GENÇLİĞİN İLK ADIMI: ERGENLİK

Sevgili okuyucularım, anılara iki hafta aradan sonra devam edelim. “Çocuk” demiyorum artık; ortaokula birinci sınıfa giden, yetişkinliğe giden yolun başındaki ergen, sandıktan bir anıyı daha serbest bırakıyor.

Çocukluktan çıkıp yetişkinliğe doğru ilerlerken en sancılı yaşlar ergenlik dönemi. İnsanın kendisini çocuk gibi görmediği fakat ebeveynine göre hâlâ çocuk sayıldığı yıllar. Sancıyı yaratan ise yeri geldiği zaman çocuk olarak görmeleri ve o kategoriye koymaları, yeri geldiğinde ise ergenlik kategorisine koyup ona göre davranmanızı beklemeleri.

Yarıyıl tatili bitmiş, ikinci dönem başlamıştı. Alışılageldiği üzere okulda herkes birbirine tatilinin nasıl geçtiğini soruyordu. Ben yalnızca okula birlikte gidip geldiğim yol arkadaşlarımla paylaştım tatil anılarımı. Onlardan da Gizem hariç diğer iki arkadaşım anlattı. Gizem’in hem çok sessiz olduğu hem de pek anlatmak istemediği için paylaşmadığını biliyordum. Sınıfta ise bazı arkadaşlar tatillerinin nasıl geçtiğini anlattılar.

Bana sorulmadıkça ve kendime yakın hissetmediğim arkadaşlarıma kendimle ilgili şeyleri anlatmam. Aslında paylaşmayı, anlatmayı, dinlemeyi severim ama bazı arkadaşlar farklı algıladıkları ve düşünceleri farklı olduğu için diyalogum azdır; daha doğrusu mesafelidir. O yıllarda da öyleydi, sezgilerimi dinleyip öyle arkadaşlık yapardım. Sınıfta, herkesle arkadaşlık yapayım, diye bir düşüncem yoktu. Hep kendime yakın olanı seçerdim.

Mesela sınıfta Funda adında bir arkadaşım vardı, o, diğer sınıflardan arkadaş edinir, onlarla konuşur, bana “Sen de gel bak şununla arkadaşlık yapıyorum sen de yap. Okul çıkışında bir yere gidip otururuz,” derdi fakat ben istemezdim. Çünkü onların ilgilendiği konular pek bana uymuyordu. Bir de ben okul çıkışında aileme haber vermeden herhangi bir arkadaşımla bir yerlere gidip onları merak içinde bırakmazdım. Çünkü babam, “Her daim ne yaparsanız yapın dürüst olun, yalan söylemeyin,” diyerek daha ilkokul çağımızda dürüstlüğü öğretmişti bize.

Ayrıca okul dışında vakit geçirmek yerine eve gidip derslerimi çalışmak ve televizyon seyretmek istiyordum. Özellikle kültür yarışmaları, aile ile ilgili öğretici programlar ve spor programları en çok ilgimi çekenlerdi. O tarihlerde bir de Avrupa buz pateni şampiyonası yayınlanıyordu, onu seyretmeyi çok seviyordum. Ablam da seviyordu; bazen ablam evdeyse ve müsaitse birlikte seyrediyorduk. Zamanımı hoşlandığım şeylerle geçirmek bana keyif veriyordu. Okulda da teneffüste diğer arkadaşlar toplanıp konuşurken ben onlara pek katılmaz, basket topunu alıp bahçede basket oynardım.

İkinci dönemin ilk günleri hızla geçiyordu. Yine kar yağmıştı. Okula trenle gidiyorduk ve bir gün kar nedeniyle tren saatlerinde aksama oldu, derse geç kaldık. Anneme anlattım, tekrar geç kalmamak için okula yürüyerek gitmek istediğimi söyledim. Okulun yaya güzergâhı biraz ıssız olduğu için annem tek başına gitmemi istemedi, “Yok, sen daha çocuksun,” dedi. Ben de “Anne, şimdi çocuksun diyorsun. Yeri geldiği zaman büyüdüğümü, ergen olduğumu söylüyorsun,” diye sitem ettim.

Annem, cesaretli olduğumu biliyordu; ilkokul birinci sınıfta kendi başıma gidip doktora iğne yaptırdığım için şimdi de yol karanlık ve ıssız olsa da korkmadan gideceğimden emindi. Annem bu isteğimi babama söyledi, babam “Arabayla biz bırakırız,” dedi. Ben karşı çıktım çünkü o yaşta birisi beni okula götürsün istemiyordum. Kendi başıma halledeceğim biliyordum. Fikrimi diğer yol arkadaşlarıma söyledim. İlkokuldan beri arkadaşım olan Derya kabul etti. Onunla beraber birkaç gün okula yürüyerek gidip geldik. Hem yürümeyi sevdiğim hem de anlaştığım arkadaşımla konuşa konuşa gidip geldiğim için o birkaç günden çok keyif aldım.

Bu arada kar yağışı olunca babam en çok lastik zinciri satıyordu. Kış olmadan bu zincirleri müşteriye vermek için önceden ithal ediyordu. Tabii karlı günlerde iş daha yoğun olduğu için ağabeyim okul çıkışında hemen babamın yanına gidip yardım ediyordu. Bazen annem ağabeyime “Hava soğuk, gitme,” diyordu fakat ağabeyim çalışmayı seviyordu, kendi isteği ile gidiyordu.

Çocuk veya ergenlik yaşındaki insan bir şey yapacaksa bu, kendi isteğiyle ve mutlu olacağı şekilde olmalıdır. Ne aile ne başkası zorlamamalı, engel koymamalı. Aslında hayatın her dönemi için böyle olmalı. İnsan mutlu olduğu şeyleri yaparsa etrafındakileri de mutlu eder. Yapmak istemediğiniz şeyleri başkalarının zorlamasıyla yaparsanız hem mutsuz olur hem de etrafınıza mutsuzluk yayarsınız.

Bazı arkadaşlarımın sohbetleri bana uymuyordu. Toplanıp yaptıkları tek şey ya öğretmenler ya da başka arkadaşlar hakkında konuşmaktı. Bunlar hoşuma gitmiyordu. O ortamda bulunmak istemiyordum. Zamanımı böyle boş şeylerle harcamak yerine spor yaparak, televizyon seyrederek, kitap okuyarak geçiriyordum. Arkadaşım bana, “Neden bizimle cafeye gelip oturmuyorsun?” dediği zaman onu kırmayayım, ayıp olmasın, hakkımda ne düşünecek, diye düşünüp o mutsuz ortama katılsam eve mutsuz bir şekilde gidecektim. Bu sefer ailem yüzümden anlayıp “Ne oldu?” diyecekti. Çünkü aileler her zaman çocukların mutluluğunu ve mutsuzluğunu bilirler.

Aslında insan her zaman özünde kalarak hayatı boyunca gayet mutlu yaşayabilir. Mesele ne istediğini bilmektir. Ben de ne ile mutlu olacağımı biliyordum ve açık açık söylüyordum. Zaten arkadaşım bir daha beni çağırmadı; sinemaya veya hafta sonu cafeye gittiklerinde. Çünkü ben baştan söylemiştim. Hafta sonu yalnız kalacağım, diye üzüntü yaşamıyordum. Aksine yalnız olmaktan keyif alıyordum. Zaten pazar günleri de babamla geziyorduk. Babam,” Pazar günü kimseye söz vermeyin, birlikte gezeceğiz,” derdi.

Etrafınıza her zaman açık ve samimi olursanız daha rahat edersiniz.

Her şey gönlünüzce olsun!..
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com
Telif Hakkı©2021 Sevginin Işığı “Şifa”. Tüm Hakları Saklıdır.
Bu yazıyı tümü olmak şartıyla, değiştirilmeden, bedava olarak ve bu telif hakkı uyarısı ve internet bağlantısı (https://sevginin-isigi-sifa.com/) ile birlikte kopyalamaya ve dağıtmaya izin verilmiştir.
 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir