Sevgili okuyucularım, iki hafta aradan sonra tekrar anılarla beraberiz. Sandıktan çıkarılan her anı, insanı eskilere götürüp o günleri yeniden yaşatıyor. İşte, daha sandığın kapağını açarken ortaokuldaki ergen kız oluyorum yeniden.
Yaz dönemi artık bitmişti. Yeni eve taşınma, yerleşme, halam ve kuzenlerimin her yıl olduğu gibi Almanya’dan gelip bizde bir ay kalması derken artık eylül ayı gelmiş, okullar açılmıştı.
O yıl erkek kardeşim ortaöğretime başladı. Kendisi Fenerbahçe Lisesine gitmek istiyordu. Bunun için birden fazla nedeni vardı. Fenerbahçe takımını tutuyordu, ilkokuldan bazı arkadaşları da aynı okula gidecekti, üstelik okul, bize 15 dakikalık yürüme mesafesindeydi. En önemlisi de hem ortaöğretim hem de lisesi olduğundan liseyi de orada okuyabilecekti. Böylelikle Fenerbahçe Lisesine kaydı yapıldı.
Ağabeyim mesela, bu konuda sıkıntı yaşamıştı. Ortaöğretimde gittiği Göztepe Ortaokulunun lise kısmı olmadığı için ticaret lisesinde okumaya başlamıştı. O yıl ağabeyim için de önemliydi. Lise son sınıfa geçmişti. Üniversiteye hazırlık için iyi bir kursa yazılmak istedi ve yazıldı. Beşiktaş’ta Fen Bilimlerine gidiyordu. Hafta sonları kursa devam ettiği için artık cumartesi günleri babamın yanına gitmiyordu. Hafta içi öğleden sonra, okul dönüşü gidiyordu. Ağabeyim üniversitede mühendislik eğitimi almak istiyordu kendisi fen dalında başarılıydı.
Bu arada ablam da üniversiteyi bitirmiş ve iş aramaya başlamıştı. Ortanca yengem kendisine “Niye bu kadar acele ediyorsun? Biraz dinlen, tadını çıkar,” diyordu fakat ablam o niyette değildi, bir an önce çalışma hayatına atılmak, mesleğini yapmak istiyordu. Ablamın karakteri evde oturmaya yatkın değildi, o daha çok dışarıda olmaktan, gezmekten, çalışmaktan mutlu oluyordu.
Ben, ortaokul üçüncü sınıfa başladım o yıl. Bütün yazı, hangi öğretmenlerle devam edeceğimizin merakı içinde geçirmiştim. Önceki sene gelen öğretmenlerden yine gelmesini arzu ettiklerim vardı. Çünkü hem memnun olduğum hem de alıştığım öğretmenlerin değişmesini istemiyordum. Ders işleme, not verme ve sınav biçimini bildiğiniz bir öğretmenin yerine başka bir öğretmen geldiğinde insan ister istemez önyargılı davranıyor. Belki o anda farkında olmuyor o önyargılı davranışının fakat zaman ilerleyip farkındalıklar artınca görüyor bunu.
Öğretmenlerimde değişiklik olunca ilk baktığım öğrencilere yaklaşımı olurdu. Hani derler ya, gelen gideni aratır, bu söz her zaman için geçerli değil. Ben bunu okul yıllarında yeni gelen bazı öğretmenlerimde yaşadım. Ders anlatım biçimlerinin, öğrenciye yaklaşımlarının ne kadar iyi olduğunu gördüm ve önyargılı davranmamak gerektiğini kavradım. Çünkü sonra insan söylediği sözden pişman olabiliyor. Tabii ki bazı öğretmenlerin ve arkadaşların yeri doldurulmaz. Bu da o insanın davranışıyla; davranışlarının sevgi dolu olması ve değer vermesiyle ilgili.
O dönemlerde beni üzen hiçbir arkadaşım yoktu çünkü kendim seçiyordum. Beni üzmeyecek kişilerle arkadaşlık yapıyordum. Fakat tabii ki öğretmenlerimi seçemiyordum. Gelen öğretmeni sert bulmuşsam, öğrencilere nasıl davrandığını anneme anlatırken o zaman ego ne demek bilmediğim için “Çok ters ve sinirli,” diyordum. Annem, “Sınıfta bir şey yapıyorsunuz ki sinirleniyor,” deyince “Hayır,” diyordum, “kimse bir şey yapmasa da öğretmenin yüzünden sinirli olduğu görünüyor.”
Gerçekten öyledir, bazı öğretmenler daha sınıfa girer girmez yüzlerinde sert bir ifade belirir. Sanki kavgacı bir yapısı var gibi görünür. Burada yine önyargılı davranmış olsam da genelde o görüntü gerçek oluyordu. Çünkü gerçekten insanın içindeki kargaşa yüzüne vuruyor. Sakin olan öğretmenler daha farklı davranıyor ve ders anlatıyordu. Benim hayatımda bazı öğretmenler ve arkadaşlar iz bırakmıştır. Özellikle tarih öğretmenim Süreyya Hanım ve edebiyat hocam Bengisu Hanım.
Okulumuzun iki binası vardı, eski olan tarihi binada sınıflar büyük, koridorlar uzun ve tavanlar yüksekti. Diğer bina daha yakın tarihlerde yapılmıştı. Ortaokul üçüncü sınıfta eski binaya geçtik. Buna çok sevindim çünkü bu binayı seviyordum. Koridorların uzun olması, sınıf kapılarının üst kısmının cam oluşu, kapıda uzanıp camdan içeri bakınca hangi sınıfta hangi öğretmenin olduğunu görmek, sınıf pencerelerinin hem daha yüksek olması hem de bahçeye bakması hoşuma giden şeylerdi. Soğuk havalarda dışarı çıkamadığımızda arkadaşlarımla o uzun koridoru baştan başa yürüyerek sohbet ederdik.
Sınıfımıza yeni arkadaşlar da gelmişti. Ayrıca ikmali veremeyip sınıfta kalan arkadaşlarım da olmuştu. İçlerinden birkaçına üzülmüştüm. Çünkü ders bakımdan tembel olabilirlerdi ama karakter olarak anlaşıyordum.
Kardeşim yeni okuluna hemen adapte oldu. Arkadaşlık konusunda sıkıntı çekmezdi çünkü herkesle konuşur öyle çok fazla gözlemlemezdi. Onun amacı arkadaşlarıyla oyun oynamak ve eğlenmekti; eğlenceyi seviyordu. Derslerini ihmal etmezdi ama ders çalışmaya ağabeyim gibi düşkün de değildi. Arkadaşlarına ise çok bağlıydı özellikle anlaştığı arkadaşlarını kolay kolay bırakmıyordu.
Bu arada apartmanda boş olan daireler yavaş yavaş doluyordu. Bazıları ev almış bazıları kiracı olarak gelmişti. Yeni komşularımız olmaya başlamıştı ama annem hemen öyle giderim ve tanışırım, diyen bir yapıda değildi. Zaten buna pek vakti de yoktu. Evi işlerinden ve sürekli hem oturmaya hem de yatıya gelen akraba ve tanıdıklardan fırsat olmuyordu. Kapının zilini çalan geliyordu, bize önceden sormak yoktu. Bu kalabalık yaşantının içinde en çok hoşuma giden ise annemin misafirler için yaptığı çeşit çeşit kurabiyelerdi.
Ablamın iş arayışı sürüyordu. Bir gün bir arkadaşı babamın işyerine gidip bir şirketin eleman ihtiyacı olduğunu, ablamın da mutlaka başvurmasını söylemiş. O sırada ortanca amcam da orada olduğu için haberi duyunca çok ilgilenmiş. Ortanca amcam bizim her türlü sorunumuzla ilgileniyordu. Babam akşam gelip söyleyince ablam sanki yeniden üniversiteyi kazanmış gibi çok sevindi. Ertesi gün gidip hemen başvuracaktı.
Evde konuşulan, ablamın işe girmesinin, bu işte sadece tecrübe kazanması ve işi öğrenmesinin önemli olduğuydu. Amcam, “Maaş önemli değil. Az da verseler kabul et, iş tecrübesi edinmek daha önemli,” dedi. Ertesi gün ablam, Altunizade’ye gidip Sezai Türkeş ve Fevzi Akkaya’nın şirketine mimar olarak başvurdu ve kabul edildi. Ne zaman başlayabileceğini sorduklarında ablam hemen başlayacağını söylemiş. Ortanca amcam çok mutlu olmuştu çünkü o da ablamın çalışmasını ve mesleğinde ilerlemesini çok istiyordu.
Ablam da heyecanlıydı çünkü hayatının yeni bir dönemi başlıyordu; iş hayatına atılıyordu hem de mesleğini yapacaktır.
Ablamı böyle heyecanlı görmek, iş hayatına girmesi beni de çok heyecanlandırdı ve heveslendirdi. Hemen büyümek ve okulları bitirip iş hayatına girme isteği uyandı içimde. Ama daha orta son sınıftaydım. Hangi alana yöneleceğimizi lisede belirleyebiliyorduk. Bunun için fen ve edebiyat dallarından birini seçme hakkımız vardı fakat fen sınıflarında okuyabilmek için ortaokuldayken fen ile ilgili derslerin yüksek olması gerekiyordu. Ben edebiyat sınıfını tercih etmeye daha ortaokuldayken karar vermiştim. Çünkü edebiyat ile ilgili dersler daha çok ilgimi çekiyordu ve seviyordum. Sosyal alanında okumayı düşünüyordum.
İnsan kendini tanıdığı zaman daha öğrenciyken bile hangi alanda başarılı olacağını bilir. Sözel bölümlerden birinde okursam daha mutlu olacaktım. Ayrıca sporu da çok sevdiğim için spor dalında başarılı olacağımı da biliyordum.
Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com
Bu yazıyı tümü olmak şartıyla, değiştirilmeden, bedava olarak ve bu telif hakkı uyarısı ve internet bağlantısı (https://sevginin-isigi-sifa.com/) ile birlikte kopyalamaya ve dağıtmaya izin verilmiştir.