MANEVİYATIN IŞIĞINDA İLK UYANIŞ

Anılar, anılar, anılar… Her bir yaşanmışlık gün yüzüne çıkmak için sırasını sabırsızlıkla beklerken vakti geleni anlatmaya başlıyorum. Sandıktan çıkan yeni bir anıyla sizlerleyim. Bir önceki paylaşımımda yaz tatilimi nasıl geçireceğime dair planlarımı anlatmıştım, bakalım neymiş bu planlar.

  • “Camiye gitmek için her türlü hazırlığımız tamamdı, Arapça Alfabe Kitabımı, başörtümü hazırlamıştım ve sıra camiye gitme gününe gelmişti. İlk gün camiye annemle birlikte gitmiştim, cami hocası bizi tatlı sohbeti eşliğinde karşılamıştı. Tabii ki her yeni başlangıçta olduğu gibi yine çok heyecanlıydım ve içimde türlü sorular vardı. Annem beni hocaya teslim etmiş ve eve geri dönmüştü. İçeri girdim ve her şey gayet güzel görünüyordu, bizler için hazırlanmış bir derslik vardı, sandalyeler yan yana dizilmişti. Benden başka beş altı çocuk daha vardı. Diğer kızlar gibi bende başıma örtü örtmüştüm, önce bu örtüyü neden örttüğümüzü anlattı hocamız. Her dinin ibadet yerlerinin kuralları varmış. Bizim dinimizin kuralına göre ibadethanemize yani camiye girerken başımız örtülmeliymiş. O ilk günü ömrüm boyunca unutmam mümkün değil. Her şey çok güzel ve huzur doluydu. Hocamız bize Arapça öğretmeye başlamadan önce insanlıkla, iyi insan olmakla ilgili bilgiler vermişti. Söyledikleri çok anlamlıydı ve beni derinden etkilemişti. Yaklaşık dört saat sonra eve dönmüştüm ve tabii ki kendi başıma. Annem günümün nasıl geçtiğini ve yeniden camiye gitmek isteyip istemediğimi sorduğunda hiç tereddüt etmeden ‘ Evet !’ demiştim. Çünkü her şeyden öte hocamızın sevgi dolu sıcacık konuşması, insani değerlerden bahsetmesi ve bizleri bir çocuk gibi değil, gerçek bir birey olarak görmesi beni çok etkilemişti. Bu arada tatil süremizde denize gitme zamanımızın gelmesine bir buçuk ay kadar vardı ve ben bu sürenin tamamında camiye gitmeyi aklıma koymuştum. İkinci gün camiye kendi başıma gitmiştim ve evden çıkar çıkmaz başımı güzelce örtmüştüm, öylesine mutluydum ki… Bir taraftan alfabeyi öğrenirken diğer taraftan da ahlaklı ve erdemli olmaya dair bir sürü bilgi öğreniyordum.  Hocamızın bize aşılamaya çalıştığı en mühim konu: ‘ Nasıl iyi bir insan olunur?’ konusuydu. Her bilgiyi unutmamak üzere ruhuma işliyordum. Maneviyata dair ilk uyanışım işte bu saygıdeğer hocam sayesinde oldu. (8 yaşında) İyi bir insan olmanın önemini, maneviyatı, her şeyi önce Allah’tan istemeyi, ona dua etmeyi öğrendim. Elbette ailemde iyi insan olmayı, güzel ahlaklı olmayı bana öğretiyordu ancak bunları bir başkasından hele ki işin eğiticisinden duymak başka türlü hislerdi benim için.  
  • Dua ederken; ‘Allah’ım beni çok iyi bir insan yap’ diye dua etmeye başlamıştım ve bu gerçek bir uyanıştı. Bir gün odamda oturup Allah’la konuşurken, ona dua ederken, ondan bir şeyler isterken kardeşim gördükleri, duydukları karşısında şaşırıp: ‘Sen kiminle konuşuyorsun?’ diye sormuştu bana. Bende ona öğrendiklerimi ve nasıl dua edilmesi gerektiğini anlatmıştım. Söylediklerimi garipsemişti çünkü o biliyordu ki biz her şeyi anne ve babamızdan isterdik. Ama ben önce Allah’ tan sonra anne ve babamızdan istemeyi çoktan öğrenmiştim. Allah’la konuştuğumda içime büyük bir huzur ve ferahlık hissi yerleşiyordu. Hocamız çok iyi bir insan olmak için çok temiz bir kalbe sahip olmak gerektiğini de öğretmişti bize. Bu öğretiyi asla unutamam.
  • Diğer taraftan Arapça alfabeyi sökmüş, hem yazıyor hem de okuyabiliyordum. Eve gelir gelmez hocamın verdiği dersleri çalışıyor sonrasında da dışarıya çıkıp arkadaşlarımla muhteşem oyunlarımı oynuyordum. Harika iki ay geçirmiştim ve denize gitme günümüz de gelmişti. Bunun için camiye gitmeye ara verecektim, diğer arkadaşlarım da tatile gidecekleri için camide ki derslerimize ara vermek durumunda kalmışlardı. Camiye gittiğime ve istikrarlı bir şekilde devam ettiğime çok mutluydum. Hayatımın en sıra dışı ve maneviyat dolu bilgilerini öğrenmeye ilk orada başlamıştım. Her şeyi önce Allah’ tan istiyordum ve sonra kalbimde kimden neyi isteyebileceğimi hissediyordum. (Hayatımın her evresinde bu hep böyle olmuştur.) Allah karşıma her zaman istekte bulunabileceğim doğru insanı çıkartıyordu ve çıkartıyor da. Kalp temizliğinin ne denli mühim olduğunu, ahlakın ve erdemin önemini öğrenmiştim. Dolu dolu geçen bir öğrenme sürecini huzurla yaşamıştım. Öğrendiğim güzellikleri gün be gün ailemle paylaşmayı da asla ihmal etmemiştim.”

Hayatımın her merhalesinde kalp temizliğinin, önemini, ahlaklı ve erdemli bir insan olmanın kıymetini ve tüm bunların insanın karakterine, kişiliğine kısacası tüm varlığına yerleşmesi gerektiğini gördüm ve deneyimledim.

Ailenin rolünün önemi işte bu özelliklerin insan benliğine yerleşmesinde çok daha etkin bir şekilde kendini göstermektedir. Maneviyatın ve maddiyatın keskin çizgilerle nasıl birbirinden ayrıldığını ve maneviyatın her şeyin ötesinde var oluşta ki önemi ilk önce aile tarafından çocuğa öğretilmeli. Aileden edinilen ilk bilgiler sağlamsa yeni öğretiler üzerine daha kolay yerleşebiliyor. Ama birde yadsınamaz bir gerçek var ki; oda, ruh maneviyata meyilli değilse hani derler ya kişinin mayasında kalp temizliği, erdem, güzel ahlak anlayışı yoksa o güzel öğretiler kişiye bir türlü işlemez.

Cami ve cami hocası adına süregelen önyargılar hepimizin zaman tanıklık ettiği bir durumdur. Bu önyargıların tek sebebi bilmemek ve bilmek istememektir. Gerçek aydınlığın inanışta olduğu fark edilmeksizin ibadethaneleri yalan bir karanlık simgesiyle kapatmaya çalışanlar aslında en büyük yanılgıyı yaşamaktadırlar. Kalpler birazcık aralansa huzurun inançta ve maneviyatta olduğu anlaşılacak ve yersiz olan tüm önyargılar ortadan kalkacak.  İnançta ve maneviyatta sevgi vardır, Allah’ ı seven yaratılmış olan her şeyi sever.

Hayat her zaman kolaylıklarla dolu değildir, nice zorluklar vardır ve öyle ya da böyle bu zorlukları yaşarız. İşte böyle zamanlarda yanınızda ki büyük gücü yani Allah’ı hissedebilmek ve ona dua edebilmek en büyük lütuftur. Yalnızlık içinde olduğunuzu zannettiğiniz zamanlarda bile Yüce Yaratan her zaman yanınızdadır. Ona güvenir ve sığınırsanız her zaman gideceğiniz yolu bulabilirsiniz. Yaratanın bizden asıl istediği; güzel ahlaklı, vicdanlı, merhametli, iyi birer insan olmamamızdan başka bir şey değildir. Aslında her şey bu kadar basit…

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN

HAYATIN TADINA VARMAK

Sevgili dostlarım, geldik Ağustos ayının son haftasına ve bu ayın olumlamasıyla yeniden birlikteyiz. Bugüne kadar paylaştığım olumlamaları uygulayıp uygulamadığınızı ve şayet uyguladıysanız, uygulamalarınız hakkında sizlerden geri bildirim rica ediyorum. Belki bir eksik, bir yanlıştan dolayı ya da bilinçaltınızdaki negatifliklerin temizlenmemiş olmasından dolayı olumlamaların gerçek etkisini hissedememiş, yaşayamamış olabilirsiniz. Bu şekilde olumsuz durumlar söz konusuysa bunların düzeltilmesi için sizlere yardımcı olmak isterim. Yaptığım her bir paylaşımın sizler için olumlu getirilerinin olması yani sizlere faydalı olması yüreğimdeki en büyük arzudur.  Bunun için her getirilerinin olması yani sizlere faydalı olması yüreğimdeki en büyük arzudur.  Bunun için her zaman burada ve yanınızda olduğumu bilmenizi isterim.

Bu ayki olumlamamız mutluluk, sevgi, aşk ve ilişkilerle ilgili. Mutluluk dolu ve içinde sevgiyle, aşkla örüntülenmiş ilişkilerin olduğu bir hayat çok değerli ve önemlidir. Böylesi mühim bir mevzuya dair paylaşacağım bu olumlamanın sizlere çok büyük fayda getirmesini umut ediyorum.

Her pozitif düşünceler, duygular ve onun enerjisi evrene gönderilen çok kuvvetli bir kaynaktır. O muhteşem kaynak bir gün mutlaka size geri dönecektir. Bunun içindir ki; pozitif olan her şey hayatımıza ve yaşam tarzıma etki edecektir.

Araştırmalarım neticesinde bulduğum ve size yüksek fayda ile farkındalık getireceğine inandığım bu güzel olumlamayla sizleri baş başa bırakıyorum.

★★★★★

  • Evren sınırsız hazinlerin ve sevginin kaynağıdır, bende bu zenginlik ve sevgiden dilediğim kadarını almaya layığım ve hak ediyorum.
  • Aldığım her nefeste bu sevgi ve zenginliği çoğaltarak yaşamıma katıyorum.
  • Mutlu olmayı hak ediyorum. Mutlu olmayı seçiyorum. Her yeni günde mutluluk daha çok yaşam biçimin oluyor.
  • Her yeni günde attığım her adım, söylediğim her kelime, aldığım her nefes içimdeki ve hayatımdaki aşk enerjisini kendiliğinden ve kolaylıkla çoğaltıyor.
  • Doğru, dengeli ve uyumlu seçimlerim sayesinde, mutlu huzurlu başarılı bir yaşama sahibim.
  • Sevilmek, değer verilmek için doğmuşum.
  • Ben sevile bilir harika bir insanım
  • Ben seviliyor ve seviliyorum.
  • Ben sevgiyim.
  • Ben sevmeye ve sevilmeye layığım, hak ediyorum.
  • Gerçek aşk aldığım her nefeste hızla ve sevgiyle bana doğru geliyor, geldiğinde onu fark ediyor, tanıyor ve kalbime, yaşamıma aşkla buyur ediyorum.
  • Sevgimi kolayca ifade edebiliyorum ve aynı şekilde de karşılık görüyorum. Sevdikçe seviliyor, sevildikçe seviyorum.
  • Aşk bana kolayca geliyor. Ben aşka kolayca çekiliyorum.
  • Sevmeye ve sevilmeye hazırım. Tam hayal ettiğim gibi bir erkeğe kavuşmanın mutluluğunu yaşıyorum.
  • Ben bu sevgiye layığım, hak ediyorum. Ben sevmeye ve sevilmeye layığım.
  • Ben eşimle, sevgilimle, hayat arkadaşımla sağlık, mutlu, huzurlu, doyumlu bir ilişki yaşıyorum.
  • Aşkı, neşeyi ve özgürlüğü seçiyorum. Kalbimin kapılarını sevgi ile ardına kadar açıyorum ve harikulade bir sevgilin yaşamıma girmesine izin veriyorum.
  • Sevgi, saygı, mutluluk ve huzur dolu uyumlu ilişkilerim her geçen gün artıyor.
  • Hayatıma sadece sağlıklı, mutlu, huzurlu ilişkileri çekiyorum.
  • Olduğum her yer adeta bir mıknatıs gibi sevgiyi çekiyorum. Etrafım bana beğeni dolu gözlerle bakıyor. Ben aşk mıknatısıyım ben sonsuz sevgi kaynağıyım ben sevgiyim.
  • Her geçen an kendimi daha iyi hissediyorum fiziksel olarak iyi hissediyorum, duygusal olarak iyi hissediyorum, zihinsel olarak iyi hissediyorum.
  • Sahip olduğum her şeyin değerini biliyorum, şükürler olsun, teşekkür ederim.
  • Geçmişte sahip olduğum her şeyini değerini biliyorum, şükürler olsun, teşekkür ederim.
  • Gelecek sahip olacağım her şeyin değerini biliyorum, şükürler olsun, teşekkür ederim.
  • Bugün sahip olduğum he şeyin değerini biliyorum, şükürler olsun, teşekkür ederim.

★★★★★

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN

RUHLARIN DİLİ

Birçok kişiyi o veya bu nedenle dahil ederiz hayatımıza. İnsanların hayatımıza dahil olma durumlarında ilginç bir sirkülasyon vardır.  Elbette ki bazı insanlar asla bu sirkülasyonun parçası değildir. Kimileri varoluşumuzdan ölüm anımıza kadar hayatımızdadır. Kim mi bu insanlar? Tabii ki doğduğumuz ailemizin bireyleri. Kimileri sonradan hayatımıza dahil olmasına onlarda ölüm anımıza kadar hayatlarımızdadır. Kim mi bu insanlar? Eşimiz, çocuğumuz, can dostlarımız. Kimileri anlık ziyaretlerde bulunur hayatımıza. Kim mi bu insanlar? İş ortamını paylaştığımız kişiler, bir şekilde bir yerlerde yollarımızın kesişmesiyle tanıştıklarımız ya da geçici arkadaşlar. Peki, bu insanların hangilerine kalbimizde gerçekten yer açarız, hangilerine ruhumuzu bütün çıplaklığıyla teslim ederiz?

‘Ailelerimize bir göz atalım.’ Kişi bazen ailenin tüm fertleriyle bütünleşir, sınırsız bir sevgi ve bağlılık kurar. Duygularının karşılığını bulur, sevinci ailesinin sevincidir, üzüntüsü yine ailesinin. Bir nefes misali onların varlığı ta içinizdedir.  Bazen de kişi bütünleşemez ailesiyle, anne ve babasıyla yakalasa da bütünlüğü kardeşiyle yakalayamaz. Bırakın kardeşle bütünleşmeyi, kimi zaman birbirinin varlığına dahi tahammül edemeyen kardeşleri görürüz. Oysa aynı anne babanın evlatlarıdır, aynı kültürle, aynı duygularla büyütülmüşlerdir ama maalesef ruhlarının dili farklıdır. Eminim sizde rastlamışsınızdır bu tür örneklere.

‘Sonradan hayatımızda var olan eşimiz, çocuğumuz, can dostlarımız.’ Bu grup içinde en özel yere sahip olan çocuklarımızdır. Her ne olursa olsun, her ne kadar farklı ruhlara sahip olursanız olun bir anne ve baba için çocuğunu sevmek, onu anlamak, onu benimsemek başka türlü bir duygudur. (Bu arada gerçek ebeveynlerden bahsettiğimi vurgulamak isterim.) Çocuk sizinle aynı şeyleri hissetmese bile, o sizin canınızdan ötedir, o en kıymetlinizdir. Devam eden bir evlilikte eş de sonradan hayatınıza dahil olan, ruhunuzu huzura kavuşturan, yükleri sizinle omuzlayan, aynı şeye güldüğünüz, aynı şeye üzüldüğünüz nefesinizdir. Gelelim can dostlarınıza. Onlarla ne kan bağınız vardır ne de fiziksel başka bir bağınız. Onlarla gönül bağınız vardır. Bir şekilde gelmiştir dünyanıza, sıcacık yüreğiyle dokunmuştur yüreğinize. Belki on dakikalık küçücük bir sohbetle başlamıştır bu bağ ve sanki var olduğunuzdan bu yana sizinleymiş gibi yüreğinizde hissetmişsinizdir onu. Ben böylesine hızlı ve kuvvetli gelişen dostlukları birçok defa yaşadım. Kimi zaman bir seyahatte girdiler hayatıma, kimi zaman birdenbire, neredeyse böyle bir bağın zor kurulabileceği bazı ortamlarda. Bu bütünleşmelere tesadüf diyenler olabilir. Ama ben tesadüflere inanmam. Çünkü sizin ruhunuzu bilen o büyük güç sizin için en doğru insanı size en güzel şekilde getirir. Böyle dostluklar edindikçe, başka türlü bakıyorsunuz hayata ve kalbinizi insanlara açmakta gönüllü hareket ediyorsunuz, yeni insanları tanımaya ve onlara hayatımızda yer açmaya başlıyorsunuz.

‘İş ortamını paylaştığımız kişiler, bir şekilde bir yerlerde yollarımızın kesişip tanıştıklarımız ya da geçici arkadaşlar.’ İş ortamlarımızda birçok kişiyle günü paylaşırız ama hayatımızı değil. Mutlaka bu insanların içinde de dostlar edinebiliriz bu çok ayrı bir durum. Biz şimdilik bu statüde genele bakıyoruz ve buradan yola devam ediyoruz. Hayatın çeşitli evrelerinde bir sürü insan tanıyabiliriz. Bunların kimileri belki bir an hayatımızın içine dahil olurlar, belki andan biraz daha fazla. Onlar gelirler ve giderler yani tam bir sirkülasyon durumu söz konusudur bu durumda. Şimdi sıra geçici arkadaşlarda! Bu mevzu biraz derin! Arkadaş dediğimiz o insanlar belki sadece sıradan bir arkadaş niteliğindedir, sohbetiniz vardır, bir öğle yemeğini ya da bir akşam yemeğini paylaşmışsınızdır. Yüreklerinize dokunmadan birlikte zamanı sadece hoş bir şekilde geçirmişsinizdir. Bu çok olası ve normal bir durumdur. Ama diğer taraftan yıllardır hayatınızda olan arkadaşlarınız (hatta sizin gönlünüzde onlar dost statüsüne yerleşmiştir) belki beş yıl, belki on, belki daha fazla… En zoru onların hayatınıza dahil olma ve hayatınızdan gitme sürecidir. Siz gönlünüzü açmışsınızdır ona, samimiyetle duygularınızı paylaşmışsınızdır ve kıymetli arkadaşlığınızı (kendinizce dostluğunuzu) sunmuşsunuzdur ona. Oysa o duygularınızı hiçe saymış, kimi zaman alay etmiş, kimi zaman kibirle yaklaşmış, kimi maddiyata önem verip, sizin maneviyatınızı hiçe saymış, kimi sürekli insanları yargılayıp sınıflandırma yaparken (eğitim düzeyine göre, giyim tarzına göre) kimi zaman menfaati için yaklaşmış… Üzüntülerinizi anlamamış, sizi yargılamış, senin yaşadığın bir şey mi ne var bunda ifadeleriyle sizi umursamamış… Sevinçlerinizde de sizinle olmamıştır, mutluluğunuzu sizinle birlikte yaşamamıştır… İşte böyle kişilerin, yani arkadaş zannedilip de öyle olmadığı aşikar olan insanların, hayatınızda olup olmayacağına siz karar vereceksiniz. Siz sadece onun size yaşattıklarından ders alıp, onsuz bir şekilde de hayatınıza devam edebilirsiniz.

Hayat böyle işte… Gelenler, gidenler ve hep sizinle kalanlarla örülü. Kalbinizi kime açacağınıza hissiyatlı bir şekilde karar vermelisiniz, kalp gözünüzün gerçekleri görmesi için çaba sarf edin.  Çünkü kalbinizi açmak; duygusal ve ruhsal olarak tam anlamıyla çıplak olmakla eş değerdir.

Ruhların ne dili, ne dini, ne kültürü, ne de ırkı vardır. Birbirini anlayan, sevincini, üzüntüsünü kendisininmişçesine hisseden insanlar bir arada ve mutlu yaşayabilirler. Şu evrende bütün duyguların dili ortaktır, nerede hissedilir ve yaşanırsa yaşansın mutluluk mutluluktur, hüzün hüzündür. Mühim olan gönlünüze en yakın insanları bulabilmeniz ve onların sıcaklığıyla yaşayabilmenizdir.

Mevlana der ki: “ Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilir.”

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN

GERÇEĞİ KEŞFETMEK

Hikayeler diyarına yaptığımız yolculukta bilge bir adamın hayatın anlamına dair muhteşem bir hikayesiyle birlikteyiz. Hikaye yoruma gerek kalmaksızın her şeyi en güzel şekliyle anlatıyor ve eminim bu hikayeyi okuyan herkes payına düşeni alacaktır. Bende bu hikayeyi okuduktan sonra payıma neler düştüğünü sizlerle paylaşmak istedim.

İşte benim payıma düşenler: “Yaşamamız gerekenleri yaşayamamaktan ya da yaşamamaktan değil midir yakınmalarımızın çoğu? Ne sahip olunanın kıymeti bilinir ne de sahip olunabilecek olana ulaşmak için çaba gösterilir. Böyle bir kısır döngünün içinde zaman akıp gider, ömür manasızlık içinde heba olur. Gönlüm elvermez güzellikleri görmeden geçip giden ömürlere… Bunun için her zaman dokunmak isterim o yüreklere. Ben derim ki; hem sahip olduğumuz güzelliklerin kıymetini bilmeliyiz, hem de sahip olabileceğimiz güzellikler için çaba göstermeliyiz. Biz hayata nasıl yaklaşırsak o da bize öyle yaklaşır. Eğer istersek güzellikleri görmeyi, mutlulukları yaşamayı, hayat açar kollarını, bizi sarıp sarmalar. Güzellikleri, mutlulukları bize sunar, hem de hiç geri adam atmadan. Üzüntülerimizde de bizi sarıp sarmaladığı kollarıyla yine bizi teselli eder, güçlü kılar. Ama istemezsek güzellikleri görmeyi, mutlulukları yaşamayı… İşte o zaman hayatta elini eteğini bizden çeker, öyle bir başımıza kalıveririz.

Hayatta odaklanacağımız duyguları iyi bilmeli ve doğru belirlemeliyiz. Muhteşem kokulu çiçeklere koşacağım derken ayaklarımızın altında ezilen kır çiçeklerini görmezden gelmemeliyiz. Sahip olduğumuz en değerli şey zannettiğimiz ve aslında bizi gerçek güzelliklerden alıkoyan o yanlış bakış açından ve hislerden arındığımız ölçüde özgürleşeceğiz ve hayatı daha iyi anlayacağız. Gözler neyi görmek isterse gönül onu gösterir…”

HAYATIN ANLAMI

Eski zamanların birinde bir adam hayatın anlamının ne olduğuna takmış kafayı… Bulduğu hiçbir cevap ona yeterli gelmemiş ve başkalarına sormaya karar vermiş… Ama aldığı cevaplar da ona yetmemiş. Fakat mutlaka bir cevabı olmalı diyormuş. Herkese bunu sormaya karar vermiş… Köy, kasaba, ülke dolaşmış bu arada zamanda durmuyor tabii ki… Tam umudunu yitirmişken bir köyde konuştuğu insanlar ona:

” Şu karşıki dağları görüyor musun, orada yaşlı bir bilge yaşar, istersen ona git belki o sana aradığın cevabı verebilir” demişler. 
Çok zorlu bir yolculuk sonunda bilgenin yaşadığı eve ulaşmış adam. Kapıdan içeri girmiş ve bilgeye hayatın anlamının ne olduğunu sormuş… Bilge sana bunun cevabını söylerim ama önce bir sınavdan geçmen gerekiyor demiş. Bilge bir çay kaşığı vermiş adamın eline ve içine de silme bir şekilde zeytinyağı doldurmuş. “Şimdi çık ve bahçede bir tur at tekrar buraya gel… Yalnız dikkat et kaşıktaki zeytinyağı eksilmesin eğer bir damla eksilirse kaybedersin”. 
Adam gözü çay kaşığında bahçeyi turlayıp gelmiş. Bilge bakmış: 
” Evet, demiş kaşıkta yağ eksilmemiş, peki bahçe nasıldı? Adam şaşkın… 
”Ama demiş ben kaşıktan başka bir yere bakamadım ki “. 

Şimdi tekrar bahçeyi dolaşıyorsun kaşık yine elinde olacak ama bahçeyi inceleyip gel, demiş bilge… Adam tekrar bahçeye çıkmış gördüğü güzelliklerden büyülenmiş muhteşem bir bahçedeymiş çünkü …  Geri geldiğinde bilge, adama bahçenin nasıl olduğunu sorunca gördüğü güzelliklerden büyülendiğini anlatmış adam. Bilge gülümsemiş, “ama kaşıkta hiç yağ kalmamış” demiş ve eklemiş: 

“Hayat senin bakışınla anlam kazanır. Sadece bir noktayı görürsen hayatın akıp gider sen farkına varmazsın… Ya da görebileceğin tüm güzelliklerin tam ortasında hayatı yaşarsın; akıp giden zamanın anlam kazanır…” 
“Hayatının anlamı senin bakış açında gizlidir”

Yaşamamız gerekenleri yaşayamamaktan ya da yaşamamaktan değil midir yakınmalarımızın çoğu? Ne sahip olunanın kıymeti bilir ne de sahip olunabilecek olana ulaşmak için çaba gösterilir. Böyle bir kısırdöngünün içinde zaman akıp gider, ömür manasızlık içinde heba olur.

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN

ZAMANIN ÇARKLARI – KARARLARIN ETKİLERİ

Hayatın muhasebesini yapmak… Bunun için en doğru yol; başlangıçtan, yaşanmakta olan ana kadar her bir detayı, her bir yaşanmışlığı tüm detaylarıyla ellerinizin arasına alıp gönül gözüyle irdelemekten geçiyor. Belki her bir yaşanmışlığı tekrar tekrar ruhun o incecik sarmallarında yeniden yaşamak gerekiyor. Kişinin gerçek beni bulması için bunun en doğru yöntem olduğuna inancım sonsuz. Nice zamandır ben tam da bunu yapıyorum. Varlığımın ilk anından bu yana her bir yaşanmışlığı sanki bir misafircesine ziyaret ediyorum. Bu, çok farklı bir his… Çünkü bir taraftan seyirci misali, hem bir film seyredercesine yaşanmışlıklara dışarıdan bakıyorum hem de o filmin başrolünü ben oynuyorum. Rolümü oynarken benim için yazılmış senaryodan bir haberim, oysa bu filmi seyrederken bütün senaryoyu ne kadar iyi bildiğimi görüyorum. Aslında mesele, senaryoyu bilen olmak değil, asıl mesele bildiğin o senaryoyu gerçekten anlayabilmek, yaşarken kaçırılan belki de hiç fark edilmeyen hisleri keşfedebilmek. Yaşananların, hayatın muhasebesini yapmak işte burada gösteriyor kendini. Olan biten her bir detaya yeniden dönüyorsunuz, sizden gidenlere ve size gelenlere bakıyorsunuz. Neler yitirdiğinizi ve yitirme duygusuyla hangi duyguları öğrendiğinizi, neler kazandığınızı, yani size nelerin güzelliklerle geldiğini görüyorsunuz. Gerçekte kim olduğunuzu, korkusuzca, kocaman bir yürekle, yalansız ve hilesiz bir şekilde hayatınızın muhasebesini yaptığınızda anlayabilirsiniz.

Yaşadığım her ana geri döndüğüm için, en çok da bu geri dönüşte gördüklerimi, anladıklarımı, hissettiklerimi sizlerle paylaştığım için çok mutluyum. Hadi şimdi, yaşanmışlığın o ipeksi kanatlarına hep birlikte usulca yerleşelim ve yolculuğumuzu başlatalım. Seremoni başladı ve yeni bir yaşanmışlıkta yine birlikteyiz

  • “Zaman kavramı biz çocuklarda farklı bir anlayışla harmanlanmıştır bu nedenle siz büyüklerin zaman kavramıyla bizim zaman kavramımız birbirinden çok farklıdır. Örneğin bir yere gitmek için hazırlanırken siz büyükler telaş içinde olursunuz. Hemen hazırlanıp, gidelim, geç kalmayalım düşünceniz vardır. Gidilecek yerde saat üçte olunması gerekiyorsa o saate adeta odaklanmışsınızdır. Siz aceleyle hazırlanırken çocuğunuzun da hızlıca hazırlanmasını ve hemencecik ayakkabılarını giymesini istersiniz. Ama genellikle çocuğunuz sizin hızınıza yetişememektedir ve hazırlanması sizin bakış açınıza göre oldukça yavaştır. Oysa gerçekteki durum hiç de öyle değildir. Sizin için hızlıca akan zaman çocuğunuz için daha yavaş geçmektedir. Bunun içindir ki; sizin telaşlı halleriniz ona anlamsız gelir hatta onu fazlasıyla tedirgin ve rahatsız eder. Siz çocuğunuza saat üçte gidilecek yerde olmanız gerektiğini söyleseniz dahi ona göre zaman sizde ki gibi hızlı geçmediğinden onun, saat üçte orada olamamak gibi bir kaygısı asla olmaz. ‘Saat üçte orada oluruz’ diye düşünür, dünyasında zamanın yavaş aktığı çocuk. İşte, tüm bunlardan sebep biz çocuklar siz büyüklere oranla zamanın tadını doya doya çıkarırız, çünkü biz biliriz ki; zaman upuzun ve biz bu uzun zamanın için bir sürü şey yaşarız ve yaşayabiliriz. 

Bazen eğlenceli, bazen zorlayıcı dersleriyle, neşeli sonbaharıyla, kışın yağan karıyla, milli ve dini bayramlarıyla, muhteşem yarışmalarıyla dopdolu, upuzun bir ikinci sınıfı geride bırakmanın vakti gelmişti. Şu yıl dedikleri ne kadar uzun ve anlata anlata bitmeyecek şeylerle dolu çok büyük bir zaman… Koskoca okul yılını da bitiriyordum ve gelsin üçüncü sınıf!

Aslında her şey kusursuz güzellikte olabilirdi. Sınıfımı geçmiştim, karnemin hepsi pekiyiydi, bir de başarı belgesi almıştım. İkinci sınıfı başarıyla tamamlamam ailemi de çok gururlandırmıştı.   Bunların hepsi çok güzeldi ta ki öğretmenim gelecek yıl bizimle birlikte olamayacağını söylediği ana kadar. Öğretmenimiz emekli olacağı için bizlerden ayrılacaktı. O disiplinli, ciddi, prensipli bir öğretmendi. Bize her zaman sevgi ve şefkatle yaklaşır, bağırarak ya da öfkeyle asla konuşmazdı. Sınıfımdaki arkadaşlarımın hepsi çok üzülmüştü öğretmenimizden ayrılacak olmamıza ama benim içimdeki sızı başka türlüydü. Kaybetmek düşüncesi beni büyük çıkmazların içine sokuyordu ve sevdiklerimi neden kaybetmek zorunda kalıyordum bunu hiç anlayamıyordum. Babaannem sonra dedem ve şimdi de öğretmenim beni bırakıp gidiyordu. Vedalaşma günü gelmişti, gözlerimin pınarında biriken yaşları tutamıyordum, damla damla yanağımdan süzülüyordu. Öğretmenim bu ayrılışın bir son olmadığını, istediğimiz zaman kendisini ziyaret edebileceğimizi söylemişti. Duyduğum bu sözler karşısında dudağımın kenarında beliren gülümseme, yanağımdan süzülen yaşlara garip bir şekilde adeta eşlik ediyordu. Gülmek sanki bana ağlamanın kardeşi olduğunu öğretiyordu.

Ben üçüncü sınıf öğrencisi oluyordum, ağabeyim de ortaokula başlıyordu, ne var ki kardeşim birinci sınıfın tamamında rahatsızlığından dolayı evde olduğu için birinci sınıfı tekrar etmesi gerekiyordu. Üzüntü ve sevinç bir arada tıpkı gülmek ve ağlamak gibi… Koca yazı arkadaşlarımdan ayrı geçirmenin burukluğu aynen geçen yılki gibi yüreğimin bir köşesine yerleşmişti. Demek ki her okul bitiminde aynı duyguları yaşayacaktım, bu duyguyu bir an evvel kabullenmeli ve bu duyguya alışmalıydım. Her şey bir yana yaz tatilim boyunca yine arkadaşlarımla bahçede, sokakta oynayabilecektim. (Biz teknoloji çocukları olmadığımızdan bilgisayarlarımız yoktu, bizim oyuncaklarımız bilgisayarlar değil, bebeklerimiz, arabalarımız, toplarımızdı. Hatta bizler derslerimiz için araştırma yapacağımız zaman kütüphaneye gider, sayfa sayfa kitaplardan araştırmalar yapardık, öyle şimdiki çocuklar gibi bir tuşa basınca bilgilere ulaşamazdık.)

Okullar kapanıp tatilin başladığı ilk günlerde annemle aramda şöyle bir konuşma geçmişti: Ben: ‘Hem Kuran-ı Kerim okumayı hem de Arapça öğrenmek için camiye gitmek istiyorum.’

Annem: ‘Nereden çıktı bu?’

Ben: ‘Öyle işte öğrenmek istiyorum.’

Annem: ‘Tamam ama bu konuyu bir de babanla konuşalım.’

Bu konuşmanın ardından annem konuyu babama açtı ve babam hiç itiraz etmeden onay verdi.

Bu onay öncesinde babamla da aramızda şöyle bir konuşma geçmişti:

Babam: ‘Bu yaz camiye mi gitmek istiyorsun?’

Ben: ‘Evet, ablam okulda İngilizce ve Almanca öğrendi, ben de camide Arapça öğreneceğim.’

Bu sözler öyle bir kararlılıkla çıkmıştı ki ağzımdan, babam duyduklarından ziyade benim tavrım karşısında çok şaşırmıştı. Kararlı bir tavırla karşı karşıya kalındığında hele ki bu tavır bir çocuktan geliyorsa şöyle bir duraksamak hatta küçücük yutkunmak hiç de sıra dışı olmaz, değil mi? Ayrıca ortanca amcam da bizim yabancı dil öğrenmemiz konusunda çok istekliydi. Özellikle İngilizce öğrenmemizi ve evde birbirimizle pratik yaparak çalışmamızı çok istiyordu. Sanırım bu kararımda o da etkili olmuştu. Henüz okulda İngilizce öğrenmeye başlamamıştım ama Arapça öğrenme fırsatım vardı. Neden bunu değerlendirmeyeyim?

Harika bir duyguydu bu, yeni bir dil öğrenecek olmanın heyecanı şimdiden içime dolmuştu. Evimize on beş dakika uzaklıktaki camiye gidebilecek olduğum için çok mutluydum. Ertesi gün annemle birlikte camiye gittik. Annem caminin hocasıyla konuştu ve derslere başlıyordum. Bu yaz daha farklı geçecekti, elbette denize gidecektim, hava geç karardığından uzun saatler sokakta kalıp oyunlar oynayabilecektim, yakınımızdaki parka gidip salıncakta sallanacak, kaydıraktan kayacaktım ve camiye gitmem sayesinde yeni bilgiler edinecektim. Geç saatlere kadar sokakta oynayıp her zamanki gibi saati unutma zamanlarım başlamıştı. (Ne de olsa bizim zaman kavramımız sizinkinden çok farklı, biraz anlayış lütfen!) Akşam yemeğine hep birlikte oturma geleneğimizi asla bozmadığımız için ablam gelip parktan alıyordu. Yaz bir başka güzeldi, gecesiyle, gündüzüyle, oyunlarıyla…”

Karar verebilmek ve verdiğiniz kararın arkasında durabilmek bu çok mühim bir ayakta durabilme hamlesidir. Kalbimin sesiyle aldığım her bir kararın ardında dim dik durdum hayatım boyunca. Belki aldığım kararların nihayetinde pişman olduğum da oldu. Ama kalbimin sesini dinleyebilmek her zaman en büyük kazanımım oldu, bu asla göz ardı edemem. Kararlarımı alırken güvendiğim insanlara kulak versem de aslen kendi kalbimi sesini dinleyerek hareket ettiğimde kendimi daha güvende hissederim. İnsanlara danışırken onların bana karşı tavırları çok mühimdir. Nasıl davranıyorlar? Alaycı mı, yıkıcı mı yoksa yardım odaklı ve yapıcı mı? Çocukluğumda aldığım ya da alacağım kararlara dair çevremdeki insanların buna benzer davranışları benim için farklı bir şekilde çok mühimdi. Olumsuz, alaycı yaklaşımlar bende alınganlık duygusunu güçlendiriyordu. Hal böyle olunca da kararlarımı paylaşmak yerine onları kendime saklamayı tercih ediyordum. Yetişkinlerin çocuklara dair yaptıkları hataların başında onların kararlarını görmezden gelmeleri, hiçe saymaları hatta hiç saygı göstermeksizin o kararlarla dalga geçmeleri. İşte bu yaklaşım çocuğun özgüven geliştirmesine engel olan ve yetişkinlik dönemlerini de olumsuz yansımalar getirecek olan çok büyük bir hatadır.  Çocuğun özgürce bir karar alıp bunu uygulamasına izin vermek gerekiyor. Elbette alınan bu kararın çocuğa zarar verme riski söz konusuysa, bu karara makul bir şekilde müdahale edebilirsiniz. Bu kararın neden uygulanmaması gerektiğini, uygulandığı takdirde kendisine vereceği zararı açıklamalısınız. Çocuk aldığı kararın sonucunun doğru ya da yanlış olduğunu kendisi görmelidir. Onun bu sonucu yaşamasına ve bir olumsuz durum söz konusu olacaksa da (elbette ki hayati bir sonuç değil) bunu görmesine ve bu durumla baş etmesine izin vermelisiniz. Kendi kararlarını veremeyen ve bu kararların sonuçlarına göre hareket etme yeteneği kazanamayan çocuklar yetişkinliklerinde de karar almadan yoksun olurlar ya da aldıkları kararların getirdiği sonuçlarla başa çıkabilmekten aciz olurlar. Kendi kararlarını alamayan insanlar başkalarının kendileri için verdiği kararlardan kurulu bir hayatı yaşamaya mahkûmdurlar. Çocuklarınızı ya da kendinizi böyle bir mahkûmiyete maruz bırakmayın…

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN

ÇAKRA – ‘SAKRAL ÇAKRA’

Kıymetli dostlarım ‘Çakra’ konusuna Temmuz ayında (09.07.21) paylaştığım bir yazımla giriş yapmıştım. Çarka konusuna girişle birlikte yedi çakranın birinci olan Kök Çakra konusunu derinlemesine işlemiştik. Yedi çakranın tamamını periyodik olarak sizlerle paylaşacağımı ayrıca belirtmiştim. Bugün de çakralardan ikincisi olan ‘Sakral Çakra’ konusunu tüm detaylarıyla anlatmak üzere sizlerleyim. Bir önceki yazımda çakranın ne olduğunu, insanlar üzerinde nasıl bir etkiye sahip olduğunu, anlaşılmasının kolay olabileceğine inandığım en yalın ifadelerle dikkatlerinize sunmuştum. Bunun için ana başlığa yeniden değinmeyeceğim.

Her çakranın farklı tür enerjinin giriş kapısı olduğunu söylemiştik. Sakral Çakra’ da tıpkı diğer çakralar gibi mühim bir enerjinin giriş kapısıdır.

Sakral Çakra’ ya dair kısa bir bilgilendirme yaptıktan sonra konunun tüm detaylarıyla sizleri baş başa bırakacağım. Bu çarka genel anlamda dişil enerji ve cinsellik olarak anlaşılsa da en önemli vurgusu alma-verme dengesinin sağlıklı şekilde kurulmasını sağlar. Şöyle ki; Sakral Çakra duygu merkezimizdir. Bu çarka insanlarla ve doğayla sağlıklı ilişkiler kurabilmenizin yanında, yaratıcılık, sevinç, azim gibi duygularla kişinin kendini sevmesinde etkin rol oynar. Bu çakra dengede olduğu zaman duygularımızı daha sağlıklı ve rahat biçimde ifade ederiz, sevgiyi doğal olarak koşulsuzca verir ve alırız. Alma-verme dengesi dediğimiz bu denge bozulduğu zaman çakra tıkandığı zaman kişinin üreme sisteminde rahatsızlıklar ortaya çıkar. Bu denge elbette maddi nitelikli faktörlerden değil manevi nitelikli faktörlerden etkilenir.

Çakralarımın aktif hale gelmesi, olası tıkanmaların önüne geçmek için meditasyonun yanı sıra taşlarla da çalışıyorum. Biliyorsunuz ki her bir çakranın kendine has taşı vardır. Şayet derseniz ki: ‘Ben de meditasyon yapıyorum ve taşlarla da çalışıyorum ama çakralarımın tıkanıklığının giderilmesini sağlayamıyorum.’ Bu durumda bu tıkanıklığa sebep olan ruhsal travmalarınız söz konusu olabilir. Bunun için öncelikle bu travmaları bulup, onları temizleyip, şifalandırmanız gerekmektedir. Bu önemli detayı çözümlerseniz istenilen sonuca ulaşabilirsiniz. Korkularınızla yüzleşip onlardan arındıktan sonra çakralarınızı etkin hale getirmeniz kolaylaşacaktır. 

Hayatın enerjisini anlamak için çakraların enerjisini anlamak ve bu enerji kapılarını aktif hale getirmek gereklidir.

****

Sakral Çakra Nedir?

Sakral çakra kök çakranın bir kademe üzerinde 2. Seviye kapsamında bulunmaktadır. Karnın hemen alt bölgesinde yer alır. Bu noktada bulunan üreme organları ile yakın bir manasal ilişkinin söz konusu olduğu da belirtilmelidir. Yer aldığı nokta itibari ile göbek çakrası ya da göbek altı çakrası şeklinde de tanımlanıyor. Her çakrada olduğu gibi bu noktada yaşanana aksaklıklar da direkt olarak günlük hayatı derinden etkileyecek sorunlara yol açabilmektedir.

Bağırsaklardan mesaneye ve üreme organlarına kadar birçok noktayı etkisi altında bulunduran bu çakra etkisi ile göz kamaştırıyor. Yaşanan sorunlar her ne kadar sıkıntılı olsa da sakral çakranın akış içerisinde olması ve huzuru yakalamanız için dengede bulunması hayat enerjinizi artıracak olan temel faktörler arasında bulunuyor.

Sakral Çakranın Etki Alanında Neler Vardır?

Sakral çakra ile alakalı temel bilgileri elde ettikten sonra bu çakra ile alakalı süreçlerin neleri etkilediğini de net olarak bilmelidir. Bu detaylara hakim olmanız herhangi bir aksaklık yaşandığı zaman en azından bu aksaklıkların düzenlenmesi konusunda size fırsat sunacaktır;

Duygular, Hisler

İlişkiler, duygusal yoğunluk

Bu alanlar hayatın akışını hem fiziksel hem de psikolojik yönden derinden etkilemektedir. Sosyal hayatınızı düzene koyarken aynı zamanda iç huzurunuzu da pekiştirmek için en doğru noktalardan birinde bulunuyorsunuz!

Sakral Çakranın Özel Yağları Nelerdir?

Çakralar üzerine çalışırken kişilerin çakranın gelişim süreci ile alakalı da net bilgi sahibi olması gerekiyor. Bu noktada size iyi gelecek ve çakrayı destekleyen özel yağları özümsemelisiniz. Bu yağlar;

Kınalı yüksük

Venüs çarığı

Hibiskus

Sunulan yağların doğal içerikli olmasına özellikle dikkat etmelisiniz. Bu süreç içerisinde meditasyon süreci içerisinde yağlara yer vermek çakranızın iyi bir duruma getirilmesi konusunda büyük bir katkı sağlayacaktır.

Masaj ile vücudun rahatlamasını sağlarken ya da duşa aldığınız suya karıştırarak da sorunsuz şekilde çakranın desteklenmesini mümkün kılabilirsiniz. Masaj sırasında hem kaslarınız gevşeyecek hem de çakrayı destekleyen bu hoş rayihalar ile bedeniniz şifa bulacaktır.

Çakranın Özel Kristalleri Hangileridir?

Meditasyon denildiği zaman akla ilk olarak gelen noktaların başında kesinlikle kristaller geliyor. Bu kristaller kapsamında hem ruhi hem de bedensel sağlığınızı direkt olarak olumlu yönde etkileyecek bir fırsat yakalayabilirsiniz.

Çakraların kendi iyileşme süreçlerini hızlandıracak farklı kristaller bulunuyor. Sakral çakra kapsamında kullanabileceğiniz kristal seçeneklerinden bazıları;

Ay taşı

Turuncu turmalin

Kullanılan kristallerin satın alım sonrasında nötrlenmesi gerekiyor. Bu aşamanın akabinde belirli aralıklar ile temizleme işlemine tabi tutulması da ayrıca büyük öneme sahiptir. Seçmiş olduğunuz kristalin muhakkak dolunay zamanı toprağa gömerek ya da adaçayı yakarak temizlenmesi gerekir. Taşların gerçek olması gerekiyor.

Meditasyon sırasında hem çakraya iyi gelen yağlar hem de bu tür kristalleri kullanarak sürecin sizin için çok daha sorunsuz ilerlemesini sağlayabilirsiniz. Çakra sadece tek bir aşama ya da ek sistem ile çözüme kavuşturulacak bir unsur değildir. Daha çok boyutlu düşünülmesi gerekir. Ancak bu şekilde bedensel sağlığınızı ve ruhsal dinginliğinizi sağlayacak bir fırsat bulabilirsiniz.

Hangi Besinler Sakral Çakrayı Destekler?

Çakraların sadece ruhani boyutta beslendiğini düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Bu noktada özellikle günlük olarak neler tükettiğinize dikkat etmelisiniz. Seçilen ürünlerin doğal olması ve özellikle sıkıntı yaşadığınız çakrayı beslemesi büyük önem arz eder. Sakral çakrayı besleyen nitelikler;

Karpuz, kavun, çilek, portakal, Hindistan cevizi, badem, susam

Bu ürünleri kullanırken meditasyonlarınıza ve yoganıza da devam etmelisiniz. Ancak bu şekilde sağlığınızı ve iç huzurunuzu yeniden kazanabilirsiniz. Bu yaşam tarzının çok boyutlu olduğu bilinmelidir. Tek bir alanda gelişim kaydetmek isterken çok boyutlu düşünmelisiniz. Gelişim ancak bu şekilde en verimli hale gelecektir.

Günlük hayatınızın parçası yapmadan ruhi manada gelişim kaydedilmesinin oldukça zor olduğu da tecrübe edilmiştir. Beslenmeden meditasyona ve sosyal ilişkilerinize kadar her alanda gerekli olan denetimler sağlanmalı ve hayatınızı düzene sokmak için inisiyatif almaya gönüllü olmalısınız.

Sakral Çakranın Rengi Nedir?

Her çakranın sahip olduğu niteliklerin dışa vurulmasını sağlayan bir rengi bulunmaktadır. Çakralar arasında 2. Sırada yer alan sakral sistemin rengi de turuncu olarak belirlenmiştir. Bu rengin temel özelliğine bakıldığı zaman enerjiyi simgelediği görülüyor.

Sakral Çakrada Yetersizlik Olması Nasıl Sonuçlar Ortaya Çıkarır?

Sakral çakranın yeterli enerjiye sahip olmaması ve sönükleşmesi hayatınızı temelden etkileyecek olumsuz etkilere sahiptir. Bu noktada dikkate alınması gereken belirtiler;

Self sabotaj denilen kavram ortaya çıkabilir. Mutlu olmaktan ya da keyif almaktan korkan bir hale gelebilirsiniz.

Özgünlük ve yaratıcılık konusunda formdan düşebilirsiniz.

Depresyon sakral çakrada meydana gelen sıkıntıların bir yansımasıdır.

Bu belirtilerden birine ya da birkaçına rastlıyorsanız genel meditasyon süreci içerisinde muhakkak 2. Çakra evine önem vermeniz gerekiyor. Hem bireysel gelişiminiz hem de toplumsal yaşantınız bu durumdan direkt olarak etkilenecektir. Çakraların her biri için aynı durum söz konusudur.

Sakral Çakranın Çok Aktif Olması Nasıl Sonuçlar Doğurur?

Duygusal olarak sıkıntılı olan ortamlarda vermemeniz gereken tepkiler verebilirsiniz. Bunun yanı sıra günlük işlerinize konsantre olamayacağınız bir duygu yoğunluğunun içerisinde kendinizi bulabilirsiniz. Abdominal kaslarda kramplar bu çakrada sorun olduğunu en net yansıtan fiziksel işaretlerin başında geliyor.

Hayatınızda belirlemiş olduğunuz bazı insanlara ve objelere gerekenden çok önem vermek ve bağlılık göstermek de sakral çakrada sorun olduğunun işaretlerindendir. Çakraların hem çok çalışması hem de çalışmasında bir sıkıntı olması vücut işlerliğini bozan noktalardandır. Dengede olması en çok tercih edilen husustur.

Çakraların dengede olması sorunsuz bir hayat akışına sahip olunması için en ideal kriterdir. Tabi ki kişilerin hiçbir müdahalede bulunmadan çakraların kendi doğrultularında dengeye girmelerini beklemeleri doğru olmayacaktır. Bu noktada eğişim talep ediyorsanız inisiyatif almanız gerekiyor. Ancak bu şekilde külli bir değişim ve gelişim içerisine girebilirsiniz. Bu noktada inisiyatif almadan değişim beklemek hayal kırıklığı olacaktır.

Sakral Çakraya Hangi Telkinler ile Yaklaşılmalıdır?

Her çakranın sesli dile getirildiği zaman iyileşme sürecine geçeceği bazı telkinler bulunuyor. Hem günlük yaşamda hem de meditasyon süresi içerisinde bu telkinlere yer vermek sizin için oldukça memnuniyet verici bir duruş ortaya çıkaracaktır. Sakral çakraya iyi gelecek telkinler;

Kendi bedenimle mutluyum ve kendimi seviyorum.

Sağlıklı sınırlara sahibim.

Kendi duygularım doğrultusunda tecrübe kazanma hakkım var.

Kendi ihtiyaçlarımı nasıl karşılamam gerektiğini biliyorum.

Kendi bedenime saygı duyuyorum ve değer veriyorum.

Duygularım ruhumun yansımasıdır.

Bu telkinleri birer hayat tarzı haline getirdiğiniz zaman çakranın sorunsuz şekilde şifa bulduğunu göreceksiniz. Öncelikle iyileşme aşamanızın kendi zihninizden başladığı da bilinmelidir. Zihninizde bu durumu çözüme kavuşturmadan yapılan meditasyonların herhangi bir sonuç vermeyeceği düşünülüyor.

Sakral çakra ile iletişime geçmeye hazır olup olmadığınızı da kontrol etmelisiniz. İnsanlar her zaman kendileri ile yüzleşecekleri bir güce sahip olmuyorlar. Öncelikle bu gücü topladıktan sonra harekete geçmelisiniz. Aksi takdirde sıkıntılar ile karşılaşılabilir.

İç ve Dış Dünyanın Anlamlandırılma Noktası!

Sakral çakra iç dünyanızı tanırken aynı zamanda istek ve arzularınıza aşina olma konusunda da size yol gösterecektir. Bunun yanı sıra dış dünya ile iletişim kurma aşamasında gerekli olan dengeler kusursuz bir biçimde sakral çakranın sisteminden geçerek işleme alınır.

İç dünyanızı tanımanın aynı zamanda hayatınızda isteklerinize de yön vereceğini göreceksiniz. Bu süreç içerisinde hem isteklerin dışa vurumu hem de kendinizi tanıma yolculuğuna çıkma aşamasında sakral çakra büyük rol oynuyor.

Mutluluğun Anahtarı Çakra Hareketlerin!

Mutluluğun anahtarını kaybettiğini düşündüğünüz noktalarda sakral çakradan yardım almalısınız. İçinizde yer alan mutluluk beklentisinin en önemli kaynağı kesinlikle sakral çakradır. Bu nedenle özellikle sıkıntılı ve depresif olduğunuz dönemlerde sakral çakraya meditasyonlarda yer vermek ve yogayı bu amaç ile yürütmek çok daha mantıklı bir sonuç verecektir.

Akışta hissetmek kişilerin mutluluğu elde etmek için ilk olarak elde etmeleri gereken niteliklerdendir. Hayatın geçmiş yüzü ya da gelecek kaygısı ile alakalı olarak herhangi bir sorun yaşamadan tadını çıkarmak adına sakral çakranın akış kavramına aşina olmalısınız. Bu şekilde endişe ya da pişmanlıklar ile değil anda kalma duygusunun tatmini ile hareket edebilirsiniz.

Kendi Bilinmeyen Yönlerinizi Keşfe Çıkın!

Sakral çakra aynı zamanda karanlık taraf ( darkside ) olarak da nitelendirilmektedir. Sizin kendiniz ile alakalı bilmediğiniz ya da kabul etmek istemediğiniz hususlar olabilir. Bu noktada kendinizi dahi tanımadığınız tüm noktalar ile alakalı yönleri keşfe çıkmanın tadını çıkarabilirsiniz.

Hem pişmanlıklarınız ile hem de istekleriniz ile yüzleşmek için en doğru merkezlerden birinde bulunuyorsunuz. Tek yapmanız gereken Sakral çakranıza ya da bir diğer adı ile Svadhisthana’ya odaklanmak.

Çakranız size doğru yolu gösterecektir. Kendinizi ve arzularınızı daha yakından tanıdıkça sizin için elde edilecek olan mutluluğun ve uyumun en yüksek dereceye çıkacağı da belirtilmelidir.

Bastırılmış Utançlar, Suçluluk ve Pişmanlıklar

Sakral çakranız üzerinde çalışmalar yaparken özellikle utançlar ile yüzleşmeye ya da bastırılmış duyguların ön plana çıkmasına alışkın olmalısınız. Bu süreç içerisinde özellikle kendinizi tanıma serüveninin daha karanlık ve belki de bir süre sizi olumsuz yönde etkileyecek tarafına aşina olabilirsiniz.

Utançlar ve suçluluk duygusu ile barışmak sizin için hayatınızda yeni ve çok daha huzurlu bir sayfanın açılmasını sağlayacaktır. Bu süreç içerisinde pişmanlıklarınızı sineye çekerek ve kendinizi olduğunuz gibi severek öz benliğiniz ile barışabilirsiniz. En temel kaynak sevgidir. Sevginin temel nitelik olmadığı hiçbir kişide kişisel gelişim kaydedilemez.

***

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

RUHUMUZ GERÇEKTEN GÜZEL Mİ?

Bugün üzerine konuşacağımız ve sizlerin de düşüncelerini duymayı istediğim konumuz; başta canlılar olmak üzere cansız nesneleri dahil ederek, bu bütüne karşı hal ve davranışlar hakkında olsa da öncelikle esas gerçeklik olan ‘ruh güzelliğine’ değinmek istiyorum.

Aristoteles der ki; ‘Ruh güzelliği beden güzelliği kadar kolay görülmez.’

Üstadın bu sözünden yola çıkalım. İstisnasız hemen herkes başlangıçta bir kişinin güzelliğinden bahsedecekse dış görüntüsüne dair söylemlerde bulunur. Aslında bu düşünce şeklinde yanlış bir durum olduğu söylenemez. Çünkü ilk anda dış dünyayla iletişimimizi kurmamızı sağlayan duyu organımız göz görüntüyü algılar ve hızlıca değerlendirir. Gördüğü bedeni ya da bir nesneyi güzel ya da güzel değil şeklinde yorumlar. Kimileri ise gözün yorumuna izin vermeksizin gönül gözüyle yorumlar gördüğünü,  ancak bu durum nadir kişiler için geçerlidir. Bunun için istisnai kişiler bir kenara koyarak genel bir bakış açısıyla bakalım konuya. Asıl olan şudur: ‘Kişinin beden güzelliği başlangıç için kısıtlı bir değerlendirmeden öte değildir. Çünkü esas güzellik yani iç güzelliği, ruh güzelliğidir ve bu güzellik insanları birbirine yakınlaştıran ve bağlayan bir değerdir. Ne var ki, bu güzelliği anlayabilmek için karşınızdakini tanımanız, onun için emek vermeniz gerekmektedir. Bu güzelliği anlayabilmek çoğu zaman bir çırpıda olmamaktadır. Elbette, ruhu güzel olan sadece kendine ve yakınlarındakine sevgi dolu, merhametli, iyi niyetli değildir, tüm dünyaya, yaratılmış tüm canlılara, üretilmiş tüm nesnelere karşı sevgi doludur, merhametlidir, iyi niyetlidir. Canlıları anladık ama cansızlara yani üretilmişlere nasıl olacak bu demeyin! Nasıl olduğunu ve olacağına örneklerle birlikte bakalım.

Hiç kimse benim ruhumda eksik kalan hisler var hatta gerçek sevgiyi bilmiyorum demez. Ruhunun muhteşem bir güzelliğe sahip olduğunu düşünür. Kendisiyle yüzleşmeyi başarabilmiş insanlarsa ruhlarında yarım kalan duyguları keşfeder ve bunları şifalandırabilir. Çok defa bu şifalanmaya ve beraberinde ki dönüşüme tanık olduğumu sevinerek söylemek isterim. Bizim konumuz ruhunda ki eksiklikleri fark edemeyen insanların kendilerini nasıl gösterdiğini gözler önüne serecek.

İyilik, güzellik sadece insanlara yönelik bir hissiyat ya da davranış şekli değildir. İnsanların yanı sıra hayvanlara, bitkilere, insanlığa sunulmuş tüm canlılara karşı sevgi dolu, merhametli ve iyi olunmalıdır. Sadece insanlara güzel duygular beslemek ruh güzelliğini göstermez. İfadenin içinde ‘sadece’ kelimesi geçiyorsa zaten eksik kalan bir şeylerin olduğu aşikârdır. İyi davranışta, sevgi de ayrım olmaz, kategorize etmek olmaz.

‘İnsanları severim ama hayvanları sevmem!’ ‘Hayvanları severim ama insanları sevmem!’ ‘Her yaratılanı severim ama çiçekler hariç!’ ‘Hayvanları severim, insanları da severim ama o çocuklar yok mu işte onları sevmem!’

‘İnsanları severim ama hayvanları sevmem!’  Nasıl üzücü bir söz bu! Hayvanlar bize emanet edilen Yaradan’ın dilsiz kullarıdır. Bir baksanız onların gözlerinin içine işte orada karşılıksız sevgiyi hemencecik görebilirsiniz.Ama gerçekten bakarsanız! Tamam, belki bir hayvanla alakalı travmanız var, bir köpek tarafından ısırıldınız ya da bir şekilde zarar gördünüz ama sevmem ifadesi çok can yakıcı bir ifade olmuyor mu? Yaklaşamayabilirsiniz hayvanlara ama sevmemezlik etmeyin. Onlar yaratılmış çok güzel varlıklardır ve çoğu insanların bakımına, ilgisine, sevgisine muhtaçtır. Sevmiyorum diyerek onlara asla zarar vermeyin, onlara umursamaz, duyarsız olmayın. En çok da ruhunuzun güzelleşmesini ‘hayvanları sevmem’ kelimeleriyle engellemeyin.

‘Hayvanları severim ama insanları sevmem!’ Oldu mu şimdi? Bu düşünce şekli doğru mu? Bazı insanlar sizi üzmüş, yaralamış olabilir ama genelleme yapıp da insanlarla bağınızı kopartmayın, onlar sevmemezlik etmeyin. Emin olun, ruhu güzel birçok insan var dünya da ve onlara ulaşmak için, onları hayatınıza dahil etmek için çabalayın, emek verin. Bizler insanlarla bütünleşiriz, tek başımıza kaldığımızda toprağı olmayan bir bitkiden öte olamayız. İnsanları severken, onlara iyi davranırken onları kendi içlerinde sınıflandırmayın. Dış dünyada herkese iyi davranıp evde eşinizi üzmeyin, onu hırpalamayın. Eşit sevin…

‘Her yaratılanı severim ama çiçekler hariç!’ Bitkiler, çiçekler o mis kokularıyla, güzel renkleriyle adeta ruhlarımızı şenlendirmek için yaratılmışlardır. Onları sevmeden, bir çiçeği koklamadan, bir ağacı, bir çimeni sulamadan nasıl yaşanır?

‘Hayvanları severim, insanları da severim ama o çocuklar yok mu işte onları sevmem!’ Demek ki sen hiç çocuk olmadın, böylece, yani bir yetişkin olarak dünyaya geldin. Yaratılan en nadide varlıklardır bebekler. Zamanla ayaklanmaya, dillenmeye başlarlar ve etrafı şenlendiren çocuklar olarak daha belirgin bir şekilde dünyamıza dahil olurlar. Sıcacıktır bakışları, gülüşleri ömre bedeldir… Çocukları sevmediğini söyleyen insanların kendi çocukluk dönemlerinde ağır travmalar yaşadığını düşünüyorum. Belki de mutlu olmadıkları, olamadıkları çocukluk dönemlerinin acısını, öfkesini, kinini yetişkin olduklarında diğer çocuklara yansıtıyor olabilirler. Eğer sizlerde bu duygu içindeyseniz ya da çevrenizde böyle bir duyguya sahip olan biri ya da birileri varsa lütfen bu duygunun yenilmesini sağlayın. Şu kısacık ömürlerinizi bir çocuk başını okşamanın hazzını hissetmeden, onların sıcacık gülümsemelerine vesile olmadan yaşamayın. Hayata dair böyle büyük bir kaybınız olmasın. Bu kayıp güzel bir ruha sahip olabilmenizin önünde ki en büyük engeldir. Bunu asla unutmayın.

İnsan olsun, bitki olsun, hayvan olsun, ne olursa olsun tüm canlılara karşı içinizde merhamet, sevgi ve güzellikler taşıyın ve bu duygularınızın katlanarak büyümesine izin verin. Hiçbir canlıyı diğerinden ayırıp anlamsız şekilde kategorize etmeyin. Her bir canlının değeri paha biçilmez niteliktedir.

Gelelim yaratılmışlar dışında üretilmiş cansız varlılara. Örneğin hastanede sıramızı beklerken oturduğumuz, bize hizmet etmek için üretilmiş koltuğa. Beklemekten sıkıldın diye koltuğun döşemesini tırnağınla kazıyıp zarar vermek niye? İş yerinde kullandığın masanın üzerini karalamak niye? Sözde bir şeye kızdın diye insanların dinlenmesi için yapılmış o banka zarar vermek onu kırmak niye? Böyle onlarcasını sıralayabilirim… Bu nesneler insanlar için yine insanlar tarafından üretildi. Nesnelere zarar vermek o insanların emeklerine zarar vermek, onlara değer vermemek, insanları sevmemek demektir. Bunları yapan birinin ruhunun güzelliğinden bahsetmek mümkün olabilir mi?

Dış görünüşün güzelliği Yaradan tarafından bize verilir ve bu güzelliği herkes farklı değerlendirir. Kimine göre güzelliğiniz kabul görür, kimine göre kabul görmez. Ruh güzelliği ise nadide bir şeydir. Sadece bir davranışla, bir hisle sınırlandırılamaz. İnsanın elindedir ruhunu güzelleştirmek ya da güzelleştirememek. Ruhunuz güzelse bu güzelliğiniz herkes tarafından istisnasız kabul görür.

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN

DEĞİŞİM OLUMLAMASI

Yeni bir olumlamada yeniden birlikteyiz. Sevgili R. Şanal’ın ‘Değişim’ konusu hakkındaki olumlamasına geçmeden evvel kısacık da olsa söylemek istediklerim var.

Olumlamalara dair tecrübelerimden edindiğim en önemli nokta: ‘Olumlama yaparak hayata karşı büyük bir motivasyon gücü kazandığınızdır.’ Bu motivasyonla birlikte negatif kelimeler yerini pozitif kelimelere bırakır. Bu bırakış size yeni yaklaşımların ve yeni olasılıkların kapısını açar. Daha önce fark etmediğiniz bu kapılar düşünce şeklinize yenilikler ve tabii ki güzellikler katar. Bilinçaltınız negatifliklerden temizlenir ve böylece arınma başlar.  Arınmayla birlikte ruhunuzdaki olumsuzluklar, kalıplar, alışkanlıklar silkelenmeye başlar. Böylelikle çoğu insanın konfor alanın dışına çıkmamak için kendinde yapamadığı değişimler sizde başlar ve  tam hız da devam etmek için şaha kalkmış bir şekilde yoluna devam eder. Hal böyle olunca da farkındalığa erişmiş ve daha huzurlu bir hayata merhaba demiş olursunuz. Olumlamamıza geçmeden önce ‘Değişim ve Dönüşüm’ konusuna dair özel yazımı yakında sizlere sunacağımı bildirmek. Evet, sıra geldi sizleri olumlamamızla baş başa bırakmaya! Keyifli okumalar ve güzel kazanımlar diliyorum…

★★★★★

“İlerlemem gerektiğinde değişmem de gerekiyordu. Her değişim bir tür ölümdür ve hiç kimse değişmeden duramaz.

Bütün evren her an yok olur ve sonra yeniden değişerek var olur.

Ben de değişirim. Her an, her soluk alışımda. Hiçbir zaman bir önceki solukta olduğumda kişi olmam.

Hayatın akışına uyum sağlayıp onunla akarken, hep yenilendiğimi ve olgunlaştığımı bilirim.

Hem hep aynı kalırım hem de hiçbir zaman bir önceki gibi olmam. Her şey beni değiştirmek için vardır. Ciğerlerime dolan hava, attığım adım, okuduğum kitap beni değiştirir. Eşim beni değiştirir, çocuğum, arkadaşım ve yabancı sandığım kişiler beni değiştirirler.

Ay beni değiştirir, güneş beni değiştirir. Onlar beni değiştirirken, ben de onların değişimine katkıda bulunan milyonlarca etkiden birini yapmış olurum.

Hepimiz birbirimizi değiştirir ve değişiriz. Bu ne güzel bir danstır. Ve ne güzel bir armoni!

Değişerek aynı kalmanın sırrını hissettikçe, boşluğun ve belirsizliğin rüzgarına kendimi bıraktıkça, hayatın beni götürdüğü her anda yeni şeyler bulurum.

Her köşede bir sürpriz, bir hediye ve bir heyecan beni bekler. Bu değişim içimi ürperttiğinde ve karanlık boşluğa gözlerimi dikip öylece baktığımda yine de bilirim ki, yolumu aydınlatacak bir ışık çıkacaktır bir yerlerden.

Zamanın akışı beni kendi gerçeğime, zamanın içinde gizli duran gerçeğe götürür.

Değişimi severim ve değişerek olurum her an. Önümü göremediğimde, bastığım yeri bilemediğimde yürürüm yine de gözlerim karanlığa alışıncaya kadar ilerlerim.

Bilirim ki ortalık aydınlandığında ve karanlık dağıldığında, yepyeni bir görüntü bütün berraklığıyla ortaya çıkacaktır.

Değişirken sınırlarımı zorlamak ve kendimi esnetmek zorunda olduğumu bilirim. Konfor alanlarımdan dışarı çıkmak beni zorlayabilir.

Ama sürecin sonunda alacağım ödülün, değişim sırasında çekeceğim sıkıntılara değeceğini bilirim.”

★★★★★

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN

ANILARIN İZLERİ YOK OLMAZ

Gecenin karanlığında başım gökyüzüne çevrilmiş öylece duruyordum, yüzlerce hatta binlerce yıldız onları seyrettiğimi fark etmişçesine kendi ışıklarıyla aydınlattıkları evlerinden manalı bir şekilde bana göz kırpıyordu. Orada öylece durup ne mi yapıyordum o gecenin uçsuz bucaksız karanlığında? Yıldızların kaymasını bekliyordum elbette ki, bundan daha özel ne olabilirdi ki? İşte tam o anda bir yıldız daha kaymış ve ben yeni bir dilek daha tutmuştum. Çocukluğumda öğretmişlerdi bana bir yıldız kaydığında dilek tutulması gerektiğini ve o dileğin mutlaka bir gün yerine geleceğini. Okulda öğrendiklerimden bildiğim şuydu ki; yıldız kayması olarak bilinen bu durum aslında bir gök taşının atmosferden içeri girmesi, hızlıca yanması ve gözden kaybolmasıydı. Ama bilimsel gerçeklik yerine bir yıldızın kaydığını düşünmek ve o anda bir dilek tutmak, hele ki o dileğin gerçekleşeceğine inanmak bana daha doğru ve mistik geliyordu. Anıları kayan yıldızlara benzetirim kimi zaman. Bir yıldız kayar, geçer gider geride tutulan dileklerin gerçekleşmesini beklemek kalır. Anılarda öyle değil midir? Anlar yaşanır, geçer gider geride ise bıraktıkları izler yani anılar kalır. Haksız mıyım bu benzetmede?  Şimdi, geçip giden ve ardında elbette izler bırakmış olan anılara yolculuk yapmanın tam zamanı. Sandık açılır ve yeniden geçmişten anları günümüze taşır. Bakalım nelere şahitlik edeceksiniz benim dünyamda.

Milli bayramlarımızın benim için ne denli önemli mana yüklü olduğunu anlatmıştım sizlere. 23 Nisan gibi coşkulu ve özel olan bayramımıza dair anım geçen paylaşımımda sizlerleydi. Şimdi sıra geldi dini bayramlarımızın coşkularına, hissettirdiği güzel duygulara.  

  • “23 Nisan Ulusal Egemenlik Çocuk Bayramı kutlamaları muhteşem geçmişti. Biz çocukların bu bayramından yaklaşık bir hafta sonra da üç gün sürecek olan Ramazan Bayramımız vardı. Hemen her evde yaşanan hummalı hazırlıklar bizde de başlamıştı. Bayrama hazırlık için annem evimizi tabiri caizi yerinde ise dip bucak temizlemeye başlamıştı. Evin dokunulmamış hiçbir köşesi kalmamalıydı, her bir taraf bal dök yala misali pırıl pırıl olmalıydı. Bilirsiniz bahar ve kış temizlikleri de oldukça detaylı yapılır evlerimizde ama iş bayram temizliğine gelince bu temizlik diğer temizliklerden çok daha farklı olurdu. Tabii ki coşkusu da cabası! Elbette bayramın o eşsiz duygusu hissettirirdi bu coşkuyu. İş sadece temizlikle bitmezdi. Temizlik tamam olmalıydı ki ardından bayram sofrasının ve misafirlere yapılacak ikramların hazırlıklarına bir an evvel başlanabilsin. Börekler yapılır, baklavalar açılır, sarmalar sarılır, türlü yemekler hazırlanırdı. Evin içi adeta bir pastane, bir restoran gibi kokardı ve biz çocuklar o kokuların peşinden adeta sürüklenirdik. O kokular halen burnumdadır ve bir taraftan bu kokuları halen hissediyor olmak içimde hüzünlü dolu bir his yaratıyor. Temizlik, yemekler… Hazırlıklar elbette sadece bunlarla bitemezdi. Yaşasın bayram kıyafeti alışverişi! Evin çocukları bizler, annemle bayram kıyafeti alışverişine çıkardık. O güzel elbiselerimizi dikmek için annem evin kızlarına süslü, rengarenk kumaşlar alırdı ve tabii ki kumaşlara uygun ayakkabılar. Annem, ağabeyim ve kardeşime de pantolon, üzerine gömlek ve ayakkabı alırdı. Alışveriş bitip de eve gelince pantolonlar onların boylarına göre ayarlanır, kesilir, biçilir, dikilir ve anneciğimin becerikli elleriyle bayram sabahına hazır hale getirilirdi. Diğer taraftan bizim elbiselerimiz için provalar yapılır, dikiş makinesinin başında itinalı ve bol emekli saatler geçirilirdi. Bayram sabahına uyanacağımız gece bir türlü bitmez, sabahın aydınlığı bir türlü gelmeyi bilmezdi. Gece boyunca kıyafetlerimizde o heyecanlı bekleyişi sanki bizimle hisseder ve başucumuzda sabahın bir an evvel gelmesini dua edercesine beklerdi. Eminim birçok evde bizim bekleyişimizi yaşayan çocuklar vardı ve o evlerdeki her bir heyecan birleşir bayram sabahı kucaklamak için büyük bir enerji oluştururdu. Sabah olup da o muhteşem kıyafetleri giydiğimde kendimi bir şatoda yaşayan prenses gibi güzel ve özel hissederdim. Ablamda o yeni giysileriyle prenses gibi olurdu ve evin küçük erkekleri de birer prens…  Bayram şölenine katılmaya hepimiz hazır olurduk.
  • Bayram sabahı kurulan sofra o bildik kahvaltı sofralarına hiç benzemezdi, sanki akşam yemeği sofrası gibi yemeklerle donatılırdı. Börekler, sarmalar, baklavalar, türlü atıştırmalıklar… Birbirimizle bayramlaştıktan sonra o büyülü masaya bütün aile eksiksiz oturur, keyifle, güle oynaya yemeklerimizi yerdik. Yemeğin ardından babamla evimize on dakikada uzaklıkta olan pastaneye gider tatlı ve çikolata alırdık. Bu alışverişi özellikle babam yapardı, öncesinde çok çalıştığı için vakti olmadığından bayramın ilk gününe kalırdı bu alışveriş. Babamla birlikte o pastaneye gitmeyi çok severdim çünkü yol boyu bayramın sevincini yaşayan, ellerinde tatlı, çikolata, şeker paketleri taşıyan, yakınlarıyla bayramlaşmaya giden insanların, ailelerin görüntüsü benim için en güzel manzara olurdu. Bilirdim ki herkes çok mutlu… Pastane alışverişi bitip eve döndükten sonra iki amcamla bayramlaşmak için ablam, ağabeyim ve kardeşim yolla koyulurduk. Babam ailenin büyüğü olduğundan annemle birlikte evde kalır onların kendilerini ziyaret etmelerini beklerlerdi. İlk durağımız ortanca amcamın evi olurdu. Yengem her bayram istisnasız yaptığı ve tadına doyulmaz o meşhur revani tatlısını bize ikram ederdi. Ah o tatlının mis kokusu! Amcam da bizlere bayram harçlıklarımızı verirdi. Bayram harçlığı hakikatten farklı bir şeydir biz çocuklar için. O harçlık bir paradan öte hediyedir ve hediye almak kimi mutlu etmezdi ki? Revaniyi yer, harçlıkları alır, sohbet eder ve sonra küçük amcama gitmek üzere ayaklanırdık. Küçük amcam, ortanca amcamın yan dairesinde oturduğundan hemencecik kendimizi onun evinde ve koltuklara yerleşmiş olarak bulurduk. Küçük amcam diğer amcama göre daha yumuşak mizaçlı olduğundan onlardaki sohbetimiz daha farklı olurdu galiba daha esnek ve daha rahat olurdu. Çünkü diğer amcamın yanında hatalı davranıp, yanlış bir şey yapıp sonunda da azar işitmeyi göze alamadığımızdan hep daha dikkatli ve kontrollü davranırdık. Küçük amcam da bizlere bayram harçlıklarımızı takdim ederdi. İşte bu ziyaretlerin en keyifli anıydı! Evde büyük bir sofradan kalkıp karnımızı iyice doyurduğumuzdan, üstüne bir de yengemin leziz revanisini yediğimizden sebep yeni ikramlara zerre yer kalmazdı midemde. Ama bayram işte, gidilen her yerde ikramların ardı arkası kesilmezdi ah bir de o ısrar etmeler olmasa… İlla yiyeceksin ikram edileni, yoksa ayıp olur. Küçük yengem tabi ki yaptığı güzel yiyecekleri benim de tatmamı istiyordu, ama ne mümkün, midemde bir damla suya dahi yer yoktu. Zaten çok iştahlı bir çocukta değildim, işte bunun için böylesine tokken bir de ısrarları duyunca çok rahatsız olurdum. Bana ısrarlı bir tavırla yaklaşılmamalıydı, böyle olunca kendimi savunmasız, huzursuz ve mutsuz hissediyordum. Amca ziyaretlerinin ardından evimize dönerdik ve ardından bizim evimize yapılan ziyaretler başlardı. Amcamlar tek tek bayramlaşmaya gelirlerdi ve tabii ki diğer ziyaretçilerimiz, komşularımız, akrabalarımız… Ziyaretçilerimiz gittikten sonra sıra bizim ziyaretlerimize gelirdi. Gidilen ziyaretleri babam kısa tutardı, sadece bayramlarda birkaç gün evde olabildiğinden bizi İstanbul’ da gezdirirdi. İstanbul’ a yakın yerlere de günü birliğine gezilerimiz olurdu. İki güzel bayramı ardı ardına yaşamıştık 23 Nisan Ulusal Egemenlik çocuk Bayramı ve ardından Ramazan Bayramımız. Her biri ruhumda ne hoş dokunuşlar bıraktı ve yüzümde keyifli bir gülümseme…”

Bayramlar eskiden yani bizim çocukluk günlerimizde şimdiye kıyasla çok daha keyifli olurdu. Belki de ben o günleri çok özel ve güzel bir şekilde yaşadığım için böyle hissediyorum. Şimdilerde görüyorum ki, bırakın insanların birbirlerine bayram ziyaretinde bulunmalarını hane içinde dahi bayramlaşmanın coşkusu yaşanmıyor, yaşatılmıyor. Anı dünyamdan bayram günlerimi çıkartıp hatırladığımda o anları aynı coşkuyla yeniden ve yeniden yaşıyorum adeta. O hazırlıklar, alışverişler, yapılan yemekler, harçlıklar, mutlu aile tabloları… Maalesef şu ısrarlı davranışları da hatırlamadan edemiyorum. Israrcılık her zaman kaçındığın bir durum olmuştur. Herhangi bir şey için ne ısrar etmekten yanayım ne de bana ısrar edilmesinden. Hele ki çocuklar, bu ısrar konusunda hakikatten mutsuz olabiliyorlar. Unutulmamalı ki çocuklar bir nebze de olsa serbest bırakılmayı, bazı şeyler için kendileri karar vermeyi isterler. Hatta kendileri için bazı şeylerin daha iyi ve doğru olabileceğine kimi zaman yetişkinlerden daha iyi karar verebilirler. En basitinden yemek yeme konusunu örnek olarak verebiliriz. Onların tercih etmeyi, seçim yapmayı öğrenmelerine yardımcı olun, aksi bir duruma değil!

Bayramları yaşayın, yaşatın. İmkânı olmayan ailelerin çocuklarını bayramlarda mutlu edin, onların da bayram kıyafetlerinin keyfini tatmalarına yardımcı olun. Aileleri olmayan çocuklara en azından bayramlarda aile olmanın nasıl bir duygu olduğunu hissettirin. Bayram sofralarınızda onlara da yer açın. Bayramlar hepimizin ama en çok da çocukların mutluluğudur. Mutlu ettikçe mutlu olursunuz ve mutlu oldukça mutlu edersiniz.

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN

BİR KURŞUN KALEMİN ANLATTIKLARI

Yeni bir bilgelik hikayesiyle birlikteyiz. Her ne kadar bu hikayeler duyguları, alınması gereken dersleri çok güzel anlatsa da ben de duygularımı ifade eden birkaç kelime etmekten kendimi alamıyorum. İstiyorum ki bu hikayelerin bende uyandırdığı duyguları siz sevgili dostlarımla paylaşayım. Hikayeye ithafen; ‘Tek tek bakıldığında birbirinden bağımsız gibi görünen ancak bütüne baktığınızda birbirini tamamlayan ve hikaye okunduğunda daha net anlaşılacak olan küçük paragraflarla duygularımı yüreklerinize bırakıyorum.’ 

*Birçoğumuz hayatlarımıza dair her şeyi sadece kendimizin planladığını ve yine bu planları sadece kendi öz irademizle gerçekleşebildiğimizi sanırız. Ne var ki asıl gerçeklik tam da bu şekilde değildir. Bizden öte, her şeyden öte kontrolün ve gücün asıl sahibi vardır… O sahip ki, elbette Yüce Yaradandır…

*Mutluluklar kadar acılarında var olduğu şu evrende her bir duygu ve en çok da acılar büyütür, olgunlaştırır insanı. Zorluklar, üzüntüler irili ufaklı dalgalar gibi değer insanın yüreğine ve her bir dokunuş bizi biraz daha şekillendirir. Şekillendikçe kendimizle birlikte etrafımızı daha iyi fark eder, daha iyi anlar ve daha iyi anlamlandırırız. Sonuç itibariyle de insanlarla bütünleşir, onların hissettiklerini daha iyi hisseder ve anlarız. Bir anlamda empati kurmayı öğreniriz. Gerçek ve iyi bir insan olma yolunda doğru şekilde ilerleriz.

*Hatalardır en büyük dersleri kazandığımız yer. Mühim olan hatalarımızın ne kendi hayatımızı ne de başkalarının hayatını yerle yeksan etmeyecek, telafisi mümkün olacak nitelikte olmasıdır. Bunun içindir ki her bir adımımızdan evvel düşünceli, öngörülü olmaya dikkat etmeliyiz. Hatalarımız beraberinde her zaman telafisini de taşımalıdır.

*Dışta olan içtedir, içte olan dıştadır. Esas olan da içi dışa taşımaktır. Çünkü tüm gerçeklik içtedir. İçi zenginleştirdiğin sürece dış ve iç birbirini tamamlar.

*İz bırakmak… Her bir eylem, her bir duygu iyi ya da kötü, bir şekilde bu dünyada mutlaka bir iz bırakır. Elbette istenilen o ki; bırakılan izlerin iyi olması… Kumsala vuran bir dalga düşünün. O dalga kuma değdiğinde küçük de olsa mutlaka bir iz bırakır ve her ne kadar ardından gelen dalga onun bıraktığı izi silse de o bırakmıştır bir kere izini ve evren o ize şahitlik etmiştir. İşte bunun için bilinmelidir ki her bir hareket mutlaka ardında iz bırakır…

Bilgelik hikayemiz sizlerle…

KURŞUN KALEMİN

Çocuk, büyükbabasının mektup yazışını izliyordu. Birden sordu: 

“Bizim başımızdan geçen bir olayı mı yazıyorsun? Benimle ilgili bir hikâye olma ihtimali var mı?” 

Büyükbaba yazmayı kesti, gülümsedi ve torununa şöyle dedi: 

“Doğru, senin hakkında yazıyorum. Ama kullandığım kurşun kalem yazdığım kelimelerden daha önemli. Umarım büyüdüğünde bu kalemi sen de seversin.” 

Çocuk kaleme merakla baktı ama özel bir şey göremedi. 

“İyi ama bu kalem benim hayatımda gördüğüm diğer kalemlerden hiç de farklı değil ki!” 

“Bu tamamen nesnelere nasıl baktığınla ilgili. Bu kalemin beş önemli özelliği var ve sen de bu özellikleri kendinde benimseyebilirsen hep dünyayla barışık bir insan olursun. 

“Birinci özellik: Harika şeyler yapabilirsin ama attığın adımları yönlendiren bir el olduğunu asla unutma. Bizim için bu el Tanrı’dır ve her zaman kendi kudretiyle bizi o yönlendirir.” 

“İkinci özellik: Zaman zaman her ne yazıyorsam durmam ve kalemimin ucunu açmam gerekir. Bu kaleme biraz acı çektirse de sonuçta daha sivri olmasını sağlar. Bu yüzden bazı acılara göğüs germeyi öğrenmelisin. Bu acılar seni daha iyi bir insan yapar.” 

“Üçüncü özellik: Kurşun kalem, yanlış bir şey yazdığında bunu bir silgiyle silmene her zaman olanak tanır. Yaptığınız bir şeyi sonradan düzeltmenin kötü bir şey olmadığını anlamalısın. Aksine bu bizi adalet yolunda tutmaya yarayan en önemli şeylerden birisidir.” 

“Dördüncü özellik: Kurşun kalemin en önemli kısmı, kalemin yapıldığı ahşabı ya da dışarı yansıyan şekli değil, içerisinde yer alan kurşunudur. O yüzden her zaman kendi içine bakmalı, en çok onu korumalısın.” 

“Beşinci ve son özelliği ise: Her zaman bir iz bırakmasıdır. Aynı şekilde sen de hayatta yaptığın her şeyin bir iz bırakacağını bilmeli ve her hareketinin farkında olmalısın.”

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN