“BEN” OLMAK

 
       Hayat bizimse şayet her türlü değişimden ve dönüşümden biz sorumluyuzdur. Esas olan “Biziz” yeni merkezde yine “BEN” görürüz.
       Öyleyse hikayeye en baştan başlayalım. “Doğduk; dünyada var olma yoluna merhaba dedik. Karar bizim miydi? Hayır elbette değildi. Varlığımızı tanımaya başladığımız “3” yaşından sonra oluşumun ilk evrelerine yolculuğumuz başlamış demektir. Yıllar geçer yavaş yavaş “BEN” şekillenmeye başlar. Öyle bir döngü içine girmeye başlarız ki; ailemiz, çevremiz, ruhumuza işlemeye başlar. Yaradılışımızdan gelen karakteristik özelliklerimizle her bir detay birleşir zaman içinde asıl “BEN” oluşur.
       Çoğu insan için büyük bir handikap olan ergenliğe değinelim birazda. Ah o “Ergenlik” Büyümekle büyümemek arasındaki gelgitlerin en ağdalı süreci…Varlığımızı ispat etmek, dünya da artık bende varım demeye yelken açtığımız birkaç yıl… Kimilerimiz yumuşak bir geçişte ergenlikten yetişkinliğe yol alır. Kimilerimizle bin bir türlü sıkıntıyı, telaşı omuzlarına yük edinerek erginliği geride bırakır. Ama geçer, biter o günler. Yaşasın Yetişkinlik !
       Aslında asıl hikaye şimdi başlıyordur. Yeni duygular, yeni sorumluluklar, yeni insanlar, yeni bir dünya. “İLK BEN” oluşmuştur. Ama zayıf, ama güçlü, ama kararlı, ama kararsız, ama cesur, ama korkak, ama merhametli, ama merhametsiz… Öyle çok nitelik sayabiliriz ki insana özgü ve onların hepsi de bizlerde vardır. Kişiyi kişi yapan eğrisiyle doğrusuyla bu özellikler bu niteliklerdir.
      Yetişkin olmanın amansız, çetrefilli yollarında hem güzellikler bizi bekliyordur hem de zorluklar. Ama gariptir ki güzellikler altın tabaklarda önümüze sunulmaz, zorluklarsa sanki bir nimetmiş gibi bırakın altın tabağı, elmaslarla zümrütlerle bezeli tabaklarla sunulur bize. SAVAŞ BAŞLAMIŞTIR !!!
      Yıllar içinde kendimizi, hayatı okumayı öğreniriz ya da öğrenemeyiz. Her bir yaşanmışlık bizi büyütür, olgunlaştırırız. Korkuyla tanışırız, ya korkuya tutsak olur ya da onunla savaşırız. Öfkeyle tanışırız, ya ona tutsak olur ya da onu yeneriz. Acıyla tanışırız, ya onu ruhumuzda taşırız ya da ona boyun eğmemeyi öğreniriz. Mutlulukla tanışırız, aşkla tanışırız, sevgiyle tanışırız işte o zaman HAYAT BUDUR deriz.
     Sadece biz değiliz hayatta, ya diğer insanlar! Mücadelenin asıl kaynağı diğer insanlarla hayatı paylaşmaya çalışmaktadır. Herkes var olma mücadelesi verir ve herkes en iyinin en kusursuzun kendisi olduğunu düşünür, öyle de yaşar. Asıl olan insanlarla dengeyi bulmaktır.
     Hayatımıza öyle ya da böyle bir şekilde aldığımız her bir insan yeni deneyimleri beraberinde getirir. Öyle çok da hayatımıza almaya gerek yok. Kimi zaman birkaç dakikalığına dahi hayatımıza dahil olan insanlar bile artık bizim hayatımıza dünyamıza dokunmuştur. Biz biz olalım bu dokunuşlar karşısında edinimlerimize bakalım. Bazen yolda karşılaştığımız varlığından o ana kadar haberdar dahi olmadığımız bir insan ağzından dökülen “Merhaba” kelimesiyle birlikte kişinin gözlerinin ta içinden gelen aydınlık gülümseme bize yaşam enerjisi verebilir. Bazense gözlerinde karanlık bir enerji taşıyan yine bir anlığına gördüğümüz kişi bizi hiç de istemeyeceğimiz bir hoşnutsuzluğa sürükleyebilir. Demem o ki; her insana açık olalım ancak her enerjiye değil. Kendimize kalkan oluşturalım, iyiyi yüreğimizin en içine kadar alalım, kötüyü dışarda tutalım. Bilelim ve unutmayalım ki herkes kendini en iyi, en özel, en mükemmel görür. Ancak esas da buna biz karar verelim. “Enerji her daim domino etkisi yaratır, bir dokunuş ardında ki her şeyi etkiler. İyi ya da kötü!”
      Her başlangıcın sona ulaşması gibi şimdilik söylemimin sonuna geldim. Aslında öyle çok şey var ki bu yazıda anlatılacak…
      Yazmadıklarımı, satır aralarına yerleştirdiğim düşünme paylarını size bırakıyorum…
       Unutmayalım en mühim, en özel hazine “BEN” dir. Ona sahip çıkalım… Onu güzelleştirelim. Dünyaya umut olalım…
 
Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

SİZİN İÇİN…

 
Bir yolcu gemisi yolculuk esnasında kopan bir fırtınada batar ve içindekilerden sadece iki adam küçük ve ıssız bir adaya yüzmeyi başarırlar. Ne yapacaklarını bilemeyen bu iki kazazede Allah’a yalvarmaktan başka çarelerinin olmadığına karar verirler. Fakat kimin duasının daha güçlü olduğunu anlamak için adayı ikiye bölmeye karar verirler ve adada karşılıklı olarak yaşamaya başlarlar. İlk diledikleri şey yiyecektir. Ertesi sabah, birinci adam kendi tarafında dalları meyve dolu bir ağaç bulur ve ağacın meyvelerinden yer.
Diğer adamın alanı ise hala çoraktır! Bir hafta sonra, birinci adam yalnız olduğu için kendisine bir eş diler. Ertesi gün bir kadın yüzerek birinci adamın tarafına gelir. Diğer tarafta yine hiçbir şey yoktur! Hemen sonra birinci adam bir ev, giysiler ve daha fazla yiyecek diler. Sihirli bir değnek değmişcesine tüm istedikleri kendisine verilir. Fakat ikinci adam hala hiçbir şeye sahip olamamıştır!
En sonunda birinci adam bir gemi diler böylece karısıyla birlikte adayı terk edebilecektir. Sabahleyin kendi tarafına demirlenmiş bir gemi bulur. Birinci adam karısıyla birlikte gemiye biner ve ikinci adamı adada bırakmaya karar verir. Onun hiç bir dileği gerçekleşmediği için Allah’ın nimetlerine layık biri olmadığını düşünür.
Gemi kalkmak üzereyken birinci adam cennetten yankılanan bir ses duyar,
—“Neden arkadaşını adada bırakıyorsun?”
— “Bana gönderilen nimetler sadece bana aittir çünkü onlar için ben dua ettim, Onun duaları kabul edilmedi o yüzden o hiçbir şeyi hak etmiyor.” diye cevap verir birinci adam.
“Yanılıyorsun!” diye azarlar ses birinci adamı.
—“Onun sadece tek bir dileği vardı ve kabul ettim. Eğer etmeseydim sen gönderdiğim nimetlerin hiç birine sahip olamazdın.” der
–“Allah’ım ne olur söyle bana” dedi birinci adam, “Ne diledi de ona minnettar olmam gerekiyor?”
—“Senin tüm dileklerinin gerçek olmasını diledi.”
ALINTI
Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com
 

ESAS OLAN

 
 
Şöyle bir etrafımıza bakalım… İyice bakalım, inceleyelim, derinlere inelim…
Esas olan o ki; her şeyin başlangıçla yola çıkar ardından olgunluğa ve beklenen son haline ulaşır.
Rüzgarın sesinin yankılandığı kavak ağacı… Önce minicik bir tohumdur, yavaşça kök salar, olgunluğa yol alır, son gün kapısını çalana kadar tüm varlığıyla rüzgara eşlik eder. Kim bilebilirdi ki böylesi kuvvetli yapıya ulaşabileceğini küçücük tohumun. İşte bir yaşam enerjisi sağladı tüm bunları… Ona belki yağan yağmur ve kar verdi bu enerjiyi belki de rüzgarla dans etme isteği… Yaşam enerjisi yaşam amacıyla bütünleşir tek vücut olur. Enerji mi amaç mı hangisi esasdır (?) kim bilir…
Ve bizler… Var olduk… Büyüyoruz…Olgunlaşıyoruz… Ve nihayet!…
Yaşam enerjimiz ve varoluş sebebimiz varlığımızın ilk anından beri bizimle ve hep öyle olacak… Her şey çok basit, sadece hissetmeyi görmeyi bilelim. Sevgiyle umutla yolumuzun aydınlanmasına izin verelim. Özümüzden vazgeçmeyelim…

 

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

 

ŞİKAYET KAPIYI KAPATIR. ŞÜKÜR KAPIYI AÇAR!…

 

İnsanoğlu zaman zaman bu dünyada var olmanın, yaşamanın, sonsuz nimetlerden yararlanmanın bir lütfu olduğunu unutuyor. İnsanlar hep sahip olamadıklarından şikâyet ederler. Aslında bir geriye dönüp baktıklarında sahip oldukları ne de çok şey var. İnsana hiçbir şey, sahip olunduktan sonra hayalinde olduğu kadar güzel gelmez. Bazı insanlar şükretmek için kendilerine çok büyük, çok özel bir nimetin gelmesini, ya da çok büyük bir sorunlarının çözülmesini beklerler.
 
Biraz dikkat ettiğimizde, insanın her anının nimet içinde geçtiği görülür.
 
Fakat elindeki imkânların farkında olmayan ve kıymetinin değerini bilmeyen, ayrıca da negatif ve hayata karamsar bakan insanlar yaşam boyunca şikâyet edecek mutlaka bir şeyler bulurlar.
 
İnsanlara sorduğumuzda nasılsın sorusuna çoğu insanda aldığımız cevap “iyiyim” bugün de “çok şükür nefes alıyorum sağlığım yerinde” “çok şükür huzurluyum” ya da “çok şükürler olsun” diyen kaç kişi var? “İyiyim” kelimesi sadece ağız alışkanlığı olmakla kalmış.
 
Ağzında çıkan “şükür” kelimesi kalpten hissetmek ve söylemektir.
 
Şükretmemizin önündeki en büyük engellerden biri hiçbir şeyi beğenmemek, kusur bulmak ve karamsarlıktır. Karamsar, hiçbir şeyi beğenmeyen ve her şeye olumsuz bakan bir adam yarış için hazırlanmış bir at için “Bu at kesinlikle koşamaz” demiş. Atın iyi koştuğunun görenler adama dönüp, ne diyeceğini merak etmişler. Adam “çok iyi hızlı koşuyor ama bu atı durduramazlar” demiş. Bunun gibi yaşadığım hayata örnekler verebilirim.
 
Bir yerde şikâyet, Allah’a isyan etmektir. Şikâyet ve isyan etmenin karşılığı da kaçınılmaz olarak huzursuzluk ve mutsuzluktur.
 
Asıl zenginliğini sağlık ve huzur olduğunu keşfeden insanlar hayallerini sarılırlar ve mutluluğu yakalarlar.
 
Şikayet ile güzel bir hikaye paylaşıyorum. Hepimiz bu hikayede kendimize pay çıkabiliriz.
 
Bir zamanlar, her şeyden sürekli şikâyet eden, her gün hayatının ne kadar berbat olduğundan yakınan bir kız vardı.
Hayat, ona göre çok kötüydü ve sürekli savaşmaktan, mücadele etmekten yorulmuştu. Bir problemi çözer çözmez, bir yenisi çıkıyordu karşısına.
Genç kızın bu yakınmaları karşısında, mesleği aşçılık olan babası ona bir hayat dersi vermeye niyetlendi.
Bir gün onu mutfağa götürdü. Üç ayrı cezveyi suyla doldurdu ve ateşin üzerine koydu.
Cezvelerdeki sular kaynamaya başlayınca, bir cezveye bir patates, diğerine bir yumurta, sonuncusuna da kahve çekirdeklerini koydu.
Daha sonra kızına tek kelime etmeden beklemeye başladı.
Kızı da hiçbir şey anlamadığı bu faaliyeti seyrediyor ve sonunda karşılaşacağı şeyi görmeyi bekliyordu. Ama o kadar sabırsızdı ki sızlanmaya ve daha ne kadar bekleyeceklerini sormaya başladı.
Babası onun bu ısrarlı sorularına cevap vermedi. Yirmi dakika sonra adam, cezvelerin altındaki ateşi kapattı.
Birinci cezveden patatesi çıkardı ve bir tabağa koydu. İkincisinden yumurtayı çıkardı, onu da bir tabağa koydu. Daha sonra, son cezvedeki kahveyi bir fincana boşalttı.
Kızına dönerek sordu:
– Ne görüyorsun?
– Patates, yumurta ve kahve? diye, alaylı bir cevap verdi kızı.
“Daha yakından bak bir de” dedi baba, “patatese dokun.”
Kız denileni yaptı ve patatesin yumuşamış olduğunu söyledi.
“Aynı şekilde, yumurtayı da incele.”
Kız, kabuğunu soyduğu yumurtanın katılaştığını gördü.
En sonunda, kızının kahveden bir yudum almasını söyledi.
Söyleneni yapan kızın yüzüne, kahvenin nefis tadıyla bir gülümseme yayıldı. Ama yine de bütün bunlardan bir şey anlamamıştı:
– Bütün bunlar ne anlama geliyor baba?
Babası, patatesin de, yumurtanın da, kahve çekirdeklerinin de aynı sıkıntıyı yaşadıklarını, yani kaynar suyun içinde kaldıklarını anlattı. Ama her biri bu sıkıntı karşısında farklı tepki vermişti.
Patates daha önce sert, güçlü ve tavizsiz görünürken, kaynar suyun içine girince yumuşamış ve güçten düşmüştü.
Yumurta ise çok kırılgandı; dışındaki ince kabuğun içindeki sıvıyı koruyordu. Ama kaynar suda kalınca, yumurtanın içi sertleşmiş; katılaşmıştı.
Ancak, kahve çekirdekleri bambaşkaydı. Kaynar suyun içinde kalınca, kendileri değiştiği gibi suyu da değiştirmişlerdi ve ortaya tamamen yeni bir şey çıkmıştı.
– Sen hangisisin? diye sordu kızına. Bir sıkıntı kapını çaldığında nasıl tepki vereceksin?
Patates gibi, yumuşayıp ezilecek misin?
Yumurta gibi, kalbini mi katılaştıracaksın?
Yoksa kahve çekirdekleri gibi, başına gelen her olayın duygularını olgunlaştırmasına ve hayatına ayrı bir tat katmasına izin mi vereceksin?
 
Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

 

ZİHNİNİZİ DEĞİŞTİREBİLİRSENİZ; HAYATINIZI DEĞİŞTİRİRSİNİZ.

 
“Bir kez temiz zihni anlayınca, bir daha asla kimsenin beynine çöp ve pislik doldurmasına izin vermeyeceksin!” Osho
 
Dadi Janki’nin seminerdeki anlatımı:
 
Zihni şifalandırmak.
 
Bedenim sağlıklı olmadığında nasıl endişelenmem?
 
Ağrıya verdiğimiz tepki, ağrının kendisi kadar sıkıntı yaratabilir – öyleyse iyileşmemize engel yaratmayacak şekilde bize yardımcı olması için, zihnimizi nasıl kullanacağımızı öğrenmemiz gerekir. Bir hemşire hem de bir hasta olarak uzun yıllar geçirdim ve iyileşme süresince sessizliğinin bilimle birlikte nasıl işe yaradığını gördüm.
 
Bedenimde olanlardan geri adım atarak zihin gücümü kullanabilirim. Onlara takılıp kalmak yerine, olanları gözlemleyerek olumsuz düşünce ve hislerden kendimi özgürleştirebilirim. Beni daha iyi-kötü değil-hissettirecek mutluluk, huzur ve fayda sağlayan his ve düşünceler yaratmaya dikkat ederim.
 
Kalbimde olup biteni bastırmamak önemlidir, bu şifaya sekte vurabilir. Sevgi ve dürüstlükle kalbimi dinleyeyim. Dürüstlük, yüzleşmem gereken durumlarla başa çıkmam için bana ruhsal güç verir. Kendim ve başkalarına için saf, olumlu düşünce ve iyi dileklere sahip olmaya devam edersem, bana da özen gösterirler, güç alırım, zihnim de güçlenir ve bu yolla bedeni iyileştirmeye yardımcı olurum.
 
Bazılarınız bana zamanın baskısını hissetmemize rağmen nasıl sakin kalınır diye sordu. Sakin kalabilmek için çok faydalıdır ve zihnin sakinliğini koruma pratiğini geliştirmek de mümkündür. “Zihnimin sakinliğini korumak istiyorum” düşüncesiyle, bu netlikle içinize dönün. Kendinize geçmişle ilgili düşünmek ve gelecek hakkında endişelenmek için izin vermeyin. Zihninizde geçmişe dair hiçbir şeyi tekrar etmeyin ve gelecek için istekler yaratmayın. Bu tür düşünceler geldiğinde onlara nokta koymayı öğrenin. Geleceğe ait korkular, endişeler, kaygılar yerine geleceğinizi hayırlı kılmak üzere kararlılığınız olsun. Sabır çok değerlidir-kendime karşı sabırlı olmak, diğerlerine karşı sabırlı olmak ve zamana karşı da sabırlı olmak.
 
Dadi JANKI
 
Bence zihnimizi susturmak, düşüncelerimize yön vermek özgürlüğe atılacak büyük bir adımdır. 
 
Evet, zihni tabii ki hemen susturmak kolay değil. Düşünün ki, yıllarca hep zihin hiç susmamış sürekli yaşadığımız boyunca konuşur durmuş. Gün içinde hiç sessizce oturup zihnimizin iç durumunu ve kalitesine baktığımız oldu mu? Bir bakalım o konuşan zihnimizde neler geçiyor? Konuşulan zihnimize baktığımızda o anda ne gibi düşünceler geçiyor? Geçmiş ve gelecek ile neler geçip duruyor? Sadece izleyip hiçbir soru sormadan nasıl düşüncelerin geçtiğini gözlemleyelim. Baktığımızda ne kadar bize gereksiz düşüncelerin dolu olduğunu göreceğiz. Sürekli konuşan bir zihin sağlıklı bir bedene ve ruha sahip olamaz. Bu da Zihin-Beden-Ruh dengesini bozar. Stresin hayatımızda sürekli etkisinin olduğu bir dünya da yaşıyoruz. Hepimizin istediği şey, huzur ve huzurlu bir zihne sahip olmaktır. Zihnin besini düşüncelerdir. Bizleri huzurlu ya huzursuz yapan kendi düşüncelerimizdir. İnanın ki gün içinde zihnimize baktığımızda olumsuz düşünceler bizim enerjimizi tükettiğini ve zihnimizde gerilimi yaşattırdığını farkında oluruz. Olumlu düşünceler ise bizleri sağlamlaştırarak güç verir. Düşünce bir enerji, gözle görünmeyen frekanstır.
 
Zihin depomuzdaki bilgilerimiz bir hazine kutumuz gibidir.  Salt zihnimizi kullanırsak sürekli düşüncelerimizin yaşamımıza yön vermesine izin verir ve doğal dengemizi bozabiliriz. Nasıl ki midemiz ve tüm organlarımız yediklerimizde beslenir ve güç kazanır ise, zihnimizde bilgilerle beslenir ve besinlerin akıl yardımıyla, düşüncelerinden alır. Fakat gereğinden fazla yemek yediğimizde bedenimiz nasıl alarm veriyorsa, zihnimiz de çok fazla beslendiğinde dengesi bozulur. Çok fazla çalışan ve çok konuşan bir zihin, zamanla zihinsel egosu güçlendirir. Unutmayalım ki, sadece zihnimizin aklı yok, ruhumuzun ve bedenimiz de aklı var. Onların gücünü hissetmenin en güzel yolu, zihnimizi susturup iç sesimizi dinleyebilmek.
 
Peki, zihnimizi nasıl mı susturacağız? Birçok yöntemler var uygulanabilecek; (Meditasyon, yoga, spor, dans, örgü örmek, resim yapmak, dua etmek, namaz kılmak vb.)
 
Benim yöntemim meditasyon, evet ben meditasyonu 2001 yılında ara ara yapmaya başlamıştım. 2013 yılından beri her gün düzenli olarak yapıyorum. Meditasyon, zihni susturup dışarıyla bağını kesmek, iç sesimizi duymak ve kaynağa bağlanmak demektir. Aynı zamanda meditasyon bilincimizin ve farkındalığımızın artmasında yardımcı oluyor. Sadece ruhsal olarak değil bilimsel açıdan da kanıtlanmıştır.
 
Yeni meditasyona başlayan kişiler başlar da zihni susturmak kolay olmadığını görecekler. Fakat günde en az 15 dk. yapabilmek ileri zamanlarda dakika kademeli olarak arttıkça o zaman zihnin nasıl sustuğunu hissedecekler.
 
Ben zihnimi boşaltamıyorum, yapamıyorum, odaklanamıyorum veya yapıyorum olmuyor diye bir şey söz konusu değil! Sadece sabır ve istikrar o kadar…
 
Zihinlerimizi temiz tutmak dileğiyle…
 
Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com
 

İÇTEN BİR GÜLÜMSEME ÇOK ŞEY KAZANDIRIR

 

İçten bir gülümseme, sevgi dolu bir yüreğin gözlerden yansımasıdır.
İçten bir gülümseme, kendimi ve sizleri seviyorum demektir.
İçten bir gülümseme, ben mutluyum ve sizinde mutlu olmanızı istiyorum demektir.
İçten bir gülümseme, verilebilecek en ucuz fakat en değerli armağandır.
İçten bir gülümseme, ona hasret kalanların ilacıdır.
İçten bir gülümseme, gönüller arasına sevgiden inşa edilmiş köprüdür.
İçten bir gülümseme, insanın ruhunda açan çiçeklerin evrene sunulmasıdır.
İçten bir gülümseme, içimde karanlığa yer yok demektir.
İçten bir gülümseme, anı yaşayarak aydınlanmaktır.
İçten bir gülümseme, paranın satın alamayacağı kadar büyük bir güce sahip olmaktır.
İçten bir gülümseme, hem kendimize hem evrene yapılan en büyük hizmettir.
ALINTI
Yaşamın zorlukları karşısında küçük sevinçler yaratabilmektir gülümsemek.
İnsanların arasındaki en büyük iletişimlerinde biri de içten gülümsemedir.
Bir tebessüm, birçok şey anlatır.İçinde yüklü olan anlam ve hisler karşı tarafa doğru akar. Yüzümüzde ki gülümseme içimizi dışa yansıtan bir ayna gibidir. Güler yüz ilişki ve iletişimlerimizin anahtarıdır ve tüm kalp kapılarını da açar. Karşınızdaki kişiyi fark ettiğinizin, onu önemsediğinizin, sevgi ve saygı beslediğinizin göstergesidir. Taşı suya attığımızda yayılan dalga gibidir, yüzden yüze gönülden gönülden gönüle. Peki, hiç düşündünüz mü bir gülümseme bizler için neler ifade edebilir?
Ruh güzelliğinizin en çekici belirtisi hiç şüphesiz gülümsemedir. Duygulardaki rahatlığın ve mutluluğun sevimli bir ifadesidir. O gülümsemenin en çirkin çehreleri bile güzel gösterebilecek sihirli bir kudreti vardır. Birde gözlerimize yansıtabiliyorsak yüreğimizdeki gülümsemeyi… Gözlerimiz, sözlerimiz ve dudaklarımızda çıkan her sözcük gülümsesin..
Gülümsemek, insanın o an içinde gelen ve mutluluk dolu duyguların dışa yansımasıdır. Bir gülümsemenin neler yapabileceğini düşünün. Bunu düşünmek bile bir tebessüm getirdi değil mi?
Ayrıca da gülümseme sosyal ve psikolojik sağlığın en önemli belirtisidir. Gülümseme hem kişinin vücut kimyasına hem de ilişkilerinin yapısına nüfuz eden bir şifa kaynağıdır. Gülümseyen kişinin üzerindeki stres azalır. Hem gülümseyen hem de gülümsenen kişiler bu süreç içerisin de gerilimlerinden uzaklaşır.
Gülümsemek ciğerlerimizi genişletir. Vücudunuzdaki kasları esnetir ve öz dengeyi uyarmaya yarar. Bu vücudumuza egzersiz yapmış gibi fayda sağlar ve oksijen alımımızı destekler. Gülümseme duygularınızı serbest bırakmanızı sağlamaktadır. İçimizde de tuttuğumuz duyguları serbest bırakmanın en iyi yolu iyi bir kahkaha atmaktan geçer.
Gülümsemek insanların bize yaklaşmasına izin verir. Gülümsediğimiz zaman başkalarıyla daha kolay iletişime geçebilir ve daha çok eğlenebiliriz.
Sonuç olarak bir gülümseme insana hiç bir şeye mal olmaz. Fakat çok şey kazandırır…
Şöyle içten bir gülümsemek. Hem kendi ışığımızı hem de evrenin ışığını yükseltin…

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

 

KİBİR

 
Kendini beğenmiş bir gramer (nahiv) bilgini, boğazdan karşıya geçmek için bir kayık kiraladı ve kurumla oturdu yerine.
Kayıkçı, olgun ve alçak gönüllü bir insandı. Hiç ses çıkarmadan küreklere asılıyor, yolcusunu sağ salim karşıya geçirmek ve üç beş kuruş kazanmak istiyordu.
Denizin orta yerine geldikleri sırada Bilgin küçümser bir eda içinde sordu:
-Sen hiç gramer okudun mu?… dil biliminden anlar mısın?
Kayıkçı:
-Hayır efendim dedi, ben cahil bir kayıkçıyım, dediğiniz şeylerden hiç anlamam.
-Vah vah dedi Bilgin, ömrünün yarısı boşa geçmiş!…
Böyle bir süre ilerledikten sonra rüzgar şiddetini artırmaya, dalgalar büyümeye başladı. Denizde fırtına çıkmış, Bilgin korkmaya başlamıştı.
Kayıkçı olağanüstü bir güçle kurtulmaya, sağ salim karşı kıyıya geçmeye çalışıyordu. Gördü ki artık  kurtuluş ümidi yok, Bilgine dönüp sordu:
-Efendim, yüzme bilir misiniz?
Bilgin:
-Ne yazık ki bilmiyorum diye inledi.
O zaman kayıkçı:
-Vah vah dedi, şimdi ömrünün hepsi boşa gidecek! Keşke gramer bileceğinize benim gibi yüzme bilseydiniz de canınızı kurtarsaydınız.
 (Hz. Mevlana-Mesnevi’de Geçen Hikayeler Kitabından)

İnsan-i Kamil olmanın yollarından bir tanesinde kibirli olmamaktır.
Kibir her zaman sevmeyi ve sevilmeyi engelleyen en önemli sebeplerden biridir. Çevremize baktığımızda kibirli insanların nasıl düşündüklerini, konuşmalarını, bakışlarını ve davranışlarını hep bir alaycı ve küçümseme içinde olduklarını gözlemleyebiliyoruz. Aynı zamanda insanların eğitimlerini, okuduğu okulları, mesleğini, zekasını, diksiyonunu, oturduğu semti, kıyafetini, bilgisini, vb. yıkıcı bir eleştirmek ve yargılama içinde olurlar. Alaycı ve küçümseme davranışında bulunan insan nasıl sevgiden söz edebilir?
Kabul ve sevgiyle artmak dileğiyle…
Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

BEN HAYATI NASIL YAŞIYORUM

 
Hayattan ne bekliyorsak önce biz onu hayata vermeliyiz…
 
Aslında hayat bizde başlıyor.
 
Kendime sorduğumda hayatı nasıl yaşıyorum ki, hayat bana ne veriyor?
 
Hayatı yaşarken hayat bana mutluluk mu yoksa mutsuzluk mu veriyor? İnsanlar bana mutluluk mu veriyorlar yoksa mutsuzluk mu? Bunların hepsi benim kendim için ve tüm canlılar için ektiğim tohumlarla ilgili…
 
İçime baktığımda bütün canlılara beslediğim duygular iyi mi, kötü mü?
 
Zihnimden ve kalbimden bütün canlılara geçen düşünceler iyi mi, kötü mü?
 
Sergilediğim davranışlar iyi mi, kötü mü?
 
Ağzımdan çıkan sözler, cümleler, kelimeler iyi mi, kötü mü?

Hayatı korkularımla mı? Yoksa Sevgi ve Işık ile mi yaşıyorum?
Hayatı yaşarken kendimi geliştirip, her gün bir bilgi mi katıyorum ? Yoksa insanlar hakkında konuşup ne yapıyor, ne yiyor, ne içiyor vb. bunlarla konuşarak mı geçiyor?
Yaptığım iyilikleri, kendi egom için mi veya gösteriş için mi yapıyorum yoksa hiç beklenti ve menfaat olmadan yaptığım iyilikler mi?
 
Yaşayacağım her olumsuz bir olayı ve kişileri dersim olarak görüp şikayet etmeden o sınavdan geçmek için ne yapmalıyım diye bir çaba sarf ediyor muyum? Yoksa kendimi ve başkalarını suçlayıp, yargılayıp, şikayet ederek tekrar aynı sınavı mı yaşıyorum?
Hayatı şükrederek mi yaşamaktan yoksa hep şikayet ederek mi yaşamaktan yanayım?
İnsanlara içtenlikle (doğal) olarak mı yanaşıyorum yoksa bir maske takıp kendimi farklı olarak gösterip öyle mi yanaşıyorum? Ya da kendi menfaatim için mi yanaşıyorum?
Hatalarımı ve egomu fark edip yüzleşiyor muyum? Olumlu yönde değişim ve dönüşüm yapıyor muyum? Yoksa bunları örtbas mı ediyorum?
Hayata pozitif enerji mi gönderiyorum yoksa negatif mi?
Hayata iyimser mi yoksa karamsar mı bakıyorum?
Hayatı yaşarken insanların yüzüne gülüp sonra onlar hakkında dedikodu mu yapıyorum?
Hayatı sırf kendim için mi yaşıyorum yoksa dünya ya sevgi ve ışık vermek mi?
Hayatı yaşarken öncelikli olarak dünyevi mi yoksa maneviyat mı?
Bu tercihler sonrasında hayat bana yaşamam gerekeni veriyor. Yoksa insanların bana “iyi” demesi veya “kötü” olarak nitelemesi için hayatı yaşamıyorum. Aynı şekilde insanların beni sevmesi ya da beni sevmemesi ile hayatı yaşamıyorum. Ya da insanların beni beğenmesi ve alkışlaması ile yaşamıyorum. Hayattaki mutluluk, içimde beslediğim iyi ve kötü tohum ile oluyor. Kısacası hayata ne beslersem onu veriyor.
Hayat çok güzel ! 
Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com
 

GÜNÜN MESAJI

 

 

İçinin derinliklerinde ne varsa, dışarı da o yansır. İçinden düzen, uyum, güzellik ve huzur varsa, bu yaptığın, söylediğin ve düşündüğün her şeye yansır. Oysa eğer içinde kargaşa, düzensizlik ve uyumsuzluk varsa, bu saklanamaz ve tüm yaşamına ve yaşantına da yansır. Değişim gerçekleştiğinde, bu içeriden başlayıp ondan sonra dışarı yayılmak durumundadır. İşte o zaman kalıcı olur ve hiçbir şey onun dengesini bozamaz. Öylece oturup yaşamının değişmesini bekleme; harekete geç ve bunun için bir şeyler yap. Hemen şimdi işe kendi içsel düzeyinle ilgili çalışmaya başlayarak koyulabilirsen. Başka birinin değişmesini beklemene gerek yok; daha fazla ertelemeden kendi değişimini gerçekleştirebilirsin. Bunun için engellemeler olmadan bir şeyler yapabildiğin için sonsuz şükran duy. Eğer engellemeler varsa, bunlar senin içindedir; o nedenle bunlar için bir şeyler yapacak olan da sensin.
Eileen CADDY (İçimizdeki Kapıları Açmak)
Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül Ayabakan
nurgul.ayabakan@gmail.com

BAĞIŞIKLIĞIMIZI GÜÇLENDİREBİLMEK

 

 
Hint edebiyatında meşhur bir öykü vardır. Chandragupt adlı iyi bir öğrenciye, Bilge Rehberi Chanakhya tarafından her gün içmesi için bir nektar verilir. Bir başka öğrenci Chandragupt’ a, her gün içtiği o nektarın ne olduğunu sorduğunda, “Bilmiyorum, ben Rehber’ imi sorgulamam, o ne yaparsa benim iyiliğim içindir”diye yanıtlar. Yine de verilen nektarın içinde ne olduğunu sormaya karar verir.  Rehberi de ona her gün küçük dozda zehir verdiğini söyler.  Chandragupt birden haykırır, “ama Guruji, hayatımı istediğinde sana adadığımı biliyorsun”.  Guru Chanakhya yanıtlar; “Ben senin liyakatinden eminim, buna kuşku yok. Eğer sana kılıçla saldıran olursa, her savaşı kazanabilirsin ancak seni birisi zehirlerse ne olur? Kendini buna karşı nasıl savunacaksın? Ben sana her gün biraz zehir veriyorum ki, böylece bedeninde bağışıklık gelişsin, sen de kendini zehre karşı savunabilesin”

Biz her gün hangi zehirleri alıyoruz? Hırs ve öfkeye, olumsuzluk ve nefrete kapıldığımızda, bu zehirler bizim için iyi midir? Bunlar, bizi bunların daha fazlasına eğilimli mi yapar yoksa bunlara daha bağışık kazanmamızı mı sağlar?

 

Bizim ve başkalarının acı çekmesine, üzülmesine ya da kaygılanmasına neden olan, etkisine kapıldığımız her duygu, bunların birer zehir damlası olduğunu idrak etmemize yarayabilir.  Onlardan neyi öğrenmemiz gerektiğine dair bir işaret olup daha akıllı, daha bilge hale gelmemizi sağlayabilirler.  Bu şekilde, bu zehirli düşünce ve tutumlar içimizde rahatsızlık yaratmaz, tersine gücün ve bağışıklığın temeli olan yeni keşifler haline gelebilirler. 
Eğer biz de Guru Chanakya’nın mantığını izlersek, aslında onların bizi öldürmelerine izin vermek yerine, biz de bu zehirlere karşı antikorlar üretebiliriz. Özetle, her olumsuz deneyim, eğer bizi daha yüksek bilinç seviyesine taşıyorsa, değerlidir. Çünkü ne istemediğimiz bilerek, ne istediğimizi bilir hale geliriz. 

 

Bedenin bağışıklığını güçlendirmek için, günlük olarak gıda takviyeleri alıyoruz. Özümüzün bağışıklığını inşa etmek için ne alıyoruz? Ruhumuz için hangi vitamin ve mineralleri almamız gerekir?  Meditasyon yaptığımız sürece, kendimizle sessiz zaman geçirdikçe ve olumlu düşünme alıştırmaları yaptıkça, bunlar bağışıklığımızı güçlendirici takviyeler halini alır. Diğer bir değişle, ruhun eksikliklerini tamamlarlar. Doğru düşünceler yaratmamızda, doğru kararlar almamızda ve doğru şekilde davranmamıza yardım ederler. 
Koruyucu önlem almak, her zaman için tedaviden daha iyidir. Zayıflıklarımızı ve güçlü yönlerimizi bilmemiz için, kendimizle zaman geçirelim. Kendimize zaman ayırmadığımızda, seslerin ve eylemlerin içinde kendimizi kaybederiz. Kendi içimizden gelen sesi bile duyamayız. Gerçekten ne istediğimizi bilemez ve alışkın olduğumuz rutinleri uygulamaya devam ederiz. Yarattığımız bakış açıları bizi ele geçirir, özgür olamaz ve değişemeyiz. Ve bu da muhtemelen sağlıklı değildir. 
Biraz sessizliği ve kendinizi her şeyden ayırmayı deneyin ve ne olduğunu gözlemleyin. 

 

Çünkü ne istediğimizi bilmemiz, ne istemediğimizi bilmekten geçer.

Derler ki, bağışıklık sistemimizin büyük bir kısmında beslenmemiz rol oynar. Aynı şekilde, düşüncelerimizi de günlük olarak nasıl beslediğimiz, nasıl hissedeceğimiz hakkında büyük rol oynar. Eğer bir gün huysuzsam, ya da bir gün mutlu, öbür gün mutsuzsam o zaman, zihin durumumu etkiledikleri için kesinlikle, düşüncelerimin niteliğini gözden geçirmeliyim. Bu şekilde düşüncelerimizin sürekli olarak saf, olumlu, güçlü ve yapıcı olduğundan emin olabilir, böylece ruhun içsel kaslarını yapılandırabiliriz. Bu bizi güçlü ve esnek kılar. 
Bağışıklığı geliştirmek, sürekli gayret gerektirir. Sadece bir gün C vitamini alıp, etkisinin bütün kış boyunca sürmesini umamazsınız. Zehirli düşüncelerin, farkındalığımızın arasına sızmasına izin vermemek için, tedbirli ve uyanık olmaya ihtiyacımız var. Yeterince uyumak, dinlenmek ve zamanı yavaşlatmak da bağışıklığı güçlendirir. Kendinize daha az stres yaşatmanın yollarını yaratın. Bırakmayı ve yaşamla birlikte akmayı öğrenin. 
İçsel bağışıklığımızı güçlendirirken, içsel uyum, içsel kararlılık ve denge halini yaymaya başlarız. Bunun anlamı, içimizde dengelenmemiz ve bu nedenle dışarıdan gelen stres kaynaklarıyla daha iyi baş edebilmemizdir. Ruhsal seviyede, yaşamın iniş çıkışlarına aldırmaksızın, her zaman daha fazla mutlu ve hafif kalabilmemizdir. Zehirli düşünceler, sözler ve eylemler artık sistemde varlık göstermezler, bizi de etkileyemezler. Onun yerine, bu tür düşünceleri nazik ve sevecen düşünce ve tutumlara doğru dönüştürebiliriz. 
Zehirden arınmak ve içsel bağışıklığı geliştirmek için, her gün bir doz dikkat göstermenin… Şimdi tam zamanıdır!  İçsel bir dayanıklılık ve iyileşme ile birlikte sağlıklı ve mutlu bir bakış açısı yaratacağı için, ne kadar emek verirsek verelim, buna değer.

Aruna LADVA

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com