Yeniden birlikteyiz ve konumuza kaldığımız yerden devam ediyoruz. Yaşamımızda karşımıza defalarca çıkan kontrolcülük örnekleriyle başlayalım. Ardından daha açık ifadelerle nasıl kontrolcü olunduğuna bakalım ve devamında da kontrolcülükten nasıl aranabileceğimize dair fikirler geliştirelim.
Sohbet ettiğim birçok insan aslında kontrolcü olmak istemediğini ama mesleği gereği kontrolcü olduğunu söyler. ‘Ne yapayım bu da benim meslek hastalığım’ der. Yaptığı işten emin olmaz, hazırladığı bir evrakı olması gerektiği bir veya iki kere gözden geçirip kontrol etmekle kalmaz, çok defa kontrol eder, tereddüt halindedir. Hal böyle olunca da aslında hatalı olmayan şeyleri, hata aramaya eğilimli bir bakışa sahip olduğundan hatalıymış gibi görür ve değiştirir. Bu sefer de hatalı olmayan işini hatalı hale dönüştürür. Ama onun meslek hastalığı var! Bu duruma benzer bir örneği bir öğrencinin sınav esnasında yapmasına rastlamak da mümkündür. Hatta emin olun çoğumuz bu hataya düşmüşüzdür. Öğrenci sorularını cevaplar, ancak şüpheci bir kontrolcülükle cevaplarını kontrol ederken doğru olanı siler ve yanlışı işaretler çünkü şüpheci tavrı ve yanlış kontrol eğilimi onu en büyük yanlışa iter.
Kişi seyahate çıkar ya da sıradan bir alışveriş günüdür caddelerde mağazaları dolaşıyordur. Sürekli çantasına bakar: ‘Acaba cüzdanı yerinde duruyor mu?’ Tamam, bir kere kontrol ettin, hadi ikincisi de kabulümüz ama üçüncüsü dördüncüsü niye?
Aile üyelerinin nasıl sağlıklı besleneceği, neleri yiyip neleri yiyemeyeceği konularında sürekli dersler vermek. Tavsiye demiyorum, dersler vermek diyorum! Gidilen bir restoran da seçimlerini önemsemeden onların yerine yemek siparişini vermek. Arkadaş gruplarında nereye gidileceğine, neler yapılacağına hep karar o kişinin karar vermesi. Çocuğun kendi yapabileceği bir şeyi daha az ortalık karışsın diye onun yerine yapmak. Birine ilacını alması gerektiğini defaatle hatırlatmak. Sizin gibi yapmayacağınızı düşündüğünüzden meslektaşınızın görevlerini devralmak. Yetişkin biri için kendi alabileceği kararları onun adına almak. Daha önce istenmemiş tavsiyelerinizi yerine getirsin onlara uysun diye insanları rahatsız edip, zor durumda bırakmak. Kendi düşüncenizin doğru olduğu konusunda başkalarını ikna etmek için zorlayıcı bir çaba içine girmek. Çocuğunuzu başarısızlıkla sonuçlanabileceğini düşündüğünüz deneyimlerden uzaklaştırmak. Eşinizin belli bir saatte kalkmasından, yatmasından emin olmaya çalışmak. Eşiniz nerede, ne yapıyor, şimdi ne konuşuyor, acaba o mesajı kim gönderdi düşünceleriyle eşinizi sürekli gözlem altında tutmak. Etrafınızdaki insanları belki onlara hissettirmeden, göz ucuyla sürekli takip etmek. Aman benim onaylamadığım bir durum oluşmasın düşüncesiyle onların boynuna görünmez tasmaları geçirmek.
Başka aklınıza neler geliyor? Aslında siz herkesin iyiliğini düşünüyorsunuz, yaptığınız tüm davranışlar ne kadar iyi niyetli ve masumane değil mi? Hayır ne yazık ki hiç de öyle değil. Halbuki, hayatı ve hayatın akışını yönetmek kişinin kendisi tarafından belirlenmelidir. Sevdiklerinizin daha yetenekli insanlar haline gelmelerini ve kendi kapasitelerini kullanmalarını kontrolcülüğünüzle engelliyorsunuz. Siz onların kendilerine ait bir hayatı olduğunu, kendi seçimlerinin ve isteklerinin olduğunu unutuyorsunuz, daha da fazlası, görmezden gelip, umursamıyorsunuz. İnsanları özgür bırakın ama en çok da kendinizi. Siz onları bir kafese sokup orada yaşamalarını istiyorsunuz. Hem de o veya bu sebeple içinde yaşadığınız kendi kafesinize onları da sokmaya çalışıyorsunuz. Görün artık, o kafesin demirleri kontrolcülükten yapılmış ve kırılması sandığınızdan da kolay. Kafesin dışına bakın ve oradaki özgürlüğe sizin çok ihtiyacınız var.
Bir de sezgileri kuvvetli, duru görüşü açık insanlardan çeşitli konularda destek ve öğreti aldıktan sonra onların sizi bir şekilde gözlem altında tutmasını sakın kontrolcülükle karıştırmayın. Bilin ki o kişilerin tek arzusu sizin için en iyi olanın gerçekleşmesidir.
Siz nasıl mı böyle bir insan oldunuz, o kafese nasıl mı girdiniz? Kontrolcülüğün en önemli nedeni; bunun aslında bir savunma mekanizması olmasıdır. Yani hayatla mücadele edebilmek için yanlış bir yolun seçimi. Bunu çok erken yaşlardan itibaren öğrenmeye başlarsın. Çocukken hata yapmamaya, kusurlu görünmemeye çalıştıysan ve senden hep bu konuda adım atman beklendiyse ya da öyle zannettiysen kontrolcülüğe giden kapıyı işte o zaman aralamışsındır. Bu durum zamanla içselleşmeye başlamıştır. Belki onaylanmak, belki sevgi ihtiyacı, değerli ve yeterli hissetmek, güçlü ya da güvende hissetmek gibi birçok ihtiyacına hizmet etmiş olabilir bu davranış şekli. Dışarıdan bakıldığında kontrolcü olmak bir problem gibi görünüyor ama sen aslında bu şekilde davranarak doğal ihtiyaçlarını karşılamaya çalışıyorsun. Bunu geçmişten öğrendin. Büyükçe, olgunlaştıkça, yaşamının diğer aşamalarına da yaymaya başladın. Ama sen bu şekilde hareket etmeye alışık olduğun için daha farklı düşünmek ve davranmak sana zor gelir, tuhaf gelir. Bir şeyleri esnetiyor olmak, daha rahat olmaya izin vermek sana çok korkutucu gelir çünkü sana zarar verse bile, dezavantaj olsa, kronik stres yaşasan bile bu yol bildiğin yol ve bu bildiğin yol sana güven veriyor. Aslına bakarsanız, kontrolcülükte etrafa, insanlara en çok da kendinize karşı büyük bir güvensizlik vardır. Bu güvensizlik duygusu sizi içten içe kontrolcülüğe iter. Her şeye siz hakim olduğunuzda her türlü durumu kontrol edebileceğinizi düşünürsünüz, bunun için amansız bir çaba içine girersiniz.
Bir de şöyle düşünebilsen ve yapabilsen! Hatalar yapabilirim, insan hata yapabilir ama bu hatalarımdan öğreneceklerim var. Hata yapsam bile ben yeterliyim, kendime güvenebilirim. Önceki yaşam felsefelerini, bakış açılarını gündemde tutup, kendini gözlemleyip bu yeni düşünceler için kendine bir alan yaratmak; yeni alışkanlıklar edinmek gerekiyor. Ama burada önemli olan diğer bir nokta gerektiğinde esnetmeyi kabul etmek gerekir. Kusursuz olmak, her alanda en iyi olmak anlamına gelmiyor. Diğer insanlarında tıpkı senin gibi bir hayatı var onlar birer birey ve kendileri için en iyi hayatı onlar belirleyecektir. Sen sadece destekçi olabilirsin kontrolcü değil.
Mühim detayı daha dile getirip konumuzu sonlandıracağım. Bazıları kontrol bağımlılığı ile bir insanla ilişki kurarken yaşanılan paylaşımı birbirine karıştırmaktadırlar. Şöyle ki bir dostunuz ya da arkadaşınız yaşadığı rahatsızlığı ya da üzüntüsünü sizinle paylaştığında durumun seyrine göre onu aramanız, ona yanında olduğunuzu hissettirmeniz bir paylaşımdır, kontrolcülük değildir. Bu ince çizgiye aman dikkat!
Kontrol bağımlısı kişi kendi mutlu olamadığı gibi çevresini de mutlu edemez ve ilişkilerinde sorunlar yaşar. Kontrolcü insan sürekli plan yapar hayatını kendi kontrolünde devamı etmesini ister oysa gökyüzü bunu söylemez. Kontrol mekanizmanıza dur deyin ve yolunuza her zaman olduğu gibi sevgiyi ve huzur alarak devam etmeye çalışın.
09.02.21 tarihinde sizlerle paylaştığım ‘Değerimi ve Değerini Biliyorum’ isimli yazımda ilerleyen zamanlarda kontrolcülük konusunu detaylı bir şekilde anlatacağımı ifade etmiştim. Aradan beş aydan fazla bir zaman geçti ve bu zaman zarfında farklı birçok konuya değindik hatta yeri geldi birçok konu da dertleştik. Kontrolcülük konusunu gündeme getirmek için doğru gün bu günmüş… Her şeyin bir vakti vardır, işte bu konunun da vakti geldi! Uzunca bir mevzu kontrolcülük, bunun için iki günlük bir paylaşım yapacağım. Aslına bakarsanız kendimi dizginlemesem belki de günlerce yazabilirim bu konunun üzerine. Hadi başlayalım o zaman!
Kontrolcü, her şeyi en iyi kendisinin bildiğine ve karşısındakine de bu birikimini aktarması gerektiğine inanan kişidir. Kontrolcünün hedef aldığı kişi onun için tamamen, kendi duygu ve düşüncelerinin bir yansıması olur. Kontrolcü doğulmaz, olunur. İnsanı böyle yapan herhangi bir gen, biyolojik ya da fizyolojik bir etken yoktur. Bu eğilim veya başkalarını kontrol etmeye duyulan ihtiyaç kültürle geçer. Bu öncelikle genel çevreden sonra da aileden geçen bir şeydir. Kontrolcülük yaşamın ilk yıllarından beri süregelen hayat deneyimlerinden ötürü ortaya çıkar. Özellikle güvensiz bir aile yaşantısı olan çocuklar daha küçük yaşlarda bu durum hissedilmeye başlanır. Belirsiz olanı sürekli kontrol etmeye çalışarak hayatını sürdürenler yetişkinlik yaşamlarında kontrol bağımlısı adını alır.
Kontrol bağımlılığı nedir? Kontrol bağımlılığı, kişinin kendini güvende hissetme ihtiyacını yoğun olarak hissetmesinin sonucu olarak olayları, durumları, en önemlisi de kendisini sürekli kontrolü altında tutma gayreti göstermesidir. Aslında içinde bulunulan zamanı ve mekânı kestirebilme, çevresini ve kendisini anlamlandırabilme ihtiyacı tüm insanlar için geçerli bir ihtiyaç ancak sağlıklı insanlar kontrol edebildikleri ve edemedikleri şeyleri birbirinden ayırt etme, kontrol edemedikleri ile uğraşmama eğilimi içindedir. Dolayısıyla; kontrol ihtiyacı, kişinin erişebileceği alanın dışına taştığında artık ruhsal mekanizmada yolunda gitmeyen şeyler olduğunu söylemek mümkün oluyor.
Değiştiremeyeceğiniz hiçbir şey için endişelenmeyin ve stres yapmayın…
Kontrol bağımlılığının kaygı ile doğrudan bir ilişkisi olduğunu söylemek mümkün. Gelecek kaygısı ise bunun sadece küçük bir parçası. Kaygılı insanlar geleceğin belirsizliğinden, bugünün değişkenliğinden, geçmişin ulaşılamazlığından rahatsızlık duyuyor. Çünkü her insanın belirli ölçülerde zamanı, mekânı ve kendini kestirebilmeye ihtiyacı vardır. Tüm bunlar kaygı düzeyini yükselten etkenler arasında yer alıyor. Çünkü insanlarda güvende olduğu duygusunu sekteye uğratıyor. Kendisini güvende hissetmeyen insanlar, eksik olan bu duyguyu tamamlayabilmek için kontrol alanını sürekli olarak genişletmeye çalışıyor.
Neden bir insanın kontrolcülük gibi bir özelliğe sahip olduğunu düşünecek olursak nedenlerden birincisi değer sistemi diğeri ise kişilik özellikleridir. Bu insanlar bir sorunu olduğunu düşünmez. Hatta aksine, davranışlarının takdir görmesi gerektiğine inanırlar. Hatta psikolojik çatışmalarını bile kendi fikirlerini onaylamakta kullanırlar. İnsanları zorlayıp kontrol etmeye çalışmak her zaman aynı düzeyde olmaz. Bazı insanlar daha çok ve bazıları daha az. Her ne kadar seviyeleri farklı olsa da aynı özellikler görülür. Bu özellikler nelerdir? Şimdi bunlardan bazılarına bir göz atalım: “*Güvende hissetme ihtiyacı oldukça yoğundur. Sadece olan problemleri değil, sorun çıkma ihtimali olan durumlar üzerinden de kendini güvene almak çabasına girerler. *Gelecek kaygısını çok derin yaşarlar. “İlişkisi nasıl gidecektir? İşinin geleceği nasıl olacaktır?” gibi gelecekle ilgili bu tarz düşüncelerle zihni meşguldür. * Agresiftirler. *Dogmatiktirler. (Hiçbir koşulda fikirlerini değiştirmeye yönelmezler.) *Çevrelerindeki insanları yönetmeyi severler. Her şey için kurallar koyar ve itaat etmeyen insanlar için cezalar koyarlar. *Onları zorlar veya sorgularsanız güçlü tepkiler verirler. *Başka insanların ihtiyaç veya duyguları için duyarlı değildirler. *Olayları kendi yararına düzenleme çabası vardır ve bunun sonucunda ilişkilerde sorunlar yaşarlar. *Sevgi gibi güzel duygularını açıklamaya asla taraftar değildirler.” İşte böyle insanlar hiyerarşi sever ve gücü arzularlar. Başka insanların davranışlarını yönetmeyi severler.
Belki sizde farkında olmadığınız bir kontrolcülükle hayatınızı devam ettiriyorsunuz! Gün içinde ya da uzun vadede, neleri kontrol etmeye çalıştığınızı düşünerek başlayalım. Düşünün; gün içerisinde neleri kontrol etmeye çalışıyorsunuz? Kendi düşüncelerinizi, belki de etrafınızdakilerin düşüncelerini, işinizi, çocuklarınızı, iş arkadaşlarınızı, çevrenizdekilerin hareketlerini, yiyip içtiklerinizi, banka hesaplarınızı… Yaptığınız ve düşündüğünüz en ufak şeylerde bile kontrol mekanizmanızdan bir parça nasiplendiğine emin olabilirsiniz. Bunların çoğunu farkında olmadan otomatik bir şekilde kontrol edip hayatınıza devam ediyorsunuz. Zaman zaman farkına varamıyorsunuz bile. Etrafınızdakilere sarf ettiğiniz “Onu böyle yap, şunu şöyle söyle, bunu öyle yapmalısın… “gibi cümleleri ne kadar sık kullandığınız, sizin de kontrol mekanizmanızla ilgili bir şeylerin yolunda gitmediğini gösteriyor olabilir. Kontrol etmek her koşulda kötü değil tabii ki. Kontrol etmek elbette ki önemlidir ancak aşırıya kaçtığınız zaman çevrenizden aldığınız tepkiler değişecektir. Kontrolcülükte aşırıya kaçabilme ihtimaliyle karşı karşıya kalırsanız neler olabileceğini tahmin edebiliyor musunuz? Zihin ve bedeni başkalaştırarak birbirini alt edebilecek güce sahip olan kontrol bağımlılığı hayatınıza ciddi zararlar verebilir. Hatta kontrolcülük hayatınızın kontrolünü eline alabilir!
Yazımın birinci bölümünde, kontrolcülüğün hatta kontrol bağımlılığının ne olduğunu anlattım. Sizin bu konuların ne kadar içinde ya da dışında olduğunuzu anlayabilmeniz için de sizlere birtakım sorular yönelttim. ‘Siz neleri kontrol etmeye çalışıyorsunuz?’ diye sordum. Yazımın ikinci bölümünü paylaşacağım güne kadar bu soruyu kendinize sorup en samimi cevaplara ulaşmanızı arzu ederim. İkinci bölümde konuyu örnekleriyle irdeleyip belki de bugüne kadar fark edemediğiniz kontrolcülüğünüzü beraber keşfedebilir ve onu iyileştirmek için yola çıkabiliriz. Sevgiyle kalın, unutmayın: ‘Olması gereken daima olur…’
Kıymetli dostlarım bugün ‘Çakra’ konusuyla sizlerleyim. Belirli periyotlarla yedi çakrayı anlatacağım, konuyu anlaşılır kılabilmek için yaptığım araştırmalarda bulduğum en doğru ve en yalın bilgileri sizlere sunacağım.
Öncelikle kendi deneyim ve bilgilerimden yola çıkarak çakranın ne anlama geldiğini, hayatlarımızda nasıl bir öneme sahip olduğuna değineceğim ardından yedi çakranın birincisi olan Kök Çakra’ ya doğru yolculuğumuz başlayacak.
Sanskritçe çakra kelimesi ‘tekerlek’, ‘çark’, ‘girdap’ anlamına gelir. Bedenimizde bulunan hormon bezlerine tekabül eden çakralar enerjiyi içten dışa, dıştan içe aktaran güç merkezleridir. Her çakra farklı tür enerjinin giriş kapısıdır. Bedeni besleyen bu kapılar tıkandığında belirli organları güçsüz düşürerek çeşitli hastalıklara zemin hazırlamaktadır. Yeri gelmişken hemen belirtmeliyim ki bilinenin aksine çakraların kapalı olması şeklindeki bir ifade yanlıştır. Çakralar ancak tıkalı olabilir, çakraların kapalı olması yaşamın son bulduğu anlamına gelir. Prana olarak adlandırılan evrensel yaşam enerjisi, çakralar üzerinde dönüştürülerek organizmanın kullanması için çeşitli düzeylere dağıtılır. Bu enerjisel yapılar belirli bir titreşim hızında dairesel şekilde hareket ederek kişinin enerji dolaşımını kontrol eder.
Bilimsel araştırmalara göre çakra merkezlerinin hem fiziksel hem de psikolojik boyutu vardır. Her bir çakranın belirli organların yanı sıra fiziksel, duygusal, psikolojik ve ruhsal varoluş durumlarına karşılık geldiği ve hayatın tüm alanlarını etkilediği bir gerçektir. Çakra noktaları ışık ve renk saçarken bilinçaltında bulunan duygu ve tecrübelerimizle de bağlantı halindedir. Tüm canlılar Aura adı verilen enerji alanıyla kaplıdır. Çakralar aura üzerinde yer alır. Sağlam ve güçlü bir aura dışarıdan gelecek negatif enerjilere karşı korunmayı sağlar. Aura, eterik, duygusal, zihinsel ve ruhsal olmak üzere 4 farklı katmandan oluşur.
İnsan bedeninde, çakra olarak bilinen ve omurga sistemi boyunca sıralanan; yedi temel enerji merkezi bulunuyor. Bu yedi ana enerji merkezinin hepsi vücudun hormonal salgı bezleri üzerinde yer alıyor. Enerji merkezleri, metafiziksel enerjinin bağlantı noktaları olarak kabul ediliyor. Çakraların dengesizliği ya da tıkalı olması durumunda ise ruh ve beden birbiriyle çatışmaya başlıyor. Çakra olarak ifade edilen merkezlere enerji akışı sağlanmadığında fiziksel ve ruhsal hastalıklar ortaya çıkabiliyor. Hastalıkların tedavi edilmesi enerji akışının tekrar sağlanmasıyla mümkün olabiliyor. Aslında Sanskritçe yazılmış metinlerden, bedendeki enerji akımını gerçekleştiren binlerce çakra olduğunu öğreniyoruz. Fakat omurilik üzerinde bulunan çakralar zihin, beden ve ruh uyumunun sağlandığı en önemli merkezler olarak kabul ediliyor. Enerjimiz bu merkezlerde saat yönünde yani adeta bir çark şeklinde dönmektedir. Çakrada bir uyumsuzluk söz konusu olduğunda enerji akışında sorunlar meydana gelmektedir.
Çakranın manasını tam kavranmadığından bir diğer ifadeyle insanlar şuurlu olarak çakraların nasıl açılacağını bilemediğinden çeşitli sıkıntılar yaşanmaktadır. Doğru şekilde erişilemeyen ve tıkanıklığına müdahale edilemeyen çakralar açılamıyor ve sonuç olarak kişi erişmek istediği ışığa, rahatlığa ulaşamıyor. Başlangıç şudur ki; kişide olan negatif duygular çakraların aktif hale gelmesinde ki en büyük engeldir. Öncelikle negatif duygu ve düşüncelerden arınmak çok mühimdir. Bu arınmanın ardından çakraların açılması için belirli bir emek, süreç ve süreklilik gereklidir. Paylaşımlarımın detaylarında bunu nasıl gerçekleştirebileceğinizi rahatlıkla kavrayabileceksiniz. Bu yedi çakrayı bir odayı aydınlatmak için bir arada olup ve aynı anda yanması gereken yedi ampulle bağdaştıralım. Ampuller ancak aynı anda yanarsa oda aydınlanabilecek, bir tanesi dahi yanmazsa diğerleri de yanmayacak ve oda karanlığa mahkum olacaktır. Olmazsa olmazımız o yedi ampulünde yanmasıdır. İşte tıpkı bir tanesi eksik olunca diğerlerinin de işlevini yerine getiremediği ampuller gibi bu yedi çarka da aynı ayna açık ve aktif olmalıdır. Ancak o zaman ışığın hem sizin için hem de etrafınızda ki kişiler için yanması mümkün olacaktır.
*******
KÖK ÇAKRA
Kök çakra 7 tane ana çakranın ilkidir. Yer itibariyle de omurganın alt bölümünde bulunmaktadır. Kök çakra aynı zamanda root çakra ve Muladhara olarak da isimlendirilmektedir. Çakralarımızın dengeli olması hayattan daha fazla keyif almamızı sağlar; bu nedenle her çakranın düzenli ve sağlıklı çalışması insan vücudundaki enerji akışı bakımından önem taşır. Bu noktalarda tıkanıklıklar olursa enerjinin akışı da bozulacaktır; birçok rahatsızlık bu nedenle meydana gelmektedir.
Kök Çakra Nedir?
Kök çakra dünyaya temelde güven duymakla ve var oluşumuzdan aldığımız mutlulukla ilişkilendirilir. En temel olarak evrenle uyum içinde olmak ve güvende hissetmek için bu çakradaki enerji akışının dengeli olması gerekmektedir.
Kök çakra denildiğinde daha çok insanın temel ihtiyaçları ile ilişkili olan enerji noktası akla gelmektedir.
Kök Çakra Neyi İfade Eder?
Kök çakra özellikleri arasında birçok madde sıralayabiliriz. Ana noktada şu unsurları ifade eden bir çakradır:
Güvenlik
İçgüdü
Hayatta kalma
Temel ihtiyaçlar
Fiziksel olarak kök çakra cinselliği ifade eder. Bu çakra düzenli çalıştığında dağınık olmayan bir zihin söz konusudur. Daha dengeli ve stabil bir zihin gücüne kavuşabilirsiniz. Duygusal olarak empati kurabilir, hoş görülü olursunuz. Güvenli bir ruh hali mevcuttur.
İyi çalışan bir kök çakra temelde insanların güven duygusunu geliştirdiği ve kendi hayattaki varlıklarını sevmelerini sağladığı için yaşamaktan memnuniyet söz konusudur.
Kök Çakra Nerede Bulunur?
Kök çakra nerede sorusuna yanıt olarak bu enerji noktasının omurganın en alt bölümünde olduğunu belirtebiliriz. Makat ve cinsel organ arasında, kuyruk sokumunda yer almaktadır. Omurga tabanı olarak da isimlendirilen bir bölgedir.
Kök çakra 7 çakranın birincisidir ve çakralar insan vücudunda en alttan en tepeye doğru dizilmektedirler.
Kök Çakra Neyi Yönetir?
Kök çakra neyi yönetir ile ilgili olarak öncelikle fiziksel dünyayla bağlantıyı yönettiğini söyleyebiliriz. Fiziksel ağrılar, zevkler de bu çakra ile ilgilidir. Kalıtım, güç, güvenlik, tutku, fiziksel farkındalık bu enerji noktasından meydana gelir.
Kundalini enerjisi yaşam enerjisidir. Kundalini enerjisinin çıkış noktası olan kök çakra, hayattan ve kendinizden aldığınız keyfin başlangıç noktasıdır. Hayatta olma ve kendini olduğu gibi kabul etme kök çakra ile ilişkilendirilir.
Kök Çakra Elementi Nedir?
Tüm çakraların bir elementi bulunmaktadır. Toprak elementi güvenlik ve sağlamlıkla, var olmayla ilişkilendirilen elementtir. Toprakta mahsul yetişir ve kök çakrada kişinin enerji akışının başladığı temel noktadır. Bu çakranın düzensiz olması enerjiyi en alt bölümünde tıkalı bırakır. Tüm vücut bundan etkilenir.
Kök Çakra Rengi Nedir?
Renklerin duygular ve enerjiler üzerinde büyük etkileri bulunmaktadır. Renklerle ilgili yapılan araştırmalarda da bu durum sıkça analiz edilmektedir. Canlı renkler insanlarda heyecan ve tutku uyandırırken, mat ve soğuk renkler daha çok sakinliği-huzuru yansıtmaktadır.
Her çakranın bir rengi vardır; kök çakra kırmızı ile ifade edilir. Hayat enerjisi, hayata bağlılık, tutku ile kırmızı birebir ilişkilidir. Rahat bir ruh hali içindeyken kök çakra rengi olan kırmızıyı enerji bölgesinde hayal edebilirsiniz. Bu kırmızı ışığı yoğun biçimde hissedip, kuyruk sokumunuzdan yere doğru indiğini düşünün. Enerji açmak için iyi bir çalışmadır.
Kök Çakra Hangi Organlar ile İlişkilidir?
Kök çakra organları arasında bacaklar, bağırsaklar, kollar, prostat, sinir sistemi, idrar sistemi, kemikler, omurga, tırnaklar, dişler vb. bulunmaktadır. Bu organlarınızla ilgili sorunlar kök çakradaki dengesiz enerji akışları ve blokajlarla ilgili olabilir.
Her çakranın belirli organlarla ilgisi vardır; kök çakra daha çok vücudun yoğun katı bölümleri ile ilgilidir.
Kök Çakra ve Gezegenler
Kök çakranın ilişkili olduğu gezegenler, burçlar ve elementler vardır. Satürn, Mars, Akrep, Boğa ve Oğlak kök çakrayı yönetmektedirler. Akrep haricindeki burçlar toprak grubundadır. Akrep burcu ise tutkuyu, güvence ihtiyacını yoğun olarak yansıtan burçlardandır.
Kök Çakra ve Yağlar
Kök çakra yağları bu bölgeyi aktive etmek, canlılığı arttırmak ve enerji akışını düzenlemek için önemlidir. Toprak ve ağaç kokulu yağlar öncelikli olarak etkilidirler. Bu çakranın belirttiğimiz gibi toprakla ve sağlamlıkla derin bir bağı vardır.
Sandal ağacı, huş ağacı, gül ağacı, karanfil, mercanköşk, mür, fesleğen, selvi, sedirdir. Güven ve berraklık duygusu veren yağlardır.
Kök Çakra Mantası Nedir?
Kök çakra mantası enerji çalışmaları yapılırken kullanılmaktadır. Kök çakra enerji seansları esnasında manta olarak “Lam” kullanılmaktadır. Okunuşu ise “Lahm” şeklindedir. Kök çakra için sesli harf “o” ‘dur.
Kök Çakra için Müzikler
Kök çakra müzikleri ile kök çakra enerjinizin daha iyi çalışmasını sağlayabilirsiniz. Bu müzikler ile kök çakranızdaki enerji akışını canlandırıp, aktive etmeniz mümkündür. Davul en iyi kök çakra enstrümanlarından biridir. Hint müziği ve toprak tonları da bunlar arasında yer almaktadır. Kök çakra notası “Do”dur.
Kök Çakra Kristalleri Nelerdir?
Kök çakra taşları ile enerji çalışmaları yapabilirsiniz. Dumanlı kuartz, yakut, doğal cam, doğal mıknatıs, hematis, kantaşı, lal taşı, kırmızı yeşim taşı ve agate kök çakra enerjisini canlandırmak için uygun olan kristallerdir.
Kök Çakra Sembolü Nedir?
Her enerji noktasının temsil edildiği bir sembol vardır. Bu semboller çakraların özellikleriyle bağlantılı olarak seçilmişlerdir. Kuyruk sokumunda bulunan kök çakranın sembolü ise 4 taç yapraklı lotustur.
Kök Çakra için En İyi Besinler Hangileridir?
Enerji noktalarındaki akışın iyi biçimde sağlanması, dengesizliklerin ve tıkanıklıkların giderilmesi için besinlere dikkat edilmelidir. Bazı besinler çakra enerjisini açmak için güzel bir etki yaratırken, bir kısım besinler ise olumsuz bir etki yapmaktadırlar.
Kök çakra besinleri ise ağırlıklı olarak toprak besinleridir. Protein ve etler bunlar arasında yer alır. Kahverengi pirinç, fasulye, mısır, peynir, buğday ve çerezler de kök çakrayı canlandırıcı bir etki yaparlar.
Kök Çakra Diğer Özellikler
Kök çakra blokajları için birçok şeyden yararlanmak mümkündür. Kök çakranın hissi ise kokudur. Kokular kök çakra için olumlu etkiler yaparlar. Kök çakra enerjisinin gerçekliği ise “Sahip Olmaktır”. Sahip olmak özellikle toprak elementi ve burçları ile yakından ilişkilidir.
Kök çakra enerjisinin en temelde ifade ettiği durum hayatta kalmaktadır. Temel güvence ve insani ihtiyaçlar bu çakranın konusudur. Fiziksel olarak var olma bu çakranın temel prensibidir.
Kök Çakra Dengeli ise Ne Olur?
Kök çakradaki enerji akışının dengede olması birçok pozitif etkiye yol açmaktadır. Kök çakranın dengede olduğunun göstergeleri şunlardır:
Doğa ile bütün olarak hissetmek
Doğaya ve evrene güvenmek
Hayattaki iniş çıkışları kabullenebilmek
Kök çakra ile ilgili organların güçlü ve sağlıklı olmaları
Hayata karşı güven, yapabilmeye karşı inanç
Sorun ve çatışmalarla baş edebilme gücü
Sabit ve sakin bir şekilde düşünüp, karar alabilme
İstikrarlı olmak
Yaşamsal ihtiyaçlar konusunda güvende olma hissi
Kök çakradaki enerji dengeli ve sağlıklıysa yukarıdaki olumlu etkiler dikkat çekmektedir.
Kök Çakra Dengesiz Olduğunda Ne Olur?
Kök çakra kapalıysa ne olur sorusu birçok kişi tarafından yöneltilmektedir. Kök çakra enerjinizde bir düzensizlik, tıkanıklık varsa şu belirtiler ortaya çıkmaktadır:
Fazlasıyla materyal dünyaya ilgi göstermek, maddi eşyalar ve değerler elde etme hırsı
Doğaya güvenmemek
Evrenin akışına kendini bırakamamak
Olanları kabul etmekte zorlanmak
Bencil ve başkalarının ihtiyaçlarını göz ardı eden bir davranış
Kabızlık, şişmanlık
İştahsızlık, hayata karşı isteksizlik
Kök çakra ile ilgili organlarda sorunlar
Sık sık hastalanmak
Sakinleşememe, odaklanamama ve dağınık bir zihin
Depresyon, enerji eksikliği, endişe kaygı, öfke, panik atak, cinsel çekingenlik gibi psikolojik sorunlar oluşabilir. Ayrıca ölüm, terk edilme, küçük düşürülme, incitilme, değersizlik, kaybetme korkusu, yetersizlik, başarısızlık, gibi temel korkular içerisinde yaşar.
Bu belirtilerin ortaya çıkması kök çakranızda bir sorun olduğuna işaret etmektedir. Çakrayı şifalandırmak için çalışma yapılmalıdır.
Kök Çakrayı Şifalandırmak
Kök çakra şifalandırma bu bölgede tıkanan enerjiyi açmaya yarayacaktır. İfade ettiğimiz belirtiler sizde de bulunuyorsa kök çakranızın enerji dengesinin bozuk olduğunu anlayabilirsiniz.
Kök çakra şifalandırmak için dikkate alınması gereken bazı unsurlar aşağıda sunulmaktadır:
Çakra açma meditasyonu, olumlamalar, yoga gibi teknikler enerjinizin doğru bir şekilde akmasına çok yardımcı olacaktır.
Kırmızı Rengi Kullanmak: Kırmızı renk kök çakra rengidir. Kırmızı giymek veya belirttiğimiz gibi yoğun kırmızı rengin kuyruk sokumundan ayaklarınıza doğru indiğini hayal etmek kök çakranızı canlandıracaktır.
Banyo Yapmak: Suyun temizleyici bir enerjisi vardır. Banyo yaparken kendinize güzel sözler söyleyebilir ve kendinize sevginizi hissedebilirsiniz. Düşünce olarak da suyun sizi birçok olumsuzluktan arındırdığını hayal edebilirsiniz.
Dans Etmek: Dans etmek enerji açmak için harika bir yöntemdir. Kaygı ve endişe gidermek için en etkili yollardan biri bedeninizi özgürce ve coşkuyla hareket ettirmektir. Dans etmek ve müzik dinlemek sizin kendinizi iyi biçimde ifade etmenize de yardımcı olacaktır.
Ağaca Sarılmak: Kök çakrayı canlandıran ve blokajları açacak en iyi yöntemlerden biridir. Kök çakra doğa ve toprakla yakından ilgilidir. Doğa ortamları her zaman için enerjiyi açan bir etkiye sahiptir.
Toprağa Basmak: Toprağa çıplak ayakla basmak topraklanmak için oldukça iyi bir yöntemdir. Olumsuz enerjiyi toprağa akıttığınızı hayal ederek enerji temizliği yapmanız mümkündür.
Yürüyüş Yapmak: Özellikle doğa ortamlarında yapılan yürüyüşlerin blokaj açmada büyük etkileri vardır. Adım attığınızda kök çakranızın dengelendiğini ve enerji akışının olduğunu hayal edebilirsiniz.
Kök Çakra için Şifa Enerjileri
Kök çakra için şifa enerjileri ile çalışma yapmanız mümkündür. Şifalandırma esnasında doğal ve kırmızı renkli taşlardan faydalanabilirsiniz. Jasper, yakut ve lal taşları ideal enerji açma taşlarıdır.
Ellerinizi kuyruk sokumunuza yakın bir noktanın üzerine koyun. Bu bölgedeki tıkalı enerjinin açılacağına dair niyet edilmelidir
Sırt üstü olarak rahat biçimde uzanın
Uzandığınızda kollar ve bacaklar düz olmalıdır
Hara çakrası altına iki elinizi de koyun. İki elinizi birbirinin üstüne koyabilirsiniz. Yan yana da durabilirler.
Dokunma istemeyenler için eller her iki yanda vücuda paralel durmalıdır
Enerjiyi davet edin
5-10 dakikalık şifalandırma çalışmaları yeterli olacaktır. Niyetinizi gerçekleştirdikten sonra gözünüzün önünde kırmızı rengini canlandırın. Bunun kök çakranızı doldurduğunu hayal edin.
Enerji çalışması yaparken rahatlayıp kendinizi bırakmanız gerekmektedir. Bazı durumlarda kendi kendinize çalışmanız yeterli olmayabilir. Köklü blokajları çözmek daha uzun bir süre gerektirir ve çalışmalara düzenli biçimde devam etmek gerekir. Uzman birinden destek alabilirsiniz.
Kök Çakra için Fiziksel Egzersizler
Kök çakra için egzersizler yaparak enerji blokajınızı çözebilir, enerji dengenizi sağlayarak daha mutlu ve huzurlu bir hayata kavuşabilirsiniz.
Doğa Yürüyüşleri
Yere sabitlenip öne eğilerek yapabileceğiniz Yoga hareketleri
Egzersiz yapmak bedendeki enerji akışını canlandırmak; zihinsel, fiziksel ve ruhsal dengenizi sağlamak için çok etkili bir yöntemdir. Yoga bu açıdan en iyi çakra açma ve dengeleme egzersizidir. Aynı zamanda pilates ve yürüyüş de oldukça yararlıdır. Bisiklet sürmek ise kök çakra enerjisi açısından pek tavsiye edilmemektedir.
Kök Çakra Aromaterapi
Masaj yaptırmak kök çakra ve diğer tüm enerji noktaları için faydalıdır. Düzenli yapılan masajlardan sonra enerji akışı çok daha berrak biçimde sağlanmaktadır. Her çakra için kokular önemlidir. Farklı yağlar ve kokular değişik çakralar için etkili olmaktadır.
Masaj yaptırırken kök çakra blokajlarını açmak ve enerji noktasını aktive etmek için zencefil, tarçın, silhat ve sakız kullanılabilir. Bitki özleri ile yapılan masajlar enerjiyi kuyruk sokumunda canlandıracaktır.
Kök çakra için bazı meditasyon sözleri ve yönlendirmeleri de kullanılabilir:
Ben iyi bir şekilde dünyaya kök saldım
Dünyada güvendeyim
Yeterli kaynaklarım var
Kendim için en doğru seçimleri yapıyorum
Dünya çok güzel, güvenli ve sevgi dolu bir yer
Evren beni destekliyor
Zorluklar beni güçlendirir ve geliştirir
Bedenim sağlıklı ve yaşam enerjim yüksek
Tüm ihtiyaçlarımı karşılıyorum
Kaya gibi sağlamım
Kendimi olduğum gibi seviyorum
Başkalarını oldukları gibi seviyorum
Hayatta mutlu anlar kadar zorlu zamanlar da var
Maddi olarak güvendeyim
Düzenli olarak bu olumlamaları tekrar ederseniz bir süre sonra bilinçaltınız etkilenmeye başlayacaktır. Kök çakra olumlamalar daha çok blokaj çalışmalarından sonra faydalıdır. Tıkalı enerjiler bu sözlerin bilinçaltına etkili şekilde geçmesini engelleyebilir. Enerji çalışmaları yapıldıktan sonra güzel kokular, tütsüler eşliğinde olumlamalara geçebilirsiniz.
Kök Çakrası Niçin Tıkanır?
Kök çakra neden tıkanır sorusu birçok kişi tarafından yöneltilmektedir. Kök çakra tıkanmasının en büyük nedeni doğum anında yaşanılan olumsuz durumlardır. Kök çakra belirttiğimiz gibi hayatta kalma ile ilgili olan enerji merkeziydi. Buradaki dengesizlik ifade ettiği konularda bir sorun oluştuğunu göstermektedir.
Bebeklik ve çocukluk dönemindeki travmalar kök çakrayı büyük oranda etkiler. Travmalar yaşanmış ve çözülememişse kök çakrada katı blokajlar var demektir. Bir kişinin anne baba tarafından terk edilmesi de büyük bir travmadır.
Anne ve baba ile olan ilişkiler hayattaki temel güven duygusuyla yakından ilişkilidir. Herkes küçükken anne ve babasına bağımlıdır; savunmasız oldukları için karşılaştıkları sorunlar bilinçaltlarını yoğun şekilde etkileyerek enerji tıkanmalarına yol açarlar.
Anne babanın yeterli ilgiyi ve sevgiyi göstermemesi yetişkinlik hayatını da olumsuz etkiler. Güven duygusu kolayca gelişemeyebilir. Çocukken yaşanılan ilgisizlik, sevgisizlik ve güvensizlik direkt olarak kök çakradaki enerji akışını bozar.
Ateş böcekleri, o muazzam ışıklarını gecenin karanlığına gönderen ateş böcekleri… Küçücük ışıklarıyla geceyi aydınlatırlar ve her biri diğerden daha fazla ışık yaymak için adeta birbirleriyle yarışan o muhteşem ışık melekleri… Anıları ateş böcekleriyle özdeşleştiririm. Çünkü anılar da tıpkı ateş böcekleri gibi hayatlarımıza ışık saçar ve ömrümüzü aydınlatırlar. Ateş böceklerinin ışıkları karanlıkta yol bulmamıza, önümüzü görmemize yardım eder, anılarda bu günümüzü hatta yarınımızı görmemize, anlamamıza yardım eder. İnsan ömründeki her bir anı belki küçücük bir dönemi yansıtır ama o anıların dokunuşları insan ömrünün tamamına yayılır. Anılarımı sizlerle paylaşırken sizlerin de kendi anı dünyanıza doğru yolculuk yapmanızı arzu ediyorum. Yaşanmışlığını unuttuğunuz, ancak siz unutsanız bile yaptığı etkiyle hayatlarınıza kocaman dokunuşlar yapan anılarınızı gün yüzüne çıkartmanız, onlara sahip çıkmanız, olumlu etkilerini devam ettirmeniz, olumsuz etkileriyle yüzleşip, kabullenip ve sonunda da hayatlarınıza mutlu bireyler olarak devam edebilmenizi diliyorum.
Yol uzun, yolcu keyifli. İyisiyle, kötüsüyle yaşanmış her şey bir tecrübedir. Bizi biz yapan da işte bu yaşanmışlıkların dokunuşlarıdır. Sandık yeni bir anıyı dışarıya çıkartmaya sabırsızlanmış gibi görünüyor. Sandıktan gelen seslere kulak verelim, seremoni başlasın ve yeni bir anı demeti daha beni sizlerle buluştursun.
“Hızlı adımlarla ilerleyen zaman, bizi ilkbaharın o güzel günlerine ulaştırmıştı. İlkbahar, yeni bir uyanışın, yeni umutların habercisi gibidir. Ağaçlar rengarenk çiçeklerle bezenmiş giysilerini giyer, çimenler de papatyalı giysilerini… Peki ya bizler? Elbette bizlerde doğaya eşlik ederiz, üzerimizdeki ağır giysileri yerlerine, dolaplara kaldırırız ve incecik, rengarenk giysilerimizi ilkbahara eşlik etmek istercesine giymeye başlarız. İlkbahar mevsimiyle birlikte bende ikinci sınıfın sonlarına gelmiştim, üçüncü sınıfla aramda birkaç aylık ikinci sınıf günleri ve yaz tatili kalmıştı. Nisan ayındaydık ve elbette Nisan ayının en güzel günü olan 23 Nisan’ a çok az zaman vardı. Okulumuzda 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı hazırlıkları hummalı bir şekilde ve keyifle başlamıştı. Şiirler okunacak, piyesler oynanacaktı ve bir de belirlenen bir güzergâhta özel bir yürüyüş yapılacaktı. Yürüyüşe okulumuzu temsilen bende katılacaktım. Heyecanım doruktaydı. Milli bayramlarımızın coşkusu her zaman bir başka güzeldir. Kürsüde okunan şiirlerin tadı, oynanan piyeslerin özel anlamlar yüklü olması, hep bir ağızdan söylenen İstiklal Marşı’ nın coşkusu bir başka güzel olur o günlerde. Bu coşkuya hep hayran olmuşumdur bunun için de törenler her zaman özel olmuştur benim için. Haftanın ilk günü okulda yapılan açılış töreninde de şiir okurduk. Ah o şiirlerim… İstiklal Marşı’ nın ehemmiyetini hem ailemden hem de öğretmenimden öğrenmiştim, evdeyken televizyonda duysam marşımızın çalındığını hemen ayağa kalkar saygı duruşuna geçerdim. Şanlı tarihimizi, özgürlük mücadelemizi anlatan televizyon programlarını seyretmeyi de ayrıca çok severdim.
Gün gelmişti, yürüyüş alayına katılmak için hazırlıklarımı annem günler öncesinden tamamlamıştı. Annemle okulumun belirlediği kıyafeti almak için alışverişe gitmiştik. Kesinlikle bu alışverişin keyfi diğer alışverişlerimizden çok daha özeldi. Yürüyüş esnasında elimizde bayraklar olacaktı, marşlar eşliğinde yürüyecektik, yollarda bizi seyreden insanları bayraklarımızla selamlayacaktık. Ne güzel bir duyguydu bu, kendimi çok özel ve şanslı hissediyordum çünkü ben bir çocuktum ve bu bayram bizlere armağan edilmişti. O gün öncelikle okulumuzda tören yapıldı, şiirler okundu, şarkılar söylendi. Ardından stadyumda okulların gösterileri oldu. Törene ağabeyim kendi sınıfıyla katılmıştı ve maalesef kardeşim rahatsızlığından dolaya okulda olamadığından törene de katılamamıştı, sadece izleyiciydi. Annemler onu gelecek yıl mutlaka törene katılacağını söyleyerek teskin etmişlerdi. Babam çalıştığı için törende yanımızda olamamıştı. Sadece annem ve kardeşim bizi izlemeye, günümüze eşlik etmeye gelebilmişti. Oysa bu anlamlı günümüzde babamın da bizimle olmasını çok istemiştim. Özel günlerde bir arada olmanın en kadar önemli ve kıymetli olduğunu babam bizlere her daim aşılamıştır. Ama bazen şartlar buna izin vermeyebiliyor. Zamanlar uyuşmasa da her anı bir arada geçiremesek de biz ailemizin kıymetini ve önemini biliyorduk. İyi günde ve kötü günde, biz her koşulda bir bütündük.
Unutur muyum hiç atletizm seçmelerini… Okullar arası müsabakaların günü gelip çatmıştı. Kazanma arzusunun çılgınca tutkusu içime işlemişti ve heyecandan yerimde duramaz haldeydim. Antrenmanlarda çok çalışmıştım bununla birlikte Beden Eğitimi Öğretmenim de bana çok güveniyor başarılı olacağıma tıpkı benim gibi yürekten inanıyordu. Öğretmenimin bu inancı ister istemez üzerimde bir baskı oluşturuyor kazanmak için beni adeta kamçılıyordu. Onun yüzünü kara çıkartmamam gerekiyordu, bana güveniyordu ve ben de o güvene layık olmalıydım. Başarılı olmaya kilitlenmiştim, ‘başarılı olma arzusu’. Bu duyguyla tanışmam aslında çok da yeni sayılmazdı. Bu duyguyla en çok amcamın davranışlarıyla tanışmıştım. O bizim her zaman, her koşulda başarılı olmamızı isterdi ve bu isteğini bize fazlasıyla aşılamıştı. Yarışı kazanamazsam kendimi suçlu hissedecektim, hata yapmış olacaktım. Çünkü bana inanan, güvenen insanlar vardı ve bu beklentilerini asla hüsrana uğratamazdım. Hassas ruhuma biraz fazla geliyordu bu telaş, ama iş başa düşmüştü ve kazanmam gerekiyordu. Yarışma günü ailemde benimle birlikteydi, heyecanıma ortak oluyorlardı. Seçmeleri geçen diğer öğrenciler, aileleri, herkes oradaydı, kalabalık coşkuluydu. Her öğrenci gibi bende kendi yaş gurubum içinde yarışıyordum. Yarış kocaman bir heyecan içinde başlamıştı. Kazanmıştım! Kendi yaş grubum içinde birinci olmuştu. Mutluluk, mutluluk, mutluluk… Çok çalışmıştım ve çalışmalarımın sonucunu galibiyetle göğüslemiştim. Kimsenin yüzünü kara çıkartmamış, kimseyi yarı yolda bırakmamıştım. Layığıyla bir görevi daha yerine getirmiştim. O günden sonra her türlü spor müsabakası benim için özel bir yer edinmişti. Televizyonda yayınlanan hiçbir spor müsabakasını kaçırmaz olmuştum ve bu seyirlerime ağabeyimde eşlik ederdi. Ağabeyimle en büyük ortak noktamız spor olmuştu. Onunla takımlardan, maçlardan bahsetmek ayrı bir zevk haline dönüşmüştü benim için. Futbol maçlarını sadece televizyondan seyretmekle kalmaz elbette ki beraber maçta yapardık. Üçümüz; ağabeyim, kardeşim ve ben, ablam hariç… Yarışmayı kazandığım gün benim günüm olmuştu, o gün günlerden ‘Nurgül’ dü.’ Artık derslerimin arasında başı Beden Eğitimi Dersim çekiyordu, artık favori dersim o olmuştu, tabii ki diğer derslerimi de çok seviyordum ama Beden Eğitimi Dersimin olacağı günü iple çeker olmuştum.”
Spor aşkım bugünkü anımda da karşımıza çıktı ve ilerleyen anılarda bu konuya çokça rastlayacağız. Çünkü hayatımda vazgeçilemez bir yere sahip olmuştur spor. Bu güzel disiplinin faydasını hayatımın birçok evresinde gördüm ve bana çok kıymetli katkıları oldu. Özellikle belirtmek istiyorum ki; sadece sporda değil hayatın her bir aşamasında türlü türlü müsabakalarla ya da durumlarla karşılaşırız. Mühim olan hayatın aşamalarındaki başarılı olmak arzusunu kontrol altında tutabilmektir. Kazanmak kadar kaybetmenin de hayatın bir gerçeği olduğunu ve her zaman kazanmanın mümkün olamayacağını tüm gerçekliğiyle kavramak gerekiyor. Şayet bu gerçeklik kabul edilebilirse kişide kaybetmeye dair korkular oluşmayacaktır, her durumu olduğu gibi kabul edebilme yaklaşımı oluşacaktır. Kaybetme korkusu insanda henüz gerçekleşmemiş durumlara dair büyük kaygılar oluşturan bir duygudur. Bu korku sadece bir yarışı kazanmak adına değil, maddi kayıplar ya da sevdiklerinizin kaybı şeklinde de karşımıza çıkacaktır. Hal böyle olunca da kaygı dolu bir hayatın esaretine girilecektir. Bu esaret de mutsuzluğu ve öfkeyi yaşatacaktır size. Diğer taraftan herhangi bir şeyi kaybetme düşüncesi sizi başarısızlık duygusuyla iç içe geçirir. Başarılı olmak içinde kazanmak arzusu umarsızca kamçılanır. Bu kamçının bıraktığı izlerse sizi hırsa sürükler. Oysa kazanmak kadar kaybetmenin de doğal olduğunu ve her iki sonucunda bizler için gerçek ve olası olduğunu anlamak, akışta kalarak durumu kabullenmek en doğru davranıştır. Çocuklara hırsla yol almayı değil azimle yol almayı, kaybetmenin kazanmak kadar doğal olduğunu, kayıpların hiçbir şey için bir son olmadığını öğretmek çok önemli. O savunmasız yüreklerine, korkuyla yola çıkılırsa o yolda başarısızlığın kendilerini bekleyeceğini ancak motivasyonla ve doğru şekilde ilerleyerek en iyi sonuca ulaşabileceklerini anlatmalıyız. Kaybetmenin başarısızlık değil olası bir durum olduğunu, mühim olanın kendilerindeki artı ve eksikleri kavrayabilmek olduğunu aşılamalıyız. Her şeyde başarılı olmanın kişiyi mükemmeliyetçi olmaya ittiğini bununda kendilerine faydadan ziyade zarar getireceğini en güzel şekilde en tatlı dille çocuklara anlatmalıyız. Aslında bunları sadece çocuklara değil kendimize ve çevremizde bu bilgilere ihtiyaç duyan herkese anlatmalıyız. Anlatmalıyız ki, onlarda bir farkındalık oluşmasını sağlayabilelim ve şifalanmaları için onlara yol gösterebilelim.
Ulusal bayramlarımıza dair anılar hafızımda sanki dünmüşçesine saklı durur. Çocukluğumuzda vatan sevgisi bize çok güzel işlendi. Bunu hem ailemiz hem de öğretmenlerimiz gerçekleştirdi. Çocuklukta sağlamca edinilen bu düşünce şekli vatansever bir insan olmanızın en büyük temelini oluşturuyor. Vatansever bir birey hem ülkesini hem de ülkesinin insanlarını sever, geçmişine saygı duyar ve sahip çıkar. Milli bayramlar her zaman layığıyla kutlanmalı, o dönemlerde yaşananlar yine layığıyla başta çocuklar olmak üzere herkese anlatılmalı ki, varlığımıza, ülkemize canımızla sahip çıkalım. Ne demiş atalarımız: ‘Ağaç yaşken eğilir.’ Biz geleceğe bir çınar olacak ağaçlarımızı yani evlatlarımızı vatan sevgisiyle, merhametle, güvenle yetiştirelim ki, onlarda gelecek nesilleri öyle yetiştirebilsin.
Bugünkü konumuz hepimizin sahip olmayı çok istediği ama sahip olunması biraz zor olan duygu; ‘Sabır’. Sabır; insanoğlunun ağırlık merkezidir. Nedir mi bu ağırlık merkezi? Bir insan ana rahmine düştüğü andan itibaren, ta ki ölene kadar birçok evreden geçer ve bununla birlikte birçok şey de yaşar? Hiçbir şey birdenbire oluşmaz. Her zaman bir bekleme süresi vardır ve bu süre çoğu zaman bizim kontrolümüzde ilerlemez. İşte bu bekleme sürelerinde gösterilen metanet ‘sabır’ demektir. Bunun için sabrı tanımlarken insanoğlunun ağırlık merkezi demek yerinde bir ifade olacaktır. Her bir durum bu merkeze etki eder ve mühim olan bu merkezi doğru idrak edip onu dengede tutabilmektir.
Her insan dünyaya ayak basmadan evvel (normal şartlarda) anne bedeninde dokuz aylık bir bekleme süresine tabi tutulur. Anne bedenindeki bu bekleyiş hem bebek hem de onun yolunu bekleyen ailesi için aslında sabır dolu bir süreçtir. Belki de sabrın en büyük örneği bu dokuz aylık dönemde yaşanır.
Varoluş gerçekleşti, yaşam yolculuğu anne bedeninden sonra dünyaya ayak basarak başladı… Hayatın döngüsü içinde nice durumlar yaşanacak, nice hadiselerle karşı karşıya kalınacak. Tüm bu süreçlerde, farkında olmaksızın, dokuz ay boyunca annemizin o güzel bedenindeki bekleyişin duygusuna yani ‘sabra’ çok ihtiyaç olacak.
Şimdi girelim yaşamın içine ve bakalım şu sabır dediğimiz zorlu metanet duygusu nerelerde karşımıza çıkacak.
İçimizde kıpır kıpır duygular olur, istediğimiz her şeyin hemencecik gerçekleşmesini arzuladığımız içindir bu kıpırdanmalar. Ama işin gerçeği, istenilen her şeyin çoğu zaman öyle bir çırpıda olmadığıdır. Zaman gerekir, emek gerekir, beklemek gerekir ve beklerken huzursuz, tedirgin, hırçın, kaygılı, öfkeli olmamak gerekir. En çok da ne gerekir biliyor musunuz? ‘Sabır’ gerekir.
Bilgisayarınızda çalışıyorsunuz ve çok önemli bir dosyayı indiriyorsunuz. Zamanınız dar, işleri hızlıca halletmelisiniz için dosyaya da acil olarak ihtiyacınız var. Siz gerildikçe, huzursuzca o ekrana baktıkça ve işi hızlandırmak adına yersiz yere bir sürü tuşa bastıkça o dosyanın ineceği varsa da inmeyecektir. Sonuç ne mi? Hızlı olayım ve işi yetiştireyim derken bir sürü gereksiz karmaşa yaşayacaksınız ve sakince halledebileceğiniz işi bitmesi gereken süreden çok daha uzun sürede bitireceksiniz. Sonra olanlar için kendinize, bilgisayara hatta teslim edeceğiniz o işe kızacaksınız. İçinizde öfke kırıntıları birikmeye başlayacak. Negatif duygular yolunuzu kirletecek. Ne mi yapmalısınız? Elbette sakin olmalı ve tabii ki sabırlı davranmalısınız.
Yeni bir iş görüşmesi yaptınız, hemen size dönüş yapılmasını, sonuçlanmasını istiyorsunuz. Sonucu beklediğiniz o günler size yıllar gibi gelecektir çünkü sabır metanetine kendinizi teslim etmediniz. İşe girdiniz, sonra maaşınızın bir an önce artmasını istersiniz, ardından hızla yükselmeyi. Ama bunlar hemen olmaz, beklemek, emek vermek gerekir. İşte yine sabırlı olmak çıkıyor karşınıza. Sanki her şey bize sabrı öğretmek için var. Markette, minibüs durağında ya da sinema salonunda beklenen sıra, işte bunların hepsi bize sabrı öğretir. Aynı zamanda da sabra sahip olup olmadığımızı… Trafikte önümüzdeki arabayı geçme çabası ya da trafik ışıklarında yeşil yanar yanmaz hareket etme isteği, bunun için gereksizce öndeki arabaya korna çalma eylemi. Bunların hepsi sabırsızlıktan başka bir şey değil de nedir? İnanın bu sabırsızlık önce size ve sonra da çevrenize zarar verecektir. Hatta bazen bu zararlar telafi edilmesi mümkün olmayan sonuçları da doğurabilir.
Sabırsız olunduğunda zihinde telaş başlıyor bu sefer de ardından hatalar geliyor. Bu durum beraberinde öfkeyi getiriyor. Sabır, zor koşullar altında cesaretinizi ve metanetinizi yitirmenize sebep olur. Sabırlı insan uzun süreli gecikmelere ve tahriklere rağmen moralini bozmadan yoluna devam eder veya beklemesini sürdürür. Sabırlı olmak, gereksiz düşünceleri ve duyguları ardında bırakmaktır.
Size saatlerce derdini anlatan bir insanın derdine dava olamıyorsanız bile onu sabırla dinlemeniz onu mutlu edecektir. Çünkü onun içini boşaltmasını, konuşarak kendisini rahatlatmasını sağlamış olacaksınız. Başka hiçbir şey yapamasanız bile sabırla onu dinlemeniz sıkıntısını azaltabilir hatta derdine deva bile olabilir. Sabır, başka insanların yüreklerine dokunabilmek için de mühimdir.
Hafta sonu bir seyahat planınız var, fakat o anda bir aksilik çıkıyor ve seyahat iptal oluyor. Bu durumda hemen üzülüp neden gidemedim o seyahate diye hayıflanıyorsunuz. Ardından madem oraya gidemiyorsunuz başka bir yere gitmek için plan yapıyorsunuz ama o da olmuyor, gidemiyorsunuz. Neden art arda yaptığınız seyahat planları iptal oldu? Belki de sizin o hafta sonu hiçbir yere gitmemeniz gerekiyordur, hayırlı olan budur. Metanetle ve teslimiyetle sabırlı davranıp, dingin bir şekilde durumu kabullenmek sizin için daha iyi olmaz mı? Boş yere kızıp durdunuz, kendinizi negatif enerjilerin içine soktunuz ve elbette ki bu duygularla kendinize zarar verdiniz.
İlerlersiniz, ilerlersiniz yolun bitimine ramak kalmıştır, ama yeterince sabırlı olmadığınız ya da olamadığınız için yolu tamamlayamazsınız. Oysa kontrollü, metanetli bir sabrınız olsa onu sona ulaşmadan tüketmezdiniz. Demek ki buradan şu sonuca da ulaşabiliriz. Sabır anlık ya da süreli olmamalıdır. Sizin için daimî yol arkadaşı olmalıdır.
Sabır, erdemin cesaretidir. (Bernard de Saint Pierre)
Hayatımızda neşe ve mutluluk kadar acı ve üzüntü de vardır. Yaşadığımız olumsuzluklara isyan etmeyip, sabırla yaklaşmamız çok önemlidir. Sabır bir imtihandır ve sabırsızlığımız ne kadar çoksa, sabırla imtihanımız da o kadar çok olur. İnsanın kendi değişimi ve dönüşümü için gerekli en önemli erdemdir sabırdır. Sabırlı olduğunuzda hayat yolculuğunuz daha olumlu ve pozitif ilerler. Sabırlı insan şikâyet etmez. Sabırlı olduğu takdirde her ne olursa olsun, eninde sonunda amaçlarına ulaşacağını bilir. Ola ki, amacına ulaşamazsa da Allah’ın hayırlı kıldığı sonucun bu olduğunu idrak eder ve sonuca isyan etmez.
Sabır en yüce ağaçtır. O ağacın meyvesi de en tatlı olandır.
Sizlerle zaman zaman bilgelik hikayeleri paylaşacağım. Bu hikayelerde kıssadan hisse çıkartılacak bir sürü güzel dersler yer alacak. Hikayelerin özüne inerseniz, hayatlarınız için olumlu dokunuşlar kazanacağınıza yürekten inanıyorum. Bu dokunuşlar beraberinde de farkındalıkları mutlaka getirecektir. Önce hep birlikte hikayemize bakalım ardından hikâyeye dair söyleyeceklerim olacak.
GÖNÜL SADAKASI
***
Bir hanımefendi anlatıyor:
“Biraz fasulye ve biraz pilav alarak bakır bir tepsiye koydum. Üzerine patlıcan, salatalık ve birkaç tane kayısı ekledim… Tam dışarı çıkacaktım ki babam sordu:
“- Nereye gidiyorsun kızım? “
“Ninem bunları kimsesiz yaşlı adama götürmemi söyledi” diye cevap verdim.
Bunun üzerine babam:
“- Şöyle yap. Mutfaktan birkaç tabak daha getir. Her bir şeyi ayrı tabağa koy ve tepsiyi güzelce düzenle. Yanlarına kaşık, bıçak ve bir bardak su da koy, öyle götür” dedi.
Dediklerinin hepsini yaptım ve elimdekileri dedeye götürdüm. Dönünce babama neden böyle yapmamı istediğini sordum. Babam:
“Yemek ikram etmek ‘Mal’ sadakasıdır. Bir şeyi düzgün vermek ise ‘Gönül’ sadakasıdır. Birincisi karnı doyurur; ikincisi ise kalbi doldurur.
Birincisi, kimsesiz dedeye, yardım isteyen dilenci hissini verir. İkincisi, yakın bir dost, iyi bir misafir olduğu hissini verir.” diye cevap verdi ve devam etti:
“-Maldan vermek ile gönülden vermek arasında büyük bir fark vardır. Gönülden olanın hem Allah katında hem de insanlar yanında değeri daha büyüktür.” Dedikten sonra biraz durdu. Sonra gözlerimin içine bakarak sözlerini şöyle tamamladı:
“- Bak yavrucuğum. Yapacağımız ikramlar, sevgi ve iyilikle birlikte olsun. Sakın aşağılayıcı ve küçük düşürücü olmasın.
***
Ağzımızdan çıkan her bir söz gibi, her bir davranışımızda gönül telimizin güzellikleri arasından gelmelidir. Maksadımız birilerine iyilik yapmak ve onları bu iyiliklerle mutlu kılmak ise bunu onları olumsuz hisler içine sokmadan, onları incitmeden, nazikçe yapmalıyız. Bununla birlikte elbette ki, yaptığımız iyilikler bizde kibir, ego, büyüklük hislerini oluşturmamalıdır. Alçak gönüllüğümüzü her daim muhafaza etmeliyiz. Bütün eylemlerimiz sevgiyle, şefkatle olmalı, yüreğimizin sıcaklığını karşımızdakilere hissettirebilmeliyiz.
Tüm bunlar bir yana hikayemiz de bahsi geçtiği gibi bir yemeğin paylaşılması ya da sunulması esnasında çok dikkatli ve hassas davranılması gerekmektedir. Bu paylaşımda en mühim olansa; paylaşımı yaptığımız kişiler arasında ayrımcı bir tavır içinde olmamaktır. Her insana özel olduğunu hissettirecek incelikte davranmak en güzel davranış şekli olacaktır. İster evimizde ağırlayıp ikramda bulunalım ister evine ister çalıştığı yere bir ikram götürelim ve o kişi kim olursa olsun ona özenli davranalım.
Kimi zaman rastlarım evlerinde tanınmış ya da büyük maddi varlıklara sahip kişileri ağırlayanların hazırladıkları o sofraların görüntülerine. Acaba bu kişiler başta kendilerine karşı samimi olup herhangi bir insana, mesela markette çalışan kasiyere, bir apartman görevlisine, bir çiçekçiye de aynı özeni gösterip, aynı sofrayı hazırlar mı diye? Hatta anlatırlar o ihtişamlı sofraları hazırlayan kişiler yaptıkları o hazırlıkları. Ah bir de sofranın hazırlandığı kişiden menfaat de elde edilecekse işte o sofralarda ayrı bir enerji olur ve bir şekilde hissedersiniz bunu.
Asıl olan nedir bilir misiniz dostlar? ‘Bir kişiyi diğerinden malına, mülküne, mevkiine bakmaksızın ayırt etmemek. Herkese sadece insan olduğu için değer vermek, sahip oldukları için değil, ya da bize bir faydası dokunacağı için değil. İnsanlarla güzel paylaşımlar yapmak, onlara keyifli, hoş ikramlarda bulmak. Herkese aynı, herkese eşit özende davranmak. Gönülden yapılan her paylaşım yerine mutlaka ulaşacak, her ulaştığı kişiyi de mutlu edecektir.’
Mayıs ayında sizlerle paylaştığım olumlamanın devamı niteliğindeki bu olumlamayla yeniden sizlerleyim. Hayatımızın bir parçası haline gelecek ve yaşamımızı pozitif boyutlara yöneltecek olan bu olumlamanın detaylarına geçmeden önce, ‘Bu olumlama nedir?’, ‘Bize neler kazandırır?’ bu konulara kısaca değinelim.
Olumlamalarla ilgili araştırmalar yaparken bu olumlama ile tanıştım. İçeriği insanın ruhuna enerji veren, içini aydınlatan ifadelerle dolu olduğu için hemen dikkatimi çekti ve uygulamaya başladım. Faydasını da yüksek oranda gördüm.
Olumlamaların temelinde insan ruhunun negatif duygulardan ve olumsuz enerjilerden temizlenmesi vardır. Hedef de elbette ki olumsuzlukların ve negatifliklerin yerini olumlu ve pozitif duyguların almasıdır. Zihnimize yerleştirdiğimiz ve kullandığımız her bir kelime bizim yaşam enerjimizi bir şekilde etkilemektedir. Bu etki kullandığımız kelimelerin niteliğine göre olumlu ya da olumsuz şekilde olabilir. Bildiğimiz ve kullandığımız her bir olumsuz, kötü kelimeyi olumlu ve güzel olanla değiştirmeliyiz. Böylelikle negatif duyguların kendince sahip olduğu keskin gücü alt edebiliriz ve zafer pozitif duyguların olur. Güzelliklerle ve pozitif duygularla bezenmiş bir ruha sahip olabildiğimiz ölçüde Allah’ın yarattığı bütün canlılara sevgi ile bakabiliriz. Kelimelerimiz ve düşüncelerimiz ne kadar temiz ve olumlu ise hayatımızın ışığı da o kadar kuvvetli olur.
Bu günkü olumlamamız, pozitif düşünmeye ruhumuzu ikna etmemizi sağlayacak. Bilincimizi ve bilinçaltımızı temizleyerek hayatta daha sağlıklı ve sağlam yol almamızı sağlayacak. Hatırlatmadan geçemeyeceğim önemli bir detay da hepinizin bildiği üzere; olumlamalardan en yüksek faydayı elde edebilmek için onları bir defaya mahsus yapılmamaktır. Olumlamalar hayatımıza göstereceği etkiye göre belirli aralıklarla tekrarlanmalıdır. Bu tekrarların nasıl olması gerektiğine dair daha önce yazdığım için yeniden yazıp sizi yormak istemiyorum. Sadece önemle belirtmek istediğim tekrarları unutmamanızdır. Dudaklarınızın arasından ve gönlünüzden çıkan her bir kelime çok güzel olsun ki sizi hep daha güzele götürsün…
★★★★★
Her gün mutlu ve heyecanlı uyanıyorum.
Hayatımın her günü mutluluk ve sevgiyle dolu.
Hayatımın her saniyesinde hevesliyim.
Yaptığım her şey eğlenceli, sağlıklı ve heyecanlı.
Ben bir aşk ve merhamet göstergesiyim.
Herkes yaşam için ne kadar neşe ve sevgim olduğunu görür.
Yeni, sağlıklı deneyimler yaşıyorum.
Bütün ilişkilerim pozitif ve sevgi ve merhametle dolu.
Diğerlerini, ellerinden gelenin en iyisini yapmaya çalışan iyi insanlar olarak
görüyorum.
Baktığım her yerde nazik ve umutlu olmak için fırsatlar buluyorum.
Tüm hedeflerimi kolaylıkla gerçekleştiririm.
Sadece benim için sağlıklı olan şeyleri arzuluyorum.
Hayallerimi gerçekleştiriyorum.
Hayatım sihir ve enerji dolu.
Düşüncelerim ve hislerim besleyici.
Her an hazırım.
Her şeyde güzelliği görüyorum.
İnsanlar bana nezaketli ve saygıyla davranıyorlar.
Hayatta zincirleme reaksiyon denilen bir gerçeklik vardır.
Bir başlangıcın enerjisi hangi yönde ise ardından gelecek eylemler de o yönde olur.
Hatta o enerji katlanarak büyür, büyüdükçe evrilir ve beraberinde de yeni enerji kaynaklarını getirir.
Aydınlanmak için önce arınmak gerekir, arındıkça aydınlanırsın… Aydınlandıkça ışığın büyür ve yükselir…
Işığın yükseldikçe bilinç seviyende yükselir…
Yüksek bilinçle kendi yolunu ve elbette ki başka insanların yolunu da aydınlatırsın…
Başlangıç enerjisi; arınmak, ardından aydınlanmak, sonrasında ışığın yükselmesi, devamında yüksek bilinç seviyesi ve hayat yolunun aydınlanması… Başlanan nokta ne ise diğer tüm adımlar ona kayıtsız şartsız eşlik eder…
Anılar, anılar, anılar… Yılların, ayların, günlerin, saatlerin hatta anların ardına saklanmış bir sürü anı… Hepimizin hayatı tıpkı benimkiler gibi, iyisiyle kötüsüyle, acısıyla tatlısıyla, mutluluğuyla hüznüyle iç içe geçmiş birçok anıyla bezenmiştir. Çoğu zaman unuturuz yaşanmışlıkları, ne kadar önemli olsa da kendimizde ayırtına varamadığımız çok mühim izler bıraksa da… Sonra gün gelir, bir şeyler olur, hatırlanır o unuttuğumuzu sandığımız anlar. Deriz ki: ‘Meğer benim böyle davranmama sebep geçmişte yaşadığım o anmış.’ İşte o zaman fark edişler başlar, kendimizi yeniden ve sahiden keşfetmeye başlarız. Her bir anı aslında bizi biz yapan, bugünkü kişi olmamızı sağlayan birer yapı taşıdır. Anılar çok kıymetlidir, onları hatırlamak, keşfetmek ve beraberinde bizdeki dokunuşlarını anlayabilmek çok önemlidir. Ben, her bir anıma ulaşmaya, onları bir bir gün yüzüne çıkartmaya bütün açık yürekliliğimle gönüllü oldum. Onları sadece gün yüzüne çıkartmıyorum siz dostlarımla da tüm şeffaflığımla paylaşıyorum. Seremoniyi başlattım, yeni anıları gün yüzüne çıkarttım ve şimdi onları sevgiyle sizlerle paylaşıyorum.
“İkinci sınıf öğrencisi olmak ne keyifliydi. Hem büyüdüğümü hissediyordum hem de önüme çıkan yeni deneyimlerin bilincine daha iyi varabiliyordum. Kardeşim halen evdeydi, daha önce hastalığını ve evde kalması gerektiği konusunu anlatmıştım size. Evde derslerine yetişmek, sınıf arkadaşlarından geride kalmamak için sıkı bir çalışma yürütülüyordu. Annem adeta kardeşimin evdeki öğretmeni olmuştu. Kolay bir süreç değildi, ama geçip gidecek, kardeşim tamamen iyileşecekti. Bunun böyle olacağını tüm kalbimle biliyordum. Kardeşimin evdeki günleri devam ederken, bir gece ağabeyim aniden rahatsızlandı, çok şiddetli ağrısı vardı. Babam apar topar onu hastaneye götürdü. Hastanede ona apandisit teşhisi koymuşlar ve hemen ameliyat olması gerektiğini söylemişlerdi. Hepimiz bu duruma çok üzülmüştük ama annemin ve babamın üzüntüsü daha farklıydı. Normal şartlarda apandisit ameliyatı zor değildi ama ağabeyimin kalbindeki rahatsızlık annemi ve babamı çok endişelendirmişti. Riskli bir süreç bizi bekliyordu. Annem haberi alır almaz hemen hastaneye gitti ağabeyimin yanında kaldı ve üç gün sonra eve nihayet sağlıkla geri dönebilmişlerdi. Ağabeyim bir hafta evde dinlenmeye devam edecek okula gitmeyecekti.
Şimdi hayatıma yeni bir sayfa açan sporla tanışmama gelelim. Okuldaki bir sürü eğlenceli dersin yanında beden eğitimi dersimiz bana ayrı bir keyif veriyordu. Hele bir de atletizm için okulda seçmeler yapılacağını öğrendikten sonra içimde farklı kıpırdanmalar oluşmaya başlamıştı. Beden eğitimi öğretmenimiz seçmelerden bahsettikten sonra neredeyse seçmelerin heyecanıyla yaşıyor olmuştum. Bildiğiniz üzere içinde spor olan, top olan oyunlar beni hep cezbetmişti. Kardeşimle, ağabeyimle, arkadaşlarımla yaptığım futbol maçları… Öğretmenimiz okullar arası atletizm yarışması düzenleneceğini ve bunun için öncelikle okulda seçmeler yapılacağını anlatmıştı. Okullar arası yapılacak bu yarışmanın sonucunda kazanan bir kupa ve beraberinde de hediye alacaktı. Kimlerin bu seçmelere katılmak istediğini sorduğunda hiç tereddüt etmeden parmak kaldırıp katılmak istediğimi canı gönülden söylemiştim. Biz gönüllü öğrenciler için antrenman planları yapıldı, seçmelerin nasıl yapılacağı anlatıldı. Okulumuzun yanında büyük sayılabilecek toprak bir alan vardı. O alanda futbol maçları yapılırdı. Biz de antrenmanları orada yapacaktık. Antrenmanlara katılacağımı, beni okuldan almaya gelen anneme söyledim ilk önce. Öyle bir sevinçle vermiştim ki bu haberi ona sanki onun da benimle birlikte mutluluktan havalara uçmasını bekler gibiydim. Annem sevinmişti sevinmesine ama aynı zamanda da endişeliydi. Bana hemen nasihatlerde bulunmaya başlamıştı. Antrenmanda terlediğimde asla soğuk herhangi bir içeceği içmemen gerektiğini sıkı sıkı tembihledi. Kardeşimin hastalanmasına, bir yıl okuldan uzak kalmasına terli terli içtiği sular sebep olmuştu. Elbette annem benim de benzer bir hastalıkla karşı karşıya kalmam için endişelenmişti. Annelik işte… Annemin endişesine hak verdiğimden ve onun üzülmesini asla istemediğimden ötürü terliyken soğuk olan hiçbir içeceği içmeyeceğime söz vermiştim. İçimdeki heyecanla okuldan eve nasıl geldiğimizi, yolların nasıl bittiğini fark etmemiştim bile. Sıra bu haberi babamla paylaşmaya gelmişti. Akşam oldu, babam kapının zilini çaldı, tabii ki onu kapıda karşılayan bendim. Daha içeriye adımını atmadan bir çırpıda ona sevinçli haberi verdim. Babam spor konusunda benim gibi heyecan hissetmezdi, çok ilgili değildi sporla. Spor onun için yürüyüş yapmaktan öte bir şey değildi. Hatta hemen her erkeğin içinde sanki doğuştan kendilerine yerleşmiş olan spor aşkı babamda hiç vuku bulmamıştı. Çevremde örnekleri vardı; amcamlar, dayım fanatik bir tutkuyla futbol sevdalısıydılar. Biliyorsunuz bende severim futbolu, az koşmadım o topun peşinden. Babacım bir futbol takımı tutardı tutmasına ama sadece tutardı… Babam için varsa yoksa işiydi mühim olan. O işine karşı fanatik derecede bağımlıydı. İşe gitmediği günlerde gezmeyi severdi, spor yapmak aklından dahi geçmezdi. Atletizm seçmeleri haberine benim kadar sevindiğini asla söyleyemem ama bana engel olmamış, hatta beni desteklemişti de.
İlk antrenman günüm… O gün öğretmenimin ağzından çıkar her bir sözü sanki sihirli bir şeyleri bizimle paylaştığını hissederek dikkatlice dinledim. Her bir sözünü harfiyen yerine getirdim. Antrenman boyunca öğretmenimden bolca övgü aldım. Aldığım övgüler şevkimi arttırıyor beni daha iyi bir sporcu olmaya yöneltiyordu. İsteğim çok fazlaydı bununla birlikte yadsınamaz bir kabiliyetim de vardı. Öğretmenimin de benimle aynı fikirde olduğunu antrenmanlar boyunca onun bana karşı tüm davranışlarından, ağzından çıkan o güzel sözlerden anlayabiliyordum. Antrenmanlar öğretmenimin düdüğünün sesiyle son buluyordu, zaman öyle hızlı geçiyordu ki, sadece birkaç saniye çalışmışız gibi hissediyordum. Ne büyük bir keyifti bu çalışma… Var gücümle çalışıyor, her şeyin mükemmel olması adeta insanüstü çaba sarf ediyordum. Hatasız, mükemmel olmaya odaklanmıştım. Mükemmeliyetçilik sevdasının insana nasıl zarar verdiğini ileriki yaşlarımda kavrayabildim ve bu konuda kendimi şifalandırıp bu sevdadan arındım. Mükemmelliğe erişmek, insanın kendini zorlaması, kendine yüklenmesi çok yorucu ve yıpratıcı bir mesele ve bu yolda ilerlerken kendine verdiğin zararı göremiyorsun. Aslında kişi severek yaptığı işlerde en az hatayla ilerler, şayet bu anlaşılabilse zaten kişinin kendini yıpratmasına hiç gerek kalmayacak. Bununla birlikte yine zaman içinde gördüm ki; her yarışı kazanmak mümkün değildir ve kaybetmek de çok kötü bir durum değildir. Bunlar insan hayatında kıymetli tecrübelerdir. Kazanmak ya da kaybetmek… Elbette söz konusu başarılı olmaksa her insan başarılı olmak ister, mühim olan bu başarıya ulaşmak için azimle çalışmaktır hırs ile değil. Severek, isteyerek ve azmi kendine kılavuz edinerek ilerleyen her insan mutlaka başarıya ulaşır, o başarı kendiliğinden gelir.
Çalışmalarım sadece antrenman saatleriyle sınırlı kalmıyordu. Öyle azimliydim ki, teneffüslerde bahçenin boş alanlarını çalışma alanı olarak kullanır sağa sola koşup duruyordum. Sonuçta sadece ders saatinde değil onun dışında da kendi çabamla ilerleme kaydetmeliydim. Nihayet seçmelerin yapılacağı gün gelmişti. Hal böyle olunca benim heyecanım da on kat belki de yüz kat artmıştı. Seçmeler antrenman yaptığımız alanda yapıldı ve ben seçmelerde başarı kaydetmiş, kazanmıştım! Artık okullar arası yapılacak o büyük yarışmaya katılabilecektim. Öylesine mutluydum ki, bu mutluluğu ailemle, özellikle de beni okuldan almaya gelecek olan annemle bir an evvel paylaşmalıydım. Bende ki bu telaşların yaşandığı o günlerde bahsettiğim gibi rahatsızlıklarından dolayı hem kardeşim hem de ağabeyim evdeydi. Annem okula sadece beni almak için geliyordu. Her defasında da beni tembihliyordu: ‘Sakın okulun dışına çıkma, karşıdan karşıya yalnız başına geçmeye çalışma mutlaka beni bekle.’ Ama o gün heyecanım zapt edilemez boyuta ulaştığından annemin söyledikleri aklımdan uçup gitmişti ve beni okuldan almaya gelen annemi yolun karşısında görünce heyecanla yola fırlamıştım. Annem benim yanıma gelmeden ben onun yanına gidebilirim ve müjdeli haberi hemen verebilirim diye düşünmüştüm. Karşıdan karşıya geçmeye çalışırken gözlerimin önünden hiç gitmeyen Beyaz Mercedes’in bana doğru hızla geldiğini fark etmemiştim bile. Neyse ki şoför beni görmüş, ani bir fren yaparak bana çarpmasına ramak kala durabilmişti. Ama ne frendi o! Araba o frenle güçlü bir şekilde sarsılmış, ancak kendi etrafında dönerek durabilmişti. Arabadan çıkan adamın bana korkunç bir öfkeyle bağırmasına mı bakmalıydım yoksa yolun karşısında benim ezilmiş olduğumu düşünen annemin acı dolu çığlıklarına mı bakmalıydım şaşırıp kalmıştım. Adamın bağırmalarından nasibimi aldıktan sonra annemin yanına gitmiştim. Annem beni sağ salim görünce tabii ki rahatlamıştı ama bana o kadar çok kızmıştı ki sözleri halen kulaklarımda yankılanıyor. Bir de sanki benim hiç hatam yokmuş gibi adamın bana bağırmasını anneme söylemiştim. Annem bana mı hak verecek tabii ki adama hak vermiş, onun ne kadar haklı olduğunu söylemişti. Kaza ile burun buruna gelmeme dair ilk deneyimim işte böyle gerçekleşmişti. Tamam, karşıdan karşıya böyle dikkatsiz bir şekilde geçmeye çalışmakla yanlış yapmıştım ama bunu yapabileceğimi anneme göstermek istiyordum ayrıca seçmeleri geçtiğimi paylaşmak için vakit kaybetmemeliydim. Maalesef sevincimin üzerine kaza deneyimimin bulutları çökmüştü. Ama yine de anneme güzel haberi vermiştim, sevinmişti sevinmesine ama bana olan kızgınlığı dinmemişti. Ne gündü ama!”
Spor yıllar içinde hayatımda çok mühim bir yer edindi. Basketbol ve tenis vazgeçilmezlerim oldu. Yıllarca profesyonel olarak tenis oynadım ve dersler verdim. Sporla geçen günlerimin arasına onlarca anı yerleştirdim, zamanı geldikçe her birini paylaşacağım sizlerle. Halen spor yaparım ve böylesine mühim bir değere, uğraşıya, disipline sahip olduğum için çok mutluyum.
Ailelere yürekten tavsiyem; çocuklarına sporu mutlaka aşılasınlar. Sporla yoğrulan çocuk kötü alışkanlıklardan uzak durur, hayata dair belirli bir duruş edinir. Kendine hedef koymayı, zamanı yönetmeyi, sabırlı olmayı, iyi iletişim kurmayı, sebat etmeyi, zorluklarla mücadele etmeyi öğrenir. Sadece çocuklar değil sporun aşılanması gereken nesil, her insan spor yapma alışkanlığı edinmeli. İnsanların kendilerine hem ruhlarına hem de bedenlerine en büyük borcu onları korumak ve iyi bakmaksa eğer bu yolda spordan daha iyi bir disiplin ve çalışma düşünülemez.
Biraz soluklandık, şimdi kaldığımız yerden tüm heyecanımızla devam edelim.
Güçlü sezgilere sahip bir kişiye, kendisiyle ilgili bir konu hakkında danışan bir kişiden bahsedelim. Sezgi sahibi (danışılan) kişi yalın bir şekilde size yol gösterir, söylediği sizin hoşunuza gitse de gitmese de. Gerçek sezgilere sahip kişi, hiçbir çıkar gözetmeksizin konuşur, hiçbir canlıyı bir diğerinden ayırmaz, sadece sevgiyle bakar. Ne var ki danışan kişi egoya köle olmuş bir mantıkla ilerleyip sezgilerin gösterdiği yoldan gerçekten gitmemişse ve arzu ettiği sonuca da ulaşamamışsa, bir şekilde sezgileriyle yol göstermeye çalışan kişiyi suçlar. Aslında sezgilerde sorun yoktur, sorun o yolda ilerleyen kişinin yanlışlarındadır. O kişiye denilmiştir ki; şu şekilde davranırsan ve kendinde şu değişiklikleri yaparsan hayatında güzellikler olacak. Fakat o değişimi yapmadan salt egosu ve korkularıyla hareket ettiğinden o güzellikler ona gelmemiştir. Elbette bir suçlu aranır ve bu durumda suçlu, sezgileriyle yol gösteren kişi olacaktır. Hatta ona, ‘senin sezgilerin yok, onlar doğru ve gerçek değil’ denilecektir. Halbuki hesap yapmasa, geçmişle barışık olsa, gelecek kaygısı ve korkusu olmasa her şey olması gerektiği gibi olacak ve sezgiler ona mutluluğun yolunu gösterecek…
Yaşadığınız olumsuz bir ilişkiyi anlattığınız kişi sezgilerin dünyasından uzak, sadece mantık odaklı bir insansa size söyleyecekleri de o doğrultuda olacaktır. Sizi anlayıp, pozitif bir şekilde telkin etmek, yönlendirmek yerine hemen karşıdaki kişiyi (bahsi geçen) suçlayacak, sizin önünüzü aydınlatmayacaktır. Kişinin kendisinde ne varsa etrafındakilere de onu verir…
Güçlü sezgilere sahipseniz karşınızdakini memnun etmek adına onun duymak istediklerini söylemeye çalışmayın. Sevgiyle sezgilerinizi söyleyin. Varsın duydukları hoşuna gitmesin, siz iç sesinizin söylediklerini kişilere göre şekillendirmeyin. Karşınızdaki zihninin coşkusuyla hareket etmekte olabilir bunun için de sizi anlayamayabilir. Zihni susturmak kolay değildir, sezgileri dinlemek için arınmak ve yüksek bilinç seviyesine ulaşmak gerekir. Söyleyecekleriniz olumlu ya da olumsuz her ne olursa olsun emin olun onun uyanışına yardımcı olmak için çok büyük bir nimet. Bunu anlayıp anlamamak ise elbette karşınızdakine kalmış. Sezgilerinizin gerçekliğinin onaylanmaya ihtiyacı yok. Bunu sakın unutmayın.
Sezgileri güçlü bir kişiden kendinize yol göstermesini isterken asla yalanla gitmeyin ona. Her şeyi en doğru, en yalın şekilde paylaşın onunla. Yalanlar her zaman gün yüzüne çıkacak bir yol bulur, bunu aklınızdan çıkarmayın. Er ya da geç, nihayetinde sezgiler yalanı görür. Bu durumda yanılgıya düşen ve kaybeden siz olursunuz, sezgi sahibi değil…
Mantığı, zihni kendine kılavuz tutmuş kişiler sürekli plan program yaparlar. Beyin durmaksızın koşar, koşar, koşar… Sürekli bir yorgunluk durumu söz konusudur. Ne de olsa makine misali durmaksızın bir çalışma… Ama sezgileri kendine kılavuz tutmuş kişiler sakindir, dinginlik ve sükûnet mevcuttur onlarda.
Her daim öfke halinde, yargılayıcı, etrafı suçlayıcı, insanlara ve dünyaya negatif duygularla bakan bir insana soru sorduğunuzda ondan olumlu bir cevap duymayı bekleyebilir misiniz? Onda herhangi bir iç sesin, sezginin var olabileceğini düşünebilir misiniz? Kadınları ve erkekleri genellemeler yaparak yargılayan, ‘erkeklerin hepsi böyledir’ ya da ‘kadınların hepsi böyledir’ diye konuşan birinden konu kadınlar ya da erkek olduğunda nasıl güzel bir şey duymayı bekleyebilirsiniz? İçinde bulunduğunuz durum tam da bunun ilgiliyse, konuyu anlamasını ve size yol göstermesini nasıl bekleyebilirsiniz? Emin olun ondan duyacaklarınız sizin yanlış yola girmenize sebep olacaktır, moralinizi bozacak, sizi mutsuz edecektir.
Negatif ve pozitif, sadece mantığa göre hareket eden ya da sezgileriyle hareket eden insanları doğru şekilde analiz etmelisiniz. Duygularınızı, içinde bulunduğunuz durumları nasıl insanlarla paylaşacağınız çok önemlidir. Çünkü alacağınız kararlara etki etmesi muhtemel olan bu insanlar sizi iyiye ya da kötüye sevk edebilir. Bir ev alacaksınız ve bunu etrafınızdakilerle paylaştığınızı varsayalım. Negatif duygularla yüklü, her şeye hesap kitapla yaklaşan insanlar art arda onlarca olumsuz yorumlar yapıp tadınızı kaçırıp sizi kararınızdan caydırabilir. Pozitif duygularla yüklü, sezgilerini kendine kılavuz edinmiş kişilerse sizin o evi alma isteğinizi anlar, sizinle mutlu olur. Sezgileri o evi almak adına olumsuzluk şeklindeyse de bunu sevgiyle size anlatır. Kırmadan, dökmeden…
Hiç umulmadık bir zaman da hiç umulmadık bir yere gitme kararı alıyorsunuz. Sezginiz, içsel rehberiniz oraya gitmenizi söylüyor. Mantık devreye giriyor o da diyor ki: ‘Orada kimse yok, senin ne işin var orada?’ İç ses ‘git’, mantık ‘gitme’ diyor. Bu konu üzerinden değerlendirdiğimizde aslında iç sesinizi gerçek manada dinlediğinizde gideceğiz yerde sizi mutlaka hayırlı bir şey bekliyordur. Sezgi sizi hiçbir yola boşuna sokmaz. Sezgiler olması muhtemel olumsuz olayları, kişileri görür, sizin bunları fark etmenizi sağlar. Sizi tehlikelere karşı uyarır ve en uygun şekilde hareket etmemize olanak verir. Kendiniz için olan bu durumu başkaları içinde hissedebilirsiniz yani sizin sezgileriniz onlara da rehberlik eder.
Beyin mantıkla hesap yapar ve hesabın yanlış olma ihtimali unutulmamalıdır. Kalbin hesabı ise yoktur onun sezgileri vardır ve hesap yapmayı bilmez. Sezgilerinizi dinleyerek aldığınız kararlardan yana pişmanlık duymazsınız. Altını defaatle çizerek söylüyorum dinlediğiniz o sezgiler mutlaka arınmış olmalı, bir çocuğun saflığına sahip olmalı. Hesapsız, korkusuz, egosuz olmalı. İhtiyaç duyulan tek şey manevi güçtür. Zihin tamamen susmalı, dinginlik olmalı ve kalp gözü ile Yaratanın yarattığı her şeye sevgi ile bakmalı.
Çocukluğumdan beri sezgilerini dinleyen biri olarak hayatım boyunca hiçbir zaman mantık ve zihinle hareket etmedim. Kararlarımın yönünü her zaman sezgilerim belirledi. Sezgiler gerçekleri görür ve yine sadece gerçekleri söyler…