Yeni anılar, yeni duygular, yeni hissiyatlar… Her bir yenide farklı şeyler yaşanır, yaşanılanlara başkaları da ortak edilir ve o döngü böylece bitişi görmeksizin devam eder durur. Sandık orada duruyor ve açılma vaktinin geldiğini çok iyi bilir. O zaman açalım sandığı bize sunduğu anıya kulak verelim:
“Paylaşmanın müthiş enerjisini yaşayarak bir arkadaşımla kurduğum sağlam ve keyif iletişimi ve iletişimin ötesinde kurduğum dostluğu anlatmıştım size. Bu anlatımımdan sonra büyük ben şunları söylemişti: ‘Her çocuğun ruhu farklıdır, eğer o ruh güzelliklere açıksa her daim güzellikler saçar hayata ne var ki o ruh kapalıysa hayata güzellikler vermesi neredeyse imkansızdır. ’Zaman hızlıca ilerliyordu, galiba büyüdüğüm için zamanın hızını artık daha fazla hisseder olmuştum. Ablamın okul günleri çok yoğun geçiyordu, kağıtlar, kalemler, cetveller, bir sürü değişik şeyler çiziyordu. Bu yoğunluktan ve elbette aramızdaki yaş farkından sebep bizimle, benimle çok zaman geçirmiyordu. Ben de oyunlarımı ağabeyim ve kardeşimle oynuyordum. İsim, şehir, hayvan, haritada ülke bulmaca… Havalar soğuduğu için bizde sokağı eve taşımıştık, olabildiğince sokak oyunlarımızı da evde oynuyorduk. Artık ne kadar oluyorsa! Okuldan arkadaşlarımız, mahalleden arkadaşlarımız evimizdeki oyunlarda bize eşlik ediyorlardı.
Bu arada Malatya’ dan anneannem ve teyzem bizi ziyarete gelmişlerdi. Elbette bu bizi çok sevindiren bir ziyaret olmuştu, neredeyse bir yıldır birbirimizi görmemiştik. Anneannemin bize her gelişi onlarca misafir demekti. Büyüklerin olduğu yere her zaman gidilir, hele o büyük memleketten geldiyse bu gidişler şart olur. Hepiniz bilirsiniz bunun gibi şeyleri! Anneannemi ziyarete gelen misafir yoğunluğu evde büyük bir koşuşturmaya, telaşa sebebiyet verirdi. Biz evimize gelen misafirleri asla yemek yemeden göndermezdik, özellikle babam bu mevzuda büyük ısrarcıydı. Kimi zaman sadece yemeğe gelirken misafirlerimiz kimi zaman da yatılı olarak gelirdi.
İşte bu günler ben okul derslerime çok sıkı çalışıyordum ve bir taraftan da atletizm yarışmalarına hazırlanıyordum. Kardeşimin de dersleri gayet iyi gidiyordu. İkimiz için okul gayet iyi ve sorunsuz ilerliyordu. Bilirsiniz çantamız, kalem kutumuz, kalemlerimiz çok mühimdir bizim için hele bir de kız çocuğuysanız süslü püslü şeyler vazgeçilmezinizdir. Sınıftaki bir arkadaşım o gün bana çantamı, kalem kutumu ve kalemlerimi çok beğendiğini söylemişti. Beğenilmez güzeldir, bu hoşuma gitmişti ama sonrasında söylediklerinden çok üzülmüştüm. Çünkü o bunları almak için parası olmadığını söyledikleri o güzel sözlerin arkasına eklemişti. Bu sözlere karşılık annemin bana verdiği harçlığı ona verdim belki benim eşyalarımdan alabilir diye düşünmüştüm. Ama o bu paranın yetmeyeceğini söylemişti. Haklıydı da çünkü annem zaten yanıma beslenme koyduğundan verdiği harçlık çok az olurdu sadece canımız küçük bir şeyler isterse alabilecek kadardı. Belki bir meyve suyu, belki bir şeker, belki bir çikolata… Aslında o harçlığı genelde harcamaz, kumbarama atardım. O arkadaşım benden para istemeye başlamıştı, başka bir sefer tekrar para verdim arkadaşıma. Ne var ki bunu anneme söylememiştim, para verdiğimi. Bir gün teyzemden para istemiş ve o parayı da arkadaşıma vermiştim. Ama bu sefer yakayı ele vermiştim, teyzem anneme söylemişti ve annemde elbette doğal olarak bunca parayı ne yaptığımı sormuştu bana. Teyzemden aldığım para öyle kumbarama attığım para kadar küçük değildi, büyük bir paraydı hele biz çocuklar için çok büyük bir paraydı. O andan sonra bana düşen sadece gerçeği söylemekti. Arkadaşımı, eşyalarımı beğendiğini, o eşyalardan almak istediğini, önce ona kendi rızamla o hiç istemede para verdiğimi ancak ardın onun sürekli benden para istediğini sırasıyla anlattım. Anlattıklarımın ardından annem arkadaşımla tanışmak için okula geleceğini ve bu tanışmanın da ertesi gün bizi okuldan almaya geldiğinde olacağını söyledi. Söylediğini de yaptı. Ertesi gün bizi okuldan almak için geldiği her zamanki saatinden biraz daha erken geldi. Tanışma gerçekleşti, annem usulünce ona benden neden para istediğini sordu. Annemin sorusuna karşılık arkadaşımın dudakları arasından dökülen cevap beni olduğum yere adeta çivilemişti, içim buz kesmiş, yüreğimde derman kalmamıştı sanki. Kulaklarıma inanamadığım ama duyduklarım şunlardı: ‘O, benim kalemimi aldı ve kırdı, bana yenisini getireceğini söyledi, fakat getirmedi bende ondan kalemimin parasını istedim.’ Bu cümleyi duyar duymaz annem bana döndü ve ‘ÖYLE Mİ?’ dedi. Kilitlenmiş ruhum ne ara uyandı ne ara dilim çözüldü ve ne ara dudaklarımdan ‘TABİİ Kİ HAYIR’ sözcükleri çıktı hiç bilmiyorum. Annem hiçbir tereddüt esamisi göstermeden bana inanmıştı. Çünkü bizi, dört çocuğu yetiştiren oydu, bırakın biz birinin eşyasına zarar vermeyi, izinsiz dokunmazdık bile ve asla yalan konuşmaz, köşeye sıkışsak bile doğruyu söylerdik. Bırakın başkalarının eşyalarını, kardeş biz birbirimizin eşyasına bile izinsiz el sürmezdik. Bu konuşmanın ardından annem güzelce: ‘Madem durum böyle hadi müdür beyin yanına gidelim orada konuşalım.’ dedi. Bu söz arkadaşımın gözyaşlarına boğulmasıyla birlikte anlamını adeta yitirdi. O adeta anneme yalvardı, parayı iade edeceğini kimseye bir şey söylememesini istedi. Ama yine de o parayı neden istediğini hiçbir şekilde açıklamadı. Annem ne müdür beyin odasına gitti, ne de öğretmenimize, olay orada başladığı hızıyla kapanıp gitti. Yanında o gün verdiğim para vardı, onu iade etti. O gün annem benimle güzel bir konuşma yaptı. Beni, herhangi birinin sebebi her ne olursa olsun benden para istemesi gibi bir durum olduğunda asla para vermemem ve hemen kendisine durumu anlatmam konusunda sıkı sıkıya tembihledi. Konuşmasını tamamlarken de her zamanki gibi nasihat vermeyi unutmadı: ‘Paylaşmak, yardımlaşmak güzeldir ama bunu yaparken kime ve ne için yaptığını bileceksin.’ Arkadaşım bir süre sonra okuldan kaydını aldırıp başka bir okula gitti. O günden sonra ondan uzak durmuştum, çünkü yalan söylemiş, beni yapmadığım bir şeyle suçlamıştı ve ben derinden üzülmüş, yara almıştım.”
Derler ya bazen çocuklar için bu çocuk sıkıntılı, kötü fikirli, sorun çıkartan… Ama bakalım büyüyünce ne olacak? Ne mi olacak eğer ruhu tamir edilmezse yine aynı olmaya devam edecek. Bu anımda olduğu gibi sebebi bilinmeyen bir yalan vardı ortada, ama sonuç kocaman bir yalan. Bilmem ne o oldu o ilkokul sıralarında tanıdığım arkadaşıma ama umarım yanlışı sadece o anda kalmıştır.
Ailemiz bizlere; ‘ne yaparsanız yapın, yanlış da olsa her zaman doğru söyleyin’ diye defaatle tembihlemiştir. İşte o gün annem bu sebepten yani ona gidip en başından olan biten, anlatmadığım için sinirliydi. Durum ortaya çıkmasaydı sürekli o arkadaşıma para vermeye devam edecektim ve işler kontrolden çıkacaktı. Annem bu olasılığı gördüğü için bana haklı olarak kızmıştı. Aslında benim yaptığım doğruyu söylememek değil olanları saklamaktı. Çocukluğumda da tıpkı şimdiki gibi sorunları daha ziyade tek başıma çözmeye çalışırdım ancak çok zorda kaldığımda, üzüldüğümde paylaşırdım.
Çocuklara doğruluğu ve dürüstlüğü öğretmek hayatta mutlu ve iç huzura ermiş bir şekilde yaşamının yegane yolunun bu olduğunu öğretmek biz yetişkinlerin önce onlara sonra da hayata karşı borcudur. Bu erdemlerden uzak olan bir çocuk tüm hayatı boyunca en çok kendine zarar verecektir. Çocuklukta, gençlikte, yetişkinlikte, yaşlılıkta…
İyi, dürüst ve doğru olanlar kaybetmez. Kaybedilir!
Bu yazıyı tümü olmak şartıyla, değiştirilmeden, bedava olarak ve bu telif hakkı uyarısı ve internet bağlantısı (https://sevginin-isigi-sifa.com/) ile birlikte kopyalamaya ve dağıtmaya izin verilmiştir.
Yardımsever oluşun küçüklükten belliymiş.Tabii herkes iyi niyetli olmayabiliyor önemli olan iyi niyetli dürüst kişilere yardım etmek…
Sevgiyle kal
Sağol Nurhayatcığım,
Zaten yalanlar her zaman ortaya çıkar.
Sevgiler ❤