Ruh için her şey eşittir ve her bir gelenek ve düşünüş biçimi birileri için uygun olan yere sahiptir.
Oldukça sık bir biçimde, ebeveynlerimizin kuşağını birçok bakımdan eski kafalı, sınırlı ve kısıtlayıcı olarak görme tuzağına düşebiliriz. Ancak, bunun gerçeğine “gerçekçi” bir biçimde bakmayı seçebiliriz. İnsanlığın vicdan ve bilinç gelişimini göz önüne aldığımızda, her bir kuşağın bu alanlarda değişip gelişmiş olduğunu ve bu gelişimi bir sonraki kuşağa aktarmış olduğunu açıkça görebiliriz. Çok eski zamanlardan beri, her yaşlı kuşak “günümüzün gençlerinden” yakınmıştır ve bu da her bir kuşağın tekamül yolunda sadece bir derece ilerlediği, tekamülün geçen her kuşakla biraz daha hız kazandığı gerçeğine tanıklık eder.
Kendilerini yeni şifa ve varoluş biçimlerinin öncüsü olarak görenlerimizin bu olağanüstü gelişimin meydana gelmesi için yeni temelleri atanın ebeveynlerimizin kuşağı olduğunu hatırlamaları gerekir. Bu yazıyı okuyanlarınızın çoğu çok kapsamlı sosyal değişimleri getirmiş olan İkinci Dünya Savaşı’nın ve diğer olayların çocuklarının ve yetişkinlerinin çocukları ya da torunlarıdır. Dolayısıyla, bizim önceki kuşakları şükranla ve alçakgönüllülükle onurlandırmamız gerekir, çünkü onlar düşünüşte bugün hepimizin yararlandığı değişimlerin bedelini kendi yaşam kaliteleriyle ödemiş olan çığır açıcılardı.
Öyleyse neden iyileştiririz? Neden terapistler ve öğretmenler oluruz? Bunu yaparız, çünkü bu işi yaparken kendimizi daha iyi hissederiz. Şifa sanatlarını uygulama konusundaki gerçek güdümüzle ilgili olarak “kendimize karşı dürüst” olabildiğimizde, hizmet ettiğimiz insanlara daha yararlı olabiliriz. Çünkü böyle yaptığımızda, artık danışanlarımızı, bireyleri, ulusları ya da gezegeni “kurtarmayı” istemez, onların zamanın bu anında “bulundukları yere saygı” gösterir ve “bizden istediklerinde” onlara yardım ederiz. Buna ek olarak, şifacılar ve terapistler olarak, bir kez kendi güdümüz hakkında dürüst olduğumuzda, başkalarının olumlu ve olumsuz kanılarından bağımsız hale gelir, sırf bunu “yapmak bizim doğamızda olduğu için” işimizi yaparız.
Biz onaylanma aramadığımızda ve bir biçimde özel ya da farklı olduğumuz kavramından kurtulduğumuzda, gerçek benliğimizin özü yaratmış olduğumuz maskelerin tabakalarını aşıp ışık saçabilir
Bir şifacı ya da terapist olmak bizi özel kılmaz; gerçekten de bu dünyada en sıradan insanlar olağanüstü işleri başarırlar, çünkü onlar kendilerini özel biri olarak görme tuzağına düşmeden sadece yaptıkları işi yapmaktadırlar, çünkü böyle yapmak onların doğasıdır. Gandi ve Nelson Mandela bu konuda akla gelen iki örnektir… onlar sıradan sorunları olan sıradan insanlardı, ama olağanüstü işleri başarmışlardı.
Terapistler ve şifacılar olarak spiritüel cazibenin bizi içine hapsedebileceği aldanmaya karşı dikkatli olmamız önemlidir. Biz kendimizi dünyaya nasıl sunuyoruz? Şifacılık statümüzü ve spiritüel statümüzü sergileyen üniformalar haline gelen giysiler mi giyiyoruz? Belli beslenme, yaşama ve var olma biçimlerinin diğerlerinden daha spiritüel olduklarında ısrar mı ediyoruz? Önemli olan, dünyaya bir biçimde özel olduğumuzu söyleyen ideallere ve imajlara uyarak kendimizi hizmet ettiğimiz dünyanın üzerine yükseltmeye çalışmak değil, yaptığımız her şeyde sahici olmak, insan olmaktır. ALINTI
Her şey gönlünüzce olsun! Sevgi ve ışıkla kalın!.. Nurgül AYABAKAN nurgul.ayabakan@gmail.com
Tekâmülümüz gereği üçüncü boyut dünya ortamında sürdürmeye çalıştığımız yaşam, zaman kavramı ile bütünleşmiş durumdadır. Onun için her anlayış ve kavramı zaman ile birlikte algılar, anlamaya çalışırız. Hâlbuki yaşam denilen olgu fiziki varlığımızla sınırlı değildir. Yaşam, geçmiş, şimdiki zaman ve gelecek ile bir bütündür. Ama ne yazık ki büyük çoğunluğumuz bilgi ve bilincinde olamadığından gerektiği gibi geleceğini oluşturamaz. Hâlbuki geçmişimizde yaptıklarımız, ortaya koyduklarımızın yanında, şimdiki zamanda yaptıklarımızın ortalaması geleceğimizi şekillendirir. Bunun yanında hayatımıza taşımış olduğumuz karmalarımızın da temel bir etkisi bulunmaktadır.
Bizler aslında geçmişi, şimdiyi ve geleceği anda yaşarız. Zamanın akışı bu oluşumu etkilemez. Geçmişi göz ardı ederek, karmalarımızı görmezden gelerek, yaşamakta olduğumuz şimdiki zamanı önemseyerek geleceğimizi şekillendirmemiz mümkün değildir. Unutamadığımız, etkisinde olduğumuz ve bizi perişan ettiğini sandığımız geçmiş olaylar aslında bilgisinde ve bilincinde olamadığımızdan, egomuzun etkisinde sıkıca tutunduğumuz geçmişe takılı kancalarımızdır. Bu yüzden geçmişi unutmak, unutmaya çalışmak bir aldatmaca ve yanlış telkindir. Bu şekilde bir anlayış ve yaşam tarzını benimseyenler fark etmeseler de ileride telefi edemeyecekleri sapmalara, deformasyon ve dejenerasyona uğramaları kuvvetle muhtemeldir. Sebepsiz ve nedensiz hiçbir şeyin olmadığını, her şeyin birçok neden ve sebebi olup, ortaya çıkan problemlerde bizlerden kaynaklanan bir etki, tesir ve sorunun her zaman olduğu bilinmelidir. Bundan dolayı muhakkak geçmişimizle ilgili bütün etki, eylem ve olayları Evrensel ve Ruhsal bilgiler çerçevesinde bilinçli olarak derinden düşünmemiz gerekir. Haklı olsak ta bilgisini alıp bilincine varmış halde geçmişin bağlarından kurtulup yerli yerinde bırakmasını bilmeliyiz.
Maalesef günümüzde büyük bir çoğunluk anı değil, geçmişine takılı olarak yaşamaktadır. Bu yüzden mutlu olamamakta, fırsatları kaçırmakta ve hakiki insan olma amacına ulaşamamaktadır. Nitekim geçmişle yüzleşme korkusu, zayıflık ve öz güvenin olmaması ne bir mazeret nede bir bahane olabilir. Muhakkak bireysel olarak her insan geçmişinin her safhası ile yüzleşmek zorundadır. Neticede zikredildiği gibi her insanın ruhsal bilgiler ışığı altında neden, niçin ve niye sorularının cevaplarını sebep sonuç doğrultusunda anlaması önemlidir, şarttır ve gereklidir.
Kaldı ki bizdeki değişim, geriye doğru hayatta olan veya olmayan aile bireylerini de iyileştirecektir. Çünkü kardeşlerimiz ebeveynlerimiz ve geçmişteki soyağacımızda kimler varsa ve onlar kimlerle ilişkide olmuşlarsa tümünü kapsayan bir üst realite enerjisi ortaya çıkacaktır. Bu kişilerle aynı aileden olmamız bir tesadüf değildir. Onlarla ruhsal bir bütünlük teşkil etmekteyiz. Bizim şifalanarak üst realiteye geçmemiz, onları acılarından, ıstıraplarından kurtaracaktır.
Bütün mesele bu değişimin nasıl başarılacağındadır. Biz geçmişi değil, geçmişin bizdeki sonuçlarını değiştireceğiz. Bu bir anlamda kendini bizzat yeniden yaratmaktır.
İnsanda neyin iyi ve doğru olduğu veya olmadığı konusunda asgari de olsa bilinç ve farkındalık vardır. Her şey en küçükten başlar. En küçüğün içinde en büyük vardır. Bizde olumsuz iz bırakan küçük olayları bağışlamak, daha büyüklerini de bağışlamamızı hazırlar. Kendimizi bağışlamak başkalarını bağışlamamızı sağlar. Bağışlama bilgiyi ve emeği gerektirir. Unutmayalım ki her olumsuz davranışın, duygunun, altında gerçek bilgisinin yokluğu yatar. Olumsuz yanlış davranışlar kişinin bilgi ve sevgi eksikliğinin yarattığı acılardan kaynaklanır. Bunu ne kadar anlarsak bağışlamak o kadar kolay olur. Bunu anlamamak ise bizim o kişi ile aynı realitede olmamızdan kaynaklanır.
Değişmek her zamanki etkilere daha doğru tepkiler vermektir. Özgür irade doğru tepki seçme özgürlüğümüzdür. Doğru tepki gelişmemiz ve değişmemizdir. Doğru tepki bize gerçek sevginin yolunu açar.Kendimizi değiştirmek, sevgiyi yaşamak en büyük ibadettir. Kendimizi değiştirmemiz oranında Yüce Ruhsal Sistemler bizim kanalımızla yeryüzüne inerler.
Ne değişmemiz ne de değişmememiz kendimizle sınırlı değildir. Doğrularımız ve yanlışlarımız çok geniş mekân ve zamanlarda kendini çoğaltarak devam etmektedir. Hz. Muhammed’in sözü “İki günü aynı olan kayıptadır.” Her gün doğruya, iyiye, güzele, bilgiye ve sevgiye doğru bir adım atmalıyız.
Yaşamının sevgiyle dolu olmasını istemeyen bir tek insan çıkacağını sanmam. O halde, bunu gerçekleştirmek için ilk çabayı bizim göstermemiz gerekir. Arzu ettiğimiz sevgiyi bize başkalarının sağlamasını beklemektense, kendimiz bir sevgi kaynağı olmalıyız. Başkalarına örnek olmak istiyorsak, önce biz kendi içimizdeki sevgi ve şefkati harekete geçirmek zorundayız.
Derler ki:“İki nokta arasındaki en kısa mesafe, niyettir.”Sevgi dolu bir yaşama kavuşmak için bu deyiş son derece doğrudur. Sevgi dolu bir yaşamın başlangıç noktası, ya da, temeli önce bir sevgi kaynağı olma arzusu ve kararlılığıdır. Takındığımız tavır, yaptığımız seçimler ve iyiliklerle, önce sevgi elini uzatma istekliliği bizi bu hedefe taşıyacaktır.
Eğer bir daha kendi yaşamınızdaki veya dünyadaki sevgi eksikliği sizi üzecek olursa, şöyle bir deney yapın. Birkaç dakikalığına dünyayı ve başka insanları aklınızdan çıkarın ve sadece kendi yüreğinize bakın. Daha büyük bir sevgi kaynağı haline gelebilir misiniz? Kendinize ve başkalarına yönelik sevgi dolu düşünceler üretebilir misiniz? Sonra bu sevgi dolu düşünceleri dış dünyanıza açabilir, hatta sizce bu sevgiyi hak etmeyenlere bile iletebilir misiniz?
Yüreğinizi daha büyük bir sevgi barındıracak kadar açarsanız ve önceliğiniz sevgi toplamak değil de, kendinizi sevgi kaynağı yapmak olursa, arzu ettiğiniz sevgiyi alma yolunda büyük bir adım atmış olursunuz. Ayrıca, gerçekten çok önemli bir şey fark edeceksiniz: Ne kadar çok sevgi gösterirseniz, o kadar çok sevgi görürsünüz. Sevecen bir insan olmak sizin elinizdeyken, sevilen bir insan olmak sizin kontrolünüzde değildir. O halde, sevgi göstermeye ağırlık verirseniz, yaşamınızın fazlasıyla sevgi dolduğunu göreceksiniz. Çok geçmeden de dünyanın en büyük sırlarından birini keşfedersiniz: Sevginin ödülü kendisidir.
Dr.Richard Carlson (Ufak Şeyleri Dert Etmeyin)
Sevgi yalnızca bir başına sevmekten ibaret değildir. Hoşgörü, sabır, irade, iyilik, hizmet gibi sayısız değeri içerir. Aslında sevgi yaşamdaki tüm değerlerin toplamıdır. Sevgi duyduğumuz her varlığa karşı aslında bu değerleri de yaşadığımızı fark edebiliriz. Evimize bir kedi ya da köpek aldığımızda onun bakımını tüm zorluklarına karşı üstümüze alma iradesini gösteririz. Onun yaptığı yaramazlıklara karşı hoşgörülü olur, hatta saldırganlık gösterdiğinde canımızı acıttığında öfkelenmez, sabrederiz. Yemesi, tuvalet ihtiyacı için gezdirmek ya da kumunu temizlemek, düzenli veterinere götürmek vs… Bunların tümü bize sevginin içindeki hizmeti deneyimletir. Üstelik koşulsuz, hiç bir karşılık beklemeden. Bu koşulsuz sevgiyi insanlara da verebiliyor muyuz? Bir kediye ve köpeğe gösterdiğimiz hoşgörüyü bir insana ne kadar gösterebiliyoruz? Hayvanlarda bir gün dile gelip, bizde beğenmedikleri davranışları mesela sen çok kibirlisin, bencilsin veya çok kıskançsın vb. söylemiş olsalar biz gene hayvanlara hoşgörü olarak ve koşulsuz sever miyiz? Bunun için kendimize dürüst olmalıyız.
İşte en basit örnekte bile görüyoruz ki, sevgi bir başına sevgi değildir. Eğer onu oluşturan unsurlar yoksa yaşadığımız duygu sevgi değildir, egonun bir oyunudur. Sevgi içinde eyleme geçmiş pek çok değeri barındırır. Saf bir biçimde sevebilmek, egomuzun hırslarımızın sevgimizi gölgelemesinden kaçınmak onun içindeki yüce değerlerin ortaya çıkmasını sağlayacaktır. Sevgi o zaman ilahi bir güç olarak yeryüzünde tezahür edecektir.
Sevginin analizi, matematiği ve sağlaması yoktur. Çıkarıp, bölüp parçalara ayırsak ta anlaşılmaz, anlaşılmaz. Onun sırrı ve hikmeti kalpte tecelli eder ve yaşanarak anlaşılır. Şayet sırf dünyasal yaşam için değil, sevgi içinde yaşarsak ancak sevginin sırlarında vakıf olur, ilahi ve evrensel olan yüksek enerjisinin katmanlarında erir, sevgi insanı olarak doğarız.
Yaratıcı imgeleme, sağlıklı olma ve bu sağlığı koruma konusunda sahip olduğumuz en önemli araçlardan biridir.
Tam sağlıklı olmanın temel ilkelerinden biri, fiziksel sağlığımızı duygusal, zihinsel ve ruhsal durumumuzdan ayırmamaktır. Tüm düzeyler birbirlerine bağlıdırlar ve bedendeki bir “rahatsızlık” hali daima bir çatışmayı, gerilimi, endişeyi ya da varoluşun diğer düzeylerindeki uyumsuzluğu yansıtır. Bu yüzden, fiziksel olarak hastalandığımızda bu, varlığımızın doğal denge uyumunu yeniden kazanmak için yapmamız gereken şeyleri anlamak amacıyla duygusal ve sezgisel hislerimize, düşüncelerimize ve tutumumuza derinlemesine bakmamızı söyleyen bir mesajdır. İçsel sürece uyum sağlayıp onu dinlemeliyiz.
Zihin ve beden arasında sürekli bir iletişim vardır. Beden fiziksel evreni algılar ve onunla ilgili zihne mesajlar yollar. Zihin ise bu algılamaları kendi geçmiş deneyimlerine ve inanç sistemine göre yorumlar ve bedene, uygun olduğunu hissettiği şekilde tepki göstermesi için işaret verir. Eğer zihnin inanç sistemi (bilinçli ya da bilinçsiz düzeyde) belirli bir durumda hasta olmanın uygun ya da kaçınılmaz olduğunu söylüyorsa, o da bedene buna göre işaret verecek ve bedende hemen uysallıkla hastalık belirtileri gösterecektir; gerçekten de hasta olacaktır. Kısacası tüm süreç; kendimiz, yaşam, hastalık ve sağlığın doğası hakkındaki en derin kavramlarımız ve fikirlerimizle yakından ilişkilidir.
Yaratıcı imgeleme, zihnimizden bedenimize iletişim kurma biçimimize gönderme yapar. Bu zihnimizde bilinçli yada bilinçsiz olarak imgeler oluşturma ve sonra onları işaretler yada emirler şeklinde bedene aktarma sürecidir.
Bilinçli yaratıcı imgeleme, bedenimizle iletişim kurmak için, olumsuz, boğucu, gerçekten “hasta edici” olanlar yerine “olumlu düşünce ve imgeler yaratma”sürecidir.
İnsanlar, hastalığın bazı durum veya koşullarda uygun ya da kaçınılmaz bir tepki olduğuna inandıkları için hastalanırlar. Çünkü hastalık bir biçimde, bir sorunu onlar adına çözermiş gibi, gereksindikleri bir şeyi elde etmelerini sağlarmış ya da çözümlenmemiş ve dayanılmaz bir içsel çatışmaya umutsuz bir çözümmüş gibi görünür.
Buna bir kaç örnek verelim: Bulaşıcı bir hastalıkla “karşı karşıya kaldığı” için hastalanan kişi (bunun kaçınılmaz veya yüksek bir olasılık olduğuna inanmıştır), ebeveyni ya da ailesinin başka bir üyesiyle aynı hastalıktan ölen kişi (kendisini aynı örneği tekrarlamaya bilinç dışı programlamıştır), işten kaçabilmek için hastalanan ya da bir kaza geçiren kişi (ya işte göğüs geremediği bir durum vardır ya da gereksindiği dinlenme ve huzuru kendine ancak hastalandığı takdirde layık görmektedir), sevgi ve ilgi görebilmek için hastalan kişi (çocukken anne ve babasının sevgi ve ilgisini de böyle elde edebiliyordu), yaşamı boyunca duygularını bastırıp en sonunda kanserden ölen kişi (biriktirdiği duyguların baskısıyla, kendini ifade etmesinin doğru olmadığı inancı arasındaki çatışmayı bir türlü çözüme ulaştıramaz. Ve en sonunda çözüm olarak kendini öldürür.)
Bu örneklerle her hastalığın, basmakalıp bir açıklaması olan basit bir sorun olduğunu söylemek istemiyorum. Tüm sorunlarımızda olduğu gibi , sık sık daha karmaşık nedenlerle de karşılaşırız. Hastalığın, kavram ve inançlarımızın sonucu olduğunu ve içsel bir sorunumuza bir çözüm bulma girişimi olduğunu anlatmak istiyorum yalnızca. Eğer en içsel inançlarımızı tanımaya, kabul etmeye ve değiştirmeye gönüllüysek, sorunlarımıza daha yapıcı çözümler bulabilir, hastalık ve rahatsızlıktan tamamen kurtulabiliriz.
Sağlımız, güzelliğimiz, canlılığımız ve neşemiz üzerindeki tek sınırlama, korku ve cehalet nedeniyle kendi yaratığımız engellerden, hayatın mükemmelliğine ve iyiliğine direnmemizden kaynaklanıyor. Bedenimi bilincimizin fiziksel bir ifadesidir aslında. Kendimizle ilgili taşıdığımız kavramlar sağlığımızı ve güzelliğimizi ya da bunların eksikliğini belirler. Kavramlarımızı derinlemesine değiştirdiğimizde, fiziksel varlığımızda takıma uyar. Beden sürekli değişir, her an kendini yeniler ve yeniden inşa eder, ve o bunu yaparken zihin tarafından gösterilenden başka bir örneği izlemez. Bu bakış açısının doğal gelişimi ve sonucu , hastalıkla ilgili daha yapıcı bir tutuma sahip olmaktır.
Bu durumda hastalığın kaçınılmaz bir felaket yada talihsizlik olduğunu düşünmek yerine, onu güçlü ve yararlı bir mesaj olarak karşılarız. Eğer fiziksel olarak herhangi bir biçimde ıstırap çekiyorsak, bu, bilincimizde araştırıp tanımamız, varlığını kabul edip değiştirmemiz gereken bir şey olduğunu bildiren bir mesajdır.
Genellikle de hastalığın vermek istediği mesaj; kendimize sükûnete kavuşup sadece iç benliğimizle bağlantı kuracağımız bir zaman ayırmamız gerektiğidir. Hastalık genelde bizi, tüm meşguliyetlerimizi ve çabalarımızı bir an kenara bırakarak rahatlamaya ve bilincin, gereksindiğimiz besleyici enerjiyi alabileceğimiz derin ve sessiz düzeyine kaymaya zorlar.
Şifa daima içten kaynaklanır. Düzenli bir biçimde sükûnet bulup içsel bağlantı kurduğumuzda, iç benliğimizin dikkatimizi çekmesi için hastalanmamıza gerek kalmaz.
Hastalık ve kazalar kavramlarımızın değişmesi yada herhangi bir iç sorunumuzun çözümlenmesi gerektiğini vurgulayan mesajdır. Mümkün olduğunca sükûnete kavuşup iç sesinizi duymaya çalışın ve ona , mesajının ne olduğunu sorun.
Yaratıcı imgeleme sağlık için en iyi araçtır; çünkü o doğrudan sorunun kaynağına iner, kendi zihinsel kavram ve imajlarınıza. Kendinizi kusursuz parlaklıkta bir sağlığa kavuşmuş olarak hayal etmeye ve böyle olduğunuzu onaylamaya başlayın. Sorunun tamamen şifa bulduğunu ve tedavi edildiğini görün. Bir çok farklı düzeyde ele alınabilecek bir çok farklı yaklaşım vardır; siz en çok işinize yarayan özel onaylama ve imgeleri bulmak zorundasınız.
Bir çok hastalık olayında , yaratıcı imgeleme tek başına bütünüyle etkili bir tedavi yöntemi olabilir. Bazı olaylarda ise kişinin kendi inanç sistemi yüzünden (iyileşmek için kendi dışımızdaki bir şeylere muhtaç olduğumuz görüşünü terk etmek zordur), öteki tedavi biçimlerini kullanmakta gerekir. Herhangi bir tedavi biçimine içsel olarak inanç duyduğunuz sürece onu elbette kullanabilirsiniz. Eğer iyi sonuç vermesini ister ve buna inanırsanız verecektir. Yaratıcı imgelemenin bilinçli kullanımı normal iyileşme sürecini şaşırtıcı şekilde hızlandırır ve kolaylaştırır.
Dünya sen ne isen odur. Dünya bir cennet de olabilir, cehennem de. Hangisini seçip yaratacağın tamamen sana bağlı. Dıştaki dünyanın koşulları sizi mutsuz edemez, ama sizin içteki mutluluğunuz tüm dünyayı değiştirecek güçtedir. Dünyayı bizim dünya görüşümüz yaratır. Dünya tam da senin düşlediğin gibidir. İçteki neyse dıştaki de odur. Tüm felaketlerin, açlık ve sefaletin tek sorumlusu sadece biziz. Özüne dönüp bir birey olduğunu idrak ettiğinde ve bir bütün olduğuna inandığında ise dünya sonsuza dek iyileşecektir. Karşımıza çıkan her türlü olay bir şekilde bizim onayımızı alır da çıkar. Dışarıdan geldiğine inandığımız her şeyin başlangıç noktası içimizdedir.
Her şey gönlünüzce olsun!
Dünya, hem asıl hem mecazi anlamda, hem güzel çiçeklerin hem yabani otların büyüdüğü büyük bir bahçedir; bunlar doğal yolla veya insanların eliyle yetişen bitkiler veya insanoğlu olabilir.
Hayatınızın tohumlarını ekin…
Toprağa kötü tohum ekersek, diğer bitki türleri, hayvanlar veya İnsanoğlu için zararlı veya zehirli bitkiler yetişebilir. Kötü bir tohum yabanı bir ot yetiştirir.
İyi tohumlar ekerseniz, hayvanlar veya İnsan için faydalı bitkiler, çiçekler, sebzeler yetişir.
Aynı durum İnsanoğlu tarafından serpilen fikir tohumları için de geçerlidir. Bu fikir tohumları, çevrenize ve çevrenizi saran insanların zihinlerine serptiğiniz fikirlerin ve prensiplerin hepsidir.
Serpilen düşünceler kötüyse, çevrenizdeki kişilerin düşüncelerini istila ederler. Bu kişiler üzerindeki etkilerine ve ikna derecelerine göre, etkilenen kişilerin düşünceleri üzerinde orantılı olarak zararlı yönde etkili olabileceklerdir.
Bu kötü tohumlar “ekildikleri” kişiler aracılığı ile önüne geçilemez şekilde yayılırlar. O kadar çok varlığın düşüncesini etkilerler ki, etkilenen varlıklar da başka varlıkları etkiler.
Bu nedenle, pozitif fikir tohumları ekin, zira etkileşim içinde olduğunuz kişiler üzerinde mutlaka faydalı bir etki yaratırlar. Bu kişiler de fikirlerinizi uygulayacak ve onları kendi çevrelerine yayacak ve böylece dünyadaki İyilik seviyesini artıracaklar.
Faydalı fikir tohumlarınızı kullanacak ve onlardan faydalar sağlayacak insanlar, önceki negatif fikirlerini artık barındırmak istemeyecekler. Farkın ve erişilen mutluluk, zenginlik ve şans seviyesi ile yaşamlarına getirdikleri faydaların farkına varacaklar.
Üstelik onlardan doğrudan ve dolaylı olarak, karşılığında bir şey beklemeden veya çıkarlarınız için kullanmadan bu fikir tohumlarını ekmek şartıyla fayda sağlayacaksınız. Fikirleri, aklınızda yalnızca genele iyilik yapma arzusu ile karşılık beklemeksizin ekin. Başkaları için iyi olan sizin için de iyi olacaktır.
Güçleneceksiniz, kendinize daha fazla güven duyacaksınız, enerji seviyenizi yükselteceksiniz ve şansı kendinize kendiliğinden çekeceksiniz.
Sevdiğin zaman, tüm kalbinle sev ve sevgini göstermekten asla korkma. Sevgin, tüm ruhların okuyabileceği açık bir kitap gibi olsun. O dünyadaki en harika şeydir., bu yüzden içindeki o ilahi sevginin özgürce akmasına izin ver. Sevgi kör değildir, tam tersine o sevilenin içindeki en iyiyi görür ve içinden en iyinin çıkmasını sağlar. Kimi seveceğin konusunda asla seçici olma. Sadece yüreğini açık tut ve bırak sevgi tüm ruhlara aksın. Böyle yapmak, Benim ilahi sevgimle sevmek demektir. Bu güneşe benzer ve tüm ruhların üzerinde parlar. Sevgi bir musluk gibi açılıp kapatılmamalıdır. Sevgi dışlayıcı ya da sahiplenici değildir. Ne kadar çok paylaşırsan, o kadar çok büyür. Sevgiye tutunursan, onu kaybedersin. Onu serbest bırakırsan, sevgi bin kez katlanarak sana geri döner ve onu paylaşan herkes için bir neşe ve kutsama olur.
Eileen CADDY
Her daim yeniden bahsederiz, ne güzeldir yeni üzerine konuşmak. Yeni saç modeli, yeni elbise, yeni telefon, yeni defter, yeni film, yeni iş, yeni ev….. Öyle çoktur ki yeniden yana söyleyeceklerimiz. Ama bir de eski vardır. Geçip giden geride kalan… Onlar da eski diye bahsettiklerimizdir. Yeniyi yeni, eskiyi de eski yapan nedir? Belki de sadece bizim neyi nasıl gördüğümüzle alakalıdır bu durum. Geride kalanlara eski demeyelim önceki diyelim… Değil midir ki öncekiler; bizleri bu güne taşıyan ve bizimle bu güne değin yani yeniyle buluşma anımıza kadar refakat edenler… Bize zamanında faydası dokunan tüm araçlar, eşyalar, yaşanmışlıklar, işte bunlar hep eski dediğimiz öncekilerdir…
Öncekileri yok saymadan her daim hayatımızı kolaylaştıran tüm yeni araçlara, eşyalara, güzelliklere, umutlara, sevgiye, dostluğa canı gönülden merhaba diyelim. Umutlarımızın sevgiyle hayat bulduğu yeni ve sağlıklı sıcacık bir yıl diliyorum hepimiz için… Ve öyle de oldu…
Arzun dünyaya barış, huzur ve uyum getirmekse, o işe önce kendi yüreğinde huzur ve uyumu bularak başlamalısın. Barış ve huzurdan bahsetmek zaman kaybıdır. O, kimsenin ve hiçbir şeyin bozamayacağı huzur bilincini aramalı ve bulmalısın ve o bilinçte kalmalısın. O bilinç düzeyinde etkili olabilir ve pek çok kişinin yaşamında barış, huzur ve uyum sağlanmasın yardımcı olabilirsin. Önce kendi yaşamında huzur ve uyumun bilincinde ol ondan sonra gölün ortasına atılmış bir taş gibi halkalar büyüyerek göle yayılmaya devam edecek, insanların yaşamlarına dokunacak ve yaşamlarını değiştirecektir… “Ne ekersen onu biçersin” Anlaşmazlık ve uyumsuzluk ektiğinde anlaşmazlık ve uyumsuzluk biçersin, oysa huzur ve uyum ektiğinde, huzur ve uyum hasattı büyük olacaktır; sadece senin için değil, iletişimde olduğun tüm ruhlar için de…
Boş düşüncelerle ve konuşmalarla vakit kaybetme. Vaktinin her anını sevgi dolu, olumlu, yapıcı düşünceler ve sözcüklerle geçir. Yansıttığın düşüncelerin bir şeylere yardım edebileceğini ya da bir şeyleri bozabileceğini fark et; o yüzden düşüncelerinin ve sözcüklerinin efendisi ol, kölesi değil. Neden yaşamın tadını sonuna kadar çıkarmayasın?
Bunu yalnızca vaktinin, sözlerinin ve eylemlerinin en iyisini ortaya koyarsan gerçekleştirebilirsin.
Gözlerini aç, yüreğini aç ve çevrendeki her şeyde ve herkeste en iyi olanı gör ve hisset. Eğer en iyi olanı bulmakta güçlük çekiyorsan, onu buluncaya kadar yalnızca aramaya devam et; o, seni bekliyor.
Dünyada pek çok harika şey var. Neden onlara yoğunlaşmak için zaman ayırmayasın ve yaşamını onlarla doldurmayasın?
Böylece hoş olmayan, mutsuz ve uyumsuz olan şeyler yaşamında yer bulamazlar. Yaşamına sen şekil verirsin. Sen kendi yaşamına nasıl şekil veriyorsun?