AİLEDE RAMAZAN AYI

Sevgili okuyucularım en son 25 Şubat 2025 tarihinde yazdığım anı yazıma kaldığım yerden devam ediyorum. Anılarımı yazarken yalnızca o günlere geri dönmekle kalmıyor biriktirdiğim güzel anılardan ilham alıyor, edindiğim farkındalıkla acı bırakan anılardan dersler çıkarmayı sürdürüyorum. Şimdi sandıktan bir anı daha serbest bırakılıyor…

Ortaokul üçüncü sınıfa devam ediyordum. Ramazan ayının kışa geldiği yıllardı. O yılda her yıl olduğu gibi annem ve babam oruç tuttu. Ablam, çalıştığı için zorlanıyordu, birkaç gün tutup sonra tutamayacağını gördü. Ağabeyim, kardeşim ve ben okulda olduğumuz için tutmuyorduk; sadece hafta sonları ben tutmak istiyordum. Buna ailem izin vermiyordu çünkü ders çalışmam gerekiyordu. İki amcam ve küçük amcamın eşi, akrabaların çoğu, komşular; kısacası çevremdeki insanların hepsi oruç tutuyordu. Okulda ve sınıfta bazı arkadaşlarım tutuyor onlar da herhangi bir şikâyette bulunmuyordu.

Oruç tutmuyordum ama ailemden şunu öğrenmiştim: “Oruçlunun yanında bir şey yeme çünkü oruçlu olduğu için imrenir.” Bu bende hep kalmıştır. Ramazan ayında sokakta, açık alanda bir şey yemiyordum. Bunu aslında saygıdan dolayı yapıyordum, yapmaya devam ediyorum.

Ramazanda en çok hoşuma giden, o sımsıcak pide ve kokusuydu. Ayrıca da iftarlar… İftara misafir davet etmek konusunda babamın hiç “Ben büyüğüm, beni çağırırlar” diye bir beklentisi yoktu. Daha ramazan başlar başlamaz iftara misafir çağırmaya başlardı. Tabii ki yemek yemek için o iftar saatini bekleyip daha özenle hazırlanmış sofraya oturmak başka oluyordu. Gece sahura kalkmalar, sofra hazırlanması aynı güzellikteydi.

Benim o yaşta inanç sorgulamam farklıydı. Eğer gerçekten inançlı olup ibadeti yerine getirmek isteniyorsa önce iyi insan olmak; en çok da Allah’ın emrettiği ibadetleri yaparken yalan söylememek gerektiğini düşünüyordum.

Okulda ahlak ve din dersinde ahlaklı bir insanın nasıl olduğu anlatılırken oruç tutup yalan söyleyenleri gördüm çevremde. Buna sınıftaki arkadaşlarımda şahit oldum ve bunlar bana ters gelmeye başladı. Ayrıca ilkokul ikinci sınıfta kendi isteğimle yazın Kur’an öğrenmek için camideki kursa gitmiştim. Oradaki hoca da ibadetleri anlatırken ahlaklı insan davranışlarından söz ediyordu. Nasıl iyi bir insan olunacağını anlatırken “Yalan söylememek gerek,” demişti. Bu, benim aklımda, ruhumda yer etti. Bu yüzden hem oruç tutup hem yalan söyleyen insanlara farklı bakıyordum. Sanki onların ibadetlerini tam olarak yapmadıklarını düşünüyordum. Çünkü ibadet Allah’a olan inanç nedeniyle yapıldığına göre yalan söylememek de gerekiyordu. Bunu aileme de soruyordum. “Günahların affolması için mi oruç tutuluyor?”, “Zorunlu bir ibadet, cennete gitmek için mi? Şimdi bu ibadetler yerine getirildiği zaman cennete mi gidilecek?” diye soruyordum ve düşünüyordum.

Bana göre ibadet, iyi insan olmaktır. Tabii ki oruç tutulur; inançlara göre ibadet yapılır ama bana sorduklarında ben her zaman “İyi insan olmak isterim,” derdim. Tuttuğum oruç ile cennete gideceğimi ya da günahlarımın affolacağını düşünmem. Çünkü o Kur’an kursunda ve Ada’daki yazlıkta olduğum dönemlerde benim her inançtan arkadaşım oldu ama onların inançlarına değil iyi insan olup olmadıklarına baktım. Okulda da öyle; hep iyi arkadaşlık için karakterlerine ve kişiliklerine baktım.

Akrabalarda oruç tuttukları hâlde kalp kırmalar, yalan söylemeler, hak yemeler gördüm. Oruç tutup dedikodu yapanları gördüm. Bunlar o yaşta bana yanlış geliyordu bunu anneme söyledim. Bir de öfkeli insanların orucun arkasına sığınması beni rahatsız ediyordu. Mesela ortanca amcam öfkeli bir insandı, en ufak meselede hemen öfkelenirdi, bir de kendisine yanlış gelen şeylerde öfkesi ortaya çıkardı. Babam bunu bilincindeydi ama ramazan ayında amcam öfkelendiğinde hoşgörü ile bakar “Oruç tutuyor onun için öfkeli” diye geçiştirirdi.  Ben bunu da kabul etmiyordum. O zaman oruç tutan herkes her şey yapabilir; öfkelenebilir, bağırabilir. Babam kardeşlerine karşı hep hoşgörülüydü, oruç sadece bahaneydi.

Babam ailenin bir arada olmasını seviyor ve önemsiyordu. Ramazanda amcalarım çağırmadan önce babam onları iftara çağırırdı. Annem hemen “Ama iş konusu konuşmayın,” derdi çünkü ne zaman iş konusu konuşulmaya başlansa amcalarım tartışırdı, babam sesini çıkarmazdı. Annem o kadar haklıydı ki. Gerçekten tartışan iki insan bir de öfkelenince farklı oluyor. Onun için evde iş konusu açılmasını biz de istemezdik.

Hiçbir zaman yemek seçmediği için oruç tuttuğunda da ne yiyeceğim diye sorun etmeyen annemi ramazanda zorlayan şey babamın yemek seçmesiydi. Çünkü babam akşam yemeğinden kalanları sahurda yemeyi tercih etmezdi. Bu yüzden annem iftara ayrı sahura ayrı yiyecekler hazırlar ancak çok mecbur olursa iftardan kalanları sahura çıkarırdı. Babam sebze yemeklerini de pek tercih etmiyordu eti daha çok seviyordu. Tatlılardan ise en çok sütlaç, revani ve kadayıf yapılırdı.

Bir de ramazanda akrabalar ve tanıdıklar arasında, oruç tutmayanları yargılayan konuşmalar çok yapılırdı. Mesela ablamı sorarlardı, “Oruç tutmuyor mu?” diye. Annem, ablamın çalıştığı için tutmadığını söylediğinde “Herkes çalışıyor; bizim çocuklar da çalışıyor, okula gidiyor ama tutuyorlar,” derlerdi. Hemen bir kıyaslama yaparlardı. Onların çocukları tutuyor diye bizde tutmak zorunda mıydık? Bu ne kadar yanlış bir düşünceydi. Belki o insan açlığa dayanamıyor, sağlığı elvermiyor. Bunu dikkate almadan direkt yargılıyor, genç olduğu için dayanmak zorunda olduğunu düşünüyorlardı. Bir nevi bir baskı oluşturuyorlardı.

Aslında insanın içinden ibadet etmek gelmiyorsa zorla ibadet edilmez. Mesela ben, ilkokul ikinci sınıfta yazın Kur’an kursuna camiye gideceğim; kendi isteğimle gittim, aileden herhangi bir baskı olmadı veya “Niye gidiyorsun?” demediler.

İnsan baskı sonucu bir ibadeti yaptığında sonra kendi istediği ile yapmadığını, şeklen bir şartı yerine getirmiş olduğunu görüyor ve bir de inanmıyorsa zaten zorla inanç olmuyor. İnanç da ibadet de insanın içinden gelmeli.

Ramazan ayı bitince de insanlar arasında en çok konuşulan ne kadar kilo verildiği oluyor. Kilo verilir de alınır da ama oruç kilo vermek için tutuluyorsa bu da ibadet ve inançla ilgili olmuyor.

Ailelerin inanç ve ibadet konusunda çocuğa baskı yaparak değil farkındalık ile göstermesi ve anlatması gerekir.

Benim ailem bu konuda hiçbir zaman bize baskı yapmadı.

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN

ŞİFA VE İYİLEŞME

Sevgili okuyucularım, bu ayki kitap paylaşımım ismi Şifa ve İyileşme

Bu kitabın yazarı olan; Dünyanın en ünlü gelişmiş farkındalık ve aydınlanma uzmanı olan Psikiyatrist Dr. David R. Hawkins’in Şifa ve İyileşme kitabı bize huzurlu ve sağlıklı bir yaşam sürmemizi, sağlığımızı kendi kontrolümüz altına almamızı sağlayacak klinik olarak kanıtlanmış kendi iyileşme yöntemleri sunan bir kaynaktır.

Çağımız toplumları sürekli stres, kaygı, korku, acı, ıstırap, depresyon ve endişe içinde yaşıyor.

Bu konuda yaptığı uygulamalar ve çalışmaların ışığında Dr.David R.Hawkins deneyimlerini bizimle paylaşırken konuları “Şifalanmaya Destek Olmak”, “Stres”, “Sağlık”, “Ruhsal İlkyardım”, “Cinsellik”, “Yaşlanma Süreci”, “Büyük Krizlerin Üstesinden Gelmek”, “Tasa, Korku ve Kaygı”, “Ağrı ve ıstırap”, Kilo Vermek”, Depresyon”, “Alkolizm” ve “Kanser” gibi hepimizi ilgilendiren başlıklar etrafında toplamış.

Prof.Dr.David R.Hawkins; hangi hastalık olursa olsun iyileşme ve şifa yolculuğunun mümkün olduğunu söylüyor.

Şimdi kitaptan bir bölümü sizlerle paylaşıyorum.

“…

Düşük enerji alanları güneşin önünü kapatan bulutlar gibidir. Bulutlar aradan kaldırdığımızda zaten her zaman ışıldamakta olan güneşi deneyimleriz. Bağımlılıklarla ilgili bölümde, güneşin parlamasına neden olanın bulutların ortadan kalkması olmadığı-bağımlı kişi genelde böyle düşünmeye başlar-konusunda çok kesin bir noktaya değiniyoruz.

Enerji alanları o kadar güçlüdür ki algımızı etkilerler. Onlar gerçekten de dünyaya baktığımız portallardır. İçinde bulunduğumuz aslında bir aynalar dünyası olduğunu ve deneyimlediğimiz her şeyin algı ve yaşantı olarak bize geri yansıtılan kendi enerji alanımız olduğunu sık sık duyarız. Algımızı, dünya görüşümüzü ve hayata bakışımızı bu çeşitli enerji alanlarından gelen bir şey olarak ele alıyoruz.

Krishna, Hz.İsa ve Buddha’nın enerji alanları 1000’dir ve bu alana Sonsuzluğa uzanır. Bu düzeylerdeki insanlar o kadar büyük bir güce sahiptirler ki onlara “avatar” diyebiliriz.

Aydınlanma düzeyleri (600 ve yukarısı) hayatın inanılmaz güzelliğini ve mükemmeliyetini gösterir. Yaradılış’ın mükemmeliyetini, tüm yaşamın İlahi özünün ve doğasının gerçek deneyimlenişi ve onun tüm ifadelerinin inanılmaz güzelliğini. Sadece duyulara hitap eden estetik bir güzelliği değil, yaradılışın içsel güzelliğini.

Umutsuzluk ve çaresizlik enerji alanındaki insanlar (50) dünyayı çaresizlik içinde görür. Gazeteyi açtığında insanlığın çaresizliğiyle, bitmeyen savaşlarla, yoksullukla ve suçla karşılaşır.

Bu kişilerin yaşadığı keder, pişmanlık, kayıp ve umutsuzluk yaşama isteğinin kaybından kaynaklanır. Yolda yürür ve hüzünlü bir dünya görürler.

Öfke, nefret ve intikam duyguları olan insanların enerjileri 150 seviyelerinde, sevgi dolu enerjiye sahip insanlar 500 seviyede. Huzur, mutluluk ve uyanış olan insanların enerjisi 600 seviyesinde.

Korku, kötümser, kinci olan insanların enerji seviyeleri 30 dur.

Aydınlanma ve saf bilince ulaşmak 700-1000 seviyelerinde.

Ne olduğumuzun farkındalığına yaklaştıkça, kim ve ne olduğumuz önemli olmaya başlar. Hayat yolunu yürüdükçe neye dönüştüğümüz önemlidir. Kişinin ne olduğu, neye dönüştüğü, neyi temsil ettiği ve onun varlığı diğer kültürel gruplarda geçerli olan bir durumdur.

Hastalıkla ilgili tüm olumsuz inanç sistemlerimizi bırakarak tüm bu şeyleri bırakmaya istekli olabiliriz ve yaşlandıkça giderek daha sağlıklı bir bedene sahip olabiliriz.

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN

GÜNÜN DUASI

Maya halkının Toprak Ana’ya duası.

Sevgili Toprak Ana, bana ışıyan günün aydınlığında hareketsiz otların sükûnetini öğret ki, kalbimin fısıltısını duyabileyim.

Sevgili Toprak Ana, bana çok yaşlı kayaların hafızalarında tuttuğu acıyı öğret ki, acının ne olduğunu anlayabileyim ve affetmeyi ve özgür olmayı seçebileyim.

Sevgili Toprak Ana, bana bitkilerin çiçeklenirken gösterdikleri tevazuu öğret ki, ben de her şeye, özellikle de kendime karşı sabırlı olmayı öğrenebileyim.

Sevgili Toprak Ana, bana Doğa’nın çocuklarına nasıl özen gösterdiğini öğret ki, ben de tüm varlıklar için şefkatli olmayı öğrenebileyim. 

Sevgili Toprak Ana, bana yalnız kalan ağacın cesaretini öğret ki, içsel gücün ne olduğunu anlayabileyim.

Sevgili Toprak Ana, bana yerdeki karıncaların yürüyüşlerinde karşılaştıkları sınırları öğret ki, ben de birlikten doğan büyük gücü keşfedebileyim.

Sevgili Toprak Ana, bana gökyüzünde uçan kartalın özgürlüğünü öğret ki, kalbimi dinlemenin ve kalbin gösterdiği yolu izlemenin nasıl bir his olduğunu anlayabileyim.

Sevgili Toprak Ana, bana ölerek yere düşen yapraklar gibi kabul etmeyi öğret ki, ben de olayların seyrinin doğal akışını kabul edebileyim, hayatımın seyrine zarafetle izin verebileyim.

Sevgili Toprak Ana, bana ilkbaharda filizlenen tohumlar gibi yenilenmeyi öğret ki, içimde yeni fikirler doğduğunda bunları gerçekleştirmeye, yeni yaratımlara cesaret edebileyim, deneyimleyebileyim.

Sevgili Toprak Ana, bana kendimi unutmayı öğret ki, eriyen karın öncesini unutabilmesi gibi, ben de geçmişe takılmadan varlığımın büyük amacını hatırlayabileyim.

Sevgili Toprak Ana, yağmurla temizlenen, canlanan kuru tarlalar gibi her güne şükretmeyi öğret ki, ben de doğanın mükemmelliğine aynı nezaketi gösterebileyim…

Kaynak: Ayşe Nilgün Arıt

Farkındalık, uyanış ve aydınlanma…

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN

YANLIŞI YALANLA ÖRTBAS ETMEK

Sevgili okuyucularım, 4 Ocak 2022 tarihinde “Açık ve Net Konuşmak Dürüstlüktür” başlıklı yazımda çocukluk döneminde ailelerin yaptığı bir yanlıştan, söyledikleri beyaz yalanların çocuğun hayatını nasıl etkilediğinden söz etmiş ve zamanı geldiğinde bu konuya değineceğimi belirtmiştim. İşte bugün bu konuyu ele alacağım.

Aileler genellikle “bir şey anlamaz” veya “çocuktur, ne olacak” gibi düşüncelerle çocuklarına pembe veya beyaz yalanlar söylüyor. Bazen de çocukları korku ile yalan söylemeye mecbur bırakan baskıcı tutumlar sergiliyor. Yalan zamanla bilinçaltına yerleşiyor ve çocuk, yalan söylemeyi olağan kabul ediyor.

Çocuk ileri yaşlarda öyle bir duruma geliyor ki hayatı boyunca sosyal çevresine, ailesine ve iş çevresine karşı sürekli yalana başvurmak zorunda kalıyor. Bunun iki temel nedeninden birincisi korkuları ikincisi beyaz yalanın yalan sayılmadığına dair edindiği öğretidir. Bunu yaparken bazen bilinçlidir bazen de o bilinçaltı çalışır.

Çocuk doğduğu andan itibaren aile içinde ne görürse bilincine onu yerleştiriyor. Ailenin değer kalıplarıyla büyüyor. İnsanın kendini geliştirmesi için bazı şeylerin farkında olması gerekiyor. Fakat çocukluk dönemindeki aile öğretileri ileride farkında olmadan çocukta bir alışkanlığa dönüşüyor. Bu alışkanlık yalan gibi olumsuz bir davranış ise hem kendisine hem de etrafına zarar veriyor.

Bilinçaltındaki korkular ve yalanlar yüzünden çocuk özgüvenini kaybediyor. Çünkü doğru söylediği zaman istediği şeyi alamayacağını biliyor. Bu da kendini yetersiz veya başarısız hissetmesine yol açıyor.

Sonra çocuk büyüdüğü zaman kendisini büyüten ailesine yalan söylemeye başlıyor. Bu sefer aile durumdan rahatsız olduğu için çocuğuna dönüp “Neden yalan söylüyorsun?” diyerek suçluyor. Hâlbuki çocuğa yalanı aşılayanın kendileri olduğunu görmüyor.

Aileyi bu tutumu ile yüzleştirdiğiniz zaman hemen savunmaya geçip “Ama o zaman çocuktu, yemek yemiyordu. Yemek yemesi için beyaz yalan söyledim” veya “Bahçeye çıkıp oynamak istiyordu, dışarıda onu kaçırırlar diye veya köpekler var diye yalana başvurdum” diyor.

Unutulmamalı ki çocukla açık ve net olarak konuşulmadığı sürece olan biten, bilgisayarın hard diskine yerleşen bilgiler gibi çocuğun bilinçaltına yerleşiyor ve zamanı gelince o bilinçaltına yerleşenler ortaya çıkmaya başlıyor.

Çevrenizde dikkatinizi çekmiştir; bir insan hakkında konuşulurken hemen “Annesi de böyledir”, “Babası da böyledir” veya “Halası ve dayısı da böyledir. Ona çekmiş,” diyenler olur. Hâlbuki çocuk ona çekmemiş, çocuğa kim ne öğretmişse o alışkanlığı almış ve uygulamış. Bazen de büyüdüğünde çocuğun kendisi bunu yapar. “Annem ve babam da böyle yaparlardı,” diyerek kendi davranışının bilinçaltından kaynaklandığını kabullenmek istemez. Hatta kimi zaman “Ailem beni korkak yetiştirdi,” diyerek ebeveynlerini suçlar.

Örneğin, çocuk annesinin babasına yalan söylediğine şahit oluyor. Annesine soruyor: “Neden babama yalan söyledin?” Anne, “Doğruyu söylersem baban bana çok kızacak, küsecek,” diye yanıtlıyor. Anne korkudan dolayı yalana başvuruyor. Yoksa niyetinde yalan söylemek yok. İşte, çocuğun bilinçaltına bu yerleşiyor: Korktuğun bir durum olduğunda yalan söyle. Büyüyüp hayata atılıyor. İş ya da sosyal hayatında yaptığı yanlıştan dolayı yalana başvurmak zorunda kalıyor. Oradaki bilinçaltı çalışıyor. Gerçeği söylediği zaman ya işinden olacak ya da arkadaşı küsecek, belki de terk edecek. Burada yatan korkudur. Ama nereden yerleşmiş? Aileden. Annesinin korkularını sahiplenmiş, öyle öğrenmiş, bilinçaltı öyle kodlamış. Çünkü durduk yerde bilinçaltına yerleşmez.

Bazen etrafımda insanların yalana başvurduklarını görüyorum ama o insanları asla yargılamıyorum çünkü çocukluktan, aileden öğrendikleri bu; biliyorum. O yüzden söyledikleri yalandan çok onları yalana iten bilinçaltındaki kaynağa odaklanıyorum. Asıl önemli olan o kaynağı bulmak.

Bazı çocuklar sebze sevmiyor. Aile; özellikle anne, sebzeyi yedirmek için birkaç türlü yalan söylemek zorunda kalıyor, söz veriyor ama sonra sözünde durmuyor.  Çocuğun bilinçaltı bunu kaydediyor. İleri yaşlarda ailesi herhangi bir konuda verdiği sözü yerine getiremediğinde şunu söylüyor: “Çocukken de verdiğiniz sözleri tutmuyordunuz.” Aslında çocukluğunda başlamış ailesine güvenmemeye. İşte, o çocuk hayatı boyunca etrafına güvensizlik ve şüphe ile bakıyor çünkü daha çocukken öğreniyor bunu.

Aile birisiyle görüşmek istemediği zaman o kişiye açık olarak söylemek yerine çocuğunu kullanıp “Annem veya babam evde yok dersin,” diyor. Çocuk büyüdüğünde benzer yalanlara başvuruyor, alışkanlık ediniyor. İstemediği bur durumla karşılaştığında dürüstçe gerçeği söylemek yerine yalan bahanelerin arkasına sığınıyor.

Aile için önemsiz görünen bu davranışlar çocuk ruhu için son derece önemli. Eğer çocukta farkındalık varsa ailesinin yanlış yaptığını kavrayabiliyor ve bilinçaltına yerleşeni çözebiliyor. Ama farkındalığı da yoksa ailesinin yapılan her yanlış davranışa yalanla örülü kılıflar bulması çocuğun hayatını yalanlar üzerine kurmasına yol açıyor.

Aile, çocuğuna sevgiyi aktaramadığı veya değer vermediği hâlde “Değer veriyorum,” diyorsa çocuk ileride sevgiyi hep başkalarında arıyor. O sevgi açlığını kapatmak, değer görmek için kendinde olmayan davranışlar sergiliyor, yalana başvuruyor, yalan bir hayat yaşıyor.

İşte, aile o kadar önemli ki. Çocuğun ileride nasıl bir insan olacağı, hayatta nasıl bir duruşa, hangi doğru davranış kalıplarına sahip olacağı ailesinden aldıklarına bağlı! Çocuğa her şeyi doğrusu ile göstermek, ne olursa olsun hiçbir şekilde yalan söylememek, her zaman açık ve net olarak konuşmak gerekiyor. Çünkü açık ve net konuşmak dürüstlüktür.

Yalan söyleyen insanlar günün birinde kendine ne kadar zarar verdiğini görür.

İnsan yanlış yapabilir ama yanlış yalanla örtbas edildiği zaman kendi ışığını söndürür.

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN

GÜNÜN MESAJI

Terazi başkasını tartmak yerine önce kendini tarttığı zaman gerçekleri gösterir. Toplumun çoğunluğu kendini tartmayıp başkalarını tartar. Kaç kişi teraziye önce kendini koyuyor? Toplumlar çıktıkları terazi ile tartılır. Ağırlık neyi gösterirse toplumlar onu yaşar. 

Önce kendini düzelti ki başkasını da doğru tartasın.

Farkındalık, uyanış ve aydınlanma…

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN

 

AİLENİN DEĞERLERİ

Sevgili okuyucularım, bir ay aradan sonra anılarımı yazmaya kaldığım yerde devam ediyorum. Ortaokul üçüncü sınıfa giden öğrenci sandıktan bir anıyı daha serbest bırakıyor. Bakalım bu sefer bizi ne bekliyor?

Ablam, işe girdiği için çok mutluydu. Hafta içi eve geliş saatleri belli olmuştu. İş ortamını sevdiğini ve çalışanlar arasında uyum olduğunu anlatıyordu. Bu arada en çok sevindiği şey maddi olarak kendini özgür hissetmesiydi. Artık babamdan para almayacaktı. Ablam, kendi ihtiyaçlarını kendi maaşı ile karşılamak istiyordu.

Aslında ablama bu yönden çok imrenmiştim. Ben de bir an önce okulları bitirip çalışma hayatına atılmak, maddi olarak özgür hissetmek istiyordum. Çünkü birisine herhangi bir konuda bağımlı olmak istemiyordum. Tabii henüz öğrenci olduğum için babamdan harçlık almak durumda kalıyordum. Babam bu konuda herhangi bir sorun çıkamazdı ama insanın kendi kazandığını harcamasının çok önemli olduğunu ablam işe girdiğinde daha iyi anlamıştım. İnsan kendi kazancını sağladığında özgüveni daha yüksek oluyor.

Ailemin, özellikle ortanca amcamın bize aşıladığı en önemli şey, hep kendi ayaklarımızın üzerinde durmamızdı. Bunu babamdan görmüştük. Babam, ailesinden hiçbir destek almadan kendi işini kurup ilerlemişti. Aslında bu, başta tabii ki bazı zorluklar getiriyor ama kendi ayaklarınızın üzerinde durduğunuzda inanın ki çok daha özgür ve daha farklı hissettiriyor.

Bu arada ablamın her akşam işten dönüşünde ortamı anlatması, onu dinlemek çok zevkliydi. Ablam, babamdan önce geliyordu ve akşam yemeklerini ailece yediğimiz için babamı bekleyip sofraya oturuyorduk. Sofrada ablam gün içinde çalıştığı ortamı anlatıyordu. Kendisine verilen projelerden söz edip onları belirli tarihte yetişmesi gerektiği için bazen mesaiye kalacağını söylüyordu.

Ablam öğrenciyken hafta içi okul dönüşlerinde evde anneme yardım ederdi şimdi artık hafta içi çalıştığı için bunu yapamıyordu. Ben anneme derslerden kalan zamanda yardım ediyordum. Erkek kardeşim ise marketten alınacakları alıp getiriyordu. Babam pek alışverişi sevmezdi. Evin ihtiyaçları için alışverişi annem yapardı.

Annem genellikle pazardan alışveriş yapmayı severdi. Perşembe günleri bazen benimle bazen yalnız trene binip Erenköy pazarına gider o arada anneannemleri de ziyaret ederdi. Ben anneme marketten alışveriş yapmasını önerdiğimde “Yok,” derdi, “pazar daha iyi. Fiyatlar da daha uygun. Hem de istediğim gibi seçebiliyorum.”

Annem tutumludur; imkânlar elverişli olsa da her zaman tutumludur. Gereksiz harcama yapmaz. Aynı zamanda hiçbir eşyayı hor kullanmaz, son derece titiz kullanıp değerini bilir; zor alındığını bilir. O zamanlar da öyleydi şimdi de öyledir. Alışkanlığı bu, kendi açısından tabii ki haklı olabilir. Bir de devamlı alışveriş yaptığı pazarcılar vardı. Her gidişinde sohbet ediyordu. Annem ve babam hiçbir insanı ayırt etmez konuşurlardı. Aileden böyle görünce biz de böyle yetiştirilmiş olduk.

Bu, insana verilen değer ve sevgidendir. Kimseyi küçümsemeden, kibirli davranışta bulunmadan, o insanı olduğu gibi görmektir. Annem ve babamda ayrıca en çok dikkatimi çeken, biz çocuklarını başkalarına karşı övmemeleriydi. Ablamın işe başladığı firma Türkiye’de tanımış şirketlerden biriydi üstelik bir görüşme ile hemen işe almışlardı. Annem bunu akrabalara ve tanıdıklarına, komşulara hiç anlatmazdı. Bazı akrabalar ve komşular, çocuklarının en ufak başarısını öve öve anlatır bazıları olmadığı hâlde olmuş gibi söylerdi ama annem sesini çıkarmazdı. “Anne, neden o kişi yalan söylediği hâlde gerçeği yüzüne söylemiyorsun?” diye sorardım ve annem hep şunu söylerdi: “Allah, kulun yüzüne vurmaz!” Bize bunu öğretmişti.

Aileden öğrendikleriniz sizde kalıyor. Ne zaman ki bazı şeylerin daha farkına varıyorsunuz, o zaman dürüst davranmayan birini gördüğünüzde artık açık olarak söylüyorsunuz. Ama tabii bunu da kırmadan yapıyorsunuz.

Bazı olaylar olunca insanların gerçek kişiliğini tanırsınız. Ablamın okul biter bitmez üstelik iyi bir firmada işe girmesiyle bazı tanıdıklarda kıskançlık ortaya çıktığını gördük. Tebrik etmek ve başarı dilemek yerine “Bakalım o firmada başarılı olacak mı?”, “Şanslıymış,” gibi sözler söylediler. Böyle insanlarla karşılaşınca o yaşta sessiz kalıyorsunuz fakat yaş ilerledikçe görüşmek istemiyorsunuz.

Oysa ailem her zaman tanıdıkların ve akrabaların iyi olması için iyi dileklerde bulunurdu. İyi bir şey yaşamışlarsa duyar duymaz ya tebrik için giderler veya hemen annem telefon açıp tebrik ederdi. Annem ve babam bize, kim olursa olsun yapılan iyilikleri asla es geçmemeyi ve vefa duygusunu öğretmişlerdi. Benim o yaşta dikkatimi çeken ise annem ve babamın vefalı davranışlarına kimsenin aynı şekilde karşılık vermemesiydi; özellikle akrabaların… Herkes kendi menfaati doğrultusunda davranırdı. Bunları zamanı geldiğinde paylaşırım sizinle.

Annem ve babam kendilerine yapılanın farkındaydılar ama hiç sesleri çıkmıyordu. Kendi özleri ne ise yine aynı şekilde devam ediyorlardı. Eğer insanda bu duygular yoksa çocuklarına öğretmiyor, bu değerleri vermiyor. Belki o yaşlarda vefayı anlamıyorsunuz ama ileri yaşlarda; yaşadıkça anlıyorsunuz.

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN

BARIŞ BENİM İLE BAŞLAR – 19

 

Sevgili okuyucularım, bu ay ki “ho’oponopono” adı verilen bir arınma çalışmasını paylaşıyorum. Bu ay da farklı konular için aynı şekilde yapmanız gereken bu arınma çalışmasını dört madde hâlinde paylaşıyorum. Düzenli olarak yaptığınızda gerçekten kendinizde inanılmaz bir olumlu değişiklik göreceksiniz. Özellikle zihniniz, ne kadar berraklaşırsa o kadar huzurlu olur. En önemlisi berrak bir zihin her zaman doğru karar almanızı sağlar. Çünkü zihin olumsuzluklarla dolu olduğu zaman doğru karar bile alamıyorsunuz. Disiplin ve azimle yapılan çalışmalardan her zaman olumlu karşılık alınır. Çalışmaya geçmeden önce bununla ilgili kısa bir bilgi vermek istiyorum. Geçen ay bu bilgiyi paylaşmıştım fakat belki ilk defa okuyacak olanlar vardır. Onlar için yinelemekte fayda görüyorum.

Ho’oponopono yöntemi; karşımızdaki insanın yaşadığı bir sorunu duyduğumuz, öğrendiğimiz anda bizim sorunumuz olarak algılayıp kendi içimizde bundan arınarak karşımızdakini de arındırma yolunu öğretiyor. Sadece insanları değil her şeyi arındırıp temizlemenin yoludur bu. Olumsuz durumlardan kurtulmanın bir yöntemidir.

Ho’oponopono, Havai halkının kullandığı bir kendini arındırma yöntemidir. Bu yöntemi Joe Vitale’in kitabı “Zero Limit” aracılığı ile batı dünyasına tanıtan ve meşhur eden kişi Dr. Ihaleakala Hew Len oldu. Doktorasını Iowa Üniversitesi’nde yapmış olan Dr. Ihaleakala Hew Len, uzun yıllar Havai Devlet Hastanesi’nin suç işleyen akıl hastaları ile ilgilenen adli biriminde uzman psikolog olarak çalışmış. Hastalarıyla elde ettiği mucizevi sonuçlar çok ilgi çekmiş. Kullandığı yöntemler öyle etkiliymiş ki zamanla yatan hastaların tümü taburcu edilmiş, sonunda dört yıl içinde birim kapatılmış. Dr. Len’in kullandığı bu yöntem, 1982 Kasım’ından beri güncelleştirilmiş Ho’oponopono uygulaması yapan Hawaiili şaman Morrnah Nalamaku Simeona sayesinde ortaya çıkmış. Tüm dünyada bu yönteme ün kazandıran, öğrencisi Dr. Ihaleakala Hew Len ve Joe Vitale oldu.

Şimdi çalışmaya geçelim:

1) Kendimi engellenmiş ve sınırlanmış hissetmeme yol açan içimde bana aileme atalarıma ait her ne varsa her ne oluyorsa hepsi bütün zamanlarda, bütün boyutlarda, bütün evrenlerde temizlenip arınıp şifalanıp sıfır noktasına ulaşana kadar andan ana ho’oponopono “

Seni seviyorum

Özür dilerim

Lütfen beni affet

Teşekkür ederim.

Niyeti bir kere 4 cümleyi istediğiniz kadar kendinizi rahatlamış hissedene kadar tekrar edebilirsiniz.

2) Kalbimdeki gerçek isteklerimi ve beni nelerin mutlu edeceğini fark etmemi, algılamamı engelleyen içimde bana aileme atalarıma ait her ne varsa her ne oluyorsa hepsi bütün zamanlarda, bütün boyutlarda, bütün evrenlerde temizlenip arınıp şifalanıp sıfır noktasına ulaşana kadar andan ana ho’oponopono”

Seni Seviyorum

Özür Dilerim

Lütfen Beni Affet

Teşekkür Ederim

Niyeti bir kere 4 cümleyi istediğiniz kadar kendinizi rahatlamış hissedene kadar tekrar edebilirsiniz.

3) Bırakmam gereken, geçmişe ait olan ve gelecekte benim iyiliğime hizmet etmeyecek bütün eski düşünce kalıplarımla sevgiyle vedalaşmayı seçiyorum. Bu düşünce kalıplarıma içimde hala tutunan, ihtiyaç duyan ve bırakmak istemeyen bana aileme atalarıma ait herşey bütün zamanlarda, bütün boyutlarda, bütün evrenlerde temizlenip arınıp şifalanıp sıfır noktasına ulaşana kadar andan ana ho’oponopono”

Seni Seviyorum

Özür Dilerim

Lütfen Beni Affet

Teşekkür Ederim

Niyeti bir kere 4 cümleyi istediğiniz kadar kendinizi rahatlamış hissedene kadar tekrar edebilirsiniz.

4) Erteleme alışkanlığımı yaratan, sürdüren, onay veren ve kabul eden içimde bana aileme atalarıma ait her ne varsa her ne oluyorsa bütün zamanlarda bütün boyutlarda bütün evrenlerde temizlenip arınıp şifalanıp sıfır noktasına ulaşana kadar andan ana ho’oponopono

Seni Seviyorum

Özür Dilerim

Lütfen Beni Affet

Teşekkür Ederim.

Niyeti bir kere 4 cümleyi istediğiniz kadar kendinizi rahatlamış hissedene kadar tekrar edebilirsiniz.

Kaynak: Dr.Ihaleakala Hew Len ve Berna Özcan

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla!..
Nurgül AYABAKAN

GÜNÜN MESAJI

Bazı insanlar etrafında çok insan olmasını ister. Onunla mutlu olur sevildiğini sanır. İşte burada kendine sorması gerekir, “Ben sevilmek ve beğenilmek mi istiyorum, bağımlı mıyım?”

 

Bazı insanlar sevilme ihtiyacı ve kendi menfaati için karşısındakinin yanlış davranışlarına göz yumar, hatalarını söylemez. Aram bozulursa arkadaşsız kalırım veya yaptığım işi devam ettiremem, diye gerçekleri söylemekten kaçınır. Bu maskeli tutumla kendi özsaygısını kaybedip özünden uzaklaşır. Hâlbuki insan öz saygısını kaybettiğinde etrafında binlerce arkadaş olsa neye faydası olur ki?

 

Oysa hayattaki asıl başarı, insanın kendiyle barışması, kendiyle yetinerek mutlu ve huzurlu olmasıdır.

 

Kendinizle barışık iseniz maskelere ihtiyacınız yoktur, hele kendi menfaatiniz için başkaların yanlışlarını örtbas etmeye hiç.

 

Çünkü insan tam olarak kendiyle barıştığında etrafında da her şeyin gerçeğini ister; menfaat üzerine kurulmamış gerçek sevgi, menfaatçi olmayan insanlar…

 

Siz manolya olarak doğmuşsanız lale olmaya çalışmayın. Sadece manolyanın en iyisi olmaya çalışın. Lale olmak isterseniz kendi özünüzü kaybettim, maskeleri takmak zorunda kalırsınız. 

Farkındalık, uyanış ve aydınlanma…

 

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN

RUHSAL HAYVAN REHBERLERİ

İnsanın, hayvanlarla günlük yaşamdaki iletişiminin yanı sıra ruhsal iletişimi de vardır. İnsan dünyaya geldiği andan itibaren birçok hayvanla iletişim hâlinde olur, bazıları bunu bilinçli olarak bazıları ise bilinçdışı olarak yapar. Bu iletişim, insanın dünyadaki ruhsal yolculuğu esnasında erk (ruhsal) hayvanların rehberlik yapmasıdır. Tabii bu rehberliği bilmeye ilişkin en önemli nokta, onu fark etmektir. Erk (ruh) hayvanları bir yol gösterici olarak hep yanımızdadır ve mesajlar verir.

Erk hayvanlardan rehberlik almak Şamanizm öğretisinde yer alan bir uygulamadır. Özellikle şifalandırmada erk hayvanlardan rehberlik alınır. Şaman öğretisine göre, her insanın hayatı boyunca sürekli rehberlik alabileceği birden fazla erk hayvanı vardır.

Geçen sene Şamanizmin merkezi sayılan güney ve orta Sibirya’ya seyahatimde şamanların en az 1 erk hayvanı ile şifalandırmak için rehberlik aldıklarını gördüm. Onlarla çalışma yaptım. Şamanların bu ruhsal hayvanlardan aldığı rehberlik, gerçek bir bilgeliktir.

Bir şaman iseniz bir veya daha fazla erk hayvanınız vardır. Bu erk hayvanlarınız meditasyon sırasında size gösterilir, onlarla bağlantı kurabilirsiniz. Benim kendi erk hayvanlarımla tanışmam 2014 yılında gerçekleşti. Meditasyonda kendilerini gösterip rehberlik etmeye başladılar. 

Erk hayvanları, hem kendinizi hem de diğer canlıları şifalandırmakta nasıl bir yol izleyeceğinize rehberlik eder. Kişisel hayvan rehberiniz sizi korur, size güç verir, zor durumlarda size çıkışı gösterir ve bilgeliğini size aktarır.

2015 ve 2016 yılında Güney Afrikalıdan şaman eğitimleri aldığım sırada, hayvan rehberlerimde yanımdadırlar. Bu erk hayvan rehberlerim her zaman rehberlik yaparlar.  

Şaman olduğunuzda bu erk hayvanlarla çok kuvvetli bir bağlantı kurup onlardan sürekli mesaj alırsınız. Hem kendiniz hem de başkaları için onlardan rehberlik alırsınız. Yapacağınız şifa çalışmalarında bu hayvanlardan yararlanabilirsiniz. Sürekli iletişim hâlinde olursunuz. Nasıl ki bir gazete veya televizyon vasıtasıyla iletişim kurup haber alıyorsanız bu erk hayvanlarla da her gün iletişim kurup haberleri alırsınız.

Rehberiniz olan kendi erk hayvanınızı tespit etmenin çeşitli yöntemleri vardır: Şamanik rehberlik alma, yüksek benlik bağlantısı, rüyalarınızda görme, sık sık karşınıza çıktığına şahit olma gibi çeşitli deneyimlerle şaman hayvan rehberinizle tanışabilirsiniz. Özellikle meditasyon yaptığınız zaman gerçekten tanışmak istediğinizde görürsünüz. Derin bir odaklanma ve sabır gerektiren bu yöntem, içsel benliğinizle bağlantı kurmanıza ve daha iyi bir anlayışla yola çıkmanıza yardımcı olabilir.

Şaman iseniz ister istemez kendilerini gösterirler.

Gerçek olarak size gün içinde hep görünürler ve duru görü ile siz bunları görürsünüz, duru biliş ve duru işitti almanız gereken mesajları alırsınız.

Aşağıda bu hayvanlardan bazılarının özellikleri ve size verdiği dersler incelenecektir. Ancak sizin rehber hayvanınız başka bir hayvan olarak karşınıza çıkarsa bu hayvanın özellikleri ile ilgili araştırma yapmanız, neyi sembolize ettiğini, yaşam şeklini öğrenmeniz ve onunla bağlantıya geçmeniz gerekecektir.

Ayrıca dönemsel olarak size rehberlik yapan hayvanlar da vardır. Burada rehber hayvan o dönem için size mesajlar verecektir.

Eğer tam olarak öğrenmek isterseniz Maya Astrolojisi ile ruhsal hayvanlarınızı öğrenebilirsiniz.

Bu arada bu ruhsal hayvanlarınızla kuracağınız bağlantı esnasında herhangi bir korkunuzun olmaması gerekir. Çünkü o anda karşınızda simsiyah bir jaguar görünebilir, bir yılan görünebilir. Önemli olan sizin hazır olmanızdır. Bir diğer önemli konu da meselelere mantık ile bakarsanız o zaman ruhsal hayvan rehberlerinizden o mesajları alamazsınız; görünmezler.

Şimdi bu ruhsal hayvan rehberlerin tek tek hangi konuda rehberlik ettiğini sizinle paylaşacağım.

Birkaç kaynaktan yararlanarak (ilgili kaynakların linkini aşağıda bulabilirsiniz) paylaşacağım erk (ruhsal) hayvan rehberlerin ilki jaguar.

JAGUAR

Jaguar, liderliği, bilgeliği ve doğuştan gelen becerilerin akıllıca kullanımını temsil eden Aztek ve Maya sembolizminin ayrılmaz bir parçasıydı. Şamanlar, kötülüğe karşı bir koruyucu olarak Jaguar güvendiler. Jaguar’ın anaç, zarif ve besleyici yönleri ve söndürülemez bir iç ateşi vardı. Kabileler, Jaguar’ın istediğini elde etmek için plan yapmasına ve niyetini kullanmasına saygı duyuyorlardı. Burada, Jaguar dört element ile insan bağlantısını korur ve sağlam bir temel sağlar. Verimli, dengelidir ve yaratılışın her köşesini doyurur. Jaguar’ı rehber olarak kullandığımızda, bu enerji kişisel ve ruhsal gelişimimizi hızla hızlandırır. Siyah Jaguar güçlü ve pozitif bir enerjiye sahiptir. Karanlık hissettiğimizde veya hayat özellikle karanlık göründüğünde ortaya çıksa bile, bize tünelin sonunda her zaman ışık olduğunu hatırlatmak için gelir. Onun rolü, aynı yönde ilerlemeye devam etmemizi ve içgüdülerimize güvenmemizi teşvik etmektir. Esasen, korkularımızla yüzleştiğimizde, bilinçli yaratıma giden yolu temizlemiş oluruz, karanlığımızın farkında oluruz ve arzularımızı bilinçli olarak yeniden yönlendirebiliriz. Yani, yargılanma korkusu olmadan arzularımızı serbest bırakabiliriz. Daha da güçlüsü, enerjimizi serbest bırakırız, şimdiki anda harekete geçeriz ve geleceğin kendi kendine bakmasına izin vermeyi öğreniriz! Jaguar dürüst, açık sözlü ve otantiktir. Mesajda hiçbir yumuşama yoktur. Jaguar, sade, gerçekçi tavsiyeler ve iç görülerle doğrudan vurur. Jaguar Fırsatları görmenize ve akıllıca davranmanıza yardımcı olmasını isteyin. Bazen fırsatlar seni geçer ama sen bu fırsatı kaçırmazsın. Jaguar, size yardımcı olur ve alçalan güçlü enerjilere farkında olmanızı öğretir. Jaguar’ın Ruhu size söz veriyor; eğer günlük yaşamınızda dürüst davranırsanız, Jaguar, size Beşinci Boyutun değerlerini öğretmek için hayatınıza girer. Dünyada gizli şeyleri gösterir. Yalnız dolaşan, avını izleyip pusuya düşüren bir avcıdır ve avını seçerken fırsatçı davranır. Güç ve gizemin sembolüdür. Ayrıca cesareti ve içsel gücü temsil eder. Şamanlar, içsel güçlerini keşfetme ve kendi karanlık yönleriyle yüzleşme yolculuğunda kullanırlar. Kendini saklamayı seven Jaguar genellikle insanlara uzak olmayı sever.

Bu uzaklık sayesinde Jaguar aurasındaki manevi alanı korur.

Kendi içindeki çatışmaları çözen bir Jaguar, ilahi planın bir saat gibi çalışmasını sağlar ve başarısının yanı sıra mütevazılığını da korur.

Jaguar gece görüşü son derece yüksek bir hayvandır.

Geceyi bilinmeyen olarak nitelendirirsek Jaguar gününde doğan biri de diğer insanların görmediklerini görebilme yeteneğine sahiptir.

Kişilik: Ağzı sıkı, hassas ve zekidir. Maneviyatla ilgilidir. Saldırgan olmakla birlikte doğrudan cephe almaktan kaçınır.

Jaguar Sembolik Anlamları Anahtar

Farkındalık, İçgüdüler, Çeviklik, Kuvvet, Kaçınma, Denge, Güzellik, Anlaşmazlık, Karanlığı Kucaklamak, Lütuf, Topraklama, Bilgi ve İç Bilgelik, Güç ve Hız, Özgüven, Gölge Benlik, Yetenek, Kuvvet, Cesaret, Gençleşme, Bağımsızlık ve Bireysellik, Şifacı

Aksiyon Planı: Başarının tevazu ile dengelenmesi.

Anahtar anlam: Maneviyatı, derin sezgileri ve kamufle olmayı sever.

Kutup yönü: Kuzey

Kaynaklar

https://whatismyspiritanimal.com

https://mayaburcum.com/ (maya astrolojisi)

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN

 

İNSANIN KENDİNİ YENMESİ EN BÜYÜK ZAFERDİR

Sevgili okuyucularım, bu ayki kitap paylaşımım ismi “İnsanın Kendini Yenmesi En Büyük Zaferdir”

Bu kitabın yazarı olan; Platon, Antik Yunan filozoflarından biridir. M.Ö. 427-347 yılları arasında yaşamıştır. Aristoteles’in hocası olan Platon, felsefe tarihine derin izler bırakmıştır. Platon’un felsefesi, Batı dünyasının felsefi ve bilimsel düşüncesini derinden etkilemiştir. “İdealar Kuramı” olarak bilinen düşünce yapısı, gerçeklik anlayışını ve bilgiyi şekillendirmiştir. Matematik, astronomi ve bilim tarihi alanlarında da etkileri bulunmaktadır. Platon’un en ünlü görüşlerinden biri, “idealar kuramı”dır. Gerçekliğin ardında var olan ideal formların olduğunu ve bunların duyularla algılanan dünyadaki somut şeylerden daha gerçek olduğunu savunmuştur. Örneğin, güzellik, iyilik gibi kavramların asıl varoluşunun “idealar” dünyasında olduğuna inanmıştır.

Şimdi kitaptan bir bölümü sizlerle paylaşıyorum.

“…

Önce kendini sev, sonra başkalarını

Karşı tarafı sevmemizin gerçek nedeni nedir? Onu, sadece olduğu kişi olmasından dolayı mı seviyoruz yoksa olmasının istediğimiz kişi olacağına duyduğumuz güçlü bir umut mu bu sahte sevgimizin kaynağı? Peki, insan bir başkasını sadece kendisi olduğu için sevebilir mi?

Daha kendini tanıyıp kim olduğunu ne olduğunu, ne için bu dünyada var olduğunu anlayamamış olan birinin aşkı da, yapacağı evliliği ve yürüteceği işi de zayıf temeller üzerine kurulmuş olur.

İçinde bulunduğumuz toplumun ne düzeyde ve neye eğilimli olduğu, eksikliğini duyduğu şeye göre şekillenir. Eğer insanlar sahte ahlaki duygularla ahlaklı olduklarına, yalan olan doğrularıyla iyi olduklarına ikna olurlarsa bunların doğrusunun peşine düşmez, zaten ahlaklı ve iyi olduklarını zannederler.

Göz sadece güzeli görür. Kimisi onu gördüğünde hazza teslim olup ona sahip olmaya çalışırken, kimisi de onu gördüğünde hakikatin bilgisini hatırlayıp ürperir”

Peki, güzel olanı gördüğünde kimisinin hakikat olanı hatırlaması kimisinin de hazza teslim olup ona sahip olmaya çalışması neye göre belirlenir? İşte burada da yine kendini tanıma ölçütü devreye girer. Kendimizi tanıdığımız oranda hakikate yaklaşır, kendimize yabancı olduğumuz kadarıyla hakikatten uzaklaşırız. Dünyada ki herkes kendini gerçekten tanısaydı, herkes ve her şey gibi kendisinin de bu doğanın bir parçası ve misafiri olduğunu idrak etseydi, sevdiği kişi ondan ayrılmak istediğinde onu eve hapsetmek ya da çok daha kötüsü onun hayatına son vermek istemedi. O kişinin de doğanın bir parçası olduğunu, istese de hiçbir şeyden ayrı olamayacağını, ezelden ebediyete kadar aynı kabın içinde harmanlanacaklarını bilseydi herhangi birinden uzak kalmaktan endişe duyup kıskançlık krizleri yaşamazdı. Ya da bu dünyada zaten hiçbir şeye sahip olunamayacağını gerçekten anlasaydı, eşine, işine ve evine sahip olmaya, onlardan ayrı düştüğü için hem kendini hem de sevdim dediği insanı perişan etmeye kalkışmazdı.

Platon’a göre insan kendinde olmayanı sevmeye eğilimlidir. Kimde ne eksikse hayatının merkezine koyduğu şey de odur.

Platon’a göre gerçek aşk ancak gerçek olanla açığa çıkabilirdi. Ona göre gerçek olanı sevmeli ve ona aşık olunmalıydı. Gerçek olan ise hakikatin bilgisiydi. Zaten gerçek olmayan ve aslında birer yanılsamadan ibaret olan duygularımızla ne gerçekten sevebilir ne de aşık olabiliriz. Çünkü ona göre aşkın önkoşulu kendini bilmek, tanımak ve sevmekten geçiyordu.

Önce kendimizi sevelim ki başkalarını sevebilme için bizi yanıltacak olan tutkularımıza kanmayalım.

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN