğu renklendirilmiş ve şekillendirilmiş camdır.
Kristalinizi satın alırken gösterdiğiniz özeni kullanırken de göstermelisiniz. Örneğin satın alınan kristalin kesinlikle kişisel olarak kullanılmaya başlamadan önce enerjisinin temizlenmesi nötrlenmesi gerekiyor. Bu konuda gerekli ritüelleri gerçekleştirmediyseniz süreç ile alakalı sıkıntı yaşayabilirsiniz. Ayrıca bir kristalin ara ara temizlenmeden sürekli bir şekilde kullanılması da sıkıntı yaratacak detaylar arasında bulunuyor.
Kristal temizliği konusunda ayrıca dikkatli olmanız gerekiyor Özellikle Anahata gibi kişisel psikoloji ile yakından ilişkili olan bir merkez kapsamında işlem gerçekleştirirken ayrıca dikkatli olmanız gerekir. Aksi takdirde iyileşmek için yaptığınız meditasyonların sizin enerjinizi derinden sarsabileceğinin de farkında olmalısınız. Kullanılan kristalleri nötrlemek için dilerseniz üzerlik ya da adaçayı yakmayı düşünebilirsiniz. Bu temizleme işlemlerinin genel olarak dolunay günleri yapılmasının daha verimli olacağı dile getiriliyor.
Hangi Yağlar ile Anahata Üzerinde Çalışmalar Yapılır?
Meditasyon sırasında kullanılan yağlar ve genel olarak günlük hayatınıza dahil ettiğiniz yağlar ile beraber kalp çakrası konusunda sıkıntıların giderilmesine yardımcı olabilirsiniz. Ana hat kapsamında çalışmalar yapmak isteyen kişiler için özellikle kullanması önerilen yağlar;
Bergamot
Yasemin
Gül
Bu yağların temel özelliğine bakıldığı zaman rahatlatıcı bir etki verdikleri oldukça net şekilde görülüyor. Sıkıntı ve kederden arınmak isteyen kişilerin muhakkak göz atması gereken doğal içeriklerdir. Hem meditasyonlarda hem de masajlarda sorunsuz şekilde kullanılabilir. Tabi ki bedensel sağlığa olumsuz bir etkisinin olup olmadığını anlamak için temel uygulamaya geçmeden önce bir alerji testinden geçirmek çok daha verimli olacaktır.
Bu yağları satın alırken de aynı şekilde güvenilirliğinden emin olduğunuz firmaları tercih etmeniz gerekiyor. Piyasada bulunan birçok firmanın sahte içerikler ile ve alkol bazlı yağlar ürettikleri de net şekilde görülüyor.
Meditasyonun tam manası ile amacına ulaşması ve rahatlamanın gerçekleşmesi için bu tür unsurların kullanımı sırasında en gerçek nitelikli ürünleri tercih etmeniz sizin için çok daha doğru olacaktır. Anahata vücudun tam merkezinde olduğu için bu tür konularda daha da özenli olmalısınız.
Bağışıklık Sisteminizde Düşüklük Mü Var?
Bedeniniz ile alakalı sıkıntılar yaşamaya başladıysanız bunun özellikle çakralarınız ile alakalı bir nedeni olabileceğini unutmamanız gerekiyor. Özellikle genel olarak vücudu ayakta tutan temel nitelik olan bağışıklık sistemi sorunları konusunda ayrıca dikkatli olmanız gerekir!
Sıklıkla hasta olan kişilerin veya kendini depresif hissederek hayat ile mücadele etmek konusunda sıkıntı yaşayan bireylerin Anahata ile yakından ilgilenme zamanı gelmiş demektir. Bu meditasyon ile ya da yoga ile olabilir. Günde kendinize belirli bir sınır koyarak bu zaman dilimi içerisinde meditasyon yapmanız sizin için tüm hayatı olumlu yönde etkileyecek bir unsur olacaktır.
Tabi ki bu aşamada verimli bir sonuç elde edebilmek için muhakkak tercih etmiş olduğunuz zaman aralığını ve meditasyonu bir zorunluluk gibi ya da külfet gibi görmemeniz gerekiyor. Bu şekilde gören kişilerde atılan adımların başarıya ulaşmayacağı bilinmelidir. Öncelikle öz şefkat ile sürece başlamanız çok daha verimli olacaktır!
Kıskançlığı Elimine Edin!
Hayatınızda farklı kişilerin başarılarını ya da hayatta elde ettikleri olumlu gelişmeleri kabul etmekte ve özümsemekte sıkıntı çekiyorsanız kesinlikle hayatınızdan kıskançlığı elimine etmeniz gerekiyor. Bu süreç içerisinde kabul duygusunun kalp çakrası ile alakalı bir durum olduğunu gözden kaçırmamalısınız.
Hem kendi hayatınızda yaşanan gelişmeleri olgunluk ile karşılaşa hem de farklı kişilerin mutluluklarını kendi mutluluğunuz gibi özümseme noktasında ayrıca dikkatli olmalısınız. Bu şekilde hayatınızdan kıskançlığı elimine edebilirsiniz. Kalp çakrasının kuvvetlendirilmesi ve bu durum üzerine çalışılması hayatta elde edeceğiniz iç huzuru maksimum noktaya çıkaracak olan temel nitelikler arasında yer alıyor.
Çakra Size Ne Söylüyor?
Kalp çakrasının sağlıklı bir şekilde çalışmasını sağladıktan sonra bu çakranın sesine kulak verdiğiniz duyacağınız cümleler şunlar olacak;
Sevgiye açığım.
Bütün sevgi benim kalbimde bulunuyor.
Kendimi derin bir şekilde seviyorum ve kabul ediyorum.
İç huzur ve şükür duyuyorum, kendimi dengede hissediyorum.
Sevgiye ve nazikliğe açığım.
Doğa ve hayvanlar ile birlik içerisinde hissediyorum.
Aynı zamanda bu cümleleri Anahata üzerinde çalışırken de sorunsuz şekilde dile getirebilirsiniz. Meditasyon sırasında bu tür telkinlerde bulunmak elde edilecek olan başarıyı maksimum seviyeye çıkaracaktır. Telkinlere ve yönlendirmelere açık bir hale gelmek adına tam bağlılık ve koşulsuz bir şekilde meditasyona başlamanız gerektiği de unutulmamalıdır.
Meditasyon aralığınızı sıklaştırmaya ve buna gün içerisinde birkaç dakikalığına da olsa ihtiyaç duyduğunuzu düşünüyorsanız doğru yerdesiniz demektir. Süreç içerisinde meditasyon sizin için bir zorunluluk olmaktan çıkacaktır. Keyif ile yapılan bir aktiviteye dönüştüğü zaman elde edilecek olan verimliliğin en yüksek noktaya çıkacağının da altı çizilmelidir.
Kalp Çakrasının Etki Ettiği Merkez: Timüs Bezleri!
Timüs bezleri kalp çakrasının en temelde etki ettiği merkez olarak bilinmektedir. Bu aslında tiroid bezlerinin de bağışıklık sisteminin de komuta aldığı nokta olarak bilinmektedir. Özellikle süreç içerisinde incelediğimiz kalp çakrasının etkilerinin bedende karşılığı bu organ ile kendini göstermektedir.
Sadece 35 gram ağırlığında olan bu bezlerin hayati fonksiyonu olduğu ve herhangi bir bozukluk olduğu zaman tüm hayat akışını etkileyebileceğinin de belirtilmesi gerekiyor. Aynı zamanda üreme konusunda da büyük etkiye sahiptir. Timüs bezlerinin çalışmaması erkeklerde ve kadınlarda kısırlık gibi önemli sorunlara neden olabilmektedir.
Bu süreç ile alakalı olarak sorun yaşamamak için kalp çakrasını düzenli şekilde beslemeniz gerekiyor. Ancak bu şekilde koşulsuz bir sağlık ve bütünlük hissine ulaşabilirsiniz.
Hastalıkları; Kalp rahatsızlıkları, dolaşım bozuklukları, solunum güçlüğü, bronşit, zatürree, astım, alerji, sırt, omuz ve kol ağrıları, uykusuzluk, depresyon, akciğer ve göğüs kanseri, MS (Multiple Skleroz).
Hayatınızı Düzene Soktuğunuzu Hissedeceksiniz!
Hayatınızı sorunsuz şekilde düzene koyabilmek için özellikle meditasyonlarınızı bir rutine oturtmalısınız. Belirli bir süre kalp çakrası üzerinde çalıştıktan sonra diğer merkezleri de ihmal etmemeli ve her birine ayrı önem verilmelidir. Ancak bir bütünlük içerisinde çalışıldığı zaman gerçek huzurun ve gelişimin elde edileceği de kesinlikle unutulmamalıdır.
“Ne kadar iyi insan olursan ol senin hikayende de kötüler olacaktır. Zaten iyilik böyle ortaya çıkar” Sosyal medyada rastladığım bir sözle bugünkü yazımın açılışını yapıyorum.
İyi ve kötü birbirinden bağımsız ele alınamayacak kavramlardır. Biri olmadan diğerinin olmayacağı, birbirlerinin varlığına gereksinimleri olduğu ve ancak birbirleriyle ilişkileri çerçevesinde var oldukları yaygın olarak kabul edilen bir gerçektir. İyi ve kötü arasında kalın, keskin bir sınır çizgisi çekemesek de kötülük kavramı her zaman insanın kendisine ve çevresine zarar vermeye yönelik bir eylem olarak ele alındığından insani değerlerle birlikte anılan iyiliğin karşısına çıkan, her zaman yok edilmeye çalışılan ve karşı mücadeleyi gerektirdiği düşünülen bir kavramdır.
İyilik-kötülük ikilemi, binlerce yıldır tartışılagelen en temel ikilemlerden biridir. Dinî metinlerden, günümüz romanlarına değin insan soyunun çelişkisi uzun uzadıya işlenmiş, aralarındaki ilişki irdelenmiştir. Bu metinlerde genellikle iyilik kutsanmış, ödüllendirilmiş; kötülük ise lânetlenmiştir.
İstisnasız her birimiz insanları iyi ve kötü olarak iki sınıfa ayırırız. Bilinçli ya da bilinçsiz birisinden bahsederken iyi insan deriz bir diğerinden bahsederken de kötü insan deriz. Ağzımızdan kolaycacık dökülüverir bu sözler. Peki kime göre iyi kime göre kötü? İyi insan ne demektir, kötü insan ne demektir? Bir insan neye göre iyi ya da kötü olabilir? Bunun üzerine bir düşünelim.
Ben derim ki başkalarını sınıflandırmayı bir kenara bırakalım, önce dönüp kendimize bakalım, kendimizle yüzleşelim. Sonra değerlendirenim çevremizdekileri.
Bir insan başkasına zarar veriyorsa o insan karanlıktadır, içindeki ışığı gün yüzüne çıkartamamış, sevgiyi seçememiştir. Böyle bir insan önce kendisine sonra da etrafına zarar verir. Çocuklukta başlayan ruhsal travmalar, manasızca oluşan egolar kişiyle birlikte büyüdükçe büyür ve negatif duygu yumağı oluşturur. Bu yumak bir örümcek ağı misali kişinin tüm ruhunu sarar. O ağı ören örümcekler kötü duygularla beslendikçe etrafına zehir saçmaya başlar. Önce içinde büyüdüğü bendeni zehirler sonra da etrafındaki zavallı insanları.
Hayatımız boyunca hiç de hoşumuza gitmeyen ve gitmeyecek birçok davranışlarla karşılaşırız. Hoşa gitmekten öte o davranışı hak etmediğinizi düşündüğünüz durumlar cereyan etmiştir. Böyle durumlara karşı tepkiniz nasıl olur? Siz de asla bencil olmayan, bencilliği hayatınızın hiçbir evresinde yüreğinizde tutmayan bir insansınız ama canınız yandı, karşınızdaki kişi kendi bencilliğiyle sizi üzdü… Siz ne yapıyorsunuz bu durum karşısında? Sizde onun gibi mi davranmayı deniyorsunuz yoksa iyi ve hoş tavrınızdan vazgeçmiyor musunuz? Siz yine iyi ve hoş davranıyorsunuz ama yine gördüğünüz karşılık bir öncekiyle aynı. Artık iyilikten vaz mı geçecekmişsiniz sizde değişen ne olacak? Bırakın kötülükleri sizin özünüz ne ise öyle olmaya devam edin. Yapacağınız yegane şey; sizi üzen insanlara sadece sevgi ve samimiyetle kendilerinin sizin karakterinize ve kişiliğinize uygun olmadığını açık yüreklilikle söylemenizdir. Herkes birbirine iyi gelecek ya da birbiriyle anlaşacak diye bir kaide yok şu yaşamda. Uzaklaşmayı tercih ettiğiniz o insanlar hayatınızdan çıktıktan sonra artık onlarla ilgili ruhunuzdan herhangi bir düşünce geçirmemeye başlayacaksınız ve bunun sınırsız rahatlığını yaşayacaksınız. Yaşanan her bir olay bizler için bir uyanıştır ve bu uyanışın farkına vardığımızda bakış açımızda tamamen değişir. Önemli olan karanlığı içindeki ışığı görmek ve o ışığın kalbi olmaya çalışmaktır.
Yeri gelmişken bir regresyon danışanımla yaşadıklarımı anlatayım size. Seans esnasında şöyle bir cümle kullandı: ‘Artık bencil olacağım, sadece kendimi düşüneceğim.’ Ona şöyle sordum: ‘Sen bencil misin?’ Aldığım cevap; ’hayır’. Sonra konuşmamız şu yönde ilerledi: Ona neden kendini değiştirmeyi seçtiği sordum, cevabı artık üzülmemek için bu yolu seçtiği şeklindeydi. Ona aynı ruhani duygularıyla hayatına devam etmesi gerektiğini, kötülüklerin bencilliklerin ruhunun özüne zarar vermemesi gerektiğini yapılacak en doğru şeyin yaşananlardan ders alınıp, hayata kalındığı yerden devam edilmesi gerektiği anlattım. Aksi bir davranışla ışığı terk edip kendini karanlığa hapsedeceğini üstüne basa basa ifade ettim. Sonra dedim ki, içinde var olan sevgiyi ruhunun tamamına işlediğin gibi etrafına da işlemeye çalışıyorsun ama karşındaki bencil olan kişi de sevgi olmadığından senin ruhundaki sevgiyi göremiyor. Sen sırf böyleleri için mi sevgiden vazgeçiyorsun? Sen senden vazgeçme karşındakinden vazgeç.’
Siz ne kadar iyi bir insan olursanız olun sizin değerinizi, kıymetinizi bilmeyen insanlarla çok defa karşı karşıya geleceksiniz. Mühim olan şu ki, siz iyiliğinizden, ışığınızdan vazgeçmeyin. Yaşanan ve yaşanabilecek benzer her şeyi iyilerin bir dersi olarak kabul edin. Nihayetinde şu da benim yürekten inandığımdır ki; kötü dediklerimiz aslında içinde sevgi ve ışığı olmayan ruhsal travmalar sonucu karanlığa tutsak olan insanlardır. Siz eğer temiz bir ruha sahipseniz sizin ruhunuzu asla hiç kimse kirletemez. Kimseye öfkelenip, kızıp, kin besleyip içinizdeki ışığı söndürmeyin aksine daha çok ışık olmaya ve parlaklığınızı dört bir yana saçmaya odaklanın. Sizin yolunuza karanlık tohumları atmaya çalışanlara da sevgiyle yaklaşın. Ancak onlar bu sevgiyi görmüyorlar, göremiyorlarsa onlardan uzaklaşın, sizi değiştirmelerine, kendilerine benzetmelerine asla müsaade etmeyin.
İnsanlık adına da asla karamsarlığa düşmeyin. İşte burada Gandhi’ nin sözüne kulak vermekte yüksek fayda var. “İnsanlık bir okyanus gibidir; okyanusun birkaç damlası kirlenirse okyanus kirlenmez.” İnsanlıktan umudunuzu kesmeyin. İnsanlıktan yana kesilmiş umut iyilikten yana kesilmiş umuda eş değerdir. İyilik ne kadar artarsa kötülük güçsüzleşecektir. Kötülük ne kadar artarsa iyilik direncini daha fazla kaybedecektir. İyiliğin galibiyetine destek olun. Elbet bir gün iyiliğin aydınlığı, kötülüğün karanlığını aydınlatacaktır.
Yeni bir olumlamada yeniden birlikteyiz. Geçen ayki olumlama paylaşımımda bu olumlamaları düzenli yapıp yapmadığınıza dair sizi harekete geçirmesini umduğum birkaç soru sormuştum. Bazıları özel iletişim yolunu kullanarak bana ulaştı ve sorularını dile getirdiler. Soruların çoğunluğu bu olumlamaların hangi sıklıkta yapılacağına dairdi. Kendilerince ne denli sık yapsalar da hayatlarına bu olumlamaları gerçek bir periyodik düzen şeklinde oturtamadıklarını söylediler. Bununla birlikte olumlu dönüşlerde aldım. Bu olumlu dönüşlerde de olumlamaları hayatlarına güzel bir şekilde kanalize ettiklerini ve yüksek fayda edindiklerini gördüm. Yine tekrarlamak istiyorum, olumlamalar hem belirli bir sıklıkta olmalı hem de ondan yüksek faydayı kazanmak için bilinç ve bilinç altı temizliğinin yapılmış olması gerekmektedir.
Teşekkür etmek günlük hayatın önemli erdemlerinden biri. Peki teşekkürün hayatımızdaki öneminin ve potansiyel faydalarının yeterince farkında mıyız? Basit bir teşekkürün faydaları aslında sandığımızdan çok daha fazladır. Birkaç tane sıralayalım mı?
Teşekkür etmek sağlığa yararlıdır.
Teşekkür etmek duygularımızı olumlu etkiler, bencilliği azaltır.
Teşekkür etmek özgüvenimizi geliştirir.
Teşekkür etmek psikolojinizi sağlamlaştırır.
Teşekkür etmek insanı iyileştirir, ruhani dünyanızı zenginleştirir.
Teşekkür etmek enerjinizi arttırır, hayata tutunmanıza yardımcı olur…
Teşekkür etmenin böyle daha onlarca muhteşem etkisini sıralayabiliriz. Şimdi hayatımıza bu etkileri getirecek. İnternette araştırmalarımın sonucu olarak her güne teşekkür etme olumlaması ile sizleri baş başa bırakıyorum.
★★★★★
Bu güzel güne teşekkür ederek başlayın!
Derin bir nefes alın ve Allah’ım, sevdiğim insanların sıcacık yürekleri için teşekkür ederim.
Sağlıklı, dipdiri bedenim için teşekkür ederim.
Aldığım serin ve güzel nefes için teşekkür ederim.
Sevgi dolu yüreğim, beni sarmalayan, beni ve sevdiklerimi barındıran evim için teşekkür ederim.
Yaşam kaynağımı sağlayan bereketim ve onu sağlayan o kutsal iş için teşekkür ederim.
Bugün bana bahsedeceğin tüm o güzel anlar için teşekkür ederim ve bana senin yolunu gösteren, beni koruya kollayan sevgili meleklerim için teşekkür ederim.
Teşekkür etmeyi şu anda unuttuğum her şey için, gördüğüm, dokunduğum her şey için teşekkür ederim! Her şeyi bana sağlayan büyük evim, dünya ana için, doğa ve tüm canlılar için teşekkür ederim!
Varlığım için, Var’lık için, bu güzel doğan güneş için teşekkür ederim. Onun ışığı, O’nun ışığı, benim ve tüm sevdiklerimin yolunu aydınlatsın, açsın ve mükemmel kılsın.
Hayatın geçmişi, bugünü, yarını… Anılar hayatın en büyük gerçekleri… Benim anılarım, iyisiyle kötüsüyle hayatımın gerçekleri. Sandık yeni bir anıyı serbest bırakmak üzere kapağını araladı ve dile geliş başladı.
Camide geçen güzel günlerim son bulmuş tatilimin ikinci yarısı başlamıştı ve elbette sıra denize gitmeye gelmişti. Deniz denilince içim içime sığmaz oluyor mutlulukların en heyecanlısı yüreğimde hissetmeye başlıyordum. Nereye mi gidecektik? Elbette her zaman olduğu gibi adaya gidecektik. Benim için ve kardeşim için ada tatili her zaman bizi mutluluğun doruklarına taşırdı. Ne var ki annem bizim gibi hissetmezdi, hissedemezdi. Çünkü ardı arkası kesilmeyen misafirler, evin işleri, içine girdiği bu koşuşturmada kendini tatilde gibi asla hissedemezdi. Sürekli iş, sürekli iş… İşte bu bitmeyen işler anneme tatilde olduğunu asla hissettirmezdi. Belki bir iş bölümü olsaydı, herkes birbirinin yükünü omuzlasaydı, işler ortak yapılsaydı annem de kendini tatilde hissedebilir ve güzelce dinlenebilirdi. Ama maalesef hiç de öyle olmuyordu. Oysa adayı severdi annem tabii ki bu işler olmasa… Babam da adayı çok severdi, kışın bile hava birazcık güzel olsa soluğu ada da alırdık. Hatta çok iyi hatırlıyorum, babam yalnız başına kafası dinlemek için bile nadiren de olsa adanın yolunu tutardı. Ekseri bizi de yanında götürürdü ama dediğim gibi yalnız başına da adaya gittiği olurdu.
Adaya yolculuk günü gelmişti. O vapura gidişte yaşadıklarım, boyumdan büyük, ağırlığımdan ağır çantaları anneme yardım etme isteğiyle taşımaya çalışırken ki gayretim hiç hatırımdan çıkmaz. Anneme yardım etmekten müthiş bir keyif alırdım. Vapurdan iner inmez kendimi sanki başka bir ülkeye gitmiş gibi hissederdim. İnsanın sevdiği yerde olmasının mutluluğu bir başka oluyordu. Elbette arkadaşlarımla buluşmam, onlarla oynadığım oyunlar, tadına doyulmaz bisiklet turları, adanın kendimizce bilinmez yerlerini keşfetmek, işte bunların keyfi, mutluluğu dünyalara bedeldi. Denize girmeyi de unutmayalım… Geçen yıla göre bir yaş daha büyümüş olmak adada daha büyük bir özgüvenle dolaşmamı sağlıyordu. Daha önce girmediğim sokaklara girebiliyordum, yeni arkadaşlar ediniyordum, özgürlüğü bir başka güzel yaşayabiliyordum bu yaz. Bu efsanevi özgürlükte adada yeni keşifler yapıyordum ve her keşif benim için bir mucizeyi yaşamakla eşdeğerdi.
Ablam üniversite okuduğu için onun yaz döneminde de imtihanlarına çalışıyordu, ağabeyimse geçen yıl olduğu gibi bu yıl da babam ile işe gidiyordu. Ben ve kardeşim adanın tadını sonuna kadar çıkartıyor her şeyi paylaşıyor ve türlü oyunlar oynuyorduk. Ada günlerimiz böylece geçip gitmiş ve yine okulların açılma vakti gelip çatmıştı.
Okulların açılmasına bir hafta kala yine o hummalı hazırlıklar başlamış, alışverişe gidilmiş, okul gününe tam anlamıyla hazır hale gelmiştik. Ben artık üçüncü sınıf olmanın verdiği güveni içimde hisseder olmuştum. Daha önce anlattığım gibi kardeşim rahatsızlığından sebep bir yılını evde geçirmek zorunda kaldığı için ikinci sınıfa geçmek yerine birinci sınıfı tekrar okuyacaktı. Yeni bir öğretmeni yeni sınıf arkadaşları olacaktı. Ağabeyim ortaokula başlayacaktı ve onun için her şey bambaşka olacaktı. Ablamsa mimarlık fakültesinde ikinci sınıfa başlayacaktı, mütemadiyen hocalarının verdiği projeleri çiziyor, hazırlıyor, neredeyse çoğu zaman ders çalışıyordu. Özellikle sınav zamanlarında nefes almaksızın ders çalıştığını her daim şahit oluyordum. Ağabeyim ortaokula başladığı için aynı okula giden sadece kardeşim ve ben kalmıştık. Babamlar sabah bizi okula bırakacaklar ve annemde öğlen bizi okuldan almaya gelecekti. Bu yıl benim içinde farklıydı. Her ne kadar aynı sınıfa devam ediyor olsam da arkadaşların aynı olsa da en büyük değişiklik gerçekleşmişti ve yeni bir öğretmenim olmuştu. İlk öğretmenim emekli olmuş ve bizi yeni öğretmene devretmişti. Yeni öğretmenim daha gençti ama biraz serttir. Bunun sertliği hissetmiş ve bundan pek de hoşnut olmamıştım. Her ne kadar girişken bir çocuk olsam da bu hissiyat beni bir adım geriye itmişti, bir çekingenlik hali hasıl olmuştu bende. Yeni öğretmenim boyum uzun olduğundan beni arka sıraya oturtmuştu ve bunu bana söylerken oldukça sert bir ifade kullanmıştı. İşte o anda yeni öğretmenimi eski öğretmenimle kıyaslamaktan kendimi alamamıştım. (İçime doğan şeylerin gerçekliğine ilerleyen zamanlarda yeniden döneceğim.)
Öğretmenimiz bu yıl beslenmemizi okuldan getirmemiz gerektiğini söylemişti. Daha önceki yıllarda her gün bir çocuğun annesi hepimiz için yemekler hazırlayıp okula getirirdi. Ama artık bu böyle olmayacaktı. Bir değişiklik!
Bu yıl dersler elbette daha zor olacaktı. Bizlerin büyümesi gibi derslerde büyüyordu. Ablamın ve ağabeyimin olması bana derslerimde her zaman avantaj sağlamıştı, zorda kaldığımda onlar hep yanımdaydılar. Hele ağabeyimle ders çalışmak bir başka zevkliydi. Okul günleri başladı hızla devam ediyordu aradan bir iki ay geçişti ve yine atletizm seçmeleri yapılacaktı. Ben spora bir kere gönül vermiştim, vazgeçer miydim hiç? En sevdiğim ders artık Beden Eğitimiydi, gün boyu spor yapsam yine de sıkılmaz, of demezdim.
Okuldan eve döndükten sonra, evde radyodan piyesler dinlerdik. İlkokul çocukları için özel piyesler olurdu, köy hayatı anlatılırdı. Bayılırdım onları dinlemeye, anneme bizde köyde yaşasak hayvanlarımız olur derdim hep. (O zamandan beri köyleri her zaman severim daha doğal, daha samimi ve daha gerçek bulurum. Bir de doğayla iç içe yaşamak…)
Kimi zaman önyargıyla yaklaşırız olan bitene ya da insanlara. Şayet sezgilerimizle yaklaşabiliyorsak o zaman çok da önyargıdan bahsetmek yerinde olmaz. Kalp sesini tam anlamıyla dinleyebiliyorsak kalbimizin sesi doğru olandır. İkinci öğretmenimi gördüğümde içimdeki ses onun ilk öğretmenim gibi olmadığı yönündeydi ve yanılmamıştım. Sezgilerimizi, kalp sesimizi doğru şekilde dinlemiyorsak işte o zaman olaylara ve kişilere önyargılı bir tavırla davranmış oluruz. Çocuklukta oluşmaya başlayan önyargılı davranış şekli bilinçaltına yerleşirse ileriki yaşlarda daha belirgin olarak ortaya çıkar. Gerçi yaşadıkça ve kalp gözünün açılması sağladıkça önyargılı davranış şeklinin nasıl bir yanlış olduğunu fark edilebiliyor ama olan geçen zamana, kaybedilen şeylere oluyor. Önyargılı olmamak için egodan uzak olmak elbette işin farklı bir detayıdır. Kendini gerçekten tanımayan, isteklerinin farkına varamayan birçok insan kendine bile önyargılı davranabiliyor. Tehlikelidir önyargı içinde kalp sesi olmadan…
Bugün paylaşacağım bilgelik hikayesi içinde küçük nüanslarla büyük duyguları anlatmaktadır. Bu nüansların bende uyandırdığı hisleri size sunmadan hikayemize geçiş yapmak istemedim.
Yaptığımız seçimler hayatımızda başka seçimleri de beraberinde getirir. Bu seçimleri yaparken çoğu zaman seçimlerimizin ardından neler geleceğini bilemeyiz. Bunun için ilk adımı atarken yani ilk seçimi yaparken etraflıca durumu muhakeme etmeliyiz. Seçimlerimiz bizleri hangi yollara sürükleyeceğine, o yollarda nelerle karşılaşabileceğimize dair ruhumuzun yol göstereceği imgelerini doğru şekilde yorumlamalıyız. Yolumuzun ilk adımını sevgiyle atarsak eminim adımlarımız daha sağlam ve ışık dolu olur. Hani denir ya; bir şeye nasıl başlarsan öyle devam edersen. Eminim ki, bunun doğruluğunu hepimiz birçok defa test etme imkanını yakalamışızdır hayat dediğimiz bu çok yönlü yolda…
Hedef mutlu olmaksa her bir maddi kazanımın ruhunuz için yetersiz olduğunu asıl kazanımın sevgiyle gerçekleşebileceğini de anlamışsınızdır. Şayet bunu henüz anlayamadıysanız hiçbir şey için geç olmadığını unutmayın. Nefes almaya devam ediyorsunuz hayattasınız demektir ve hayattaysanız halen çok defa yeni seçimlerle karşı karşıya kalabilirsiniz demektir. Mevzu seçmek ya da seçmemek değildir aslında. Asıl olan sevgiyle ve onun ışığıyla yolunuza devam edebilmektir. Elbette mutluluğun yegane kaynağı da insanın kendisinde başlattı ve sonra etrafına sunduğu yüreğinde ki o eşiz duygu yani sevgidir. Hikayemizi okuduktan sonra neler hissettiğinizi benimle paylaşmanızı merakla bekliyor olacağım.
★★★★★
Alışverişe gitmek üzere evden çıkan bir kadın, kapısının karşısındaki kaldırımda oturan bembeyaz sakallı üç yaşlıyı görünce önce duraksadı, sonra onları, tüm içtenliğiyle evine davet etti. Kadının davetine yaşlılardan biri yanıt verdi:
”Biz hiçbir eve üçümüz birlikte gitmeyiz” dedi. Ve kısa bir duraksamadan sonra, bir açıklama yaptı: ”Sağ yanımdaki bu arkadaşımın adı, Zenginliktir” dedi.
”Bu yanımda oturan arkadaşımın adı Başarı, benim adım ise Sevgi’dir.”
Kendini ve arkadaşlarını tanıttıktan sonra Sevgi, kadına ilginç bir öneride bulundu: “Şimdi evinize gidin ve eşinizle baş başa verip, bir karara varın” dedi. “İçimizden yalnızca birimizi davet edebilirsiniz evinize. Hangimizi davet etmek istediğinize karar verin, sonra gelin kararınızı bize bildirin.”
Kadın Sevgi’nin önerisini eşine anlattığında adam “Aman ne güzel ne güzel” dedi. “Hangisini davet edeceğimizi bize bıraktıklarına göre, biz de içlerinden Zenginlikti davet ederiz ve evimiz de bir anda zenginliğe kavuşmuş olur.”
Eşinin kararına itiraz etti kadın: “Başarıyı davet etsek, daha mantıklı bir karar vermiş olmaz mıyız?” dedi. Sonra tekrar baş başa verdiler. “Aslında galiba en iyisi Sevgi’yi davet etmek. Hem ona yardımcı olmak bize de mutluluk verecek…” kararını verdiler.
Bu karar üzerine kadın kapıyı açtı ve üç yaşlıya birden sordu:
“İçinizde hanginiz Sevgi idi? Onu davet etmeye karar verdik. Lütfen buyursun…
“Sevgi ayağa kalktı, eve doğru yürümeye başladı. Arkadaşları da ayağa kalktılar ve Sevgi’nin arkasından eve doğru yürümeye başladılar. Kadın büyük bir şaşkınlık ve heyecan içinde, Zenginlik ile Başarı ‘ya sordu:
“Siz niçin geliyorsunuz?
Hani sadece biriniz gelebilirdi?” dedi.
Kadının sorusuna, üç yaşlı birlikte cevap verdiler:
“Eğer içimizden yalnızca Zenginlik veya Başarıyı davet etmiş olsaydınız, diğer ikimiz dışarıda bekleyecektik…” dediler.
“Fakat siz Sevgi’yi davet ettiniz. Bu durumda üçümüz birden gelmek zorundayız evinize.”
Ve kadının ”Niçin?” diye sormasını beklemeden, Zenginlik ve Başarı sözlerini şöyle sürdürdüler:
“Çünkü Sevgi’nin olduğu her yerde, biz zenginlik ve başarı da her zaman onun yanında oluruz…