Sevgili okuyucularım, iki hafta aradan sonra yine anılarla birlikteyiz. Ortaokul ikinci sınıftan üçüncü sınıfa geçmeye hazırlanan ve ergenlikten genç kızlığa doğru ilerleyen öğrenci, sandıktan bir anıyı daha serbest bırakıyor.
Kış dönemi geride kalmış ilkbahar yavaş yavaş yüzünü göstermeye başlamıştı. Yine dini bayramlardan birini kutluyorduk. Bu seferki bayram kutlaması benim için farklıydı çünkü anneannemler ve dayımlar artık İstanbul’a yerleşmişti ve bayram ziyaretinde onlara gidecektik. Üstelik dayımın 3 yaşındaki ve daha 6 aylık kızlarını seveceğim.
Annem bayram hazırlıklarına erkenden başlamıştı. Bu, bizim evin vazgeçilmez klasiğiydi. Bize alınan kıyafetler, misafirlere sunulacak ikramlar için alışverişler, bayram sabahı annemin bayram yemeği yapması ve bayram gazetesi alınması o günlere özel işlerdi. Konuklara ikram edilecek çikolatayı her bayram babam ve ablam birlikte pastaneye gidip alıyorlardı.
Bayram, babam için de dinlenme fırsatı oluyordu; çalışmıyordu. Ama bazı şeyler hiç değişmiyordu. Sabahın erken saatinde kalkıp ailece o bayram yemeğini yedikten ve aile içinde bayramlaştıktan sonra babam, her bayram olduğu gibi hiç zaman geçmesini beklemeden bizi 5 dakikalık yürüyüş mesafesinde ve aynı apartmanda aynı katta yan yana dairelerde oturan iki amcama göndermek için sabırsızlanıyordu. Annemin sakin yapılıydı, “Niye acele ediyorsun? Çocuklar giderler,” diyordu ama babam aceleci bir yapıya sahip olduğu için ne yapılacaksa bir an önce olsun bitsin istiyordu. Zamanla bu aceleciliğinin hem kendisini hem de karşı tarafı yorduğunu fark ettim. Çünkü acele ederken bazen ters giden olaylar oluyordu. Ama işte babam da hem kendi dediğinin yapıldığını görmek hem de amcamlarım bir yerlere gitmeden onları ziyaret etmiş olmamızı istiyordu.
Babam hep bir sonraki olayı, bir sonraki adımı düşünürdü. Bizi de bu disiplinle yetiştirdi. Değerlere önem vermemizi, örf ve âdetlere uygun davranmamızı isterdi. Özellikle bayramda sabah erken kalkmak, birlikte bayram yemeği yemek ve büyükleri ziyaret etmek, bayramda şehir dışına çıkmayıp akraba ziyaretleri yapmak ve onları ağırlamak önemsediği konulardı. Babam için bayram demek, aile ile bir arada olmak demekti. Bu yüzden bayramlarda herhangi bir arkadaşımıza söz vermemizi istemezdi.
Benim için ise bayram, yeni kıyafetler giyinmek ve kapıya gelen çocukların bayram şekeri toplamasıydı. Bunlar sevdiğim ritüellerdi. Tabii ki amcalarımı ziyaret etmek ve onların verdiği bayram harçlıkları bizim de hoşumuza giderdi. İnsan büyüse de maddi gücü yerinde de olsa hediye almak güzel bir şey. Babam anneme arada sırada da olsa hediye alırdı. Hediye alıp vermeyi ailede öğrenmiştik.
O bayram ve sonraki bayramlarda biz dört kardeş (Ablam, ağabeyim, ben ve erkek kardeşim,) amcalarımdan sonra trenle hemen dayımlara gitmeye başladık. Ben, dayımlara gitmek için can atıyordum, onlarla bir arada olmayı gönülden istiyordum çünkü orada ortam daha neşeliydi. Anneannem yöresel yemekler yapar, baklava açardı. Biz gidince akşama kadar oturmamızı ister yemek yedirmeden de göndermezdi. Anneannemin yemekleri her zaman çok lezzetli olurdu. Bunda, kullandığı malzeme kadar elinin lezzeti oluşunun da etkisi vardı.
Bir arada olduğumuz o ilk bayramda dayımın evden olması bizi daha çok mutlu etti. Çünkü dayım yurt dışına nakliyat (lojistik) firmalarının mallarını götürüyordu. Bazen on beş gün bazen de yirmi iki gün evde olmazdı. Sürekli tır kullanıyordu. Annem ve anneannem buna karşıydı. Onun İstanbul’da bir şirkette çalışmasını istiyorlardı. Böylece belirli bir çalışma düzeni ve tatilleri olur ailesinden de uzakta kalmazdı. Babam önceden ve o dönemde dayıma çalışması için iyi iş imkânları buldu ama o istemedi. Böyle kendini daha iyi hissettiğini ve mutlu olduğunu söylüyordu.
Neşeli bayram günleri çabucak geçti ve yeniden okula başladık. Yaz tatiline girmemize az kala bu sefer ev taşınması gündeme geldi. Ev sahibi kiraya zam yapınca babam, “Artık ev alma zamanı geldi,” dedi. Babam ev almayı hep düşünüyordu ama aradığı koşullar vardı. Oturduğumuz semtte yeni yapılmış bir binada üç daire almalıydı. Amcalarımla aynı apartmanda olmak istiyordu. Bu arada babamın ticaret anlayışı yatırım yapmak üzerineydi. Ev almadan önce başka şeylere yatırım yapmanın hep avantajlı olduğunu düşünüyordu.
Ev alma fikri annemi ve bizi çok sevindirdi. Babam gibi bizim de evin aynı semtte olmasını tercih ediyorduk. Okullarımıza yakınlığını ve toplum ulaşım kullanma olanağı bulunmasını önemsiyorduk. Bir de insan çocukluğundan beri hep aynı semtte oturunca arkadaşlarından kopmak, o alışkanlığı bırakmak istemiyor. Annem de en çok komşularını özleyeceğini, aynı semtte olursa onlarla aynı sıklıkla görüşeceğini söylüyordu. Mesela annemin kardeşi gibi sevdiği Aynur teyze onlardan biriydi. Her gün mutlaka bize gelir, bir kahve içer, sohbet ederdi. Annem taşınacağımızı söyleyince hem gideceğimize çok üzüldü hem de ev sahibi olacağımız için çok sevindi.
Aslında oturduğumuz evin sadece mutfağı küçüktü. Salon çok büyüktü; iki oturma takımı alıyordu. Diğer üç oda ve balkon da büyüktü. Aynı zamanda kocaman bahçesi vardı. Çocukluğum o bahçede geçti; en çok da kışın kartopu oynamayı ve kardan adam yapmayı severdik. Bu yüzden yeni evimizin merakı sarmıştı hepimizi, “Babamın alacağı ev bakalım nasıl olacak?” diye kardeşler arasında konuşuyorduk. Odalarımıza alacağımız yeni eşyaları planlamaya başlamıştık.
Hafta sonu babam ve annem ilanlara ve emlakçıların tavsiyelerine göre bizim semtte ev bakmaya gidiyorlardı. Annem, önü açık ve ferah, mutfağı ve balkonu büyük ev istiyordu. Taraftar olmadığı tek konu amcalarımla aynı apartmanda oturmaktı. Daha rahat olmak istiyordu çünkü aynı apartmanda olunca gidiş gelişler çoğalacak, özellikle ortanca amcam ve yengemin sürekli karışma isteği ve kontrol etme durumu olacaktı. Annem önceden; aynı evi paylaştıkları günlerden bunun tecrübesini bildiği için istemiyordu.
Babam ise evin büyüklüğüne ve bulunduğu konuma önem veriyordu. Tek düşüncesi aynı apartmanda üç boş daire bulabilmek ve kardeşlerine de ev almaktı. Annem ve babamın her ev bakma sonucu semtimizde bulamayacakları ümitsizliği ile noktalanıyor ve bu konuşmalarına yansıyordu. Her şeye rağmen annem her zamanki pozitif, sakin bir yapısını korumaya çalışıyordu. Babamın aceleciliği ve daha gerçekçi bakışı vardı, zaman zaman kendini karamsar olarak da görürdü. İşte ev konusunda da istediğini bulamayınca karamsarlığa kapılmıştı.
Tabii insanın bazı alışkanlıkları oluyor ve zaman içinde onlardan vazgeçmek giderek zorlaşıyor. İnsanın özellikle çocukluğunun geçtiği semtin dışına çıkmak istememesi de böyle bir alışkanlık. Çünkü kendini orayla bütünleşmiş hissediyor, beraber büyüdüğü arkadaşlarından uzaklaşmak, kopmak istemiyor. Bir de anlaştığı arkadaşları olunca…
O süreçte anneme de çok hak verdim; komşuluk ilişkileri çok iyiydi ve bunu kaybetmek istemiyordu. Akrabadan çok komşularla vakit geçiyor üstelik daha iyi anlaşıyordu. Bazı akrabalar maalesef tam olarak akrabalık yapmıyordu. Yalnızca kendi menfaatlerini düşünüyor ve sessiz sakin olduğu için annemi kullanıyorlardı.
Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com
Bu yazıyı tümü olmak şartıyla, değiştirilmeden, bedava olarak ve bu telif hakkı uyarısı ve internet bağlantısı (https://sevginin-isigi-sifa.com/) ile birlikte kopyalamaya ve dağıtmaya izin verilmiştir.