3 Farklı bilinç seviyesini “koyun-karga-kartal” örneklemesi ile anlatmak istiyorum. Ne demişler, bir örnek bin kelimeden iyidir. Yüksek bilinçlilik, yüksek farkındalık yolundaki tekamül sürecinde bilinç düzeylerini (nefis mertebeleri, çakra seviyeleri bakımından) örnekleyelim.
Bu örnek yalnızca yaşam tarzları bakımından, bilinç düzeylerini örneklemek için verildiğinden, insanlarla, hayvanları özdeşleştirdiğim gibi bir yanlış anlaşılma oluşmasın.
Bu 3 cins yaşam tarzı;
1- Koyunlar
2- Kargalar
3-Kartallar’dır
KOYUNUN YAŞANTISI;
En kalabalık grup olan, koyun cinsi yaşamının belirti ve işaretleri şunlardır;
Koyunlar güdülmek gerektirirler.
Özgürlük korkulacak bir şeydir.
Kesin Kurallar ve inançlar olmalıdır.
Asla çitlerin (sınırların) dışına çıkılmamalıdır.
Asla çoban köpeklerine itiraz edilmemelidir.
Çobana saygı ve sevgi ile teslim olunmalıdır.
Tüm taraf edilmeler, din, dil, ırk, mezhep, takım, seviye, statü, bu grup için doğaldır.
Ben ve diğerleri ana düşüncedir ve diğerleri dedikleri ile rekabet gerektiği zannına ikna olmuşlardır.
Sadece bilinmesine izin verilen şeyleri bilebilirler. Öğrenme kabiliyetleri yok denecek kadar azdır.
Değişip gelişme farkındalığı yoktur.
Her şey kuralladır. Kural çiğnemek, sürüden dışlanma sebebidir.
Anne ve babadan başlamak üzere okul, arkadaş, haber, film tüm çevre sana, ortak bir program oluşturmuştur. Bu yazılıma (programa); ego, kişilik, karakter, nefis, benlik gibi istediğin adı takabilirsin. Tüm sosyal sistemler, koyun yaşam tarzını benimsetmek üzere konulur, Tüm tabelalar yaşamını egosuyla özdeşleştirmiş koyun için konulmuştur. Sürü psikolojisi devrededir, nede olsa, herkes yanılıyor değil ya? İdareciler koyun insan ister, okul koyun öğrenci sever. Özgür bir zihin, birey olmuştur. Birey sistem için daima sorundur. Bireye onu yönetmeyi talep edemezsin. Bu sebeple, ruhunu baskılayacak gündemler ve zor hayat şartları ile mücadele ettirilerek, içeride de değişime ve gelişime karşı bir ego, aleyhine çalışan bir kişisel bilinçaltı ile, hazinen olan vaktin elinden alınır. Sürüde olmak nede olsa güvende olmak demektir.
Koyunlar, “Beşeri bilinç” düzeyinde yaşarlar.
Bunca koyun arasından,
Bu sınırlı ve kurallı yaşamın dışında başka bir yaşam ihtimali var mı?
Sorusunu kendine sormaya cürret edebilen ve cesaret edip deneyebilen, karga olmuştur.
KARGANIN YAŞANTISI;
Karga uçar, koyunlardan daha uzak mesafeye yetişir ve görebilir. Koyunların hallerini yukarıdan görür onların sınırlı otlaklarını, sınırlı yaşantılarını tamamen idrak ederek şükür eder.
Kendinle gurur duyar, ayrıcalık görür.
Sistemi görmüştür ve gerekirse, lehine veya gerekirse koyunların aleyhine bir düzeye kadar kullanabilir.
Fakat kargalarda, sınırlı mesafe yükselebilirler ve bir reise ihtiyaç duyarlar.
Sürü yaşantısı, koyunlar gibi devam etmektedir.
Koyunlar asla kargaların nereleri gördüğünü idrak edemez.
Kargalar, ego yazılımının farkına varmış, fakat tam olarak mevcut yazılımdan kurtulamamışlardır. Tamamen içinde bulundukları duruma uyanamamış, geçici farkındalıklar yaşarlar.
Bu az sayıda kargadan sadece bir kaçı sürüden ayrılmaya cesaret eder. Onlarda kartal olmuştur.
KARTALIN YAŞANTISI;
En uzağı görendir. En yukarıda zirvede durur. Keskin bakışı ile kilometrekarelerce alanı bir anda görür.
Tüm kargaların ve koyunların yaşantıları boyunca edinecekleri menzillerini bir hamlede bilebilir, görebilir. Çünkü o hâkimdir.
Üzerinde bir hüküm kalmamıştır.
O, özgür olmuş özüne kavuşmuştur.
O, gönülde yaşamaktadır.
O, tüm ikilik ve sınırlardan sıyrılmıştır.
O, karga ve koyunlar tarafından asla idrak edilemez.
Onun görüş açısı, asla idrak edilemez.
Aşağıdakiler yukarıdakilerin halini ne kadar bilemiyorsa, tam tersine
Kartalda aşağıdakilerin haline o kadar muktedirdir.
O, yalnızdır, bireyselliği ile kendi sorumluluğunu üzerine almıştır.
Kişilerden Medet beklemez ya da arzularına yenik değildir.
Duygu ve düşünceleri bineğidir. Düşünce ve duyguların esaretinde kurtulmuştur.
Kartal, Programı tamamen çözmüş, kendisi ve çevresi için programdan çıkış yolları hazırlayan ve sunan kişi olmuştur. Onun kaynağı, 5 duyusal veriler değil, tamamen içinden, özünden yükselen bilmişliktir. O sürekli programlama yapar, etrafına ışık kaynağı olmuştur. Asaleti hakikatindendir.
Koyun beşerdir, beşer doğulur. Beşer, ancak insan adayıdır. Kartal ise, olunması gerekendir, tekamül etmiş ve özüne ermiş olan insandır. Kartal, varlığın tekamülünde etkin rol oynar. Kendi ve çevresi için, değişim ve gelişim sağlar. O varlıkta ayırım yapmadan kucak açar ve koşulsuzca sever. Bir kartal, gönüllere hitap eder, ruhlara dokunur.
ALINTI
Yaşanan her doğal afetlerden (depremler, hastalıklar, virüsler, kasırgalar, yangınlar vb.) insanların bir ders çıkarmasına ve insanlığı öğretti. Kısacası arınmaya ve uyanışa vesile olurlar. Her birey kendi farkındalığına varıp, arınıp ve uyanışa geçerse; egolardan, gölgelerden, karanlıktan böylece
ÖZ-SEVGİ ve ÖZ-IŞIĞI bulur.
Ne doğrarsan aşına, o çıkar kaşığına. Türk Atasözü
Karma, “ektiğini biçersin” ifadesi ile özetlenen evrensel bir yasadır. Karma Yasası veya Etki ve Tepki yasası olarak da adlandırılır. Albert Einstein’ın da doğruladığı gibi, her etkinin eşit ve karşıt bir tepkisi olduğunu keşfetmişti. Bu prensibin yaşamın her alanını etkilediğini kendimize hatırlatmak da önemlidir. Karmanın, kelime anlamı ”eylem” demektir. Her an bize bir seçenek sunulur – iyi olanı ya da kötü olanı seçmek.., nazik ya da kaba olmak, sevgide veya egoda kalmak, sadeleştirmek ya da karmaşıklaştırmak ve benzeri birçok seçenek. Yani nasıl davrandığımıza bağlı olarak karşılığını alırız. Bu kadar basit!
Ne verdiysem, karşılığında sadece onu alırım; eğer arpa ekip, buğday biçmemi bekleyemem! Bugün yaşadığımız hayat önceki eylemlerimizin bir sonucudur, yani dünkü eylemlerimiz… Ve bugün de, yarın da kısa zamanda geçmiş olacak!
İnsanların yaptıkları eylemleri hiç kimse görmese bile – evrensel adalet sisteminin her zaman işlemekte olduğunu birçok kimseler tarafından idrak edilmiyor. Tohumu ekmek ile meyve hasadı arasında nasıl uzun bir ara varsa, sergilenen eylem ile sonuçların oluşması arasında da, o kadar uzun bir ara vardır. Bu nedenle, insan, hareketlerinin üzerinde yarattığı zararı göremez. İnsanın karması yaşamı boyunca onu daima takip eder. Karmalar sadece insanlar için geçerli değildir. Toplumlar ve ülkeler içinde geçerlidir. Geçmişte ne ekerse zaman gelince onu biçerler.
Karma bize bir seçeneğimiz olduğunu ve sorumlulukların da seçimlerle birlikte geldiğini öğretir. Ekilecek tüm tohumların bizim elimizde olduğunu öğretir.
Zihnimize hükmeden biz ve bu sebeple aradığımız sonuçları yaratmayı seçebiliriz; Yaşamımızın her alanında, sevgi ve ışık dolu tohumlar ekmek. Sonra bu ekilen tohumların meyvelerini toplamak ve bizle birlikte etrafımıza bu güzel meyveleri sunmak… Ancak, bu meyveleri almak için sabırlı olmak gerekir.
Karma bir verme ve alma yasasıdır. Sürekli almaya alışık kişiler, toplumlar ve ülkeler – alma ve verme yasasına uygun değildir! Vermeden alırsak, yasayı çiğnemiş oluruz ve sonuçta hesabı yeniden dengeye getirmek için, kat be kat geri ödemek zorunda kalırız. Karma kayıt altına alınır ve dengelenir. Nihai hedef, her zaman alacaklı olmaktır, borçlu değil – ve bunun için, alıyor olmaktan çok veriyor olmam gerekir.
Hiçbir kimse ve toplum karma hesabını kapatmadan yeni bir hesap açamaz! Bu hesap sürekli hayatta önüne gelir.
Pek çoğumuz kişisel kaynaklarımızı, boşa harcamanın saygı duymamakla eş anlamlı olduğunu bile anlamadan, kullanırız. Benzer şekilde kaynaklarımızı boşa harcadığımız da, onlarla hürmetsizliğin/değer bilmezliğin karma hesabını açarız. Ve hürmet etmediğimiz ve değer bilmediğimiz hiçbir şey bize hizmet etmez. Sonuç olarak; İnsanlar kendi geleceğini kendi oluştururlar. Her şey gönlünüzce olsun! Sevgi ve ışıkla kalın!.. Nurgül Ayabakan nurgul.ayabakan@gmail.com
Konfüçyüs, kimi insanlara bir şey öğretmenin en iyi yolunun bunu örnekle göstermek olduğunu biliyordu. Bu yüzden sınıfın tam karşısına geçti. Eline bir vazo aldı, tüm öğrencilerin görebileceği şekilde vazoyu havada tuttu. Diğer elinde bir elma vardı. Öğrencilerin meraklı bakışları arasında, elmayı vazonun içine bıraktıktan sonra, vazoyu yere koydu ve şöyle dedi:
– “Elmayı vazo dan çıkarmayı başaran öğrenci, elmayı yiyebilir” Çocuklardan biri acıkmıştı, ilk o davrandı ve elini vazonun dar ağzından içeri soktu. Elmayı yakaladı, çıkarmayı çalışıyor, ama başaramıyordu.
-“Elimi çıkaramıyorum!” Konfüçyüs,
– “Elmayı sıkı sıkı tutmaktan vazgeçmediğin sürece, elini çıkarman mümkün olmayacaktır” dedi. Çocuk elmayı elinden bırakmak istemiyordu; ama sonunda zorunlu olarak bıraktı. Elini vazodan çıkardığında, yüzünde şaşkınlık okunuyordu.
– “Elmanın vazodan nasıl çıkarılabileceği konusunda sizin bir fikriniz var mı?”
Konfüçyüs, vazoyu yerden alıp ters çevirdi. Elma vazonun içinden yuvarlanıp avucunun içine düştü. Çocukların hepsi gülmeye başladı. Aslında o kadar basit bir şey diki bu!
Konfüçyüs; – “Fakat bu, göründüğü kadar basit değil”dedi.
Elmayı havada tutuyordu konuşurken.
– “Bazen bir şeyi gerektiğinde bırakabilmek, zor bir iştir. Onu bırakabilmek de bir beceridir. Eğer bir şeyi zorla tuttuğunuzda ulaşmak istediğiniz şeyi engellediğini görüyorsanız, o zaman onu özgür bırakmalısınız. Eğer yanlış bir şey yapıyorsanız, o zaman buna son vermelisiniz. Eğer kendinize ve başkalarına karşı dürüst davranmıyorsanız, bu hilekarlığı hemen durdurmalısınız. İşte, ancak o zaman hedefinize ulaşabilirsiniz.”
ALINTI
Konfüçyüs ’da dediği gibi, bir şeyi gerektiğinde bırakabilmeliyiz. Eğer bir şeyi zorla tutarsak, ulaşmak istediğimiz hedefleri engellemiş oluruz. Özgür ruh ve özgür irade hedefimize ulaşmamıza sağlar.
“Yaşam gülmeyi, sevgi hak etmeyi, vefa unutmamayı, dostluk sadık kalmayı bilenler içindir” der Hz. Mevlana.
“Üstad’ın talebelerine, arkadaşlarına ve yakınlarına nasıl bir vefa gösterdiği malûm. Üstad sadece insanlara karşı değil, bunun ötesinde eşyalarına karşı da fevkalâde hassas ve duyarlıdır. Üstad’ın bu duyarlılığı vefa mesabesindedir.
Bir gün çay kaşığı kırılmış, tamir edilememişti. Yeni bir çay kaşığı alan talebesine “Kardeşim, sen biliyor musun? O kaşık benim kırk yıllık arkadaşımdı. Ben kaşığımı isterim, tamir ettir, getir” diyerek çay kaşığını hemen tamir ettir.
Bir başka günde tahta olan yemek kaşığı kırılır, işe yaramayacağı düşünülerek çöpe atılır. Üstad bunu öğrenince kaşığı çöpe atan talebesine kızarak “Bunu nasıl yaptın? Beni otuz yıllık arkadaşımdan nasıl ayırdın? O benim için çok kıymetlidir, derhal bul, getir” der. Ve tahta kaşık çöpten çıkartılıp, temizlenip sapı perçinlenerek hizmetine devam eder.”
Eski zamanlarda insanlar, insanı değil, kaşığı bile kırmamaya özen gösterirmiş.
İnsanoğlu hayatın koşuşturması içerisinde çoğu kez kendini değerli kılan bazı özelliklerini kaybeder ve hangi yöne doğru gittiğini bilmeden savrulur ve maddi hesapları uğruna kişiliğini kaybeder.
İnsanları değerli kılan özelliklerinden bir tanesinde VEFA’ dır.
Peki, VEFA kelimesinde ne anlıyoruz?
Vefa sevginin bir tezahürüdür.
Vefa tek başına bir anlam ifade etmez. Arkadaşlık, dostluk, kardeşlik ve minnet duyguları ile birlikte bir anlam kazanır ve devamlılık arz eder.
Vefa deyince;Sözünde durma, sadakat gösterme, zor zamanları beraber aşma, güçlü dostluk, iyilikleri unutmama, şefkat, merhamet, gönülden bağlılık, samimiyet duyguları ihtiva eden bir kelimedir.
Bazı insanlar için “İyi gün dostu” denir. Onlar işler yolunda gittiği zaman hep yanımızda olup zor ve sıkıntılı zamanlarda ise yok olan kişilerdir. Onlar menfaatlerinin peşinden ne tarafa gitmesi gerekiyorsa oraya gidip, çıkarları için kime eğilmesi gerekiyorsa eğilen insanlardır. Zaten bencil, menfaatçi insanlar arasında sürekli çıkar ilişkisi yaşandığından onlar arasında gerçek anlamda bir vefa ve sadakat duygusunun yaşanması mümkün değildir. Onlar için sadece maddi değerler vardır.
Vefa ve sadakat insanların yaşamları boyunca ihtiyaç duydukları üstün ahlak özelliğidir. Vefalı insan, beklentisi olmadan, çıkar gözetmeden, zor zamanlarda dostunu yalnız bırakmayan kişidir.
Özel ve iş hayatımızda, kurduğumuz bütün ilişkilerin temelinde ve devamında vefa kavramının yer aldığını görürüz. Unutmayınız ki, “Cömertlik olmayınca malın, vefa olmayınca arkadaşlığın anlamı yoktur.” Konfüçyüs’ün dediği gibi “Vefa ve samimiyet ilk prensiplerimiz olmalıdır.”
Zaman zaman hepimizin hayatında olumsuz dönemler olmuştur. Bunlar maddi ve manevi olabilir. Çıkmaz da olduğumuz bir zamanda bize uzanan bir dost eli bizi aydınlığa çıkartır. BU DA VEFALI BİR DOST ELİDİR.
Her zaman doğruyu ve sadakati kalplerimizde yaşatmamızı ve korumamız dileğiyle…
“SEV’’ Önce kendini yaşadığın hayatı seni sevenleri ve söyle konuş esirgeme kendine saklama “SEV” tüm kalbinle Korkma!
Sonunda tabiatın kendisine iade edeceklerini
Tabiatın olanı insandan esirgeme!
İnsanlara istedikleri kadar, isteyebilecekleri kadar ver!
Sana da veriliyor…
Ver ki her verdiğin damlanın arkasından şelaleleri karşıla!
Dayanabileceğin kadarını al!
Aldığın oranda ver!
Hiç ama hiç esirgeme;
Çünkü bu, sana, tükenmek bilmeyen bir kaynaktan gelmektedir. AŞK’a İNAN Sevgin için MÜCADELE ET! Işık ol, göster, insanlara hep yol göster;
Aydınlık onları kör edinceye kadar VAZGEÇME! Gökyüzüne tabiata bak!
Her şeyi önümüze serilmiş, hepsi bizler için…
Ne varsa yalnız bizler için meydana gelmiştir.
Sen de cömert ol!
Sevgini esirgeme merhametini esirgeme emeğini esirgeme!..
Bununla beraber, ACI VERME EZİYET ETME NANKÖR OLMA!.. Hiç kimseye ıstıraba sürükleyen bir rehber olma bundan daima çekin!
Başkasından aldıklarını yine başkasına ver!
Varsın sana ENAYİ SAF BUDALA desinler, Asla esirgeme! Çünkü sen bil ki, yalnız kendin için değilsin.
Işığı sadece kendin için saklama ki fazlası da seni yakmasın!
Kafanı bilgisiz, gönlünü kapalı tutma ki seni karanlıkta bırakmasın! EMEK ver YÜREK ver ANLAT sesini duyan kalbini anlayan,
Mutlaka olacaktır o seni bulacaktır ANLAYACAK Seninle BİR olacaktır!
Bu DÜNYA Alemi daha güzel olsun istiyorsan sev ve sevmekten vazgeçme. ALINTI Her şey gönlünüzce olsun! Sevgi ve ışıkla kalın!.. Nurgül AYABAKAN nurgul.ayabakan@gmail.com
“Hayat bir uyanma sürecidir. Olma sürecidir. İnsanın daima olduğu şey haline geldiğini bilme sürecidir. Ayrılamaz olanı bir araya getirme sürecidir ve bu gerçek bir bir araya getirme işlemi değildir; sadece ayrılmanın hiçbir zaman meydana gelmediğini yeniden bilmektir.” (Neale Walsh)
“Uyanışın temel bir parçası, uyanmamış olan sizi tanımaktır; yani diğer bir değişle egonuzu. Egonuzun nasıl düşündüğünü, nasıl konuştuğunu ve nasıl hareket ettiğini anlarken, sizi sürekli olarak uyanmamış durumda tutan, şartlanmış zihinsel durumda tutan şartlanmış zihinsel durumu da kavrayacaksınız.”(Eckart Tolle- Var Olmanın Gücü)
Kendini tanımanın iki yönü var;
1. Egosal yönlerimizi tanımak,
2. Egosal yönlerimizden arındıkça öz varlığımızı tanımak ve onu ortaya çıkarmak-gerçekleştirmek
Kendimizi bilmemiz, özümüzü bulmamız…
İnsan kendini tanıtmak istediği zaman, “ben neyim?” , “ben kimim? “ sorularını sormakla başlıyor ve ardından genellikle aşağıdaki yanıtlar ile kendini tanımlamaya çalışıyor.
– Cinsiyetimiz
– İsmimiz
– Mesleğimiz
– Sosyal kimliğimiz
– Toplumsal niteliklerimiz
Bu tanımlamalar ile kendimizi bildiğimizi sanırız. Oysa bunların hepsi sadece bir etiket. Hepsini değiştirebilme şansınız (hemen hemen) vardır. Bu etiketler ile kendimizi dışarı ile özdeşleştiriyor ve içimizi (özümüzü) unutuyoruz.
Örneğin mesleğimiz. Biz mesleğimiz miyiz? Yoksa o işi mi yapıyoruz? Kendimizi bazen işimiz ile öylesine özleştiririz ki, işimizde oluşan değişikliklere bile direniriz. Bildiğimiz ve sahiplendiğimiz şekilde kalmasını ister, gelişmesini bile istemeyebiliriz.
Etiketlerin hepsi değişebildiğine, hatta bazıları gelişebildiğine göre, biz kendimizi bu etiketlerle tanıttığımız anda aslında “ne olmadığımızı” söylemiş oluyoruz. Kendimizi keşfetmek istediğimizde, gerçek kendimizi bilmek istediğimizde bütün bu etiketlerden kurtulmamız gerekiyor. Hiç birisi bizi tam olarak tanımlama konusunda yeterli değil. Dahası, değiştikleri anda tamamen yanlış tanımlamalara dönüşebiliyorlar.
Kendimizi dışarısı ile özdeşleştirdiğimiz bu etiketlerin hepsi, aynı zamanda bilincimizde birer küçük benlik oluşturmakta. Ne kadar uzun süreli o benliklerimizi yaşarsak, o kadar çok onlara bağımlı oluyor ve arkada esas olan gerçek varlığımızı algılamakta o kadar zorlanıyoruz. Öyle ki bazen “anne” olmanın (bu aslında bu yaşamımızda oynadığımız rollerden sadece biri olmasına rağmen), öyle etkisi altında kalabiliyoruz ki, kendi hayatımızı yaşamayı bırakıp çocuklarımızın hayatını yaşamaya veya sadece onlar için yaşamaya kadar ilerletiyoruz. Bunun sonucunda da, genellikle, kendi olamadıklarımızı onların olmalarını, kendi sahip olamadıklarımıza gene onların sahip olmalarını isteyerek onların özgürlüklerini de kısıtlamakta olduğumuzun farkına varamıyoruz.
Bu olmak istenilen şeyler de bizim dışımızdaki bir şeyler ve öze ait şeyler değil… Yani kendimizi dışımızdaki etiketlerle özdeşleştirdiğimizde, etrafımızdakilerin de o etiketler ile özdeşleşmesi için çaba harcıyor, toplumsal olarak herkesin hakikatten uzaklaşması için etkin bir ortam yaratıyoruz. Etiketlerin etkisi altında ne kadar çok kalınırsa, o kadar çevrenin, başkalarının etkisi altında kalıyoruz. Bağımlılıklar yaratıyoruz. Saplantılar içinde kalıyoruz. Başkalarını da bu bağımlılıkların ve saplantıların içine çekiyoruz. Toplumsal kuralların bir kısmı bizi köleleştiriyor. Bu insanların tümü için:
. birbirinin kölesi olma,
. toplumun sınırlarının dışına çıkamama,
. şartları değiştirememe,
. çevreyi değiştirme gücünün tükenmesi gibi gittikçe insanı kısıtlayan bir yaşam şekline dönüşüyor.
Ancak, zaman zaman yaşadığımız kimi olayların etkileri ile süregelen yaşamımızın içerisinde birden bire farklı bir algılayış içerisine girebiliriz. Örneğin, çevremizden veya yakınlarımızdan birisi öldüğü zaman benzer bir durumda kendimizi düşünmeye çalışır ve bir an için gerçeği görebiliriz. Ölen kişi birisi için sadece baba olabilir, bir başkası için patrondur. Fark ederiz ki o etiketler aslında daha derinde var olan bir şeye ait yüzeysel tanımlamalar. Yani etiket sahibinin, aslında kim ve ne olduğu düşüncesi, bedenin ölmesi ile terk edilen tüm o etiketlerden geriye kalanın ne olduğu ve nerede olduğu düşüncesi ortaya çıkar ve bu sorunun yanıtını aramaya başlarız.
Önceleri yanıt o beden bir ruha sahipti ve şimdi artık değil diye düşünülür. Bir süre sonra yanıt, o ruh bu bedene sahipti, şimdi bedenini bıraktı ve gitmesi gereken yere gitti diye değişir. Asıl varlık beden değil ruhtur. Yani “bizler bir ruha sahip insanlar değiliz, bizler bir bedene sahip ruhlarız” aslında. Bu bedende bir etiket gibi değişebilir. Genellikle acı veren bu tür olaylar sonrasında kendimizin dış özdeşleşmelerini bırakıp, içe yönelmeye başlarız. Yaşanılan çok derin bir acının ardından insan acıyı hissedemez olur ve bir an için acının yerini derin bir dinginlik içinde sanki farklı bir pencereden bakılıyormuşçasına oluşan yeni düşünceler ve hissedişler alır.. İşte o anda gerçek kendimiz ile baş başayızdır. Bir an olsun dış dünyadan soyunmuş, dingin, sevgi ve güven içinde…Korku bitmiştir, kabulleniş gelir…
Ruh olduğumuzun bilincine vardığımızda (ruha uyanmak) var olan her şeyin değeri bir anda içimizde değişir. Olaylarda artık hissettiklerim sahip olduklarımın önünde gelmeye başlar. Ruhuma huzur, sevgi, güven, neşe, saflık ve bana içsel bir güç veren şeyler daha değer kazanır. Hani “haklı olmaktansa mutlu olmak”, ya da “zengin olmaktansa aşık olmak” gibi değişimleri yaşarız içimizde…
Aslında, sevgi olabilme, aşk olabilme konusunda en önemli adım korkularımızdan arınmamızdır. Tanımlamak gerekirse de kendini tanımak; dinginlik içerisinde bir an bile olsa, sevgi ve aşk olarak var olabildiğimiz o anda başlar. Yaşamımıza baktığımızda, karşılaştığımız en önemli ve bizi etkileyen olaylar hep korkularımızla yüzleştiğimiz olaylardır. Yaşadığımız her bu tür olay karşısında yüzleştiğimiz korkumuzun farkına vararak onu dönüştürdüğümüz anda, sevgi olmaya bir adım daha yaklaşmış oluruz. Korkularımızla yüzleşerek arındıkça da basamak basamak ruhun uyanışı gerçekleşir.
Arınmak, insanın insan olma değerlerine ulaşabilmesi ve öz varlığı ile uyumlu bir titreşime ulaşabilmesi için gerekli. Öz varlığımızın temel özellikleri sevgi, neşe, huzur, saflık, güven. İnsanın kendi öz varlığı ile bütünleşmesi veya onun varlığının farkındalığı ile yaşayarak, hayatının her aşamasında, ondan farkında olarak destek alabilmesi, aydınlanmanın bir tanımı olarak verilebilir. Özü ile buluşmuş insanlar hayatı yaşayış nedenlerini bilen, ve özlerinin sahip olduğu özellikleri her anlarında yaşayan, daha doğrusu onları Olan ve Yansıtan insanlardır. Yani sevgi olurlar, neşe olurlar, huzur olurlar, saflık olurlar, güven olurlar. Olmakla kalmaz, etraflarına yansıtırlar. Onların yanında tüm bunların varlığını hisseder ve solursunuz…
Özü bulmak, içimizdeki cevheri ortaya çıkarmaktır.
İşte bu yolculuğu yapabilmenin, o noktaya ulaşabilmenin ilk yoludur arınmak… Kendini tanımak arınmak ise egomuzun hakimiyetinden çıkmak, egosal yönlerimizi dönüştürmek demektir. Bu dünyada yaşıyor olmamızın nedenidir insan olmayı öğrenmek. İşte bu “Kendini Gerçekleştirmektir”.
İnsan olabilmenin basamaklarından çıkmaya genel olarak tekamül diyoruz. Tekamül bu anlamda, dünyadaki maddi gelişimimiz değildir. Dünyada yaşadığımız hayatı kendi manevi bütünlüğümüzdeki eksikliklerimizi ya da gelişim aşamalarımızı tamamlamak için kullanırız. Tekamül dünyevi değildir, dünya ve buradaki yaşam bunu sağlamak için kullandığımız bir araçtır.
Bilinçli bir şekilde de olsa, bilinçsiz de olsa, ruh varoluş amacını gerçekleştirmek için yaşar. (E.Tolle) Varoluş amacımızın ne olduğunu bilmek, kendini bilmek ve tam olarak bulmak konusunda bir adımdır.
Yıllarca engellendiğimiz ya da bir türlü yapamadıklarımızı, farkındalık sürecinden sonra inanılmaz bir hızla uygun şartların oluşarak yapabilir hale geldiğimizi görebiliriz. Çünkü, varoluş amacınıza uygun eylemler içerisinde olmamız; bizi desteklenmemizi ve bu sayede başarılı olmamızı, mutluluğu, daha yüksek farkındalığı ve “hayatın akışı içinde, suda yüzen bir yaprakmışçasına direnmeksizin yol almamızı” beraberinde getirir.
Unutmayın, “Kendi içinizdeki olumsuz bir durumun farkına varmanız başarısız olduğunuz anlamına gelmez; tam aksine başarılı olduğunuz anlamına gelir.” (Eckart Tolle)
“Bir gün bir kral ama halkı tarafından sevilen bir kral, huzuru en güzel resmedecek sanatçıya büyük bir ödül vereceğini ilan eder.
Yarışmaya çok sayıda sanatçı katılır. Günlerce çalışırlar birbirinden güzel resimler yaparlar.
Sonunda eserleri saraya teslim ederler. Tablolara bakan kral sadece ikisinden hoşlanır. Ama birinciyi seçmesi için karar vermesi gereklidir.
Resimlerden birisinde sükunetli bir göl vardır. Göl bir ayna gibi etrafında yükselen dağların görüntüsünü yansıtmaktadır. Üst tarafta pamuk beyazı bulutlar gökyüzünü süslüyorlardı.
Resme kim baktı ise onun mükemmel bir huzur resmi olduğunu düşünüyordu.
Diğer resimde de dağlar vardı. Ama engebeli ve çıplak dağlar. Üst tarafta öfkeli bir gökyüzünden yağmurlar boşanıyor ve şimşek çakıyordu. Dağın eteklerinde ise köpüklü bir şelale çağıldıyordu. Kısaca resim hiç de huzurlu gözükmüyordu.
Fakat kral resme bakınca, şelalenin ardında kayalıklardaki çatlaktan çıkan mini minnacık bir çalılık gördü. Çalılığın üstünde ise anne bir kuşun örttüğü bir kuş yuvası görünüyordu.
Sertçe akan suyun orta yerinde anne kuş yuvasını kuruyordu.
…harika bir huzur ve sükun örneği.
Ödülü kim kazandı dersiniz.
Tabi ki ikinci resim. Kralın açıklaması şöyle idi; Huzur hiçbir gürültünün sıkıntının ya da zorluğun bulunmaması ve sıkıntının olmadığı yer demek değildir. Huzur bütün bunların içinde bile yüreğimizin sükun bulabilmesidir.”
La Rochefoucauld der ki; “Huzuru kendi içimizde bulamazsak başka yerde aramak boştur.”
Huzur insanın kendi içindedir. Eğer insanın içinde huzur yoksa, onu satın alamayız…İç huzur olmadan insan nerede olursa olsun ve neye sahip olursa olsun huzurlu bir yaşam süremez… Çoğu insan mutluluk ve iç huzuru karıştırırlar çünkü mutluluk anlık bir duygudur. Yaşadığımız süreçte hayatımızda olması istediğimiz (para, evlilik, aşk, iş, kariyer, başarı, çocuk, seyahat , çikolata yerken, içki içmek, eğlenmek, mal ve mülk) vb. bunlar elde ettiğimiz zaman kendimizi çok mutlu hissederiz. Fakat bir zaman sonra artık bu arzularımız ve isteklerimiz kavuştuğumuz için tekrar içimizde iç huzur yoksa tekrar mutsuzluğa başlayız. Çünkü rutin bir yaşama dönüşür.
İç huzur, iç dinginliktir, mutluluk ise sevinçtir, neşedir. Sevinç ve neşe bir şeyleri başarmak, sahiplenmekle gerçekleşen duygu iken, iç huzur, hiçbir şeye sahip olamadığımız da yaşadığımız duygudur. Huzuru yanlış yerlerde, yanlış işlerde ve yanlış varlıklarda aradığımızda beyhude arayışları içerisinde oluruz. Bu halimizi şuna benzer “Akmakta olan suya avcumuzu uzatırız da bir türlü suyun altına sokmayız” bu bize hiçbir şey kazandırmaz, susuzluğumuz gitmediği gibi yorulduğumuzda yanımıza kar kalır.
Unutmayın ki mutluluğun annesidir iç huzur… İç huzur olursa mutluluk doğar, büyür ve yaşar. İç huzurun sihirli bir formül yoktur. Onun içimizden bulup çıkarmak için önce istemeliyiz. İnsan önce kendini tanımalı ve bilmeli. İç huzuru bulmak için önce içindeki sevgiyi ortaya çıkartmak ve pozitif duygulara, düşüncelere sahip olmak. Aynı zamanda kendi ile gerçekten barışık olmalı. Düşünün ki; negatif duygulara ve düşüncelerine sahip insanlar (Öfke, kıskançlık, bencil, kibirli, nefret, intikam) vb. nasıl iç huzuru olabilir ki?
Kendi iç huzuru olan kimse başkalarını da besler ve geliştirir. Fakat kendinden hiçbir şey kaybetmez. Aksine iç huzuru artar. Bizim iç huzurumuz ne kadar güçlü olursa, dış etkilere karşı o kadar dayanıklı oluruz. İç huzur maneviyattır. Her şey gönlünüzce olsun! Sevgi ve ışıkla kalın!.. Nurgül AYABAKAN nurgul.ayabakan@gmail.com
“Aynı kırmızı, mavi veya beyaz lotus çiçeğinin bataklıkta doğup, büyüyüp, su üzerine çıkması ve bataklığın onu kirletememesi gibi ben de dünyada doğdum, büyüdüm ve dünyanın üstesinde geldim; ama dünya beni kirletemedi.” Gautama Buddha
Vietnam halkı çocuklara hayatlarını lotus çiçeği gibi yaşamalarını ve çocuklarına lotus çiçeği gibi her zorlukla baş çıkabileceklerini öğretiyorlarmış.
Hayatımızı sürdürmek için, gerekli olan dürtülerimiz için kendi düşüncelerimizin, umutlarımızın, tutkularımızın ve duygularımızın ötesinde herhangi bir şey olamayacağını düşünsek bile, doğa bize her zaman karşılık verir. Bunun en güzel örneği Lotus çiçeğinde verebiliriz.
Lotus çiçeği, kendi içimizdeki gölgelerimizden ve karanlığımızdan sıyrılıp, iç huzurumuza dönüşümüzü tamamlamak gibi çok derin anlamlar taşıyan bir çiçektir.
Karanlığın ve çamurlu suyun içinden geçerek yüzeye çıkan, ışığa ulaşan ve çiçek açandır. Karanlığa doğmuş olan ruhun saflaşmasını ifade eder. Çamurlu suyun üzerine yükselme gayretinde olanın sabırla ve inançla ilerlemesini anlatır. İçinde bulunduğu tüm zor koşullara rağmen lotus çiçeği gücünü korur ve tüm engelleri aşarak suyun yüzeyine ulaşır. Saf, parlak, canlı ve zarif bir güzelliğe sahiptir. Ortam onu şekillendirmez, ruhu her zaman saf ve temizdir.
Lotus insanın ulaşması gereken saflığı, sabırı, arzulardan ve hırslardan arınmışlığı, kendini bilmeyi, ruhsal gelişim esnasında inancın tam olması, sıkıntılardan sıyrılarak yücelmeyi, cahilliğe bürünmemiş ve aydınlık olan öz varlığını, hakiki doğasını simgeler.
Kişinin neşet ortam ne olursa olsun, her zorluklara rağmen iç güzelliğini yakalayıp olgunlaşarak ortama güzellikler saçması gerektiği gibi.
1- Uyku Bilinci: Hiçbir şeyin farkında olamayan bilinç. Renkleri, kokuyu, sesleri ve bulunduğu ortamı anlayamaz. Ölü gibidir.
2- Rüya Bilinci: Gerçeği gördüğü rüya olarak algılayan bilinç. Kabus görürse tepki veren, mutluluk görürse sevinen, ruhu ve bedeni gördüklerine göre hal alan bilinç.
3- Uyanıklık Bilinci: Beş duyu ile algıladıklarımızı var, diğerlerini ötede ve yok saydığımız bilinç halidir. Tüm gerçeği beş duyudan ibaret sayar.
4- Aşkın Bilinç Hali: Ruhsal çalışmalar ile geçilen bir bilinç düzeyidir. Meditasyon, enerji çalışmaları ile bu bilinç düzeyine geçilebilir.
– İçine doğanların olmaya başladığını görür.
– Rüya görürken aynı anda uyanıklığı da deneyimler.
– Daha yavaş yaşlanır, ağrı ve hastalıkları daha çabuk iyileşir.
– Az uyku ile dinlenir.
– Zararlı maddelere karşı iradesi yüksektir.
– Az sinirlenir.
– Hisleri ve algıları kuvvetlidir.
– Olayları çok derin analiz eder, nereye doğru akış olduğunu sezer.
– Yavaş yavaş olaylara yön vermeye başlar.
– Yaşamı verimlidir.
– Telefon çalarken daha açmadan arayanı hisseder.
– Deprem ve afetler öncesi, sıkıntılar öncesi olacakları sezer. Tarifi edemediği bir sıkıntı duyduğunu, kötü şeyler olabileceğini çevresine söyler.
– Girdiği mekanın enerjisini hisseder. Ne kadar nurlu yada kasvetli olduğunu söyler. Negatif ve pozitif enerji yayımını hisseder.
– Düzenli ruhsal çalışmaları yapabilir, bunlarda sebat gösterir.
Bu bilinç düzeyine kaza, acı, ölüm, yakınların ve önemli değerlerin kaybı şeklindeki sert enerji şoklamaları sonucu da geçilebilir. Acının ve belanın ardındaki sebepleri bilen ve fark edenler, bu düzeye atlayabilirler.
5- Kozmik Bilinç: Uyuyan yeteneklerin uyandırılıp rahatlıkla aktive edildiği bilinç halidir. Örnek verirsek, neredeyse hiç hastalanmaz ya da nadiren hastalanır. Kolay yaşlanmaz, yaşına göre hep genç kalır. Enerjisi hep yüksektir. Uzaktaki kişiyle çok güçlü bağları görmeden kurabilir. Beyin okuyabilir, sezgileri kuvvetlidir.
– Uzaktaki kişiyle çok güçlü bağları görmeden kurabilir.– Neredeyse hiç hastalanmaz yada nadiren hastalanır.– Kişinin aklından geçeni bilebilir.– Beyin okuma, cisimleri, metalleri dokunmadan bükme gibi haller gösterebilir.– Uzun süre açlığa ve uykusuzluğa dayanır.– Ağrıları geçirme, telepatik bağ kurabilme, olmadan hissedebilme kabiliyetine sahiptir.– Doğmamış çocuğun cinsiyetini bilme gibi gerçekleşmeyen şeyleri keşfedebilir.– Kendi hayatına kendi yön verebilir. Kişisel kader programını daha iyi bir performansta işletebilir.– Cisimlerin derinliklerini algılayabilir.
6- Evrensel Bilinç: Empatinin yükselip, yaratıcılığın arttığı, herkese karşı duyulan sevgi, saygı, merhamet, şefkat gibi duyguların artışıyla maneviyatın artışı, sezgisel zekanın artışı. . Zihinsel süreç bitmiş dünyasal arzu ve istekler kalmamış kişi tatmin olmuştur. Bu bilinç düzeyine gelen kişi tüm kötü vasıflarından kurtulmuş ve güzel ahlakı giyinmiştir.
Bütüne duyulan sevgi ve sorumluluk bilinci bu merkeze gelen kişide artar. Sevme duygusu artan kişinin bağışıklık sistemi güçlenir ve bu durum doğal olarak bedene sağlık olarak yansır. Bu merkezde olan kişinin gönlü herkesi içine alacak kadar genişler. Herkesi koşulsuz ve çabasızca sever ve kimseyi yargılamaz. Herkesi özgür bırakır. Bu düzeyde önceden sorun olan her şey biter. Kişi içindeki dünya bilincini öldürmüş öz bilincine uyanmaya başlamıştır. Kişide istek ve arzular tatmin olunca, sevgi, şefkat, barış, adalet ve merhamet duyguları uyanır. Her haliyle huzur yayar etrafına. Bu bilinç durumuna gelen kişi yüzünü özüne dönmüş ve gerçek kimliğine anlamaya başlamıştır.
7- Aydınlanmış Bilinç: Bilincin dünyasal yaşamda ruhsal olarak geldiği son aşama. Evrendeki her şeyin görünmez ağlarla birbirine bağlı olduğunu yürekten hissetme hali. Başa gelen her şeyin hayır olduğuna inanılan teslimiyet hali.
Brain Pickings
Gerçekten hepimiz bazen öyle insanlarla karşılaşırız ki, hiç elektrik alamadım, yanında çok huzursuz oldum, deriz. Hiçbir ışıkları yoktur. Bir an önce yanlarından uzaklaşmak isteriz. Bazen de öyle insanlarla karşılaşırız ki, etraflarına ışık saçıyorlardır. Bu iki tip insanın yaşam enerjileri bilinç seviyeleri ile doğru orantılıdır.
Etrafa ışık saçan insan tipi, gelişmiş ve tekâmül etmiş bir bilince sahip olup ve etrafına sevgi, mutluluk vermekten, insanlara yardım etmekten başka bir şey yoktur bilincinde. Bu üst seviyede gelişmiş bilinç, çok hızlı titreşimlere ve çok yüksek bir yaşam enerjisine sahiptir.
Her şey gönlünüzce olsun! Sevgi ve ışıkla kalın!.. Nurgül AYABAKAN nurgul.ayabakan@gmail.com
Yeryüzü coğrafyasının her alanında, her karesinde insanlar ve toplumlar, tarih boyunca dua etmişler.
Yeryüzünde yaşadığımız süreçte ne zaman dua ederiz? Bir çoğumuz başımıza olumsuzluk geldiği zaman, kendimizi sıkıntılı ve çaresiz hissettiğimiz zaman hemen dua etmeye veya ritüel çalışmalara başlarız.(Yaşadığımız olumsuzluklardan, sıkıntılardan kurtulmak, isteklerimize kavuşmak için.)
Peki dua ettiğimiz zaman kalbimizden geçen duygularımıza ve zihnimizden geçen düşüncelerimize baktığımız oluyor mu?
Bir insanın kalbinde negatif duygular ve zihinden negatif düşünceler var ise kısacası sevgi ve ışık yoksa (bencillik, kıskançlık, kibir, sürekli yargılama, insanları ötekileştirme yapmak, nefret, intikam vb…) ya da zihniden başkaları için olumsuz düşünceler geçiyor ise, mutlu, başarılı ve maddi imkanı iyi olan insanları kıskananlar, insanların hatalarını, kusurlarını (yanlışlarını) yüzüne sevgi ile ifade etmeyip söylemeyenler arkasında dedikodu yapıp sonra o insanı görünce yüzüne gülüp veya sosyal medya da paylaşmış olduğu resimlerini beğenenler, takdir edip, övenler kısacası ikiyüzlü davrananlar, sevmediği halde kendi menfaati için arkadaşlık kuranlar, maskelerin arkasına saklanarak kendini farklı gösterenler, dürüst olmayanlar, maddi ve manevi kul hakkına giren insanlar. Böyle insanlar hayatında olumsuz, sıkıntı yaşadıklarında bir an önce kurtulmak ve isteklerine kavuşmak için dua veya ritüel çalışmaları yaparlar.
Örnek verecek olursam bir insanın gün içinde yukarıda bahsettiğim negatif duygular ve düşüncelere sahip ise ve çevresine bu olumsuz duygular, düşünceler ve davranışlar sergiliyorsa. Sonra da gün içinde kendisi için güzellikler dolu bir hayatın olması için her türlü maddi ve manevi bolluk bereket gelmesi için dua edip ve ritüel çalışmaları yapıyorsa bu kendisine dürüst davranmış oluyor mu?
Önce farkındalığa varıp kendimizde bulunan bu olumsuz duygu ve düşüncelerden arınmalıyız. Özümüzden uzaklaştıran egolarımızdan kurtulmamız ve kendimize son derece dürüst olup bunlarla yüzleşmemiz gerekir.