Yeni bir bilgelik hikâyesiyle tekrar birlikteyiz. Bugün paylaştığım hikâye ise öfke ve öfke sonucu kalpte oluşan olumsuz izler olacaktır. Hikâyeye geçmeden önceden öfkeyle ilgili hissettiklerimi sizlerle paylaşacağım. Hepimizin bildiği gibi öfke, hiç güzel olmayan bir duygu olup her zaman öfkelenen kişiye zarar vermektedir. Çünkü öfke öyle bir enerji ki orada hiçbir zaman sevgi yer almaz. Ayrıca öfke esnasında ağızdan çıkan sözler, karşı tarafın kalbine ok gibi saplanır. Öfke, insanın içini karartan olumsuz bir duygudur. Öfkeyle ilgili sonraki günlerde paylaşımlarım olacağını belirterek aşağıdaki hikâyeyi sizlerle paylaşmak istiyorum. Hikâye yoruma gerek kalmaksızın her şeyi en güzel şekliyle anlatıyor ve eminim ki bu hikâyeyi okuyan herkes payına düşeni alacaktır.
ÖFKEYE YENİLMEMEK
Bir zamanlar çok çabuk öfkelenen ve bu yüzden hiç arkadaş edinemeyen küçük bir çocuk varmış.
Babası ona bir kese dolusu çivi vermiş ve her öfkelendiğinde, bahçe kapısına bir çivi çakması gerektiğini söylemiş. Çocuk daha ilk gün kapıya 37 çivi çakmış.
İlerleyen haftalarda, çocuk öfkesini kontrol etmeyi öğrendikçe kapıya çaktığı çivilerin sayısı da her geçen gün azalmış. Gün gelmiş ve öfkesini kontrol etmenin kapıya çivi çakmaktan daha kolay olduğu keşfetmiş. Ve bir gün çocuk, öfkesine hiç yenilmemeyi öğrenmiş. Koşup babasına durumu anlatmış ve babası bu kez ona, öfkesine her hâkim olduğunda kapıdan bir çiviyi söküp çıkarmasını istemiş. Günler geçmiş ve çocuk gelip babasına tüm çivilerin söküldüğünü anlatmış. Babası onu elinden tutup bahçe kapısının yanına getirmiş ve şöyle demiş:
“Aferin oğlum, çok şey başardın; ama bir bak, kapının üstü delik deşik oldu. Bu kapı asla eskisi gibi olmayacak. Öfkeyle söylediğin sözler, tıpkı bunlar gibi izler bırakır. İnsana bıçak saplayıp sonra çekip çıkarabilirsin ama üst üste ne kadar özür dilersen de yara hala oradadır. Dil yarası da fiziksel bir yara kadar kötüdür. Aslında arkadaşlar nadir bulunan mücevherlerdir. Seni gülümsetir ve başarılı olman için seni teşvik ederler. Sana kulak verirler ve her zaman kalplerini sana açık tutmak isterler.”
Shakespeare, Hamlet’te Polorious Paris’e gitmeye hazırlanan oğluna şu nasihatte bulunur: “Ve en önemlisi kendine karşı dürüst olmandır. O zaman, gündüzün geceyi izlediği gibi. Kesinlikle hiç kimseye riyakâr davranamazsın.”
Dürüstlük kavramı çok geniş bir kavram tabii ki, bu kavramı birkaç sayfayla ele almak yeterli olmayabilir. Ama ben elimden geldiğince bu kavramı örneklerle destekleyip özetlemeye çalışacağım. Ve bugün sizlerle paylaşacağım yazım, dürüst olmayıp dürüstlüğü başkalarından bekleyen insanlarla ilgili olacaktır.
Kendisine bakmadan karşısındakinin dürüstlüğünü sorgulayan insanlarla sıklıkla karşılaşırız. Kendi hakkı yenildiğinde ortalığı ayağa kaldıran ama kendi başkasının hakkını yediğinin farkında olmayıp ya da farkında olarak işine geldiği gibi davranan insanlar var. İşte burada karşındakinden dürüstlük beklerken kendine dönüp bakmayanlar var. Karşındakini kandırdığını sanan fakat aslında kendini kandıranlar var. Yalan söylememek, kimseyi aldatmamak, kendi çıkarı için başkasını kandırmamak çok önemlidir.
İnsan hata yapar tabii ki de, hatalarla olgunlaşır insan; fakat bu hataları dürüstçe kabul edip karşı tarafa suç atmamalıdır. Dürüst bir şekilde özeleştiri yapmalıdır. Derler ya “Sözünün arkasında dur,” diye işte; tam da bu sözler dürüstlükten gelir. İnsan kendine ne kadar dürüst olursa o kadar mutlu olur ve etrafına da güven verir.
Dürüstlükte “karakter” kavramı önemli bir yere sahiptir. Herkese sorulduğunda herkes kendini dürüst olarak tanımlar. Kimse “Yoğurdum ekşidir,” demez, daha önceki yazımda da bundan bahsetmiştim. Hayat devam ederken sınavlarımız imtihanlarımız da olur. Bu sınavlardan en önemlisi insanın kendisine karşı dürüst olup olmaması ile ilgilidir. Dürüst olmak bir sınavdır. Bazı şeyleri yaşarız; kimlere dürüst davrandığımız veya davranmadığımızı davranışlarımızın sonucu belirler.
Günümüzde “dürüst olmadığını” söyleyebilecek kaç cesaretli insan var? Tabii ki insan zorluklar yaşayabilir fakat kendi zor şartlarını dile getirirken de bunu samimi ve içtenlikle karşı tarafa dürüstçe aktarmalıdır. Yalan söyleyerek aktarmamalıdır. Çünkü yalanı yalanla kapatmak zorunda kalan insan, bir kısır döngünün içinde kendini bulur.
Dürüst olmak kendi hatalarını ve yanlışlarını kabul etmektir. Başkalarını suçlamak değil başkalarına sorumluğu atmak hiç değildir. Eğer yanlış bir şey varsa hata yapıldıysa bu durum dürüstçe ifade edilmelidir.
Dürüst olan insan, zaten hiçbir şekilde oynamaz ve çizgisini belli eder. Menfaatine göre ve çıkarına göre karşı tarafa rol yapmaz. Net olur. Samimi ve içten olur. Şartlar ne olursa olsun dürüstlüğünden asla vazgeçmez.
Dürüstlük bir erdemdir. Dürüst olmayan insan karşındakini kandırdığını sanabilir ama aslında kendini kandırıyordur. Dürüstlük insanın en berrak halidir. Su katılmamış doğruluktur.
Size yaşadığım bir olayı aktarmak istiyorum: Devamlı gittiğim bir pastane vardı. Orada yiyecek bir şeyler alırken bana dükkân sahibi, “Bunu vermeyeceğim sana, biraz bekle yenisi çıkacak!” dedi. Ben de, “Peki,” dedim. Biraz durduktan sonra şunları sordum:
“Peki, bu ürünleri ne yapacaksın?”
“Satacağım” dedi.
“Kimlere satacaksın ki?”
“Müşterilere.”
Ben o sırada yaptığının çok yanlış olduğunu anladım. Eğer bana taze olmadığını ve yenisi çıkacak diyorsa bunları niye başka insanlara satıyordu ki. İşte dürüstlük hiçbir insanı ayırt etmeden eşit yapılan bir davranışlar silsilesidir. Pastane sahibine, “O zaman gelen müşterinin yerine kendini koy ve bu davranış sana yapılmış olsa nasıl değerlendirirdin? Diğer insanları dürüst olmamakla suçlarsın, peki şu anda yaptığı davranışla sen dürüst müsün? Kazandığın paranın bereketini göremesin; çünkü dürüst davranmıyorsun,” dedim. Ya da gelen müşteriye bu ürünlerin bu saatte çıktı diyeceksiniz ona göre müşteri alır ya da almaz.
Alışveriş yaparken esnaflarla sohbet ederim, işlerinin nasıl olduğunu bir esnafa sormuştum; esnaf: “Dürüst olduktan sonra her zaman bir ekmek vardır, diye karşılık verdi. Gerçekten de öyle, hangi işi yaparsanız yapın, insan yaptığı bir işi dürüstlükle yapıyorsa mutlaka kazanır. Çünkü dürüstlüğün altında sevgi vardır.
Bütün ilişkiler de öyle değil mi? Dürüst olmayıp da kendi menfaati için ilişkilerini sürdüren insanlar yok mu? Günün birinde gerçekler ortaya çıkmıyor mu? O an sadece kendini kandırmıyor mu?
Sosyal medya hesabında bilerek arkadaşını takipten çıkarıyor, sonra “Yok yanlışlıkla oldu,” diyor. “Çıkardım,” diyemiyor ve aslında arkadaşını kandırdığını sanıyor… Hâlbuki kendini kandırıyordur. Burada kendi ile yüzleşip cesaretle, “Evet, çıkardım,” demek yerine “Yanlışlıkla,” oldu diyor. Veya birisini ararsınız o sırada bende seni arayacaktım der, “Hâlbuki aramayacaktır,” sadece karşı tarafa söylemek için bunu söylemiş oluyor. Kendine zarar verdiğinin farkında değildir, dürüst davranışta bulunmayanlar…
Ya da sizin emeğinizi vermemek için kendini acındırmak, yaptığınız emeği hiçe sayar veya size kendini farklı göstererek bir maske takarak sevgi dolu sözcükler ve davranışlar sergiler…
İnsan kendine karşı dürüst olursa başkasına karşı da dürüst olmuş oluyor. Avusturyalı psikolog ve filozof Paul Watzlawick bir sözü vardır ve bu sözü çok hoşuma gider: “En önemlisi kendine karşı dürüst olmaktır.”
Tabi ki insanın kendine karşı dürüst olması öyle kolay bir şey değildir. Çoğu insan ise kendisini dürüst sanır…
Verilen bir sözü tutmanın bile, bir dürüstlük olduğu asla unutulmamalıdır.
Dürüst olan insanlar, kusurlarını gizlemez ve kusurlarını bilir ve kabul ederler.
Dürüstlükte sevgi olur, merhamet olur, vicdan olur, hak yememe olur, ne olursa olsun doğruları söylemek olur, yalın samimi ve içten olur…
Eğer birilerinin hataları varsa yüzüne sevgi ile söylenir ve arkasından konuşulmaz.
Dürüstlükte; güven vardır, netlik vardır, hırs yoktur, verilen sözlerin yerine getirilmesi vardır.
Dürüstlük yalnız zihninizden geçenleri konuşmak değildir. Dürüstlük içinizde olan biten her şey için çok açık olmak demektir.
Dürüstlüğün olduğu yerde duygular temiz olur.
Dürüstlük konusunda çok fazla örneklerim var; ancak yazımı uzatıp sevgili okuyucularımı sıkmak istemiyorum. Sonraki yazılarımda tekrar bu konuya değineceğim.
Aralık ayına gelmiş bulunmaktayız. Bu ay ki çakramız olan, “üçüncü göz çakrasına” ait bütün bilgileri sizlerle paylaşıyorum. Üçüncü göz çakrası; sezgilerin, gönül gözü ve altıncı his çakrası olarak da bilinmekte ve yaşam boyu bize eşlik etmektedir. Bazı insanlar, genetik olarak daha güçlü doğarlar. Sezgileri ve psişik güçleri daha kuvvetlidir. Bu durum, çakrayla ilgilidir. Üçüncü göz çakramızın açık olması, çevremizde olan olayların enerji boyutunu algılamamızı ve anlamlandırmamızı sağlar. Bu çakra yaşadıklarımızı ve yaşama sebebini anlamamızı ve farkındalığımızı sağlar.
Sizler için araştırıp bulduğum ve okuduğum bazı kitaplardan edindiğim bilgiler aşağıda ki gibidir. Şifa olsun!
Üçüncü Göz Çakrası Nerede Bulunuyor?
Yukarıda da belirttiğimiz üzere enerji çarkları bedenin tam ortasında yer almaktadır. Bu anlamda ilk başta taç çakra arkasından da üçüncü “üçüncü göz” gelmektedir. Öyle ki taç çakra başın üzerinde mevcut durumda. Üçüncü göz yani Üçüncü Göz çakrası da iki kaşım ortasında bulunuyor. Tam olarak iki kaşın ortasından 2 parmak kadar yukarıda yer almaktadır.
Üçüncü Göz Çakrasının Sağlıklı İlişkisi Nedir?
Üçüncü göz çakralarının sağlığa etki eden pek çok hususu bulunmaktadır. Temelde sezgilerin güçlenmesine etki ettiği açık durumda. Bu anlamda bir diğer adı ‘sezgi’ olarak da ifade edilir. Özellikle de gündelik hayatta sezgileri güçlü olan kişilerin bu çakrası, güçlü bir enerjiye sahiptir. Devamında ise:
Ön farkındalık açısından önemli çakralar arasındadır.
Düşünce sağlığı açısından da üçüncü göz çakralarının dönmesi gerekmekte.
Beynin 2 ayrı lobuna da etki ettiği için düşünce sağlığına katkısı büyüktür. Şöyle ki dengeli olan çakralar, beynin daha berrak bir şekilde çalışmasına katkı sağlar. Dengeli olan beyin, düşünce sağlığı açısından iyi duruma gelir. Tam tersi olarak çakranın az çalışması da hayal gücünün noksan olmasına neden olur. Hatta çok çalışması dahi maddi açıdan sağlıksız düşünceleri beraberinde getirir. Bundan kaynaklı olarak dengeli olan çakraların sonuç verdiği açık durumda.
Fiziki Olarak Üçüncü Üçüncü Göz Tanımı
Çakraların fiziki açıdan da değerlendirilmesi söz konusudur. Gerek hormonlar gerekse bezler üzerinden test edilmektedir. Mesela üçüncü Üçüncü Göz olarak ifade edilen çakra, alın bölgesinde yer almaktadır. Konumundan kaynaklı olarak hormonal açısından birkaç bezden desteklenir. Bunlar:
Bezler; başta alnın ortasında bulunduğu için bezleri belirtmek gerekir. Şöyle ki desteğini önce epifiz arkasından da hipofiz bezlerinden almaktadır. Salgılanan bu bezler dahilinde çakraların doğru bir şekilde çalışması mümkün olmaktadır.
Horman; bezlerden ziyade hormonlardan da destek almaktadır. Örneğin elifiz bezlerinden melatonin hormonu salgılanır ve çakraları etkiler. Devamında ise hipofiz bezinden gelen serotonin hormonu gelmektedir. Ruhu doyuran bu hormonların dengeli bir şekilde salgılanması, kişinin açık çakralara ve yüksek enerjiye sahip olmasını destekler.
Üçüncü Üçüncü Göz Çakrasının Algıya Etkisi Nedir?
Algısal etkileri saymakla bitmiyor. Öyle ki gerek çakraya destek veren bezler gerekse hormonlar bunu üçüncü gözler önüne sermektedir. Mesela serotonin hormonu, mutluluk enerjisini yükseltmektedir. Bu anlamda merak edenler algısal niteliklerini de değerlendirmeye alabilir. Örneğin üçüncü Üçüncü Göz aktiviteleri neticesinde ruhsal edinimler elde etmek mümkün.
Ruhsal edinimler beraberinde dünyaya bakış açınızı değiştirebilir. Bu durum insanlarla olan ilişkinize dahi etki eder. Bilinç seviyesinin dahi zamanla artış göstermesi söz konusudur. Son olarak olaylara farklı açılardan bakma ve kabullenme dürtüsüne sahip olunur. Aynı zamanda içsel olarak huzurlu olan kişilerin de üçüncü göz çakraları düzeyli durumdadır.
Üçüncü Göz Çakrası Yüksek Olanlar
Çakra aktiviteleri hızlı ve düzenli olan kişilerin, farklı bakış açılarına sahip oldukları görülüyor. Maddesel yaşamda sergilenen tüm tutumları dikkat çekmektedir. Mesela başta maddeden ziyade maneviyata sahip oldukları görülüyor. Bundan kaynaklı olarak iç huzuru yakalamış kişiler olarak karşımıza çıkarlar. Beraberinde ise:
Alma-verme; Üçüncü göz çakraları düzenli olan kişilerin almaktan çok vermeye yatkın oldukları görülüyor. Yani doyum kazanmak için almayı tercih etmezler. Aksine vererek kendilerini daha huzurlu ve mutlu hissederler. Bunun yanı sıra yardım sever oldukları açık durumda. Temelde başkalarını mutlu etmeye eğilimli olmaları da ayrıcalıklı özellikleridir.
Objektif; Üçüncü Göz çakrası etkili bir şekilde çalışan kişilerin diğer çakraları da uyum içindedir. Şöyle ki bu çakrayı destekleyen bir diğer çakra da kalp çakrasıdır. Her iki çakranın düzenli ve etkili bir şekilde aktivite göstermesi, kişinin objektif olmasını destekler. Yani yaşanılan olaylara karşı objektif bakış açısına sahip oldukları Üçüncü gözlemlenir.
Üçüncü Üçüncü Göz Çakrası Düşük Olanlar
Çakraları düzenli olmayan kişilerin başta bencil tutumlar sergilediği Üçüncü Gözlemlenir. Yani Üçüncü Göz çakrası düşük olanların ‘ben’ merkezli olacak şekilde olayları değerlendirdiği görülüyor. Bunun yanı sıra daha hırslı bir yaşama sahip oldukları açık durumda. Öyle ki maddeden mutlu oldukları için hırslı bir yapıya bürünmeleri söz konusudur. Beraberinde:
Vermekten ziyade almak, mutlu olmalarına etki eder.
Çakraların çok düşük seviyede olması davranış bozukluklarına dahi neden olmaktadır.
Depresyon ve anksiyete gibi sorunların baş göstermesi söz konusudur.
Üçüncü Göz çakra aktivitesinin düşük olması pek çok sorunu beraberinde getirir. Temelde psikolojik ile fiziki açıdan sağlık problemlerine maruz kalmanıza neden olacaktır. Mesela şiddetli baş ağrıları bunlar arasında gösterilir.
Üçüncü Göz Çakra Etkinliklerinin Artması Neye Neden Olur?
Üçüncü göz çakrası temelde sezgi olarak ifade edildiği için düşünce yetisinde büyük rol oynamaktadır. Bu anlamda çakranın yüksek aktivite göstermesi de bu alanda gelişmenizi destekler. Mesela Üçüncü Göz çakralarının hızlı olması halinde telepati yanınız da artış gösterir. Madde ötesi olan varlıkla ile de telepatik olacak şekilde iletişime geçmeniz mümkün olacaktır. Beraberinde:
Durugörü; Daha çok fal bakanların bu özelliği ön plana çıkmaktadır. Şöyle ki hiç tanımadığınız kişiler hakkında da fikir sahibi olabilirsiniz. Sezgileri güçlü olan kişiler, pek çok konuda fikir sahibidir. Çakra aktivitesi yüksek olanların durugörülü yani sezgisi güçlü kişiler olduğu görülüyor.
Organlar; Temel duyu organları tarafından koku ya da ses etkileşimleri tespit edilir. Farklı olarak Üçüncü Göz çakrası yüksek olanların algısız olan korkular dahi fark etmeleri mümkün. Aynı durum ısılardan tatlara kadar çeşitlilik gösterir. Yani alınamayan kokudan tada kadar tüm bu etkileşimlerin fark edilmesine olanak sağlar.
Üçüncü Göz Çakrasına İyi Gelen Yağlar Hangileri?
Çakraları daha etkin hale getirmek için bir takım yağlar kullanılıyor. Bu yağlar eşliğinde masaj uygulamak çakraların aktif hale gelmesini desteklemektedir. Sonuç olarak her çakra için ayrı yağlara ve uygulamalara yer verilir. Örneğin Üçüncü Göz çakrası için kullanılması gereken yağlar ve uygulamaları şu şekildedir;
Bitkisel Yağlar; Organik olmasına özen göstererek yağ tercih edilmesinde fayda var. Katkısız olan yağlardan daha etkin sonuç alınabilir. Mesela Üçüncü Göz çakrasına iyi gelen yağlar arasında hindistan cevizi başı çekmektedir. Vanilya ile yasemin yağları da mevcut durumda.
Uygulama; Yukarıda belirttiğimiz yağları çakra üzerinden uygulamak gerekir. Şöyle ki yağdan bir miktar kadar olarak kafa bölgesine masaj yapabilirsiniz. Üçüncü Göz çakrası alnın ortasında bulunuyor. Yani alın bölgesine hafif masaj yapmanız yeterli olacaktır.
Üçüncü Göz Çakrasının En Üst Seviyesi
Üçüncü Göz çakraları çok etkin olan kişilerin sezgileri de etkin durumda. Özellikle de insanların içlerini okuma gibi sezgisel birtakım güçlere sahip oldukları görülür. İç yüzlerin tanınması ve hissedilmesi söz konusudur. Ruhsal açıdan daha duyarlı hale gelme durumudur. Bu durum zamanla psikolojik olarak sorun yaşamanıza neden olabilir. Öyle ki bilinçsiz bir şekilde Üçüncü Göz çakralarının üst sınıra ulaşması, psikolojik olarak yorulmanıza etki edecektir.
İnsanlara yönelik daha sezgisel davranma ve hissetme durumu artış gösterir. Özellikle de gündelik hayattaki ilişkilerinizde sorun yaşayabilirsiniz. Yakın arkadaşlıklar kurma, aile ya da ikili ilişkilerde sorun yaratabilir. Bu nedenle gerek masajlar gerekse egzersizler ile çakralarını aktif hale getirmek isteyenlerin dikkatli olmaları gerekir. Özellikle de belirli bir düzeye ulaşanların devamında çakralar için bir şey yapmaması gerekir.
Üçüncü Göz Çakrasının Negatif Yanları Nelerdir?
Yukarıda da belirttiğimiz üzere bu çakranın sınırsız bir etkileşime sahip olması ciddi sorunları beraberinde getirir. Aynı zamanda doğuştan çakraları açık olan kişilerin de gündelik hayatta sıkıntılar yaşadıkları açık durumda. Örneğin:
Ben Merkezcilik; Önceden de söylediğimiz gibi sadece ‘ben’ merkezli olunması söz konusudur. İsteme eğilimi artar ve kendiniz adına kararlar vermeye başlarsınız. Bu aşamada kişilerin hırslı oldukları ve diğer insanlara yönelik daha yıkıcı kararlar aldıkları görülür. Bencil olunması ve hırslı yapı negatif yönlerin başında yer almaktadır.
Ruhsal Derinlik; Ruhsal dengenin bir süre sonra bozulması ve sağlık sorunlarının ortaya çıkması söz konusudur. Özellikle de Üçüncü Göz çakrası aktif olan kişilerin daha derin düşünmesi ve psikolojik olarak sorun yaşaması dikkat çekiyor. Derin ruhsal darbeler neticesinde de kişinin psikolojik hastalıklara yakalanması an meselesidir.
Üçüncü Göz Çakrası Rengi Nedir?
Her çakranın kendine has olarak belli başlı nitelikleri bulunuyor. Örneğin yukarıda sıraladığımız gibi farklı yağlar ve egzersizler mevcut durumda. Bunların arkasından da renkleri gelmektedir. Yine üçüncü Üçüncü Göz için ayrı bir renk ifade edilir. Bu anlamda Üçüncü Göz çakrasının rengi çivit mavisi şeklindedir. Daha koyu ve mora yakın olan bu renk, çakraların aktif duruma gelmesini desteklemektedir.
Üçüncü Göz Çakrasının Temel Özellikleri
Temelde sadece çivit mavisi rengine sahip değil. Bunun yanı sıra pek çok özelliği mevcut durumda. Mesela yeteceği nedir merak edenlere sezgi gücü sergilenir. Özellikle de duyu dışı görme etkinliğinin fazla olmasına neden olmaktadır. Bunların arkasından yeri yani alındaki bölgesi tespit edilebilir. Önceden de belirttiğimiz gibi alnın 2 parmak kadar üzerine konumlanmıştır. Beraberinde gelen özellikleri:
Şuur ifadesi olarak etkin duygular mevcut durumda.
Algılama ise daha çok sembolik ya da resimler üzerinden sağlanmaktadır.
Herhangi bir elementi bulunmayan çakralar arasındadır.
Hipofiz bezinin salgılamış olduğu hormonlardan desteklenir.
Tüm bu özellikleri neticesinde ne denli sezgisel bir çakra olduğu açık durumda.
Nitekim sezgileri güçlü olan kişilerin de üçüncü Üçüncü Gözü açık deriz.
Üçüncü Göz Çakrasının Şifalı Taşları Hangileri?
Yağlardan ziyade bazı şifalı taşlar da çakraların aktif hale gelmesini destekler. Bu taşları evlerde ya da iş yerlerinde temin etmek fayda sağlayacaktır. Örnek verecek olursak ametist taşı bunlardan sadece bir tanesidir. Hemen arkasından safir geliyor. Son olarak lapis taşının da çakralara etkisi büyüktür. Bu anlamda doğru masaj yöntemleri ile taşlar kullanılabilir ve çakraların aktif hale gelmesi sağlanabilir.
Üçüncü Göz Çakrası Aktif Olan Kişilerin Bakış Açıları
Çakraların etkin çalışan kişilerin bakış açıları da farklılık göstermektedir. Mesela önceden de belirttiğimiz üzere Üçüncü Göz çakrasının sezgisel gücü sembolize ettiği açık durumda. Bundan kaynaklı olarak sezgisel bir takım bakış açıları beraberinde gelmektedir. Bunlara örnek vermek gerekirse:
Astral seyahat
Telepati
Tayy-i mekân ve zaman
Daha çok ruhsal açıdan olayların değerlendirilmesi esas alınır. Yukarıda sıraladığımız bakış açıları ve durumlar da bunu Üçüncü Gözler önüne sermektedir. Farklı bir enerji sistemi dahilinde sezgiler güçlü hale gelir. Neticesinde de farklı bakış açıları üzerinden olaylar ve kişiler değerlendirilebilir. Özellikle de Üçüncü Göz çakrası çok etkin olan kişilerin ruhsal açıdan derin bir düşünce yapısına sahip oldukları görülüyor.
Üçüncü Göz Çakrasının Tıkanma Nedenleri
Bazı durumlardan kaynaklı olarak çakralarda tıkanma meydana gelir. Bu gibi durumlar enerji sisteminin düşük olmasına neden olmaktadır. Sonuç olarak merak edenler çakraların tıkanma nedenlerini değerlendirebilir ve açmak için harekete geçebilir. Temelde nedeni ise şöyledir;
Konumundan dolayı epifiz bezine bağlı olan çakra, bu bezin düzenli çalışmamasından etkilenir.
Bezin çalışmasına engel olan faktörlerin başında klorlu su gelmektedir.
Suyun akabinde diş macununda bulunan florit dahi sorun teşkil etmektedir.
Neticesinde hem klorlu su hem de floritten kaynaklı olarak zamanla bezlerin çalışması zayıflar. Bezin çalışmaması bu alanda bulunan Üçüncü Göz çakrasını etkiler. Sonuç olarak içilen su ile kullanılan dil macunlarının içeriğine Üçüncü Göz atarak tercihte bulunanlar bu tarz sorunlar yaşamayacaktır.
Anılar, anılar, anılar… Yılların, ayların, günlerin, saatlerin hatta anların ardına saklanmış bir sürü anı… Hepimizin hayatı tıpkı benimkiler gibi, iyisiyle kötüsüyle, acısıyla tatlısıyla, mutluluğuyla hüznüyle iç içe geçmiş birçok anıyla benzeşmiştir. Çoğu zaman unuturuz yaşanmışlıkları, ne kadar önemli olsa da kendimizde ayırtına varamadığımız çok mühim izler bıraksa da… Sonra gün gelir, bir şeyler olur, hatırlanır o unuttuğumuzu sandığımız anlar. Deriz ki: “Meğer benim böyle davranmama sebep geçmişte yaşadığım o anmış.” İşte o zaman fark edişler başlar, kendimizi yeniden ve sahiden keşfetmeye başlarız. Her bir anı aslında bizi biz yapan, bugünkü kişi olmamızı sağlayan birer yapı taşıdır. Anılar çok kıymetlidir, onları hatırlamak, keşfetmek ve beraberinde bizdeki dokunuşlarını anlayabilmek çok önemlidir.
Bu sefer sandığın başına bir çocuk geçti. Sandığın anahtarını çevirdi ve sandıktan dışarı çıkmaya çalışan bir anıyı alıp çıkardı.
Daha önce sizlere çok güzel bir yarı tatil anımı paylaşmıştım. Her öğrenci gibi bende yarı tatil sonrasında bir an önce okula başlamak istemiştim. Okuldaki arkadaşlarla birlikte olmak ve atletizm müsabakalarına hemen hazırlanmak istiyordum.
Yarıyıl tatili bitmiş ve kardeşimle beraber okula başlamıştık. Bu dönemde öğretmenimiz değişmişti. Yeni gelen öğretmenimize pek ısınamamıştım. Kendisini diğer öğretmenime göre çok farklı ve sert biriydi. Ses tonu öğretici değil, tehdit ediciydi.
Derslerimiz tabii ki daha geniş kapsamlı olduğu için öğretmenimiz haritada yönleri göstermek için pusulanın gerekli olduğunu anlatmıştı. Sınıfımızda olan bir erkek arkadaşımızın babası marangoz işi yapıyordu. Arkadaşımız hemen atlayarak “Babam yapar” dedi. Arkadaşımız, babasına pusulayı söylemiş fakat babası zamanımda pusulayı teslim etmemişti. Birkaç gün geçtikten sonra öğretmenimize ancak teslim edebilmişti. Öğretmenimiz, teslim süresinin uzadığı için arkadaşımıza dönerek “Neden pusula gelmedi? Babana söyle verdiği sözü tutsun,” diye kızmıştı. Fakat bunu çok sert bir dille söylemişti. Ben sınıfta dikkatle arkadaşım yüzüne baktım. Masum bir şekilde “Babamın işleri bu aralar biraz yoğun, ondan dolayı getirememiştir öğretmenim” dedi. Bunu söylerken arkadaşım çok mahcup bir şekilde söyledi. Zaten kendisi her zaman sessiz ve sakin bir çocuktu. Hiçbir zaman öyle kavgacı bir yapıya sahip değildi. Ben onun sessiz ve sakinliğini çok seviyordum. Tabii ki o sırada ben arkadaşımın durumuna çok üzülmüştüm. Birkaç gün sonra babası pusulayı getirmişti. Öğretmen pusulayı çok beğenmişti. Ve öğretmen pusulayı göstererek dersi anlatmaya başladı. Her şey yolunda giderken birkaç hafta sonra o bahsettiğim arkadaşım ortadan kaybolmuştu. Ailesi her yerde çocuklarını aramış ama onu bulamamışlardı. Polislere de haber verilmişti. Tabii ki ben o sırada çok üzülmüştüm. Annem bizi okulda almaya geldiğinde hemen sıcağı sıcağına ona olanları anlattım. Annem, arkadaşım annesiyle sürekli görüşüyordu. Tabii ki ilk başta arkadaşımız okula birkaç gün gelmeyince “Herhalde hasta” olarak düşündük sonra ailesi öğretmenimize çocuklarının kayıp haberini vermişti. Arkadaşımın evi bize beş dakika gibi bir uzaklıktaydı. Ve arama sonuçları başarısız olmuştu. Arkadaşımız tüm arama çabalarına rağmen bulunamamıştı. Arkadaşım bir apartmanda oturuyordu. Apartmanın kocaman bir bahçesi vardı. Arkadaşımın annesi de sürekli okula gelerek çocuğunu alır ve birlikte eve giderdik. Annemle yol boyu sohbet ederlerdi. Bazen annem arkadaşımın annesi gelmediği için onu alıp evine bırakırdı. Tabii ki herkesin merak ettiği arama çabası çok kötü sonuçlanmıştı. Arkadaşımız apartmanın bahçesinde yer alan kuyunun içinde ölü olarak bulunmuştu. Tabii ki çok üzülmüştüm. Çünkü kendisini bir arkadaş olarak çok severdim. Sessiz ve kibar oluşu ayrıca da öğretmenim ona kızması beni çok etkilemişti. Tabii ki bu haberi duyunca içimden öğretmenime çok kızmıştım. Babaannem, dedem ve sonrasında sevdiğim bir insanı kaybetmek benim için çok üzücü bir olaydı. Ve yavaş yavaş sevdiklerimi kaybetme korkusu bilinçaltıma yerleşmeye başladı. Bir süre boyunca anneme öğretmenimin ölen arkadaşıma yaptığı o sert konuşmayı anlatıp durdum. Annem, “Öğretmeniniz nereden bilsin ki arkadaşınızın öleceğini” diyordu. “O sizlere ders anlatmak için acele etmiş o kadar,” dedi. Tabii ki annemin öğretmenimizi savunması beni hiç tatmin etmemişti. Ve annem arkadaşım annesiyle yolda karşılaştığı zamanlar onunla konuşuyor ve beni annem yanlarından uzaklaştırıyordu. Annesi beni gördüğünde daha fazla üzülmesin diye ben onlardan biraz daha ileriye doğru gidiyordum.
Bu olay benim ruhumda bir travma olarak kalmıştı. Bunu ileriki yaşlarda kendime ne kadar zarar verdiğimi fark ettiğimde anladım. Kendimi ve bu olayı şifalandırıp çözmüş oldum. O anda ruhumu o kadar hafif hissettim ki bunu anlatamayacağımı düşünüyorum. Bu geçmiş travma bana o kadar üzüntü vermişti ki oradaki blokajı çözdüğümde bunu anladım.
Çocukken yaşanan her üzücü olay, ruhun bir parçası olarak bilinçaltımızda kalıyor. Bunu bazen fark ediyoruz bazen de hiç fark etmeden hayatımıza devam ediyoruz. Yetişkinlik dönemlerinde yaşadığımız bazı olumsuz durumların kökeninde çocukluk döneminde yaşadığımız travmalar vardır. Önemli olan bu travmaların nedenini bulmak ve ruhumuzu şifalandırarak özgürleştirmektir. Aynı şekilde korkular da böyle tabii ki. Ailelerin burada çok bilinçli olması ve çocukluk döneminde yaşanacak olan olumsuzlukların çocukları etkisi altına aldığını bilmesi gerekir.
Çoğu insan, çocukluk dönemindeki travmalarından kaçıyor. Çünkü yüzleşmek istemiyorlar. Zamanı gelince sizlere korkuların nasıl yerleştiğini ve bunları nasıl fark edip dönüştürebileceğimizi paylaşıyor olacağım.
Bu ay, yeni bir olumlama yazısıyla sizlerleyim. İnsanoğlu yaşadığı hayatta, her şeyin iyi olmasını ister. Bu da son derece doğal bir durumdur. Fakat hayatta her şeyin iyi olması için emek harcamamız gerekiyor. Yani emek olmadan hiçbir şey olmaz.
Bilinçaltımıza yerleşen “olumsuzluklar” ister istemez hayatımızı etkilemektedir. Olumsuz düşünceler, kendimize ve dış dünyamıza negatif enerji yaymaktadır. Bu olumsuz enerji de dönüp dolaşıp tekrar bize geri dönmektedir. Onun için olumsuz düşüncelere karşı olumlama gerçekten önemlidir. Tabii ki, bu olumlamaları düzenli bir şekilde yapıp bilinçaltımıza yerleştirmemiz gerekiyor. Bugün araştırmalarım sonucunda bulduğum çok güzel bir olumlama dizisi ile sizleri başa başa bırakıyorum. Şifa olsun!..
★★★★★
Ben hayatımı tüm güzellikleri ve iyilikleri ile yükseltiyorum.
Ben sevgiyim. Herkes beni seviyor ve değerimi biliyor.
Hayatımın her anında muhteşem hissediyor ve öyle yaşıyorum.
Ben çok zengin ve maddiyatı güçlü bir kişiyim.
Ben harika içgüdüleri olan bir insanım. Sezgilerime güveniyorum.
Ben mutlu ve huzurlu bir iç dünyaya sahibim. Sevgi enerjisini çekiyorum.
Ben hayatın her alanında başarılı olan bir insanım. Ben yetenekliyim.
Ben saygı duyulan ve sözü dinlenen biriyim.
Ben pozitif tüm alışkanlıkları kolaylıkla hayatıma dahil ediyorum.
Ben gülümsemeyi seven güzel bir insanım.
Ailem ve ben çok mutluyum. Ben ailemi seviyorum.
Hayatın güzellikleri beni buluyor.
İç huzuru keşfediyor ve her gün daha huzurlu oluyorum.
Gerçekliğimi kabul ediyor ve onu seviyorum.
Yaşamın her anı değerli ve ben bunu biliyorum.
Kolaylık ve hız benim hayatımda her zaman her yerde.
Başarı hayatımın gerçeği ve ben başarılı olmak için varım.
Sevgi ve mutluluk dolu bir insanım. Ben sevgi enerjisi ile gelişiyorum.
Sağlıklıyım ve her gün bedenim daha iyi oluyor.
Ben her şeyin en doğrusunu hayatıma dahil ediyorum.
Her şey en iyi şekilde yoluna giriyor ve en iyisi her zaman oluyor.
Ben en iyi hak ediyor ve onu alıyorum.
Güzel bir hayatım ve bana önem verenler var.
Her şey en güzel şekli ile hayatımda şekilleniyor.
Ben geçmişimi seviyor ve huzur içinde bağışlıyorum.
Her gün daha iyi güzel bir hayatı kendime armağan ediyorum.
Yaşamın anahtarı bende ve ben tüm kapıları açıyorum.
Huzurla dua ediyor ve dualarıma cevap alıyorum.
Ben kendimi biliyor ve kabul ediyorum.
Yaşamın her anını en iyi şekilde yaşıyorum.
Her yaşta güzel ve çekiciyim. Ben mutlu bir insanım.
Zihnimdeki negatifler pozitif olarak yer değiştiriyor.
Affediyor, bağışlıyor ve sevgi ile güçleniyorum.
Hatalarım tamamen başarı için basamağa dönüşüyor.
Ben parayı kendime çekiyorum. Aynı mıknatıs gibi.
Ruh eşimle yaşıyorum. Hayatımı sonsuza kadar ruh eşimle geçiriyorum.
Hayatımı harika bir şekilde tasarlıyor ve yönetiyorum.
Ben çok iyi kararlar alıyor ve hızlıca en doğru kararı veriyorum.
Ailem ve çocuklarım ile çok mutluyum.
Ben yüksek enerjili ve yeni şeylere açık bir insanım.
Maddi bolluk ve bereket içindeyim.
Ben yetenekli ve çok yaratıcı bir insanım.
Hayatım neşe içinde geçiyor.
Yeni öğreti ve bilgileri kolayca öğreniyorum.
Olumlu düşünüyor ve olumlu şekilde yaşıyorum.
Hayatıma güzellik ve doğruluğu çekiyorum.
Ben sevgi dolu ve huzurlu bir insanım.
Aklımda bilgeliği, ruhumda dinginliği ve yüreğimde sevgiyi yükseltiyorum.
Her şey tam olması gerektiği gibi güzel ve iyi oluyor.
İnsanlarla iç içe yaşıyoruz. Apartmanda, iş yerinde, sokakta, mahallede mutlaka iletişim hâlinde oluyoruz. İletişim hâlinde olmak, enerji ve frekansın kişiden kişiye geçmesini sağlıyor. Kısacık bir selamlaşma anında “merhaba” demeniz bile yaydığınız enerjiyi ve o enerjinin frekans düzeyini karşınızdaki insana geçiriyor. Bu nedenle ilişiklerdeki en temel taş, sevgi taşıdır. Sevgiyle yapılan her iş ve sevgiyle söylenen her söz hem sizin hem iletişimde olduğunuz insanların enerjilerini ve dolayısıyla davranışlarını olumlu yönde değiştirir.
Farklı ülkelerin yerel kültürlerine dair atasözlerini çok severim, her biri mutlaka birer ders niteliğinde bilgi ve bilgelik içerir. Bizim kültürümüzdeki atasözleri de böyledir. Şimdi sizinle bunlardan birini paylaşacağım: “Kimse yoğurdum ekşi demez.” Çoğumuz bu sözü biliriz.
Bu atasözünden yola çıkarak sormak isterim, siz hiç gördünüz mü alışveriş yaparken “Bu ürünüm kötü, satmıyorum, almayın,” diyeni? Semt pazarlarında pazarcı esnafın istisnasız hepsi bağırır, “Gel vatandaş, bunlar çok taze,” diye. Kimi zaman da “Organik bunlar,” derler. Restorana gidersiniz, sipariş vereceğiniz yemek için “Çok güzeldir, sipariş verin,” derler. Kimse malına kötü demiyor. O zaman da insan sormadan edemiyor, “Herkesin yoğurdu tatlı ise bu kadar olumsuzluğu kim yaşatıyor?”
İnsanın karakteri ve kişiliği söz konusu olduğunda da durum böyledir. Satıcının yoğurduna ekşi demediği gibi insanlarda kendi karakter ve kişilikleri için hiçbir zaman olumsuz konuşmazlar. Baktığınızda herkes kendisinin sevgi dolu ve ışıkta olduğunu, kalbinin ve ruhunun temiz olduğunu anlatıyor, pozitif, dürüst, merhametli, vicdanlı, paylaşıma açık olduğunu söylüyor. Peki, herkes böyle ise dünya niye ekşi tadı veriyor? Neden aç yatan insanlar, dışarıda uyuyan insanlar var? Niçin öfke ile konuşup kalp kıranlar, emeğe saygı göstermeyip iyi niyeti suiistimal edenler, insanları mevkisine, mesleğine göre sınıflandıranlar, bir ekmeği paylaşmaktan korkanlar, hep kendisi alıp karşı tarafa bir şey vermeyen bencil insanlar ya da menfaate göre ilişiklerini sürdürenler var?
Çünkü kimse kendi gerçeğini görüp kabullenmek istemiyor. Kimse kendini değiştirmek ve dönüştürmek için çabalamıyor. Kendi yanlışları ve olumsuz tutumları için başkalarını suçlayarak yaşama kolaycılığını seçiyor. Oysa bir kez “yoğurdum ekşi,” diyebilseler o yoğurt tatlıya dönmeye başlayacak. Peki, bu nasıl olacak? Elbette emek vererek. Olumsuz olan duygu, düşünce, kişilik ve karakterlerini olumluya dönüştürmek için emek vererek.
Şifa çalışması yaptığım bir danışanıma rehberlik ederken, “Şu olumsuz yönünü törpülemen ve değiştirmen gerekiyor yoksa gene aynı kısır döngüyü yaşarsın,” dedim. Sert tavırla cevap verip, “Benim öyle olumsuz özelliğim yok. Benim içimde sevgi çok büyük,” dedi. “Peki,” dedim. İki gün sonra arayıp yaşadığı bir sorunu anlattı. Sorun yaşadığı kişiye dair kullandığı ifadeler çok sertti. Deyim yerindeyse öfke kusuyordu. Kendisine daha önceki görüşmemizi hatırlattım ve “Sen sevgi dolu ise neden karşı tarafı affetmiyorsun? Alacağın dersi al. Sevgi dolu olan affeder. Onunla görüşme ama hakkında kötü sözler de söyleme,” dedim. İçinde çok büyük kin var ama o bunun farkında değil, sorduğunuzda kendisini sevgi dolu bir insan olarak tanımlıyor. Bunu gibi çok örnek verebilirim.
Kardeşlik örneğin, çok önemlidir. Öyle ki çok yakın bulduğumuz insanlara dair sevgimizi anlatmak için “kardeşim gibi,” deriz. Ama gerçek kardeşler bazen birbirine yapmadığını bırakmıyor. Kardeş kardeşi mal için mahkeme veriyor ama sorarsanız ikisi de sevgi dolu. Yoğurtlarına ekşi demiyorlar.
Gelin şimdi de başka bir örneğe bakalım. Sürekli çiçek aldığım Fatoş abla ile ayaküstü sohbetlerimiz olur. Geçen hafta da oradan buradan derken belediyenin görüntü kirliliğini önlemek için esnafın tezgâhına standart getirdiğini anlattı. Eski tezgâhların yerine yenilerinin yapılması gerekiyormuş ama Fatoş ablanın bütçesini aşıyor. Nasıl yaptıracağını kara kara düşünürken, tanıdığı iki kişi, “Sen yaptır tezgâhı bir kısmını biz öderiz gerisini sen tamamlarsın,” demişler. Fatoş abla sevinmiş, tezgâhını yaptırmaya başlamış. Aradan zaman geçmiş, tezgâh bitmiş fakat o iki kişi verdikleri sözü tutmamışlar. Biri telefonunu açmıyormuş, diğeri de “Şu anda veremem,” demiş. Onlara sorduğunuzda dürüst ve sevgi dolu olduklarını söylerler.
Fatoş ablanın soruna bakış biçimi ise tam bir ders niteliğinde. “Ben onlara kızmıyorum. Kendi dersimi almam gerek. Parayı onlardan aldıktan sonra tezgâhımı yaptırmam gerekiyordu. Bundan sonra böyle bir şey yaşarsam bu hatayı yapmam,” dedi. Karşı tarafı suçlamadı, gerçekçi bir yaklaşım sergiledi. Bu olayda üzerine düşen sorumluluğu kabullendi. Değişmesi ve dönüşmesi gerekenin kendisi olduğunu söyledi. Sevgi ve ışıkta olmak göründüğü kadar kolay olmuyor. Sevgi ve ışıkta olmayı daha sonraki günlerde ayrıntılı olarak yazacağım. Bu konu hakkında şimdilik kısaca şunu söyleyebilirim: İnsanların önce kendilerine dürüst olmaları gerekiyor.
Temiz ruhlar ve temiz kalplerin çoğalacağı bir dünya diliyorum.
Hayat, akıp geçiyor. Geçen ömür, birçok yol kat ederek devam ediyor ya da bitiyor. Güzel yollar, ruhumuza mutluluk veriyor. Ve hayatımızda birçok yol var. Ama bir yol var ki o da aydınlık yoludur. Aydınlığın yolu ise kitaplardan geçiyor.
Bu aydınlık yolda, en iyi dost ise kitaplardır. Kitaplar, bireyin öğrenmesi ve kendini geliştirmesi için olmazsa olmazlarımızdır. Bilginin kaynaklarından biri olan kitaplar, her daim kişinin kendini yenilemesine ve yeni bir bakış açısı kazanmasına katkı sağlar.
Geçtiğimiz aylar da okuduğum kitapları paylaşma kararını vermiştim. Paylaştığım kitapların sizlere de bir ışık olacağına inanıyorum. Tabii ki bazen bize iyi gelen kitap, başkalarına iyi gelmiyor olabilir. Bu da olağan bir durumdur.
Bir kitabın kapağına ve ismine baktıktan sonra, muhakkak kitabın içeriğine de bir göz atalım. Bazı kitaplar vardır ki; içinde geçen bir söz, bir cümle, bir paragraf size yol gösterici olabilir. Bu sözler, insanlar yaşadıkça hayatlarının bir parçası haline gelebilir.
Sizlere, 2013 yılında tanışıp okuduğum ve şahane bilgiler edindiğim, Dr. Christine Page’nin Şifayı Bedeninde Ara kitabından bir bölüm aktarmak istiyorum.
“Şifayı Bedeninde Ara, modern tıbbın birikimleriyle, insanın ruhsal sistemini benzersiz bir kavrayış ile birleştiren ve bedenin bütünüyle iyileştirilmesine hizmet eden bir rehber kitaptır.”
Dr. Christine Page, hastalıkla ilgili önyargılarımızı ve sınırlayıcı görüşlerimizi değiştiriyor. Hastalıkların aslında sahip oldukları ama bizim çoğunlukla farkında olmadığımız ruhsal gelişim konusundaki işlevlerine ışık tutuyor. Bu yönüyle bu kitap, şifaya ve sağlığa ilişkin sahip olduğumuz anlayışın çok daha geniş bir perspektife doğru genişlemesine büyük katkılar sunuyor.
Dr. Page, anatomik yapımızla ilgili mükemmel tanıtımında çakraları ve onların hastalıklar, patoloji ve ruhun gelişimi ile olan birebir ilişkisini araştırıyor. Saygıdeğer bir doktor olarak tecrübelerine ve en büyük öğretmenleri olan sayısız hastasında yaptığı bilimsel gözlemlere dayanarak, insanın beden, zihin ve ruhtan oluşan bütünlüğüne bir arada bakmamızı öneriyor.”
Ruh yaşamdan ne ister?
Dünyayı dolaşarak seminerler verdikçe ve bire bir hastalarla temas ettikçe, çok değişik kültürlere, dinlere ve refah seviyelerine rağmen her zaman aynı konu gündemdedir:
“Kendim olmak istiyorum”
Bahsettikleri öz yedi ruhsal unsuru içermektedir.:
Kendini tanımak
Kendine karşı sorumluluk duymak
Kendini ifade etmek
Kendini sevmek
Kendine değer vermek
Kendini saymak
Kendinin farkında olmak.
Tüm Öz-bilinç bu unsurları kapsar ve ruhsal insanı oluşturan birçok parçanın birleşiminden meydana gelen uyumlu varoluştur.
Kişilik birçoğumuzun günlük yaşamını kontrol eder. Etkileşim, kişilikten ruha doğru kaydıkça, zihin iki değişik titreşim algıladığı için bu uyumsuzluk olarak kaydedilir; bunların biri ruh seviyesinden, diğeri ise kişilik seviyesindedir.
Ruhun titreşimlerinin kişiliğinin titreşimlerinin yerini almasına izin verildiği takdirde değişim bireyin yaşamına en az seviyede müdahale eden bir şekilde gerçekleşir.
Ancak, değişimine bir direnç varsa, bu uyumsuzluk öncelikle zihinde gerginlik, bunalım, öfke, depresyon ve bunun gibi belirtilere yol açar. Bu mesajlara rağmen titreşimi değiştirmek için herhangi bir yol benimsenmezse, uyumsuzluk fiziksel hastalık olarak ortaya çıkabilir.
Bu tezahür, bireyin farkındalığını sadece şimdide (görmek inanmaktır) bir uyumsuzluk olduğu farkındalığının arttırmanın yanı sıra, birçok vakada değişimin gerçekleşmesi için bir vasıta görevi görür. Günümüzde ortaya çıkan fiziksel ya da zihinsel hastalıkların %80’ninde, travmalar da dahil olmak üzere, ortaya çıkan sürecin bu olduğunun düşünüyorum.
Anılar, anılar, anılar… Zaman hızla akıp geçerken tekrar sandığın başına geçip elime anahtarımı aldım ve kapağı açtım. Bu sefer sandıktan mutluluk anısı çıktı. Tabii ki sandıktan; iyisiyle, kötüsüyle, acısıyla, mutluluğuyla, sevinciyle tüm anılar öylece bana bakıyorlardı. Zamanı gelince hepsini tek tek sizlerle paylaşıyor olacağım.
Bir önceki anımı sizlerle paylaşırken ilk yarı tatilinin yaklaştığından bahsetmiştim. Ve o tarih geldi. Milyonlarca öğrencimiz, sevinçle yarıyıl tatiline başlamış oldular.
Yıllar önce, yine böyle bir yarıyıl tatilinin başladığı bir gündü. Kardeşimle ben o kadar sevinçliydim ki, karnemizde iyi notlar ve bizi bekleyen on beş günlük güzel bir tatil… On beş günlük tatilde, derslere ara verip müzeler başta olmak üzere birçok yeri bol bol gezmek gibi bir planımız vardı.
Karne aldığımız o günün akşamıydı. Kardeşimle birlikte dersler konusunda velimiz olan amcama gittik. Amcam yeni işten gelmişti. Bizi gören amcam, tabii ki karnemizi görmeden bize sarıldı ve size kocaman “Aferin,” dedi. Kardeşimle birlikte önce şaşırdık; amcam devam etti: “Zaten sizin iyi not getireceğinizi biliyordum,” dedi.
Abim de karnesini getirmişti. Kendisi ortaokul okuduğu için dersleri bizden farklıydı. Abi de başarı belgesi almıştı. Abimin başarı belgesi amcamın çok hoşuna gitmişti. Amcam bize ödül olarak para vermiş ve şunları söylemişti: “Bu iyi notların mükâfatı, okul da size zaten on beş gün tatil veriyor. Eee ne yapacaksınız bakalım tatilde!” diye sordu.
Kardeşimle birlikte cevap verdik:
“Müzeleri dolaşacağız.”
Amcam bunun üzerine devam etti:
“Tabii, çok iyi olur; ama bu ara kitap okumayı da ihmal etmeyin. Ödevlerinizi de eksiksiz yapın,” dedi.
Abim ise, on beş günlük tatilini babamın yanında her gün işe giderek geçirecekti.
İki kardeş, on beş gün hiç bitmeyecekmiş gibi düşünerek mutlu olmuştuk.
Sınıf öğretmenimiz yarıyıl tatilinde İstanbul’daki tüm müzeleri gezdireceğini önceden bize söylemişti. Babam ve annemden izin almadan öğretmenime geziye katılacağıma dair ismimi yazdırmıştım. Öğretmenim, “Ailene sordun mu?” dedi. Ben ise, “Hayır, sormadım; ama ben gelmek istiyorum. Hem ailem zaten izin verir,” dedim.
Tüm ruhumla o geziye gitmek istiyordum. Ve kendi kararımı aileme danışmadan vermiştim. Daha önce yedi yaşındayken kendi başıma iğne olma kararımı da kendim vermiştim. Galiba çocukluktan beri böyle bir insandım. Hayatım boyunca kimsenin etkisi altında kalmadan kalbimin sesi ile kararlarımı verdim. Daha sonra ki yazacağım anılarımda aldığım birçok kararı detaylı olarak sizlerle paylaşacağım. Şimdi konumuza kaldığımız yerden devam edelim.
“Okul tarafından düzenlenen müze gezisine gitmek istiyorsam kimseye sormadan gitmeliydim,” diye düşünürken bizi okuldan almaya gelen anneme, “Anne, öğretmenimiz yarıyıl tatilinde bizi İstanbul’daki müzelere götürüp gezdirecekmiş. Okul bu geziyi düzenliyor. Adımı yazacaktım ama öğretmenimiz, “Velinizden izin aldınız mı?” diye sordu. Annem durdu, biraz düşündü ve bana bakarak, “Babana soralım,” diye karşılık verdi.
Anneme, “Tabii,” diyerek sessizce karşılık verdim. Ama o an kendimi çok kötü hissettim. Mutlu değildim.
Akşam olmuştu. Kardeşimle birlikte babamın ne cevap vereceğini sabırsızlıkla bekliyorduk. Babam: “Gidin, izin veriyorum,” dedi. Ve devam etti: “Ben de sizi hafta sonu gezmeye götüreceğim.”
Kardeşimle birlikte çok sevinmiştik. Babam geziye gitmemiz için izin vermişti. Onun bu sözleri üzerine şunları sordum:
“Baba bizi gezmeye nasıl götüreceksin? Pazar günü hariç hep çalışıyorsun,” dedim.
Babam çalışmayı çok sevdiği için her zaman vaktini çalışmaya arıyordu. Eve işini taşıyordu. Bazen evden çalışmak zorunda kalıyordu. İki amcam da babamla ortak olmalarına rağmen onun kadar çalışmıyorlardı.
O gün gelmişti. Okulun kiraladığı büyük otobüslerle yola çıktık. Otobüsün içinde eğlenerek yolculuk yapıyorduk. Tabii ki ses gürültüsü fazla olduğu için öğretmenler hemen müdahale etmişlerdi.
Yolculuk sonrası nihayet müzeleri dolaşmaya başladık. Öğretmenimiz gezdirdiği yerleri bize anlatıyor ve “Bu bilgileri sınavda soracağım,” diyordu. Öğretmenlerimizin anlattıklarını çok dikkatli bir şekilde dinliyordum. Fakat kardeşim hiç oralı değildi.
Akşam eve döndüğümüzde keyifle aileme gezdiğimiz yerleri anlatıyordum. Ne yaptığımızı, nereleri gezdiğimizi tane tane anlatıyordum. Yarıyıl tatili o kadar güzel geçmişti ki; yeni yerler görmüş ve yeni bilgiler edinmiştim.
Kültür gezilerini aileler çocuklarına aşılamalıdır. Çünkü insan yaşadığı ülkenin tarihi bilmelidir. Çocukken edinilen bilgiler ileriki yaşlardan unutulmuyor. Ve bilinçaltına yerleşiyor. İnsanın kendini geliştirmesinde en önemli faktöründen biri de, gezdiği yerleri araştırmak ve o yer hakkında bilgi edinmesidir. Bazı aileler maddi zorluklar nedeniyle çocuklarını bu tarz gezilere gönderemiyor. Bazıları ise gereksiz buldukları için böyle tarihi yerlere çocuklarını göndermiyorlar. Hâlbuki o yaşlarda bu geziler, o kadar önemli ki… Aynı zamanda bu geziler, çocukları sosyalleşiyor, paylaşmayı ve birlikte olmayı öğretiyordu. Bir çocuğun sürekli evde oturduğunu düşünün o çocuk büyüdüğü zaman asosyal ve iletişim konusunda çok zayıf oluyor. Kendini yetersiz ve dışlanmış hissediyor. Bununla birlikte özgüveni de gelişmiyor. Aynı şekilde kitap okumak da böyledir. Erken yaşlarda kitap okumak alışkanlık haline geliyor.
Yazımızın sonuna gelmişken dikkatinizi şu önemli bilgilere çekmek istiyorum: Çocuklarınızın aldığı kararlar eğer doğru ise, aile olarak onları destekleyin. Eğer uygun değilse sevgi ile bunun neden uygun olmadığını anlatınız. Hemen kestirip atmak, “Olmaz,” cevabı vermek ve sert bir şekilde onlara karşı çıkmak gelecekte çocuğunuzun içine kapanık biri olmasına neden olur. Ve yıllar sonra çocuklar yetişkin olunca “Oraya gitmek istedim, beni göndermediler,” ya da “Okumak istedim ama ailem beni göndermedi,” diye aileyi suçlamaya başlarlar. Suçlanan bir aile değil, sağlıklı bireyler yetiştiren aileler olalım.
Belli aralıklarla duygularınıza dokunduğumu hissettiğim yeni bir bilgelik hikâyesiyle tekrar birlikteyiz. Hikâyeye geçmeden önce; birkaç kelimeyle, kendi düşünce ve duygularımı sizlerle paylaşmak istiyorum.
Sürekli olarak şikâyet etmek, olumsuzlukları hayatımıza çekmemize vesile olur. Tabii ki her insan, sorun yaşadığında dertleşecek birilerini arar. Yaşadığı sorunu anlatmak ve bu sorunu çözmek için çare arar. Sorununu tespit etmek ve çare arayışları insani bir durumdur. Ve çoğumuz bunu yapmaktayız. Ama bazı insanlar var ki, her şeyden şikâyet ederler; yağmur yağar şikâyet eder, güneş açar şikâyet eder, hayatında her şey düzgün gitse bile yine şikâyet edecek bir şeyler bulurlar.
Sürekli şikâyet etmek, olumlu enerjiyi bitirir. İnsanlarla olan olumlu iletişimi bozar. Sürekli şikâyet eden insanların kalbi sevgiye kapanır. Çünkü bu insanların bakış açısı olumluyu değil, olumsuzu odaklanır. Ve hayattan zevk almayan bu insanlar, şikâyet etmeyi alışkanlık haline getirir. Bu insanlar hiçbir zaman mutlu olamazlar ve onları mutlu etmenin de imkânı yoktur.
Aşağıda yer alan hikâye de anlatıldığı gibi, sürekli şikâyet edenlerin kalbi, yaşamları boyunca küçük kalır. Siz değerli okuyucularımı, güzel bir ders niteliğinde olan, bu bilge hikâyeyle baş başa bırakıyorum.
USTA
Hintli bir yaşlı usta, çırağının sürekli her şeyden şikâyet etmesinden bıkmıştı. Bir gün çırağına şöyle dedi:
“Git biraz tuz al gel.” Hayatındaki her şeyden mutsuz olan çırak döndüğünde ustası ekledi:
“Şimdi bir avuç tuz al ve bir bardak suya atıp iç.”
Çırak, yaşlı adamın söylediğini yaptı; ama içer içmez ağzındakileri tükürmeye başladı.
Usta:
“Tadı nasıl?” diye sordu.
Çırak:
“Acı” dedi.
Usta gülerek, çırağını kolundan tuttu ve onu dışarıya çıkardı. Sessizce az ilerdeki gölün kıyısına götürdü ve çırağına bu kez de şöyle dedi:
“Şimdi de göle bir avuç tuz at ve gölden su iç bakalım.”
Söyleneni yapan çırak ağzının kenarından akan suyu koluyla silerken usta aynı soruyu sordu.
“Tadı nasıl?”
Çırak:
“Ferahlatıcı” dedi.
Daralmış kalbini bir göl gibi genişlet. Bir bardak kadar olan kalbini büyüt ve çevrendeki her şeyden şikâyet etmeyi bırak.
Daha önceki yazılarımda, bolluk ve bereketle ilgili birçok yazı yazdım. Fakat bugünkü yazım, diğerlerinde çok farklı olacaktır. Bu yazımda, bolluk bereket deyince birçok kişinin neden bu sözleri sadece para olarak algıladığını sorgulayacağım.
Evet, bolluk bereket sözleri nedense hep para olarak algılanıyor. Hâlbuki bir çiftçi ürününü sürerken, “Bolluk bereket getirsin,” der. Bu sözleri sadece para için söylemez.
Bolluk bereket insanın; sağlığı, sevgiye ihtiyacı, huzur, mutluluk, arkadaşlık, dostluk, aile, neşe, coşku vb. birçok şeyi kapsar. Ben şahsen, düşünce ve duygularımla bolluk bereketi bir bütün olarak görürüm. Bir seyahate çıktığımda yediğim yiyeceklerin lezzetli olması yanı sıra, gezdiğim gördüğüm yerlerinde bir bolluk ve bereket olduğunu düşünüyorum. Sağlınız yerinde olur, doktora ve ilaca para harcamasınız bu da bir bolluk ve berekettir. Gene evinizde kullandığınız aletler bozulmaz bu aletlere vereceğiniz para cebinize kalır; işte bu da bir bolluk ve berekettir. Çevrenizde iyi insanların olması sizlere ihtiyacınız olduğu zaman yardım etmeleri de bir bolluk berekettir. Neşe, mutluluk ve huzur da bir bolluk ve berekettir.
Bolluk bereket sadece para değildir. Eğer sadece parayı bolluk bereket olarak görüyorsanız, hayatı tam anlamıyla yaşamamışsınız demektir. Bazen cebimizden 5 TL olur, ama 5 TL bize 100 TL gibi gelir. Ve önemli olan çok para kazanmak değil, bereketli paranın kazanılmasıdır. İnsanların birçoğu “Çok para kazanırsak, çok güzel yaşarız,” diyorlar. Çok para ile her şeyin yapılabileceği gibi çok yanlış bir düşünüş tarzı vardır. Bazen çok paramız olur ama kendimiz için hiçbir şey yapmamış olduğumuzu görürüz. Bazen de “Şu yatırım aracı daha fazla getiriyor, parayı buraya yatırsam mı” diye söylenip dururuz. Nereye para yatırdığımız değil önemli olan bereketli olmasıdır. O yatırım aracında çok para kazanabiliriz ama bereketi olmayabilir. Sevgi ve dürüstlük ile kazanılan her para da bereketli olur. Bir yemek ya da bir pasta yaparsanız, altı kişilik bir bakarsınız yemek ve pasta on kişiye yetecek kadar olur. İşte bu bir bolluk ve berekettir. Her yaptığınız şey iki katı olabiliyor.
Paranın her şeyi yapacağını savunanların sayısı hiç de az değildir. Etrafımdaki insanlardan genellikle şunları duyarım: “Para olmasa mutluluk olmaz, para olmasa evlilik biter, para olmasa huzur olmaz.” Ve işin acı yanı ise bunları, belli bir eğitim düzeyine sahip kişiler söyler. Ve bu insanlar her şeyi paraya endeksli olarak görüyorlar.
Tabii ki para, ihtiyaçlarımızı sağlamak için olması gereken bir araçtır; fakat mutluluğu, sevgiyi, sağlığı ve huzuru satın alabilir mi?
Doktora gidiyoruz ve hastalığımıza göre ilaçlar reçete edilir; eczaneye gider ve ilaçlarımızı alırız. Peki; sevgi, huzur, mutluluk yoksa eğer onları nerede satın alabiliyoruz? Bunlar satılıyor mu? Ayrıca bazı hastalıklara para bile çözüm olmuyor. Onun için para her kapıyı açmıyor. Ve sadece para tek başına bolluk ve bereket değildir.
“Para olmayınca hiçbir şey olmaz,” diyen insanlar hayatlarında para olmadığı zaman mutsuz olurlar. Ve hayat, inişli çıkışlıdır. Nelerin bizleri beklediği hiç belli değildir. Paranın bir araç olduğu da asla unutmayalım. Para üzerine kurulan ilişkiler, bir gün mutlaka biter.
Bir insana borç para verirseniz o an, o kişi size sevgisini gösterir. Ama istediği parayı vermezseniz, tavrı farklılaşır. Yani burada ilişkiler para üzerine kuruludur. Ya da siz bir emek vermişsiniz ve karşılığında bir ücret talebinde bulunursunuz. O anda size tepki gösterilir. Çünkü şimdiye kadar hakkınızı istemediğiniz için size sevgi gösterilir. Ama hakkınızı isteyince her şey farklılaşır.
Para hakkında çok ince bir çizgiyi belirtmek istiyorum. Parasız tabii ki ihtiyaçlar karşılamıyor ama para her şeyin önüne geçtiğinde hiçbir şeyin değeri de kalmıyor. Çoğu insan, sohbet esnasında, “Paraya önem vermiyorum” der ama çıkar söz konusu olunca o da farklılaşırlar. Bu durumu yaşadığım bir örnekle anlatmak istiyorum. Bir tanıdık sürekli sevgiden ve manevi değerlerin önemli olduğunu bahsediyordu. Paranın kendisi için önemli olmadığını söylüyordu. Fakat kızının evliliği esnasında her şeyi maddiyatla değerlendirdiğini gördüm. Kendisi önce bunu inkâr etti. Fakat sonra tabii ki diğerleri gibi para olmasa mutluluk olmaz, para olmasa sevgi olmaz gibi sözler söylemeye başladı. Kendisinin yaşadığı maddi zorlukları kızının da yaşayacağını düşünerek paranın önemini anlatıp durdu. Kızının üzülmemesi için bir detayı kaçırıyordu. Yaşadığı bilinçaltındaki olumsuzlukları şifalandırmadığı için böyle düşünüyordu.
Önemle vurgulayarak belirtmek istiyorum sevginin ve ışığın olduğu her yerde hem maddi hem manevi bir bolluk ve bereket olur.
Sevgili okuyucularım, bu konuda sizlerinde görüşlerini ve yorumlarını almak istiyorum. Özel olarak bana mesaj atabilir ya da bu site üzerinde yorum yapabilirsiniz. En azından sizlerle bir bağımız ve fikir alışverişimiz olur.