Sevgili okuyucularım, anılarıma kaldığım yerde devam ediyorum. Yaşananlar her yaşta farklı izler bırakıyor. İnsan yaş aldıkça, olaylara bakışı değiştikçe izlerin ruhta bıraktığı derinlik de değişiyor. Önemli olan bu izlerin büyürken karakterimize nasıl yön verdiği, nasıl bir yetişkine dönüştürdüğü? Değişimimiz olumlu mu olmuş olumsuz mu, özümüzden uzaklaşmış mıyız? Çocuk tekrar sandık başına geçip anahtarı çevirdi, bir anıyı daha serbest bıraktı.
Hep deriz ya insan kendini aslında çocukken belli eder, diye. Ben de daha çocukluğumda hayat hikâyeleri dinlemeye bayılırdım.
İlkokul dördüncü sınıfa devam ederken en çok hoşlandığım şeylerden biri radyoda çocuklara yönelik piyesleri dinlemek ve hayat bilgisi ile ilgili yayınları takip etmekti. O piyeslerde anlatılan hikâyelerde ailelerin yaşadıkları, çocukların anne ve babalarıyla konuşmaları, dedeleri, anneanne ve babaanneleri ile diyalogları, hayat ile ilgili öğretici dersler vardı. Aileler, çocuklarına hatalarını nasıl düzeltebileceklerini öğretici biçimde anlatıyorlardı, konuşmalar hep sevgi doluydu. Büyükanne ve büyükbabaların köy yaşantısı anlatılıyordu, zihnimde güzel köyler ve mutlu insanlar canlanıyordu hep. Öyle severdim ki dinlemeyi, sabırsızlıkla piyes saatini beklerdim. Dinlerken de kendimi kaptırır radyonun başından ayrılmak istemezdim. O sırada servis gelirdi ama ben sırf piyes yarım kalacak diye üzülür, okula gitmek istemezdim. Anneme, “Servis beş dakika daha beklesin.” derdim. Hatta annem servisin bekleyemeyeceği uyarısı yaptığında “O zaman servis gitsin, ben tek başıma giderim,” diyerek direttiğim de olurdu. Sonunda zorla da olsa radyodan yükselen sesleri ardımda bırakıp servisle okula giderdim. Oysa benim için dinlediğim o piyesler matematikten, diğer derslerden daha önemliydi. Çünkü insanların nasıl yaşadıklarını öğrenmek istiyor, önemli buluyordum. Bugün hâlâ biyografi ve otobiyografi okumayı severim.
Babam ve annem Malatya’da doğmuşlar, çocukluk yıllarını ve ergenlik yaşlarını Malatya’da geçirmişler. Babam bize sevgisini verirken öyle sık sık öpmez, sarılmazdı. Ama hep başımızı okşardı ve oradan sevginin aktığını hissederdim. Gerçi sarıldığında ya da öptüğünde de o sevgiyi hissediyordum ama dedim ya daha çok başımızı okşardı ve ben babamın sevgisini yüreğimde hissederdim. Gezdirmeyi de severdi babam. Birlikte gezdiğimizde çok mutlu olurdum.
Annemin sevgisini aktarış biçimi babama göre daha farklıydı. Annem bize duygularını ve düşüncelerini hep açık olarak gösterirdi. Bize nadiren kızardı, o da evde futbol maçı yaptığımızda gürültüden komşular rahatsız olacağı içindi. Öyle ders çalışma konusunda veya başka nedenle sıkmazdı. Sadece odamızı toplamak konusunda sıkı kuralları vardı. Çünkü annem her şeyin düzenli, temiz ve yerli yerinde olmasını isterdi. Dağınıklığı sevmezdi. Babam da öyleydi ama annem bu konuda daha dikkatliydi. İlerlemiş yaşına rağmen bugün hâlâ tertiplidir. Annemin sevgisi babama kıyasla hemen anlaşılırdı çünkü açık olarak gösterirdi. Ablam annemle arkadaş gibiydi.
Radyodaki piyesleri birlikte dinlerdik. Tabii bu piyesler anneme çocukluğunu hatırlatırdı. O da bize kendi çocukluğunu, yaşadıklarını, mahalledeki arkadaşlarını, anneannemi, dedemi anlatırdı. İnsanların yaptığı hatalardan söz eder ve düzeltmek için ne yapılması gerektiğini de söylerdi. Annemin çocukluk anılarından bende iz bırakan şey, kendi amcasının eşi yani yengesidir. Yalnız ben kendisini hiç görmedim, 105 yaşında vefat eden büyük yengenin sadece fotoğrafını görmüştüm. Bu yazımda da bu fotoğrafı paylaşıyorum.
Annem yengesinden şöyle bahsediyordu: “Sessiz, sakin, hiç kimseye karışmazdı, kendi hâlinde bir insandı. Hiçbir zaman dedikodu yapmazdı ne komşularla ne gelinleriyle. Hep güler yüzlüydü, kendiyle barışıktı, gittiğimizde bizi çok iyi ağırlar, memnun etmek için ne yapacağını şaşırırdı. Bizi kendi çocukları gibi kucaklayıp sever, sevgisini içtenlikle sunardı. Bir melek gibiydi.”
Bu beni etkilemiştir. Çünkü örnek almayı severdim insanların iyi yönlerini. Zaten annem de bize hayattaki dersleri, hangi davranışın iyi hangisinin kötü olduğunu bunun için anlatırdı. Annemi dikkatlice dinler, o yengesiyle ne yaşamış ben iki yengemle ne yaşıyorum, yengelerim bize nasıl davranıyor, diye düşünürdüm. Daha o yaşlarda insanlardaki iyiliği ve kötülüğü ayırt edebiliyordum.
Annemi dinlemek hoşuma giderdi. Anlattıkları piyeslerdeki gibiydi. Mesela anneannem, babaannem ile anlaşamıyormuş ama yine de onu ziyarete gidiyormuş. Annem de “Gitme, hem anlaşamıyorsun hem de üzülüp dönüyorsun.” diyordu. Fakat o, annemi dinlemeyip gider sonra şikâyet eder, üzülürdü. Bize geldiğinde annem onu ikna edebilmek için yengesini örnek gösterirdi. Yengesinin ne kadar uyumlu ve huzurlu olduğunu, kimseye karışmadığını ve tartışmadığını hatırlatırdı anneanneme. Bize de “Şunu hiçbir zaman unutmayın, saygıyı yitirmeyin sonra üzülen siz olursunuz.” derdi annem.
Eski insanların yaşanmışlıkları bilgelikle doludur. Bunu gerek hikâyelerinde gerek kendi hayatlarını anlattıklarında görürüz. Bilge olmak için okumak da şart değildir. Bilgelik en başta sevgiden geçer. Eğer çocuk bu konulara açık ise dinlediklerinden gerekli dersleri alıp hayatına uygular. Bir öğretidir. Okullarda çocuklara bilgelik hikâyeleri ve iyi insan olmanın yolları gibi içeriklerle kişisel gelişim dersleri verilmesi gerektiğine inanıyorum. Çocuk bunu aileden aldığı gibi okul başladığında da öğretilmelidir. İleri yaşlarda çocuğun görgüsü, asaleti, kendisine ve etrafa nasıl davranacağı, topluma nasıl faydalı iyi bir insan olarak yetişeceği alacağı eğitime bağlıdır. Çünkü çocuk aileden görüp öğrendiğini ileri yaşlarda uyguluyor. En önemlisi de bilinçaltına iyi ve kötü olan her şeyi kaydediyor. Bilinçaltına yerleşenler iyi şeyler ise çocuk ileri yaşlarında buradan aldığı ilhamı hayata uygular. Tabii çocuğun içinde de öğrenme isteği varsa.
Bu yazıyı tümü olmak şartıyla, değiştirilmeden, bedava olarak ve bu telif hakkı uyarısı ve internet bağlantısı (https://sevginin-isigi-sifa.com/) ile birlikte kopyalamaya ve dağıtmaya izin verilmiştir.