HAYATTA BAŞIMIZA GELEN OLAYLAR BİZE TUTULMUŞ AYNALARDIR.

 
 
 
Güzel bir hikaye;
 
Uzun yıllar önce, uzaklardaki bir ülkede ‘Bin Aynalı Dağ’ denilen bir dağ vardı. Bu dağın zirvesine gerçekten de bin tane irili ufaklı ayna yerleştirilmişti. Herkes zaman zaman bin aynalı dağa çıkıp, ilginç görüntülere şahit olmayı ve daha sonra gördükleri hakkında arkadaşlarıyla konuşmayı isterdi. Bir gün, bu ülkede yaşayan küçük mutlu bir köpek, bu dağı duydu ve oraya gitmeye karar verdi. Dağın eteğine ulaştı ve sonra neşeyle yukarı tırmandı. Yorulmuştu, ama yeni şeyler göreceği için keyiflenmiş ve yorgunluğunu çoktan unutmuştu.

 

Aynaların bulunduğu zirveye geldiğinde kulaklarını dikmiş, kuyruğunu hızlı hızlı sallıyordu. Zirvede az kalsın hayretten dilini yutacaktı! Bin tane küçük mutlu köpek kendisi gibi kuyruklarını hızla salıyordu. Kocaman bir gülümseme gönderdi onlara. Karşılığında bin tane sıcak ve dostane gülümseme aldı. Mutluluğu kat kat artmıştı.
 
Oradan bir türlü ayrılmak istemiyordu. Türlü türlü sevinç ve dostluk hareketleri yapıyor, yaptıklarının bin katı fazlasıyla karşılığını görüyordu. Nihayet gün karardı ve oradan ayrılması gerektiğini anladı.
 
Dağdan inerken kendi kendisine ‘Burası harika bir yer! Bu yere sık sık geleceğim’ diye düşünüyordu. Bu arada, aynalı dağın çıkışındaki anlamlı levhayı da okudu ve mutluluğu bin kat arttı…
 
Aynı ülkede yaşayan başka küçük bir köpek daha vardı. Ama ilki kadar mutlu değildi. Huysuz ve mutsuzdu. O da o dağa gitmeye karar verdi. Dağın eteklerine gelip de yukarıya baktığında şikâyete başlamıştı bile. Gösteri yerini neden bu kadar yükseğe koyarlar, anlamıyorum ki!’ diye sızlana sızlana dağın tepesine kadar çıktı. Yorgunluk ve kızgınlığa şimdi bir de korku eklenmişti. Doğru ya bu dağın tepesinde kendisini kim bilir hangi hırsızlar, haydutlar bekliyordu! Aynaların olduğunu alana yaklaşırken, her an bir düşmanla karşılaşacakmış gibi başını aşağıya eğmişti. Kafasını kaldırıp da aynalara baktığında gözlerine inanamadı: Soğuk soğuk bakan bin tane köpek gözlerini onun üzerine dikmişti. 
 
Güya onlardan korkmadığını göstermek için hırlamaya, dişlerini göstermeye başladı. Aynı anda korkunç görünümlü bin köpek kendisine hırlayınca, korkudan ne yapacağını bilemedi ve dağdan kaçmaya başladı.
 
Aynaların olduğunu alana yaklaşırken, her an bir düşmanla karşılaşacakmış gibi başını aşağıya eğmişti. Kafasını kaldırıp da aynalara baktığında gözlerine inanamadı: Soğuk soğuk bakan bin tane köpek gözlerini onun üzerine dikmişti. Güya onlardan korkmadığını göstermek için hırlamaya, dişlerini göstermeye başladı. Aynı anda korkunç görünümlü bin köpek kendisine hırlayınca, korkudan ne yapacağını bilemedi ve dağdan kaçmaya başladı. Dağdan inerken kendi kendine ‘Burası korkunç bir yer! Bu yere bir daha asla gelmeyeceğim!’ diyordu. Huysuz köpek, o hızla ve korkuyla kaçarken, aynalı dağ hakkında bilgi veren levhayı ve üzerindeki yazıları görmemişti bile.
 
Levhada şöyle diyordu: ‘Ey yolcular! Sakın aldanmayın, gördüğünüz görüntüler sadece ve sadece size aittir. Aynı şekilde, hayatta başınıza gelen bütün olaylar size tutulmuş aynalardır. Onlarda sadece kendinizi, kendi duygu ve düşüncelerinizi görürsünüz…’
 
Ahmet Hamdi Tanpınar bir sözünde: “İnsan ruhunun en az sabır gösterdiği şey mutluluktur.” der.
 
Şöyle bir kendimizce düşünelim; yaşamış olduğumuz acıyı uzun süre taşırız omuzlarımızda, içimizde öfkeyi, nefreti, kini seneler geçer bir bakarız ki zihnimizin keseciklerinde saklamış olduğunu görürüz. Yıllarca  sabrederiz her yaşadığımız olumsuz olaylara…
 
Yıllar geçer bir sabah kalktığımızda aynaya kendimize baktığımızda suratımızın da bir mutluluk olmadığını fark ederiz. Bir bakarız ki yıllarca zihnimizin keseciklerinde saklamış olduğumuz o olumsuz duygularla yaşamış olduğunu fark etmiş oluruz. O zaman kendimize sorarız mutluluk nerede?
 
Aslında bazen önümüzde duranı bulamıyorsak gözümüzün önündedir.
 
Bir şeyi saklamak istiyorsak her zaman baktığımız yere koymak gerekir;  çünkü en az baktığımız yer, gözlerimiz önündeki şeylerdir.
 
Perdelerimizi kapalı tuttuğumuz sürece yokturlar, oysa perdelerimizi açtığımızda görür, camları açtığımızda kokusunu ciğerlerimize çekebilir ve dokunduğumuzda hissedebiliriz.
 
ALINTI
 
Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

 

İNSAN ÖNCE KENDİSİNİ SEVMESİ İÇİN KENDİNİ TANIMALI.

 

 
 
Kendini sevmenin ilk ve belki de aslında tek şartı kendimize karşı dürüst olmak. Ailemizle, çevremizle, arkadaşlarımızla ve her koşulda iyi geçinmek ve huzurlu bir yaşam sürmek istiyorsak öncelikli olarak kendimizi sevmekle başlamamız gerekiyor. İnsan önce kendisini sevmeden başkalarının onu sevmesini beklememeli. Çünkü insan hayat boyu kendi ile birlikte. Onun için önce kendimizle başlamalıyız sevgiye. Sen kendini koşulsuz olarak sevdiğinde o sevgi başkalarından doğal olarak akar. Unutmayalım ki sevilmeye giden yol kendini sevmekle başlar.
 
Bence kendisini sevmeden, kendisiyle barışık olmadan, insanın salt sevgiye alışması zordur.
 
Sokakta karşımıza çıkan insanlara soralım kendinizi seviyormusunuz diye. İnanın ki duyacağımız cevap tabii ki kendimi seviyorum ve kendim ile barışığım olacaktır. Aslına bakarsak öyle kolay değil insanın kendini sevmesi ve kendi ile barışması.
 
Geçen hafta tatilde bir kişi ile tanıştım; sohbet ederken, bana bir insanın kendisini sevmesi için tam 20 yılını harcadığını söyledi.
 
Şimdi kendimize dürüst olalım ve  içimize dönüp bakalım öncelikle kendimizi neden sevmiyoruz, kendimizden memnun muyuz, kendimize ne kadar tahammül ediyoruz, kendimizi gerçekten ne kadar tanıyoruz ve kendimizi nasıl keşfetmemiz gerek? Bu sorulara dürüstçe kendimizle yüzleşerek cevap verelim.
 
Öncelikle çocukluk dönemimize bakalım. Çocukluk döneminde yaşanan ruhsal travmalar bilinçaltına yerleştiği için kendimizi sevmek konusunda bizi zorluyor. Örneğin bir çocuk sürekli kavga edilen bir ortam içinde ise, taciz ediliyorsa, sürekli eleştiriliyor, suçlanıyor, başkaları ile kıyaslanıyorsa, sevgiye şart konuluyorsa ve korku ile büyütülüyorsa kendini sevme yolu kapanır. Bilinçaltına yerleşmiş kendimizle ilgili olumsuz duygular sadece ailemizle değil içinde bulduğumuz çevre, okuldaki öğretmenlerimiz ve arkadaşlarımızla olan ilişkilerimizin de etkiler…
 
Bazı insanlar bu çocukluk döneminde yaşanmış oldukları travmalar yüzünde kendilerini sevmesi konusunda tek başlarına üstesinden gelmedikleri için yardıma ihtiyaçları oluyor. 
 
Kendimizi sevmek için atılacak ilk adım geçmişteki yaraları iyileştirmekle başlıyor. O yaralar iyileşmezse tekrar bir süre sonra en ufak bir darbede kanıyor ve yaşam boyu  hep karşımıza çıkıyor. Kısacası geçmişimizle barışmamız gerek.
 
Kendimizi sevmemiz için bir diğer adımda kıyaslamayı bırakıp kendimizi olduğumuz gibi görmek. Yanlışlarımızı, kusurlarımızı, eksiklerimizi ve zayıf noktalarımızı kabullenip bunları düzeltmek  ve kendimizi doğru yönde geliştirmek çabası içinde olmamız “kendimizi sevmede” bize rehber olacaktır.
 
En çok zorladığımız şeylerden biri de kendimizi affetmektir. Öncelikle kendimizi affetmeli ve içimizdeki çocukla barışmalı. Geçmişte hatalar yapmış, pişmanlıklar duymuş olabiliriz. Eğer farkında olursak bunlar bize hayatı öğrenip olgunlaşmamızı sağlar.
 
Kendimizi keşfetmek: bizler sevdiğimiz şeylere yatırım yaparız. Evimiz, arabamız, çocuklarımız, sevdiklerimiz… Peki ruhumuza ne kadar yatırım yapıyoruz. Kendimizi sevmek, kendimizi diğer insanların önüne koymak anlamına gelmez. Dürüstçe neye ihtiyacımız olduğuyla yüzleştiğimizde, zaman zaman size iyi gelecek olan şeylerin örneğin telefon almak, araba almak, ev almak, vb… değil de başkalarıyla bağ kurmak birilerinin elinden tutmak birilerinin bizim elimizden tutunması olduğunu fark edeceğiz.
 
Yaşanılan sorunların çoğunun kökeninde sevgisizlik var. Gerek ilişiklerdeki sorun, gerek hastalıklar, gerek maddi problemler özünde kendini yeterince sevememiş olmaktan kaynaklanıyor. Kendisini seven insan kendine ve başkalarına zarar vermez.
 
Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com
 

NEŞELİ BİR RUH NE BÜYÜK BİR ZENGİNLİK HAZİNEDİR!…

 

 

Einstein, “Ancak gülümsediğiniz zaman insana benzersiniz” demiş. Ruhun en temel ve önemli ihtiyaçlarından birinde neşeli olmak , kendinize ve başkalarına yapabileceğiniz en büyük iyiliktir. 
 
Güleryüz, önce konuşan dilden önemlidir. Daha sonra dilinizle gözleriniz gülsün.
 
Sabah kalktığınızda aynaya kendinize baktığınız zaman yüzünüz gülüyor mu? Yoksa gerçekten asık bir suratla mı aynaya bakıyorsunuz? Kendinizle yalnız kaldığınız da neşeli misiniz? Kendi kendinize gülüp eğlenebiliyor musunuz? 
 
Dünyamız da o kadar üzücü olaylar yaşıyoruz ki, yoksulluklarla mücadele , hastalıklarla var ki artık insanlar hayatta gerçekten kötümser olarak bakıyor. Tabii ki bu kötümser bakması insanın ruhu neşeli olması imkansızdır. Ancak neşeli bir ruh iyimser düşünebilir. Dünyanın neşe ekici, yükselten, ferahlandıran, ümit ve cesaret telkin eden insanlara ihtiyacı var.
 
Neşeli bir yüz sıcak ve kalbin yansımasıdır. İçteki güneş, ilk önce yüzde değil ruhta doğar, oradan yüze yansır. Yüze parlaklık ve güzellik verir. Hiç dikkat ettiniz mi? Neşeli insanlar somurtkanların bulundukları bir ortama girdikleri zaman, o ortama güneş gibi ışık saçarlar.
 
Neşeli bir zihin bütün organlarının faaliyeti normal olur. Neşeli insanlar işlerinde başarılı olur, çünkü herkes ile neşe içinde ilişki kurarlar. Somurtkan insan işinde ne kadar başarılı olursa olsun insanlar ondan kaçarlar. Bir iş yaparken iyimser mi yoksa karamsar insanlarla mı iş yapmak istersiniz? Ya da yüzü asık gülmeyen bir insanla kahve içmeye gider misiniz?  Sürekli dünyadan, insanlardan ve olaylardan şikayet eden bir insanla ne kadar birlikte olabilirsiniz? Sürekli şikayet eden insan bir süre sonra gülmeyi ve neşeli olmayı unuttur. Ruhu artık karamsar olmaya başlar. Her olayı karamsar gözle bakmaya başlar.
 
Mark Nepno’nun yazmış olduğu kitap olan  Uyanış kitabında bir adam neşeli olduğu zaman  hayatını nasıl etkilediğini anlatan bir hikayede bahsediyordur; “Neşenin gücünü kendi üzerinde denemeye karar vermiş. Bu kararla bir sabah işine gitmek için yola çıkmış. Uzun zamandan beri karamsar ve asık yüzlüymüş. Kendi kendine demiş ki: “Başkalarının neşelerinden bana kuvvet ve ferahlık geldiğinde çok kereler dikkat ettiğini söylüyordur. Kendisininde üzerinde böyle bir tesir yaratmak iktidarında olup olmadığını anlamalı olduğunu farkına varmış. Yolda yürüdüğü zaman sevinmek ve neşelenmek kararını zihninde tekrarlıyormuş, mesut ve talihli bir insan olduğuna kendi kendini inandırmaya gayret ediyormuş. Bu düşüncenin tesiriyle vücudunun dinçleştiğini, ayaklarının yere daha hafif basmakta olduğunu hissetmiş. Gülerek etrafına bakınırken gördüğü yüzlerde kaygı ve hoşnutsuzluk, düşünce ve tasa belirtileri sezmiş.
 
İşine gittiğinde kendisini neşeli olduğunda önceleri soğukluk ve sevgisizlik gördüğü insanlarla dostluk havası esmeye, kaşları çatık olan insanlarında kaşlarının çatıklığı dağıldığını görmüş.”
 
Kısacası neşeli insanlar güneş gölgeleri kovduğu gibi, şen insanlar ilişki kurdukları kimselerden gam ve kasveti, tasa ve kaygıyı, melankoliyi kovarlar. Neşeli insanlar somurtkanların toplu bulundukları bir meclise girdikleri zaman, bulutlar arasında parlayan güneş gibi ışık saçarlar. Neşe ve gülümsemede çekim gücü vardır. O hayatın iyi şeylerin çeken bir mıknastır. 
 
Herhangi bir hadisenin daima ışıklı tarafına baktığınız takdirde dünyada size zararı dokunacak pek az kötülük olduğunu ve bu kötülüğü dahi iyiliğe çevirebileceğini anlayacaksınız.
 
Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com
 

GÜNÜN MESAJI

 

 
 
Düşüncelerimiz, sözlerimiz, duygularımız ve davranışlarımızla belirlenen frekansımızdan biz sorumluyuz. Her iyi düşüncemiz, her iyi sözümüz, hissettiğimiz her iyi duygu ve her iyi davranışımız varlığımızın frekansını yükseltir. Sevgi, şefkat ve iyilik gibi yüce duygularla düşünüp, konuşup davrandığımız zaman frekansımız da gittikçe yükselir.
 
Biz negatif frekansta değilsek kimse negatif düşüncelerle bizi etkileyemez. Frekansımızı kendi duygu ve düşüncelerimizle yaratmış oluruz. Kendimizi ne kadar iyi hissedersek frekansımız o kadar pozitif olur. Başkalarının negatif düşünceleri orada bize ulaşamaz.
 
Aynı zamanda biz frekansımızı yükseltmeye başlayınca yeni bir hayat ve yeni bir dünya kendini bize gösterecek. Yayacağımız pozitif enerji, dünya üzerinde yaşayan her bir canlıya ulaşacak. Kendimizi yükselttikçe dünyanın enerjisinde yükselmiş olur.
 
Unutmayın ki; insan önce kendi üzerine ışık olduğu zaman, diğer canlılara o ışığı ulaştırabilir.
 
Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

 

HAYATIMIZDAKİ NEGATİF DÜŞÜNCELİ İNSANLAR

 
 
“İnsanlar ya sana ilham olurlar ya da seni içten içe tüketirler. Bunun seçimini doğru yapmalısın” Hans.F.Hansen
 
Bu haftaki yazımı yazarken etrafımda yaşadıklarım ve gözlemlediklerim doğrultusunda negatif ve pozitif düşünceli insanlara değinmek istedim. Yazımda negatif düşünceli insanlardan bahsetmek istiyorum. Ailemizde olsun, iş yerinde olsun, arkadaşlıkta olsun, sevgili olsun, eş olsun, alışverişte, seyahatte, komşulukta vb… Yaşam boyunca negatif ve pozitif düşünceli insanlarla sürekli ilişkimiz olmuştur ve oluyor da,  peki negatif düşünen insanlarla çevrili bir dünyada yaşıyor olsanız ne kadar mutlu olabilirsiniz? Ya da biz nasıl insanlarla görüşüyoruz veya öz eleştiri yaptığımızda kendimizi hangi grupta görüyoruz? Zamanımızı pozitif yoksa negatif enerji yayan insanlarla mı geçiyoruz? Düşünün çevrenizde “O yanlış”, “O olmaz, “O kötü, “Aman ha !!” diyen insanlar varken, kendinizi nasıl rahat hisseder ve yapmak istediklerinizi nasıl gerçekleştirebilirsiniz?
 
Pozitif enerjili insanlar; Hangi konum ve aidiyetten olursa olsunlar, bu grup insanlar hayata pozitif bakarlar. Karşılaştıkları olaylara iyilikle yaklaştıkları için bunların içinden, insancıl ve barışçıl bir biçimde geçmeyi başarırlar. Hayata nefret ve husumetle yaklaşmak yerine, olayların kendileri için ve etrafındakilerin hayrına olduğunu düşünerek olumlu yanlarını yakalarlar. Böylece fırtınalardan bile, çok az zararla çıkarlar. Her zaman olumlu olarak destek verirler. Motive ederler negatif bir olayı bile pozitife çevirmek için çözüme giderler.
 
Diğer grup ise negatif enerjili insanlar; Basit bir iyimserlik duygusundan bile yoksun olan bu kişilikler, her şeyi karanlık ve kötü tarafından görürler. Onların hayrına olabilecek şeyleri bile ters yüz edip baktıklarında sadece oluşabilecek negatif ihtimalleri düşünüp, kendilerini karanlıklara sürüklerler. Negatif konuşmayı seven insanların en büyük amacı, pozitif düşünceli insanların enerjilerini emmektir. Bunu, diğer insanları kendi seviyelerine yani kendi ağlarına çekerek yaparlar. Çevresindeki insanların düşüncelerini olumsuzlaştırarak, savundukları ve kurguladıkları dram yüklü hayatı kanıtlamaya çalışırlar. Yaşanan her olayı olumsuzluklarla ilişkilendirip hayatı dramatikleştirirler. “İşte düşündüğüm kötü şeyler oluyor”, “Ben söylemiştim zaten” gibi cümleleri bu insanlardan sıkça duyarız. Sürekli şekilde insanları ve olayları yargılama içinde olurlar.
 
Bu insanlara iyi haberlerle gitseniz bile, olumsuz bakmanın bir yolunu bulurlar. Örneğin heyecanla gidip maaşınızda artış olduğunu haber verdiğinizde, hemen “iyi ama hayat o kadar pahalı ki maaşındaki artışın sana hiçbir katkısı olmayacak” gibi bir cevap duyabilirsiniz. O anda sevinen insanın bütün enerjisini emmiş olurlar. Ya da iş kuracaksınız “bu hayat şartlarında iş mi kurulur? Hiç aklın yok mu” gibi sözler söylerler. O anda o insanın bütün umudunu ve enerjisini söndürmüş olurlar. Sürekli kendi hayatlarından ve yanlışlarından örnek verip “Yapamazsın! Başaramasın! Nasıl yapacaksın ki? Ben biliyordum böyle olacağını! gibi negatif konuşmalarla cesaretinizi kırarlar. Akılcı bir yol göstermezler. Sadece kendilerinin her şeyi çok iyi bildiklerini savunup söz edip dururlar.
 
Kendi yaşantımdan örnek vermek isterim ; Tenis oynadığım yıllarda, Veteran Dünya Tenis Şampiyonası Turnuvası’na hazırlanırken bazı tenis arkadaşlarım işte “o turnuvada başarı elde edemezsin, hatta topa bile vuramazsın, o turnuvada kimse seninle antrenman bile yapmaz, o turnuvaya katılanlar dünyanın bütün ülkelerinde çoğunlukla çocukluk yaşında oynamaya başlamış oyuncular, hepsi milli takım oyuncuları, sen 22 yaşında başlamışsın boşuna emek verip katılıyorsun”  diye negatif sözler söylemişlerdir.  Ben o anda onların negatif sözlerini duymadım bile, sadece gülümsedim çünkü iyi bir sonuç elde edeceğime inanmıştım. Evet ben tenise 22 yaşında başladım. Fakat azim, disiplin, çalışmak en önemlisi daima pozitifte kalarak kendi koyduğum hedefime ulaştım. (2007-2008-2009 Yıllarında Dünya Veteran Tenis Şampiyonası Turnuvasında 35+ bayanlarda, 500 kişinin arasında 40.cı sıraya kadar yükselmiştim.) Pozitifliği karşılığını her zaman aldım. 
 
Ayrıca da negatif düşünceli insanlar değişime de kapalıdırlar. Kendilerini değiştirme yerine sürekli karşılarındakini değiştirmeye çalışırlar. Girdikleri ortamı sürekli olumsuz eleştirir ve yakınmalar yaparlar. Başkalarının hayatlarına olumsuzluk yağdırdıkları için çoğu negatif düşünceli insanlar fazla sevilmezler. Bu gibi insanlar sağlığınızı, mutluluğunuzu, başarınızı, umutlarınızı, cesaretinizi ve özgürlüklerinizi engelleyebilirler.
 
Hayat negatif enerjilerle boşa geçirilecek kadar uzun değil.
 
Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

 

ÖĞRENDİĞİM 7 GERÇEK

 

Eski zamanlarda, bir genç felsefeden de nasibini almış bir din aliminin öğrencisi olmuş. Tam yirmi yıl süreyle ona öğrencilik etmiş. Genç ayrılırken, hocasıyla aralarında şöyle bir konuşma geçmiş;
Evladım Kaç yıldır benim yanımdasın?
Yirmi yıldır efendim.
Bu süre içinde benden ne öğrendin?
Hiçbir şeyle değişemeyeceğim yedi hakikat öğrendim.
Sadece bu kadar mı?
Evet.
Peki neler öğrendin?
Baktım ki herkes bir şeyi dost ediniyor, ona gönül verip bağlanıyor. Ancak bunların hepsi insanı yarı yolda bırakıyor. Ben ise beni hiç bırakmayacak, ölümden sonra bile benimle gelecek şeyleri aradım. Dost olarak da iyilikleri seçtim kendime.
Çok güzel, ikincisi neymiş bakalım?
Baktım ki, insanların birçoğu geçici dünya değerlerine dört elle sarılmış; onları koruyor, kasalarda saklıyor, kaybolmaması için her çareye başvuruyor. Kimi zenginliğine, kimi güzelliğine, kimi ününe sımsıkı tutunmuş, onları elden çıkarmamak için çırpınıp duruyor. Oysa ben varlığımı ve bütün isteklerimi O’na satıp, gönlümü yalnız O’nun sevgisine açtım.
Devam et!
 İnsanların üstün olmak için birbirleriyle yarıştıklarını gördüm. Ama birçoğu üstünlüğü yanlış yerde arıyor ve birbirlerinin üstüne basarak yükselmek istiyor. Bunun üzerine üstünlüğü maddi değerlerde değil de akıl ve ahlak bakımından yükselmekte, kötülüklerin her çeşidinden el etek çekip, iyiliklere vasıta olmakta aradım.
Devam et evladım!
Yine baktım ki, insanlar sabahtan akşama birbirleriyle uğraşıyor, hayatı boş yere kendilerine zindan ediyorlar. Bütün bunların benlik, bencillik ve çekememezlikten ileri geldiğini gördüm. Ben de gönlümü bu kirlerden arıtarak, kendim ile barışık olup, huzur ve güven içinde yaşamanın yolunu buldum.
Sonra?
Nedense herkes hatasını sebebini hep dışta arıyor ve başkalarını suçlamak yoluna sapıyordu. Böylece suçlarının örtüsü altında saklanıyordu. Oysa insanın başına ne geliyorsa, kendi yüzünden ve kendi eliyle geliyor. Bunu bilip yalnız kendimle cenge girerek, nefsime uymamaya ve vesvese verenin ağına düşmemeye çalıştım.
Doğru!
Baktım ki insanlar bir lokma ekmek ve dünya geçimi için helal haram demeden her türlü hakkı çiğniyorlar. Hem başkalarının hakkını almakla hem de bu haksızlığın azabını vicdanlarında taşımakla iki kere kötülük etmiş oluyorlar. Oysa doğru yaşanıldığında ve hakça bölüşüldüğünde, dünya nimetleri insanlara yeter de artar bile.
Yedinci hakikat nedir evlat?
Yedinci olarak şunu gördüm ki insanlar bir şeye dayanmak ve güvenmek ihtiyacındadırlar. Kimi zenginliğine, kimi güzelliğine. Bunların hepsi de bir süre sonra yıkılacak iğreti desteklerdir. Ben ise yalnız ona sığınıp, O’ndan yardım diledim. Bunun karşılığı ise sonsuz bir güven oldu.
Seni tebrik ederim evladım. Ben de yıllar yılı farklı dinleri, din üzerine yazılmış bütün kitapları inceledim. Hepsinin bu “yedi hakikat” etrafında toplandığını tespit ettim.
ALINTI
Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

SÜREKLİ ŞİKÂYET, ETRAFINDA GÜZELLİKLERİ GÖRMEYE ENGELDİR.

Etrafımıza baktığımızda bazı insanlar vardır hayatta hiçbir şeyden memnun olmaz, her şeyden şikâyet ederler. (İş yerinizde, yolda yürürken, tatil yaparken ,yolculuk yaparken, restoranda yemek yerken, oturduğunuz apartmanda… vb) Etrafınıza bir bakın, nasıl sürekli her şeyden şikâyet eden, hiçbir şeyden memnun olmayan kişiler olduğunu göreceksiniz. Bu tür insanlar, havalardan, trafikten, yöneticilerinden, iş yükünden, çalışma arkadaşlarından, komşusunda her şeyden ve herkesten şikâyet ederler. Müzmin şikâyetçiler hem kendilerini hem de etrafındaki kişileri de mutsuz eder, enerjilerini düşürür, içlerini karartırlar.

Devlet dairesine işimiz düştüğünde karşılaştıklarımızı eleştiriyor; kendimiz bir masaya oturduğumuzda ise talep sahiplerinin tutumlarını yargılıyoruz. Yönetici isek yön-ettiklerimiz için, çalışıyorken de yöneticilerimiz için eleştirecek birçok konu buluyoruz. Hasta doktordan, doktor hastadan; patron işçisinden, işçi patronundan şikâyetçidir. Öğrenciysek öğretmenlerin davranışından, öğretmensek öğrenci davranışlarından şikâyet ediyoruz. “Bizim gibi yaşamayanları, bizim gibi düşünmeyenleri” yanlış; hatta yetersiz buluyoruz. Sözümüzü kesenlere kızarken, başkalarının söz söylemesine izin vermek istemiyoruz. Bazen komşumuzdan, bazen tanıdığımız, bazen tanımadığımız kimselerden şikâyetçiyizdir. Birisine sorduğumuzda nasılsın diye? Her şey yolunda gitse bile şikayet edecek bir şey bulur.
Peki şikayet yerine dönüp kendimize bir bakabilsek. Her zaman etrafımızı değil, kendimizi olumlu değiştirmek ve dönüştürmek gerekir. Kendi yaptıklarımızı önemsiyor, başkalarının yaptıklarını görmüyoruz bile. Dönüp kendimize bakabilsek, orada herkesi görebiliriz aslında.
Birçok insan şikâyet eden kişilere bir süre tahammül eder,  ancak uzun süre dayanamaz. Hayatı boyunca her şeyden şikâyet etmeyi alışkanlık haline getirmiş olan müzmin şikâyetçiler aslında etrafından çok kendine zarar verdiğini farkına varmaz. Sürekli şikayet ister istemez olumsuz yani negatif enerji veriyor. Bu negatif enerji ile kendi zihninde ve bedeninde olumsuzluklar yaşamasına sebep oluyor. Düşünün sürekli her şey de şikayet eden bir insan etrafında olan güzellikleri görmesine engeldir. 

Şikâyet etmek yerine aslında isteklerimizi doğrudan söylemek en doğrusu. Sorunun değil, çözümün bir parçası olmak için gayret etmek gerekir.
Kuşku yok ki, hepimizin ters giden işleri, sıkıntılı anları, olumsuz düşündüğü zamanları bizi karamsarlığa sürükleyebiliyor. Bunu paylaşmak, yakınlarımızdan bir destek beklemek, görüşlerimizin tıkanma anlarında farklı bir görüş almak kuşkusuz en doğal hakkımız; oysaki hiçbir olumsuzluğumuz yokken, her şeyi kapkara göstermekle, bir süre sonra inandırıcılığımızı yitirme durumunda kalabiliyoruz.

Herkes kendince şikâyetlerinde haklı olabilir. Şikâyetlerimiz ile sıkıntılarımıza ortak aramamız doğal sayılabilir; bir hastalık derecesine çıkmadığı sürece… Şikâyet hastalığına hazır reçetelerin bir yararı olmuyor! Ama şikâyet ederken, kendimize bakabilsek sorumluğumuzu alıp, içimizde neyi dönüştürmemizi görebilsek, çözüme odaklı olsak her şey kendiliğinden düzelecek aslında.

Bununla ilgili bir hikâye paylaşıyorum. Herkes burada kendine bir pay çıkarabilir.
Bir zamanlar, her şeyden sürekli şikâyet eden, her gün hayatının ne kadar berbat olduğundan yakınan bir kız vardı.
Hayat, ona göre çok kötüydü ve sürekli savaşmaktan, mücadele etmekten yorulmuştu. Bir problemi çözer çözmez, bir yenisi çıkıyordu karşısına.
Genç kızın bu yakınmaları karşısında, mesleği aşçılık olan babası ona bir hayat dersi vermeye niyetlendi.
Bir gün onu mutfağa götürdü. Üç ayrı cezveyi suyla doldurdu ve ateşin üzerine koydu.
Cezvelerdeki sular kaynamaya başlayınca, bir cezveye bir patates, diğerine bir yumurta, sonuncusuna da kahve çekirdeklerini koydu.
Daha sonra kızına tek kelime etmeden beklemeye başladı.
Kızı da hiçbir şey anlamadığı bu faaliyeti seyrediyor ve sonunda karşılaşacağı şeyi görmeyi bekliyordu. Ama o kadar sabırsızdı ki sızlanmaya ve daha ne kadar bekleyeceklerini sormaya başladı.
Babası onun bu ısrarlı sorularına cevap vermedi. Yirmi dakika sonra adam, cezvelerin altındaki ateşi kapattı.
Birinci cezveden patatesi çıkardı ve bir tabağa koydu. İkincisinden yumurtayı çıkardı, onu da bir tabağa koydu. Daha sonra, son cezvedeki kahveyi bir fincana boşalttı.
Kızına dönerek sordu:
– Ne görüyorsun?
– Patates, yumurta ve kahve? diye, alaylı bir cevap verdi kızı.
“Daha yakından bak bir de” dedi baba, “patatese dokun.”
Kız denileni yaptı ve patatesin yumuşamış olduğunu söyledi.
“Aynı şekilde, yumurtayı da incele.”
Kız, kabuğunu soyduğu yumurtanın katılaştığını gördü.
En sonunda, kızının kahveden bir yudum almasını söyledi.
Söyleneni yapan kızın yüzüne, kahvenin nefis tadıyla bir gülümseme yayıldı. Ama yine de bütün bunlardan bir şey anlamamıştı:
– Bütün bunlar ne anlama geliyor baba?
Babası, patatesin de, yumurtanın da, kahve çekirdeklerinin de aynı sıkıntıyı yaşadıklarını, yani kaynar suyun içinde kaldıklarını anlattı. Ama her biri bu sıkıntı karşısında farklı tepki vermişti.
Patates daha önce sert, güçlü ve tavizsiz görünürken, kaynar suyun içine girince yumuşamış ve güçten düşmüştü.
Yumurta ise çok kırılgandı; dışındaki ince kabuğun içindeki sıvıyı koruyordu. Ama kaynar suda kalınca, yumurtanın içi sertleşmiş; katılaşmıştı.
Ancak, kahve çekirdekleri bambaşkaydı. Kaynar suyun içinde kalınca, kendileri değiştiği gibi suyu da değiştirmişlerdi ve ortaya tamamen yeni bir şey çıkmıştı.
– Sen hangisisin? diye sordu kızına. Bir sıkıntı kapını çaldığında nasıl tepki vereceksin?
Patates gibi, yumuşayıp ezilecek misin?
Yumurta gibi, kalbini mi katılaştıracaksın?
Yoksa kahve çekirdekleri gibi, başına gelen her olayın duygularını olgunlaştırmasına ve hayatına ayrı bir tat katmasına izin mi vereceksin?

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

BİÇTİĞİNİ BEĞENMİYORSAN EKTİĞİNE BAKACAKSIN

 
 
Enerji dairesel şekilde hareket eder. Gönderdiğiniz negatif, pozitif her tür enerji mutlak şekilde size geri döner. Ne tür bir enerji gönderdiğiniz geri dönüş sürecini değiştirmez.
Bilinçli ya da bilinçsiz göndermiş olmanızda bu süreci etkilemez.
Her sonucu yaşadığımızda nedeni fark etmez isek aldığımız sonuçlarda hiçbir zaman değişiklik göstermez.
Bu nedenle davranışlarımızdan sorumlu olduğumuzu bize çok iyi anlatan bir yasadır. Ne ekersen onu biçersin.
Sadece davranış değil, duygu ve düşüncelerimizden de sorumlu olduğumuzu unutmayalım bu arada.
Çünkü hatırlarsanız hepsi birer enerji ve enerjiler çıktıkları kaynağa geri dönerler.
Peki şimdi sizi duyar gibiyim ama isteklerimiz bize geri dönmüyor.

Size açıklıyorum.
Ürettiğimiz duygu, düşüncelerinde bir gücü var. Çok güçlü bir sevgi duygusu ile çok zayıf bir takdir duygusunu enerji olarak aynı güçte algılayamayız.
Üstelik sürekli üretilen bir duygu ile anlık üretilen bir duygu aynı güçte değildir.
Gün içinde zihninizde ve kalbinizde geçtiğimiz düşüncelere kendimize ve başkalarına ne kadar pozitif ? Burada kendimize dürüst olmamız gerek.
Sözler bir büyüdür. Gene aynı şekilde gün içinde ağzımızdan hangi kelimeler çıkıyor, kendimize ve başkalarına sevgi ve ışık olmayan kelimeler mi? Yoksa sevgi ve ışık dolu kelimeler mi?
Yalnız kaldığımızda başkalarına düşüncelerimiz ve duygularımız ne oluyor? Pozitif mi? Negatif mi?
Herkes kendi özgür iradesi ile seçim yapabilir.
Aynı şekilde başkalarını dinleyebilirsiniz. Ama karar özgürlüğü, uygulama, seçim siz özgü iradeniz ile karar verebilirsiniz.
Öfke, nefret, kin, kibir, kıskançlık  gibi duygular tehlikeli duygulardır. Bunlar insanın en çok kendisine zarar verir. Her olumsuz düşünce ve duygu  bir hastalığa dönüşüyor.
Bu duygulara sahipken, hayatınıza güzel olayları kişileri çekme olasılığınız düşüktür ve bu olumsuz duygular yaşamımıza sorunları, kötü olayları, negatif insanları, hastalıkları çekecektir.
En önemlisi de önce kendimizi, geçmişi ve başkalarını affetmek. Ruhumuzu özgür bırakmak, ruh özgür olmadıkça vücudumuzda taşıdığımız yükler bedenimize zarar verir.
Her insanın olumsuz duyguları olabilir. Bu çok normal, bunları reddetmeyin. Önce olumsuz duyguları kabul etmek ve olumsuz duygulara sebep olan ne ise onları olumluya dönüştürmeye ve sizden uzaklaşmasına izin vermek. Kısacası her olumsuz düşünceyi ve duyguyu şifalandırmak.
Ne ekersem onu biçeceğim yasasını bildiğinize göre sonuçlarınızın nedenlerini bilinçli olarak oluşturabilirsiniz.
Şu an yaşadıklarınızın bir sonuç olduğunu ve bu sonuçların nedenlerini sizin oluşturduğunuzu fark edeceksiniz.
Her zaman  güzel tohumlar atmak gerek zihnimize ve kalbimize.
İyi niyet, güzel düşünceler, güzel duygular, güzel sözler karşımıza güzel sonuçlar olarak  çıkacaktır.
Her şey birbirine bağlı,
Nasıl gösterirseniz o olur,
Ne verirseniz o gerçekleşir.
Kısacası
Ne ekersen onu biçersin.

ALINTI
Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

GÜNÜN MESAJI

 
 

Sadece evin yolunu bulabilmiş olanlar bu yolu başkalarına gösterebilir. Kendi yolunu kaybetmiş bir kişi kötü bir rehberdir. Bilgisi olmayanların iyi niyetli oldukları sürece dünyaya iyilik edeceklerine inanan eşitlikçi iddiayı geçersiz kılan da bu gerçektir. Uzun vadede yalnızca bilenler işe yarar, iyilikler sunabilir, çünkü onlar yürüdükleri için yolu bilen kişilerdir. 

 
Carl Gustav JUNG
 
Ruhumuzun da ve kalbimizde sevgi, ışık, aşk ve merhamet olduğu süreçte yaşamımız ona göre yol alır. 
 
Her zaman sevgi ve ışığı seçenler kazanır.
 
Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com
 

 

İNSAN İÇİNDE SEVGİ VE ŞEFKATİ BÜYÜTTÜĞÜ ZAMAN MUTLU OLUYOR.

 

 

Dünyada cennetimizi de cehennemimizi de kendi duygu ve düşüncelerimiz yaratıyor. Herkesin problemleri var. Bir çoğu da ileriye dönük… Belki de yaptığımız en büyük yanlış o gün gelmeden sıkıntıları bugünde yaşamak. Bu davranış şekli, içinde bulunduğumuz günü dolu dolu, hissederek yaşayamadan elimizden uçup gitmesine neden oluyor. Tabii bu demek değildir ki problemlerimizi yok sayalım ve gerekli önlemleri almayalım. Önlemlerimizi elbette alalım; ama bu sorunların yaşamımızın akışını sekteye uğratmasına izin vermeyelim.
 
Peki, sizin mutluluk anlayışınız hangisi? Siz mutluluğu eksikleriniz tamamlanınca ulaşacağınız bir ruh hali gibi mi yoksa başınıza gelecek güzel bir şey olarak mı tanımlıyorsunuz?
En güzel bulaşıcı ruh hali nedir? Diye sorarsanız, hiç düşünmeden “mutluluk” diye cevap veririm. Evet mutluluk… Mutlu, pozitif, ışık saçan, gözlerinin içi gülen, yüreğiyle gülümseyebilen ve seven insanların yanında olan herkes kendini mutlu ve huzurlu hisseder. Mutlu olan insan herkesi mutlu eder.
 
Kendimizi olduğu kadar, çevremizi mutlu etmek de elimizde. Bir güler yüz, bir sevgi dolu söz, ufak bir tebessüm bile yetebiliyor bazen. Etrafımızda bakıp da görmediğimiz, bir gülümseyişe bile muhtaç ne çok insan var… Hiç düşündünüz mü? Küçük bir teşekkür, hiç beklenmedik bir anda açılan telefon, unutulmadığını hatırlatan, bir dosttan gelen mesaj bile yetiyor insanı mutlu etmeye. 
 
Dünyadaki yoksul ülkelerin halkına baktığımız zaman inanın ki zengin ve gelişmiş ülkelerin halklarına göre daha mutlular. İnanması güç ama doğru… Mutluluk, sevgi ve şefkat ilişkileri içinde yaşanan bir duygu. Daha çok para sahibi olmak, daha iyi bir hayat yaşamak mutlu olmak anlamına gelmiyor. İnsan içinde sevgiyi ve şefkati büyüttüğü zaman mutlu oluyor. 
Mutluluk nerede, ne şekilde, ne şartlarda yaşadığımızda değil; nasıl hissettiğimize bağlı biraz da… İnsan isterse her yerde mutlu olabiliyor. Mutluluk bazen küçük bir hediye, bazen sevgi dolu bir bakış, sıcak candan bir el, bir nasılsın, küçük bir teşekkür, ağlayabileceğimiz bir dost omzu, çocuğumuzun yanağımıza kondurduğu bir öpücük, kokusunu içimize çektiğimiz bir çiçek, sıcacık demli bir çay, okuduğumuz güzel bir kitap, seyretmekten zevk aldığımız bir film, yıllardır görüşemediğimiz dostlarla geçirilen bir gün, annemizin şefkatli kolları, harika bir manzarayı seyrederken en sevdiğimiz hobimizle uğraşmak, tanımadığımız, insan yolu gözleyen hastalara yapılan bir ziyaret, iş yerinde uyum için sarf edilen çaba, bitirilmesi gereken işlerin tamamlandığını görmek gizlice yapılan bir yardım ya da küçük sürprizler olabiliyor…

Elindekiyle yetinmesini bilmeyen insanın, dünyayı da bağışlasan mutlu olma şansı yok.
Hayat bir sınav bence. Sahip olmak istediklerimizle değil; aile, sağlık, para, güzellik, zeka, güç gibi elimizdeki mevcut değerleri mutlu ve huzurlu olmak için nasıl kullandığımızla sınanıyoruz…
Konfüçyüs’ün bir sözü ile bitirmek istiyorum yazımı:
“Mutlu olmak için, içinde bulunduğunuz andan daha iyi bir zaman olduğuna karar vermek için beklemekten vazgeçin. Mutluluk bir varış değil, bir yolculuktur. Pek çokları mutluluğu insandan daha yüksekte ararlar, bazıları da daha alçakta. Oysa mutluluk, insanın boyu hizasındadır.”

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com