KORKULAR CESARETE ENGEL DEĞİL
Çocuğun en son sandığı açtığından bu yana iki hafta geçmişti. Bu iki hafta boyunca aklı hep sandıkta ve anahtardaydı. Anahtarı olurda kaybedersem sandığı bir daha nasıl açacağım diye endişeleniyordu. Anahtarı kaybederse sandığı açabilmek için hiç kimseden yardım istemeyecekti. Çünkü anılarla yüklü o nadide sandık ona özeldi, ona sadece o dokunabilir ve yine sandığın kapağını sadece o açabilirdi. Endişesinden sebep aklına bir fikir geldi: Sandığı açıp tüm anıları tek seferde çıkartsaydı ve o anıları sanki kitapmışçasına bir bir, sırasıyla raflara dizseydi nasıl olurdu? Başlangıçta fikir ona gayet güzel geldi. Ama sonra bu fikrin hiç iyi olmadığına karar verdi. Onun, anılarını gün yüzüne çıkartmak için bir ritüeli vardı. O ritüel çocuğa hem çok keyif veriyordu hem de büyük bir heyecan yaşatıyordu. Bunun için aklından o fikri hemen uzaklaştırdı. ‘Anahtarı kaybetmeyeceğim ve ritüeli bozmayacağım’ diye içinden birkaç kez tekrarladı. Evet, ritüeli yeniden başlatma vakti gelmişti. Sandığın olduğu o gizemli yere yöneldi, sandığın yanına varmıştı bile. Yavaşça sandığın yanına oturdu, cebinden anahtarı çıkarttı, yine o eşsiz özgüveniyle anahtarı sandığın kilidine yerleştirip çevirdi, sandık açılıverdi. Elini sandığın içine uzattı, ardından sırası gelen anıyı serbest bıraktı, sonrasında sandığın kapağını kapattı ve kilitledi. Yeni bir anı dile geldi…
- “Dayımın düğününden on beş gün sonra Malatya’ dan evimize, İstanbul’ a döndük. Bu Malatya’ ya son gidişim oldu. (Şimdilerde düşünüyorum da o günden sonra Malatya’ ya gitmek hiç nasip olmadı. Hatta arkadaşlarım bu konu gündeme geldiğinde bana takılırlar, neredeyse dünyayı dolaştın ama memleketine yedi yaşından buna hiç gitmemişsin derler. Demek ki o yaşımdan bu yana oranın ne suyu ne de ekmeği beni çağırmamış.) Artık İstanbul günleri başlamıştı. Amcamlar dahil bütün ailemi ama en çok da ablamı saran büyük bir heyecanı içinde barındıran bir gün vardı önümüzde. Evet, ablam üniversite sınavına girecekti ve o güne çok az vakit kalmıştı. Önceden bahsetmiştim ama yeri gelmişken yine hatırlatayım. Ortanca amcam, hani bana kızan amcam, çocuğu olmadığından bize baba edasıyla davranır, hemen her şeyimizle ilgilenirdi. Özellikle derslerimizdeki başarımız konusunda çok hassastı. Bir öğretmenmişçesine derslerimizle alakadar olurdu. Bunun için ablamın üniversite sınavı, sonra yapacağı tercihler onun için çok mühimdi. Hatta amcam, ablamı hafta sonu gittiği üniversite sınavına hazırlık kurslarına bizzat kendi getirip götürürdü. Amcam şoför koltuğunda ablamda hemen yanında, ön koltukta, amca yeğen kursa gidip gelirlerdi. Amcamın bizimle, derslerimizde ilgilenmesi güzeldi güzel olmasına ama ben bana bu kadar karışılmasına karşıydım. Ben ne zaman, nasıl ders çalışacağımı zaten biliyordum. Ne oyunlarıma ne de derslerime bu denli karışmak niye? Baskıya hiç gelemiyordum! Konu dersler olunca neden bu kadar sert konuşuyordu benimle. Tamam, gerçekten bizim iyiliğimizi istiyordu ve genelde de sert konuşurdu zaten ama konu dersler olduğunda daha da…
Büyük gün kapıyı çaldı… Ablama sınav günü annemle beraber eşlik ettik. Şans dileyerek, onu sınava gireceği okulun bahçesine bıraktık. Ablamın sınavdayken bizde okulun karşısındaki pastanede oturduk ve onu beklemeye koyulduk. O okulda sınava giren ablamın lise arkadaşının annesi de oradaydı, oda bize katıldı heyecanlı bekleme saatlerimizi hep birlikte geçirdik. Tatlı ve güler yüzlü teyze benim için sıcacık poğaçalar ve hiç unutamadığım ezmeli ayçöreğinden aldı. Hem annemle sohbet ediyor hem de ben sıkılmamayım diye benimle ilgileniyor, benim keyifli zaman geçirmemi sağlıyordu. Evet, karar vermiştim, bu teyze sadece tatlı ve güler yüzlü değildi aynı zamanda da sevgi doluydu! İşte bu benim için en mühimiydi. Sevgi! Bekleme saatleri bitti, sınav bitti, eve giden yol bitti… Evimize döndük, ablamın sınavı güzel geçmişti, sonuçların açıklanmasına uzunca bir zaman vardı ve ardından üniversite tercihleri yapılacaktı. Bende büyümek ve sınava girmek istiyordum… Sınavın bitişinin hepimiz rahatlamıştık ve sıra tatile gitmeye gelmişti. Ne güzel tatildi! Tatilimizi anlatacağım ama önce sınav sonuçlarının açıklandığı zamanı hemencecik anlatmak istiyorum. Amcam, ablamın sınav sonucunun iyi olduğunu öğrenince hemen tıp fakültesini yazmasını söylemişti, ablamın doktor olmasını istiyordu. Ailemizin tamamında ablamın okul tercihi konuşulurken o kendi istediği tercihleri yaptı ve tamda istediği okulu kazandı. Şimdi gelelim tatile!
Amcamların da dahil olduğu tatilimizde Büyükada’ da denize sıfır büyük bir ev tutmuştuk. Babam için adalar her zaman özeldi, adaları bir başka severdi. Bu evi tutmamızdan önce de yazları neredeyse her pazar adaya giderdik. Denizi bu kadar çok sevmem bebekliğimden beri denize olan aşinalığımdan ileri geliyor. Üç dört yaşlarındayken kendi başıma denize girmeye başlamıştım, sonradan da hiç korkmadan yüzmeye başladım. Bütün yazı, okullar açılana kadar, adada geçirdik. Çok uzun zamandır bildiğim, tanıdığım bir yer olduğu için adada hiç yabancılık yaşamadım, böylesine uzun süre kaldığımız içinde yeni arkadaşlıklar edinmek için fırsatım olmuştu. Kaldığımız eve yakın küçük bir iskele vardı. Kardeşimle iskeleye gidip balık tutmak muhteşem bir keyifti. Saatlerce oltaya balığın gelmesini beklemek, hele bir de oltaya balık takıldıysa değmeyin keyfimize… Saatlerimiz, günlerimiz, haftalarımız hep denizde geçti. Evimizin hemen önünde kumsal vardı, dışarıdan kimse gelemediği için sadece bize aitti. Ne büyük özgürlüktü bu yaşanan. Deniz bizim, kumsal bizim, muhteşem oyunlar bizim. Anlatmıştım size biz misafir sever ve bolca misafir ağırlayan bir aileydik. Tabii ki adaya da bir sürü misafirimiz geldi. Bunun içindir ki annem mutfaktan hiç çıkamıyor ve yazlık evin, denizin, kumsalın tadını bizim gibi çıkartamıyordu. Ablam genellikle anneme hummalı mutfak işlerinden yardım ediyordu. Ağabeyimse babamla işe gidiyordu. Neredeyse unutuyorum anlatmayı. Evet, biz amcamlarla birlikte tutmuştuk adadaki yazlık evi ama babam, ağabeyim ve amcalarım gündüzleri bizimle değillerdi. Sadece akşamları ve pazar günleri. Evde sürekli kalanlarsa; ben, kardeşim, ablam, annem, yengemler ve kuzenlerim. Her akşam vapur iskelesine giderdik. Babamı, ağabeyimi, amcaları beklerdik o iskelede. Bu karşılamanın ayrı bir zevki vardı. Önce uzaklardan vapurun kuvvetli sesini duyulurdu. ‘Hey ahali ben geliyorum, size sevdiklerinizi getiriyorum’ dercesine… Sonra yavaş yavaş yaklaşırdı iskeleye, inerdi yolcuları bir bir… Bu bekleyiş, ardından karşılama bana uzak diyarlardan gelen yolcuları karşılıyormuşum hissi verirdi.
Bir sabah uyandım ki; gözümde kocaman bir şişlik ve şiddetli bir ağrı. Annem beni hemen doktora götürdü. Doktorlardan hiç korkmadım, birçok çocuk korkar ve bunun nedeni çocukları uslu olmaları için uyarırken doktor iğnesiyle korkutmaktır, sakince annemle birlikte doktora gittik. Doktorun dediğine göre, gözüm mikrop kapmıştı ve bir hafta boyunca yaptırmak zorunda olduğum iğne vermişti. İlk iğnemi doktor hemencecik yaptı, gık bile demedim. Doktor öyle bir şey dedi ki; işte asıl canımı acıtan o söylediği olmuştu, iğne değil. Gözüm iyileşene kadar denize giremeyecektim! Poliklinik on dakikalık yürüme mesafesindeydi evimize. Diğer iğneleri yaptırmaya yalnız başıma gidebileceğimi söyledim anneme. Annem bu teklifimi kabul etti. Ne de olsa kocaman bir kızdım ben! Akşam babam gözümün haline çok üzüldü ve gözümü denizden sakınmamın yanında sokaktaki tozdan da sakınmam gerektiğini söyledi. Hem deniz hem de sokaktaki oyunlarım yasaktı artık bana. İşte yine bir kısıtlama, kontrol altına alınma durumu, hiç hoşlanmadığım şeylerdi bunlar. Adeta kapana sıkışmış gibiydim. Bu kararlar benim değildi, benim yerine doktor ve babam kararlar alıyordu, bana da bunları uygulamaktan başka çare kalmıyordu. (Zaman içinde geriye dönüp baktığımda amcamın bana karışması, yönlendirmesiyle bende başlayan içsel tepkilerin yaşadığım birçok farklı örnekte de etkisini gördüm. Kişiler fikirlerini söylesinler ama beni yönetmeye kalkmasınlar. Hal böyle olunca ya o kişiden uzaklaşıyorum ya da karşıt tepki veriyordum. Amcam mutlaka benim iyiliğimi düşünüyordu, buna karşı söyleyebileceğim hiçbir sözüm yok ama düşüncelerini söylerken kelimelerinin arasına sevgi sözcükleri yerleştiremez miydi? Özgürlüğüme yapılan müdahaleler beni hep rahatsız etmiştir. Bilinçaltımda nelerin var olduğunu işte böyle, zaman içinde kavradım, yüzleştim, şifalandırdım.)
İlk iğneden sonraki diğer günler tek başıma gittim polikliniğe, iğnemi oldum, eve dönerken annemin verdiği ekmek siparişini fırından aldım. Her ne kadar çoğu gün ekmeği ben alsam da altı gün boyunca fırından ekmeği almak görevim olmuştu, ekmek her zaman çıkmıyordu, belirli saatleri vardı, fırın kuyruğunda beklemek de eğlenceli sayılırdı. Sıcacık ekmek poşete girdiğinde adeta poşeti eritiyordu. Bir gün yine sıcak ekmek poşete girdi ve bu sefer gerçekten poşet eridi ve koptu, annemim diktiği koyu pembe eteğimi hafifçe yukarı kaldırdım ekmekleri yerleştirdim, eteğim yeni poşetim olmuştu, görevimi başarıyla tamamladım ekmekleri eve götürdüm. Gözüm iyileşene kadar günlerim ya deniz kenarından ya da balkondan ailemin denize girmesini seyrederek geçti. Bir gün balkonda tek başıma oturuyor bir taraftan gözümün iyileşeceğini sürekli kendime söylüyordum, tıpkı okulda düştüğüm ve elimin acıdığı zamanki gibi. Kardeşim benim kendi kendime konuştuğumu görünce koşarak gidip anneme durumu haber vermiş. Sanki çok yanlış ya da değişik bir şey yapıyordum! Ne vardı bu kadar veryansın edecek? Kardeşimin ardından annem yanıma gelmiş ve ne olduğunu sormuştu. Bende durumu olduğu gibi anlatmış ve gözüm iyileşecek diye de eklemiştim. Bir hafta sonra tamamen iyileşmiştim ve denize girebilme iznim çıkmıştı. Mutluluk bu olsa gerek!”
Çocuğun bugünkü anısında onun cesaretine şahitlik ettik. Aslında onun bu cesareti, istediği sonuca ulaşabilmek adına nasıl güçlü bir tavır sergilenebileceğini gösteriyor bize. Korkuya kapılmadan dimdik ayakta durabilmek ve sonuca layığıyla ulaşabilmektir esas gaye.