BAŞKALARI İÇİN YAŞAMAK MUTSUZLUK GETİRİR

Hayatınızın ipleri kimin elinde? Sevgili okuyucularım, gelin bugün birlikte bir muhasebe yapalım. Doğduğumuzdan daha doğrusu kendimizi bildiğimiz yaşlardan bugüne hayatımıza kimlerin veya nelerin yön verdiğini düşünelim. Sonra da şunu soralım: “Hayatımın en önemli kararlarını alırken ne etkili oldu?” Yanıtımız, “Kendi isteklerim,” ise sorun yok. Ama “Başkalarının düşünceleri,” diye yanıtlıyorsak, kendi mutluluğumuzu hep arka plana atmış, başkalarının mutlulukları ile kıyaslama yaparak yaşamışız demektir.

James F.Cooper ne güzel demiş, “Mutlu olmak istiyorsan, kendini başkalarıyla karşılaştırma.”

Çoğu insan maalesef mutsuz yaşıyor. Nedeni de hayatta yapmak istediklerini yapamamış olmaları. Adına ister toplum baskısı ister el âlem lobisi, ne derseniz deyin, başkaları tarafından ayıplanmak, yargılanmak, eleştirilmek korkusu önlerinde kocaman bir engel olmuş ve almak istemedikleri kararlara mecbur bırakmış onları.

Bu mecburiyet daha çocukken aileden başlıyor ve eğitim, meslek ve eş seçimi dâhil insanın neredeyse hayatının tamamı boyunca aile en temel baskı kaynağı olmayı sürdürüyor. Ebeveynler ya başkalarının düşüncelerinden çekindikleri için çocuğun yapmak istediklerine sınırlama getiriyor veya gerçekleştiremedikleri kendi hayallerini çocuklarının yerine getirmesini istedikleri için baskı kuruyor. Bu baskı altında çocuk kişilik edinemiyor, ruh özgürlüğü kısıtlamış olarak büyüyor. Ailesinin isteklerini yerine getirmek en temel amacı oluyor. Bir anlamda kendi mutluluğunun önüne bir perde çekiyor. Aile ile başlayan bu, başkalarının beklentilerine göre yaşama güdüsü, arkadaşlar ve çevre ile devam ediyor ve gerçek mutluluğun ne olduğunu hiçbir zaman öğrenemiyor. Bu sefer şikâyet mekanizması devreye giriyor ve “Hayatta hiç kendim için bir şey yapmadım. Sürekli ailem için, çevre beni yargılamasın, eleştirmesin diye yaşadım,” diyor.

Oysa mutluluk en başta insanın kendisini tanıması, kendisi için yaşamasıdır. Eğer başkaları için yaşamaya başlarsanız kendi öz benliğinizden uzaklaşırsınız. Aynı şekilde başkalarının davranışlarını, yaşayış biçimlerini kendi hayatınıza monte etmeye, başkalarına benzemeye çalışırsanız başkasının hayatını diğer bir deyişle başkasının kalıbında yaşamış olursunuz. Tıpkı sizin olmayan bir giysiyi giyip içinde rahat edememek gibi.

Aslında başkalarına benzemeye çalışmak gerçekte taklit etmektir. Bunu “ilham almak” olarak değerlendirenler de var ama aradaki ince çizgiyi iyi ayırt etmek gerekiyor. Taklit etmek başka ilham almak başka. Bu konuyu ileride daha ayrıntılı ele alacağım için şimdilik küçük bir örnekle anlatmak yeterli olur sanırım.

Sizin giyim tarzınıza uymadığı hâlde başkasında gördüğünüz bir tarzda giymeye başlarsanız bu bir taklit olur fakat o kişinin tercih ettiği renkler, modeller ve aksesuarlardan yola çıkarak kendinizdeki eksiklikleri görüp farklı alternatiflerle tamamlamayı öğrendiğinizde bu bir ilhamdır. Tıpatıp giyinmek bir taklittir.

Biri güzel yemek yapmıştır. Siz ondan görürsünüz. Aynı şekilde yapmaya çalışırsanız taklit olur ama farklı malzemelerle süsleyip sunduğunuzda ilham almış olursunuz. İlhamda öz benliğin, yaratıcılığın kullanılması vardır.

Bazen bunu sosyal medyada görürüz, başkasının paylaşımlarının tıpatıp aynısını yaparak taklit ederler. Beğendiği bir paylaşımlardan ilham alarak o kişinin paylaşımını paylaşmak taklit olmuyor. Kendi yaratıcılığını kullanmak yerine başkasına benzemeye çalışan insan ne yazık ki kendi olmaktan çıkıyor. Eğer içinden gelmeden başkaları beğensin, onay versin, takdir etsin diye yapıyorsa başkaları için yaşamış oluyor. Bir süre sonra da mutsuzlaşıyor ama mutlu olduğunu sanıyor.

Örneğin başkası yapıyor diye tenis oynuyor, yeteneği olmayınca bırakıyor. Başkası piyano çalıyor diye ona heves ediyor, yeteneği olmadığı için hayalleri yıkılıyor.

Aynı durum seyahatlerde de çok yaşanıyor. Bir bakıyorsunuz “O kişi şu ülkeye gitmiş ben de gitmeliyim,” diye kendi kişiliğinden uzaklaşarak başkası gibi yaşamaya çalışıyor, taklit ediyor. Aslında belki seyahat etmek istemiyor ama “Bak ne kadar çok ülke gördü,” desinler diye sırf başkaları için bunu yapıyor. Kendi için yaşayan, mutlu olmak isteyen etrafa gösteriş yapmaz. Onay ve takdir için yapmaz. Kendini tanıdığı için “Etraf ne der?” diye yaşamaz.

Öz güvenli ve ne istediğini bilen, başkasının ne diyeceğini düşünmez. Kendini sürekli başkalarıyla kıyaslayan insan kendi gelişiminin önünü kapattığı gibi öz güveni de yoktur. Bunu daha çok evliliklerde, eğitimde, iş ve sosyal çevrede görüyoruz.

Ailelerin en büyük yanlışlarından biri çocuklarını evleneceği kişi konusunda yönlendirmeleridir. Çocuklarının sevdiği, mutlu olacağı biriyle evlenmesini desteklemek yerine özellikle maddi olanakları, kariyeri elverişli olanı tercih etmesini istiyor ve çoğu zaman da zorluyorlar. Bazen de aile zorlamasa da çocuk, çevrenin onayını ve takdirini kazanmak için sahte bir mutlulukla istemediği bir evlilik yapıyor. Fakat bir süre sonra aslında mutsuz olduğunu fark ediyor. Eşinin her davranışında hata aramaya başlıyor. Hâlbuki kendi istediği hayatı yaşamak için evlilik yapmış olsa mutlu olacak.

Şahit olduğum bir olayı anlatayım. Bir yaz tatilinde bir aile ile tanıştım. Anne, yüksek eğitim görmüş mevki sahibi bir kadın. Evlilik çağında bir kızı vardı. Kadın, her anne gibi evladının mürüvvetini görmeyi çok istediğini anlatırken çok ilginç bir şey söyledi. “Kızım evlensin fakat boşansın. Yeter ki evlilik yapsın da çevremdekiler kızım için olumsuz yorum yapmasın.” Hem kızının mürüvvetini görmekten söz ediyor hem de onun mutsuz olup olmayacağını önemsemeden sırf başkaları için istiyor. Bunun gibi birçok aile çocuklarının evlilikle ilgili tercihlerine saygı göstermeyip olumsuz cevap veriyor. Çünkü şartlar çok iyi olursa çocuklarının mutlu olacağını sanıyorlar.

Bu, eğitim konusunda da iş konusunda da böyle. Sırf annesinin veya babasının içinde ukde olduğu ya da başkalarının çocukları ile kıyaslandığı için ilgi duymadığı bir bölümde okuyor sonra yıllarca mesleğini sevmeden mutsuz çalışıyor. Belki mutsuz çalıştığı işte geliri ve olanakları çok iyi ama içindeki mutsuzluğu maddiyat kapatabiliyor mu? Hep hayallerini erteliyor, “Emekli olunca yaparım,” diyor. Emekli olduğunda da ya sağlığı ya da şartları elvermiyor. Mutlu olduğu işi yaptığında hem işte daha verimli olacak hem kazancının bereketini görecek, en önemlisi de mutlu olarak yaşayacak.

Gezmeye gidecek, o sırada birisi arayıp “Evdeysen geleyim,” diyor. Ayıp olmasın diye kabul ediyor misafiri fakat aslında gideceği yere gidemediği için mutsuz oluyor. Basit bir konu gibi görünse de aslında bir başkası için o kısa zaman içinde mutsuzluk yaşıyor.

İstemediğiniz şeylere “Hayır,” diyemediğiniz ve sürekli başkalarının isteklerini yerine getirip kendi isteklerinize kulaklarınızı tıkadığınız zaman mutsuzluk yaşıyorsunuz. Kendiniz isteseniz de aileniz veya çevrenizin ayıp olmasın diye ya da zorla “hayır” kelimesini kullandırmamaları da mutsuzluk getiriyor.

Bir olayda hakkınıza sahip çıkmamak, dile getirememek de sizi mutsuzluğa götürüyor. Çünkü söylemek isteseniz de yine iş çevresi olsun, aile olsun, arkadaş olsun sizi yanlış anlayacak diye, küsmesinler diye, ayıp olmasın diye söylemiyorsunuz ve kendiniz olamıyorsunuz. Kendi istediğinizi değil başkalarının istediklerini yapıyorsunuz. Aslına bakarsanız onlar sizin ruh özgürlüğünüzü kısıtlamış oluyor. Ruh özgürlüğünün kısıtlanması da bütün olumsuz duyguların oluşmasına yol açıyor. Bunlardan bir tanesi öfke. Yıllarca isteklerini yapmayan ve kendi gibi yaşamayıp başkası için yaşayan insanların içinde öfke birikir. Kendini sevmemek, kendine değer vermemek de olumsuz duygular olarak ortaya çıkıyor. Düşünün, içinizin bir tarafında mutsuz olarak yaşıyorsunuz, bütün imkânlara sahipsiniz ama o mutsuzluk hep orada duruyor, kendinizi değersiz hissediyorsunuz.

Mutsuz bir insan sürekli mutlu insanlarla kendini kıyaslamaya başlar. Kıyaslamanın sonu kıskançlığa kadar gider. Niçin? İnsan kendi istediği şekilde değil de ailesi ve çevresinin istediği hayatı yaşayıp mutsuz olduğu için.

Sevgili okuyucularım, insanın kendini sevmesi, öz güvenli olması, kendine değer vermesi, kendini tam anlamıyla tanıması, hiç kimsenin etkisi altında kalmadan mutluluk yaşaması için ruhunun özgür olması gerekiyor. Sürekli aile ve çevrenin istekleriyle var olmaya çalışmak bir hapishanede demirli parmaklıklar arasında yaşamak gibidir.

Şimdi elinize bir kâğıt ve kalem alın. Bugüne kadar yapmak istediğiniz ama sizi engelleyen, başkalarına ters düşer endişesiyle yapmadıklarınız, onlar için vazgeçtikleriniz, içinizde kalıp mutsuz olduğunuz ne varsa listesini çıkarın. Başlangıçta yazacak bir şey bulamazsınız, hep kendi istediklerinizi yapmışsınız gibi gelir. Fakat birkaç dakika sonra listeye yazdıklarınız sizi bile şaşırtacaktır. Sonra ne mi yapmalısınız? Sonrası size kalmış. Ya listeye nokta koyarsınız ya da hayat boyu yazmaya devam edersiniz.

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com
Telif Hakkı©2021 Sevginin Işığı “Şifa”. Tüm Hakları Saklıdır.
Bu yazıyı tümü olmak şartıyla, değiştirilmeden, bedava olarak ve bu telif hakkı uyarısı ve internet bağlantısı (https://sevginin-isigi-sifa.com/) ile birlikte kopyalamaya ve dağıtmaya izin verilmiştir.
 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir