Sevgili okuyucularım, bir hafta aradan sonra yine anılarla birlikteyiz. Genç kız olma yolunda ilerleyen ve artık ortaokul ikinci sınıfa giden öğrenci sandıktan bir anıyı daha serbest bırakıyor.
Kış mevsimi gelmiş, İstanbul beyaza bürünmüştü. O kış en çok babamın yüzü gülüyordu çünkü yoğun kar yağışı nedeniyle kar lastiği ve zincir satışları artmıştı. Ben de mutluydum, karların içine gömüle gömüle okula gitmeyi çok seviyordum. Arkadaşlarımla yol boyunca neşe içinde kartopu oynuyorduk. Bazen kendimizi öyle kaptırıyorduk ki zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorduk. Bu sefer okula geç kalma korkusuna kapılıyorduk. Aslında okula trenle gidiyorduk ama kış şartlarında seferler sıkça aksadığı için yürümeyi tercih ediyorduk. Böyle havalarda derslere geç kalmamak için yürüme önerisi benden geliyordu, “İstasyona gitmeden direkt evden çıkıp yürüyelim,” diyordum. Arkadaşlarım da kabul ediyordu.
Ablamı, amcam arabayla üniversiteye bırakıyordu. Ağabeyimin okulu eve 15 dakika yürüme mesafesindeydi, erkek kardeşim de okula servisle gittiği için böyle havalarda onlara sorun olmuyordu. Ben öğlenci olduğum için tabii ki sabah babam bırakmıyordu. Bu durumdan şikâyet etmiyordum aksine daha mutlu oluyordum çünkü vasıtaya binmeyi pek istemiyordum. Yürümeyi tercih ediyordum.
Bu arada ablam ile öğretmenler hakkında konuşuyordum. Ablam aynı okulu bitirdiği ve bazı derslerime gelen öğretmenler ablamın da öğretmeni olduğu için onların hakkında bir fikri vardı. Fakat bu öğretmenler hakkındaki değerlendirmelerimiz genellikle birbirinden farklı oluyordu. Ablam, öğretmenleri daha çok verdikleri notlar ve dış görünüşleri; giyim kuşamları ile değerlendiriyordu. Ben ise daha çok sınıftaki davranışlara göre değerlendirme yapıyordum. Öğretmenin öğrencilere nasıl davrandığı, ders anlatma biçimi benim için daha önemliydi. Öğretmenin dış görünüşüne önem vermezdim. Sert bir üslup ile ders anlatan bir öğretmen en şık kıyafetleri giyse bile bende iz bırakan giysileri değil sert tavrı olurdu. Tabii ki bir öğretmenin bakımlı olması iyi bir şey ama önemli olan dersleri güzel üslupla ve çok ayrıntılı anlatmasıdır.
Kimi öğretmen not verirken de sertti. Derler ya, “Bir notu kırmak için bir virgüle bile bakar,” diye, işte bazı öğretmenler öyleydi. Bazı öğretmenler de birkaç öğrenciden hoşlanmaz, onları daha yakın takibe alır ve not verirken o öğrencilerin ders durumuna değil davranışlarına göre değerlendirme yapardı. Bazı öğretmenler öğrencilere konuşması için söz hakkı bile vermez, kendi davranışlarının doğru olduğunu göstermek isterdi.
Aslında o zaman öğrenci konumunda bulunmak ve yaşın da küçük olmasının etkisiyle öğretmenlerin hep doğruyu bildiğini düşünüyor insan ve onları haklı görüyor. Bir de aileden “Sakın öğretmenlerine cevap verme, sessiz kal,” diyerek büyüklere cevap vermenin saygısızlık olduğu öğretilmişse haklı da olsanız hiçbir şekilde kendinizi ifade edemiyorsunuz. Oysa haklıyken konuşamamak o kadar zor bir şey ki. O anda öyle bir duygu oluyor ki sanki kendi düşünceniz, davranışınız yanlış ve yalan söylüyormuşsunuz gibi hissediyorsunuz. Çocukken bunu yaşadığınızda ileri yaşlarda kendinizi ifade ederken büyüklere karşı sürekli bir savunma mekanizması oluşturuyorsunuz. En ufak bir hatanızda bile “Bunu nasıl yaparsın?” diyecekleri endişesiyle suçluluk duygusu yerleşiyor ve haklı iken bir anda haksız duruma düşüyorsunuz.
O yıllarda özellikle aldığım nota itiraz etmek istesem bile “öğretmen haklıdır” düşüncesi gereği “Kâğıdımı görmek istiyorum,” diyemezdim. Ayrıca bazı öğretmenlerin öğrencilerle alaycı üslupla konuşmasına şahit olduğum hâlde “Neden böyle konuşuyorsunuz?” deme hakkına sahip olmadığımı düşünürdüm, sessiz kalmak zorunda kalırdım çünkü büyüklere karşı hakkını savunmanın saygısızlık olduğu öğretilmişti bize.
O yaşlarda zihninize kazınan bu öğreti ileri yaşlarda haklı iken de kendinizi haksız görmenize ve savunmayıp sessiz kalmanıza neden oluyor. Ancak nerede sessiz kalmanız nerede hakkınızı savunmanız gerektiğini öğrendiğinizde ve bilinçaltındaki bu olumsuz olayı şifalandırdığınızda bu sefer hayatınızda almanız gereken hakkınızı almaya başlıyorsunuz. Haklı olduğunuz bir konuda ister en sevdiğiniz arkadaşınız olsun ister kardeşiniz ister akrabanız; onlara karşı kendiniz savunuyorsunuz. Hakkınızı istiyorsunuz.
Aslında ailem büyüklere ve genel olarak insanlara karşı saygılı olmak konusunda güzel bir şey öğretmişti. Elbette büyüklerle konuşurken kötü üslup kullanmak veya ukalalık yapmak saygısızlık olur. Fakat en doğrusunu büyükler bilir düşüncesi de doğru değildir. Ayrıca kendi hakkını korumak için veya şüphe ettiği bir konuda soru sormaktan çekiniyorsa o çocuk kendine olan güvenini nasıl geliştirecek? Yazılı kâğıdımı görmek istiyorsam bu benim çok doğal hakkımdır. Nereden not kırılmış onu gözlerimle görmek ve bir daha aynı hatayı yapmamak için bu hakkımı kullanabilmeliyim. O zamanlar tabii ki egoyu bilmediğim için bazı öğretmenlerin egolu davranışta bulunduklarını sonradan fark ettim. Hatta öğrenciler arasında ayrım yaptıklarını, kimilerine sert davranırken kimilerine tolerans gösterdiklerini de.
İnsan çocukken haklı olduğu durumlarda bile sessiz kalırsa suçluluk duygusu bilinçaltına yerleşir. İleri yaşlarda bu travmayı çözmediği sürece de her olayda kendini haksız görür ve suçlu hisseder.
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com
Bu yazıyı tümü olmak şartıyla, değiştirilmeden, bedava olarak ve bu telif hakkı uyarısı ve internet bağlantısı (https://sevginin-isigi-sifa.com/) ile birlikte kopyalamaya ve dağıtmaya izin verilmiştir.