ÇOCUK DEĞERSİZLİK DUYGUSUNU ÖĞRENİYOR

Anı odasının kapısını üç hafta sonra yeniden açıyorum. Kapı aralığından sessizce bakıyorum. Artık büyüyen ve ilkokuldan mezun olmaya hazırlanan çocuk her zamanki gibi orada. Yine sandığın başına geçmiş, kendisi için önemli anılardan bir tanesini serbest bırakıyor.

Böbreklerimden kum döktüğüm için katılamadığım 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı geride kalmıştı. Ailem de üzüntümün farkındaydı. Çünkü milli bayramlara ailece önem verirdik. Bizim evde milli bayramların yanı sıra dini bayramlar da önemliydi. Akrabaları ve tanıdıkları ziyarete gitmek, onların bizi ziyarete gelmesi mutlaka sürdürdüğümüz bir gelenekti. Babamın alışkanlığı böyleydi. O yüzden bayramlarda tatile gitmez, evde geçirirdik. Her bayram yeni kıyafetler alınır veya annem dikerdi.

Bayramın ilk gününde sabah kahvaltı yapılmaz, özel olarak hazırlanmış yemekler yenilirdi. Bu bizim eskiden beri süren bir geleneğimizdi. Bayram sabahı babamın ve annemin elini öptükten sonra ailece bayram yemeğine otururduk. Yemekten sonra biz dört kardeş, iki amcama ziyarete giderdik.

Önce ortanca amcamı ziyaret ederdik. Amcam, her gidişimizde olduğu gibi derslerimizin nasıl gittiğini sorardı. Daha başka konulardan konuşalım isterdim. Aslına bakarsanız iyiliğimiz için böyle davranırdı ama bayramda bile “Nasıl karne gelecek?”, “Şunları yapmanız gerekiyor.” demesinden, sürekli baskı yapmasından artık sıkılmaya başlamıştım. Çünkü babam ve annemde o baskı yoktu.

Bu arada yengem bize ikramda bulunurdu. O bayram ikramlarında dikkatimi çeken bir şey olmuştu. Yengemin kendi yeğenleri de ziyarete gelirdi. Bize kendi yaptığı sütlacı ikram ederdi, biz yedikten sonra gelen yeğenlerine ise baklava. Tabii ki amcam bunu görürdü ama sesi çıkmazdı. Bunu bir keresinde anneme söyledim. Annem anladı ama bir şey demedi.

Yengem bizi seviyordu, özellikle beni daha çok seviyordu. Fakat yaptığı davranış ayrımcılıktı. Bizi önemsemiyor, yeğenlerini önemsiyordu. Bunu ileri yaşlarda fark ettim. Hayattaki ilk değersizlik duygusunu yengemin bu davranışıyla öğrenmiştim. Garip olan bizi sevdiği hâlde bunu yapmasıydı. Aslında yengemin kendi yeğenlerine her zaman bizden daha farklı davrandığını hep gözlemlemiş ama isimlendirememiştim. İleri yaşlarda bunu farkına varınca sadece amcam evde olduğu zaman gitmeye başladım. Çünkü kendisine saygısızlık yapmadığımız hâlde bizi önemsememesi yüzünden gitmek istemiyordum.

Ortanca amcamdan sonra küçük amcama bayram ziyaretine giderdik.  Yengem, ayrımcılık yapmaz, evden ne varsa getirirdi. Üstelik tabağı doldurur tabaktakiler bitmediği zaman ısrar ederdi. Bunu iyi niyetle, sevgiyle yapıyordu ama fazla ısrar da iyi değil. Doymuşsunuz, artık yiyemiyorsunuz ama ayıp olmasın diye kendinizi zorluyorsunuz. Çünkü büyüklere karşı gelinemeyeceği öğretilmiş.

Bizim aile hem anne hem baba tarafından Malatyalı. Oranın kültüründen olsa gerek annem de gelen misafirlere ısrar ederdi. Yengemin ablasına gittiğimizde o da öyle. Zamanla sıkılıyor insan bu ısrarlardan. Çocukken belki ayıp olmasın, büyüklere karşı gelinmez diye susuyorsunuz, büyüyünce ancak dile getirebiliyorsunuz rahatsız olduğunuz şeyleri. Israrlardan öyle bunalmıştım ki ileri yaşlarda anneme “Bu kadar ısrar etmenin ne anlamı var?” demeye bile başladım.

Aile, büyüklere karşı cevap vermenin saygısızlık olduğunu öğretirken çocuğa, kendi hakkını koruması gerektiğinde bunu güzel üslupla anlatabileceğini de söylemelidir. Çünkü ayıp olur düşüncesiyle sustuğunuzda ve istemediğiniz bir şeyi yapmaya zorlandığınızda içinizde olumsuzluk biriktirmiş olursunuz.

Zamanında konuşamadıklarınızı ileri yaşlarda söylediğinizde ya karşınızdaki kişi bunu öfke olarak algılıyor ya da gerçekten biriktirdiğiniz için öfke ile söylemiş oluyorsunuz. Bu sefer de ve “Sen küçükken sessizdin şimdi konuşmaya başladın.” diye sitem ediyorlar. O yüzden ne olursa olsun hoşlanmadığınız bir şey yaşadığınızda düşüncelerinizi söylemek gerekiyor. Böylece zamanında konuşmuş olursunuz. Çocuklukta bastırılmış duygular ve düşünceler sonrası için bir travma oluşturuyor.

O yaşta yengemin bizi önemsemediğini anlamama rağmen ona hiçbir zaman söylememem, oradaki değersizlik duygum… Bunları daha sonra insan ilişkilerimde fark ettim. Aslında o günlerde söyleyebilmiş olsaydım yengeme, hallolacaktı, içimde kalmayacaktı. Değersizlik duygusunu şifalandırmış olacaktım. Ancak yıllar sonra başkaları yaşattığı zaman nereden geldiğini fark edip şifalandırdım.

Babamın ve annemin en dikkat ettiği şeylerden biri de komşuları rahatsız etmemekti. Evde futbol maçı yaparken veya top ile oynarken yanımızdaki ve aşağıdaki komşuları rahatsız etmeyelim diye annem topları saklardı. Ben de annemin kullanmadığı kumaş parçalarından veya temizlik bezlerinden top yapardım, içine gazete koyar üstüne ip ile bağlardım. Bu sefer onunla oynardık ama yine komşulara ses giderdi ve babam bunları duyunca rahatsızlık verdiğimiz için gidip özür dilememizi isterdi. Bir hata yaptığımızda mutlaka özür dilememiz gerektiğini öğretmişti bize.

Sporu çok seviyordum ve hava elverişli olmadığında dışarı çıkıp oynayamadığımız için bu fikri ben üretip yapıyordum. Sonra da ağabeyime ve kardeşime “Haydi oynayalım.” diyordum. Babam ve annem sorduğunda “Ben yaptım.” diyordum, inkâr etmiyordum. Çünkü babam çocukluğumuzdan beri ne olursa olsun yaptığımızı inkâr etmemeyi, yalan söylememeyi ve suçu birbirimizin üstüne atmamayı öğretmişti. “Yanlış yapsanız bile hep doğruyu söyleyeceksiniz.” derdi.

Babam, birbirimize kötü söz söylemememiz, kötü konuşursak da birbirimizden özür dilememiz gerektiğini öğretti. O yüzden insanlardan argo veya kötü kelimeler duyduğumda bana ters gelir. Babamın bize öğrettiklerine karşın kendisinin amcalarımla ilişkisi böyle yürümüyordu. Amcalarım babama karşı olumsuz konuştuklarında hatalarını kabul etmiyorlar, kendilerini haklı görüyorlar, özür dilemiyorlardı. Babamsa buna hiç ses çıkarmıyordu. Tabii ileri yaşlarda amcalarımın böyle davranmasının ego olduğunu öğrendim. Çocukken sadece izliyorsunuz.

İnsan büyüdükçe anlıyor ki insanların size olumsuz davranmasına kendiniz sebep oluyorsunuz. Eğer bir veya iki kere maruz kaldığınız olumsuz davranışın bir daha yapılmaması için uyarırsanız karşınızdaki o davranışı tekrarlamıyor ama sessiz kalırsanız aynısı yine yapıyor. Sessiz kalmanın altında yatan en büyük faktör, ailenin çocuğa yanlışları söylemeyi saygısızlık olarak öğretmesidir. Bir neden de korkulardır. Hâlbuki yanlış gelen bir şeyi üslubunca söylemek saygısızlık değildir. Ayrıca da çocukken bilinçaltına yerleşen her şey ileri yaşlarda kayıtlı olarak karşımıza çıkıyor. Bunlar şifalandığı an, o gün o yaşta yaşadığınız olay da şifalanıyor ve özgür kalmış oluyorsunuz. Çocukken duygular ve düşünceler daha temiz oluyor ama ileri yaşlarda daha farklı olmaya başlıyor.

Çocuk yapılan iyi ve kötü davranışı her daim hatırlar.

Her şey gönlünüzce olsun!..
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com
Telif Hakkı©2021 Sevginin Işığı “Şifa”. Tüm Hakları Saklıdır.
Bu yazıyı tümü olmak şartıyla, değiştirilmeden, bedava olarak ve bu telif hakkı uyarısı ve internet bağlantısı (https://sevginin-isigi-sifa.com/) ile birlikte kopyalamaya ve dağıtmaya izin verilmiştir.
 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir