Yarıyıl tatilini daha çok gezerek geçiren çocuk artık on yaşındadır. Bir yaş daha almış olarak sandığın başına geçen çocuk yanından hiç ayırmadığı anahtarı kilidin içinde usulca döndürüp kapağı açıyor ve bir anıyı daha serbest bırakıyor.
Hızla geçen yarıyıl tatilinin ardından başlayan ikinci dönemde dersler daha da yoğunlaşmıştı. Bir sene sonra gireceğimiz ortaöğretim sınavları için öğretmenimiz artık daha çok ödev vermeye ve test çözdürmeye başlamıştı. Test çözmeyi çok sevmiştim. Çünkü birden çok şık arasında tek doğru vardı ve o, sorunun tam karşılığıydı, tam ve netti cevap. İşte ben bunu seviyordum. Testler aslında sorunun cevabını hem bir ipucu hem de yanıltma olarak gösteriyordu. Hâlbuki yazılı sınav olduğunda soruya karşılık kendinize göre cevaplar yazıyordunuz, net değildi.
Bu arada televizyonda ve radyoda çocuklara yönelik bilgi yarışmaları oluyordu. Ben bu yarışmaları seyretmeyi ve dinlemeyi çok seviyordum. Büyüklere göre yarışmalar vardı. Bu yarışmalarda sorulan sorular da bizim testlerdeki gibi çoktan seçmeliydi ve yarışmacının doğru şıkkı seçmesi için bilgi düzeylerinin yüksek olması gerekiyordu. Ablam da yarışmaları seviyordu, seyrederken kendi bilgisini de sınıyordu. O yarışma seyrederken genellikle ben de yanında oluyordum. Ne kadar da çok şey biliyordu. Bazen bilemedikleri de oluyordu tabii ama çoğunlukla doğru cevabı buluyordu. Bu kadar bilgili olduğu için imreniyordum ablama. Bir defasında “Hepsini nasıl biliyorsun?” diye sordum. Ablam, “Bunları bilmen için bilgi sahibi olman, bir ders gibi o konulara çalışıp öyle yarışmaya girmen gerekiyor.” dedi. Ablamın o yarışmalara katılmasını isterdim doğrusu. Tabii televizyon başında soru cevaplamakla yarışmacı olup verilen kısacık sürede doğru cevabı bulmak farklıydı. Tıpkı okuldaki testler gibi. Öğretmen test kâğıtlarını dağıttıktan sonra “Süreniz başladı.” diyordu. Belirlediği sürenin sonuna gelindiğinde bazı arkadaşlarımın bütün soruları cevaplayamadığını ve testlerin yarım kaldığını görüyordum. Çünkü bilmedikleri konu olduğunda üstünde duruyorlardı ve bu da onlara vakit kaybettiriyordu. Ben bilmediğim bir soruda zaman kaybetmek ya da boş bırakmak yerine o anda içimden geçen cevaba göre işaretliyordum testi. Sonra öğretmen sorduğunda “Öğretmenim, bu sorunun cevabını bilmiyordum fakat o anda bu şıkkı işaretlemek geldi içimden, boş bırakmak istemedim.” diyordum. Çocukluğumda gelen sezgilerimi dinledim hep ve beni hiç yanıltmadığını gördüm. Eğer başka bir arkadaşımın kâğıdına bakıp kopya çekseydim onun bilgisini ve kararını almış olacaktım. Ama ben yanlış cevap verirsem bu sadece benim bilgim ve kararım olacaktı.
Sessiz ve sakin dinleyen bir çocuk olmakla birlikte yine de her zaman kendi bildiğimi yapardım. Eğer bir dersi sevmemişsem bana kimse zorla sevdiremezdi. İçimdeki sesi dinler, sadece sınıf geçmek için o dersi çalışırdım. En çok genel kültür testleri çözmeyi severdim. Özellikle coğrafya ve tarih testlerini. Tarihe ayrı bir ilgim vardı. Televizyonda özellikle milli bayramlarda gösterilen, savaşların nasıl kazanıldığı anlatan belgeselleri seyretmeyi çok severdim. Milli bayram oldu mu hemen televizyonun karşısına geçerdim hevesle. O belgeseller bende iz bırakmıştır.
Kitap okuma alışkanlığım ilkokul yıllarına dayanır. Tabii ki büyüdükçe ve ilgi alanlarım değiştikçe okuduğum hikâye kitapları da değişti, farklı kitaplar okumaya başladım. Annem, ablamın ve ağabeyimin okuduğu kitapları saklar anlayabilecek yaşa geldiğimizde bize verirdi. Kardeşim biraz okuduğunda sıkılıyordu. Ablam ve ağabeyim çok severdi kitap okumayı. Ablam, dergiler alıp okurdu.
Ben de dergi okumayı seviyordum. Okul harçlıklarımı biriktirip ayda ve haftada bir çıkan dergileri alırdım. Bu dergilerde, “Başarı”, “Beni Oku”, “Ünite Dergisi” gibi okul dergilerinden ve derste öğrendiklerimizden farklı bilgiler ve hikâyeler vardı. En çok sevdiğim hikâyelerden biri Pinokyo’ydu. Pinokyo’nun burnunun uzanması, söylediği yalanların en büyük zararı kendisine vermesi beni etkilemişti.
Yaş ilerledikçe okunan kitap türleri değişse de çocuk okumayı seviyorsa, alışkanlık edinmişse büyüse bile o kitap alışkanlığını bırakmıyor. Çocuğun öğrenme süreci sadece okuldaki ders ile sınırlı kalmamalıdır, genel kültür bilgisi de edinmelidir. Televizyonlarda yayınlanan bilgi yarışması programları bu açıdan önemlidir, insanın gelişmesine etki eder. Ben, matematikten ziyade sosyal kültürü öğrenmeyi severdim ilkokuldan beri. Bazen rastlarsınız, çocuk sadece okul yıllarında başarılı olmuştur. İyi bir meslek edinmiştir. Fakat genel kültür bakımından zayıftır. Aslında genel kültürün okuldaki başarı ile alakası yoktur. Okumak, araştırmak, öğrenmekle gelişir ve bu da ancak insan kendisi isterse olur.
Bir de iç sesimizi dinlemek her zaman doğruyu gösterir. Çünkü orada mantığı çalıştırmadan doğrudan kalp sesi ile hareket ediyoruz. İleri yaşlarda insanları dinlerken kendi iç sesime, sezgilerime kulak tıkadığımı fark ettim. Hâlbuki sezgilerimi ve iç sesimi dinlediğimde ben yanıltmadığını biliyordum. Aslında eğer kendi kararınızı kendiniz alırsanız ne kimseyi suçluyorsunuz ne de kendinize kızıyorsunuz. Ama başkası tarafından özellikle mantıkla, zihni çalıştırarak karar almaya yönlendirilirseniz ve bu kararla başka bir yola girerseniz o zaman kendi kendinize kızıyorsunuz, iç sesimi dinlemedim sezgilerimi dinlemedim, diye.
Çocuklukta sezgiler güçlü ise Allah tarafından doğuştan verilen yetenekler varsa insan karşı tarafı dinler ama yine kendi sezgisini dinleyip hayatını ilgilendiren kararları alır. Böylece kimseyi de suçlamaz. Çocuk özgüvenliyse ileride zaten kendi başına aldığı kararlar olacak. O zaman çocuk kendini yaşamış olacak, bir başkasını değil. Kendi özgürce aldığı kararlarla hayatına yön verecek.
Bu yazıyı tümü olmak şartıyla, değiştirilmeden, bedava olarak ve bu telif hakkı uyarısı ve internet bağlantısı (https://sevginin-isigi-sifa.com/) ile birlikte kopyalamaya ve dağıtmaya izin verilmiştir.