YETENEK

Sevgili okuyucularım, iki hafta aradan sonra yine anılarla birlikteyiz. Genç kız olma yolunda ilerleyen ve artık ortaokul ikinci sınıfa giden öğrenci sandıktan bir anıyı daha serbest bırakıyor.

Okulların açıldığını, bazı arkadaşlarımın başka okullara gitmek üzere ayrıldığını anlatmıştım. Aynı şekilde sınıfa başka okullardan yeni arkadaşlar da geldi. Gelen arkadaşların arasından benim karakterime uygun olanları yine kalbimin sesini dinleyerek seçiyordum.

Bu arkadaş seçme konusunu evde anneme anlatınca “Sen çocukluğundan beri yemek de seçiyorsun,” dedi. Çünkü annemin benden tek şikâyeti her yemeği yemeyişimdi. Bu konuda babama benzediğimi söylüyordu. Evet, babam her yemeği yemez ve sevdiği yemeğin pişirilmesini isterdi fakat ben öyle değildim. O anda istediğim yemek yoksa ya da damak zevkime uygun değilse bana özel yemek pişirilmesini istemek yerine alternatif olarak ne yiyebileceğime bakıyordum. Bir de az yiyordum.

Özellikle okulda kantine gittiğimizde arkadaşlarım birçok şey alırken ben almazdım. Sadece çok sevdiğim bir şey olursa alırdım. Çünkü evde kahvaltı yapıyordum. Ayrıca öğleden sonra eve gidiyorduk ve evde yemek yiyordum. O yüzden gereksiz para harcamak istemezdim veya yemiş olmak için yemezdim.

Ablam, ağabeyim ve erkek kardeşim hiç yemek seçmezlerdi. Annem ne pişirse o yemeği yerlerdi. Özellikle erkek kardeşim yemeyi seviyordu.

Sınıfa yeni gelen arkadaşlarımdan biri sıra arkadaşım oldu. Tanışınca karakterlerimizin birbirine uygun olduğunu gördüm. Çok sevinmiştim. Çünkü sıra arkadaşlığı benim için çok önemliydi. Ders boyunca yanımdaki arkadaşım ile zaman geçireceğim üstelik sonrasında görüşmek isterim. Herhangi birinden olumsuz bir şey hissedersem huzursuz olduğum gibi konuşmak istemiyordum. Bu nedenle sıra arkadaşım da anlaşamayacağım, huzursuz olacağım biri olsaydı öğretmene söyleyip yerimi değiştirmek isteyecektim. Çünkü bir yılı onunla geçiremezdim. Neyse ki korktuğum gibi olmadı. Bazen derler ya “İkizi olsa bu kadar anlaşamaz.” İşte yeni sıra arkadaşım Şebnem’le öyle iyi anlaştık. Tıpkı ilkokulda olduğu gibi; iki arkadaşımla nasıl ise Şebnem ile de aynı şekilde her şeyimizi paylaştık. Okula beraber gidip geldiğim üç yol arkadaşıma -ki içlerinden biri zaten ilkokuldan beri arkadaşımdı- Şebnem de katıldı. Üstelik Erenköy’de anneannemlere çok yakın oturuyordu.

Şebnem’in ailesinde hem müzik hem de resim konusunda çok iyi yeteneklere sahip tanınmış isimler vardı. Sergilerde tabloları sergileniyordu. Bir gün okul çıkışında evine davet ettiğinde dedesinin yaptığı tablolardan çok etkilendim. Çok güzel tablolardı; özelikle doğa ve manzara resimleri. Ben manzara resimlerini çok severdim, hâlâ severim. 

Ailesi gibi Şebnem’in de resim konusunda çok yeteneği vardı. Resim derslerinde çok güzel resimler ve yağlı boya tablolar yapardı. Onun bu yeteneğini çok takdir ediyordum. “İleride sen de sergi açacaksın. Şimdi bile okullar arası resim yarışmalarına katılmalısın,” diye teşvik ettim. Hatta resim öğretmenime Şebnem’in çok yetenekli olduğunu ve yarışmalara katılması gerektiğini söyledim fakat öğretmenim, “Kendisinin istemesi ve bu konuda kendine güvenmesi gerekiyor,” dedi. Gerçekten de öyleydi. Şebnem bu konuda biraz çekimserdi çünkü yeteneğini pek etrafa göstermek istemiyor sadece kendisi için resim yapıyordu. Bense böyle yeteneği varken bunu kullanmasını istiyordum ve başarılı olacağını biliyordum. Çünkü ben yetenekli olduğum ve sevdiğim bir şeyin üstüne gitmeyi isterim. Tarih, coğrafya ve sporu hem seviyorum hem de özellikle spora karşı çocukluğumdan beri yeteneğim vardır. Her yaşımda mutlaka bir spor dalını yaptım. Yalnız, yeteneğimi kendim keşfettim. Hiçbir arkadaşım bana bu konuda yardımcı olmadı.

Bazı arkadaşlıklarda kıskançlık olur, biri diğerinin başarısını, yükselmesini istemez. Hâlbuki insan övünür arkadaşının başarısıyla. Sınıf içinde bir derste problem çözerken diğerine nasıl çözüleceğini göstermeyen arkadaşlar vardı. Bu, benim çok dikkatimi çekiyordu; onların bir şey paylaşmayacağını biliyordum. Onlarla görüşmüyordum çünkü hep kendilerini göstermeye çalışıyorlar, hep kendileri başarılı olsun istiyorlardı. Yaptığınız bir ödevi, yazdığınız bir kompozisyonu alay eder gibi küçümsüyorlardı. Aslında o arkadaşlarda tek olma istediği vardı.

Ben paylaşımcıydım. Yazılı sınavlarda bile. Arkamdaki ve yanımdaki insanlara her zaman kâğıdımı açık tutardım, belki takıldığı soruyu görür, diye. Bazıları o yazılı kâğıdına öyle kapanırdı ki göstermemek için. Bazı hocalar kâğıdımı kapalı tutmam konusunda uyarsa da ben yine açık tutuyordum. Çünkü niyetim yanımdaki veya arkamdaki arkadaşıma yardım etmek, faydalanmasını sağlamaktı. Bazen de onlar benden açık tutmamı isterdi. Tabii ki hocalar haklıydı; herkes kendi çalışıp kendi notunu bilgisi kadar almalıydı. Ders çalışırken arkadaşına yardım etmek başka yazılı sınavda yardım etmek başka bir şeydi. Bu kopya vermekti ve kopyayı alan öğrenci yazılıda ne kadar başarılı olursa olsun, sözlü sınavı geçebilmesi için ders çalışmak zorundaydı.

İleri yaşlarda kıskançlığı arkadaşlar arasında daha çok görmeye başladım. Aslında bunu aile arasında da görüyordum. Özellikle küçük amcam babamın yaptığı işleri küçümseyip hep kendi yaptığını söylerdi. Babam bu konuda hiç sesini çıkarmazdı. Babam eve herhangi bir eşya aldığında hemen amcalarımla paylaşır, onları çağırıp gösterirdi. Annem de yöresel yemek yaptığında ya da komşular geldiğinde yengelerimi çağırır gelmezlerse benim ile ya da erkek kardeşim ile yapılan pastalar, börekler, kurabiyelerden onlara da gönderirdi. Fakat onlar bir şey aldıklarında veya misafir geldiğinde aynı şekilde davranmazlardı. Küçük yengem öyle değildi. O paylaşımcıydı. Fakat ortanca yengem maalesef paylaşmaz üstelik annemin yaptıklarını eleştirirdi. Babam, anneme bir şey almış ise kıskanıp hemen amcamdan aynısını isterdi. Anneme “Güle güle giyin, iyi yapmış,” demezdi.

Küçük amcam da öyleydi. Hep en iyisi kendilerinde olsun isterdi ve sizin yaptıklarınızı küçümserdi. Bizim derslerde aldığımız notları ortanca amcam takdir eder, başarılı olmamız için elinden geleni yapardı fakat küçük amcam küçümseyip “Bu okullarda okumakta ne var!” gibi sözler ederdi. Kendi çocuklarını üstün tutardı.

Biz ailemizde; babamda ve annemde hiç kıskançlık görmedik. Bir başkasını kıskanmak ya da paylaşmamak gibi huyları, davranışları yoktu. Babam, amcalarımın iyi olmasını isterken onların babamı kıskandığını fark ettim. Onların oturduğu evden bizim evin salonu görünüyordu ve ortanca yengem takip edip “Işıklarınızın hepsi yanıyor, size ne kadar çok misafir geliyor,” diyordu. Tabii ki ortanca amcam da misafirler çok geldiğinde bizim için “Ders çalışamazlar,” diyordu. Özellikle dayım ve anneannemin gelmesine kıskançlık gösteriyorlardı.

Annem, evde özel yöresel yemekler yapılınca hemen komşuları ile paylaşırdı. Biz kardeşler arasında da kıskançlık yoktu. Ablam ve ağabeyim, matematik, fizik, kimya gibi fen derslerinde oldukça başarılıydı fakat ben onlar kadar başarılı değildim. Daha çok sosyal ve spor alanında başarılıydım ve birbirimizi bu konuda kıskanmazdık. Ablam üniversiteye gittiği için annem ona çeşit çeşit kıyafet diker ve alırdı, biz hiç kıskanmazdık. Çünkü insan kardeşinin başarısı ile ve güzel giyinmesi ile onun iyi olması ile mutlu olur, iftihar eder. Fakat maalesef babamın kardeşlerinde bu yoktu.

Aslında sevginin olmadığını görüyorsunuz. Çünkü aile bireylerinden biri diğerinin mutlu olmasını istemiyorsa takdir etmiyorsa onun altında yatan duygu sevgisizliktir.

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!.
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com
Telif Hakkı©2021 Sevginin Işığı “Şifa”. Tüm Hakları Saklıdır.
Bu yazıyı tümü olmak şartıyla, değiştirilmeden, bedava olarak ve bu telif hakkı uyarısı ve internet bağlantısı (https://sevginin-isigi-sifa.com/) ile birlikte kopyalamaya ve dağıtmaya izin verilmiştir.
 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir