İÇTEN BİR GÜLÜMSEME ÇOK ŞEY KAZANDIRIR

 

İçten bir gülümseme, sevgi dolu bir yüreğin gözlerden yansımasıdır.
İçten bir gülümseme, kendimi ve sizleri seviyorum demektir.
İçten bir gülümseme, ben mutluyum ve sizinde mutlu olmanızı istiyorum demektir.
İçten bir gülümseme, verilebilecek en ucuz fakat en değerli armağandır.
İçten bir gülümseme, ona hasret kalanların ilacıdır.
İçten bir gülümseme, gönüller arasına sevgiden inşa edilmiş köprüdür.
İçten bir gülümseme, insanın ruhunda açan çiçeklerin evrene sunulmasıdır.
İçten bir gülümseme, içimde karanlığa yer yok demektir.
İçten bir gülümseme, anı yaşayarak aydınlanmaktır.
İçten bir gülümseme, paranın satın alamayacağı kadar büyük bir güce sahip olmaktır.
İçten bir gülümseme, hem kendimize hem evrene yapılan en büyük hizmettir.
ALINTI
Yaşamın zorlukları karşısında küçük sevinçler yaratabilmektir gülümsemek.
İnsanların arasındaki en büyük iletişimlerinde biri de içten gülümsemedir.
Bir tebessüm, birçok şey anlatır.İçinde yüklü olan anlam ve hisler karşı tarafa doğru akar. Yüzümüzde ki gülümseme içimizi dışa yansıtan bir ayna gibidir. Güler yüz ilişki ve iletişimlerimizin anahtarıdır ve tüm kalp kapılarını da açar. Karşınızdaki kişiyi fark ettiğinizin, onu önemsediğinizin, sevgi ve saygı beslediğinizin göstergesidir. Taşı suya attığımızda yayılan dalga gibidir, yüzden yüze gönülden gönülden gönüle. Peki, hiç düşündünüz mü bir gülümseme bizler için neler ifade edebilir?
Ruh güzelliğinizin en çekici belirtisi hiç şüphesiz gülümsemedir. Duygulardaki rahatlığın ve mutluluğun sevimli bir ifadesidir. O gülümsemenin en çirkin çehreleri bile güzel gösterebilecek sihirli bir kudreti vardır. Birde gözlerimize yansıtabiliyorsak yüreğimizdeki gülümsemeyi… Gözlerimiz, sözlerimiz ve dudaklarımızda çıkan her sözcük gülümsesin..
Gülümsemek, insanın o an içinde gelen ve mutluluk dolu duyguların dışa yansımasıdır. Bir gülümsemenin neler yapabileceğini düşünün. Bunu düşünmek bile bir tebessüm getirdi değil mi?
Ayrıca da gülümseme sosyal ve psikolojik sağlığın en önemli belirtisidir. Gülümseme hem kişinin vücut kimyasına hem de ilişkilerinin yapısına nüfuz eden bir şifa kaynağıdır. Gülümseyen kişinin üzerindeki stres azalır. Hem gülümseyen hem de gülümsenen kişiler bu süreç içerisin de gerilimlerinden uzaklaşır.
Gülümsemek ciğerlerimizi genişletir. Vücudunuzdaki kasları esnetir ve öz dengeyi uyarmaya yarar. Bu vücudumuza egzersiz yapmış gibi fayda sağlar ve oksijen alımımızı destekler. Gülümseme duygularınızı serbest bırakmanızı sağlamaktadır. İçimizde de tuttuğumuz duyguları serbest bırakmanın en iyi yolu iyi bir kahkaha atmaktan geçer.
Gülümsemek insanların bize yaklaşmasına izin verir. Gülümsediğimiz zaman başkalarıyla daha kolay iletişime geçebilir ve daha çok eğlenebiliriz.
Sonuç olarak bir gülümseme insana hiç bir şeye mal olmaz. Fakat çok şey kazandırır…
Şöyle içten bir gülümsemek. Hem kendi ışığımızı hem de evrenin ışığını yükseltin…

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN

 

KİBİR

 
Kendini beğenmiş bir gramer (nahiv) bilgini, boğazdan karşıya geçmek için bir kayık kiraladı ve kurumla oturdu yerine.
Kayıkçı, olgun ve alçak gönüllü bir insandı. Hiç ses çıkarmadan küreklere asılıyor, yolcusunu sağ salim karşıya geçirmek ve üç beş kuruş kazanmak istiyordu.
Denizin orta yerine geldikleri sırada Bilgin küçümser bir eda içinde sordu:
-Sen hiç gramer okudun mu?… dil biliminden anlar mısın?
Kayıkçı:
-Hayır efendim dedi, ben cahil bir kayıkçıyım, dediğiniz şeylerden hiç anlamam.
-Vah vah dedi Bilgin, ömrünün yarısı boşa geçmiş!…
Böyle bir süre ilerledikten sonra rüzgar şiddetini artırmaya, dalgalar büyümeye başladı. Denizde fırtına çıkmış, Bilgin korkmaya başlamıştı.
Kayıkçı olağanüstü bir güçle kurtulmaya, sağ salim karşı kıyıya geçmeye çalışıyordu. Gördü ki artık  kurtuluş ümidi yok, Bilgine dönüp sordu:
-Efendim, yüzme bilir misiniz?
Bilgin:
-Ne yazık ki bilmiyorum diye inledi.
O zaman kayıkçı:
-Vah vah dedi, şimdi ömrünün hepsi boşa gidecek! Keşke gramer bileceğinize benim gibi yüzme bilseydiniz de canınızı kurtarsaydınız.
 (Hz. Mevlana-Mesnevi’de Geçen Hikayeler Kitabından)

İnsan-i Kamil olmanın yollarından bir tanesinde kibirli olmamaktır.
Kibir her zaman sevmeyi ve sevilmeyi engelleyen en önemli sebeplerden biridir. Çevremize baktığımızda kibirli insanların nasıl düşündüklerini, konuşmalarını, bakışlarını ve davranışlarını hep bir alaycı ve küçümseme içinde olduklarını gözlemleyebiliyoruz. Aynı zamanda insanların eğitimlerini, okuduğu okulları, mesleğini, zekasını, diksiyonunu, oturduğu semti, kıyafetini, bilgisini, vb. yıkıcı bir eleştirmek ve yargılama içinde olurlar. Alaycı ve küçümseme davranışında bulunan insan nasıl sevgiden söz edebilir?
Kabul ve sevgiyle artmak dileğiyle…
Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN

BEN HAYATI NASIL YAŞIYORUM

 
Hayattan ne bekliyorsak önce biz onu hayata vermeliyiz…
 
Aslında hayat bizde başlıyor.
 
Kendime sorduğumda hayatı nasıl yaşıyorum ki, hayat bana ne veriyor?
 
Hayatı yaşarken hayat bana mutluluk mu yoksa mutsuzluk mu veriyor? İnsanlar bana mutluluk mu veriyorlar yoksa mutsuzluk mu? Bunların hepsi benim kendim için ve tüm canlılar için ektiğim tohumlarla ilgili…
 
İçime baktığımda bütün canlılara beslediğim duygular iyi mi, kötü mü?
 
Zihnimden ve kalbimden bütün canlılara geçen düşünceler iyi mi, kötü mü?
 
Sergilediğim davranışlar iyi mi, kötü mü?
 
Ağzımdan çıkan sözler, cümleler, kelimeler iyi mi, kötü mü?

Hayatı korkularımla mı? Yoksa Sevgi ve Işık ile mi yaşıyorum?
Hayatı yaşarken kendimi geliştirip, her gün bir bilgi mi katıyorum ? Yoksa insanlar hakkında konuşup ne yapıyor, ne yiyor, ne içiyor vb. bunlarla konuşarak mı geçiyor?
Yaptığım iyilikleri, kendi egom için mi veya gösteriş için mi yapıyorum yoksa hiç beklenti ve menfaat olmadan yaptığım iyilikler mi?
 
Yaşayacağım her olumsuz bir olayı ve kişileri dersim olarak görüp şikayet etmeden o sınavdan geçmek için ne yapmalıyım diye bir çaba sarf ediyor muyum? Yoksa kendimi ve başkalarını suçlayıp, yargılayıp, şikayet ederek tekrar aynı sınavı mı yaşıyorum?
Hayatı şükrederek mi yaşamaktan yoksa hep şikayet ederek mi yaşamaktan yanayım?
İnsanlara içtenlikle (doğal) olarak mı yanaşıyorum yoksa bir maske takıp kendimi farklı olarak gösterip öyle mi yanaşıyorum? Ya da kendi menfaatim için mi yanaşıyorum?
Hatalarımı ve egomu fark edip yüzleşiyor muyum? Olumlu yönde değişim ve dönüşüm yapıyor muyum? Yoksa bunları örtbas mı ediyorum?
Hayata pozitif enerji mi gönderiyorum yoksa negatif mi?
Hayata iyimser mi yoksa karamsar mı bakıyorum?
Hayatı yaşarken insanların yüzüne gülüp sonra onlar hakkında dedikodu mu yapıyorum?
Hayatı sırf kendim için mi yaşıyorum yoksa dünya ya sevgi ve ışık vermek mi?
Hayatı yaşarken öncelikli olarak dünyevi mi yoksa maneviyat mı?
Bu tercihler sonrasında hayat bana yaşamam gerekeni veriyor. Yoksa insanların bana “iyi” demesi veya “kötü” olarak nitelemesi için hayatı yaşamıyorum. Aynı şekilde insanların beni sevmesi ya da beni sevmemesi ile hayatı yaşamıyorum. Ya da insanların beni beğenmesi ve alkışlaması ile yaşamıyorum. Hayattaki mutluluk, içimde beslediğim iyi ve kötü tohum ile oluyor. Kısacası hayata ne beslersem onu veriyor.
Hayat çok güzel ! 
Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
 

GÜNÜN MESAJI

 

 

İçinin derinliklerinde ne varsa, dışarı da o yansır. İçinden düzen, uyum, güzellik ve huzur varsa, bu yaptığın, söylediğin ve düşündüğün her şeye yansır. Oysa eğer içinde kargaşa, düzensizlik ve uyumsuzluk varsa, bu saklanamaz ve tüm yaşamına ve yaşantına da yansır. Değişim gerçekleştiğinde, bu içeriden başlayıp ondan sonra dışarı yayılmak durumundadır. İşte o zaman kalıcı olur ve hiçbir şey onun dengesini bozamaz. Öylece oturup yaşamının değişmesini bekleme; harekete geç ve bunun için bir şeyler yap. Hemen şimdi işe kendi içsel düzeyinle ilgili çalışmaya başlayarak koyulabilirsen. Başka birinin değişmesini beklemene gerek yok; daha fazla ertelemeden kendi değişimini gerçekleştirebilirsin. Bunun için engellemeler olmadan bir şeyler yapabildiğin için sonsuz şükran duy. Eğer engellemeler varsa, bunlar senin içindedir; o nedenle bunlar için bir şeyler yapacak olan da sensin.
Eileen CADDY (İçimizdeki Kapıları Açmak)
Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül Ayabakan

BAĞIŞIKLIĞIMIZI GÜÇLENDİREBİLMEK

 

 
Hint edebiyatında meşhur bir öykü vardır. Chandragupt adlı iyi bir öğrenciye, Bilge Rehberi Chanakhya tarafından her gün içmesi için bir nektar verilir. Bir başka öğrenci Chandragupt’ a, her gün içtiği o nektarın ne olduğunu sorduğunda, “Bilmiyorum, ben Rehber’ imi sorgulamam, o ne yaparsa benim iyiliğim içindir”diye yanıtlar. Yine de verilen nektarın içinde ne olduğunu sormaya karar verir.  Rehberi de ona her gün küçük dozda zehir verdiğini söyler.  Chandragupt birden haykırır, “ama Guruji, hayatımı istediğinde sana adadığımı biliyorsun”.  Guru Chanakhya yanıtlar; “Ben senin liyakatinden eminim, buna kuşku yok. Eğer sana kılıçla saldıran olursa, her savaşı kazanabilirsin ancak seni birisi zehirlerse ne olur? Kendini buna karşı nasıl savunacaksın? Ben sana her gün biraz zehir veriyorum ki, böylece bedeninde bağışıklık gelişsin, sen de kendini zehre karşı savunabilesin”

Biz her gün hangi zehirleri alıyoruz? Hırs ve öfkeye, olumsuzluk ve nefrete kapıldığımızda, bu zehirler bizim için iyi midir? Bunlar, bizi bunların daha fazlasına eğilimli mi yapar yoksa bunlara daha bağışık kazanmamızı mı sağlar?

 

Bizim ve başkalarının acı çekmesine, üzülmesine ya da kaygılanmasına neden olan, etkisine kapıldığımız her duygu, bunların birer zehir damlası olduğunu idrak etmemize yarayabilir.  Onlardan neyi öğrenmemiz gerektiğine dair bir işaret olup daha akıllı, daha bilge hale gelmemizi sağlayabilirler.  Bu şekilde, bu zehirli düşünce ve tutumlar içimizde rahatsızlık yaratmaz, tersine gücün ve bağışıklığın temeli olan yeni keşifler haline gelebilirler. 
Eğer biz de Guru Chanakya’nın mantığını izlersek, aslında onların bizi öldürmelerine izin vermek yerine, biz de bu zehirlere karşı antikorlar üretebiliriz. Özetle, her olumsuz deneyim, eğer bizi daha yüksek bilinç seviyesine taşıyorsa, değerlidir. Çünkü ne istemediğimiz bilerek, ne istediğimizi bilir hale geliriz. 

 

Bedenin bağışıklığını güçlendirmek için, günlük olarak gıda takviyeleri alıyoruz. Özümüzün bağışıklığını inşa etmek için ne alıyoruz? Ruhumuz için hangi vitamin ve mineralleri almamız gerekir?  Meditasyon yaptığımız sürece, kendimizle sessiz zaman geçirdikçe ve olumlu düşünme alıştırmaları yaptıkça, bunlar bağışıklığımızı güçlendirici takviyeler halini alır. Diğer bir değişle, ruhun eksikliklerini tamamlarlar. Doğru düşünceler yaratmamızda, doğru kararlar almamızda ve doğru şekilde davranmamıza yardım ederler. 
Koruyucu önlem almak, her zaman için tedaviden daha iyidir. Zayıflıklarımızı ve güçlü yönlerimizi bilmemiz için, kendimizle zaman geçirelim. Kendimize zaman ayırmadığımızda, seslerin ve eylemlerin içinde kendimizi kaybederiz. Kendi içimizden gelen sesi bile duyamayız. Gerçekten ne istediğimizi bilemez ve alışkın olduğumuz rutinleri uygulamaya devam ederiz. Yarattığımız bakış açıları bizi ele geçirir, özgür olamaz ve değişemeyiz. Ve bu da muhtemelen sağlıklı değildir. 
Biraz sessizliği ve kendinizi her şeyden ayırmayı deneyin ve ne olduğunu gözlemleyin. 

 

Çünkü ne istediğimizi bilmemiz, ne istemediğimizi bilmekten geçer.

Derler ki, bağışıklık sistemimizin büyük bir kısmında beslenmemiz rol oynar. Aynı şekilde, düşüncelerimizi de günlük olarak nasıl beslediğimiz, nasıl hissedeceğimiz hakkında büyük rol oynar. Eğer bir gün huysuzsam, ya da bir gün mutlu, öbür gün mutsuzsam o zaman, zihin durumumu etkiledikleri için kesinlikle, düşüncelerimin niteliğini gözden geçirmeliyim. Bu şekilde düşüncelerimizin sürekli olarak saf, olumlu, güçlü ve yapıcı olduğundan emin olabilir, böylece ruhun içsel kaslarını yapılandırabiliriz. Bu bizi güçlü ve esnek kılar. 
Bağışıklığı geliştirmek, sürekli gayret gerektirir. Sadece bir gün C vitamini alıp, etkisinin bütün kış boyunca sürmesini umamazsınız. Zehirli düşüncelerin, farkındalığımızın arasına sızmasına izin vermemek için, tedbirli ve uyanık olmaya ihtiyacımız var. Yeterince uyumak, dinlenmek ve zamanı yavaşlatmak da bağışıklığı güçlendirir. Kendinize daha az stres yaşatmanın yollarını yaratın. Bırakmayı ve yaşamla birlikte akmayı öğrenin. 
İçsel bağışıklığımızı güçlendirirken, içsel uyum, içsel kararlılık ve denge halini yaymaya başlarız. Bunun anlamı, içimizde dengelenmemiz ve bu nedenle dışarıdan gelen stres kaynaklarıyla daha iyi baş edebilmemizdir. Ruhsal seviyede, yaşamın iniş çıkışlarına aldırmaksızın, her zaman daha fazla mutlu ve hafif kalabilmemizdir. Zehirli düşünceler, sözler ve eylemler artık sistemde varlık göstermezler, bizi de etkileyemezler. Onun yerine, bu tür düşünceleri nazik ve sevecen düşünce ve tutumlara doğru dönüştürebiliriz. 
Zehirden arınmak ve içsel bağışıklığı geliştirmek için, her gün bir doz dikkat göstermenin… Şimdi tam zamanıdır!  İçsel bir dayanıklılık ve iyileşme ile birlikte sağlıklı ve mutlu bir bakış açısı yaratacağı için, ne kadar emek verirsek verelim, buna değer.

Aruna LADVA

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN

3 FARKLI BİLİNÇ SEVİYESİ

 

 

 

 
3 Farklı bilinç seviyesini “koyun-karga-kartal” örneklemesi ile anlatmak istiyorum. Ne demişler, bir örnek bin kelimeden iyidir. Yüksek bilinçlilik, yüksek farkındalık yolundaki tekamül sürecinde bilinç düzeylerini (nefis mertebeleri, çakra seviyeleri bakımından) örnekleyelim.

Bu örnek yalnızca yaşam tarzları bakımından, bilinç düzeylerini örneklemek için verildiğinden, insanlarla, hayvanları özdeşleştirdiğim gibi bir yanlış anlaşılma oluşmasın.
Bu 3 cins yaşam tarzı;

1- Koyunlar

 

2- Kargalar

 

3-Kartallar’dır

 

KOYUNUN YAŞANTISI;
En kalabalık grup olan, koyun cinsi yaşamının belirti ve işaretleri şunlardır;
Koyunlar güdülmek gerektirirler.
Özgürlük korkulacak bir şeydir.
Kesin Kurallar ve inançlar olmalıdır.
Asla çitlerin (sınırların) dışına çıkılmamalıdır.
Asla çoban köpeklerine itiraz edilmemelidir.
Çobana saygı ve sevgi ile teslim olunmalıdır.
Tüm taraf edilmeler, din, dil, ırk, mezhep, takım, seviye, statü, bu grup için doğaldır.
Ben ve diğerleri ana düşüncedir ve diğerleri dedikleri ile rekabet gerektiği zannına ikna olmuşlardır.
Sadece bilinmesine izin verilen şeyleri bilebilirler. Öğrenme kabiliyetleri yok denecek kadar azdır.
Değişip gelişme farkındalığı yoktur.
Her şey kuralladır. Kural çiğnemek, sürüden dışlanma sebebidir.
Anne ve babadan başlamak üzere okul, arkadaş, haber, film tüm çevre sana, ortak bir program oluşturmuştur. Bu yazılıma (programa); ego, kişilik, karakter, nefis, benlik gibi istediğin adı takabilirsin. Tüm sosyal sistemler, koyun yaşam tarzını benimsetmek üzere konulur, Tüm tabelalar yaşamını egosuyla özdeşleştirmiş koyun için konulmuştur. Sürü psikolojisi devrededir, nede olsa, herkes yanılıyor değil ya? İdareciler koyun insan ister, okul koyun öğrenci sever. Özgür bir zihin, birey olmuştur. Birey sistem için daima sorundur. Bireye onu yönetmeyi talep edemezsin. Bu sebeple, ruhunu baskılayacak gündemler ve zor hayat şartları ile mücadele ettirilerek, içeride de değişime ve gelişime karşı bir ego, aleyhine çalışan bir kişisel bilinçaltı ile, hazinen olan vaktin elinden alınır. Sürüde olmak nede olsa güvende olmak demektir.

 

Koyunlar, “Beşeri bilinç” düzeyinde yaşarlar.
Bunca koyun arasından,
Bu sınırlı ve kurallı yaşamın dışında başka bir yaşam ihtimali var mı?
Sorusunu kendine sormaya cürret edebilen ve cesaret edip deneyebilen, karga olmuştur.

KARGANIN YAŞANTISI;
Karga uçar, koyunlardan daha uzak mesafeye yetişir ve görebilir. Koyunların hallerini yukarıdan görür onların sınırlı otlaklarını, sınırlı yaşantılarını tamamen idrak ederek şükür eder.
Kendinle gurur duyar, ayrıcalık görür.
Sistemi görmüştür ve gerekirse, lehine veya gerekirse koyunların aleyhine bir düzeye kadar kullanabilir.
Fakat kargalarda, sınırlı mesafe yükselebilirler ve bir reise ihtiyaç duyarlar.
Sürü yaşantısı, koyunlar gibi devam etmektedir.
Koyunlar asla kargaların nereleri gördüğünü idrak edemez.
Kargalar, ego yazılımının farkına varmış, fakat tam olarak mevcut yazılımdan kurtulamamışlardır. Tamamen içinde bulundukları duruma uyanamamış, geçici farkındalıklar yaşarlar.
Bu az sayıda kargadan sadece bir kaçı sürüden ayrılmaya cesaret eder. Onlarda kartal olmuştur.

 

KARTALIN YAŞANTISI;
En uzağı görendir. En yukarıda zirvede durur. Keskin bakışı ile kilometrekarelerce alanı bir anda görür.
Tüm kargaların ve koyunların yaşantıları boyunca edinecekleri menzillerini bir hamlede bilebilir, görebilir. Çünkü o hâkimdir.
Üzerinde bir hüküm kalmamıştır.
O, özgür olmuş özüne kavuşmuştur.
O, gönülde yaşamaktadır.
O, tüm ikilik ve sınırlardan sıyrılmıştır.
O, karga ve koyunlar tarafından asla idrak edilemez.
Onun görüş açısı, asla idrak edilemez.
Aşağıdakiler yukarıdakilerin halini ne kadar bilemiyorsa, tam tersine
Kartalda aşağıdakilerin haline o kadar muktedirdir.
O, yalnızdır, bireyselliği ile kendi sorumluluğunu üzerine almıştır.
Kişilerden Medet beklemez ya da arzularına yenik değildir.
Duygu ve düşünceleri bineğidir. Düşünce ve duyguların esaretinde kurtulmuştur.
Kartal, Programı tamamen çözmüş, kendisi ve çevresi için programdan çıkış yolları hazırlayan ve sunan kişi olmuştur. Onun kaynağı, 5 duyusal veriler değil, tamamen içinden, özünden yükselen bilmişliktir. O sürekli programlama yapar, etrafına ışık kaynağı olmuştur. Asaleti hakikatindendir.

 

Koyun beşerdir, beşer doğulur. Beşer, ancak insan adayıdır. Kartal ise, olunması gerekendir, tekamül etmiş ve özüne ermiş olan insandır. Kartal, varlığın tekamülünde etkin rol oynar. Kendi ve çevresi için, değişim ve gelişim sağlar. O varlıkta ayırım yapmadan kucak açar ve koşulsuzca sever. Bir kartal, gönüllere hitap eder, ruhlara dokunur.
 
ALINTI
Yaşanan her doğal afetlerden (depremler, hastalıklar, virüsler, kasırgalar, yangınlar vb.) insanların bir ders çıkarmasına ve insanlığı öğretti. Kısacası arınmaya ve uyanışa vesile olurlar. Her birey kendi farkındalığına varıp, arınıp ve uyanışa geçerse; egolardan, gölgelerden, karanlıktan böylece
ÖZ-SEVGİ ve ÖZ-IŞIĞI bulur.
 
Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN

KARMA YASASI (ALMA-VERME)

 

 
 


Ne doğrarsan aşına, o çıkar kaşığına.  Türk Atasözü

Karma, “ektiğini biçersin” ifadesi ile özetlenen evrensel bir yasadır. Karma Yasası veya Etki ve Tepki yasası olarak da adlandırılır. Albert Einstein’ın da doğruladığı gibi, her etkinin eşit ve karşıt bir tepkisi olduğunu keşfetmişti.  Bu prensibin yaşamın her alanını etkilediğini kendimize hatırlatmak da önemlidir. Karmanın, kelime anlamı ”eylem” demektir. Her an bize bir seçenek sunulur – iyi olanı ya da kötü olanı seçmek.., nazik ya da kaba olmak, sevgide veya egoda kalmak, sadeleştirmek ya da karmaşıklaştırmak ve benzeri birçok seçenek. Yani nasıl davrandığımıza bağlı olarak karşılığını alırız. Bu kadar basit! 
Ne verdiysem, karşılığında sadece onu alırım; eğer arpa ekip, buğday biçmemi bekleyemem! Bugün yaşadığımız hayat önceki eylemlerimizin bir sonucudur, yani dünkü eylemlerimiz… Ve bugün de, yarın da kısa zamanda geçmiş olacak! 

 

İnsanların yaptıkları eylemleri hiç kimse görmese bile – evrensel adalet sisteminin her zaman işlemekte olduğunu birçok kimseler tarafından idrak edilmiyor. Tohumu ekmek ile meyve hasadı arasında nasıl uzun bir ara varsa, sergilenen eylem ile sonuçların oluşması arasında da, o kadar uzun bir ara vardır. Bu nedenle, insan, hareketlerinin üzerinde yarattığı zararı göremez. İnsanın karması yaşamı boyunca onu daima takip eder. Karmalar sadece insanlar için geçerli değildir. Toplumlar ve ülkeler içinde geçerlidir. Geçmişte ne ekerse zaman gelince onu biçerler.

Karma bize bir seçeneğimiz olduğunu ve sorumlulukların da seçimlerle birlikte geldiğini öğretir. Ekilecek tüm tohumların bizim elimizde olduğunu öğretir. 

Zihnimize hükmeden biz ve bu sebeple aradığımız sonuçları yaratmayı seçebiliriz; Yaşamımızın her alanında, sevgi ve ışık dolu tohumlar ekmek. Sonra bu ekilen tohumların meyvelerini toplamak ve bizle birlikte etrafımıza bu güzel meyveleri sunmak… Ancak, bu meyveleri almak için sabırlı olmak gerekir. 

Karma bir verme ve alma yasasıdır. Sürekli almaya alışık kişiler, toplumlar ve ülkeler  – alma ve verme yasasına uygun değildir! Vermeden alırsak, yasayı çiğnemiş oluruz ve sonuçta hesabı yeniden dengeye getirmek için, kat be kat geri ödemek zorunda kalırız. Karma kayıt altına alınır ve dengelenir. Nihai hedef, her zaman alacaklı olmaktır, borçlu değil – ve bunun için, alıyor olmaktan çok veriyor olmam gerekir. 

Hiçbir kimse ve toplum karma hesabını kapatmadan yeni bir hesap açamaz! Bu hesap sürekli hayatta önüne gelir.

Pek çoğumuz kişisel kaynaklarımızı, boşa harcamanın saygı duymamakla eş anlamlı olduğunu bile anlamadan, kullanırız. Benzer şekilde kaynaklarımızı boşa harcadığımız da, onlarla hürmetsizliğin/değer bilmezliğin karma hesabını açarız. Ve hürmet etmediğimiz ve değer bilmediğimiz hiçbir şey bize hizmet etmez.

Sonuç olarak; İnsanlar kendi geleceğini kendi oluştururlar. 

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül Ayabakan

 

BIRAKMAMIZ GEREKENİ BIRAKMADAN, ÖZGÜRLEŞEMEYİZ

 

Konfüçyüs, kimi insanlara bir şey öğretmenin en iyi yolunun bunu örnekle göstermek olduğunu biliyordu. Bu yüzden sınıfın tam karşısına geçti. Eline bir vazo aldı, tüm öğrencilerin görebileceği şekilde vazoyu havada tuttu. Diğer elinde bir elma vardı. Öğrencilerin meraklı bakışları arasında, elmayı vazonun içine bıraktıktan sonra, vazoyu yere koydu ve şöyle dedi:

– “Elmayı vazo dan çıkarmayı başaran öğrenci, elmayı yiyebilir” Çocuklardan biri acıkmıştı, ilk o davrandı ve elini vazonun dar ağzından içeri soktu. Elmayı yakaladı, çıkarmayı çalışıyor, ama başaramıyordu.
-“Elimi çıkaramıyorum!” Konfüçyüs,
– “Elmayı sıkı sıkı tutmaktan vazgeçmediğin sürece, elini çıkarman mümkün olmayacaktır” dedi. Çocuk elmayı elinden bırakmak istemiyordu; ama sonunda zorunlu olarak bıraktı. Elini vazodan çıkardığında, yüzünde şaşkınlık okunuyordu.
– “Elmanın vazodan nasıl çıkarılabileceği konusunda sizin bir fikriniz var mı?”

Konfüçyüs, vazoyu yerden alıp ters çevirdi. Elma vazonun içinden yuvarlanıp avucunun içine düştü. Çocukların hepsi gülmeye başladı. Aslında o kadar basit bir şey diki bu!
Konfüçyüs; – “Fakat bu, göründüğü kadar basit değil”dedi.
Elmayı havada tutuyordu konuşurken.
– “Bazen bir şeyi gerektiğinde bırakabilmek, zor bir iştir. Onu bırakabilmek de bir beceridir. Eğer bir şeyi zorla tuttuğunuzda ulaşmak istediğiniz şeyi engellediğini görüyorsanız, o zaman onu özgür bırakmalısınız. Eğer yanlış bir şey yapıyorsanız, o zaman buna son vermelisiniz. Eğer kendinize ve başkalarına karşı dürüst davranmıyorsanız, bu hilekarlığı hemen durdurmalısınız. İşte, ancak o zaman hedefinize ulaşabilirsiniz.”

ALINTI
Konfüçyüs ’da dediği gibi, bir şeyi gerektiğinde bırakabilmeliyiz. Eğer bir şeyi zorla tutarsak, ulaşmak istediğimiz hedefleri engellemiş oluruz. Özgür ruh ve özgür irade hedefimize ulaşmamıza sağlar.
 
Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN

 

VEFALI BİR DOST ELİ

 
 
 “Yaşam gülmeyi, sevgi hak etmeyi, vefa unutmamayı, dostluk sadık kalmayı bilenler içindir” der Hz. Mevlana.
 
“Üstad’ın talebelerine, arkadaşlarına ve yakınlarına nasıl bir vefa gösterdiği malûm. Üstad sadece insanlara karşı değil, bunun ötesinde eşyalarına karşı da fevkalâde hassas ve duyarlıdır. Üstad’ın bu duyarlılığı vefa mesabesindedir.
Bir gün çay kaşığı kırılmış, tamir edilememişti. Yeni bir çay kaşığı alan talebesine “Kardeşim, sen biliyor musun? O kaşık benim kırk yıllık arkadaşımdı. Ben kaşığımı isterim, tamir ettir, getir” diyerek çay kaşığını hemen tamir ettir.
Bir başka günde tahta olan yemek kaşığı kırılır, işe yaramayacağı düşünülerek çöpe atılır. Üstad bunu öğrenince kaşığı çöpe atan talebesine kızarak “Bunu nasıl yaptın? Beni otuz yıllık arkadaşımdan nasıl ayırdın? O benim için çok kıymetlidir, derhal bul, getir” der. Ve tahta kaşık çöpten çıkartılıp, temizlenip sapı perçinlenerek hizmetine devam eder.”
 
Eski zamanlarda insanlar, insanı değil, kaşığı bile kırmamaya özen gösterirmiş.

İnsanoğlu hayatın koşuşturması içerisinde çoğu kez kendini değerli kılan bazı özelliklerini kaybeder ve hangi yöne doğru gittiğini bilmeden savrulur ve maddi hesapları uğruna kişiliğini kaybeder. 
 
İnsanları değerli kılan özelliklerinden bir tanesinde VEFA’ dır.
 
Peki, VEFA kelimesinde ne anlıyoruz?
 
Vefa sevginin bir tezahürüdür.
 
Vefa tek başına bir anlam ifade etmez. Arkadaşlık, dostluk, kardeşlik ve minnet duyguları ile birlikte bir anlam kazanır ve devamlılık arz eder.
 
Vefa deyince;Sözünde durma, sadakat gösterme, zor zamanları beraber aşma, güçlü dostluk, iyilikleri unutmama, şefkat, merhamet, gönülden bağlılık, samimiyet duyguları ihtiva eden bir kelimedir.
 
Bazı insanlar için “İyi gün dostu” denir. Onlar işler yolunda gittiği zaman hep yanımızda olup zor ve sıkıntılı zamanlarda ise yok olan kişilerdir. Onlar menfaatlerinin peşinden ne tarafa gitmesi gerekiyorsa oraya gidip, çıkarları için kime eğilmesi gerekiyorsa eğilen insanlardır. Zaten bencil, menfaatçi insanlar arasında sürekli çıkar ilişkisi yaşandığından onlar arasında gerçek anlamda bir vefa ve sadakat duygusunun yaşanması mümkün değildir. Onlar için sadece maddi değerler vardır.
 
Vefa ve sadakat insanların yaşamları boyunca ihtiyaç duydukları üstün ahlak özelliğidir. Vefalı insan, beklentisi olmadan, çıkar gözetmeden, zor zamanlarda dostunu yalnız bırakmayan kişidir.
 
Özel ve iş hayatımızda, kurduğumuz bütün ilişkilerin temelinde ve devamında vefa kavramının yer aldığını görürüz. Unutmayınız ki, “Cömertlik olmayınca malın, vefa olmayınca arkadaşlığın anlamı yoktur.” Konfüçyüs’ün dediği gibi “Vefa ve samimiyet ilk prensiplerimiz olmalıdır.”
 
Zaman zaman hepimizin hayatında olumsuz dönemler olmuştur. Bunlar maddi ve manevi olabilir. Çıkmaz da olduğumuz bir zamanda bize uzanan bir dost eli bizi aydınlığa çıkartır. BU DA VEFALI BİR DOST ELİDİR.
 
Her zaman doğruyu ve sadakati kalplerimizde yaşatmamızı ve korumamız dileğiyle…

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN

 

GÜNÜN MESAJI (SEVMEKTEN VAZGEÇME)

 

“SEV’’ Önce kendini yaşadığın hayatı seni sevenleri ve söyle konuş esirgeme kendine saklama “SEV” tüm kalbinle Korkma!


Sonunda tabiatın kendisine iade edeceklerini


Tabiatın olanı insandan esirgeme!


İnsanlara istedikleri kadar, isteyebilecekleri kadar ver!


Sana da veriliyor…


Ver ki her verdiğin damlanın arkasından şelaleleri karşıla!


Dayanabileceğin kadarını al!


Aldığın oranda ver!


Hiç ama hiç esirgeme;


Çünkü bu, sana, tükenmek bilmeyen bir kaynaktan gelmektedir.


AŞK’a İNAN Sevgin için MÜCADELE ET! Işık ol, göster, insanlara hep yol göster;


Aydınlık onları kör edinceye kadar VAZGEÇME!


Gökyüzüne  tabiata bak!


Her şeyi önümüze serilmiş, hepsi bizler için…


Ne varsa yalnız bizler  için meydana gelmiştir.


Sen de cömert ol!


Sevgini esirgeme merhametini esirgeme emeğini esirgeme!..


Bununla beraber, ACI VERME EZİYET ETME NANKÖR OLMA!..


Hiç kimseye ıstıraba sürükleyen bir rehber olma bundan daima çekin!


Başkasından aldıklarını yine başkasına ver!


Varsın sana ENAYİ SAF BUDALA desinler, 


Asla esirgeme! Çünkü sen bil ki, yalnız kendin için değilsin.

Işığı sadece kendin için saklama ki fazlası da seni yakmasın!


Kafanı bilgisiz, gönlünü kapalı tutma ki seni karanlıkta bırakmasın!


EMEK ver YÜREK ver ANLAT sesini duyan kalbini anlayan,


Mutlaka olacaktır o seni bulacaktır ANLAYACAK Seninle BİR olacaktır!


Bu DÜNYA Alemi daha güzel olsun istiyorsan sev ve sevmekten vazgeçme.


ALINTI

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN