İnsanlarla iç içe yaşıyoruz. Apartmanda, iş yerinde, sokakta, mahallede mutlaka iletişim hâlinde oluyoruz. İletişim hâlinde olmak, enerji ve frekansın kişiden kişiye geçmesini sağlıyor. Kısacık bir selamlaşma anında “merhaba” demeniz bile yaydığınız enerjiyi ve o enerjinin frekans düzeyini karşınızdaki insana geçiriyor. Bu nedenle ilişiklerdeki en temel taş, sevgi taşıdır. Sevgiyle yapılan her iş ve sevgiyle söylenen her söz hem sizin hem iletişimde olduğunuz insanların enerjilerini ve dolayısıyla davranışlarını olumlu yönde değiştirir.
Farklı ülkelerin yerel kültürlerine dair atasözlerini çok severim, her biri mutlaka birer ders niteliğinde bilgi ve bilgelik içerir. Bizim kültürümüzdeki atasözleri de böyledir. Şimdi sizinle bunlardan birini paylaşacağım: “Kimse yoğurdum ekşi demez.” Çoğumuz bu sözü biliriz.
Bu atasözünden yola çıkarak sormak isterim, siz hiç gördünüz mü alışveriş yaparken “Bu ürünüm kötü, satmıyorum, almayın,” diyeni? Semt pazarlarında pazarcı esnafın istisnasız hepsi bağırır, “Gel vatandaş, bunlar çok taze,” diye. Kimi zaman da “Organik bunlar,” derler. Restorana gidersiniz, sipariş vereceğiniz yemek için “Çok güzeldir, sipariş verin,” derler. Kimse malına kötü demiyor. O zaman da insan sormadan edemiyor, “Herkesin yoğurdu tatlı ise bu kadar olumsuzluğu kim yaşatıyor?”
İnsanın karakteri ve kişiliği söz konusu olduğunda da durum böyledir. Satıcının yoğurduna ekşi demediği gibi insanlarda kendi karakter ve kişilikleri için hiçbir zaman olumsuz konuşmazlar. Baktığınızda herkes kendisinin sevgi dolu ve ışıkta olduğunu, kalbinin ve ruhunun temiz olduğunu anlatıyor, pozitif, dürüst, merhametli, vicdanlı, paylaşıma açık olduğunu söylüyor. Peki, herkes böyle ise dünya niye ekşi tadı veriyor? Neden aç yatan insanlar, dışarıda uyuyan insanlar var? Niçin öfke ile konuşup kalp kıranlar, emeğe saygı göstermeyip iyi niyeti suiistimal edenler, insanları mevkisine, mesleğine göre sınıflandıranlar, bir ekmeği paylaşmaktan korkanlar, hep kendisi alıp karşı tarafa bir şey vermeyen bencil insanlar ya da menfaate göre ilişiklerini sürdürenler var?
Çünkü kimse kendi gerçeğini görüp kabullenmek istemiyor. Kimse kendini değiştirmek ve dönüştürmek için çabalamıyor. Kendi yanlışları ve olumsuz tutumları için başkalarını suçlayarak yaşama kolaycılığını seçiyor. Oysa bir kez “yoğurdum ekşi,” diyebilseler o yoğurt tatlıya dönmeye başlayacak. Peki, bu nasıl olacak? Elbette emek vererek. Olumsuz olan duygu, düşünce, kişilik ve karakterlerini olumluya dönüştürmek için emek vererek.
Şifa çalışması yaptığım bir danışanıma rehberlik ederken, “Şu olumsuz yönünü törpülemen ve değiştirmen gerekiyor yoksa gene aynı kısır döngüyü yaşarsın,” dedim. Sert tavırla cevap verip, “Benim öyle olumsuz özelliğim yok. Benim içimde sevgi çok büyük,” dedi. “Peki,” dedim. İki gün sonra arayıp yaşadığı bir sorunu anlattı. Sorun yaşadığı kişiye dair kullandığı ifadeler çok sertti. Deyim yerindeyse öfke kusuyordu. Kendisine daha önceki görüşmemizi hatırlattım ve “Sen sevgi dolu ise neden karşı tarafı affetmiyorsun? Alacağın dersi al. Sevgi dolu olan affeder. Onunla görüşme ama hakkında kötü sözler de söyleme,” dedim. İçinde çok büyük kin var ama o bunun farkında değil, sorduğunuzda kendisini sevgi dolu bir insan olarak tanımlıyor. Bunu gibi çok örnek verebilirim.
Kardeşlik örneğin, çok önemlidir. Öyle ki çok yakın bulduğumuz insanlara dair sevgimizi anlatmak için “kardeşim gibi,” deriz. Ama gerçek kardeşler bazen birbirine yapmadığını bırakmıyor. Kardeş kardeşi mal için mahkeme veriyor ama sorarsanız ikisi de sevgi dolu. Yoğurtlarına ekşi demiyorlar.
Gelin şimdi de başka bir örneğe bakalım. Sürekli çiçek aldığım Fatoş abla ile ayaküstü sohbetlerimiz olur. Geçen hafta da oradan buradan derken belediyenin görüntü kirliliğini önlemek için esnafın tezgâhına standart getirdiğini anlattı. Eski tezgâhların yerine yenilerinin yapılması gerekiyormuş ama Fatoş ablanın bütçesini aşıyor. Nasıl yaptıracağını kara kara düşünürken, tanıdığı iki kişi, “Sen yaptır tezgâhı bir kısmını biz öderiz gerisini sen tamamlarsın,” demişler. Fatoş abla sevinmiş, tezgâhını yaptırmaya başlamış. Aradan zaman geçmiş, tezgâh bitmiş fakat o iki kişi verdikleri sözü tutmamışlar. Biri telefonunu açmıyormuş, diğeri de “Şu anda veremem,” demiş. Onlara sorduğunuzda dürüst ve sevgi dolu olduklarını söylerler.
Fatoş ablanın soruna bakış biçimi ise tam bir ders niteliğinde. “Ben onlara kızmıyorum. Kendi dersimi almam gerek. Parayı onlardan aldıktan sonra tezgâhımı yaptırmam gerekiyordu. Bundan sonra böyle bir şey yaşarsam bu hatayı yapmam,” dedi. Karşı tarafı suçlamadı, gerçekçi bir yaklaşım sergiledi. Bu olayda üzerine düşen sorumluluğu kabullendi. Değişmesi ve dönüşmesi gerekenin kendisi olduğunu söyledi. Sevgi ve ışıkta olmak göründüğü kadar kolay olmuyor. Sevgi ve ışıkta olmayı daha sonraki günlerde ayrıntılı olarak yazacağım. Bu konu hakkında şimdilik kısaca şunu söyleyebilirim: İnsanların önce kendilerine dürüst olmaları gerekiyor.
Temiz ruhlar ve temiz kalplerin çoğalacağı bir dünya diliyorum.
Hayat, akıp geçiyor. Geçen ömür, birçok yol kat ederek devam ediyor ya da bitiyor. Güzel yollar, ruhumuza mutluluk veriyor. Ve hayatımızda birçok yol var. Ama bir yol var ki o da aydınlık yoludur. Aydınlığın yolu ise kitaplardan geçiyor.
Bu aydınlık yolda, en iyi dost ise kitaplardır. Kitaplar, bireyin öğrenmesi ve kendini geliştirmesi için olmazsa olmazlarımızdır. Bilginin kaynaklarından biri olan kitaplar, her daim kişinin kendini yenilemesine ve yeni bir bakış açısı kazanmasına katkı sağlar.
Geçtiğimiz aylar da okuduğum kitapları paylaşma kararını vermiştim. Paylaştığım kitapların sizlere de bir ışık olacağına inanıyorum. Tabii ki bazen bize iyi gelen kitap, başkalarına iyi gelmiyor olabilir. Bu da olağan bir durumdur.
Bir kitabın kapağına ve ismine baktıktan sonra, muhakkak kitabın içeriğine de bir göz atalım. Bazı kitaplar vardır ki; içinde geçen bir söz, bir cümle, bir paragraf size yol gösterici olabilir. Bu sözler, insanlar yaşadıkça hayatlarının bir parçası haline gelebilir.
Sizlere, 2013 yılında tanışıp okuduğum ve şahane bilgiler edindiğim, Dr. Christine Page’nin Şifayı Bedeninde Ara kitabından bir bölüm aktarmak istiyorum.
“Şifayı Bedeninde Ara, modern tıbbın birikimleriyle, insanın ruhsal sistemini benzersiz bir kavrayış ile birleştiren ve bedenin bütünüyle iyileştirilmesine hizmet eden bir rehber kitaptır.”
Dr. Christine Page, hastalıkla ilgili önyargılarımızı ve sınırlayıcı görüşlerimizi değiştiriyor. Hastalıkların aslında sahip oldukları ama bizim çoğunlukla farkında olmadığımız ruhsal gelişim konusundaki işlevlerine ışık tutuyor. Bu yönüyle bu kitap, şifaya ve sağlığa ilişkin sahip olduğumuz anlayışın çok daha geniş bir perspektife doğru genişlemesine büyük katkılar sunuyor.
Dr. Page, anatomik yapımızla ilgili mükemmel tanıtımında çakraları ve onların hastalıklar, patoloji ve ruhun gelişimi ile olan birebir ilişkisini araştırıyor. Saygıdeğer bir doktor olarak tecrübelerine ve en büyük öğretmenleri olan sayısız hastasında yaptığı bilimsel gözlemlere dayanarak, insanın beden, zihin ve ruhtan oluşan bütünlüğüne bir arada bakmamızı öneriyor.”
Ruh yaşamdan ne ister?
Dünyayı dolaşarak seminerler verdikçe ve bire bir hastalarla temas ettikçe, çok değişik kültürlere, dinlere ve refah seviyelerine rağmen her zaman aynı konu gündemdedir:
“Kendim olmak istiyorum”
Bahsettikleri öz yedi ruhsal unsuru içermektedir.:
Kendini tanımak
Kendine karşı sorumluluk duymak
Kendini ifade etmek
Kendini sevmek
Kendine değer vermek
Kendini saymak
Kendinin farkında olmak.
Tüm Öz-bilinç bu unsurları kapsar ve ruhsal insanı oluşturan birçok parçanın birleşiminden meydana gelen uyumlu varoluştur.
Kişilik birçoğumuzun günlük yaşamını kontrol eder. Etkileşim, kişilikten ruha doğru kaydıkça, zihin iki değişik titreşim algıladığı için bu uyumsuzluk olarak kaydedilir; bunların biri ruh seviyesinden, diğeri ise kişilik seviyesindedir.
Ruhun titreşimlerinin kişiliğinin titreşimlerinin yerini almasına izin verildiği takdirde değişim bireyin yaşamına en az seviyede müdahale eden bir şekilde gerçekleşir.
Ancak, değişimine bir direnç varsa, bu uyumsuzluk öncelikle zihinde gerginlik, bunalım, öfke, depresyon ve bunun gibi belirtilere yol açar. Bu mesajlara rağmen titreşimi değiştirmek için herhangi bir yol benimsenmezse, uyumsuzluk fiziksel hastalık olarak ortaya çıkabilir.
Bu tezahür, bireyin farkındalığını sadece şimdide (görmek inanmaktır) bir uyumsuzluk olduğu farkındalığının arttırmanın yanı sıra, birçok vakada değişimin gerçekleşmesi için bir vasıta görevi görür. Günümüzde ortaya çıkan fiziksel ya da zihinsel hastalıkların %80’ninde, travmalar da dahil olmak üzere, ortaya çıkan sürecin bu olduğunun düşünüyorum.
Anılar, anılar, anılar… Zaman hızla akıp geçerken tekrar sandığın başına geçip elime anahtarımı aldım ve kapağı açtım. Bu sefer sandıktan mutluluk anısı çıktı. Tabii ki sandıktan; iyisiyle, kötüsüyle, acısıyla, mutluluğuyla, sevinciyle tüm anılar öylece bana bakıyorlardı. Zamanı gelince hepsini tek tek sizlerle paylaşıyor olacağım.
Bir önceki anımı sizlerle paylaşırken ilk yarı tatilinin yaklaştığından bahsetmiştim. Ve o tarih geldi. Milyonlarca öğrencimiz, sevinçle yarıyıl tatiline başlamış oldular.
Yıllar önce, yine böyle bir yarıyıl tatilinin başladığı bir gündü. Kardeşimle ben o kadar sevinçliydim ki, karnemizde iyi notlar ve bizi bekleyen on beş günlük güzel bir tatil… On beş günlük tatilde, derslere ara verip müzeler başta olmak üzere birçok yeri bol bol gezmek gibi bir planımız vardı.
Karne aldığımız o günün akşamıydı. Kardeşimle birlikte dersler konusunda velimiz olan amcama gittik. Amcam yeni işten gelmişti. Bizi gören amcam, tabii ki karnemizi görmeden bize sarıldı ve size kocaman “Aferin,” dedi. Kardeşimle birlikte önce şaşırdık; amcam devam etti: “Zaten sizin iyi not getireceğinizi biliyordum,” dedi.
Abim de karnesini getirmişti. Kendisi ortaokul okuduğu için dersleri bizden farklıydı. Abi de başarı belgesi almıştı. Abimin başarı belgesi amcamın çok hoşuna gitmişti. Amcam bize ödül olarak para vermiş ve şunları söylemişti: “Bu iyi notların mükâfatı, okul da size zaten on beş gün tatil veriyor. Eee ne yapacaksınız bakalım tatilde!” diye sordu.
Kardeşimle birlikte cevap verdik:
“Müzeleri dolaşacağız.”
Amcam bunun üzerine devam etti:
“Tabii, çok iyi olur; ama bu ara kitap okumayı da ihmal etmeyin. Ödevlerinizi de eksiksiz yapın,” dedi.
Abim ise, on beş günlük tatilini babamın yanında her gün işe giderek geçirecekti.
İki kardeş, on beş gün hiç bitmeyecekmiş gibi düşünerek mutlu olmuştuk.
Sınıf öğretmenimiz yarıyıl tatilinde İstanbul’daki tüm müzeleri gezdireceğini önceden bize söylemişti. Babam ve annemden izin almadan öğretmenime geziye katılacağıma dair ismimi yazdırmıştım. Öğretmenim, “Ailene sordun mu?” dedi. Ben ise, “Hayır, sormadım; ama ben gelmek istiyorum. Hem ailem zaten izin verir,” dedim.
Tüm ruhumla o geziye gitmek istiyordum. Ve kendi kararımı aileme danışmadan vermiştim. Daha önce yedi yaşındayken kendi başıma iğne olma kararımı da kendim vermiştim. Galiba çocukluktan beri böyle bir insandım. Hayatım boyunca kimsenin etkisi altında kalmadan kalbimin sesi ile kararlarımı verdim. Daha sonra ki yazacağım anılarımda aldığım birçok kararı detaylı olarak sizlerle paylaşacağım. Şimdi konumuza kaldığımız yerden devam edelim.
“Okul tarafından düzenlenen müze gezisine gitmek istiyorsam kimseye sormadan gitmeliydim,” diye düşünürken bizi okuldan almaya gelen anneme, “Anne, öğretmenimiz yarıyıl tatilinde bizi İstanbul’daki müzelere götürüp gezdirecekmiş. Okul bu geziyi düzenliyor. Adımı yazacaktım ama öğretmenimiz, “Velinizden izin aldınız mı?” diye sordu. Annem durdu, biraz düşündü ve bana bakarak, “Babana soralım,” diye karşılık verdi.
Anneme, “Tabii,” diyerek sessizce karşılık verdim. Ama o an kendimi çok kötü hissettim. Mutlu değildim.
Akşam olmuştu. Kardeşimle birlikte babamın ne cevap vereceğini sabırsızlıkla bekliyorduk. Babam: “Gidin, izin veriyorum,” dedi. Ve devam etti: “Ben de sizi hafta sonu gezmeye götüreceğim.”
Kardeşimle birlikte çok sevinmiştik. Babam geziye gitmemiz için izin vermişti. Onun bu sözleri üzerine şunları sordum:
“Baba bizi gezmeye nasıl götüreceksin? Pazar günü hariç hep çalışıyorsun,” dedim.
Babam çalışmayı çok sevdiği için her zaman vaktini çalışmaya arıyordu. Eve işini taşıyordu. Bazen evden çalışmak zorunda kalıyordu. İki amcam da babamla ortak olmalarına rağmen onun kadar çalışmıyorlardı.
O gün gelmişti. Okulun kiraladığı büyük otobüslerle yola çıktık. Otobüsün içinde eğlenerek yolculuk yapıyorduk. Tabii ki ses gürültüsü fazla olduğu için öğretmenler hemen müdahale etmişlerdi.
Yolculuk sonrası nihayet müzeleri dolaşmaya başladık. Öğretmenimiz gezdirdiği yerleri bize anlatıyor ve “Bu bilgileri sınavda soracağım,” diyordu. Öğretmenlerimizin anlattıklarını çok dikkatli bir şekilde dinliyordum. Fakat kardeşim hiç oralı değildi.
Akşam eve döndüğümüzde keyifle aileme gezdiğimiz yerleri anlatıyordum. Ne yaptığımızı, nereleri gezdiğimizi tane tane anlatıyordum. Yarıyıl tatili o kadar güzel geçmişti ki; yeni yerler görmüş ve yeni bilgiler edinmiştim.
Kültür gezilerini aileler çocuklarına aşılamalıdır. Çünkü insan yaşadığı ülkenin tarihi bilmelidir. Çocukken edinilen bilgiler ileriki yaşlardan unutulmuyor. Ve bilinçaltına yerleşiyor. İnsanın kendini geliştirmesinde en önemli faktöründen biri de, gezdiği yerleri araştırmak ve o yer hakkında bilgi edinmesidir. Bazı aileler maddi zorluklar nedeniyle çocuklarını bu tarz gezilere gönderemiyor. Bazıları ise gereksiz buldukları için böyle tarihi yerlere çocuklarını göndermiyorlar. Hâlbuki o yaşlarda bu geziler, o kadar önemli ki… Aynı zamanda bu geziler, çocukları sosyalleşiyor, paylaşmayı ve birlikte olmayı öğretiyordu. Bir çocuğun sürekli evde oturduğunu düşünün o çocuk büyüdüğü zaman asosyal ve iletişim konusunda çok zayıf oluyor. Kendini yetersiz ve dışlanmış hissediyor. Bununla birlikte özgüveni de gelişmiyor. Aynı şekilde kitap okumak da böyledir. Erken yaşlarda kitap okumak alışkanlık haline geliyor.
Yazımızın sonuna gelmişken dikkatinizi şu önemli bilgilere çekmek istiyorum: Çocuklarınızın aldığı kararlar eğer doğru ise, aile olarak onları destekleyin. Eğer uygun değilse sevgi ile bunun neden uygun olmadığını anlatınız. Hemen kestirip atmak, “Olmaz,” cevabı vermek ve sert bir şekilde onlara karşı çıkmak gelecekte çocuğunuzun içine kapanık biri olmasına neden olur. Ve yıllar sonra çocuklar yetişkin olunca “Oraya gitmek istedim, beni göndermediler,” ya da “Okumak istedim ama ailem beni göndermedi,” diye aileyi suçlamaya başlarlar. Suçlanan bir aile değil, sağlıklı bireyler yetiştiren aileler olalım.
Belli aralıklarla duygularınıza dokunduğumu hissettiğim yeni bir bilgelik hikâyesiyle tekrar birlikteyiz. Hikâyeye geçmeden önce; birkaç kelimeyle, kendi düşünce ve duygularımı sizlerle paylaşmak istiyorum.
Sürekli olarak şikâyet etmek, olumsuzlukları hayatımıza çekmemize vesile olur. Tabii ki her insan, sorun yaşadığında dertleşecek birilerini arar. Yaşadığı sorunu anlatmak ve bu sorunu çözmek için çare arar. Sorununu tespit etmek ve çare arayışları insani bir durumdur. Ve çoğumuz bunu yapmaktayız. Ama bazı insanlar var ki, her şeyden şikâyet ederler; yağmur yağar şikâyet eder, güneş açar şikâyet eder, hayatında her şey düzgün gitse bile yine şikâyet edecek bir şeyler bulurlar.
Sürekli şikâyet etmek, olumlu enerjiyi bitirir. İnsanlarla olan olumlu iletişimi bozar. Sürekli şikâyet eden insanların kalbi sevgiye kapanır. Çünkü bu insanların bakış açısı olumluyu değil, olumsuzu odaklanır. Ve hayattan zevk almayan bu insanlar, şikâyet etmeyi alışkanlık haline getirir. Bu insanlar hiçbir zaman mutlu olamazlar ve onları mutlu etmenin de imkânı yoktur.
Aşağıda yer alan hikâye de anlatıldığı gibi, sürekli şikâyet edenlerin kalbi, yaşamları boyunca küçük kalır. Siz değerli okuyucularımı, güzel bir ders niteliğinde olan, bu bilge hikâyeyle baş başa bırakıyorum.
USTA
Hintli bir yaşlı usta, çırağının sürekli her şeyden şikâyet etmesinden bıkmıştı. Bir gün çırağına şöyle dedi:
“Git biraz tuz al gel.” Hayatındaki her şeyden mutsuz olan çırak döndüğünde ustası ekledi:
“Şimdi bir avuç tuz al ve bir bardak suya atıp iç.”
Çırak, yaşlı adamın söylediğini yaptı; ama içer içmez ağzındakileri tükürmeye başladı.
Usta:
“Tadı nasıl?” diye sordu.
Çırak:
“Acı” dedi.
Usta gülerek, çırağını kolundan tuttu ve onu dışarıya çıkardı. Sessizce az ilerdeki gölün kıyısına götürdü ve çırağına bu kez de şöyle dedi:
“Şimdi de göle bir avuç tuz at ve gölden su iç bakalım.”
Söyleneni yapan çırak ağzının kenarından akan suyu koluyla silerken usta aynı soruyu sordu.
“Tadı nasıl?”
Çırak:
“Ferahlatıcı” dedi.
Daralmış kalbini bir göl gibi genişlet. Bir bardak kadar olan kalbini büyüt ve çevrendeki her şeyden şikâyet etmeyi bırak.
Daha önceki yazılarımda, bolluk ve bereketle ilgili birçok yazı yazdım. Fakat bugünkü yazım, diğerlerinde çok farklı olacaktır. Bu yazımda, bolluk bereket deyince birçok kişinin neden bu sözleri sadece para olarak algıladığını sorgulayacağım.
Evet, bolluk bereket sözleri nedense hep para olarak algılanıyor. Hâlbuki bir çiftçi ürününü sürerken, “Bolluk bereket getirsin,” der. Bu sözleri sadece para için söylemez.
Bolluk bereket insanın; sağlığı, sevgiye ihtiyacı, huzur, mutluluk, arkadaşlık, dostluk, aile, neşe, coşku vb. birçok şeyi kapsar. Ben şahsen, düşünce ve duygularımla bolluk bereketi bir bütün olarak görürüm. Bir seyahate çıktığımda yediğim yiyeceklerin lezzetli olması yanı sıra, gezdiğim gördüğüm yerlerinde bir bolluk ve bereket olduğunu düşünüyorum. Sağlınız yerinde olur, doktora ve ilaca para harcamasınız bu da bir bolluk ve berekettir. Gene evinizde kullandığınız aletler bozulmaz bu aletlere vereceğiniz para cebinize kalır; işte bu da bir bolluk ve berekettir. Çevrenizde iyi insanların olması sizlere ihtiyacınız olduğu zaman yardım etmeleri de bir bolluk berekettir. Neşe, mutluluk ve huzur da bir bolluk ve berekettir.
Bolluk bereket sadece para değildir. Eğer sadece parayı bolluk bereket olarak görüyorsanız, hayatı tam anlamıyla yaşamamışsınız demektir. Bazen cebimizden 5 TL olur, ama 5 TL bize 100 TL gibi gelir. Ve önemli olan çok para kazanmak değil, bereketli paranın kazanılmasıdır. İnsanların birçoğu “Çok para kazanırsak, çok güzel yaşarız,” diyorlar. Çok para ile her şeyin yapılabileceği gibi çok yanlış bir düşünüş tarzı vardır. Bazen çok paramız olur ama kendimiz için hiçbir şey yapmamış olduğumuzu görürüz. Bazen de “Şu yatırım aracı daha fazla getiriyor, parayı buraya yatırsam mı” diye söylenip dururuz. Nereye para yatırdığımız değil önemli olan bereketli olmasıdır. O yatırım aracında çok para kazanabiliriz ama bereketi olmayabilir. Sevgi ve dürüstlük ile kazanılan her para da bereketli olur. Bir yemek ya da bir pasta yaparsanız, altı kişilik bir bakarsınız yemek ve pasta on kişiye yetecek kadar olur. İşte bu bir bolluk ve berekettir. Her yaptığınız şey iki katı olabiliyor.
Paranın her şeyi yapacağını savunanların sayısı hiç de az değildir. Etrafımdaki insanlardan genellikle şunları duyarım: “Para olmasa mutluluk olmaz, para olmasa evlilik biter, para olmasa huzur olmaz.” Ve işin acı yanı ise bunları, belli bir eğitim düzeyine sahip kişiler söyler. Ve bu insanlar her şeyi paraya endeksli olarak görüyorlar.
Tabii ki para, ihtiyaçlarımızı sağlamak için olması gereken bir araçtır; fakat mutluluğu, sevgiyi, sağlığı ve huzuru satın alabilir mi?
Doktora gidiyoruz ve hastalığımıza göre ilaçlar reçete edilir; eczaneye gider ve ilaçlarımızı alırız. Peki; sevgi, huzur, mutluluk yoksa eğer onları nerede satın alabiliyoruz? Bunlar satılıyor mu? Ayrıca bazı hastalıklara para bile çözüm olmuyor. Onun için para her kapıyı açmıyor. Ve sadece para tek başına bolluk ve bereket değildir.
“Para olmayınca hiçbir şey olmaz,” diyen insanlar hayatlarında para olmadığı zaman mutsuz olurlar. Ve hayat, inişli çıkışlıdır. Nelerin bizleri beklediği hiç belli değildir. Paranın bir araç olduğu da asla unutmayalım. Para üzerine kurulan ilişkiler, bir gün mutlaka biter.
Bir insana borç para verirseniz o an, o kişi size sevgisini gösterir. Ama istediği parayı vermezseniz, tavrı farklılaşır. Yani burada ilişkiler para üzerine kuruludur. Ya da siz bir emek vermişsiniz ve karşılığında bir ücret talebinde bulunursunuz. O anda size tepki gösterilir. Çünkü şimdiye kadar hakkınızı istemediğiniz için size sevgi gösterilir. Ama hakkınızı isteyince her şey farklılaşır.
Para hakkında çok ince bir çizgiyi belirtmek istiyorum. Parasız tabii ki ihtiyaçlar karşılamıyor ama para her şeyin önüne geçtiğinde hiçbir şeyin değeri de kalmıyor. Çoğu insan, sohbet esnasında, “Paraya önem vermiyorum” der ama çıkar söz konusu olunca o da farklılaşırlar. Bu durumu yaşadığım bir örnekle anlatmak istiyorum. Bir tanıdık sürekli sevgiden ve manevi değerlerin önemli olduğunu bahsediyordu. Paranın kendisi için önemli olmadığını söylüyordu. Fakat kızının evliliği esnasında her şeyi maddiyatla değerlendirdiğini gördüm. Kendisi önce bunu inkâr etti. Fakat sonra tabii ki diğerleri gibi para olmasa mutluluk olmaz, para olmasa sevgi olmaz gibi sözler söylemeye başladı. Kendisinin yaşadığı maddi zorlukları kızının da yaşayacağını düşünerek paranın önemini anlatıp durdu. Kızının üzülmemesi için bir detayı kaçırıyordu. Yaşadığı bilinçaltındaki olumsuzlukları şifalandırmadığı için böyle düşünüyordu.
Önemle vurgulayarak belirtmek istiyorum sevginin ve ışığın olduğu her yerde hem maddi hem manevi bir bolluk ve bereket olur.
Sevgili okuyucularım, bu konuda sizlerinde görüşlerini ve yorumlarını almak istiyorum. Özel olarak bana mesaj atabilir ya da bu site üzerinde yorum yapabilirsiniz. En azından sizlerle bir bağımız ve fikir alışverişimiz olur.
Bu yazım da, boğaz çakrasını ayrıntılı olarak araştırıp ve okuduklarımla pekiştirerek sahip olduğum tüm bilgileri sizlerle paylaşıyor olacağım. Bütün ilişkilerde iletişim olmazsa olmazdır. İnsan ilişkileri karşılıklı sevgi ve saygıya dayanmaktadır. Boğaz çakrası da bu iletişimi sağlamaktadır. İnsanın olmazsa olmazı her şeyden önce kendini doğru bir şekilde ifade etmesidir. Ve bundan daha da önemli bir şey yoktur. Çünkü kendimizi ifade ettiğimiz kadar bu hayatta yer alırız. Bazen kendimizi doğru bir şekilde ifade edemiyoruz; ettiğimizde ise kırıcı olabiliyoruz. İşte bu iletişim sorunlarının hepsi boğaz çakrasından kaynaklanmaktadır. Çünkü boğaz çakrası bir insanın kendisini dış dünyaya ifade ettiği merkezidir. Ve bu çakra insanların kendini ifade etme ve yöneticilik vasıflarını da etkilemektedir. Şimdi bu önemli konu hakkında sizler için araştırıp bulduğum bilgileri birlikte inceleyelim!
Teorilere göre ince vücudu sadece kemik ve et yapısına sahip değil. Bunun yanı sıra ayrı bir enerji sistemi daha bulunuyor. Ve de bu sistem et ile kemik kadar bedene işlemiş durumda. Daha çok doğu tıbbında bu enerji sisteminin ele alındığı görülüyor. Sonuç olarak insanların ayrı bir enerji bedenine daha sahip oldukları ifade ediliyor. Bu anlamda;
Bedenin tam ortasında yer alan çakralara işaret edilmektedir.
Çakralar enerji merkezi olarak ifade edilir ve ayrı bir beden oluşturur.
Bedenin enerji istasyonlarından beslenmesi sağlıklı bireyler olmanızı destekler.
Bu anlamda 7 temel çakraya sahip durumdayız. Bunlardan kök, göz veya boğaz gibi çeşitli çakra merkezleri olarak ifade edilir. İfade alanı anlamına gelen boğaz çakrası ana konumuz. Yani iletişim hususuna dayalı olduğu açık durumda. Adı üstünde boğazda bulunan çakra, çeşitli özelliklere ve etkileşimlere sahiptir.
Boğaz Çakrası Nerede Bulunuyor?
Yukarıda da belirttiğimiz üzere boğazın tam ortasına konumlanmış durumda. Hatta vücudun kafa ile birleşme noktası olarak da ifade edilir. Sonuç olarak temel çakralar arasında bir hayli dikkat çekmektedir. Nitekim iletişim merkezidir. Bu anlamda kişinin kendini ifade etme durumunu ve iletişimi destekler.
Boğaz Çakrasının Temel Özellikleri Nelerdir?
Her çakraya yönelik ayrı temel özellikler mevcut durumda. Mesela başta konumuna yönelik detayları değerlendirmeniz esas alınır. Boğaz çakrasının köprücük kemiği üzerine konumlandığı görülüyor. Kemik ile gırtlak arasında bulunan, birleştirici çakralardan bir tanesidir. Beraberinde gelen özellikleri de;
-Bölgeleri; Her çakranın ayrı bölgelerde etkileşim kurduğu görülür. Bu anlamda boğaz çakrasının da başta boğaz olmaz üzere çeşitli bölgeler ile etkileşimi bulunmaktadır. Mesela ağız bölgesi ile boyun bunlar arasında. Omuzları ve enseyi dahi kapsamaktadır. Dişler ve kulaklar ile de etkileşim halinde olması, çoğu duyu organına hakim olduğunu gözler önüne sermekte.
-Rengi; Çakraları aktif duruma getiren renkler de dikkate alınabilir. Mesela boğaz çakrasına yönelik mavi rengi ön plana çıkmıştır. Bu renge sahip olan giyecekler ya da objeler, çakraların daha etkin duruma gelmesini destekliyor. Özellikle de çakra geliştirme aşamalarında mavi rengine sıklıkla yer verilir.
Boğaz Çakrasının Bezler Nelerdir?
Çakraların bulunduğu konuma göre çeşitli bezlerden desteklendikleri açık durumda. Şöyle ki fiziki yapıyı oluşturan hormonlar ve bezler, çakraların etkin bir şekilde çalışmasını sağlamaktadır. Bu anlamda bu hormon ile bez uyumunun da dikkate alınması gerekir. Mesela boğaz çakrası ile ilgili olan bez, tiroit olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bezin temelde tiroksin salgılaması söz konusudur. Bu şekilde metabolik açıdan vücudun sağlıklı bir yapıya sahip olması sağlanır. Öyle ki bu bezin normalinden az salgılanması ciddi sağlık sorunlarını beraberinde getirir. Aynı şekilde bezin az salgı yapması çakraların da etkin bir şekilde çalışmamasına neden olmaktadır.
Boğaz Çakrası Kapalı Olursa Ne Olur?
Kendini ifade etmede güçlük çeken kişilerin genel anlamda çakraları etkin çalışmamaktadır. Bu duruma maruz kalanlar ise çakralarını çalıştırmak için birtakım uygulamalara başvurur. Her çakra için özel yöntemler ve yağlar bulunmaktadır. Sonuç olarak önerilerden yola çıkarak çakraları açmak için harekete geçmek gerekir. Nitekim kapalı olması halinde;
Başta kişinin psikolojik açıdan denge sorunu yaşaması söz konusudur.
Enerji akışının düzenli bir şekilde gerçekleşmemesine neden olur.
Başta ruh arkasından da beden sağlığına ciddi tehditleri bulunmaktadır.
Çakraların aktif hale getirilmesi tüm bu sorunların ortadan kalkmasını mümkün hale getirir. Özellikle de enerji akışının düzenli hale gelmesi sağlanır. Beraberinde de kişinin iletişim alanında daha etkin duruma gelmesi mümkün olacaktır. Özellikle de özgüven sahibi olmak adına çakraların açılması ve iletişime geçilmesi önem arz etmektedir.
Boğaz Çakrası Az Çalışırsa Ne Olur?
Gerek tıkalı gerekse az çalışması halinde çeşitli sorunlar baş gösterir. Mesela kişinin ifade etme yeteceği zamanla körelir. İçinde tuttuğu düşünceleri söyleyememe durumu da sağlıksal sorunları beraberinde getirir. Öyle ki içinde biriktirme neticesinde kişinin sosyolojik sıkıntılara maruz kaldıkları görülüyor. Sonuç olarak özgüven sorunu ön plana çıkmaktadır.
Öz saygının da zamanla kaybolmasına neden olacaktır. Özellikle de kişinin temel sorumluluklarından uzak kalmasına etki eder. Asosyallik sorunu da beraberinde gelmektedir. Yani çakraların gereğinden az çalışması neticesinde psikolojik pek çok sorunun doğduğu açık durumda. Bu nedenle de çakra açma yöntemleri göz önünde bulundurulabilir.
Boğaz Çakrasının Çok Çalışması
Boğaz çakrasının dengeli durumda olması önem arz etmektedir. Öyle ki gerek az gerekse çok çalışması halinde çeşitli sorunlar meydana gelir. Mesela çok çalışması da kişinin psikolojik açıdan ciddi sorunlarla karşı karşıya kalmasına neden olabilir. Bu anlamda gereksiz yere konuşan kişilerin boğaz çakralarının açık olduğu ve çok çalıştığı ifade edilir. Akabinde ise;
Sürekli olarak kendi hakkında konuşmaya eğimli olanların çakraları çok etkin durumdadır.
Sadece kendine odaklı olacak şekilde grup içerisinde iletişim kurması dikkat çekmektedir.
Odağı kendi üzerine çekmeye eğimli olan kişilerin çakraları çok çalışmaktadır.
Kişilerin filtresiz olarak konuşmaya eğilimli olacakları açık durumda. Yani boğaz çakrası çok açık olan kişilerin düşünmeden konuşabilir. Bu durum yakın ilişkilerin kurulmasına engel olabilir. Özellikle de aile ve arkadaşlık ilişkilerinde sorunlar meydana gelir. Yakın arkadaşlıklar ve iletişime engel teşkil eden durumlar ise beraberinde yalnızlığı getirir.
Boğaz Çakrasının Dengesi Nedir?
Yukarıda belirttiğimiz gibi çakraların dengeli ve dengesiz olması halinde çeşitli sorunlar baş göstermektedir. Bundan kaynaklı olarak denge son derece önemlidir. Öyle ki kişinin psikolojik ve fiziki açıdan sağlıklı olmasına etki ettiği açık durumda. Sonuç olarak boğaz çakrasının dengeleri yönelik;
-Dengeli Olması; Başta duygusal yaşamın daha dengeli hale gelmesi söz konusudur. Nitekim çakraların açık olması iletişimi güçlü hale getirir. Neticesinde de kişi kendini özgür ve rahat bir şekilde ifade eder. İfadenin güçlü olması duygusal yaşamı etkiler. Özellikle de kişinin yakın ilişkilerde başarılı olmasını sağlar.
-Dengesiz Olması; Çakraların dengesiz olması da yalan söyleme eğilimini arttırır. Beraberinde ifade bozukluklarına dahi neden olduğu görülmektedir. Asosyallik ile hemen arkasından gelir. Öyle ki iletişimde sorun yaşayan bu tarz kişilerin yakın ilişkiler kurmaları zordur. Kendine fazlasıyla güvenen kişiler, odak noktası olmak için iletişimde hata yapmaktadır.
Boğaz Çakrasına Özel Yağlar Nelerdir?
Her çakranın kendine has rengi, taşı ve yağı bulunmaktadır. Önceden de belirttiğimiz üzere boğaz çakrası için mavi rengine yer verilir. Beraberinde de bu çakraya has olan yağlar sergilenir. Özellikle de çakrasını açmak isteyenlerin yağlar ile uygulamalara yer vermesi önerilmektedir. Yapılması gerekenler ise;
-Yağlar; Öncelikle çakraya iyi gelen yağlar hangileri öğrenerek harekete geçmek gerekir. Mesela papatya yağının bu anlamda talep gördüğü açık durumda. Organik olarak temin edilen yağlar, cilde zarar vermeyeceği gibi çakralara iyi gelecektir. Papatyadan ziyade ekinezya ile nane yağları da tercih edilebilir.
-Masaj; Çakraların doğru yağlar ile açılması mümkün olmakta. Şöyle ki her sabah sadece birkaç saniye kadar boğaz masajına yer verilmelidir. 20 – 30 saniye kadar özel yağlar ile çakraların açılması mümkün olacaktır. Hafif masaj uygulamaları çakraların daha etkin hale gelmesini destekler.
Boğaz Çakrasına Özel Taşlar Hangileri?
Yine çakralarını açmak isteyenlere özel taşlar da eşlik etmektedir. Yağlar gibi her çakraya özel olarak ayrı taşlar bulunuyor. Mesela boğaz çakrasına hangi taş iyi gelir sorularına karşılık olarak turkuaz ifade edilebilir. Beraberinde aquamarin ve kalsedon taşlarını da söylemek gerekir. Neticesinde;
Bu taşlardan yapılan takıları kullanmanız faydalı olacaktır.
Direk olarak boğaz üzerine konumlanan kolyeler fayda sağlar.
Dilerseniz taşları çantanızda ya da cüzdanınızda dahi taşıyabilirsiniz.
Boğaz Çakrasına İyi Gelen Egzersizler
Boğaz çakrasını açmak isteyenlere son olarak meditasyon önerileri eşlik etmektedir. Özellikle de yoga seanslarının bir hayli iyi geldiği açık durumda. Sadece boğaz değil tüm çakraların etkin hale gelmesini destekler. Bundan kaynaklı olarak doğru pozisyonları alarak çakra açma uygulamalarına başvurmanız faydalı olacaktır.
Boğaz çakrası için daha çok oturur pozisyonda olan uygulamalara yer verilir. Aynı zamanda seslendirme yapılacak şekilde yoga uygulamalarına geçilir. Yani sesli bir şekilde pozisyonları almanız gerekir. İletişime etkisi bulunan boğaz çakraları ancak bu şekilde etkin duruma gelecektir.
Boğaz Çakrasının Fiziksel Etkileri Nelerdir?
Çakraların etki durumda olmaması fiziki açıdan sorun yaşanmasına neden olur. Özellikle de sağlıksal bir takım sorunları baş göstermesi dikkatlerden kaçmıyor. Mesela boğaz bölgesinde yer aldığı için yine bu alanda ağrıya neden olabilir. Etkin çalışmaması adına diş eti sorunları dahi baş göstermektedir. Devamında;
Tiroit bezi ile ilişkili olmasından dolayı boyun rahatsızlıklarına etki eder.
Guatr ve tiroit sorunlarının doğması söz konusudur.
Farkı olarak dişlerde çürüme gibi çeşitli hastalıklara neden olabilir.
Depresyon gibi ruhsal hastalıkların dahi habercisi durumunda. Şöyle ki boğaz çakralarının aktif durumda olmaması hatta tıkanması, fiziksel ile ruhsal sorunları beraberinde getirir. Uykusuzluk gibi temel şikayetlerin sağlığa ciddi zararları olacaktır. Bu anlamda yukarıda belirttiğimiz yağ terapileri ya da egzersizler ile çakra açılması en doğrusu olacaktır.
Boğaz Çakrası İle İlişkili Hastalıklar
Yukarıda da belirttiğimiz üzere çakraların tıkanma ya da az çalışma durumunda sağlık sorunları baş gösterir. Hatta tıbbi araştırmalar neticesinde bazı hastalıkların habercisi olması dikkatlerden kaçmıyor. Örnek verecek olursak astım bunlar arasında yerini almıştır. Alerjik olan sorunlar ve larenjit dahi mevcut durumda.
Saç ve cilt hastalıklarına dahi neden olması dikkatlerden kaçmıyor. Kısacası çakraların kapalı olmasına dayalı olarak çeşitli hastalıkların baş gösterdiği açık durumda. Hatta bu tarz kişilerin iradede zayıf oldukları tespit edilmiştir. İradesi zayıf olan kişilerin madde bağımlılığı gibi ciddi sorunlarla da karşı karşıya kaldıkları görülmektedir.
Boğaz Çakrasının Tıkanma Nedeni Nedir?
Hem doğuştan hem de yaşanmışlıklara bağlı olarak farklı nedenleri mevcut durumda. Yani boğaz çakrasının tıkalı olması tek bir nedene bağlanamaz. Bu anlamda birkaç etkin nedene bağlı olduğu görülüyor. Örneğin;
-İfade Yeteneği; Kendini ifade etmede zorlanan kişilerin zamanla içine attığı görülür. Sonuç olarak konuşulamayan konular ya da yaşanılamayan hayatlar çakraların tıkanmasına neden olmaktadır. Söyleyip de söylenemeyen sözlerin çakraları tıkaması söz konusudur.
-Doğuştan; Çakraların doğuştan kapalı ya da aktif olduğu görülüyor. Bu nedenle bazıları dengeli bazıları ise dengesiz yapıya sahiptir. Üstüne bir de günlük hayatta yaşanılan durumlar eklendiği için doğuştan dengesiz ya da kapalı olan çakraların enerji vermediği açık durumda.
Boğaz Çakrası İçin Ses Terapileri
İfade yeteneğine bağlı olduğu için boğaz çakraları ses terapileri ile de açılmaktadır. Önceden belirttiğimiz özel yağlar ve taşlardan ziyade bu yönteme de başvurulabilir. Nitekim ses terapisinin yapılan araştırmalara göre çakraya bir hayli iyi geldiği ispat edilmiştir. Bu anlamda yapılan uygulamalar;
‘Haam’ olarak ifade edilen yoga dış sesi terapide sıklıkla kullanılır.
Hem yüksek hem de uzun bir şekilde bu sesi çıkarmak faydalı olacaktır.
Ses titreşimleri sayesinde çakraların etkin hale gelmesi esas alınmaktadır.
Kısacası ses terapilerinin çakralara iyi geldiği görülüyor. Üstüne bir de özel yoga pozisyonları ile daha etkin sonuçlar alınabilir. Üstelik yoganın diğer çakralara da iyi geldiği tespit edilmiştir. Bu anlamda dış sesler eşliğinde gerçekleşen yoga uygulamaları, enerji istasyonlarının daha aktif hale gelmesini sağlayacaktır. Yani enerji bedeni doyuma ulaşacaktır.
Boğaz Çakraları İçin Renk Terapisi
Farklı olarak çakra açma işlemlerinde renk terapilerine de yer verilir. Bu sefer çakraya özel olan renklerin dikkate alınması söz konusudur. Şöyle ki önceden belirttiğimiz üzere mavi rengine duyarlı durumda. Bu nedenle de mavi rengi üzerinden terapilere yer verilir. Mesela;
Meditasyon yaparken aklınıza daha çok mavi rengini getirmelisiniz.
Mavi renge sahip olan objeleri kullanmanız faydalı olacaktır.
Siyah rengini zihinden çıkarmak ve kullanmamak gerekir.
Mavi bir ışığı düşünerek egzersizlere geçilmesi faydalı olacaktır. Bu anlamda çoğu yoga uzmanı tarafından mavi ışığa yönlendirme yapılır. Öyle ki renk ile egzersiz terapileri çakralara iyi gelir. Yani sadece boğaz değil diğer çakraları da göz önünde bulundurarak terapi uygulanır.
Boğaz Çakrası Olumlamaları Nelerdir?
Çakralara özel olarak bazı olumlamalara yer verilir. Kişinin bu olumlamalar sayesinde daha etkin bir şekilde çakralarını çalıştırması mümkün olacaktır. Özellikle de olumlama sayesinde enerji seviyeniz yükselir. Bu durum boğaz çakralarının açılmasını ve güçlü iletişimi beraberinde getirir. Örnek verecek olursak kendinizi özgür hissettiğinizi düşünmeniz bir olumlama yöntemidir.
İnsanlar ile iyi bir iletişime sahip olduğunuzu da kendinize olumlamanız faydalı olacaktır. Sağlıklı ve güçlü iletişim çakraların açık olduğuna işaret eder. Bu olumlu eşliğinde ise çakralarınızı daha aktif duruma getirebilirsiniz. Kendine güveninizin sorgulamanız da diğer bir olumlama çeşidi olarak ifade edilmektedir.
Boğaz Çakrası Nasıl Temizlenir?
Temizleme aslına bakacak olursak boğaz çakralarını açma anlamına gelmektedir. Bu anlamda özel yağlar, taşlar ya da terapiler üzerinden boğaz çakralarını iyi duruma getirmek mümkün. Aynı zamanda çakraların temizliği için farklı meditasyon önerilerine de yer verilir. Şöyle ki;
Rengi mavi olduğu için gökyüzü altında yapılan meditasyonlara işaret edilmektedir.
Doğada yapılacak olan yoga seansları bir hayli iyi gelecektir.
Seanslar sırasında ‘haam’ olarak ifade edilen ses terapilerini de göz önünde bulundurmak gerekir.
Birkaç dakikalık seanslar sayesinde boğaz çakralarının temizlenmesi mümkün olacaktır. Hızlı bir şekilde sonuç almak isteyenler ise haftada birkaç kere bu seanslara başvurmalıdır. Özellikle de birkaç haftanın sonunda daha etkin ve güzel bir iletişime sahip olduğunuzu göreceksiniz. Aynı zamanda kişinin kendine olan özgüvenini de tazeleyen çeşitli meditasyon önerileri mevcut durumda. Terapiler sırasında açık renkli ve bol kıyafetler seçilmelidir. Doğaya karşı yapılan egzersizler, çakraların tümüne iyi gelir. Mesela göz çakraları da bunlar arasında yer almaktadır.
İnsan doğar, büyür ve ölür. Zaman geçer ve geride iyisiyle kötüsüyle nice anılar kalır. Ve “Ne çabuk geçti zaman!” denir.
Geçmişi bir sandığa benzetebiliriz. Acısıyla, sevinciyle sandıktan çıkacak her yaşanmışlık insanı alıp bir yerlere götürüyor. Yeter ki sandığı açacak anahtarınızı çeviriniz. Anahtarı çevirdim ve ilkokul 3’üncü sınıftaki anıma kaldığım yerden devam ediyorum.
Kış mevsimi, okulun ilk yarısı bitmek üzereydi. O yıl, kar o kadar yağmıştı ki, kardeşim ile okul dönüşü, kartopu oynuyor ve kar da yuvarlanıyorduk. Mutluluğumuza diyecek yoktu. Bizi okuldan alan annem, “Haydi, üşüyorum eve gidelim!” derdi. Biz ise, üşümenin ne olduğunu bilmeden karların içinde yuvarlanıp duruyorduk. Ama en sonunda annemi dinlemek zorunda kalıyorduk. Annem ayakkabısının altına çorap çekiyordu. Bunun nedenini ona sorduğumda “Yerlerde buz var, ayakkabılarım kaymasın diye yapıyorum,” demişti. Annemin bize sabırla katlandığını düşünmeden saatlerce onu o soğuk havalarda dışarlarda tutardık.
O yıllarda abim ortaokul da okuyordu. Ve öğlen okuldan gelir gelmez, hemen babamın yanın da çalışmaya giderdi. Abim, hem okul hem işten şikâyet etmeden mutlu bir şekilde çalışırdı. Ablam ise, o yıllarda mimarlık okuyordu. Ev de çizim yapmak için ona özel bir masa alınmıştı. Bu masa, onun rahat proje çizmesine vesile oluyordu. Masa da masa tabii, hiç abartmıyorum, iki masa gibiydi. Diğer masalara göre çok farklıydı. Çünkü bu masa özel olarak ayarlanıyordu. Kardeşim ile ben de bu masada derslerimize çalışmak istiyorduk. Ablamın, “hayır, olmaz,” diye şiddetle karşı çıkan o sesi hala kulaklarımda. Ablam için eşyaları her zaman çok kıymetliydi. Başkası tarafından eşyaları izinsiz alınıp kullanıldığı zaman, tepkisini hemen gösterirdi. Masanın büyük ayakları ayrı olduğu için, onun kurulma işi ise her zaman ki gibi dayıma düşüyordu. Dayımın elinden böyle işler gelirdi. Ablam zevkle masasına çizim aletlerini yerleştirirdi. Günlerden bir gün, masasında kendisine verilen bir projeyi çiziyordu. Biz de iki kardeş onu izliyorduk. “Mimarlık okumak zor mu, kolay mı?” diye bir birimize sorular soruyorduk.
Bu arada bizi çok seven ortanca amcamız, bize geldiğinde “derslerimize çalışıyor muyuz, kitap okuyor muyuz?” diye bizi sürekli kontrol ediyordu. Ve bize şöyle derdi: “Karneniz geldiğinde çalışıp çalışmadığınızı göreceğim.” Amcamız, dışarıda oyun oynağımızı gördüğünde, “dersler nasıl?” diye sorardı. Babam onu okul velimiz olarak görevlendirmişti. Bu görev tabii ki amcamı çok memnun etmişti. Öğretmenlerimizle sürekli o görüşüyordu. Amcamın sürekli bizi kontrol etmesi hiç hoşumuza gitmiyordu. Ve sürekli bize karışmasında rahatsız oluyorduk.
Okulda bize verilen tüm ödevleri zamanında yapıyorduk. Annem bizi okuldan almaya geldiğinde olumsuz bir şey olduğunda zaten öğretmenlerimiz ona söylüyorlardı. Babam, amcamın çocuğu olmadığı için ve kendisi sürekli işte olduğu için bu görevi ona vermişti. Veli toplantılarına da amcamı gönderiyordu.
Ben, bana karışılmasından çok rahatsız olan bir çocuktum. Ve bana çok sorular sorulmasını istemiyordum. Sorumluğumu bildiğim için “Derslerini yaptın mı, yapmadın mı?” gibi soruların sorulması beni çok üzüyordu. Tabii ki tepki olarak hiçbir şey söylemiyordum. Bu durum sonraki yıllar da benim kendimi rahatça ifade etmemin önünde bir engel olmuştu. Suskun bir insana dönüşmeme neden olmuştu. Çünkü kendimi olduğu gibi ifade edersem bu amcama karşı gelmiş gibi algılanırdı. Yani ona saygısızlık olarak kabul edilecekti. Dolayısıyla sorunları dışarıya atmak yerine genellikle içimde onları halletmeye çalışırdım. Amcam oyun oynadığımı görünce hemen “Ödevler bitti mi?” diye soruyordu. Onun bu sorularından bıkmıştım. Ve bu durum öyle bir hal aldı ki, artık amcamın bize gelmesini istemiyordum. Tabii ki bunu babama söyleyemiyordum. Çünkü babam, “Amcanız sizin iyiliğinizi istiyor,” diyordu. Oysa babam, amcamın bize iyilik yapmadığını, bize baskı kurduğunu düşünemiyordu.
Sürekli birisinin sizi kontrol etmesi çok can sıkıcı bir durum. Sonra sınıfta arkadaşlarım amcamı görünce, “Senin baban mı?” diye soruyorlardı. Ben de “yok amcam” diye onlara cevap veriyordum. “Peki, babam yok mu? denilince buna çok üzülüyordum. Bende, “Babam çok çalıştığı için bizimle amcam ilgileniyor,” diyordum. Gel zaman git zaman derken, artık bize baskı kuran amcamı, olduğu gibi kabullenmiştim.
Yıllar geçti ve yetişkin bir insan oldum. Şimdi öyle ruhuma iyi gelmeyenlerden hemen uzaklaşıyorum.
Büyüklerin çocuklarını baskı kurarak yönetmek istemesi, onların sorumluk duygusunun gelişmesini engellemesi ve sürekli onları baskı altında tutarak kontrol etmeleri, çocukların özgüvenin gelişmesini engellemektedir. İşte büyüklerin çocuk ruhundan anlamamalarının en büyük göstergesi de budur.
Burada aslında çocuk için ders çalışması, sınıfı geçmesi, iyilik olarak algılanıyor fakat iyilikten öte çocuklar baskı altında kalmaktadır. Bu sefer çocuklar, bilinçaltında o kişiyi karşı olumsuz duygular beslemektedir. Çünkü bu durum korku enerjisi vermektedir. Korku, sevmediği dersi zoraki çalışmasına neden olmaktadır, ya da oyun oynamadan ders çalıştırmak çocukları dersten soğutmaktadır. İleriki yaşlarda bu korku travmalara neden olmaktadır. Nereden geldiğini bulup şifalandırdığımız o travmaların olumsuz etkilerinin insanları ne kadar derinden etkilediğini ne yazık ki sonraki yıllar fark ediyoruz.
Çocukları korkutarak değil, onlara sevgi enerjisiyle yaklaşmak gerekir. İşte o zaman her şey daha başka oluyor. Çocuklar sevmediği dersi bile çalışıyor, oyun zamanlarını daha kısa tutarak ders çalışmaya gidiyorlar. Çünkü çocuklar hayata büyüklerden daha farklı pencerelerden bakıyorlar. Anne, baba harici diğer aile büyüklerinin baskıcı tutumları, çocukların daha büyük tepkilerine neden olmaktadır. Her yetişkinin sağlıklı bir ruhsal yapıya sahip olması için, ruhsal anlamda sağlıklı bir çocukluk döneminin geçirilmesi gerektiği asla unutulmamalıdır!
Psikologlar günümüzü “Kaygı Çağı” olarak adlandırmaktadır. Pandemi, ekonomik sorunlar, insanları yoğun strese maruz bırakmıştır. İşte bu çağda, olumlu bir ruh haliyle yaşamak daha çok önem kazanmaktadır. Olumlu düşünmek, olumlu duygular hissetmek ve bunun sonucunda olumlu davranışlar sergilemek…
Böyle bir çağda, günlük hayat telaşı içerisinde, hiç beklemediğiniz bir anda, hiç ummadığınız ve hiç tanımadığınız bir insandan içtenlikle, samimiyetle, iyi niyetle size dua edilen bir mesaj alırsınız. O mesajı okur okumaz, edilen o duanın içindeki olumlu enerjiyi hemen hissedersiniz.
İşte bu olumlu enerjiyi bana hissettiren Sevgili Solmaz Hanımcığım ile tanışma ve görüşme fırsatım hiç olmamıştı. Kendisi beni sosyal medya hesabımdan üç yıl önce takip etmeye başlamıştı. Ve takip etmeye başladıktan birkaç gün sonra, benim için çok değerli ve kıymetli olan bir mesaj göndermiştir. Bu duygu dolu güzel söylemler, benim kalbimin ayrı bir yerinde çok güzel bir iz bırakmıştır. Derler ya “Allah, sizin değerinizi ve kıymetinizi bilen insanlarla karşılaştırsın.” Benim için böyle bir insan olan Solmaz Hanımcığıma şükranlarımı ve sevgilerimi sunarken gönderdiği mesajı da sizlerle paylaşmak istedim.
“Ara sıra yazılarınız takılıyor gözüme. İnsan ruhunu yeşertecek kadar güçlü bir mayanız ve çok yüksek bir enerjiniz var. Resminize baktım meraktan. Yüzünüz çok aydınlık. Gözleriniz ışıl ışıl parlıyor. Ancak güzel bir yürek aydınlatabilir, insan yüreğini. Kısa bir süre önce de olsa, bir şekilde sizi tanımış olmak beni çok mutlu etti. Sanki çok tanıdık biri gibi geldi bana ruhunuz. Umarım hayat size hep güzel yüzünü gösterir.
Hayat hızlıca akıp gitmektedir. Zaman, hiçbir canlıyla empati kurmamaktadır. Ve birçok kişinin geçmişe dönük pişmanlıkları ve “keşke”leri vardır. İşte o pişmanlığı yaşamamak ve “keşke”lerin olmaması için, o an söylenmesi gerekenler vardır.
Geçen hafta yaşadığım bir olayı tüm samimi duygularımla karşılıklı bir çay veya kahve içiyormuşçasına sizlerle paylaşmak istiyorum.
“Hayatta hiçbir zaman tesadüfler yoktur,” derler ya işte ben buna inananlardanım. Bir de herkes yaptığı işin karşılığını niyeti kadar alır. Bu yazımda sizlere bundan bahsetmek istiyorum.
Her kadının kendini mutlu hissettiği bir yer olan kuafördeydim. Sürekli gittiğim kuaförümle sohbet ediyordum. “Hangi yörenin yemekleri güzel?” diye hararetli bir şekilde konuşuyorduk. Ve böylece sohbetimiz uzayıp giderek en son kek konusuna geldi. Sohbetimize kuafördeki herkes katıldı. Bir daha ki gelişimde onlara kek yapıp getireceğime dair söz verdim. Tabii ki verdiğim sözler benim için çok önemlidir. Söz verdiğim zaman yaparım. Yapmayacağım bir şey için ise, asla söz vermem.
Günler geçti ve söz verdiğim kek yapma günü geldi çattı. O gün tabii ki mutlulukla, severek yaptığım keki kuaförüme götürdüm. O sıra da kuaförde başka müşterilerde vardı. Kek ikram edildiğinde orta yaşlarda bir hanımefendi keki yedikten sonra, “Bu keki kim yaptı?” diye sormuş.
Keki beğenen hanımefendi benim yanıma gelerek benimle tanıştı. Sözüm ona benden kek tarifini alacaktı. Ama biz, derin konulara dalıp, hayatı ve insan ilişkileri üzerine konuşmaya başladık. Bu hanımefendiyle öyle bir sohbet ettik ki, bizi gören de yıllarca birbirini tanıyan iki arkadaş sanırdı. Oysa daha yeni tanışmıştık.
Sohbet uzadıkça uzadı. Aynı dili konuşuyor, aynı pencereden bakıyor, hiçbir çıkar gözetmeksizin; sevgi ve içtenlikle aynı duyguları paylaştığımızı hissettik.
Hanımefendinin bilgelik konusunda söylediği sözler tabii ki benim kalbimde derin bir iz bıraktı. Onun sevgi dili ile söyledikleri, farkındalık penceremi sonuna kadar açmış oldu. Bilgeliği ve tecrübesiyle harika bir kadınla sohbet ettiğimin farkına vardım. Bende, o hanımefendi de bir iz bırakmış oldum ki, birbirimizin telefon numaralarını alarak, tekrar görüşmek üzere oradan ayrıldık.
El emeği ile yapılan bir kek, iyi niyetle yola çıkılarak karşı taraftan hiçbir beklenti olmadan, olumlu düşünce ve duygularla davrananlara Allah muhakkak bir kapı açıyor.
Bir insanın niyetinin ne olduğunu her zaman anlayamayabiliriz. Bireysel çıkarları için mi iyi davranıyor, yoksa gerçekten iyi niyet mi? İşte bazen bunu tam çözemeyebiliriz. Ama yine de, biz iyi niyetimizden vazgeçmeyelim.
İşini halletmek için, çevresi geniş insanlara ya da çok tanınan kişilere, mevki sahibi insanlara başvurmak günümüzün en büyük sorunu. Oysa kapımızın açılması için unuttuğumuz en önemli şey: Hesap kitap yapmadan, iyi niyetle yola çıkmaktır.
O gün, o keki yapmam, o saate orada bulunmam; bir tesadüf değildi. İnsanlar gerçek anlamda çıkara yönelik beklentileri olmadan yola çıktıklarında en güzel kapılar onlara açılacaktır. Bizim arkadaşlığımız sevgi, iyi niyetle ve samimiyetle başladı. Kekte bir bahane oldu.
Hayatın içerisinde yaşayan insan, pozitif veya negatifi kendi niyetiyle belirler. Atalarımız boşuna “Ne ekersen onu biçersin” dememişlerdir.
İyi niyetle yola çıkmak asıl olandır. İyi niyetinizi kimseye söylemenize de gerek yoktur. Yaratıcının iyi niyetinizi bilmesi yeterlidir. İyi niyetle ilgili daha ayrıntılı yazıları gelecek günlerde sizlerle paylaşacağım. Bu yazımla, geçen hafta yaşadığım bir olayı sıcağı sıcağına sizlerle paylaşmak istedim. Bu kek de, benim manevi yolculuğuma eşlik etmiş oldu.
Bugün yine olumlama günümüzdeyiz. Sevgili Semra Kozanlı’ nın ‘Affetme Olumlaması’ nı paylaşacağım.
Affetmek sizi özgürleştirir diyelim ve olumlamaların detaylarına giriş yapmadan evvel bir başlangıç yapalım. Affetmeyi seçtiğinizde çevrenizdekiler gibi siz de bunun yararını fazlasıyla görürsünüz. Başkalarını veya kendinizi affetmeniz fark etmez. Affetmek sizi geçmiş zincirlerinizden kurtarır ve gerçek potansiyelinizin farkına varmanızı sağlar. Affetmek, kısıtlayıcı inançlardan ve davranışlardan sizi kurtarır. Zihinsel ve duygusal enerjinizin üstündeki yükü atar ve bu sayede onları daha iyi bir yaşam için kullanmanızı sağlar. Affetmek, en pratik ve acil hedeflerinize ulaşmanızda da size yardımcı olur. Belki daha iyi bir işe sahip olmak, daha fazla para kazanmak, daha iyi ilişkiler kurmak veya daha iyi bir yerde yaşamak istiyorsunuzdur. Affetmek bütün bunları başarmanızda size yardımcı olur. Eğer affetmemişseniz, bir parçanız her zaman dargınlığın, öfkenin, acının veya bir çeşit ıstırabın tutsağı olur. Bu tutsak yaşam sizi kısıtlayacaktır. Bu durum, tıpkı hayat boyu frenleri kısmen basılı bir bisikleti sürmeye çalışmak gibidir. Sizi yavaşlatır, hayal kırıklığına uğratır ve ilerlemenizi engeller.
Yaptığınız seçimlerin ve inandığınız şeylerin hepsinin affetmeyişinizden etkileneceği muhtemeldir. Sürekli mutsuz düşüncelere ve duygulara yol alan enerjinizi affetmeyi öğrendikçe, bu enerji, sizi kısıtlayan ve daha çok acılar yaratan bir hayata değil, sizin istediğiniz bir hayatın oluşumuna akacaktır.
Eğer kendinize iyilik etmek için affetmeyi öğrenmek istemiyorsanız, başkalarına iyilik etmek için affetmeyi öğrenmelisiniz. Affetmeyi öğrendikçe, iletişimde olduğunuz her insana iyilik yapmış olursunuz. Düşünme şekliniz daha açık ve hiç olmadığı kadar pozitif olur. Sunabileceğiniz çok daha fazla şey olur ve sahip olduğunuz şeyleri başkalarıyla paylaşma konusunda daha istekli olursunuz. Bir başarma çabası ve zorunluluğu hissetmeden, doğal ve hiç zorlanmadan daha nazik, daha cömert ve başkaları konusunda daha şefkatli olursunuz. Hayatınızdaki kişilere karşı daha mutlu ve pozitif bir tutumunuz olur ve bunun karşılığında onlar da size böyle davranır.
Affetmeyi öğrenmek size yardım eder, zarar vermez. Affetmeyi öğrendikçe, kendi içinizde egemen olan yetenekleriniz ortaya çıkacak ve kendinizi daha önce hiç olmadığınız kadar güçlü, becerikli bir kişi olarak tekrardan keşfedeceksiniz. Affetmemenin cansız toprağında bir türlü yetişemeyen, keşfetmediğiniz kısımlarınız, filizlenmeye başlayacak. Hayatınız, daha pürüzsüz akış ile daha keyifli ve eğlenceli olacak.
Affetmek istediğiniz kendiniz ya da başkaları olsun, herkes ve her durum için sizleri bu güzel olumlama ile baş başa bırakıyorum ve düzenli bir çalışmayla emeğinizin karşılığını alacağınızı, olumlamanın faydası göreceğinizi yürekten belirtmek istiyorum. Şifa olsun.
★★★★★
Ne yaptıysam özümde mutlu olmak için iyi niyetle yaptım.
Ne yaşadıysam bütün sorumluluğu üstüme alıyorum.
Kendimi affediyorum. Bütün özelliklerimi, hatalarımı kucaklıyorum.
Kendimi özgürleştiriyorum.
Düşe kalka büyümeye çalışırken çevreye ve kişilere verdiğim zarardan dolayı herkesten af diliyorum, ben de herkesi affediyorum.
Ben doğrusuyla yanlışıyla yaşamı deneyimliyorum.
Deneyimlerime destek veren herkese teşekkür ediyorum.
Özgür irade ve seçme hakkımı kullanarak, bilgece yaşamayı seçiyorum.
Cennette yaşamayı öğreniyorum.
Bugüne kadar bana zarar veren kişi ve olayları affediyorum
Kendimi affediyorum
Ben güvendeyim.
Ben seviyor ve seviliyorum.
Ben kararlı bir insanım.
Kendi kararlarıma ve başkalarının kararlarına saygı duyuyorum.
Ben masumum.
Ne yaptıysam iyi niyetle yaptım.
Bugüne kadar bana zarar veren kişi ve olayları affediyorum
Kendimi affediyorum
Başkalarına ne kadar özgürlük tanırsam o kadar özgürleşirim.
Hayatın sonsuzluğunda, bulunduğum noktada her şey mükemmel, bütün ve tam.
Geçmişin üzerimde gücü yok. Çünkü öğrenmeye ve değişmeye hazırım.
Geçmişe, beni bugün olduğum noktaya getiren gerekli bir süreç olarak bakıyorum.
Zihinsel evimin odalarını temizlemek için bulunduğum noktadan başlamaya hazırım.
Nereden başladığımın önemli olmadığını biliyorum.
Bu nedenle en küçük şey ve en küçük odalardan başlıyorum. Böylece sonuçları çabucak görebileceğim.
Bu serüvenin içinde olmaktan heyecan duyuyorum.
Bu dünyaya yaşamı deneyimlemek için geldim ve bu özel deneyimi bir daha asla yaşayamayacağımı biliyorum.